Siyasi - Ýtikadi Mezhebler
Pages: 1
Haricilik By: neslinur Date: 20 Ocak 2010, 19:41:05
Haricilik






Harici Fýrkalarýnýn Müþterek Prensipleri:

Haricîlerin Kendi Aralarýndaki Ýhtilâflarý:

Haricîlerin Tartýþmalarý:

4) Tartýþmalarýna Taassup Hakimdi:

Haricî Fýrkalarý

I. Müslüman Sayýlan Haricîler:

1) Ezarika:

2) Necedat:

3) Sufriyye:

4) Âcâride:

5) Îbadîyye:

Ýbadiye´nin, Kýsaca Görüþleri:

II. Müslüman Sayýlmayan Hariciler:

a) Yezâdiye:

b) Meymuniye:

Hilafet Konusunda Ehl-i Sünnet Mezhebinin Görüþü.

a) Kureyþ Kabilesinden Olmak:

b) Kendisine Biat Edilmek:

c) Ýstiþare Ýle Seçilmiþ Olmak:

d- Adaletli Davranmak:

Hilafet Þartlarýnýn Dýþýna Çýkan Halîfenin Durumu.




HARÝCÎLÝK



Bu fýrka, Þiilik fýrkasýyla ortaya çýkmýþ, her ikisi de Hz. Ali (R.A.)nin döneminde guruplar halinde görülmüþlerdir. Haricîler de Hz. AH taraftarlarý idi. Ancak, Þiilik düþüncesi Haricilik düþüncesinden daha önce mevcuttu.

Haricîye fýrkasý, «Sýffîn» denilen yerde Hz. Ali ile Hz. Muaviye´-nin arasýnda savaþýn þiddetlendiði zamanda ortaya çýkmýþtýr. Bu savaþ neticesinde Muaviye savaþýn acýsýný tattý, kaçmaya yeltendi. Fakat hakem tayin etme düþüncesi kendisine, bu zor durumdan kurtulmakta yardýmcý oldu. Muaviye´nin ordusu, Kur´an-ý Kerîm´i hakem tayin etmek için onu havaya kaldýrdý. Fakat Ali, aralarýnda Allah Tealâ hüküm verinceye kadar savaþmakta ýsrar etti. Ordusundan bazýlarý, Hz. ´Ali´nin karþýsýna çýkarak, hakem tayinini kabul etmesini istediler. Hz. "Ali istemeyerek bunu kabul etti. Hz. Ali, karþýsýnda bulunanlarla, kendi tarafýndan bir kiþi, Muaviye tarafýndan da bir kiþinin hakem tayin edilmesi hususunda anlaþtýktan sonra, Muaviye Arar b. el-As´i seçti. Hz. Ali ise Abdullah b. Abbas´ý seçmek istiyordu. Fakat, ordusundan, kendisine karþý gelenler, Ebu Musa el-Eþ´ari´yi seçmeye zorladýlar.

Neticede, bilindiði gibi hakemlerin kararý ile Hz. Ali azledildi, Muaviye ise hilâfet mevkiine getirildi.

Hakemlerin bu kararý ile Muaviye´nin sürdürdüðü haksýzlýk, daha da güçlendi.

Bundan sonra Haricîlerin durumu çok ilginç bir hal aldý. Þöyleki: Bunlar, önce Hz. Ali´yi hâkem tayinine ve belirli bir hakemi kabul etmeye zorladýklarý halde, daha sonra, hakeme baþ vurmayý büyük bir suç saydýlar ve Hz. Ali´nin, iþlemiþ olduðu bu günahdan dolayý da tevbe etmesini istediler. Çünkü onlara göre Hz. Ali hakeme baþvurmakla küfre girmiþti. Nitekim kendileri de bu sebeple kâfir olduklarýný ve tevbe ederek yeniden Ýslama girdiklerini sanýyorlardý.

Bazý çöl bedevileri de bunlarýn arkasýna takýldý. «Hüküm ancak Allah´ýndýr» sözü ise sloganlarý haline geldi. Hz. Ali ile münakaþa ve karþý gelme safhasýný da aþýp onunla savaþmaya baþladýlar.

Bu fýrka, Ýslâm fýrkalarý arasýnda mezhebini en çok savunan, düþüncelerini kabul ettirmek için en çok gayret gösteren, genellikle en çok dindar görünen, en atýlgan ve en sorumsuz davranan bir fýrka idi. Bunlar düþüncelerini savunurken ve sorumsuzca davranýþlara giriþirken birtakým sözlerin zahirine sarýlarak onlarý kutsal bir dîn hüviyetine soktular, mümin bir insanýn, bu sözlerden ayrýlmayacaðýný zannettiler. «Hüküm, ancak Allah´ýndýr» sözü, bunlarýn aklýný çeldi. Bu sözü kendilerine din edindiler. Daha önce de iþaret ettiðimiz gibi Hz. Ali´yi her konuþurken gördüklerinde O´na bu sözü söylerlerdi.

Hz. Osman´dan, Ýmam Ali´den ve Ümeyye oðullarýnýn zalim idarecilerinden beri olduklarý düþüncesi, yine Hariciyeye mensup olanlarý aldattý. Bu düþünce onlarýn aklýna tamamen yerleþti ve onlarý Hakk´a ulaþtýracak yahut, dillerine doladýklarý kelimelerin mânâlarýný anlayacak her yolu týkadý. Hatta, bizzat dinî hakikatlann mâ-nâTanm anlamalarýna bile mâni oldu. Hz. Osman´dan, Ali, Talha, Zübeyr ve Emevîlerin zalim idarecilerinden beri olduðunu söyleyen herkesi kendilerinden saydýlar. Adlarýný isim listelerine aldýlar. Bu gibi insanlarýn diðer düþüncelerine ise göz yumdular. Belki de bu göz yummalarýnýn, Hak´tan giderek sapmalarýnda büyük tesiri oldu.

Adaletli halife Ömer b. A´bdülaziz bunlarla bir zaman tartýþmalar yaptý. Aralarýndaki ihtilâf konusu; Ömer´in, kendi ailesinden olan zalimlerden beri olduðunu ilân etmemesiydi. Halbuki Hariciler, Ömer´in, kendisinden önce iktidarda bulunan Emevüere uymadýðýný, onlarýn zulümlerinin devamýný engellediðini, hatta onlarýn yapmýþ olduklarý haksýzlýklarý giderip, hak sahiplerine, haklarýný iade ettiðini itiraf ediyorlardý. Ne var ki «Beri olma» düþüncesi onlarýn beynini þartlandýrmýþtý ve onlarýn, Ömer´e itaat etmelerine, îslâm sancaðý altýnda toplanmalarýna mâni oluyordu.

Hariciye mezhebine mensup olanlar, bir takým yaldýzlý kelimelerin, akýl ve düþüncelerine hakim olmasý bakýmýndan, Fransýz devriminde en feci zulümleri iþleyen Yakubîlere benziyorlardý. Yakubilerin de aklýný «Hürriyet, kardeþlik ve eþitlik» kelimeleri çekmiþti. Bu kelimeler adýna nice mazluk insanlarý öldürüp, nice kanlar akýttýlar. Haricileri de «Ýman» «Hüküm ancak Allah´ýndýr» ve «Zalimlerden beri olma» kelimeleri þartlandýrmýþtý. Bu kelimeler namýna müslümanlarm kanýný helâl saydýlar, topraðý müslümanlarýn kanlarýyla sulayýp her tarafa saldýrdýlar.

Hariciye mezhebine mensup olanlarýn en belirgin sýfatlarý, sadece heyecanlý olmak ve sözlerin zahirine sarýlmak deðil, kendini feda etme arzusunda olmak, ölmeyi istemek, kuvvetli bir sebep olmadýðý halde tehlikelere göðüs germekte bunlarý baþkalarýndan ayýrdeden bariz sýfatlardandý. Belki de bu davranýþlarýn baþlýca sebebi, bazýlarýnýn taþkýnca hareketi ve sinir sistemlerinin bozukluðu idi. Yoksa sadece mert ve kahraman oluþlarý deðildi. Haricîler, bu tutumlarýyla Arap medeniyeti ile geliþmiþ olan Endülüs´ün, Arap yönetiminde iken orada yaþayan Hristiyanlara benziyorlardý. Orada yaþayan Hristiyanlardan bir grup çýlgýnca davranýyor, aþýrý taassuba kapýlarak kendilerini ölüme atýyorlardý. Bunlardan herbiri hakimler kuruluna gidiyor, öldürülmeleri için Hz. Muhammed (S.A.V.)´e sövüyordu. Öyle ki bu davranýþ içinde bulunanlar, seller gibi mahkemelerin kapýlarýna akýyorlar, kapýcýlar bunlarý geri çevirmekten asnýyor, hakimler idam kararý vermemek için kulaklarýný týkýyorlardý. Müslümanlar, bu zavallýlarýn haline acýyorlar ve bunlarý, akýllarýný kaybetmiþ deliler sanýyorlardý.[1]

Haricilerden bir kýsmý, Hz. Ali konuþurken onu protesto ederek kalkýp gidiyor hatta: namaz kýlarken cemaatý terkediyorlardý. Diðer bir kýsmý ise Hz. Ali ve Hz. Osman sebebiyle müslümanlara saldýrýyor, bu iki sahabîye tâbi olanlarý müþriklikle suçluyorlardý.

Hariciler, Abdullah b. Habbab b. Eret´i öldürdüler, cariyesinin karnýný yardýlar. Bunun üzerine Hz. AH onlara «Abdullah´ý öldüren leri bize teslim edin» deyince hepsi birlikte «Onu hepimiz öldürdük-dediler. Hz. Ali ise bunlarla savaþa giriþti. Nerdeyse köklerini kuru tacaktý. Ne yazýk ki Hz. Ali´nin bu hareketi, onlardan geri kalanla fikirlerinden caydýrmadý, daha öncekilerin yolun yürümelerim mâni olamadý. Bunlar gibi, çýlgýnlýk hastalýðýna yakalanan çöl be devîlerinin de bunlara uymalarýna engel olamadý.

Þurasý bir gerçektir ki Hariciye mezhebine mensup olanlardan çoðunun en belirgin sýfatý «ihlas» idi. Ne var ki bu ihlas, kafalanný þartlandýran belirli bir noktaya saplanma ile dolu bir ihlasti. Bunlarýn düþüncelerinin ne kadar tarafgir olduðunu ve ihlas seviyelerinin ne olduðunu ortaya koymak için, bunlarýn bir kýsým hikâyelerini anlatalým:

Hariciler hakkýnda þu haber rivayet edilir: Hz. Âbbas´m oðlu Abdullah Hz. Ali (R.A.) tarafýndan Haricîlere gönderildiði zaman onlarýn yanýna varýp münakaþa etti. Abdullah, uzun uzun "secdede kalmalarý sebebiyle alýnlarýnýn yara olduðunu, ellerinin, deve diz­leri gibi nasýrlaþtýðýný, üzerlerinde tertemiz elbiseler bulunduðunu gördü.[2] Bu hikâye, onlarýn ihlaslarmm bir görünümüdür. Bununla beraber, onlarýn kafalarýna taraftarlýk hakim olmuþtu. Daha önce do gördüðümüz gibi bunlar «Hz. Ali müþriktir» demediði için Abdullah b. Habbab´ý öldürdüler. ´Buna mukabil, Hristiyanýn hurmasýný ücretsiz kabul etmediler. Hikâyeyi, Müberridin, «Kâmil» adlý eserinde zikredildiði gibi aktaralým.

«Haricilerin çok ilginç haberlerinden biri de þudur: Onlar, bir müslüman bir de hristiyan ile karþýlaþtýlar, müslümaný öldürdüler, Hristiyana iyilikte bulundular. Ve hristiyan hakkýnda, peygamberinizin vermiþ olduðu «eman´a sadakat gösterin» dediler. Diðer yandan, Abdullah ile boynunda Kur´an-ý Kerîm, yanýnda da hamile olan karýsý olduðu halde karþýlaþtýlar ve ona þöyle dediler: «Senin boynunda asýlý bulunan, bizlere seni öldürmemizi emreder.» Hakem´e baþvurmadan önce Hz. Âli hakkýnda ve hilafetinin ilk altý yýlýnda Hz. Osman hakkýnda ne dersin?» diye sordular. Abdullah, iyilikle andý. Bunun üzerine Hariciler, «Hakeme baþvurma hakkýnda ne dersin?» dediler. Abdullah, «Hz. Âli´nin, Allah´ýn kitabýný sizden daha iyi bildiðini ve Allah´ýn dinini sizden daha iyi koruduðunu ve görüþünün sizden daha basiretli olduðunu söylerim» dedi. Haricîler «Sen hidayete tâbi olmuyor, adlarýna bakarak adamlara tâbi oluyorsun» dediler, Abdullah´ý nehrin kenarýna götürdüler ve orada kestiler.

Diðer yandan bir hristiyandan bir hurma aðacý istediler, adam «Âlýn sizin olsun» dedi. Onlar ise «Vallahi bunu parasýz almayýz» diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hristiyan adam «Bu ne garip þey, Abdullah b. Habbab gibi bir adamý öldürüyorsunuz, fakat bi­zim hurma aðacýmýzý para vermeden almak istemiyorsunuz?»[3] dedi.

Acaba Haricîlerde bulunan, birbirine zýt bu sýfatlarýn varlýðýnýn sebebi ne idi?

Bir tarafta takva ve ihlas, diðer yanda sapýklýk, çýlgýnlýk, aþýrýlýk, katýlýk, inançlarýna davet etmede taþkýnlýk, insanlarý baský ve zorla sapýk görüþlerini kabullenmeye icbar etmek, îslâm dininin hoþgö-rülüðü üe, ihlas ve takvanýn kalblere doldurduðu þefkat ve merhametle baðdaþmayan davranýþlar...

Kanaatimizce, bu çeliþik tutumlarýn asýl sebebi þu idi: Hariciye mezhebine mensup olanlarýn çoðu, bedevi Araplardan, pek azý þehirli Araplardandý. Bedeviler îslâmdan önce çok fakirdiler. îslâmm ilk dönemlerinde bunlarýn durumlarý arzu edilen bir þekilde düzelemedi. Zira bedeviler, çöllerde sýcak ve zor hayat þartlarý altýnda yaþamaya devam ettiler.

Ýslâm, bunlarýn kalblerini fethetti amma, düþünceleri yüzeyseldi, ufuklarý dar idi ve ilimden uzak idiler. Böylece bu insanlardan mümin fakat düþünce sahalarý dar olduðu için mutaassýp, çölde yaþadýðý için taþkýn ve atýlgan, daha önce bol nimetler bulamadýklarý için zahid bir cemaat ortaya çýktý. Çünkü fakirlikten gelen bir kiþinin nefsini iman terbiye ederr vicdaným.saðlam bir itikad kaplarsa bu kiþi maddi þehvetlerden, hayat lezzetlerinden yüz çevirir, bütünüyle âhi-refcin nimetlerine yönelir.

Haricilerin, çölde yaþadýklarý bu hayat tarzý onlarý, sertliðe, þiddete ve kabalýða sürüklemiþtir. Çünkü nefisler, alýþtýklarý þeyin birer suretidir. Þayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaþasalar, nimetlere boðulsalardý, elbetteki onlarýn sertliði hafifleyecekti, katýlýklarý yumuþamayacaktý, þiddetleri hafifleyecekti.

Rivayete göre þiddeti benimseyen guruptan Ebul Hayr ´diye a´d-landýnlan bir adamýn Haricilerin görüþünde olduðu haberi, Irak valisi Ziyad b. Ebîh´e ulaþtý. Ziyad, bu adamý çaðýrdý ve ona bir vazife verdi. Ücret olarak ta her ay için dört bin dirhem takdir etti. Ayrýca her yýl buna yüz bin dirhem de ilâve etti. Bunun üzerine Ebul Hayr þöyle derdi: «Ýtaatten ayrýlmamaktan ve cemaatin içinde bulunmaktan daha hayýrlý bir þey görmedim.» Ebul Hayr, vali olarak vazifesine devam etti. Nihayet Ziyad onun bir iþini tenkid edince Ziyad´a karþý çýktý. Bunun üzerine onu hapsetti ve Ebul Hayr hapishanede öldü.»[4]

Bakýnýz, nimetler, tabiatlarý nasýl yumuþatýyor, nefisleri nasýl terbiye ediyor, mutaassýp ve sert olan bu adamý, hoþgörülü ve ince ruhlu yapýyor. Eðer biz, Hariciye mezhebine mensup olanlarýn, cemaatten ayrýlýþ sebeplerini ihlaslý olmalarýna baðlayacak olursak, onlarýn ihlaslarmm tam olduðu mânâsýna gelmez. Bilâkis onlarýn ihlaslarmý bulandýran bir kýsým sebepler vardý. Hz. Ali´ye karþý gelmelerine sebep, sadece. Hakk´a inanmalarý deðildi, baþka sebepler de vardý. Bunlarýn en baþta geleni de, Haricîye mezhebine mensup olanlarýn, hilafeti tekelinde bulunduran Kureyþ´i çekemem eleriydi. Bunun delili, Haricilerin çoðu Rabia kabilelerindendi. Rabia kabileleri ile Mudar kabileleri arasýnda cahiliyyet devri kinleri devam ediyordu. Hernekadar îslâm bu kinleri hafiflettiyse de tamamen silememiþti. Ýnsanlarýn nefislerinde bu hislerin kalýntýlarý mevcuttu.

Ýnsanlarýn zihinlerinde kalan bu tür kalýntýlar, görüþlerde ve mezheplerde kendisini gösterir, O mezhebi kabul edenler veya o görüþleri benimseyenler, bu kalýntýlarý hissetmezler. Bazan insanýn kafasýna bir hýrs hakim olur, onu belirli bir istikamette düþünmeye iter. Ýþte o insan düþüncesinde ihlaslý olduðunu, aklýnýn kendisini doðru yola ilettiðini zanneder. Bu durum, h´ayatm her safhasýnda açýkça görülebilir. Ýnsan, kendisine acý ve elem verme ihtimali olan her türlü düþünceden kaçar. Durum böyle olunca, çoðunluðu Rabia kabilesinden olan Haricîlerin, Ýslâm devletinin baþýnda bulunan halifelerin Mudar kabilesinden olduðunu görünce, onlarýn iktidarlarýndan kaçtýklarýný ve hilafet hakkýndaki düþüncelerinde farkýnda olmadan, hissettikleri nefretin baskýsý altýnda belirli bir noktaya yöneldiklerini, söylediklerinin, dinden baþka bir þey olmadýðýný zannettiklerini, onlarý böyle davranmaya sevkeden sebebin dinlerinde samimi olmaktan baþka birþey olmadýðýný zannettiklerini düþünmemiz yerin­dedir.

Haricîlerin çoðu Araptýr. Bunlarýn içinde Arap olmayanlarýn sayýsý çok azdýr. Halbuki Haricilerin görüþlerine göre þartlarý kendisinde bulunmasý þartýyla Arap olmayanlarýn da Halife olabileceði kabul edilmektedir. Çünkü Hariciler, halifeliði Arap ailelerinden bir aileye ve Arap kabilelerinden bir kabileye tahsis etmezler. Hatta insan ýrklarýndan bir ýrka veya guruplarýndan bir guruba ait saymazlar. Buna raðmen Arap olmayanlarýn, Harici mezhebinden nefret etmeleri, Haricîye mezhebine mensup olanlarýn, Arap olmayanlarý sevmemeleri ve aleyhlerinde bulunmalarýdýr.

Ýbn-i Ebil Hadid þöyle bir hadise rivayet eder: Arap olmayan bir adam, Haricîlerden bir kadýnla niþanlandý. Haricîler kadýna «Bizi rezil ettin» dediler. "EðerJ´HaricîIer bu taassubu terketmiþ olsalardý belki de Arap olmayanlarýn çoðu onlara tabi olurlardý.

Haricîlerin içinde Arap olmayanlarýn sayýsýnýn az olmasýna raðmen, bunlarýn fýrka içerisinde büyük bir nüfuzu vardý. Meselâ: Yezid b. Enîse´ye tâbi olan «Yezidiyye» fýrkasý, Allah Tealâ´nýn, acemlerden bir peygamber göndereceðini, ona Hz. Muhammed´in þeriatýnýn hükmünü kaldýran bir kitap vereceðini iddia etmiþlerdir. Þüphesiz ki bu görüþ Fars görüþüdür. Çünkü Farslar, kendi milletlerinden bir peygamber gönderilmesini çok istiyorlardý. Yine Meymun el-Elacredî´ye tâbi olan «Meymuninne» fýrkasý, çocuklarýn, kýz ve erkek kardeþlerin kýzlarýyla evlenilmesin! helâl saydýlar. Bu da bir Fars görüþüdür. Çünkü Islâmdan önce Mecusî olan Farslar bu tip evlenmeleri helâl sayarlardý.[5]

Ynt: Haricilik By: neslinur Date: 20 Ocak 2010, 19:49:05
Harici Fýrkalarýnýn Müþterek Prensipleri:


Daha önce anlatýlanlardan, Haricîye mezhebine mensup olanlarýn düþünce tarzlarýný ve kabilelerini öðrenmiþ olduk. Þimdi ise onlarýn prensiplerini öðrenmeye çalýþalým: Þurasý bir gerçektir ki, Haricilerin prensipleri, kendilerine has düþüncelerinin, yüzeysel görüþlerinin, saf akýllarýnýn, Kureyþ´e ve bütün Mudar kabilelerine kýzmalarýnýn bir dýþ görünüþüdür.

1) Doðru ve saðlam olarak kabul edilen, görüþlerinin birisi þudur : Halife ancak serbest ve saðlýklý bir seçimle baþa gelir. Seçime, müþlümanlarýn sadece bir kýsmý deðil bütün müslümanlar katýlmalidýr. Halife adaletli davrandýðý, þeriatý ayakta tuttuðu, hata ve ayaðýnýn kaymasýndan uzak bulunduðu sürece halife olarak baþta kalýr. Þayet doðru yoldan ayrýlýrsa onun vazifeden alýnmasý veya öldürülmesi gerekir.

2) Halifelik sadece Arap kabilelerinden bir aileye mahsus deðildir. Baþkalarýnýn iddia ettiði gibi halifelik sadece Kureyþ´e veya Araplara ait deðildir. Halife olma hususunda bütün müslümanlar eþittir. Hatta Hariciler, dine muhalefet ettiði ve doðru yoldan ay­rýldýðý takdirde vazifeden alýnmasý yahut öldürülmesi kolay olsun diye halifenin Kureyþ´ten olmamasýný tercih ederler. Zira, böyle bir halifenin, kendisini koruyacak taraftarlarý ve kendisini barýndýracak bir aþireti bulunmaz. Haricîler, bu noktadan hareket ederek içlerinden Abdullah b. Vehb er-Rasibî´yi seçtiler, onu, baþlarýna emir yaptýlar ve ona «Emirel-Mü´minin» dediler, Abdullah, Kureyþ kabilesinden deðildi.

3) Haricîye mezhebinin «Necedat» fýrkasý, insanlarýn, aralarýnda insaflý davrandýklarý müddetçe Halifeye ihtiyaç duyulmayacaðýný, kendilerini´ doðru yola sevkedecek bir imam bulunmadýkça aralarýnda insaflý davranamýyacaklarmý onlar da bir halife tayin ederlerse bu davranýþlarý caizdir. Haricîlere göre baþa halife getirilmesi, dinen vacib olmayýp caizdir. Ancak, ihtiyaç ve menfaat icabý va-cib olabilir.

4) Haricîye mezhebine mensup olanlar, her günah iþleyenin kâfir olduðu görüþündedirler. Hariciler bu hususta günahlar arasýnda büyük-küçük ayýrýmý yapmazlar. Hatta insanýn, görüþünde hata etmesini de günah sayarlar. Bunun içindir ki Haricîler, hakeme baþvurduðu için Hz. Ali´yi, dinden çýkmakla itham ettiler. Halbuki Hz. Ali, hakeme kendi isteðiyle baþvurmamýþtý. Böyle olduðu kabul edilse bile hakeme baþvurmak, ictihad edip hata etmekten öteye bir suç sayýlmamalýdýr. Bu da hakeme baþ vurmanýn hatalý olduðu faraziyesine baðlýdýr. Haricîlerin, Hz. Ali (R.A.) ´ý dinden çýkmakla suçlamalarý, ictihad edip hataya düþen kiþinin dinden çýktýðý görüþünü savunduklarýna bir delildir. Yine, ictihadlarý neticesinde, Haricilerin bazý görüþlerine muhalefet eden Talha, Zübeyr ve diðer büyük sahabîler için de ayný þeyleri söylemiþlerdir.

Haricîlerin, îslâm cemaatinden, ayrýlmalarýna, kendilerinin dýþýndaki cemaatleri kâfir saymalarýna ve idarecileri devamlý rahatsýz etmelerine sebep olan prensipleri iþte bu prensiptir. Bu nedenle Haricîlerin dayandýklarý delilleri izah etmemiz gerekmektedir. Bu delilleri, îbn-i Ebil Hadid «Þerh-i Nehcülbelaða» adlý kitabýnda uzunca anlatýr. Bu deliller, Haricîye mezhebine mensup olanlarýn düþünce seviyelerini ortaya koyar.

Delillerin bir kýsmý þunlardýr.

a) Allah Tealâ þöyle buyuruyor: «... Oraya (Hacca) gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kabe´yi ziyaret edip haccetmek farzdýr. Kim inkâr ederse þüphesiz kî Allah, âlemlere muhtaç deðildir.»[6]

Görüldüðü gibi bu âyet-i kerîme haccý terkedeni kâfir saymýþtýr. Halbuki haccý terketmek günahtýr. O halde her günah iþleyen kâfirdir, derler.

b) Diðer bir âyet-i celilede þöyle buyurulur «... Kim, Allah´ýn indirdiði ile hükmetmezse iþte onlar, kâfirlerin ta kendileridir.» [7]

«Her günah iþleyen, kendisine, ´Allah´ýn indirdiðinden baþka bir-þeyle hükmetmiþ olur, dolayýsýyle de kâfir sayýlýr. Allah Tealâ, bu na benzer birçok âyetler zikretmiþtir.» derler.

c) Yine baþka bir âyet-i kerimede «O gün bazý yüzler aðara cak, bazý yüzler kararacaktýr. Yüzleri kararanlara þöyle denecektir: îman ettikten sonra inkâr mý ettiniz? O halde inkâr ettiðinizden do layý tadýn azabý.»[8] buyurulmaktadýr. «Günahkâr» olan kiþiyi, yüzleri aðaranlardan saymak mümkün deðildir, Dolayýsýyle onlarýn, yüzleri kararanlardan olmasý gerekir ve bunlarý «kâfir» diye adlandýrmak vaciptir» derler.

d) Bir baþka âyet-i kerîmede: «O gün parlayan, gülen ve sevinen yüzler vardýr. O gün tozlanmýþ ve karanlýk bürümüþ yüzler de vardýr. Ýþte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir.»[9] buyurulmaktadýr.

«Günahkâr kiþi, yüzü tozlanmýþ olanlardandýr. Bu sebeple bunu kâfir saymak gerekir.» derler.

e) Þu âyet-i kerîmeyi de delil getirmektedirler: «... Fakat o zalimler, Allah´ýn âyetlerini inkâr ediyorlar.»[10] Bu âyet-i celile ile zulmün, dinsizlik ve küfür olduðu tesbit. edilir. Günah iþleyenin zalim olduðunda ise þüphe yoktur.[11]

Görüldüðü gibi bütün bu deliller, metinlerin dýþ görünüþüne saplanmaktan baþka birþey deðildir. ´Âyetlerin çoðu, Mekke müþriklerini anlatmaktadýr. Dolayýsiyle bu sýfatlar, o müþriklere aittir. Hacc hakkýnda zikredilen âyet, haccetmeyeni deðil, hac farizasýný inkâr edeni kâfir olarak adlandýrýr.

Haricîye mezhebine mensup olanlar hep delillerin zahirine baðlý kaldýklarý için, bunlarla münakaþa ederken Hz. Ali, nasslarla cevap vermiyor, Resullullah´ýn yaptýklarýný misâl veriyordu.

Hz. Ali´nin Haricîlere hitaben yapmýþ olduðu konuþmalardan biri de þudur: Hele benim hata ettiðimi ve saptýðýmý iddia ediyorsunuz, peki neden bütün ümmet~i Muhammed´i de sapýklýkla itham ediyor, benim hatam yüzünden onlarý hesaba çekiyor ve onlarý, be­nim günahlarýný sebebiyle kâfir sayýyorsunuz? Kýlýçlarýnýz devamlý havada, onlarý suçluya da indiriyorsunuz, suçsuza da. Suçsuzu, suçlu ile karýþtýrýyorsunuz. Halbuki siz, Resulullah (S.A.V.) ´in evli olduðu halde sina eden kiþiyi recmettiðini, cenazesini de kýldýrdýðýný, daha sonra mirasçýlarýný ona vâris yaptýðýný; haksýz yere birini öldüreni, kýsas yoluyla öldürdüðünü, terekesini mirasçýlarýna taksim ettiðini, hýrsýzýn elini kesip, evli olmadýðý halde zina edeni dayaða çekip daha sonra ganimet malýndan hisse verdiðini ve bunlarýn, müslüman kadýnlarla evlendiklerini çok iyi bilmektesiniz.

Resulullah (S.Â.V.) bunlarý, günahlarýndan dolayý hesaba çekmiþ ve Allah´ýn hakkýný yerine getirmiþtir. Fakat günah iþledikleri için bunlarý, îslâmm kendilerine verdiði paylardan mahrum etmemiþ ve bunlarm adlarýný müslümanlarm adlarýndan ayýrmamýþtýr.

Bu deðerli sözlerin, Haricileri susturan bir cevap olduðunu ve onlarýn demagoji yapmalarýna fýrsat býrakmadýðýný görmekteyiz.

Hz. Ali (R.A:)´nin, nasslarla delil getirmeye baþvurmayýp, Resulullah (S.A.V)´in yaptýðý iþlerle delil getirdiði görülmektedir. Zira yapýlan iþler te´vü kabul etmez, olduðu gibi anlaþýlýr. Dolayýsiyle Haricîlerin, yüzeysel düþüncelerine, tek taraflý görüþlerine ve bir takým teferruata saplanýp kalmalarýna imkân býrakmaz. Metin ve nasslarm, tek yönlü anlaþýlmasýna giriþilmesi, onlarý, asýl maksatlarýndan uzaklaþtýrýr. Buna mukabil, metinleri her yönüyle ele alma ve geniþ bir nazarla bakma insaný doðru yola ulaþtýrýr. Her yönüyle hakký anlamaya sevkeder.[12]



Haricîlerin Kendi Aralarýndaki Ýhtilâflarý:


Buraya kadar anlattýklarýmýz, Haricîye mezhebine mensup olanlardan çoðunun, üzerinde ittifak ettikleri prensiplerdir. Haricîler, bunlarýn dýþýnda kalan prensiplerde ittifak edememiþler, bilâkis, ihtilâfa düþmüþlerdir. Hatta en basit meselelerde bile aralarýnda ihtilâf çýkmýþtýr. Belki de savaþta dirençli ve güçlü olmalarýna raðmen, maðlup olmalarýna sebep, ihtilaf içinde bulunmalarýdýr.

Emeviler tarafmdan Haricîlerle savaþmak için vazifelendirilen Muhalleb b. Ebi Sufra, Haricîlerle, birbirleriyle ihtilâf etmelerini, onlarý bölmek ve güçlerini zayýflatmak için bir vesile edinmiþti. Hatta Muballeb onlarý ittifak içinde görünce, aralarýna, onlarý ihtilafa düþürecek kiþiler sokardý.

îbn-i Ebil Hadid þunlarý anlatýr: «Haricîye mezhebinde büyük bir fýrka olan ?Ezarika»´ya mensup bir demirci Muhalleb b. Ebî Sufra´nýn taraftarlarýna atýlan zehirli oklar yapardý. Bu mesele Muhalleb´e anlatýldý. Muhalleb, «Ýnþallah ben, sizi taunun þerrinden kurtaracaðým» dedi. Arkadaþlarýndan birine bir mektup ile bin dirhem para verdi ve Haricîye fýrkasýnýn emiri ve komutaný olan «Katarý b. Fucae»´nin ordusuna gönderdi. Ve o adama þöyle dedi: «Bu mektupla paralarý askerin içine at ve kendini sakýn ele verme.» Adam gitti, mektupta þunlar yazýlýydý:

«Oklarýn bize ulaþtý. Sana bin dinar gönderdim. Bunu al ve bize ok göndermeye devam et.»

Mektup, «Katarî»´nin eline geçti. Katarî, demirciyi çaðýrdý. «Bu mektup nedir?» diye sordu. Demirci «Bilmiyorum» dedi. Katarî, «Bu dirhemler kimden?» diye sorunca «Onu da bilmiyorum» diye cevap verrtî. Bunun üzerine Katarî, emir vererek adamý öldürttü. Bu sebeple Katari´nin ordusundan Beni Kays b. Salebe´nin taraftarý «Abdu Rabbih es-Saðýr» adlý kiþi, Katarî´ye geldi ve «Delilsiz, dâvâsýz adamý öldürdün!» dedi. Katari þu cevabý verdi: «Bu bin dirhem ne?» Abdu Rabbih : «Bu iddia doðru da olabilir, yalan da olabilir» diye cevap verdi. Bunun üzerine Katarî þunlarý söyledi: «Toplumun men­faati için bir adamý öldürmek hoþ karþýlanmayan birþey deðildir. Ýmam, umumun menfaatine gördüðü þeye hüküm verir. îmama uyanlarýn, itiraza hakký yoktur.»

Abdu Rabbih, kendisine katýlan bir gurupla, bu hadiseyi protesto etti, fakat yine de onlardan ayrýlmadý.

Hariciler arasýnda çýkan bu ihtilaf, Muhalleb b. Ebu Sufre´ye ulaþýnca Muhalleb, ihtilafý körüklemeyi ve anlaþmazlýðý alevlendirmeyi istedi. Haricîlerin içine, dolgun bir ücret baðladýðý bir Hristiyaný soktu ve ona þöyle dedi: «Katarî´yi gördüðün zaman ona secde et. Þayet sana kýzarsa de ki: «Ben ancak sana secde ettim.»

Hristiyan, söyleneni yaptý. Katari ona «Secde ancak Allah´a yapýlýr» dedi. Hristiyan: «Ben ancak sana secde ettim» diye cevap verdi. Bunun üzerine, Haricilerden bir adam «Bu, Allah´ý býrakýp sana taptý» dedi ve þu âyeti kerimeyi okudu. «Siz de, Allah´dan baþka taptýðýnýz putlar da cehennem odunudur. Siz oraya, suya koþarca-. sýna gireceksiniz.»[13]

Katari þü cevabý verdi: «Hristiyanlar Meryem oðlu Ýsa´ya taptýlar. Onlarýn bu tapýnmalarý Hz. Ýsa´ya herhangi bir zarar vermedi.»

Haricilerin içinden baþka bir adam ortaya çýktý ve Hristiyaný öldürdü. Katari bu davranýþa kýzdý, Haricîlerden bir kýsmý da Katari´ye kýzdý.

Bu ihtilaf, Muhalleb´e ulaþýnca Muhalleb, aralarýndaki´ ihtilafý daha da alevlendirmek istedi ve bunlara çeþitli sorular yöneltmesi için bir adam gönderdi. Adam, onlara þu soruyu sordu: «Size gelmek üzere iki adam yola çýksa, bunlardan biri, size varmadan yolda ölse, diðeri ise size ulaþsa siz de onu imtihan etseniz ve o da imtihaný baþaramasa bu iki kiþi hakkýnda ne dersiniz?» Bazýlarý þu cevabý verdi: «Ölen cennetliktir. Ýmtihaný baþaramayan ise, imtihaný baþarmcaya kadar kâfirdir.» Diðer bir gurup ta þu cevabý verdi: «Onlarýn her ikisi de kâfirdir.»

Bunun üzerine, aralarýndaki ihtilaf gittikçe arttý. Liderleri Ka-tari, «Ýstahr» denen yerin sýnýrýna kadar gitti. Orada bir ay oturdu. Halk ise yine ihtilafýnda devam etti.

Görüldüðü gibi dâhi kumandan Muhalleb, Haricîler arasýndaki anlaþmazlýðý körüklüyor, arzularýna eriþiyor, ihtilafla bölük pörçük olmuþ ve kendi arasýnda guruplaþmiþ bu fýrkanýn karþýsýna ordusuyla Çýkýyor.

Gerçekten, Haricîlerin itilaf içinde olduklarý, kendi aralarýnda ve baþkalarýyla yapmýþ olduklarý münakaþalardan anlaþýlmaktadýr.Okuyucuya, bunlarýn münakaþalarýndan ve çeþitli mezheplerinden çeþitli bilgiler vermek gerekir.[14]



Haricîlerin Tartýþmalarý:


Haricîye mezhebine mensup olanlarýn bir çok sýfatlarý vardýr. Bunlar, bu sýfatlarýyla, tartýþmacý, mezhepleri hakkýnda münakaþaya giriþen, hasýmlarýnýn delillerini kullanabilen, görüþlerine aþýrý bir þekilde baðlý olan bir topluluk haline gelmiþlerdir. Böylece Haricîlerin görüþleri tarafgir ve tek yönlü bir þekilde oluþmuþtur. Bunlarýn görüþleri iyiyi kötüden ayýrdedecek, çeþitli görüþleri ölçüp tartacak, hakký batýldan ayýracak kriteri tayin edecek bir vasýfta olmamýþtýr. Haricîye mezhebine mensup olanlar, tartýþma ve konuþmalarýnda þu sýfatlarýyla tanýnmýþlardýr.

1) Haricîler, güzel konuþmalarýyla, ikna usullerini bümeleriyle tanýnmýþlardýr. Bunlar soðuk kanlý idiler. Düþmanlarý karþýsýnda þaþýrmazlar, heyecana kapýlmazlar ve düþüncelerini unutacak Ölçüde kendilerim kaybetmezlerdi. Rivayete göre: Abdülmelik .b. Mervan, Haricîlerden bir kiþiyi huzuruna getirtti. O adamýn, anlayýþlý, âlim ve zeki bir kiþi olduðunu gördü ve mezhebinden dönmesini istedi. Fakat adamýn þuurlu ve ince düþünen bir kiþi olduðunu gördü. Bunun üzerine Abdülmelik, adamýn, mezhebinden dönmesini tekrar istedi. ´Adam ise þu cevabý verdi. «Bir kere söylemeniz kâfidir. Siz konuþtunuz ben dinledim. Þimdi ben konuþayým siz dinleyin.» Abdülmelik ona «konuþ» dedi. O kiþi konuþmaya baþladý. Açýk ve sade bir dille mezhebini ona anlatmaya ve güzel göstermeye baþladý.-Abdülmelik þöyle dedi: «Nerdeyse kalbime, cennetin onlar için yaratýldýðý ve onlarla beraber cihad etmenin daha efdal olduðu fikri yerleþiyordu. Sonra, Allah Tealanýn bana ilham ettiði, sarsýlmaz delillere baþ vurdum ve kalbimde yerleþen Hakk´a dönerek o adama dedim ki: «Dünya da, âhiret de Allah´ýndýr. Allah beni dünyada nüfuz sahibi kýldý ve bize orada imkânlar verdi.»

îkisi arasýndaki konuþmalar devam ederken, Abdülmelik´in oðlu aðlayarak yanma geldi. Abdülmelik buna dayanamadý. Bunun üzerine Harici mezhebine mensup olan adam Abdülmelik´e þu sözleri söyledi: «Býrak onu aðlasýn. Çünkü aðlama, avurtlarýný geniþletir, dimaðýný saðlamlaþtýrýr. Sesinin gür olmasýný saðlar, Rabbine itaat mevkiinde bulunduðu zaman da kolayca aðlar ve yaþlarý bolca dökülür.» Abdülmelik buna þu cevabý verdi. «Ýçinde bulunduðun durum, senin böyle konuþmana engel olmuyor mu?» Harici þu cevabý verdi: «Mümini, hakký söylemekten alýkoyan herhangi bir engel bulunamaz.» Bunun üzerine Abdülmelik onun hapsedilmesini emretti ve peþinden de özür dileyerek þunlarý söyledi. «Eðer sen, sözlerinle halkýmýn çoðunu ifsad edecek bir tehlike arzetmeseydin seni hapsetmezdim. Beni þüpheye düþüren´ve Allah´ýn korumasý olmasaydý beni dahi yoldan çýkarabilecek olan bir kiþinin, benden sonra ge­lenlerin aklýný çelmesi uzak bir ihtimal deðildir.»[15]

2) Haricîler, güzel konuþmalan yanýnda, keskin zekâlarý, hazýr cevap oluþlarý ve atýlganlýkiarýyla Kitap ve Sünneti öðrenmek, hadisleri ve Arap edebiyatýný iyice anlamak istiyorlardý.

Anlatýldýðýna göre, Haricilerden «Ezarika» gurubunun lideri «Nâfi b. el-Ezrak» Abdullah b. Abbas´dan faydalanýrmýþ. Bir defasýnda Abdullah´a «Geceye ve kapladýðý þeylere yemin olsun ki»[16] mealindeki âyetin «Ve ma vessake» kýsmýnýn mânâsýný sormuþ. Ab­dullah da «Kapladýðý þeyler» demektir, diye cevap vermiþ. Bunun üzerine Nâfi, «Araplar bunu bilebilir mi?» diye sormuþ, Abdullah «Evet þairin:

«Eðer kendilerini güden birini bulsalar...»

«Bir araya toplanmayý isteyen hikka yaþýnda develerimiz ´

vardýr.»[17]

þeklindeki þiirini duymadýn mý? Burada «Vesaka» kökünden «müs-tevsikat» kelimesini kullanmýþtýr ve bu kelime «toplanmak» mânâsýna gelir.» dedi.

Yine bir defasýnda Nâfî Abdullah´a þunu sordu: «Allah´ýn Peygamberi Hz. Süleyman´a, Allah´ýn bu kadar nimetler vermesine raðmen, nasýl oluyor da Süleyman, güçsüz ve âciz olan Hüdhüd kuþundan yardým bekliyor?»

Abdullah þu cevabý verdi: «Süleyman´ýn suya ihtiyacý vardý. Hüdhüd, uzaðý, yakýndaymýþ gibi görebilen, yeryüzü kendisi için bir cam gibi þeffaf olan bir kuþ idi. O yeryüzünün dýþýný da görürdü içini de. Bunun içindir ki Süleyman onu aradý.»

Bunun üzerine Nâfi þunlarý söyledi: «Dur bakalým ey söz söyletmeyen, Hüdhüd, nasýl oluyor da üzerini bir parmak topraðýn kapadýðý tuzaðý görmüyor da yerin altým görüyor?»

Abdullah vþu cevabý verdi: «Vay haline senin, Erzak´m oðlu!.. Bilmezmisin ki kader gelince göz kapanýr?»

Evet, Hariciler, Kur´an-ý Kerîm´i ve sünnet-i seniyyeyi, bilenlerden öðrenmeye çalýþýrlardý. Fakat ne yazýk ki, görüþleri tek taraflý olduðu için öðrendikleri þeylerden tam anlamýyla istifade edemiyorlardý.

3) Haricîler, tartýþmayý, mücadele etmeyi, þiir ve edebi metinleri okumayý çok severlerdi. Bunlar, savaþ anlarýnda bile hasýmla-nyla karþýlýklý tartýþmalara giriþirlerdi. îbn-i Ebil Hadid, «Eðanî» adlý kitaptan þunlarý nakleder: «Haricîler, Emevî taraftarý Muhal-leb ile Haricîlerin lideri Katarý b. el-Fucae arasýnda meydana gelen savaþta, hasýmlarýný bir an durduruyor onlara dini hususlarda sorular soruyorlardý. Soru yönetirken sükunet ve tam bir emniyet içinde hareket ediyorlardý. .

Bir gün Haricîye fýrkasýndan Ubeyde b. Hilâl el-Yeþkurî, karþý tarafýn askerlerinden Ebî Huzabe et-Temimî adlý kiþiyi durdurdu ve ona þunlarý sordu: «Ey Ebu Huzabe, sana bazý þeyler soracaðým, bana, doðru cevap verecek misin?»

 Eðer sen de ayný þekilde davranacaksan, evet.

 Kabul ediyorum.

 Peki istediðini sor.

 Ýmamlarýnýz hakkýnda ne dersin?

 Onlar, akýtýlmasý haram olan kanýn akýtýlmasýný helâl görüyorlar.

 Vay haline! Mal ve servet hakkýndaki tutumlarý nasýldýr?

 Malý, gayr-i meþru yerlerden toplarlar ve lâyýk olmayan yerlere harcarlar.

 Onlar, yetime karþý nasýl davranýrlar?

 Onlara, mallarý hususunda zulmederler ve haklarýný çiðnerler.

 Yazýklar olsun sana ey Eba Huzabe! Sen böyle adamlara mý tâbi oluyorsun?»

Bu konuþmalardan anlaþýlýyor ki, münakaþa etme ve mücadeleye girme arzusu Haricîlerin düþüncelerine hakim olmuþ, öyle ki bunlar, kendileriyle savaþan hasýmlanyla fikir teatisinde bulunabilmek için, savaþý býrakýp, tartýþmaya giriþiyorlarmýþ.[18]



4) Tartýþmalarýna Taassup Hakimdi:


Haricîler, düþmanlarýnýn hiçbir delilini kabul etmezler, ne kadar açýk-seçik ve hakka yakýn olursa olsun, onlarýn görüþleriyle ikna olmazlardý. Bilakis, düþmanlarýnýn delilleri güçlü olduðu nisbette, inançlarýna daha fazla sarýlýrlar ve kendi inançlarýný destekleyen delilleri daha fazla araþtýrýrlardý. Bunun sebebi; körü körüne düþün­celerine baðlanmalarý ve rnezheplerinin, kainlerine yerleþmesi, bütün düþünce ve idrak yollarým týkam asýydý. Diðer yandan Hariciler. bedeviliklerini yansýtan bir þekilde, münakaþalarýnda çok sert ve katý idiler. Bunlarýn tek yönlü düþünmelerine ve baþka yönleri dikkate almamalarýna sebep te bu idi.

Haricilerin, mezheplerini asýn derecede savunmalarý, bunlarýn bazan hadisler uydurarak Resýýlullah´a nisbet etmelerine seben olmuþtur. Þöyleki: Haricilerden bir kiþi. yaptýklarýndan vazgeçin tev-be edince, Resulullah´m hadîslerini incelemeleri için âlimleri davet etti. Çünkü Hariciler, delil bulamadýklarý zaman, hadîs uydurur, Re-sulullah´a nisbet ederlerdi.

5) Daha önce de iþaret ettiðimiz gibi Hariciler, Kur´an-ý Kerim´in zahirine sýmsýký sarýlýrlar, asýl maksadýný anlamava vaklasmazlardý. ´Âyet okýmdýýenncta ilk akla gelen mânâ ile yetinirler, ondan zerre kadar ayrýlmazlardý.

Haricîler, kendilerine yöneltilen suçlamalar Varsýnda kendilerini savunmak için Kur´an-ý Kerîm´in zahirine baðlý kalýr ve gerçek maksadýný araþtýrmaya giriþmezlerdi. Yukarýda Ebu Huzabe ile tartiþmasým anlattýðýmýz Ubeyde b. Hilal el-Yeþkurî, bir demircinin^ka­rýsý ile iliþkisi olmakla itham edildi. Bu adamýn demircinin evine izinsiz olarak defalarca girip çýktýðýný gördüler. Bunun üzerine Hariciler, kendilerine emir seçtikleri Katarý b. Fucae´ye geldiler ve ona durumu anlattýlar. Fucae onlara þu cevabý verdi. «Ubeyde dinî bakýmdan, bildiðiniz mertebededir. Cihad bakýmýndan ise gördüðünüz mevkidedir.» Bunun üzerine Haricîler: «Biz, onun yapmýþ olduðu fuhþu kabul edemeyiz» diye cevap verdiler. Katarý: «Daðýlýp gidin!» dedi. Sonra Ubeyde´ye bir adam göndererek durumu bildirdi. Ubeyde gelip þu cevabý verdi: «Ey müminlerin emiri, gördüðünüz gibi, bana iftirada bulundular.» Katarý þunlarý söyledi: «Seni onlarla yüzleþtireceðim. Ne suçlularýn boyun eðdiði gibi onlara boyun eð,nede suçsuzlarýn isyan etmesi gibi üste çýkmaya çalýþ.»

Katari, bunlarý yüzleþtirip konuþturdu. Ubeyde ayaða kalktý ve «Bismillâhirrahmanirrahiym : «O uydurma haberi getirip iftira atanlar, içinizden bir topluluktur. Onu, kendiniz için bir þer sanmayýn. Bilakis o, sizin için hayýrdýr. Ýftirada bulunanlardan her birinin, kazandýðý günaha göre cezasý vardýr. Onlardan günahýn en büyüðünü yüklenene de büyük bir azap vardýr.»[19] âyetini okudu. Onlar bunu dinleyince aðlamaya baþladýlar, ayaða kalkýp Ubeyde´nin boynuna sarýlarak ona «Bizim için Allah´dan af dile.» dediler.[20]

Ubeyde, âyeti okuyarak kendisini itham edenleri o konudan uzaklaþtýrdý. Onlarýn ithamlarýnda doðru olduklarýný ispatlayarak kendisinin ceza görmesine veya yalancý olduklarýný tesbit ederek onlarýn, iftira attýklarýnýn isbatma fýrsat býrakmadý.

Âyet-i Kerîmenin zahirine bakarak mânâsýný düþünmediler ve onun hükümlerini tatbik etmediler. Böylece kesin bir delile dayanmadan Ubeyde´yi «zina» yapmakla itham ettikleri gibi yine herhangi bir delile dayanmadan zina yapmamýþ olduðuna hüküm verdiler. Bölyece, derhal bir karar deðiþikliðini gerektirecek kuvvetli bir delil olmadýðý halde iddialarýnýn tam aksine bir karara vardýlar.[21]

Ynt: Haricilik By: neslinur Date: 20 Ocak 2010, 20:02:41
Haricî Fýrkalarý


Buraya kadar zikrettiðimiz prensipler, Haricilerin genellikle üzerinde ittifak ettikleri prensiplerdir. Ancak, daha sonralarý Haricîler, aralarýnda meydana gelen çeþitli anlaþmazlýklar yüzünden, birbirlerine zýt muhtelif gurup ve mezheplere ayrýldýlar. Her gurup kendi görüþüne tek taraflý olarak baðlandýðýndan, Hariciler kendi aralarýnda çok az sayýda savaþ yapmýþlarsa da aslýnda çok fazla guruplara ayrýlmýþlardýr. Haricileri birbirine düþüren ve onlarý bölük-pör-çük eden sebepler, bazan çok basit bazan da köklü sebeplerdir. Bunlarýn fýrkalarým izah ederken, hangi sebeplerin köklü ve hangileri­nin basit olduðu ortaya çýkacaktýr.

Þimdi Haricî fýrkalarýný izaha baþlayalým.[22]



I. Müslüman Sayýlan Haricîler:[23]


1) Ezarika:



Bunlar, Hanife´ oðullarýndan olan Nâfi b. el-Ezrak´a tâbi olanlardýr. Hanife oðullan. Haricilerin en kuvvetlileri ve en kalabalýk olanlarý idi. Abdullah b. Zübeyr´den ve Emevilerden gelen darbelere ilk maruz kalanlar da bunlardý. Abdullah b. Zübeyr1in ve Emevilerin komutanlarý ondokuz sene, Nâfi´nin liderliðindeki Haricîlerle savaþtýlar. Nâfi, savaþ meydanýnda öldürüldü. Ondan sonra liderliði, oðlu Ubeydullah aldý. Daha sonra liderlik, Katarî b. el-Fucae´ye intikal etti. Katarî döneminde, Emeviler adýna, Haricilerle savaþan kiþi, Emevlîerin, el-Muhalleb b. Ebi Sufra adlý dâhi komutanlarý idi. Muhalleb, giriþeceði hareketten önce Haricîleri birbirine düþürür, ondan sonra onlarla savaþa giriþirdi. Bu nedenle Katarî döneminde Haricîler gitgide zayýfladý. Zira bunlar, kendi aralarýnda anlaþamýyor, savaþ meydanlarýnda anlaþmazlýklnnm kötü sonuçlarýna uðruyorlardý. Diðer yandan, bütün müslümanlar bunlarýn aleyhlerine dönmüþtü. Sonra bunlar, öteki guruplara karþý çok katý ve sert davranýyorlardý.

Hariciler, Muhaîleb ve ondan sonra gelen komutanlar döneminde devamlý olarak .yenildiler ve nihayet etkinlikleri tamamen kayboldu.

Ezarika´yý diðer Haricî fýrkalarýndan ayýran temel prensipler þunlardýr.

a) Bunlar, kendilerine karþý çýkanlram sadece mümin olmadýklarýna deðil, ayný zamanda müþrik olduklarýna, ebedî olarak cehennemde kalacaklarýna ve kanlarýnýn helâl olduðuna inanýrlar.

b) Kendilerine karþý çýkanlarýn memleketleri onlara göre «Dârül Harb» dýr. Oralarda «Dârül Harb» da helâl olan herþey helâldir. Meselâ: Çocuklarýn, kadýnlarýn öldürülmesi, esir alýnmasý, muhaliflerinin köleleþtirilmesi, savaþtan geri kalanlarýn öldürülmesi onlara göre helâldir.

c) Ezarika´nm görüþlerinden biri de þudur. Onlar, kendilerine muhalif olanlarýn çocuklarýnýn, ebedi olarak cehennemde kalacaðýný söylerler. Baþka bir ifade ile, bunlara göre muhaliflerinin kâfir olmalarýna yol açan günahlar, çocuklarýna da sirayet eder ve onlarý cehennemlik yapar.

Halbuki çocuklar hiçbir günah iþlememiþlerdir. Fakat bu görüþ, fikri bir sapýklýktan baþka birþey deðildir.

d) Yine bunlarýn fýkhý görüþlerinden biri de þudur: Bunlar, zina edenin «recm» cezasýný kabul etmezler. Kur´an-ý Kerim´de zina eden erkek ve kadýna sopa atýlmasýndan baþka bir ceza bulunmadýðýný, bu sebeple «recm», cezasýnýn Kur´an´da zikredilmediðini ileri sürerler ve bu cezanýn hadis ile de sabit olmadýðýný iddia ederler.

e) Bunlara göre iftira cezasý» sadece namuslu kadýnlara iftira edenlere tatbik edilir. Namuslu erkeklere iftira edenlere bu ceza uygulanmaz. Çünkü «Ezarika» þu âyet-i kerime´nin sadece dýþ görünüþüne bakarlar, mânâsýný anlamaya çalýþmazlar. «Ýffetli kadýnlara zina isnad edip te sonra bu iddialarýný doðrulayacak dört þahit geti­remeyenlere seksen deðnek vurun. Onlarýn þahitliklerini de ebediyyen kabul etmeyin. Ýþte onlar, fâsýklarm tâ kendileridir.»[24]

Bu âyet-i kerime, namuslu erkeklere zina iftirasý yapanlarýn cezasýný zikretmemiþtir.» derler.

f) Ezarika, peygamberlerin, küçük ve büyük günahlarý iþleyebileceklerini kabul ederler.[25]

Görüldüðü gibi «Ezarika-? nýn bu son görüþü kendilerinin diðer görüþleriyle çeliþmektedir. Çünkü onlar, bir taraftan büyük günah iþleyenin kâfir olduðunu iddia ederler, diðer taraftan peygamberlerin de büyük günah iþleyebileceklerini kabul ederler. Bunlara göre peygamber bazan küfre gidip sonra tevbe edebilir. «Ezarika» bu görüþünü þu âyet-i kerime´den aldýðýný iddia eder. «Ey Muhammed, biz sana apaçýk bir fetih ihsan ettik.» «Allah, bu fethi sana, geçmiþ ve gelecek günahlarýný baðýþlamak, üzerine olan nimetini tamamlamak, seni dosdoðru bir yola iletmek ve seni þanlý bir zaferle muzaffer kýlmak için ihsan [26]etti.[27]



2) Necedat:


Bunlar, Hanife kabilesinden olan Necde b. Uveymir´e tâbi olanlardýr. Bu fýrka, Haricî fýrkalarýndan, harpten geri kalanlarý kâfir kabul etme, küçük çocuklarýn öldürülmesini, helâl görme ve muhalifleriyle birlikte bulunan ehl-i kitaba karþ1. vaziyet alma hususlarýnda Ezarika ile görüþ ayrýlýðýna düþmüþlerdir. Ezarika, muhalifleriyle birlikte bulunan ehl-i kitabýn, rnüslümaiüa-ra sýðýnýp, onlarýn teminatý altýnda yaþadýklarý için kanlarýnýn aký-turnasýnýn helâl olmadýðýný ileri sürerken Necedat, ehl-i kitabý himaye eden muhalif mü s lüm ani arýn kanlarý helâl olduðu gibi himaye edilen ehl-i kitabýn da kanlarýnýn helâl olduðunu iddia ederler.

Yine Necedat fýrkasý, halife tayininin dinen vacip olmadýðýný, umumun menfaatinin gerektirdiði vakit vacip olabileceðini ileri sürerler. Bunlara göre, müslümanlar, aralarýnda hakký tavsiye edebilir ve yerine getirebilirlerse halife tayin etmeleri gerekmez.

Necedat fýrkasý, herhangi bir Haricîye fýrkasýnýn getirmediði yeni bir prensip getirmiþtir. O da «Takiyye» (gizleme) prensibidir, Bu prensip gereði, Haricîye fýrkasýnda olan bir kiþi, kanýnýn akmasýný önlemek ve kendisine yapýlacak olan saldmlafý engellemek için kendisini «ehl-i sünnet» ten gösterip asýl inancým açýða vurma zeminini buluncaya kadar asýl inancým gizleyebilir. Necde b. Uvey-mir´in peþinden gidenler, önceleri «Yemame» denilen yerde «Ebu Ta-lut el-Haricî» denilen kiþinin arkasýndan gidiyorlardý. Daha sonra bu fýrka, Ebu Talut´u býraktý Necde´ye biat etti. Hem Necde hem de bu fýrka güçlendi. Bahreyn, Hadramut, Yemen ve Taif bölgelerini istilâ ettiler. Ne var ki diðer fýrkalar gibi bunlar da kendi aralarýnda bir kýsým tali meselelerde ihtilâfa düþerler ve neticede bölünürlerdi.

Bu fýrkaya mensup olanlar, emirleri olan Necde b. Uveymir´e þu meseleler sebebiyle karþý çýkmýþlardýr.

a) Necde, oðlunu bir ordunun baþýna komutan tayin etti. Bu ordu gittiði yerde kadýnlarý esir aldý. Ganimet mallarýný da taksim edilmeden yedi. Buna raðmen Necde bunlarýn bu davranýþlarýna göz yumdu.

b) Taraftarlarýndan cezaya uðrayanlarý himaye etti ve «Belki

´Allah bunlarý affeder. Âffetmeyip azap etse bile bunlara ateþten baþka birþey ile azap eder daha sonra da cennetine koyar.» dedi.

Necde, bu görüþüte Haricilerin günah iþleyeni kâfir sayma prensiplerine karþý çýkmýþtýr. Necde bu anlayýþýyla sanki, Haricilerden günah iþleyenlerin ´Allah tarafýndan affedileceklerini, Haricî olmayan günahkârlarýn ise affedilmeyeceklerini kabul etmiþtir.

el Necde, bir orduyu denizden diðer birini ise karadan sevket-miþ ve ganimet taksiminde karadan giden orduyu üstün tutmuþtur.

Ýþte bu meseleler hakkýndaki ihtilâflar gittikçe arttý. Necde aleyhine bazý guruplar ortaya çýktý. Onun imamlýðýný reddettiler, Bunlar- da kendi aralarýnda üç guruba ayrýldýlar.

aa) Bir gurup Beni Hanife´den olan Atiyye b. el-Esved ile Sicistan´a gitti.´ Üzerinde ittifak ettikleri prensiplere göre yaþadý.

bb) Ýkinci bir fýrka- Necde´yo karþý isyan etti. Onu öldürdü ve yerine Ebu Füdeyk´i getirdi. Haricilerin en güçlü ve kararlý fýrkasý da bu fýrka idi. Bu fýrka Necde´nin elinde bulunan yerleri iþgal etli ve oralarda hakimiyetini sürdürdü. Nihayet, Abdülmclik b. Mervan, bunlara karþý bir ordu gönderdi. Ordu bunlarý maðlup etti. Ebu Füdeyk´in baþýný Abdülmelik´e gönderdi. Böylece bu fýrkanýn otoritesi de ortadan kalktý.[28]

cc) Üçüncü bir fýrka, devamlý olarak Necde´ye baðlý kaldý. Ona yönetilen ithamlarý reddetti ve onu mazur gördü. Bu fýrka zayýf bir durumda uzun zaman yaþadý. Fakat tarih, Ezarika´nýn adýný sildiði gibi bunlarýn da adýný sildi.[29]



3) Sufriyye:


Bunlar, Ziyad b. el-Esfer´e tâbi olanlardýr. Bunlar, görüþleri bakýmýndan Ezarika´dan daha yumuþak, diðer fýrkalardan ise daha aþýrýdýrlar. Sufriyye´ler, büyük günah iþleyenler hususunda Ezarika ile ihtilafa düþmüþlerdir. Ezarika, büyük günah iþ­leyenleri, ebedi olarak cehennemde kalacak müþriklerden saydýlar. Sufriyye ise büyük günah iþleyeni müþrik sayma hususunda kendi aralarýnda ittifak edemediler. Bunlardan bazýlarý, hakkýnda ceza bulunan günahý iþleyenlerin, Allah Tealâ´nm, onlara verdiði «zinakâr» «hýrsýz» «iftiracý» gibi isimlerle isimlendirilebileceklerini, bunun dý­þýnda onlar için birþey söylenemiyeceðini, buna mukabil hakkýnda ceza bulunmayan günahý iþleyenlerin kâfir sayýlacaklarýný ileri sürmüþlerdir.

Sufriyyeden diðer bir gurup ise günah iþleyenin cezasýný vali infaz etmedikçe kâfir sayýlamayacaðým iddia etmiþtir.

Sufriyye gurubuna mensup olanlardan biri de Ebu Bilal b. Mir-das idi. Bu þahýs salih bir kiþi idi. Yezid b. Muaviye döneminde Basra taraflarýna çekildi. Kimseye dokunmazdý. Fýrsat buldukça devletin malýndan, kendisine yetecek kadar alýrdý. Savaþmak istemezdi. Nihayet, Ubeydullah b. Ziyad.bir adam gönderip onu öldürttü.

Yine bu guruptan olan bir kiþi de tmran b. Hittan idi. Bu þahýs, dünyaya önem vermeyen bir þairdi. Ýnancý uðruna kaçarak Ýslâm beldelerini gezerdi. Sufriyye fýrkasý, Ebu Bilal´den sonra bunu kendisine imam seçmiþti.

Haricilere mensup olan bu Sufriyye fýrkasýnýn baþýnda bulunan liderlerin davranýþlarý incelendiðinde görülür ki bu fýrka, müslümanlarýn kanýnýn akýtýlmasýný helâl görmüyor, muhaliflerinin oturduklarý yerleri dârül harp saymýyor, kadýnlarýn ve çocuklarýn esir alýn­masýna cevaz vermiyor, iktidarýn ordusundan baþkasý ile çarpýþmayý caiz saymýyor.[30]



4) Âcâride:


Bunlar, Abdülkerim b, "Âcred´e tâbi olanlardýr. Abdülkerim, Necde´ye karþý çýkan ve Necedat´dan bir gurupla Sicis-tan´a giden Âtiyye b. el-Esved´e tâbi olanlardan biriydi. Bu sebeple Acâride, metodlarý bakýmýndan, Necedat fýrkasýna çok yakýndýr. Çünkü bunlar, Necedat´dan ayrýlmýþlardýr. Bu fýrkanýn görüþleri kýsaca þunlardýr:

Acâride, Hariciye fýrkalarýndan, savaþa gitmeyip geri kalanlarý, muttaki olduklarýna inandýklarý takdirde kendilerinden sayarlar. Bunlar, devamlý olarak c´ihad etmenin vacip olduðuna, cihad etmeye gücü yetenin, hiçbir sebeple cihaddan geri kalamayacaðýna inanan Ezarika´ya benzemezler. Acâride´ye göre, kendilerine muhalif olanlarýn topraMarmdan hicret etmenin, gerekli deðil daha iyi olduðuna inanýrlar. Muhaliflerinin malýný, kendileriyle savaþmadýkça mubah görmezler ve ancak kendileriyle savaþanlarýn öldürülmesini caiz görürler.

Acâride birçok meselede kendi aralarýnda ihtilâfa düþtüler. Bunlardan bazýlarý, kaza ve kader meselesi, kulun kudreti meselesi, kendilerine muhalif olanlarýn çocuklarýnýn akýbeti meselesidir. ´Acâri-de, basit ihtilâflarý abartýr, neticede umumî meselelerde ihtilâfa düþerler ve çeþitli guruplara ayrýlýrlardý. Meselâ: Bunlardan olan Þu-ayb adlý bir kiþi, yine bunlardan olan Meymun adlý bir kiþiye borçlu idi. Meymun alacaðýný isteyince Þuayb, ona þu cevabý verdi. «Eðer ´Allah dilerse onu veririm.» Bunun üzerine Meymun «Allah, bunu þu anda diledi.» dedi. Þuayb «Eðer ´Allah, dilemiþ olsaydý onu sana vermekten Knþka bir þey yapamazdým.» dedi. Meymun þu cevabý verdi. «Allah, bunu emretti. ´Allah, her emrettiðini diler ve emretmediðini dilemez.» Bunun üzerine Þuayb ve Meymun, liderleri ve imamlarý olan Abdülkerim b. Ecred´e baþvurdular. O da bunlara þu kapalý cevabý verdi: «Biz, «Allah dilerse olur, dilemezse olmaz» deriz ve ´Allah´a baþka birþey isnad etmeyiz.» Cevabýn kapalý olmasý sebebiyle her iki taraf, cevabýn, kendi lehine olduðunu iddia etti.Neticede Acâride, «Þuaybiyye» ve «Meymuniyye» diye iki guruba ayrýldý.

Yine anlatýldýðýna göre Acâride´ye mensup «Sa´lebe» adýnda bir adamýn kýzý vardý, baþka bir Acâride mensubu bunun kýzýný istedi ve kýzýn annesine birini göndererek þunu sordurdu. «Eðer kýzýn erginlik çaðma gelmiþ ve Acâride´nin kabul ettiði þartlara göre Islâmý kabullenmiþse mehrinin ne kadar olacaðý mühim deðildir.- Kýzýn annesi ise þu cevabý verdi. «Kýz, Acâride´nin taraftan olup onun velayeti altýnda bulunduðuna göre müslümandýr. Onun erginlik çaðýna gelip gelmemesi neticeyi deðiþtirmez.» Bunun üzerine mesele Abdülkerim´e intikal etti. Abdülkerim ise çocuklarýn velayetinden berî olma görüþünü tercih etti. Kýzm babasý Sa´lebe bu görüþünden dolayý Abdülkerim´e karþý çýktý. Nihayet ortaya «Sa´lebiyye» diye adlandýrýlan yeni bir fýrka çýktý.

Görüldüðü gibi siyasetle hiçbir iliþkisi olmayan basit bir mesele yüzünden iki fýrka ortaya çýkýyor ve bu fýrkalar da kendi aralarýnda guruplara ayrýlýyorlar.[31]



5) Îbadîyye:


Bunlar, Abdullah b. îbad´a tâbi olanlardýr. Bu gurup, Haricîlerin en ýlýmlý olaný, düþünce bakýmýndan îslâm cemaatine en yakýný, sapýklýk ve aþýrýlýktan en uzak olanýdýr. Bu sebeple Ýbadiye fýrkasý, uzun zaman yaþayabilmiþtir. Bunlarýn te´Iif ettikleri güzel fýkýh kitaplarý vardýr. Ýçlerinden seçkin âlimler çýkmýþtýr. Ýbadiye´nin bir kýsmý, Fas´daki Batý Sahra´nm vakalarýnda, diðer bir kýsmý da Zengibar´da yaþamaktadýr.

Bu fýrkanýn, kendilerine ait fýkhý görüþleri vardýr. Hatta Mýsýr kanunlarý miras konusunda bunlarýn bazý görüþlerini almýþtýr. Meselâ: Azad etme velayetinden dolayý mirasçý olmayý en son mirasçý olma sebebi kabul etmiþtir.[32] Halbuki diðer dört mezhep azad "etme velayetinden dolayý mirasçý olmayý, nesep yoluyla mirasçý olanlarýn hemen peþinden saymýþ, mirasçýlarýn kendilerine düþen paylarýný almalarýndan sonra artan kýsmý, hýsýmlýk yoluyla mirasçý olan karý veya kocaya tekrar ilâve´ etmeyip, onu azad etme velayeti olan þahsa vermiþtir.[33]



Ýbadiye´nin, Kýsaca Görüþleri:


a) Bunlara göre, kendilerine karþý çýkan müsKimanlar, ne mümindir ne de müþrik. Bunlarý «inkarcýlar» diye adlandýrýrlar.Ýbadiye, kendilerine karþý çýkan müslümanlara þöyle derler. «Onlar, nimetleri inkâr edenlerdir, yoksa itikaden kâfir olanlar deðildir. Çünkü onlar, Allah´ý inkâr etmemiþlerdir. Fakat ´Allah´a karþý olan vazifelerinde kusur iþlemiþlerdir.»

b) Kendilerine karþý çýkan müslümanlarm kaným akýtmak haramdýr. Üzerinde yaþadýklarý topraklar îslâm ve tevhid topraðýdýr. Ancak, iktidarýn ordularýnýn üzerinde yaþadýðý topraklar müstesnadýr.

Fakat îbadiye bu görüþlerini açýklamazlar, muhaliflerinin topraklarýnýn dar-ý îslâm olduðunu ve kanlarýnýn akýtümasýmn haram olduðunu gizlerler.

c) Ýbadüerle savaþan müslümanlarm mallarýndan sadece atlar, silahlar ve harp malzemeleri, ganimet malý olarak helâldir, diðerleri haramdýr. Bunun için îbadiler, kendileriyle savaþanlardan aldýklarý altýn ve gümüþleri geri iade ederlerdi.

d) Ýbadilere karþý çýkanlarýn þahitlikleri caizdir, onlarla evlenilir ve miras alýnýr, verilir.

Bunlardan anlaþýldýðýna göre Ýbadiler, mutedil davranmakta, muhaliflerine insaf gözüyle bakmaktadýrlar.[34]



II. Müslüman Sayýlmayan Hariciler:


Genellikle Hariciye mezhepleri, dini anlama bakýmýndan aþýrý gitme ve kuru taassuba saplanma temeli üzerine kurulmuþtur. Böylece Haricîler, hayýr iþlemek isterken sapýklýða düþmüþler, hem kendilerini hem de çevrelerinde bulunanlarý yýpratmýþlardýr. Hakiki müminler, bu fýrkanýn sapýk olduðuna hüküm vermiþlerse de kâfir olduðuna hiçbir zaman hüküm vermemiþlerdir. Bu cümleden olmak üzere Hz. Ali (R.A.)´nin de taraftarlarýna, kendisinden sonra Haricilerle savaþmamalarýný vasiyet ettiði rivayet edilir.

Çünkü hakký araþtýrýrken hataya düþen, bâtýlý ararken sapýklýða düþen gibi deðildir. Hz. Ali (R.A.) Haricileri, «Hakký ararken yollarýný þaþýranlar.» Ernevileri ise «Bâtýlý arayýp sapýklýða düþenler» kabul ederdi.

Ne var ki, Haricilerin aþýrýlýklarý sebebiyle, içlerinden, Ýslâm´la hiç alâkasý olmayan, Allah Tealâ´nm gönderdiði Kitab´a ve Resulul-lah´dan nakledilen haberlere tamamen ters düþen yollardan giden guruplar çýkmýþtýr.

«el-Fark-u Beyn el-Firak» adlý eserde, îslâm dýþý prensiplere saplanan iki Haricî fýrkasý zikredilmiþtir.[35]



a) Yezâdiye:



Bunlar «Yezid b. Enîse el-Harici» ye tâbi olanlardýr. Yezid, önce Ýbadiye fýrkasýndandý, daha sonra, Allah Tealâ´nýn, Parslardan bir peygamber göndereceðini ve o peygambere, Hz. Muhammed´in þeriatýnýn hükmünü ortadan kaldýracak bir kitap ineceðini iddia etmeye baþladý.[36]



b) Meymuniye:


Bunlar, «Meymun el-Acredi» ye tâbi olanlardýr. Meymun´u daha önce, din hususunda, Allah Tealâ´nýn verdiði þeylerde iradesi meselesinde anlatmýþtýk.

Bu adam, kiþinin, evlatlarýnýn kýzlarýyla ve kýz ve erkek kardeþlerinin çocuklarýnýn kýzlarýyla evlenmesinin helâl olduðunu kabul etmiþtir. Buna delil olarak, Kur´an-ý Kerîm´in, bu sayýlanlarý «Evlenilmeleri haram olanlar» içinde zikretmemesini göstermiþtir.

Meymuniye fýrkasýna mensup olanlarýn, Kur´an-ý Kerîm´deki «Yusuf» suresini inkâr ettikleri, Kur´an´dan saymadýklarý rivayet edilir. Bunlara göre «Yusuf» suresi bir aþk hikâyesidir.

Ýþte bu sebeple bu fýrkayý müslüman saymak mümkün deðildir. Bu kötü inançlarý sebebiyle Allah bunlarýn yüzünü kara çýkarmýþtýr.[37]



Hilafet Konusunda Ehl-i Sünnet Mezhebinin Görüþü



Buraya kadar anlatýlanlar, doðru yoldan sapanlarýn ve bu sapma sebebiyle tek tarafa yönelen ve yöneldiði tarafta saplanýp kalanlarýn görüþleridir.

Alevîler, halifeliði, peygamberden intikal eden bir miras ve peygamberin, kendisinden sonrakilere yaptýðý bir vasiyet saymýþlar ve sadece bu görüþü benimsemiþlerdir.

Diðerleri ise halifelik hususunda bütün kayýt ve þartlarý hiçe saymýþ geniþ bir mezhep tutturmuþlardýr.

Ehl-i sünnet vel cemaat ise orta yolu seçmiþ, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den rivayet edilen «Halifeler Kureyþtendir.»[38] hadis-i þerifine sarýlaralc, halifenin Kureyþ´ten olmasý hususunda umumiyetle ittifak etmiþlerdir. Ehl-i sünnet bu hadisi bir temel kaynak saymýþ ve Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den sonraki tatbikat da bunu desteklemiþtir.

Burada biz, sadece herbiri bir tarafa yönelen çeþitli aþýrý görüþlerin aralarýný bulmakla yetinmeyeceðiz, ayni zamanda Ýslâm siyaseti hakkýnda Ýslâm hukukçularýnýn görüþünü de anlatacaðýz. Ýslâm hukukçularýnýn görüþleri, Sahabe-i Kiran?dan gelen haberlere Ve müslürnanlarýn bölünmelerinden evvelki tatbikata mutabýk olan mutedil bir mezheptir.

Ýslâm ulemasýnýn çoðunluðunu teþkil eden ehl-i sünnet âlimleri, cuma namazlarýnýn kýlýnmasýný saðlayacak, Ýslâm cemaatini organize edecek, cezalarý tatbik edecek, zenginlerden zekâtý toplayýp, lâyýk olan fakirlere daðýtacak, hudutlarý koruyacak, tayin edeceði hakimler vasýtasýyla insanlar arasýnda meydana gelecek ihtilâflarý halledecek, müslümanlarý bir araya toplayacak, bölünmeleri ortadan kaldýracak, dinin bütün hükümlerini tatbik edecek ve Islâmýn, gerçekleþtirilmesini emrettiði faziletli medeniyeti kuracak bir halifenin gerekliliði hususunda ittifak etmiþlerdir.

Evet, mutedil muslümanlar bu hususta ittifak etmiþler, Ýslâm dini de ilk geliþinde bu yolu takibederek saðlamlýðýný muhafaza etmiþtir.

Çoðunluðu teþkil eden ehl-i sünnet âlimleri, idarenin, ýsýrýcý bir iktidar olmayýp peygamberlik hilafeti olarak devam edebilmesi için halifenin þu dört þartý haiz olmasý hususunda ittifak etmiþlerdir. Bu þartlar:

a) Kureyþ kabilesinden olmak,

b) Kendisine biat edilmek,

c) Ýstiþare ile seçilmiþ olmak,

d) Adaletli davranmaktýr.
[39]



a) Kureyþ Kabilesinden Olmak:



Ehl-i sünnet âlimleri, halifenin Kureyþ kabilesinden olmasýný þart koþmuþlardýr. Bunun sebebi, Kureyþ´in üstünlüðü hakkýnda ve halifenin onlardan olacaðýna iþaret eden birçok delilin bulunmasýdýr. Bu delillerden biri de Resulullah (S.A.V.)´den rivayet edilen þu hadistir: «Ýnsanlardan iki kiþi kaldýðý sürece bu iþ Kureyþ´te devam

eder.[40]

Yine iki sahih hadis kitabýnda Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ´in þöyle buyurduðu rivayet edilmektedir: «Ýnsanlar bu hususta Kureyþ kabilesine tabidirler. Müslümanlar, Kureyþ´in müslümanlarma, kâfirler de Kureyþ´in kâfirlerine tâbidir.»[41] Diðer bir hadis-i þerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V): «însanlar, hayýrda da serde de Kureyþ´e tabidirler.» buyurmuþlardýr. Keza, Buharý Hz. Muaviye´den þu hadisi rivayet eder: «Resulullah (S.A.V.)´in þunlarý söylediðini duydum»: «Þüphesiz ki bu iþ Kureyþ´tedir, Onlar, dini ayakta tuttuklarý müddetçe kim onlara düþmanlýk ederse Allah onu yüzüstü düþürür.»[42]

Þüphesiz ki bu metinler, Kureyþ´in üstün olduðunu gösterir. Zaten Resulullah´m, Kureyþ´ten oluþu, fazilet olarak Kureyþ´e yeter. Ancak bu deliller, hilafetin sadece Kureyþ´e ait olduðunu, baþkalarýnýn halife olamýyacaðmý, halifeye boyun eðmek için, onun mutlaka Kureyþ´ten olmasýný gerektirir mi? Þu bir gerçektir ki, tatbikatta halifeler Kureyþ´ten olmuþtur. Beni Saide sakifesindeki toplantýda müminler bir araya gelmiþler ve Hz. Ebubekir (R.A.)´in konuþmasýndan sonra Kureyþli muhacirlerden halife seçmek istemiþlerdi, Hz. Ebubekir bu konuþmasýnda, halifenin Kureyþ´ten olmasý gerektiði hususunda herhangi bir hadis metnini delil göstermemiþ, þu iki hususu ileri sürmüþtür.

aa) Muhacirler ensardan daha üstündür. Kur´an-ý Kerim, önce muhacirleri zikretmiþtir. Ýslâmin ilk zamanlarýnda güçlük ve saldýrýlara onlar göðüs germiþlerdir.

bb) Ýslâm gelmeden evvel de daha sonra da insanlar arasýnda Kureyþ´in itibarý büyüktür.

îþte bu hususlara iþaret ederek Hz. Ebubekir (R.A.) konuþmasýnýn sonunda þöyle demiþtir; «Araplar ancak Kureyþ´e boyun eðerler.»

Þüphesiz ki bu sözler Kureyþ´in üstünlük sebebini açýklamaktadýr. Kureyþ´in üstünlüðü hakkýnda rivayet edilen hadisler de bu mânâyý ifade etmektedir. Ancak Hz. Muaviye (R.A.)´nin rivayet ettiði hadis, baþka bir mânâ ifade etmektedir. O da, halifelerin Kureyþ´ten olacaðý, Kureyþ´ten olmayan herhangi bir kimsenin halifelik iddia etmesi halinde onu Allah´ýn yüzüstü düþüreceði mânâsýdýr. Fakat bu hadis, meydana gelecek bir hadiseyi haber verme mahiyetinde midir? Yoksa gelecekte böyle yapýlmasýný emredici mahiyette midir? Þurasý bir gerçektir ki Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´de görülen gerçek halifelik, Kureyþ´liler tarafýndan ifa edilmiþtir. Evet, hidayet rehberi bu imamlar, Kureyþ kabilesindendi. Diðer yandan zikredilen bu hadis-i þerif, dini ayakta tuttuklarý müddetçe hilafetin Kureyþ´te olacaðýný, dini ayakta tutmadýklarý takdirde hilafetin onlardan alýnýp dini ayakta tutana verileceðini, dolaylý yolla ifade etmektedir.

Netice olarak þunu söyleyebiliriz ki, zikredilen hadis ve haberler, halifeliðin mutlaka Kureyþ´e ait olduðunu, Kureyþ´ten olmayanlarýn halifeliðinin, Peygamberlik halifeliði olmayacaðýný kesin olarak ifade etmez. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in, halifenin Ku­reyþ´ten olmasýný istediðini ortaya koyduklarý farzedilse bile bu deliller, baðlayýcý emir mahiyetinde olmayýp, bilâkis, halifenin Kureyþ-ten olmasýnýn daha iyi olduðunu ifade etmektedir. Çünkü iki sahih hadis kitabýnda Ebu Zer1 den þu hadis rivayet edilmektedir. Ebu Zer þöyle diyor: «Dostum Hz. Muhammed bana: «Baþýnýza burnu kesik habeþli bir köle dahi getirilse, onu dinlememi ve ona itaat etmem! emretti.»[43]

Yine Buharî, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in, þöyle buyurduðunu rivayet eder: «Baþýnýza, kafasý kuru üzüm gibi olan habeþli bir köle dahi getirilse onu dinleyin ve itaat edin.»[44]

Sahih-i Müslim´de Ümmü Hüseyin´in Resulullah´dan þunlarý duyduðu rivayet edilir: «Baþýnýza, burnu kesik siyah bir köle dahi getirilse, sizi Allah´ýn Kitabýnýn hükümlerine göre idare ettikçe onu dinleyin ve ona itaat edin.»[45] Bütün bu nasslar, «Bu iþ Kureyþ´tedir...» hadisiyle karþýlaþtýrýldýðý vakit nasslann çoðu, halifeliðin Kureyþ´e tahsis edilmesini ve Kureyþ´ten olmayanýn hilafetinin doðru olmayacaðýný ifade etmemektedir. Bilakis, Kureyþ´ten olmayanlarýn da halife olabilecekleri muhakkaktýr. ?Bu iþ Kureyþ´tedir...» hadis-i þerifi Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in ya gelecekten haber veren mucizelerinden biridir. ? Nitekim diðer bir hadis-i þerifte : «Benden sonra hilafet otuz senedir. Ondan sonra saltanat baþlayacaktýr.»[46] buyurmuþtur.? Yahut da, bu. hadis-i þerif, halifeliðin Kureyþ´ten olmasýnýn daha iyi olduðunu beyan etmektedir. Yoksa Kureyþ´ten baþkasýnýn halife olamayacaðý hükmünü getirmemektedir.

Hz. Ebubekir (R.A.) ve onun gibi düþünen diðer sahabîlerin görüþüne gelince, bunlarýn, halifenin Kureyþ´ten olmasýný istemeleri, o zaman Kureyþ´in daha takva sahibi ve daha güçlü olmasýndandýr. Þayet bu sýfatlar Kureyþ´te bulunmayýpta baþkalarýnda bulunursa, diðer sahabîlerin de ortak olduðu Hz. Ebubekir (R.A.)´in düþüncesine göre hilafetin, Kureyþ´ten olmayana verilmesinde bir sakýnca yoktur. Zira, madem ki asýl tercih sebebi güçlülük ve takva sahibi olmaktýr, o halde bu sýfatlar kimde bulunursa onun.halife olmasý caizdir.

Halifenin Kureyþ´ten olmasý prensibine, bu hususta rivayet edilen sahih nasslara ve ifade ettikleri mânâlara ve Hz. Ebubekir (R.A.) halife seçilirken üzerinde ittifak edilen prensibe, araþtýrýcý bir nazarla bakýldýðý zaman, yukarýda anlatýlan bu sonuca varýlýr.[47]



b) Kendisine Biat Edilmek:


Ehl-i sünnet velcemaatin, halifenin seçimi için aradýðý ikinci þart; «Ehlül halli veîakd» denilen ileri gelen zevatýn, halifeye biat etmeleridir. Yani; «Ehlül halli velakd», ordu ve bütün Ýslâm cemaati bir günaha vesile olmadýkça, hoþlarýna giden veya gitmeyen bütün hususlarda, halifeyi dinleyip ona itaat edeceklerine dair söz verirler, halife de onlara, îslâm ceza hukukunu tatbik edeceðine, Ýs-lâmm bütün emirlerini yerine getireceðine, adaletli davranacaðýna, Allah´ýn Kitabý ve Resulullah´ýn sünnetinin icabettirdiði þekilde hareket edeceðine dair söz verir.

Sahabe-i Kiram, bu usul üzere hareket etmiþ ve Resulullah (S. A.VJ´den bunu görmüþlerdir. Allah Tealâ´nm, þu âyet-i kerimede beyan buyurduðu gibi, sahabe-i kiram, Resulullah (S.A.V.)´e aðaç altýnda biat etmiþlerdir. «Ey Muhammed, þüphesiz ki sana biat edenler, ancak Allah´a biat etmiþlerdir. AUah´ýn kudreti, onlarýn kuvve­tinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuþ olur. Kim de Allah´a olan ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.»[48]. Yine, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Medine´ye hicret etmeye karar verdiði zaman, Medinelilerle biatlaþmýþ, Mekke´yi fethettiði ve Mekke halký Resulullah´m emrine girdikleri zaman da Mekke halkýyla biatlaþmýþtýr. Biat edenler arasmda kadýnlar da vardýr.Âyet-i kerîmede þöyle buyurulur: «Ey Peygamber*, mümin kadýnlar sana gelip, Allah´a hiçbir þey ortak koþmamak, hýrsýzlýk yapmamak, zina etmemek, çocuklarýný öldürmemek, elleriyle ayaklarý arasýnda bir iftira uydurup ileri sürmemek ve iyilikler hu­susunda sana karþý gelmemek þatýyla sana biat ederlerse, biatlarým kabul et. Allah´dan, onlarýn affedilmelerini iste. Þüphesiz ki Allah, gafurdur, rahimdir. Çok affeden ve çok baðýþlayandýr.»[49] Sahabe-i Kiram, hicret eden sahabîlerin, Medineli ensardan daha üstün olduklarý kanaatine varýnca, Hz. Ebubekir (R.A.)´e biat etmiþlerdir. Hz. Ömer (R.A.), Hz. Ebubekir (R.A.)´e «Uzat elini sana biat edeyim.» demiþ, ondan sonra bütün müslümanlar da, Hz. Ebubekir´e biat etme hususunda; Hz. Ömer´e tâbi olmuþlardýr.

Hz. Ebubekir (R.A.) hilafeti Hz. Ömer (R.A.)´e devredince ona biat aldý, ondan sonra bütün müslümanlar Hz. Ebubekir´in biatma uydular. Hz. Osman (R.A.)´m hilafete getirilmesinde de ayný usule uyuldu. Hz. Ömer (R.A.)´in, halifeliðe aday gösterdiði altý kiþi arasýndan Hz. Osman (R.A.) seçilince Medine halký Mescid-i Nebevi´de ona biat ettiler.

Yine Hz. Osman (R.A.)´dan sonra Hz. ´Ali (RA.)´ye de Medine-liler biat etmiþlerdir. Biat meselesi, Emevîler döneminde ve Abbasî-lerin ilk halifeleri döneminde devam etmiþtir. Sahabe-i Kiram döneminde biat, tam bir hürriyet içinde yapýlýyor, müslümanlar halifeye itaati isteyerek kabul ediyorlardý. Fakat, Emevîler döneminde biat, iktidarý zorla kabullendirme ve insanlarý cebren itaata boyun eðdirme þeklini aldý. Haccac b, Yusuf es-Sakafî ve benzeleri biat etmek için çeþitli þekiller icad etmiþlerdi ve biat ederken, insanlara þunlarý söyletiyorlardý: «Eðer halifeye itaatten aynlýrsam, kölelerim hür ve kadýnlarým boþ olsun!» Bu gibi þekilleri icad edenler, insanlarý kayýtsýz þartsýz itaat etmeye zorlamak istiyorlardý. Abbasîlerin, ilk dönemlerinde de her ne kadar Haccac ve benzerlerinin icadet-tikleri, insanlarý güç durumda býrakan bu çeþit þekiller kullanýlmýyor idiyse de yine de biat zorla almýyordu.

Halk, Ebu Cafer el-Mansur´u zorla biat almakla suçladý. Bunun üzerine Medine valisi, Ýmam Malik´in, «zorla yemin ettirilenin yemini geçersizdir. Zorla karýsý boþattýrýlanm karýsý boþ deðildir.» þeklinde fetva vermesine mâni oldu ki, insanlar, halifeye zorla alýnan bi-attan ayrýlmasýn.[50]



c) Ýstiþare Ýle Seçilmiþ Olmak:


Halife seçimindeki þartlardan birisi olan «biat» müessesesini izah ettik. Þimdi ise üçüncü þart olan «istiþareyi» izah edelim.

îstiþare, halifenin, müslümanlann istiþaresiyle baþa getirilmesi demektir. Bu þartýn temel dayanaðý, îslâm nizamýnýn, aslýnda istiþareye dayalý olmasýdýr. Zira, Allah Teaîâ bir âyet-i kerime.de þöyle buyurmaktadýr: «Müslümanlarýn iþleri, aralarýnda müþavere ile yürütülür...»[51] Yine «... Ýþlerde onlarla istiþare et...»[52] buyurmuþtur.

Keza, Peygamber Efendimiz (S.A.V.), hakkýnda vahiy inmeyen ve müslümanlarý ilgilendiren bütün meselelerde ashabý ile istiþarede bulunurdu. Meselâ: Savaþlar ve onlardan elde edilen neticeler hakkýnda, yönetimle ilgili hususlarda, hakkýnda nass bulunmayan bütün meselelerde istiþarede bulunurdu. Peygamber Efendimiz (S. A.V)´den sonra gelen Hulefa-i Raþîdîn de (R. A.) devamlý istiþarede bulunurlardý.

Mademki Ýslâm nizamý aslýnda istiþareye dayanmaktadýr, o halde halifenin seçimi de istiþare ile olmalýdýr. Zira, halifeliðin miras yoluyla zorla intikali, islâm nizamýnýn istiþare ile yürütülmesine engel olur. Çünkü halifeliðin miras yoluyla intikali, istiþare ile seçilme sistemine taban tabana zýttýr. Bu sebeple Hz. Muaviye (R.A.)´a yöneltilen en aðýr tenkidlerden biri de îslâmî olan istiþare usulünü, biat görüntüsü vererek veraset þekline çevirmesidir. Böylece biat, asýl özü olan seçim keyfiyetini kaybederek asýl mânâsýndan uzaklaþmýþtýr.

Hasan el-Basri, Hz. Muaviye´nin iktidarý hakkýnda þunlarý söylemiþtir : «Muaviye´de dört özellik vardýr ki, bunlardan sadece biri dahi bulunmuþ olsaydý onu helak etmeye yeterdi. Birtakým beyinsizlerle yardýmlaþarak bu ümmete karþý çýkýp müslümanlarla isti­þare etmeksizin hilafeti eline geçirmesi, içki içtiði, sarhoþ gezdiði, ipekler giydiði ve tambur çaldýðý halde, oðlu Yezîd´i kendisinden sonra halife tayin etmesi, Ziyad b. Ebîh´inin, babasýnýn cahiliyet döneminden nikâhsýz oðlu olduðunu iddia etmesi, ?halbuki Resulullah (S.Â.V.) bir hadis-i þeriflerinde þöyle buyurmuþtur: «Çocuk, doðdu­ðu döþeðe aittir. Zina edenin cezasý ise recmdir (taþlanmaktýr.)» ? Hucr b. Adîyy´i öldürmesi, Hucr ve arkadaþlarýna yaptýklarýndan dolayý vay haline Muaviye´nin!..[53]

Hz. Ömer (R.A.) biatin, istiþare ile yapýlmasýnýn gerekliliði hakkýnda þöyle buyurmuþtur: «Kim bir adama, müslümanlarla istiþare etmeksizin biatta bulunursa biat edene artýk hiç biat edilmez. Biat edilene de biat edilmez. Kendilerini ölüme sürüklemelerinden korkulur.»[54]

Görüldüðü gibi Hz. Ömer (R.A.) kendisinden fetvalar uydurarak, îslâm ümmetinin isteði ve iradesi dýþýnda bir adama biat eden kiþiyi halifelik hakkýndan mahrum etmektedir.

O halde istiþare gereklidir. Biat da müslümanlann istiþaresiyle gerçekleþir. Fakat, biat ve istiþarenin þekli nasýldýr? îstiþare ve biat ehli kimlerdir?

Bu sorularýn cevabý þudur: Kur´an-ý Kerim istiþareyi emreder. Sünnet-i seniyye bunun gerekliliðini beyan eder. Fakat, istiþarenin þeklini ve istiþare ehlini tayin etmez. Bunlarýn tanzimini ve hangi yolla yapýlacaðýný insanlara býrakýr. Çünkü istiþare, topluluktan topluluða, asýrdan aþýra ve ülkeden ülkeye deðiþik þekillerde olabilir. Bir çaðda uygun görülen istiþare þekli diðer çað için uygun olmayabilir. Yine ayni þekilde bir toplum için faydalý görülen istiþare þekli, diðer bir toplum için faydalý olmayabilir.

´Allah Tealâ, adaletli davranmayý ve istiþarede bulunmayý emretmiþ, bu iki yüce emrin en güzel bir þekilde gerçekleþtirilmesini insanlara býrakmýþtýr.

Daha önce de iþaret ettiðimiz gibi, halifeyi seçme hususunda müsh´imanlar üç usûl takibetmiþlerdir. Þiýndi bu usulleri kýsmen de olsa açýklýða kavuþturalým.

1  Herhangi bir kimse tarafýndan tayin edilme söz konusu olmaksýzýn, serbestçe istiþare ile halifenin seçilme yolu. Hz. Ebubekir (R.A.) bu yolla seçilmiþtir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) onu hilafete tayin etmemiþtir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in hastalýðý sýrasýnda Hz. Ebubekir (R.´A.)´i imamete geçirdiði rivayet edilmektedir. Bazý insanlar, sahabe-i kiramýn, Hz. Ebubekir (R.A.)´i hilafete bu sebepten dolayý seçmiþ olduklarý kan atin dedirler. Bunlar, «Peygamberimiz. Hz. Ebu-bekir´i dinî meselemiz için seçtikten sonra bizim, dünyevî meselelerimiz için onu seçmemiz daha evladýr.» demiþlerdir.

Bu olaydan çýkarýlan hüküm doðru olsa dahi bu, bir tayin deðildir. Hernekadar Hz. Ebubekir (R.A.)´in üstünlüðüne va sahabe-i kiram arasýnda büyük bir mevkii olduðuna iþaret ediyorsa da...

Bizim, bu hadiseyi halifeliðe tayin þeklinde anlamamýz doðru deðildir. Çünkü tayin edildiðine dair ne bir açýklýk vardýr, ne de kesin bir delildir.

Diðer taraftan, Hz. Ebubekir´in halife seçildiði Benî Saide saki-fesindeki toplantýda Hz. Ebubekir´in imamete geçiriliþinden hiç bahsedilmemiþtir. Bununla beraber, belki de Hz. Ebubekir´in imamete geçiriliþi, Hz. Ömer´in, elini uzatarak ona biat etmesinden sonra, insanlarýn, Hz. Ömer´i takip etmelerine ve Kz. Ebubekir´in halifeliðine razý olmalarýna sebep olmuþtur. Fakat durum ne olursa olsun, Hz. Ebubekir (R.A.)´in halife seçiliþinin, Peygamber Efendimiz (S. A.V.)´in´tayini ile olmadýðýnda ittifak edilmiþtir.

2   Halifenin, akrabasý olmayan kiþiyi, kendisinden sonra hilafete aday göstermesi yolu. Bu usul, Hz. Ebubekir´in Hz. Ömer´i aday göstermesinde takibedilmiþtir. Þüphesiz ki bu, Hz. Ebubekir tarafýndan yapýlmýþ sadece bir tekliften ibaretti. Baðlayýcý bir yönü yoktu. O dönemde müslümanlar Arap ülkelerinde görülen dinden dönme hadiselerini görmüþler, îslâný ordularý cihad için çeþitli yönlere daðýlmýþlardý. Bu sebeple Hz. Ebubekir (R.A.) Beni Saîde sakifesin-deki toplantýda görüldüðü gibi müslümanlann hilafet hakkýnda ihtilâfa düþeceklerinden korktu ve kendisiyle herhangi bir kan ve hýsýmlýk baðý bulunmayan Hz. Ömer´i hilafete teklif etti. Bu teklifin arkasýnda Hz. Ömer´in dinine ve müminlere karþý samimi oluþundan baþka bir neden yoktu. Evet, Hz. Ebubekir´i bu teklifi yapmaya sev-keden sebep sadece bu idi...

Hz. Ebubekir´in teklifinden sonra müminler, onunla bu meseleyi derinlemesine tartýþtýlar. Hz. Ebubekir´in haklý olduðunu anlayýnca, kendi istekleriyle, herhangi bir zorlama olmadan serbestçe Hz. Ömer (R.A.) ´e biat ettiler.

3   Halifenin, insanlar arasýnda ileri gelen üç veya daha fazla sayýda kiþiye aralarýndan birini halife seçmeleri için hilafet meselesini havale etmesi yoludur.

Peygamber Efendimiz (S.Â.V.)´in herhangi bir kimseyi halife seçmediðini ve Hz. Ebubekir´in, onû hilafete aday gösterdiðini gören Hz. Ömer (R.A.) þunlarý söylemiþtir. «Eðer, herhangi bir kimseyi hilafete aday göstermezsem yanlýþ bir iþ yapmýþ olmam. Çünkü benden hayýrlý olan Hz. Peygamber de .kimseyi tayin etmemiþtir. Þayet, herhangi bir kimseyi hilafete aday gösterirsem yine yanlýþ bir iþ yapmýþ olmam. Çünkü benden daha hayýrlý olan Hz. Ebubekir ayný iþi yapmýþtýr.»

Evet, Hz. Ömer, orta yolu seçmiþtir. Hilafet meselesini, istiþare ile aralarýndan birini seçecek olan altý kiþiye havale etmiþtir. Bu altý kiþi, aralarýndan Hz. Osman (R.A.Vý seçtiler. Ondan sonra halk, Hz. Osman´a biat etti.

Hz. Ömer´in, altý kiþiye, istiþare ile aralarýndan birini halife seçmelerini havale etmesi, bir tayin olmyaýp, sadece bir teklif idi. Zira, eðer müslümanlar biat etmemiþ olsalardý. Hz. Osman halife olamazdý. Çünkü sadece teklifle halifelik elde edilmez. Halifeliðin gerçekleþmesi için serbest ve saðlýklý bir seçimi ifade eden biatin var olmasý lâzýmdýr. Baðlýlýk ve önderlik te ancak biatla mümkündür.

Ýbn-i Hazm þöyle der: «Halifeyi baþa getirmenin yolu, bu saydýðýmýz üç yodlan ibarettir. Baþka bir yolun icat edilmesi caiz deðildir. Aksi takdirde sahabe-i kiramýn, üzerinde ittifak ettikleri prensiplerden ayrýlmýþ olunur. Zira, sahabe, halife seçiminde bu üç yolu kabul etmiþ ve buna razý olmuþtur. Bu sebeple bu üç yol üzerinde icma meydana gelmiþtir.» Þurasý bir gerçektir ki sahabe-i´ kiram, kendi dönemlerinde istiþare ile halifenin seçimi esasýnýn bu üç yolla gerçekleþebileceði kanaati ile bu yollara baþvurmuþlardýr. Diðer asýrlarda ise, Ýslâm ümmetinin görüþlerini daha açýk bir þekilde ortaya oyabilecek ve Allah´ýn hükümlerini tatbik edecek halifesini seçmede, daha uygun görülecek baþka bir yola baþvurmasýna herhangi bir engel yoktur.

îþte, sahabe-i kiramýn izlediði üç usul budur. Burada hatýra þu iki soru gelmektedir.

aa  Sahabe-i kiram döneminde istiþare ehli kimdi?

bb   Þayet, istiþare yapýlmaksýzýn haiife seçilir de sonradan onun halifeliðine muvafakat edilirse- bu "halifeye itaat gerekli midir? Birinci soruya cevap vermek için sahabe-i kiramýn davranýþlarýna ve vardýklarý sonuçlara baþvurmamýz gerekir. Bu sebeple deriz ki: Hz. Ebubekir´i, Muhacir ve Ensardan meydana gelen Medine halký seçmiþtir. Hz. Ömer´i ve Hz. Osman´ý seçenler de bunlardýr.

Medine halkýna böyle bir hakkýn tanýnmasýnýn birtakým meþru sebepleri vardý. Çünkü Medine îslâmm yuvasýydý. Medineliler de îs-lâm dâvasýnýn koruyucularý idiler. Diðer Arap´ bölgelerinde ise îs-lâm henüz yerleþmemiþti. Resulullah (S.A.V.Vin vefatýný müteakiben, Mekke ve Medine´nin haricindeki þehirlerde, dinden dönme hadiselerinin bulunuþu buna bir delildir.

Evet, Peygamber (S.A.V.)´imizin vefatýndan sonra Araplardan birçoðu´dinden çýktý. Bu felaketten tam olarak, sadece Mekke ve Medine kurtuldu. Resululîah (S.A.V.). vefat ettikten sonra, meselenin ciddiyetini düþünen müslümanlar, artýk, Ýslama karþý gelmeyi ve ondan sýyrýlýp çýkmayý düþünen bedevileri halife seçimine ortak ede­mezlerdi. Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde hernekadar müslüman Araplar, mücahid ve savaþçýlar olarak çeþitli bölgelere yayýlmýþ idiyseler de, herhangi bir bölgede tam olarak yerleþmiþ deðillerdiki, o bölgeninde biat´a ortak olmaya hakký olsun.

Hz. Ali (R.A.)´nin dönemi gelince müslümanlar bazý bölgelerde tamamen yerleþmiþlerdi. Meselâ Þam´da çok miktarda, Basra, Küfe ve Mýsýr´da ise belli nisbetlerde müslümanlar bulunuyordu. Bununla beraber, Hz. Ali´yi hilafete, sadece Medineliler seçmiþlerdi. Hz. Ali (R.A.) de müslümanlarýn nizam ve intizamlarýný korumak için bunu mecburen kabul etti ve sadece Medinelilerin biatýyla yetinme zorunda kaldý. Belkide Hz. Ali (R.A.) diðer ülkelerde yerleþen müslümanlarýn çoðunun dinden çýkan mürtedlerden arta kalanlar olduklarý kanaatinde idi. Üstelik, Ýslâm nizamý bu ülkelerde henüz oturmamýþtý. Seçme hakkýný bunlarýn tamamýna vermenin imkâný yoktu. Cahiliyyet taassuplarý buralarda yeniden canlanmýþtý.

Yine, seçim hakkýný herkese vermek, Arap olmayanlarýn da seçime katýlmalarýný gerektirdiði için, umumi mahiyette bir seçim sistemi hazýrlamak gerekiyordu. Çünkü Ýslâm ülkelerinde, Arap olmayan müslümanlar, büyük bir çoðunluðu teþkil etmekte idi. Genel bir seçim sistemi hazýrlamak ise, ancak iþlerin istikrara kavuþmasýndan, biatin tamam olmasýndan ve ortalýðýn sükûnete kavuþmasýndan sonra mümkündü. "Ancak bu yolla iþler yoluna girebilirdi.

Ne var ki, Hz. Muaviye, hidayet önderi Hz. Ali (R.A.) ´ye, düþündüðü planlarý uygulama imkâný býrakmadý. Hz. Ali´ye yapýlan biata karþý savaþ açtý. Müslümanlara karþý çýktý. Ona biat edenleri suçladý. Daha önce biat ettikleri halde sonradan Hz. Ali´ye karþý çýkan kimseler buldu. Böylece iþ karmakarýþýk oldu.

Belki de bazý Araplarý karþý tavýr almaya sevkeden hususlardan biri de istiþarenin, sadece Medinelilerle yapýlmýþ olmasýydý. Aslmda bu, Hz. Ali (R.A.) için kaçýnýlmaz bir yoldu. Medine´nin çevresi, fitne çýkarmak için yola çýkan ordularla kuþatýlmýþ bir durumda iken, Hz. Ali´nin, Mýsýr, Þam, Irak ve Fars´da bulunan ve müslümanlarýn ileri gelenleri olan ´Araplarýn biat hakkýndaki görüþlerini almak için beklemesi makul deðildi. Yine, halifeyi seçme hakký, umuma ait \ ir hak haline getirildikten sonra, Arap olmayan müslümanlarý bu haktan mahrum etmek doðru olmazdý. Bu sebeple Medine´nin dýþýnda bulunan þehirlerdeki müslümanlarýn ileri gelenlerini teþkil eden Araplarýn biat etmeleri yeterli idi. Artýk onlarla istiþareye gerek yoktu. Nitekim Þam hariç bütün þehirler Hz. Ali´nin hilafetini kabul edip, biat ettiler. Hz. Muaviye´nin de, Islâmm menfaatini, çoðunluðun görüþünü ve Hz. Ali (R.A.)´nm üstünlüðünü gözönünde bulundurarak onun halifeliðini kabul etmesi gerekirdi.

Aslýnda Hz. Ali (R.A.)´nin, o dönemde müslümanlarýn önderi olduðu münakaþa götürmezdi. Zamanýmýzýn deyimiyle «Günün adamýydý. Ne var ki iktidar hýrsý, Arap ýrkçýlýðý ve cahiliyet kinleri harekete geçti...

Bize düþen; «Lâ havle ve la kuvvete illa billan» demektir.

Ýstiþaresiz baþa geçen âmire itaat etme meselesini içine alan ikinci sorunun cevabýna gelince deriz ki; Ýslâm hukukçularýnýn çoðunluðuna göre, müslümanlarýn halifesinin bulunmadýðý bir zamanda halife olma þartlarýný haiz herhangi bir insan müslümanlarýn idaresini ele geçirir, insanlar arasýnda adaleti saðlar, insanlar da ona rýza gösterir ve biat ederlerse, artýk o kiþi halife sayýlýr. «Medarik? adlý- kitapta þunlar zikredilir . îbn-i Nâfî diyor ki; «Ýmam Malik, harameyn (Mekke-Medine) halkýnýn biatinin bütün müslümanlarý baðlayacaðý kanaatinde idi.»

Bu sözler, Ýmam Malik´in, halifenin seçimindeki görüþünü ifade etmektedir. Ýmam Malik, döneminde örnek halife olarak Ömer b. Abdülaziz´i görürdü. Ömer b. Abdülaziz, istiþare ile seçilmiþ deðildi. Fakat, hilafete geldikten sonra adaleti saðladý, haksýzlýklarý giderdi ve dolayýsýyle gerçek halife oldu. Anlaþýldýðý gibi Ýmam Ma-lik´e göre biatdan önce halifenin seçimi þart olmadýðý gibi biat da þart deðildir. Ýnsanlarýn rýza göstermesi ve halifenin, hakký ayakta tutmasý kâfidir.

Ýmam Þafii (R.´A.)´de ayný görüþü paylaþýyor ve halifenin baþa geçmesinden sonra halkýn rýza göstermesini yeterli buluyordu.

Ýmam Þafii´nin talebesi Harmele, Þafii´nin þöyle söylediðim rivayet eder. «Kýlýç zoruyla hilafeti eline geçiren ve insanlarýn, çevresinde toplandýðý Kureyþ kabilesine mensup olan her kiþi halifedir.» Evet Þafii, halifenin Kureyþ kabilesinden olmasýna, adaleti saðlamasýna ve insanlarýn ona rýza göstermelerine itibar eder. Ýnsanlar ha-

lifeden, ister baþa geçmeden evvel razý clsunlar, isterse baþa geçtikten sonra...

Ýmam Ahmed (R.A.) risalelerinin birinde þu açýklamada bulunuyor: «Kim hilafete geçer, insanlar da onun etrafýnda toplanýr ve ona rýza gösterirlerse o, halifedir. Kim de kýlýç zoruyla müslüman-larý sindirerek kendisini halife ilân ederse o da halifedir. îster günahkâr olsunlar, isterse muttaki olsunlar halifeler ile birlikte cihad etmek kýyamete kadar bakîdir.»

Ýmam Âhmed, diðer bir sözünde þöyle demektedir: «Kim insanlarýn, çevresinde toplandýklarý, zorla veya rýzalarýyla halifeliðini kabul ettikleri halifelerden birine karþý çýkarsa, bu kiþi, Ýslâmm birlik ve beraberliðini zedelemiþ ve Resulullah (S.A.V.)´den rivayet edilen hadislere muhalefet etmiþtir. "Karþý çýkan kiþi, bu haliyle ölürse ca-hiliyet ölümüyle ölmüþ olur.[55]

Evet, îslâm hukuku âlimlerinin çoðunluðunun görüþü budur. Bunlara göre, baþta adaletli davranma olmak üzere, bütün halifelik þartlarýný haiz bir kiþinin, hilafeti zorla ele geçirmesi halinde o kiþi halifedir. .

Hilafette aranýlan þartlara bu durumda, þu iki þartý da ilave etmemiz gerekir. Hilafeti zorla eline geçirdikten sonra halifeliðine rýza gösterilen kiþinin halife sayýlacaðýný kabul eden, mezhep sahibi büyük imamlar, elbette ki þu iki þartý daima gözönünde bulundur­muþlardýr.

aa) Ortada baþka bir halifenin bulunmamasý. Zira ortada adaletli, insanlarýn rýza gösterdiði bir halife bulunursa, kendisini halife ilân eden ikinci kiþi isyankâr sayýlýr. Onunla savaþmak hatta onu öldürmek gerekir. Çünkü, Peygamber Efendimiz .(S.A.V.) bir ha-dis-i þeriflerinde þöyle buyurmuþtur: «Ýþiniz bir adamýn üzerinde toplandýðý halde, kim size gelir de, birlik ve beraberliðinizi parçalamak isterse onu öldürün.»[56]

bb) Seçme ve seçilme imkânlarýnýn bulunmamasý. Meselâ : ´Acele etmeyi gerektiren, harp halinde, imamýn ölmesi gibi. Þayet, istiþareden ve istiþare neticesinde halifeyi seçmekten alýkoyan bu âcil durumlar bulunmazda, kiþi kendisini zorla halife kabul ettirecek olursa hakkaniyete, dayanan Ýslâm prensiplerine karþý çýkarak günahkâr olur. Eðer meþruiyetine cevaz verecek herhangi bir sebep bulunmaksýzýn her zorbaya kapýlar açýlýrsa, istiþare müessesesi kökünden yýkýlmýþ olur. Geçmiþte olduðu gibi, hilafet meselesi idarecilerin arasýnda uzun çekiþmelere ve müslümanlarm iþlerinin sahipsiz býrakýlmasýna sebep olur.[57]



d- Adaletli Davranmak:


Peygambere halife olacak kiþide bulunmasý gereken bir diðer vasýf ise, adaletli olmaktýr. Þartlarýn en önemlisi de budur.

Halifede bulunmasý istenen adalet, her çeþit adaleti içine alan geniþ mânâda bir adalettir. Adalet duygusu halifeye hâkim olmalýdýr. Halife herhangi bir kimseyi akrabasý olduðu için tercih etmemeli veya hoþuna gittiði için herhangi bir kimseyi himaye etmemeli ve sevmediði bir kiþiyi de kendsinden uzaklaþtýrmamalýdýr. Bu hu­susta Allah Tealâ þöyle buyurmaktadýr: «Ey iman edenler, Allah için þahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar olun. Kendiniz veya ana-babanýz ve akrabanýz aleyhinde de olsa. Hakkýnda þahitlik yapacaðýnýz kimse zengin de olsa, fakir de olsa. Allah onlara daha yakýndýr. Adaleti yerine getirebilmek için heva ve hevesinize uymayýn. Eðer eðri davranýr veya yüz çevirirseniz, þüphe yok ki Allah, yaptýklarýnýzdan, haberdardýr.»[58]

Halifenin adaletli davranmasý, iþi ehline vermesini, adaletli ve merhametli davrananlara vazife vermesini gerektirir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) valileri seçme hususunda titiz davranarak þöyle buyurmuþtur: «Kim, müslümanlarm bir iþini üzerine alýr da adam kayýrarak birini onlarýn baþýnda vazifelendirirse, Allah´ýn laneti o kiþinin üzerinedir. Allah onun ne tevbesini, ne de fidyesini kabul eder.»[59]

Halifenin, düþmanlara karþý dahi adaletli davranmasý, onun adaletinin gereðidir. Ýslâmm getirdiði adalet;

a) Hususi deðil, umumidir. Hem dosta hem de düþmana tatbik edilir. Bunun içindir ki, Allah Tealâ þöyle buyuruyor: «... Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliðe sevketraesin. Adaletli olun. Çünkü o, takvaya daha yakýndýr..»[60]

b) Ýslâmýn adaleti, kanun önünde eþitliði saðlar. îslâmî hükümlerin bütün fertlere eþit þekilde tatbik edilmesini emreder. Öyle ki, bütün îsîâm hukuku âlimleri, halifenin dahi bir cinayet iþlediðinde kýsasa tâbi olacaðýna, îslâm ceza hukukunun yasakladýðý herhangi bir fiili iþlediði takdirde cezaî müeyyidenin ona da uygulanacaðýna hükmetmiþlerdir. Halifeden daha alt seviyede bulunan valiler için de, tabii olarak ayný þey söz konusudur.

c) Ýslâmýn adaleti, sosyal dayanýþmayý organize eden sosyal adaleti de kapsamaktadýr.

d) Yine îslâm adaleti, her çalýþana iþ temin etme, âciz olanlara yardýmda bulunma gayesini güden iktisadî adaleti de saðlamaktadýr. Böylece herkes için fýrsat eþitliði gerçekleþmiþ olur.

Bunun içindir ki, Hz. Ömer (R.A.) Irak, Mýsýr ve Þam´ý fethettikten sonra topraklarýný, oralarý fetheden gazilere daðýtmamýþ, yerli halkýn elinde býrakmýþtýr ki servet, sadece zenginlerin elinde dönüp duran bir nimet olmasýn.

Yine, îmam Malik (R.A) madenlerin mülkiyetinin devlete ait olduðuna, fertlere ait olamýyacaðýna dair hüküm vermiþtir.

Halife Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ý Basrî (R.A.) ´den, adaletli bir halifenin vasýflarýný saymasýný istemiþ, Hasan-ý Basrî de ona þunlarý yazmýþtýr:

«Ey müminlerin emiri! Þunu bil ki, Allah Tealâ, adaletli halifeyi, her yoldan çýkaný yola getiren, her haksýzýn haksýzlýðýna engel olan, her bozulaný düzelten, her zayýfa güç veren, her mazlumun hakkýný koruyan, her yardýma koþana el uzatan bir kimse kýlmýþtýr.

Ey. müminlerin emiri! Adaletli bir halife, yanýndaki devesini en güzel otlaklarda otlatan, onu, uçuruma düþecek yerlerden uzak tutan, yýrtýcý hayvanlardan koruyan, sýcak ve soðuðun þiddetinden muhafaza eden, merhametli bir çobana benzer.

Ey müminlerin emiri! Adaletli bir halife, çocuklarýný küçük iken beslemeye çalýþan, büyüdükten sonra eðiten, hayatta iken çalýþýp kazanarak ölümünden sonra onlara mal býrakmaya çalýþan þefkatli bir babaya benzer.

Ey müminlerin emiri! Adaletli bir halife, çocuðunu karnýnda güçlüklerle taþýyan, daha sonra onu güçlüklerle doðuran, bebek iken ihtimamla besleyen, aðladýðýnda telaþa kapýlýp, sustuðunda onunla beraber sükûnet bulan, emzirilmesi icabettiði zamanlarda onu emziren, emzirmenin fayda vermiyeceði zamanlarda ise onu sütten kesen, çocuðunun afiyette oluþuyla sevinen, þikâyetinden ýzdýrap duyan, þefkatli, ince ruhlu, hassas bir anneye benzer.

Ey müminlerin emiri! Adaletli bir halife, yetimler için vasiyette bulunan ve yoksullara himayeci olan, onlarý küçükken büyütüp, büyüdükten sonra maddî ihtiyaçlarým karþýlayan bir koruyucuya benzer.

Ey müminlerin emiri! Adaletli bir halife, vücuttaki organlar içinde kalbe benzer. Kalb düzgün olunca diðer organlar da düzgün olur. Kalb bozulunca diðer organlar da bozulur.

Ey müminlerin emiri! Adaletli bir halife, Allah ile kullarý arasýnda bir vasýtadýr. Allah´ýn emirlerini dinler, kullarýna dinletir. Allah´ý görüyormuþ gibi ona itaat eder ve kullarýný da itaat ettirir. Allah´a boyun eðer, kullarýný da boyun eðdirir.

Ey müminlerin emiri! Sakýn, þu köle gibi olma ki, efendisi kendisine herþeyi emanet eder, kendisinden malýný ve çoluk çocuðunu muhafaza etmesini ister, fakat köle, efendisinin malýný saçar savu-rur, çoluk çocuðunu sokaklarda býrakýr, böylece efendisinin ailesi.

Ey müminlerin emiri! îyi bil ki Allah Tealâ, îslâm ceza sistemini gönderdi ki, bununla ahlâksýzlýklara ve hayasýzlýklara mâni olsun. Bu sistemin hükümlerini yürütmeyi üstüne alan kiþinin, bu gibi çirkin þeyleri iþlemesi hiç doðru olur mu?

Yine Allah Tealâ; kullarýnýn hayatýný korumak için katillerin kýsasen öldürülmeleri hükmünü göndermiþtir. Kýsas hükmünü uygulayacak kiþinin, insanlarý haksýz yere öldürmesi hiç doðru olur mu?

Ey müminlerin emiri! Ölümü ve ölümden sonrasýný hatýrla. Ölüm anýndaki taraftarlarýnýn azlýðýný ve ölüme karþý sana yardým edeceklerin kýtlýðýný düþün. Ölüm ve ölümden sonra gelecek en korkunç gün için hazýrlýk yap.

Ey müminlerin emiri! îyi bil ki senin, þu anda, içinde yaþadýðýn yerinden baþka bir yerin vardýr. Orada uzun zaman kalacaksýn. Dost ve ahbaplarýndan ayrý düþeceksin. Seni sevenler, seni o yerin dibinde yalnýz baþýna býrakacaklardýr. O halde orada sana arkadaþlýk edecek þeyleri hazýrla. «O gün kiþi, kardeþinden, anasýndan, babasýndan, eþinden ve oðullarýndan kaçacaktýr.[61]

Ey müminlerin emiri! «Kabirlerdeki ölüler diriltilip çýkarýldýðý ve kalblerde olanlar açýða çýkarýldýðý zaman...»[62] sýrlar ortaya çýkacaktýr, Amel defteri «Küçük-büyük hiçbirþey býrakmadan herþeyi sayar.»[63]

Ey müminlerin emiri! Þimdi sana mühlet verilmiþtir. Ecel gelmeden, ümit kapýlarý kapanmadan, sakýn ey müminlerin emiri, cahiliyyet hükmüyle hüküm verme! Müminlere karþý zalimler gibi davranma! Güçlüleri zayýflara musallat etme! Çünkü o güçlüler «Bir mümin hakkýnda ne bir yemin gözetirler ne de bir vaad.»[64] Aksi takdirde hem kendi günahlarýný hem de baþkalarýnýn günahýný yüklenirsin. Hem kendi yükünü hem de baþkalarýnýn yükünü sýrtlamýþ olursun.

Senin yoksul kalmana sebep olacak þeylerle zevkü safa sürenler ve senin, âhirette eriþeceðin nimetlerin kaybolmasýna vesile olacak þeyleri dünyada yiyenler seni aldatmasýn. Bugünkü kuvvetine deðil, yarýnki kuvvetine bak. Yarýn seri, ölümün pençesinde esir olacaksýn. Meleklerin ve peygamberlerin de toplu olarak bulunduklarý, Allah´ýn huzuruna varacaksýn. O gün bütün yüzler, diri ve yarattýklarýnýn iþini yürüten Allah´a dönmüþtür.[65]

Ey müminlerin emiri! Hernekadar ben, öðütlerimle, benden ön´ ce geçen akýllý insanlarýn verdikleri öðütlere eriþemediysem de, elimden gelen nasihat ve þefkati esirgemedim. Sen, beni bu mektubumla, sevgilisinin sýhhat ve afiyete kavuþmasýný ümit ederek, ona, hoþlanmadýðý ilaçlarý sunan bir tedavici kabul et.

Allah´ýn selâmý, rahmeti ve nimetleri, üzerine olsun ey müminlerin emiri.»

Bu fevkalâde kýymetli mektupta; o, takva sahibi tabiin´in, adaletli halifede bulunmasý gereken bütün adalet ilkelerini zikrettiðini görmekteyiz. Öyle ki, mektup, Kur´an-ý Kerim´in ve sünnet-i seniyyenin beyan ettiði hükümlere, sadece idare edilenlerin deðil, idare edenlerin de boyun eðmelerini gerektiren hukuki adaleti ihtiva etmektedir. Halife, bir suç iþlediðinde cezadan muaf tutulamyaacak, herhangi bir kimsenin vücuduna bir zarar verdiðinde kýsas yoluyla ayný zararýn kendi vücuduna da verilmesinden kurtulamayacaktýr. Bütün îslâm hukuku âlimleri bu hususta ittifak etmiþlerdir.

Yine bu mektup, sosyal dayanýþmayý organize eden, sosyal adaleti de ihtiva eder. Ayný þekilde bu mektup idarecilerin de adalet prensibine boyun eðmelerini, insanlarý sindirmek için ve müslümanlarý zillete düþürmek için tahakkümde bulunmamalarýný gerektiren idarî adaleti de ihtiva etmektedir.

Mektup, son olarak, devletin gelirlerinin ölçülü harcanmasýna ve devlet mallarýnýn güzelce idare edilmesine iþaret edar.

Kýsaca, bu mektubu, adaletli´ idarecide bulunmasý gereken bütün adalet sýfatlarým bazan açýkça bazan bir iþaretle ifade eder mahiyette bulmaktayýz.[66]



Hilafet Þartlarýnýn Dýþýna Çýkan Halîfenin Durumu


Eðer halife, daha önce zikredilen þartlara sahip deðilse, îslâm hukuku âlimlerinin çoðunluðuna göre böyle bir hilafet, peygamber hilafeti sayýlmaz. Meselâ: Müslümanlarýn rýzasý olmadan hilafeti ele geçirmek. Bu rýza ister hilafete geçmeden evvel elde edilen rýza olsun, isterse, Ýmam Malik, îmam Þafii ve Ýmasý Ahmed b. Hanbel´in caiz gördükleri gibi hilafetten sonra elde edilen rýza olsun. Veya ço­ðunluðun görüþünün aksine, Kureyþ kabilesinden olmamak, yahut biat, serbestçe yapýlmazsa ya da halife adaletten ayrýlýrsa, bu durumlarda, îslâm hukuku âlimlerinin çoðunluðu, böyle bir hilafetin, peygamberlik hilafeti sayýlamayacaðýna, sadece bir dünyevî iktidar sayýlacaðýna karar vermiþlerdir. Bu nedenle îslâm âlimleri, Hz. Mu-aviye´nin oðlu Yezid´in iktidarýna, «Hilafet» dememiþler, krallýk iktidarý demiþlerdir. Bu konuda Ýbn-i Teymiyye þöyle der: Ehl-i sünnet, Yezid´in, müslüman, cemaatin baþýnda bir kral, diðer Emevîler gibi onun da söz sahibi bir kiþi olduðuna inanýrlar. Ýbn-i Teymiyye þöyle devam eder: «Yezid de iktidarýnda gerçekte halife olmadýðý halde insanlar tarafýndan halifeleþtirilen, müslümanlann baþýna geçmiþ krallardan biridir.»

Acaba bu gibi idarecilere itaat etmek gerekir mi, gerekmez mi?

Eðer halifelik þartlarýný haiz bir idareci ortada bulunur, insanlar onun çevresinde toplanýr ve ona serbestçe biat ederlerse, þüphesiz ki ona herkesin itaat etmesi vaciptir. Çünkü bu kiþi gerçekten halifedir.

Buna mukabil, þayet bir kiþi zorla iktidarý ele geçirir ve o iktidarý Romalýlarýn yaptýðý gibi «Kayserlik» veya Farslann yaptýðý gibi «Þahlýk» þeklîne sokarsa, böyle bir kiþi «zalim» sayýlýr. Bunun öldürülmesi ve karþýsýndaki âdil olana yardým edilerek bu zalimin hakka boyun eðdirilmesi gerekir. Bu hususta Allah Tealâ þöyle buyuruyor : «Eðer müminlerden iki gurup birbirleriyle savaþýrlarsa aralarýný bulup barýþtýrýn. Eðer onlardan biri diðerine saldýrmaya devam ederse, saldýran taraf Allah´ýn hükmüne dönünceye kadar onlarla savaþýn. Eðer Allah´ýn hükmüne dönerse, aralarýný -adaletle bulup barýþtýrýn. Her zaman âdil davranýn. Þüphesiz ki Allah, âdil olanlarý sever.»[67]

Diðer yandan, halifelik þartlarýný haiz olmayan kiþiden baþka, idareye talip olan âdil bir kiþi bulunamazsa, yahut da ondan baþkasýna, korkarak veya isteyerek biat edilmiþ olmazsa, artýk þartlarý haiz olmayana itaat etmek vacip olur.

Hasan-ý Basrî, Emevi krallarýna itaat etmenin vacip olduðu hakkýnda þunlarý söyler: «Onlar, þu beþ iþimizi yürütmeyi üzerlerine almýþlardýr. Cuma namazýný kýldýrmak, cemaatin birliðini korumak, ganimet mallarýný sevk ve idare etmek, sýnýrlan ve geçitleri koru-. mak. Bunlar, haksýz davranýp zulmetseler bile, bunlarsýz din ayakta durmaz. Allah´a yemin olsun ki, Allah Tealâ bunlarýn bozduklarý þeylerin çoðunu yine bunlar vasýtasýyla düzeltir.»

Hasan-ý Basýl, baþka bir sözünde de þöyle demiþtir: «Bu krallar, meydanda at oynatsalar ´da, insanlar onlarýn peþine takýlsa da ve günah kalplerine yerleþmiþ olsa da, Hakk, bizleri, onlara itaat etmeye mecbur kýlar, onlara karþý isyan etmemizi yasaklar ve onlarýn zararlarýný tevbe ve dua ile gidermemizi emreder.

Zerkani´nin «Muvatta Þerhi» adlý kitabýnda þunlar anlatýlýr.-Ýmam Malik´in ve ehl-i sünnet çoðunluðunun görüþü þudur: îdareci zulmederse, ona karþý isyan etmektense itaat etmek daha evladýr. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in aldýðý ve içinde; «Ýþi ehlinden almaya giriþmeyeceðiz» ifadesi de bulunan biatin izahýný yapan «Muvatta» adlý kitabýn sahibi þöyle der: Ýbn-i Abdil Berr der ki: îþin ehlinin kim olduðu hususunda ihtilaf edilmiþtir. Bazýlarý, bunlarýn, adaletli davranan, iyilikte bulunan, fazilet sahibi ve dindar olan kimseler olduklarýný ileri sürmüþlerdir. Bunlara göre, bu sýfatlarý taþýyan kiþiler, iþin ehli olduklarý için, iþin bunlarýn elinden alýnmasýna giriþilemez.

Diðer yandan, günahkâr, saldýrgan ve zalimlerin, iþin ehli sayýlmayacaklarýný, Allah Tealâ´nm «... Zalimler benim vaadime eriþemezler.»[68] buyurduðunu beyan etmiþlerdir. Bu görüþü, Mutezile´nin bazý guruplarý ve Hariciye mezhebine mensup olanlarýn tümü ileri sürmüþlerdir.

Ehl-i sünnet ise þöyle demiþtir: «Asýl olan þudur ki, idareci faziletli, adaletli ve iyiliksever biri olsun. Þayet böyle olmazsa, zalimin zulmüne karþý sabretmek, ona karþý isyan etmekten daha evladýr. Çünkü isyanda, güven içinde olmayý býrakýp korkuya düþmek, kan akýtmak, saldýrmak ve anarþi mevcuttur. Bu durumlar, zalimin zulmüne ve iþlediði günahlara katlanmaktan daha aðýrdýr. Ana prensipler, akýl ve din, iki zorbanýn en güçlüsünün þerrinden emin olmanýn daha evla olduðunu ortaya koyar.[69]

Ýmam Ahmed b. Hanbel, zulme karþý sabretmenin vacip olduðunu, isyan etmenin ve aleyhte bulunmanýn caiz olmadýðýný açýkça ifade etmiþtir. Ýmam Ahmed´in þunlarý söylediði rivayet edilmiþtir. «Ýdarecinin bayraðý altýnda, ondan görülen adalet veya zulme sabretmek icabeder. Ýdareciler zulmetseler dahi, onlara kýlýçla karþý konmaz.»

Evet, ehl-i sünnet imamlarýndan Ýmam Malik, îmam Þafii ve Ýmam Ahmed´den nakledilen ve meþhur olan görüþ budur.

Fakat Ýbn-i Teymiyye, þunlarý anlatýr: Halife, adaletli sanýlarak, müslümanlann istiþaresiyle seçilir de, daha sonra fâsýk olduðu ortaya çýkarsa, bu halifeye itaat edilip edilmeyeceði hakkýnda ihtilaf edilmiþtir. Bazýlarý, böyle bir halifeye itaat etmenin vacip olduðuna ve hilafetinin geçerli sayýlacaðýna karar vermiþlerdir. Çünkü bunlara göre; böyle bir halifeye yapýlan biat, kiþiyi baðlar ve bu husustaki mükellefiyet, üzerinden düþmez. Çoðunluðun tercih ettiði görüþ te budur.

Diðer bazýlarýna göre ise, böyle bir halifeye yapýlan biat bozulmuþ sayýlýr, böyle bir kimseye itaat gerekmez. Bu görüþ ise azýnlýðýn görüþüdür.

Halife, serbestçe seçilmediði halde kendisine biat edilirse, bu halifenin durumu ihtilaflýdýr.

a) Böyle bir halifenin bütün emirleri reddedilir. ´Allah´a itaat ettiði hususlarda dahi bu halifeye itaat edilmez. Çünkü bunun idaresi, bir zulüm idaresidir. Zira bu kiþi gerçek bir biatla baþa gelmemiþtir. Haklý olduðu hususlarda dahi buna itaat etmek, zulmü ka­bullenmektir.

Bu görüþ, Haricîlerin görüþüne benzemektedir. Bunun için ehl-i sünnetten bazýlarý bunu benimsemiþse de, çoðunluk bu görüþü tercih etmemiþtir.

b) Bölye bir halifeye, haklý olduðu hususlarda itaat edilir, günah iþlediði hususlarda itaat edilmez. Bu görüþ, þu hadis-i þeriften kaynaklanmaktadýr: «Allah´a isyanýn bahis konusu olduðu yerde kula itaat yoktur.»[70]

Bu görüþ, bu mevzuda en güçlü ve saðlam olan ve en çok taraftar bulan görüþtür.

c) Serbestçe seçilmeden baþa gelen kiþi, halifelik makamýný iþgal ederse, böyle bir kiþiye, Allah´a itaat etmesi ölçüsünde itaat edilir. Allah´a isyan etmesi halinde ise ona itaat edilmez. Þayet, seçimsiz baþa gelen kiþi, valilik gibi, halifelik makamý haricindeki bir makamý iþgal ederse, böyle bir kiþiye, haklý olduðu ve adaletli davran­dýðý hususlarda bile itaat edilmez. Bu görüþte olanlar, halifeliði zorla ele geçirenle, halifelikten baþka bir makamý, zorla ele geçiren kiþiler, arasýnda farklý hükümler koymayý, þu gerekçeye dayandýrmaktadýrlar.

Halifelik makamýnda olaný deðiþtirmek, ancak fitne ve fesada sebep olacak bir. hareketle mümkündür. Fitne ise, anarþi doðurur. Bir saatlik anarþi içinde, yýllarca devam eden bir diktatörlük idaresinde vuku bulan zulümden daha çok zulüm meydana gelir.

Fakat, halifelik mevkiinden daha alt derecede bulunanlarýn vazifelerinden alýnmalarý, fitneye yol açmayacak bir þekilde mümkündür. Özellikle bu hususta halifelik makamýnda bulunan kimseyle yardýmlaþýlýrsa, iþ daha da kolay olur.

Ýbn-i Teymiyye mutedil görüþü seçerek, seçimsiz iktidara gelen kiþiye, adaletli davrandýðýnda itaat edileceðine, günah iþlemesi söz konusu olunca da itaat edilmiyeceðine temas ederek þöyle der: «Bütün müslümanlar, Allah´a isyan edene itaatin söz konusu olamiya-caðý hususunda ittifak etmiþlerdir. Aralarýndaki ihtilaf, seçilmeksi-zin baþa. gelen kiþinin haklý olduðu ve adaletli davrandýðý hususlarda itaat edilip edilmiyeceði mesele sindedir.»[71]

Bu anlatýlanlardan þu neticeye varýlýr: Gerçekten peygamber halifesi olan kiþiye itaat vaciptir. Eðer bu makama seçilen kiþi günah iþlerse, bunun halifeliði peygamber halifeliðinden çýkar ve ýsýrýcý bir iktidar haline gelir. Bu kiþi, hiç hilafete seçilmemiþ kiþi gibi olur. Bu kiþi hakkýnda ulemanýn çoðunluðu þu üç karara varmýþlardýr.

1  Böyle bir halifeye karþý ayaklanma olamaz. Tâ ki böyle bir ayaklanma hak ve hukukun kaybolmasýna, hýrs ve tamahýn aðýr basmasýna ve heva ve hevese kapýlmaya yol açacak bir fitneye sebep olmasýn.

2  Böyle bir halifeye, günaha vesile olacak herhangi bir hususta itaat edilemez. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i þeriflerinde : «Müslüman kiþi Allah´a karþý günah iþlemekle enýredilmedikçe kendisine verilen emri dinlemek ve itaat etmekle mükelleftir. Þayet, Allah´a isyanla emredilirse artýk onýrn dinlemesi ve itaat etmesi söz konusu deðildir.»[72] buyurmaktadýr.

3  Zalim bir idareci karþýsýnda hakký söylemek vaciptir. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.) þöyle buyurmuþtur: «Din

Ynt: Haricilik By: neslinur Date: 20 Ocak 2010, 20:08:45
3  Zalim bir idareci karþýsýnda hakký söylemek vaciptir. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.) þöyle buyurmuþtur: «Din, nasihattir. Kime nasihattir Ya Resulallah? diye sorulunca, Allah için, Peygamberi için ve müslümanlarm imamlarýna nasihattir.»[73]

Diðer bir hadis-i þerifte; «En üstün cihad, zalim idareci karþýsýnda hakký söylemektir.»[74] buyurmuþtur.

Þayet müslümanýn, hakký açýkça söylemeye gücü yetmiyorsa, haksýzlýðý kalben reddetmesi gerekmektedir. Bu da imanýn en zayýf derecesidir. Ümnýü Seleme´den, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in þöyle buyurduðu rivayet edilir. «Yakýnda baþýnýza âmirler geçecek.

Siz onlarýn ne yaptýklarýný bilir ve hoþ görmezsiniz. Kim onlarý hakkýyla tanýrsa kendisini kurtarmýþ olur. Kim de onlarýn yaptýklarýný reddederse selâmete ulaþmýþ olur. Her kim de bunlarý hoþ görür vo bunlara uyarsa... (Bunlardan olur). Ey Allah´ýn Resul´ü bunlara karþý savaþmayalým mý? dediler. Peygamber Efendimiz de «Namaz kýldýklarý müddetçe hayýr.»[75] buyurdu.

Yine Peygamber «Efendimiz (S.A.V.)´in þöyle buyurduðu rivayet olunur: «Sizler, benden sonra, þahsî menfaatlerin, baþkalarýnýn menfaatine tercih edildiðini ve hoþ karþýlamadýðýnýz iþler göreceksiniz. Ö halde ne emredersiniz Ya Resulallah? dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: «Üzerinizde bulunan baþkalarýna ait haklarý ödeyiniz, kendi haklarýnýzý da Allah´dan isteyiniz.»[76] buyurdu.

Yine bir hadis-i þerifte, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) þöyle buyurmuþtur : «Kimin baþýna bir vali tayin edilir de, o Vaþi, tayin edilen valinin, Allah´a herhangi bir isyanda bulunduðunu görürse; o valinin yaptýðý bu isyaný hoþ görmesin. Elini de itaatten tamamen çekmesin.»[77]

Allah´ým! Sen, idareciyi de, idare edilenleri de ýslah et. Dinin direðini ayakta tut. Müslümanlarýn iþini, güçlü ve salih kullara teslim et. Bizleri doðru yola iletecek olan aklý selim sahipleriyle beraber eyle!..[78]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kont de Kasteri, el-Ýslâm havatýr ve sevanih

[2] el-Müberrîd´in «el-Kâmil» adlý eseri C. 2, Sh. 134. Ýstikâmet Matbaasý Kahire

[3] Müberridin «el-Kâmiî» adlý eseri C. 2, Sh. 135. Ýstikâmet Matbaasý baskýsý Kabire/Tarîh-i Taberî C. 5, Sh. 81, Darül Maarif baskýsý - Kahire

[4] El-Müberrirl´in «Kâmil» adlý eseri C. 2, Sh. 163

[5] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/71-77.

[6] Al-i Ýmran suresi, âyet, 97

[7] Maide suresi âyet, 44

[8] Âl-i îmran suresi âyet, 106

[9] Abese suresi âyet, 38-42

[10] En´am suresi âyet, 33

[11] Nehcül Belaða C. 8, Sh. 112, Ýsa el-Babî el-Halebî baskýsý

[12] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/77-80.

[13] Enbiya suresi âyet, 98

[14] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/80-82.

[15] Müberrid´in «el-Kamil» adlý eseri C. 2, Sh. 146

[16] Ýnþikak suresi âyet, 17

[17] «Hikka» Dört yaþýna girmiþ, üzerine binilecek deve demektir.

[18] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/82-85.

[19] Nur suresi âyet, 11

[20] Müberrid´in «el-Kâmil» adlý eseri C. 2, Sh- 236-237 Ýsa el-Bâbî el-Halebî baskýsý.

[21] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/85-86.

[22] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/86-87.

[23] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/87.

[24] Nur suresi âyet, 4

[25] Þehristani´nin «el-Milel ve en-Nihal» adlý eseri.

[26] Fetih suresi âyet, 1-3

[27] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/87-88.

[28] El-Beyan ve et-Tebyin C. 3, Sh. 204. Abdüsselâm Hanýn baskýsý - Kahire

[29] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/88-90.

[30] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/90-91.

[31] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/91-92.

[32] Efendisi tarafýndan azad edilen köle ölür de ceride baþka mirasçýsý bulunmazsa malýna, daha önce kendisini azad eden efendisi mirasçý olur.

[33] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/92.

[34] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/92-93.

[35] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/93.

[36] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/94.

[37] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/94.

[38] Müsned, Ýmam Ahmed Ýbn-i Hanbel, C. 3, Þft. 129, 183 C. 4, Sh. 421

[39] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/95.

[40] Buhari, Kitabül Ahkâm bab, 2/Müsned, Ýmam Ahmed b. Hanbel C. 2, Sh. 29, 93, 128

[41] Buhari Kitabül Menalab bab, l/Müslim Kitabül Ýmare bab; 1, 3/Müsned-i Ýmam Ahmed C. 1, Sb. 5, 101

[42] Buhari, Kitabül Ahkâm bab; 2-Kitabül Menakýb bab, 2/Darimî, Kitabüssiyer bab; 77

[43] Müslim, Kitabül Mesacid bab, 240/lbn-i Mâce, Kitab el-Cihad bab, 39

[44] Buharî Kitab el-Ahkâm bab, 4/Ýbn-i Mâce Kitab el-Cihad bab, 39/Müs-ned-i Ýmam Ahmed C. 3, Sh. 114

[45] Müslim Kitab, el-Hacc bab, 311/Tirmizî Kitab el-Cihad bab, 28/îbn-i Mâce, Kitap el-Cihad; bab, 39/Müsned-i Ahmed b. Hanbel C. 4, Sh. 70

[46] Tirmizî Kitab el-Fiten bab : 48

[47] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/95-98.

[48] Fetih suresi âyet: 10

[49] Mümtahine suresi âyet: 12

[50] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/98-99.

[51] Þura suresi âyet, 38

[52] ÂI-i îmran suresi âyet, 159

[53] Taberî C. 5, Sh. 279 Darül Maarü baskýsý. Mýsýr

[54] Buharî Kitab el-Hudud, bab; 30

[55] Menakib, Ýbn el-Cevzî Sh. 176

[56] Müslim, Kitab el-Ýmara bab; 59 Ebu Davud, Kitab es-Sünne bab; 27 Neseî, Kitab et-Tahrim bab; 6 Müsned-i Ýmam Abmed C. 4, Sh. 161

[57] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/100-107.

[58] Nisa suresi âyet; 135

[59] Müsned, Ýmam Ahmed b. Hanbel C. 1, Sh. 6

[60] Maide suresi âyet, 8

[61] Abese suresi âyet; 34-36

[62] Adiyat süresi âyet; 9-10

[63] Kehf suresi âyet; 49

[64] Tevbe suresi âyet; 10

[65] Tâhâ suresi âyet; 111

[66] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/107-111.

[67] Hucurat suresi âyet; 9

[68] Bakara suresi âyet; 124

[69] Þerh-i Muvatta, Zerkani, C. 2, Sh. 292

[70] Müsned, Ýmam Ahmed b. Hanbel C. 5, Sh. 66/ lbn-i Mâce Kitab ei-Cihad bab; 40/Buharî, Kitab eI-Âhâd,bab; l/ Müslim, Kitab el-Ýmara bab; 39/ Ebu Davud, Kitab el-Ahkâm bab; 87

[71] Minhac es-Sünne, C. 2, Sb. 76, 87

[72] Buharî, Kitab el-Ahkâm bab, 4/Ebu Davud Kitab el- Cihad bab, 87

[73] Buharî, Kitab el-îman bab, 42/Müslim, Kitab el-lman bab, 95/Trimizî Kitab el-Birr bab, 17/Nesaî Kitab el-Bey´a bah, 31

[74] Ebu Davud Kitab el-Melahim bab, 17/Tirmizî Kitab el-Fiten bab, 13/Nesaî, Kitab el-Bey´a bab, 37/lbn-i Mâce; Kitab el-Fiten bab, 20/Ahmed b. Han-bel C. 3, Sb. 19

[75] Müslim, Kitab el-îmara bab, 62, 64/Ebu Davud, Kitab cs-Sünne, bab, 27/ Tirmizî, Kitab el-Fiten, bab, 78

[76] Nesai, Kitab el-îman bab, 17/Ahmed tbn Hanbel C. 6, Sh. 295; Buharî, Kitab el-Fiten bab; 2/Müslim; Kitab el-îmara bab, 34/Nesaî, Kitab el-Bey´a bab, 3/lbn-i Mâce; Kitab el-Cihad bab; 41/Müsned-i îmam Ahmed, C. 2, Sh. 318

[77] Müslim, Kitab el-îmara, bab, 66/Darimî, Kitab el-Rikak; bab, 78/Ahmed bin Hanbel C. 6, Sh. 24

[78] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/111-116.


radyobeyan