Kul By: armi Date: 27 Ocak 2010, 16:17:45
Kul
Her insan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratýldý. Onun için herkes, Allahü teâlâyý yaratýcý, kendisini yaratýlmýþ bilmelidir. Bir kimsenin, Allahü teâlâya kul olmasý için, O´ndan baþka þeylere kul olmaktan ve baðlanmaktan tam kurtulmasý lâzýmdýr. Bunun için büyük âlim ve velî Ýmâm-ý Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî vilâyet yâni evliyâlýk mertebelerinin so- nunun, en yükseðinin abdiyyet (kulluk) makâmý olduðunu ifâde etmiþtir. (E. Ans. c.1, s. 6)
Evliyânýn büyüklerinden Abdülmecîd Þirvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Mevlânâ hazretlerinin þu sözünü sýk sýk söylerdi.
"Men bende þüdem, bende þüdem, bende, þüdem
Men bende behaclet beser efkende þüdem
Her bende þeved þâd ki âzad þeved
Men þâd ezânem ki türâ bende þüdem"
(Allahým ben kul oldum, kul oldum, kul oldum. Kulluktaki vazîfemi ya- pamadýðýmdan utanarak baþýmý eðdim. Her kul kapýsýndan âzâd oldu- ðunda sevinir mesrûr olur. Bense ne zaman sana tam kul olursam o va- kit þad olur, neþelenirim.)
Evliyânýn meþhurlarýndan Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kulundan þunlarý ister. Kalbin; Alla- hü teâlânýn evine hürmet, yarattýklarýna þefkat etmesi. Lisanýn; Kelime-i tevhidi söyleyip, yaratýklara yumuþaklýkla muâmele etmesi. Bedenin; ibâ- det ve tâatte bulunup, müminlere yardým etmesi. Huyun; Allahü teâlânýn hükmüne sabýr gösterip, yarattýklarýna karþý halîm-selîm olmasý."
Allahü teâlânýn emirlerine uymayý tercih etmek, nefsi ayýplamak ve dostlarýn nasîhatini öðüt kabûl etmek husûsunda da þöyle buyurmuþtur: "Kul, gizli ve açýk her zaman Allahü teâlâya itâat eder, hiç bir an O´nun emrinden çýkmaz. Kendisine kötülük edene iyilik eder, nefsin arzusuna uymaz, nîmet zamânýnda þükreder, þiddet zamânýnda sabreder. Kendinden aþaðý olana ikrâm eder. Kendisiyle istiþâre edenin sözünü dinler."
Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Niþâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Kulu Allahü teâlâya yaklaþtýran en iyi iþ nedir? dediler. Haddâd hazretleri; "Kulu, Allahü teâlâya yaklaþtýran en iyi vesîle, kulun her hâlükârda dâimî sûrette O´na ihtiyaç duymasý, bütün iþlerde sünnet-i seniyyeye dört elle sarýlmasý ve gýdâyý helâl yoldan temin etmesidir." buyurdular.
"Ubûdiyyet (kulluk) nedir?" diye sordular. O; "Malý býrakýp emrolunan husûsa sýmsýký sarýlmakdýr. Hak aramak yerine vazîfeye koþmaktýr."
"Öyleyse kerem nedir?" "Dünyâyý ona muhtac olanlara býrakýp, Alla- hü teâlâya kulluða yönelmektir." buyurdular.
Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü´l-Hayr (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ ile kul arasýnda perde, yer ve gök deðildir. Arþ ve Kürsî de deðildir. Perde, insanýn benliðidir. Bu a-radan kaldýrýlýrsa Allah´a kavuþulur."
"Kim kendini iyi zannederse o kendisini bilmiyordur."
"Kul, Allahü teâlâ için neyi terk ederse, Allahü teâlâ ona karþýlýk daha hayýrlýsýný verir."
"Kiþinin helâký, Allahü teâlâdan baþkasýna gönül baðladýðý þeydir."
Dîvân þâirlerinden ve mevlevî þeyhi Esrâr Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) ve hocasý Þeyh Gâlib?in Osmanlý Sultaný Üçüncü Selîm Hana tam bir muhabbet ve baðlýlýklarý vardý. Bu durum Sultanýn aleyhinde olanlarýn onlar hakkýnda ileri geri konuþmalarýna sebep oluyordu. Bunlara karþýlýk bir gazelinde;
Ne Süleymân ne Selîm´in kuluyuz,
Hazret-i Rabb-i Rahîmin kuluyuz.
Husrev-i âleme yok minnetimiz,
Öyle bir þâh-ý kerîmin kuluyuz.
diyerek çok güzel bir cevap vermiþtir.
Sofiyye-i aliyye denilen büyük velîlerden Hallâc-ý Mansûr (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul, ubûdiyetin, kulluðun bütün þartlarýný kendinde toplarsa, Allah´tan baþkasýna kul olmanýn yorgunluðundan kurtularak hürriyete kavuþur, külfetsiz ve sýkýntýsýz bir þekilde Allah´a kul olmanýn zîneti ile süslenir. Peygamberlerin ve sýddîklarýn makâmý budur. Bu durumdaki kula ibâdet ve tâat zor gelse bile, Allahü teâlânýn yardýmý ile onu zevk ve gönül rahatlýðý ile îfâ eder. Ýslâmiyet yönünden bu nevî ibâdetlerle süslü bulunduðu halde ibâdetlerinde kalbine en küçük bir meþakkat, sýkýntý ârýz olmaz."
"Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyyete, kulluða sýký bir þekilde devâm etsin. Hakîkî hürriyet Allah´tan baþkasýna kulluk yapmamaktýr."
"Azîz ve celîl olan Allah´tan baþka bir þeyden korkan veya bir þeyi ümid eden kimsenin yüzüne, Allahü teâlâ bütün kapýlarý kapatýr, ona âdî bir korkuyu (Allah korkusunun dýþýnda kalan korkularý) musallat eder. Kendisi de onun arasýna yetmiþ perde çeker, bu perdelerin en incesi þüphe, vesvese olur."
Büyük velîlerden Ýbn-i Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kuluna hayýr murâd ederse, ona sâlih ve ihtiyar zâtlara hizmet etmeyi, onlarýn istedikleri iþleri yapmayý, hayýr yollarýna girmeyi ve bu hayýrlarý görmeyi nasîb eder."
"Kula lâzým olan þey, sünnete uygun olarak kulluða yapýþmak ve bu yolda yürümektir."
Yine buyurdular ki: "Emirleri hafif tutmak, o emri veren âmiri az tanýmaktan ileri gelir. Eðer kul, emir veren, âmir olan Allahü teâlâyý tam hak- ký ile tanýrsa, emirlerini hafif görmez."
Ýstanbul´da medfûn bulunan en büyük üç evliyâdan biri olan Seyyid Murâd-ý Münzâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul ile Rabbi arasýnda olan muâmele, henüz sütten yeni kesilmiþ mâsum bir çocuk ile annesi arasýnda olan muâmele gibi olmalýdýr. Mâsum çocuk annesini kaybetmiþ, oturmuþ aðlar. Annemi isterim, der. Annenin ismi nedir oðul dediklerinde, bilmem der. Yine annemi isterim diye aðlar. Annenin evi nerededir dediklerinde, bilmem der. Yine annemi isterim diye aðlar. Ýþte bu þekildeki çocuðu herkes korur, yardýmcý olur."
Büyük ve meþhûr velîlerden Sýrrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul; nâfileleri yaparken farzlarý yapmayý unutursa ve bedeni ile ibâdet ederken, kalbi Allahü teâlâdan gâfil olursa, Hak teâlâdan uzaklaþýr."
Yine buyurdular ki: "Kulun amellerini boþa çýkaran, kalbleri bozan, kulu en süratli helâke götüren, devamlý hüzne boðan, cezâyý çabuklaþtýran, riyâyý sevdiren, ucba (amellerini beðenip güzel görmek) götüren, baþ olmak hevesine kaptýran þey, insanýn nefsini tanýmamasý, kendi ayýblarýný býrakýp, baþkalarýnýn ayýblarýný görmesidir."
"Kul dört þeyle yükselir. Bunlar: Ýlim, edep, emânet ve iffettir."
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah Maðribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kulun, Allahü teâlânýn emirlerine göre hareket etmesi gerektiðini söylerdi.
"Kul olduðunu iddiâ edip, þahsî arzularý da bulunan kimse bu iddiâsýnda yalancýdýr. Çünkü, kulun arzularý bulunmamalý, sâhibinin irâdesi istikâmetinde hareket etmelidir." buyurdular.
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah Sübeyhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Allahü teâlâya karþý gerçek kulluktan soruldu. O zaman; "Allahü teâlâya karþý gerçek kulluk, Resûlüne, sallallahü aleyhi ve sellem tam uymakla isbât edilir. Bu da, ahde vefâ, O´nun emirlerine uygun hareket, mevcûd olana rýzâ, kayýp olana sabretmektir." buyurdular.
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kulun, Allahü teâlânýn beðendiði iþleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eþ-dost ile güzel geçinmesi, Allah rýzâsý için insanlara iyilik yapmasý, müslüman- larýn iþini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânýn dînine hizmetle geçirme- si, saâdet alâmetlerindendir."
"Bir kulun ereceði saâdet, emredilen ibâdetleri ve tâatleri kolayca yapmasýdýr. Bütün iþlerinde sünnet üzere yürümeyi baþarmasýdýr. Sâlih kullara karþý içten sevgi beslemesi, hangi iþte olursa olsun, ahlâkýný deðiþtirmemesidir."
Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) nasîhat isteyen birisine; "Sen kimin esiri ve mülküysen onun kulusun. Eðer nefsinin esiri (ve mülkü) isen nefsinin kulusun. Eðer dünyânýn esiriysen, dünyânýn kulusun (ve kölesisin)." buyurdular.
Zaman zaman hocasý Nasrabâdî´den anlatýrdý. Hocam buyurdular ki: "Kul olanýn kýymeti, mâbudu olan Allahü teâlâya göredir. Ârifin þerefi de mârufa (bilinene tanýnana) göredir. Maddeye tapanýn deðeri maddeye göre, Allahü teâlâya tapanýn deðeri de O´na göredir. Kulluktan daha þerefli bir þey yoktur. Mümin için ubûdiyetle, kullukla ilgili isim almaktan da- ha mükemmel bir isim yoktur. Bundan dolayý Allahü teâlâ mîrac gecesi Peygamber efendimizi vasfederken meâlen; "Bir gece kendisine âyetle- rimizden bir kýsmýný gösterelim diye kulumu (Muhammed aleyhisselâmý) Mescid-i Haramdan, çevresini mübârek kýldýðýmýz Mescid-i Aksâya götü- ren Allahü teâlâ, noksan sýfatlardan münezzehtir. O, gerçekten iþitendir, görendir." (Ýsrâ sûresi: 1) buyurdular.
Tebe-i tâbiînden meþhur fýkýh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul, dünyâdaki her ânýndan kýyâmette hesâb ve sorguya çekilecek. Hem de gün gün, saat saat. Bu durumda, Allahü teâlâyý anmadýðý bir an karþýsýna çýkýnca, piþman olur ve kendini parçalamak ister."
Evliyânýn büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulluk, insanýn, âcizliðini idrâk edip, anlamasýdýr."
Evliyânýn büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Allahü teâlânýn sevgili bir kulu, vâcibi býrakmadýðý gibi, sünnetleri de býrakmamaya dikkat etmedikçe; büyük günahlardan nedâmet, piþmanlýk duyduðu kadar, küçük günahlardan da piþmanlýk duymadýkça, edeb makâmýna yükselemez.?
Tabiînden hadîs ve fýkýh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) içi dýþýna, dýþý içine uygun bir zât olup; "Bir kulun içi dýþý bir olunca; cenâb-ý Hak; ?Ýþte benim gerçek kulum budur.? buyurur." derdi.
Evliyânýn büyüklerinden Nesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Allahü teâlâya sevap umarak veya azâbýndan korkarak hizmet eden, tamahýný ve hasisliðini ortaya koyar. Kulun efendisine bir bedel (men- faat) karþýlýðý hizmet etmesi ne kötü þeydir.?
Büyük velîlerden Osman bin Merzûk el-Kureþî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, "Hakîki kul kime denir?" dediler. O; "Hakîkî kul, Mev- lâsý hâriç, her þeyden ümidini kesendir." buyurdular.
Tâbiînden ve haným velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rah- metullahi teâlâ aleyhâ) buyurdular ki: "Kul Allahü teâlânýn sevgisini tattýðý zaman, Allah o kulunun kusurlarýný kendisine gösterir. Böylece o, baþka- larýnýn kusurlarýný göremez olur."
Evliyânýn büyüklerinden Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulun Hakk´a ulaþmasýnýn baþlangýcý, vücûdunun ihtiyaç- larýný gidermekle uðraþmaktan vazgeçmesidir. Haktan uzaklaþmasýnýn baþlangýcý da, nefsine uyup onunla haþýr-neþir olmasýdýr."
Hindistan evliyâsýndan ve Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ý Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsinin arzularýna tâbi olan, Allahü teâlâya nasýl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun."
Evliyânýn büyüklerinden Abdullah Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kullarýn en aþaðýsý, namazýný ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptýðý ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katýnda kýymeti olduðunu zanneden kimsedir. Eðer Allahü teâlânýn ihsâný ve rahmeti olmasaydý, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) iþlerinin bile ne kadar zor oldu- ðu görülürdü. Nasýl böyle olmasýn. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakýn olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânýn rahmeti- nin kendisini örttüðünü buyurmuþlardýr."
"Kulluðun en güzeli, kulun Allahü teâlânýn verdiði nîmetler karþýsýnda, þükürden âciz olduðunu bilmesidir."
Evliyânýn meþhurlarýndan Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsi için bir hizmetçi istemediði müddetçe kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düþmüþ ve kulluðun edeblerini terkedip sýnýrlarýný aþmýþ olur. Çünkü baþkasýnýn kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüþtür."
"Eðer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksýz kalýrsa, o bir ânýn bereketini ömrünün sonuna kadar duyar."
Evliyânýn büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiþ (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Kul, Allahü teâlânýn sevgisini, Allahü teâlânýn sevme- diklerine düþman olmakla kazanýr. Allahü teâlânýn sevmedikleri ise, insa- ný Allahü teâlâdan uzaklaþtýran þeylerin hepsidir."
"Kul ne ile muhabbete nâil olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânýn evliyâsýna dost olmak, düþmanlarýna da düþman olmakla" buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Kul, muhabbet makâmýna, Allahü teâlânýn dostlarýný sevmek ve Allahü teâlâya düþman olanlara düþmanlýk etmekle kavuþur."
Ýstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akþem- seddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulluk beþ kýsýmdýr: Bi- rincisi ten kulluðudur. Bu, Allahü teâlânýn emirlerine uyup, yasak ettiði þeylerden sakýnmaktýr. Ýkincisi; nefs kulluðudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek, ýslâh etmek, mücâhede ve nefsin istemediði þeyleri yapmak, ri- yâzet çekip nefsin istediði þeyleri yapmamaktýr. Üçüncüsü; Gönül kullu- ðudur. Bu ise, dünyâdan ve dünyâda bulunan þeylerden yüz çevirip, âhirete yönelmektir. Âhirete yarar iþ yapmaktýr. Dördüncüsü; sýr kulluðu- dur. Bu, her þeyi býrakýp, tamâmen Allahü teâlâya dönüp, O´nun rýzâsýný kazanmaktýr. Beþincisi; can kulluðu. Bu kulluk, müþâhedeye ermek için kendini Allah yoluna vermekle olur..."
Evliyânýn büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, kulluk hakkýnda buyurdular ki: "Ýnsanoðluna verilen mükellefiyet ve mes´ûliyet, mahlûklardan hiçbirine verilmemiþtir. Ýnsanýn, bâzý ibâ- det ve tâatlarý yapmasýyla iþ bitmez. Bunlarla berâber, kulluða sýmsýký sarýlmak, söz söylemekte, yemek yemekte, hattâ etrâfýna bakýnmakta fevkalâde dikkati gerektirir. Çünkü, her söz ve hareketinden mes´ûldür, hepsinden Allahü teâlâya hesap verecektir."
Evliyânýn meþhûrlarýdan Ali bin Meymûn Maðribî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) talebelerinden birisini baþkasýnýn mülkü olan duvar üzerinde ceviz kýrarken gördü. Orada ceviz kýrmamasýný söyleyince talebe merakla sebebini sordu. O da; "Sen öyle ceviz kýrarken duvarýn topraklarý döküldüðünden baþkasýnýn malýna zarar vermektesin. Bu da kul hakkýna girer." buyurdular.
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on ikincisi olan Ali Râmitenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâ katýnda sevgili bir kul olabilmenin on þartý olduðunu bildirip bunlarý þöyle sýralamaktadýr:
Birincisi; temiz olmaktýr. Temizlik de iki kýsma ayrýlýr. 1- Zâhirî temizlik: Dýþ görünüþün temiz olmasýdýr. Bu, bütün insanlarýn dikkat edeceði hususlardandýr. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanýlacak bütün eþyâlarýn temiz olmasýdýr. 2- Bâtýn temizliði: Kalbin iyi huylarla dolu olmasýdýr. Hased etmemek, baþkalarý hakkýnda kötülük düþünmemek, Allahü teâlânýn düþmanlarýndan nefret etmek, dostlarýna da muhabbet etmek gibi Cenâb-ý Hakkýn beðendiði iyi huylardýr. Kalb, Allahü teâlânýn nazar- gâhýdýr. Bu sebeple kalbe dünyâ sevgisi doldurmamalýdýr. Haram olan yiyeceklerle beslenmemelidir. Nitekim hadîs-i þerîfte; "Uzak yoldan gel- miþ, saçý sakalý daðýlmýþ, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göðe doðru uzatýp duâ ediyor. Yâ Rabbî! diye yalvarýyor. Hâlbuki, yediði içtiði haram, gýdâsý hep haram. Bunun duâsý nasýl kabûl olur?" Yâni haram yi- yenin duâsý kabûl olmaz buyruldu. Gönül, kalb temiz olmazsa ibâdetlerin lezzeti alýnamaz, mârifete, Allahü teâlâya âit bilgilere kavuþulamaz.
Ýkincisi; dilin temizliðidir. Dilin münâsebetsiz ve uygun olmayan söz- leri söylemeyip susmasý, Kur´ân-ý kerîm okumasý, emr-i ma´rûf ve nehy-i münkerde bulunmasý, Allahü teâlânýn emirlerini yapmayý ve yasaklarýn- dan kaçýnmayý bildirmesi, ilim öðretmesi gibi. Zîrâ sevgili Peygamberi- miz; "Ýnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem´e atýlýrlar." buyurdular.
Üçüncü þart; mümkün olduðu kadar insanlardan uzak durmaða çalýþmalýdýr. Bu sebeple göz, haram þeylere bakmamýþ olur. Zîrâ kalb, göze tâbidir. Her harama bakýþ, kalb aynasýný karartýr. Nitekim Peygamber efendimiz; "Yabancý kadýnlarýn yüzlerine þehvet ile bakanlarýn gözlerine, kýyâmet günü ergimiþ kýzgýn kurþun dökülecektir." buyurmuþtur. Yabancý kadýnlara bakmak haramdýr.
Dördüncü þart; oruç tutmaktýr. Ýnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiþ ve nefsini kahretmiþ olur. Bununla ilgili hadîs-i kudsîde; "Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbý nihâyetsizdir. Muhakkak, sabrederek ölenlerin ecirleri hesapsýzdýr." buyrulmaktadýr. Yine hadîs-i þerîfte; "Oruç, Cehennem´e kalkandýr." buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzûra kavuþturmalý ve þeytanýn yolunu kapatýp, siper hâsýl etmelidir.
Beþinci þart; Allahü teâlâyý çok hatýrlamak, ismini çok söylemektir. En fazîletli olan zikir, "Lâ ilâhe illallah"týr. Lâ ilâhe illallah diyen kimse ihlâs sâhibi olur. Ýhlâs; bütün iþlerini Allahü teâlânýn rýzâsý için yapmak, dün- yâya âit mal ve makamlardan hevesini kesip âhireti istemektir. Ýhlâslý kimse; "Ýlâhî! Benim maksudum sensin, seni istiyorum!" der. Nitekim Resûlullah efendimiz, "Lâ ilâhe illallah" demenin çok fazîletli olduðunu ve günahlarýn affedileceðini buyurdu. Allahü teâlâ, Kur´ân-ý kerîmde, Ahzâb sûresinin kýrk birinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey îmân edenler! Allah´ý çok zikrediniz." buyurdu. Nefsin arzu ve isteklerinden kurtulmak için devamlý zikretmelidir.
Altýncý þart; hâtýra yâni kalbe gelen düþüncelerdir. Ýnsanýn kalbine ge- len düþünceler dört kýsýmdýr. Bunlar; Rahmânî, melekânî, þeytânî, nef- sânîdir. Hâtýr-ý rahmânî; gafletten uyanmak, kötü yoldan doðru yola ka- vuþmaktýr. Hâtýr-ý melekânî; ibâdete, tâate raðbet etmektir. Hâtýr-ý þeytâ- nî; günahý süslemekdir. Hâtýr-ý nefsânî de; dünyâyý taleb etmek, iste- mektir. Þeytânî ve nefsânî düþüncelerden kurtulmak gerekmektedir.
Yedinci þart; Allahü teâlânýn hükmüne rýzâ göstermek, irâdesine teslim olmaktýr. Havf ve recâ, korku ve ümid arasýnda yaþamaktýr. Zîrâ Allah´tan korkan kimse, günah iþlemez. Ayrýca mümin, ümitsizliðe de düþmez. Allahü teâlâ, ümitsizliðe düþmemeyi emretmektedir.
Sekizinci þart; sâlihlerle sohbeti seçmektir. Sâlihlerle sohbet edildiði takdirde, günahlara perde çekilir, haramlar gözüne kötü görünür.
Dokuzuncu þart; iyi ve güzel hasletlerle bezenmektir. Bu da, her þeyi yaratan Allahü teâlânýn ahlâkýyla ahlâklanmaktýr. Çünkü Peygamber efendimiz; "Allahü teâlânýn ahlâkýyla ahlâklanýnýz." buyurdu.
Onuncu þart, helâl ve temiz lokma yemektir. Bu da farzlardandýr. Nitekim Allahü teâlâ, Bekara sûresinin yüz altmýþ sekizinci ayet-i kerîmesinde meâlen; "Yeryüzündekilerden helâl ve temiz olanýný yiyiniz." buyurmaktadýr. Peygamber efendimiz ise; "Ýbâdet on cüzdür. Dokuzu helâlý taleb etmektir." Geriye kalan bütün ibâdetler bir cüzdür. Helâl yemeyen kimse, Allahü teâlâya itâat etme gücünü kendisinde bulamaz. Helâl yiyen kimse de, Allahü teâlâya isyânkâr olmaz. Helâl ve temiz yer, isrâf etmez.
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsýndan Amr bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle anlatýr: "Önceki ümmetlerden birisi bir deniz sâhiline gitti. Orada yüksek sesle baðýran birisini gördü. Þöyle diyordu: "Beni gören kimse bir baþkasýna aslâ zulmetmeyecek!" Gelen kiþi yanýna yaklaþarak; "Ey Allah´ýn kulu! Senin bu sözün nedir, ne demek istersin?" diye sordu. O da ona þöyle cevap verdi: "Ben bir zamanlar emniyet mensubu idim. Bir gün bu deniz sâhiline geldim. Þurada balýk avlayan birini gördüm. Avladýðý balýðý bana hîbe etmesini söyledim, fakat râzý olmadý. Daha sonra satmasýný istedim. Yine kabûl etmedi. Caným sýkýldý. Kýzdým, kýrbacýmla baþýna vurmaya baþladým ve o balýðý zorla aldým. Elimde sallayarak geri dönmek için yola koyuldum.
Eve yaklaþtýðým bir sýrada balýk parmaðýmý kaptý. Parmaðýmý kurtarmak için yere atmak istedim, fakat býrakmadý. Hemen acele eve girip içeridekilerden yardým istedim. Onlar da uzunca bir zaman uðraþtýlar. Netîcede zorlukla parmaðýmý kurtardýk. Lakin parmak þiþti, kabardý. Balýðýn diþlerinin izleri göz göz açýldý. Bunun üzerine iyi bir tabibe gittim. Parmaðýmý görünce; "Bu kangren olmuþ, eðer kesilmezse, helâk olursun." dedi. Sonra da kesti. Bu defâ hastalýk elime sýçradý. Yine o tabîbe koþtum. Ba- na; "Eðer elini kesmezsek helâk olursun." dedi. Rýzâm üzerine eli de kesti. Bu defâ hastalýk koluma geçmiþti. Yine tabîbe koþtum. Hastalýðýn kola yayýlmýþ olduðunu söyleyip kolumu da kesti. Hastalýk bu defâ pazu- ma çýkmýþtý. Korku ve þaþkýnlýkla evimden çýktým. Deli gibi koþuyor ve hayvanlar gibi baðýrýyordum. Oralarda büyük bir aðacýn gölgesine sýðýndým. Dallarý arasýnda uyudum kaldým. Rüyâmda birisinin benim yanýma geldiðini gördüm. Bana; "Senin uzuvlarýn kaç kere kesildi ve parça parça atýldý. Hakkýný sâhibine götür ver. O zaman kurtulursun." dedi.
Uyandýðýmda aklým baþýma geldi. Hak sâhibini hatýrladým. Bu bana Allahü teâlâdan gelen bir cezâ idi. Hemen deniz kenarýna gittim. Balýk avcýsýný buldum. Aðýný denize atmýþtý. Onu çekinceye kadar bekledim. Çok balýklar çýkardý. O zaman balýkçýya seslenip; "Efendim ben senin kölenim!" dedim. Bana dönüp; "Sen kimsin?" dedi. Ben de; "Efendim falan zaman sizi dövüp zorla balýðýnýzý gasbeden kimseyim." dedim. Sonra ona kolumu gösterdim. Onu görünce böyle belâdan Allahü teâlâya sýðýndý. "Sen þimdi serbestsin gidebilirsin." dedi. Ayrýlmak istedim. Bana; "Dur. Bu benden sana adâlet olmaz. Çünkü bir balýk için sana bedduâda bulunmuþtum." dedi. Beni elimden tutup evine götürdü. Oðlunu çaðýrdý. Bir yer gösterip; "Þurasýný kaz." dedi. Oðlu orasýný kazdý. Ýçinde otuz bin dirhem olan bir kese çýkardý. Balýkçý oðluna emredip içinden benim için on bin dirhem saymasýný söyledi ve bana; "Bunlarla ihtiyâcýný gider." dedi. Sonra yine bir on bin dirhem daha verip; "Bunlarý da komþularýna ve akrabâna daðýt!" dedi. Ben ayrýlmak istediðimde ona; "Allah için bana söyle nasýl bedduâ ettin?" dedim. O da bana þöyle dedi: "Sen bana vurup balýðý aldýðýnda semâya baktým ve aðladým. Sonra da yâ Rabbî! Onu da beni de sen yarattýn. Onu kuvvetli, beni zayýf kýldýn. Sonra onu bana musallat eyledin. Onun zulmünü benden geri çevirmedin. Beni de onun zulmüne mâni olmaya kuvvetli kýlmadýn. Kudretin hakký için onu âleme ibret olacak hâle koy! dedim." Bunun üzerine verdiklerini alýp oradan ayrýldým.
Tâbiînin büyüklerinden, velî, hadîs ve fýkýh âlimi Atâ bin Ebû Rebâh (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine soruldu: "Kullara verilen en kýymetli þey nedir?" O da; "Dîni bilmektir." cevâbýný verdi.
Evliyânýn büyüklerinden Cüneyd-i Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Kulluk, her an Allahü teâlâya muhtâc olduðunu bil- mek ve O´nun Resûlüne tam tâbi olmaktýr."
Ýskenderiye´de yetiþen büyük velîlerden Dâvûd-i Ýskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kulu için hayýr murâd edince, onun kalbine hakîkî ilimleri yerleþtirir."
Yine buyurdular ki: "Bir kul, kalbini Allahü teâlâya tevcih edip döndür- düðü müddetçe, Allahü teâlâ onun bütün daðýnýk iþlerini toparlar, bir araya getirir. Fakat kul, Allah korusun, kalbini bir kula tevcih eder, kendisi gibi âciz bir mahlûktan meded umarsa, bütün iþleri darmadaðýnýk olur."
Evliyânýn büyüklerinden Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Uzun emele dalan bir kul, üzerindeki kul borçlarýný unutur ve tövbe etmeyi sonraya býrakýr. Siz böyle yapmayýnýz."
"Her an kusur ve günahlarý çoðalan, kabahatlarý yenilenen bir kul, nasýl olur da üzülmez."
Endülüs, Mýsýr ve Filistin taraflarýnda yaþamýþ büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureþî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kul, ibâdetlerinde doðru olursa, ummadýðý yerden yardýmlara kavuþur.
Evliyânýn meþhurlarýndan Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âzâlarýyla ve kalbiyle günâh iþleyip de, sâdece dili ile tövbe eden, âzâsýný ve kalbini günahlardan uzak tutmayan kimse ne kötü kuldur."
Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamýþtý. Nitekim; "Ey Yâkûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz." diye bir ses iþitti.
Ebû Yâkûb Nehrecûrî hazretleri, buyurdular ki: "Kul mânevî yönden yüksek mertebelere eriþip kemâle gelince, artýk ona, belâ ve sýkýntýlar nî- met þeklinde görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o kadar fazladýr ki, artýk O´ndan gelen her þey, ona güzel ve tatlý gelir."
Yine Buyurdular ki: "Kiþi, kendi benliðinden sýyrýlýp, Hak ile berâber olursa, o zaman kulluk makâmýna kavuþur. Kul olabilmek pek yüksek bir makamdýr."
Meþhûr velîlerden Ebü´l-Abbâs Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Þunu iyi bilmelidir ki, kul, Allahü teâlâdan bir þey isteyeceði zaman; O´nun kendisine ihsân ettiði nîmetlerini, emir ve nehiyleri (yasaklarý) husûsundaki kusurlarýný düþünerek bir þey istemelidir."
Yine buyurdular ki: "Allahü teâlânýn öyle kullarý vardýr ki, Allahü teâ- lâyý doðru olarak tanýyýp her þeyi Allah rýzâsý için yaparlar. Bu tanýmalarý sebebiyle, O´nun (Allahü teâlânýn) hizmetinde bulundurulurlar. Yine öyle kullar vardýr ki, Allahü teâlâyý doðru olarak bilemez ve her þeyde Allahü teâlânýn rýzâsýný gözetmezler. Bu sebeple, onlar da bu hâlleri sebebiyle pekçok nîmetlerden mahrûm kalýrlar."
"Þunu iyi biliniz ki, insanýn dýþý (ne olursa olsun) içini deðiþtirmez."
Büyük velîlerden Ýbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul, ancak dünyâdan yüz çevirmekle Allahü teâlâya ulaþýr."
Tâbiînin meþhûr âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Ýbrâhim bin Edhem (kuddise sirruh) hazretlerine "Sen kimin kulusun?" dediler. Titredi, yere düþtü ve kendinden geçip yerde çýrpýnmaya baþladý. Bir müddet sonra kendine geldi, kalktý ve bir âyet-i kerîme okudu. "Niçin cevap vermedin?" dediler. Ýbrâhim bin Edhem; "Korktum, eðer O´nun kuluyum desem, benden kulluk haklarýný ister, deðilim desem, bunu da diyemem." buyurdular.
Büyük velî, fýkýh, tefsîr, hadîs ve kelâm âlimi Ýmâm-ý Kuþeyrî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Herkes kendisi için bir þey seçti. Ben ise, Hak teâlânýn benim için seçtiði þeyi seçiyorum. Þâyet Allahü teâlâ beni zengin kýlarsa, dîninin emirlerini yapmayý terk etmem. Þâyet fakir kýlarsa, harîs ve O´nun emirlerinden yüz çeviren bir kul olmam.
Þam´ýn büyük velîlerinden Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bir gün Münbec´de bir dað kenarýndaydý. Yanýnda da sâlih, temiz kimselerden müteþekkil bir topluluk vardý. Bunlardan biri, "Sâdýk bir kul olmanýn alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de; "Sâdýk bir kul, bu daða hareket et dese, hareket eder." buyurdu. O esnâda dað sallanmaya baþladý.
Mýsýr?da yetiþen büyük velîlerden Zünnûn-i Mýsrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, ?Ýnsan, Allahü teâlânýn saf kullarýndan olduðunu, ne zaman ve nasýl anlar?? diye sorduklarý zaman; ?Ýnsan bu durumu þu dört þeyle bilir. Rahatý terk ederse, az olsa bile, olandan verirse, fakirleþmesi kendisine sevimli gelirse, övülmek ve kötülenmek kendisine ayný gelirse? cevâbýný verdi.
Doðu Anadolu´da yetiþen büyük velîlerden Seyyid Fehim-i Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) her sene Van´a geliþinde bir müddet kalýrdý. Âþýklarý toplanýr, feyz alýrlardý. Genellikle kendisini çok seven mahkeme baþkâtibi Ahmed Beyin evinde misâfir olurdu. Bir sene Ahmed Bey hac- ca gitmiþti. Van´a bir geliþinde yine onun evinde kaldý. Bir gece yarýsý yakýnlarýndan birini çaðýrdý ve; "Arkadaþlarýný uyandýr! Þimdi buradan çýkýp, falan eve gideceðiz." buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarýsý gitmek ayýp olur. Yarýn gitsek olmaz mý?" dedi. "Hayýr þimdi gideceðiz. Hem Ah- med Beyin oðullarýna da haber ver." buyurdu. Durumu öðrenen Ahmed Beyin oðullarý gelip yalvardýlar. "Efendim bir kusur yaptýksa af buyurun. Bizden ayrýlmayýn. Babamýz iþitirse üzülür. Biz ona ne cevap vereceðiz, lutfediniz, ihsân ediniz! Kabahatimizi baðýþlayýnýz." dediler. Çok göz yaþý döktüler. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayýr sizden çok râzýyým, bize her hizmeti fazlasý ile yapýyorsunuz. Sizlere duâ etmekteyim. Fakat þimdi git- memiz lâzým." buyurdu. Ahmed Beyin oðullarý; "Emir buyurduðunuz gibi olsun." dediler. Gece yarýsý sevdiklerinden bir baþkasýnýn evine gittiler.
Ertesi gün oðlu Muhammed Emin Efendi, Ahmed Beyin oðullarýnýn pekçok üzüldüklerini söyledi ve; "Babacýðým o evde sabaha kadar kalsaydýk ne olurdu?" diye sorunca, Seyyid Fehim hazretleri; "Oðlum! Þimdi kimseye söyleme. Bu gece Ahmed Bey Mekke-i mükerremede vefât etti. Ev yetim evi oldu. Mal mîrâsçýlara kaldý. Evvelce her þeyi kullanýyor, yiyip içiyorduk. Çünkü Ahmed Beyin seve seve helâl edeceðini biliyordum. Þimdi ise tanýþmadýðýmýz mîrâsçýlarýnýn hakký olduðundan bir þeyi kullanmak câiz olmaz. Kul hakkýndan kaçýnmak için acele ayrýldým." buyurdu. Bir ay sonra hacýlar döndü. Herkes geldi. Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarýsý Mekke´de vefât etti." dediler. Hesâb ettiler, Seyyid Fehim hazretlerinin evden ayrýldýðý geceye rastlýyordu. Onun kerâmeti olduðu- nu anladýlar.
Evliyânýn büyüklerinden Fudayl bin Ýyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlarý haram ve þüphelilerden sakýndýrýrdý. Bu hususta; "Sakýn þüpheli bir þeyle Mekke yoluna koyulayým demeyiniz. Biliniz ki haram ve þüpheli þeylerden bir dirhemin altýda biri kadar bir hakký sâhibine iâde etmek, içinde þüpheli kazanç bulunan malla yapýlacak beþ yüz nâfile hacdan Allah yanýnda daha kýymetlidir." buyurdu.
Kýbrýs´ta yetiþen velîlerden Kýbrýslý Hafýz Ali Efendi (rahmetullahi te- âlâ aleyh) hazretlerini bir gün bir grup cemâat ziyârete gidiyordu. Hepsi atlýydý. Kýbrýs´ta çok olan zeytin ve keçiboynuzu aðaçlarýnýn altýnda gidi- yorlardý. Keçiboynuzlarý salkým salkým sarkýyor, olmuþ meyveler insan- larýn baþýna deðiyordu. Ýçlerinden biri; "Ne güzel ballanmýþ, bir tâne ye- sek." deyince, diðeri; "Kul hakký geçer, yeme." dedi. Üçüncüsü; "Hem hoca ziyâretine git, hem hak ye bu olmaz." dediyse de, o kimse bir tâne keçiboynuzu koparýp yedi. Hâfýz Ali Efendinin huzûruna vardýklarýnda sohbet ediyordu. Sohbetin bir yerinde Ali Efendi onlara bakýp; "Kul hak- kýndan çok sakýnýn. Haram yemeyin. Baþýnýza Keçiboynuzlarý deðse de, bir tâneden ne olur demeyin. Hiç bir zaman kul hakkýný yemeyin buyur- du. Ýçlerinden biri; "Size yemeyin demedim mi?" Müminin firâseti var. En sonunda söylettiniz." dedi.
Osmanlý evliyâsýndan Þa´bân-ý Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdu ki:
MÝNDERÝN ALTINDA
Bir zamanlar birinin, bir zâta borcu vardý,
O devrin parasýyla bez yüz akçe kadardý.
Bunu ödemek için, çok çalýþtýðý hâlde,
Bir türlü biriktirip, veremedi yine de.
Alacaklý adam o adam,zaman zaman gelerek,
Ýsterdi parasýný, hem de sitem ederek.
?biraz mühlet ver? diye yalvardýysa da,
O mühlet vermeyince, çok üzüldü o buna.
Bir Velînin kabrine, gitmeye karar verdi,
Onu vasýta edip, þöyle duâ eyledi:
?Mâlumdur elbet sana, yâ Rabbî, benim hâlim,
Bu velî hürmetine, yardýmcým ol sen benim
.
Ödeyebilmem için, beþyüz akçeyi buna,
Bu borcum miktarýnca, parayý gönder bana.?
O velî hürmetine duâ edip dönerken,
Þâban-ý Velî geldi aklýna onun birden
Huzûruna vardý ki, kimse yoktu evinde,
Diz çökmüþ otururdu, ibâdet mahallinde.
O içeri girince, gösterip minderini,
Buyurdu: "Gel al bunun, altýndakilerini."
Hâlbuki henüz ona, bir þey söylememiþti,
Ondan baþka kimse de, yanýna gitmemiþti.
Çekinerek oradan, bir miktar para aldý,
Ve lâkin utancýndan, hepsini alamadý.
Allah´ýn velî kulu, buyurdu ki o zaman:
"Rabbimin ihsânýdýr, al hepsini oradan."
"Peki" deyip o dahi, alýverdi hepsini,
Þâbân-ý Velî ise, kaldýrdý ellerini,
Acýyýp onun için, duâ etti Allah´a:
"Yâ Rabbi, bu kulunu, darda koyma bir daha."
Bu kiþi hem parayý, hem duâyý aldý ve,
Sevinç ve huzûr ile, döndü ve geldi eve.
Oradan getirdiði, paralarý çýkardý,
Saydýðýnda gördü ki, tam da borcu kadardý.
Gitti hemen koþarak, o alacaklýsýna,
Borcunu ödeyerek þükretti Mevlâsýna.
Yâ Rabbî, kul borcundan bizi de eyle halâs,
Ýhsân et kalbimize, kavî îmân ve ihlâs.
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Þiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefât etmeden biraz önce buyurdular ki: "Üzerimde bir dirhem kul hakký vardýr. Onun sâhibi için, bin dirhem sadaka vermiþtim. Bununla berâber, hâlâ gönlüme ondan aðýr bir þey gelmez."
Osmanlý âlimlerinden Yazýcýzâde Muhammed Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine ait bir beyt;
Ýlâhî, sen ganîsin ben fakîrem,
Kapýnda elleri baðlý esîrem.
Ynt: Kul By: ceren Date: 02 Temmuz 2016, 17:26:51
Esselamu aleykum.Allaha sonsuz inanan ve tevekkül eden ve onun emir ve yasaklarýný yerine getirip ona layik bir kul peygamber efendimize layik bir ummet olalim inþallah.Rabbim razi olsun bilgilerden kardesim...
Ynt: Kul By: HALACAHAN Date: 22 Nisan 2017, 00:55:55
Aleykum selam Hepimiz kulluk vazifelerimizi yerine getirmek için yaratildik Bu çerçevede de kalmamizi bizlere nasip eyle allahým
Ynt: Kul By: HALACAHAN Date: 22 Nisan 2017, 00:56:06
Aleykum selam Hepimiz kulluk vazifelerimizi yerine getirmek için yaratildik Bu çerçevede de kalmamizi bizlere nasip eyle allahým
radyobeyan