Yirmiyedinci Mektup By: derya Date: 20 Ocak 2010, 16:39:04
YÝRMÝYEDÝNCÝ MEKTUP
Birisi karýsýna mahallî lisan ile: “ Talâkak, dü talâk, se talâk, tü berdâ-i bî) ( bir talâk, iki talâk, üç talâk sen boþ olasýn ) demesiyle, ancak o kadýn, kocasýnýn söylediði bu son (tü berdâ-i bî) (boþ olasýn) sözünden baþka talâký vâki olmadýðý, kadýndan, talâktan, veyahut rabt (baðlaç) edâtýndan bahis edilmediði ve bu üç þey’e delâlet edecek bir karineve karinenin mülâhazasý da, olmadýðý takdirde, adamýn niyeti, yalnýz talâkýn vukûna kâfi gelmediði hakkýndaki fetva için, Ölekli Molla Tahir’e yazýlmýþtýr.
ALLAHIN ADIYLA BAÞLARIM
Hiçbir varlýk yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ü selâm, mahlûkatýnýn en hayýrlýsý olan Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün âl ve ashâbýna olsun! Bundan sonra bu mektûb, âlem kutbu kaymakamýnýn (Radýyallahü anh) perverdesinden, kâhir olan Allah yolundaki kardeþi Molla Tahir’edir.
Malûmdur ki, þerîatça talâkýn vuku bulmasý için, talâktan veya kadýndan zamir veya ism-i zâhir suretiyle, sarih olarak bahis edilmesine muhtaçtýr. Bu iki þeyden birisi telâffuzdan hafz edilse, (atýlsa) meselâ: birisi karýsýna hitaben, yalnýz, “sen” dese, veya “tâlikun (boþtur)” dese, veyahut boþadým dese, fýkýh kitablarýnda zâhir olduðuna göre, denilen bu sözler, bâtýl olup, bir hüküm teþkil etmezler. Nitekim Ahmed bin Hacer, (Tuhfetü’l-Muhtac) kitabýnda, geniþ bir izahtan sonra, bu husuuta demiþ ki: “Birisi yalnýz tâlikun veya karýsý ile aralarýnda bir münâkaþa olmayýp tallâktü (boþadým) kelimeleri ile, telâffuz ederse, Ezrûî ile Mâverdi, Kaffalýn nassýndan nakil ettiklerine ve hüküm ettiklerine göre, bunu söyleyen kiþi, velev ki zevcesini de niyet ederse, talâktan hiçbir þey vâki olmaz. Çünki bu sözleri söyleyen kimsenin, bu tabirlerindeki talâk kelimesinde, kadýný kasd ettiðini dair, telâffuzda bir baðlaç karinesi geçmemiþtir. Burada Ahmed B. Hacer’in dediði sözü sona erdi.
Þabramelsi de kitabýnda bu konuda demiþ ki, eðer ilkin talâk talebi zevceden vâki olmamýþsa, kocasý, mef’ulü (nesneyi) zikir etmeden, talâktü (boþadým) kelimesini demesi, sarih talâk olamaz. Fakat talâkýn kinayesi olup olmadýðýnda tereddüt edilir. Sonra bu talâkýn ne sarihi, ne de kinayesi olduðu fetvasýný ibnu Hacer kitabýnda yazdýðýný gördüm. Tabirinin zâhirinden anlaþýldýðýna göre, adamýn söylediði bu sözden önce, zevc ve zevce arasýnda þiddetli münakaþa vâki olmuþsa da, yine söylediði bu sözü bir þey ifade etmez. Burada Þebramelsin’in sözü sona erdi.
Bundan da anlaþýlýyor ki, talâk tabirinde, kadýna veya talâk (boþanma) lâfzýna delâlet edecek lâfzî bir karine gerekir. Böyle bir karine olmazsa, kalbindeki niyet tesir etmeyip, faydasýz bir söz olur. Nitekim (Minhac þerhi) Nihâyetü’l-Muhtaç kitabýnda müellifi demiþ ki: Talâkta (boþanmada) sadece niyet kâfi deðildir.
Ýþte nakledilen bu ibârelere göre, konumuz olan (Talâkak, dü talâk, setalâk, tüberdâ-i bi) (Bir talâk, iki talâk, üç talâk sen boþ olasýn) tabirde baðlama edatý olan (B) harfi zikredilmediði için, cümlenin evveli sonuna baðlý deðildir. çünkü onda irtibat alâmeti yoktur. Þübhesiz, yukarýda geçtiði üzere, karinesiz veya talâka delâlet edecek, bir þey zikredilmeden sadece niyet etmek talâkýn vukuunda tesir etmediðinide anladýn.
Öyle ise fetvada bahs ettiðin adamýn dediði “Talâkak, dü talâk, se talâk” (Bir talâk, iki talâk, ü talâk) tabirleri baðlantýsýz olduðundan, batýl bir söz olup, hiçbir þey ifade etmez.
Yalnýz adamýn “Tu berdâ-i bî” (Sen boþ olasýn) söylediði kelimelerin, ne ifade ettiði mes’elsi, kaldý. Þayet, adam bundan üç talâk ile, sen boþ olasýn demek irade etmiþse, üç talâký, yoksa bir talâk vâki olur. Halbuki bunu söyleyen hâdise sâhibinden ne kasd ettiðini sordum, boþ olasýn meâlindeki sözü söylerken, üç talâký kasd etmediði ve aklýna bile gelmediðine dair yemin içerek bana cevab verdi.
Binaenaleyh bu tâbir Talâk-ý recî olup kendisine ric’at etmekle (kadýnýn tekrar kabul edip, rücû etmekle) emrettim. Ve hemen rücû etti. “Þayet, Ýbnu Hacer’den nakil ettiðin mef’ulsüz olan tallâktü (boþadým) kelimesi ile, bu adamýn dediði sözleri arasýnda, fark çoktur. Zira admýn mezkûr sözlerinde, þâyi olmakla beraber, açýkça talâk kelimesi de vardýr. O halde, cümlenin evveli sonuna baðlý olduðuna ibaresinden harf-i cer (baðlantý harfi) olan (Be) edatý hazf edildiðine dair bir alâmettir. Öyle ise, kadýn üç talâk ile kocasýndan boþanmýþtýr.” desen, cevabýnda derim ki, Ýbnu Hacer’in kitabýndaki mezkûr ibare ile, bu adaným tâbiri arasýnda hiçbir fark yoktur.
Çünkü mef’ûlün hazfi, harf-i cerrin hazfinden daha çok vâki olur. Bununla beraber, Ýbnu Hacer, misal olarak gösterdiði mezkûr ibarede, zevc ile zevce arasýnda, o anda vâki olan kavga ve münâkaþalarý gibi hâdiseler, talâk için, mevcut bir karine olduklarý halde, âlimler, ona iltifat etmeyip hatta onu, talâkýn kenayesinden bile, saymayarak bâtýl bir söz olduðunu kabul etmiþlerdir. Öyle ise, konumuz olan bu ibarenin telâffuzunda da rabt (baðlantý) adetý olmadýðýna göre, ona iltifat edilmez, (bir hüküm ifade etmez.)
Bu tabirle beraber, kuvvetli talâk karinesi olsa da, talâk mânasýný melâhaza etmek gerekir. Mülâhaza edilmediði takdirde telâffuzdaki talâk kelimesi, bir mâna ifade etlediði gibi karine dahi hükümsüzdür. Nitekim, Büceyremi kitabý, (menhec kitabý metninin) “ketallâktüki” (seni boþadým gibi) ibâresi þerhinde demiþ ki, musannif bu kavlindeki, arapçada teþbih (benzetme) edâtý olan kâf harfi zikir etmesinden maksadý, tâbirde geçen mef’ul (nesne) kelimesi zikir edilmezse, ona delâlet edecek bir karine olup mülâhaza edilmedikçe, talâk vâki olmadýðýna bir iþarettir. Meselâ: birisi birisine “Sen kadýnýný boþadýn mý?” dediðinde ona cevaben, boþadým, yâni kadýnýmý boþadým, dediði tâbiri gibi. Talâký (boþanmayý) kasd ederse, vâki olur, yoksa vâki olmaz. Burada Büceyremi kitabýndaki ibaresi sona erdi. Þeyhimiz ve Ýslâm dininin þeyhi, Verkanýslý þeyh Fethullah da (Radýyallahü anh) böyle fetva vermiþtir. Ýþte buna dikkat et!
Size ve yanýnýzda bulunanlara selâm olsun! Allah, Efendimiz Muhammed’e (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve sahâbelerinin üzerine, salât ü selâm eylesin!
radyobeyan