Ahirette verilecek cezalar By: armi Date: 20 Ocak 2010, 14:21:47
Dünya´daki Sevaplara ve Günahlara Göre Ahiret´te Verilecek Mükâfat ve Cezalar
Dünya müIk ve þehâdet âlemindendir. Ahiret gayb ve melekût âlemindendir. Dünyadan gayem; senin ölümden önceki halindir.
Ahiretten gayem; ölümden sonraki halindir. Bu bakýmdan senin dünya ve ahiretin, sýfatlarýn ve durumlarýndýr. O sýfat ve durumlarýn yakýnma dünya, uzaðýna ahiret adý verilir. Biz þimdilik ahi-retteki dünyadan bahsedeceðiz. Çünkü biz þu anda dünyada konuþuyoruz. Dünya mülk âlemindendir. Bizim gayemiz, âhireti izah etmektir. O da melekût âlemindendir. Oysa melekût âlemini mülk âleminde izah etmek, ancak darb-ý mesellerle mümkündür.
Biz bu misalleri insanlara anlatýyoruz ama onlarý ancak âlimler anlar.(Ankebut/43)
Bunun hikmeti þudur: Melekût âlemine nisbeten, mülk âlemi uykudur. Bu sýrra binaen Hz. Peygamber þöyle buyurmuþtur:
Ýnsanlar uykudadýr. Öldükleri zaman uyanýrlar.32
Yakaza (uyanýklýk) halinde olacak birþey, uyku halinde sana gerçek manâsýyla tebeyyün etmez. Ancak darb-ý mesellerle tebeyyün eder. Böylece ahiretin uyanýklýk halinde olan birþey de dünya uykusunda vuzuha kavuþmaz. Ancak darb-ý mesellerin çokluðu zýmnýnda olursa Mü´minin kalbi Rahmân olan Allah´ýn kudret parmaklarmdan ikisinin arasýndadýr.33
Bu, ancak âlimler tarafýndan düþünülebilen misaldir. Cahilin anlayýþý ise, misâlin zahirini geçmez. Çünkü tevil diye adlandýrýlan tefsirin cahilidir. Nitekim rüya âleminde görülen mi
sallerin tefsirine tâbir adý verilir..Bu bakýmdan cahil kiþi Allah´a el ve parmak isnâd eder. Oysa Allah Teâlâ onun sözünden büyük bir yücelikle yücedir.
Böylece Hz.Peygamberin ´Allah Teâlâ, Âdem´i sureti üzerine yarattý´ hadîsindeki suretten ancak renk, þekil anlar ve Allah´a bunlarýn benzerini isnâd eder! Oysa Allah onun sözünden büyük bir yücelikle yücedir. Bundan ötürüdür ki ilâhî sýfatlarda, hatta kelâm sýfatýnda kayan kaymýþtýr. Onlar, kelâmýn savt (ses) ve harf olduðunu sanmýþlar, diðer sýfatlarda da kaymýþlardýr. Buradaki söz oldukça uzar.
Böylece ahiret hakkýnda da darb-ý meseller vârid olur. Dinden çýkanlar onu yalanlar. Çünkü onlarýn nazarlarý misalin zahiri üzerinde donakalmýþtýr. O misal onlara mütenakýz görünür. Hz. Peygamberin þu hadîs-i þerîfi:
Kýyamet gününde ölüm, beyaz veya siyah-beyaz bir koç suretinde getirilir ve kesilir.34
Ahmak mülhid, hücum ederek bunu yalanlar. Bununla, peygamberlerin (hâþâ) yalanma istidlâl eder ve þöyle der: ´Sübhanallah! Ölüm arazdýr. Koç cisimdir. Araz nasýl cisim olabilir? Böyle olmasý muhalden baþka ne olabilir´. Fakat Allah Teâlâ bu ahmaklarý sýrlarýn marifetinden azlederek uzaklaþtýrmýþ ve þöyle buyurmuþtur:
Bunlarý ancak âlimler anlar. (Ankebût/43)
Miskin bilmiyor ki ´Ben rüyamda gördüm ki bir koç getirildi ve ´Bu koç memlekette bulunan veba hastalýðýdýr´ denildi ve ´o koç kesildi´ diyen kimseye, rüyayý tâbir eden ´Doðru söyledin. Durum senin gördüðün gibidir dedi.
Bu rüya veba hastalýðýnýn sonunun geldiðine, hiçbir zaman o memlekete dönmeyeceðine; zira kesilenden ümidin kesildiðine delâlet eder. Durum bu iken, rüya tabircisi o rüyayý tasdik etmekte doðrudur. Rüyayý gören de rüyasýnda doðrudur. Bunun hakîkati þuraya dönüþür. Rüyalarý sevk ve idare eden o kimsedir ki uyku çaðýnda ruhlarý ´Levh-i Mahfuz´daki hakikatlere muttali kýlar. Ruh´a beyan ettiði bir misalle Levh-i Mahfuz dekini ruha öðretir. Çünkü uyuyan bir kimse ancak misali anlayabilir. Bu bakýmdan onun misali doðrudur. O misalin mânâsý da sýhhatlidir.
Öyleyse peygamberlerin de dünyada konuþtuklarý insanlar, ahire te nisbetle uykudadýrlar. Dünya ahirete nisbeten uykudur. Bu bakýmdan peygamberler, mânâlarý insanlarýn anlayýþlarýna misallerle yaklaþtýrýrlar.
Bu da Allah´tan bir hikmet ve kullarýna bir lütuf, kullarýn misal vermeksizin idrâk etmelerinden aciz olduklarý þeylerin idrâk edilmesini kolaylaþtýrmak içindir. Bu bakýmdan Hz. Peygamberin ´Ölüm, beyaz bir koçun suretinde getirilir´ sözü bir misaldir. Bu misali, âhirette ölümden ümidin kesileceðini anlayýþlara yaklaþtýrmak için beyan buyurmuþtur. Kalpler misallerden etkilenecek þekilde, misaller vasýtasýyla mânâlarýn yerleþeceði þekilde yaratýlmýþtýr. Bunun ötürü Kur´ân, kudretin en son haddini belirtmek maksadýyla þöyle demiþtir:
Ona sadece ol der, o da oluverir.(Yâsin/82)
Hz. Peygamber de ´Mü´minin kalbi Rahmân´m parmaklarýndan ikisinin arasýndadýr´ sözüyle kalbin süratle deðiþtirilmesini ifade etmiþtir. Biz bunun hikmetine, ibâdetler bölümünde, akidelerin kaideleri bahsinde iþaret etmiþtik. Bu bakýmdan þimdilik asýl konumuza dönelim.
Hedefimiz, derece ve derekeleri, hasenat ve seyyiat üzerine tevzi etmenin tarifidir. Bu da ancak misalleri beyan etmek suretiyle mümkün olur. Bu nedenle beyan edeceðimiz misallerden sûretler deðil de mânâlar anlaþýlmalýdýr. Öyleyse deriz ki: Ýnsanlar âhirette birçok sýnýflara ayrýlýrlar. Saadet ve þekavet hususunda derece ve derekeleri hesaba gelmeyecek þekilde deðiþiktir.
Nitekimdünyanýn saadet ve þekavetinde farklý olduklarý gibi... Ahiret, bumânâda, asla dünyadan ayrýlmaz; zira mülkün (dünya) ve melekûtun (ahiret) müdebbiri (tedbir edicisi) birdir, onun ortaðý yoktur.
Onun ezelî iradesinden sâdýr olan yolu deðiþtirilmez. Ancak bizimderecelerin kýsýmlarýný saymaktan aciz olmamýz, cinslerin durumunu izah etmekten âciz olduðumuz anlamýna gelmez. Bu
bakýmdan deriz ki: Ýnsanlar, âhirette, zarurî olarak dört kýsma ayrýlýrlar:
1. Helâk olanlar
2.Azaba dûçar olanlar
3.Kurtulanlar
4.Zaferyâb olanlar
Bunun dünyadaki misali þudur: Bir padiþah bir ülkeyi zaptederse, halkýndan bazýlarýný öldürür. Bunlar helâk olanlardýr. Bazýlarýna bir müddet iþkence eder, onlarý öldürmez. Onlar azap çekenlerdir. Bazýlarýný da serbest býrakýr. Bunlar kurtulanlardýr ve bazýlarýna da hediyeler verir. Bunlar da zaferyâb olanlardýr. Eðer padiþah âdil ise, onlara bu taksimi ancak müstehak olduklarýndan ötürü tatbik eder. Sadece padiþahlýða müstehak olduðunu inkâr edeni öldürür. Devletin esasýnda kendisine zýt davrananý öldürür. Padiþahlýðýný ve yüce derecesini itiraf etmekle beraber hizmetinde kusur edene ceza verir. Padiþahlýðýn mertebesini itiraf edeni, kendisine karþý bir suçu olmayaný serbest býrakýr. Çünkü hizmet etmemiþti ki ona hediye verilsin. Hediyeyi ancak hayatýný hizmet ve yardýmýnda tüketene verir. Sonra zaferyâb olanlarýn hediyelerinin de hizmetteki derecelerine göre çeþitli olmasý, helâk olanlarýn helâk edilmesi de ya boyunlarýnýn kesilmesi suretiyle hakikî olacak veya inaddaki derecelerine göre azalarýnýn kesilmesiyle ceza verilecektir. Azaba dûçar olanlarýn hiffet ve þiddetinde, müddetin uzunluk veya kýsalýðýnda, nevilerin birliðinde ve deðiþikliðinde, kusur derecelerinin nisbetinde olmalýdýr.
Bu bakýmdan bu mertebelerin her biri sayýlmayacak ve inhisar altýna alýnamayacak kadar çok derecelere ayrýlýr. Böylece bil ki insanlar âhirette bu tarzda çeþitli derecelere sahiptirler; kimi helâk olur, kimi bir müddet azap çeker, kimi kurtulur selâmet evinde olur, kimileri de zaferyâb olurlar. Zeferyâb olanlar da Adn cennetlerine yerleþenler, Me´vâ cennetlerine veya Firdevs cennetine yerleþenlere taksim olunurlar. Azap çekenler de, az azap çeken, bin sene veya yedibin sene azap çeken kýsýmlara ayrýlýr.35 Yedi bin sene azap çeken, hadîste vârid olduðu gibi, cehennemden en son çýkan kimsedir.
Helâk olan ve Allah´ýn rahmetinden ümitsiz bulunan kimselerin de dereceleri deðiþik olur. Bu dereceler, ibadetler ve günahlar hasebiyle deðiþir. Bu nedenle bu derecelerin günahlar ve ibâdetler üzerine tevcih edilmesinin keyfiyetini zikredelim:
Birinci Mertebe Bu mertebe helâk olanlarýn mertebesidir. Helâk olanlardan gayemiz, Allah´ýn rahmetinden ümitsiz olanlardýr; zira daha önce belirttiðimiz misalde padiþahýn öldürdüðü kimse, padiþahýn rýzasýndan ve ikramýndan ümitsiz olmuþtur. Bu bakýmdan misalin mânâlarýndan gafil olma! Bu durum inkarcýlar, hakikatten yüz çevirenler ve sadece dünyaya yönelenler, Allah´ýn peygamberlerini ve kitablarým yalanlayanlar içindir; zira uhrevî saadet Allah´a yakýnlýk ve O´nun cemâline bakmaktadýr.
Bu ise iman ve tasdik diye isimlendirilen marifetle elde edilebilir. Ýnkâr edenler münkirlerin ta kendileri, yalanlayanlar da ebediyyen Allah´ýn rahmetinden ümitsiz olanlarýn ta kendileridir. Onlar o kimselerdir ki âlemlerin rabbinî ve gönderdiði peygamberlerini yalanlarlar. Onlar o günde rablerinden perdelenirler. Mahbubundan perdelenen herkesin, arzuladýðý ile arasýna bir perde gerildiði muhakkaktýr. Böyle bir kimse, þüphe yoktur ki ayrýlýk ateþiyle cehennem ateþini yakar. Bunun için ârifler þöyle demiþlerdir: ´Bizim korkumuz cehennem ateþinden deðil! Bizim ümidimiz, elâ gözlü cennet kadýnlarý için deðil! Bizim maksadýmýz Allah ile mülâki olmaktýr. Bizim kaçýþýmýz sadece Allah ile kul arasýnda giren perdedendir.
Denilmiþtir ki: ´Ývaz karþýlýðýnda Allah´a ibâdet eden bir kimse leîmdir´. Cennetin talebi veya cehennem ateþinin korkusu için Allah´a ibâdet etmek gibi... Oysa ârif bir kimse Allah´a, Allah´ýn zati için ibâdet eder. Sadece onun zatýný arzular. Elâ gözlü kadýnlar ve cennet meyvelerine gelince, bazen onlarý arzu etmez. Ateþe gelince, bazen ondan sakýnmaz; zira ayrýlýk ateþi kendisim kapladýðý zaman, bazen cisimleri yakan ateþi maðlup eder. Muhakkak ayrýlýk ateþi Allah´ýn ateþidir ki tutuþturulmuþtur. Öyle ki onun acýsý kalplere iþler. Cehennem ateþi ise, cisimlerle beraber vardýr. Cisimlerin elemi, kalbin elemine nisbetle hafif sayýlýr. Bunun için þair þöyle demiþtir:
Aþýðýn kalbinde ayrýlýk ateþi vardýr ki cehennem ateþinin en hararetlisi ondan daha soðuktur!
Bunun ahiret âleminde olacaðýný inkâr etmek uygun deðildir; zira dünya âleminde bunun gözle görülen benzeri vardýr. Çünkü kendisine vecd hali gelen bir kimse ateþe girer. Kesilmiþ ve yaralayýcý kamýþ köklerine basar. Buna raðmen kalbindeki aþkýn þiddetinden bu elemi hissetmez. Bazen görürsün ki öfkeli bir insana savaþta öfke öyle galebe çalar ki ona birkaç yara isabet eder. Buna raðmen o, onlarý hissetmez. Çünkü öfke kalpte bir ateþtir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) þöyle buyurmuþtur:
Öfke ateþten bir parçadýr.36
Kalbin yanmasý, bedenin yanmasýndan daha þiddetlidir. Gördüðün gibi þiddetlisi hafifte meydana gelen hissi iptal eder. Bu bakýmdan ateþle ve kýlýçla helâk olmak, ancak iki cüz´ü ayýrmak bakýmýndan helaktir. O ayrýlan cüzler cisimlerde mümkün olan birleþtirme baðýyla âhirette birbirine baðlanýr. Bu bakýmdan kalp ile kendisine baðlý bulunan, hem de cisimler arasýndaki baðlantýdan daha saðlam bir bað ile baðlý bulunan sevdiðinin arasýna ayrýlýðý sokan ateþ, elem bakýmýndan daha þiddetlidir. Eðer sen basiret ve hâl ehli isen bunu bilirsin. Kalp ehli olmayan bir kimsenin bu elemin þiddetini idrâk etmemesi ve bedenin elemine nisbeten hafif saymasý uzak bir ihtimal deðildir. Bu bakýmdan çocuk, top ve çelik çomaktan mahrum edilmek elemiyle, saltanattan mahrum edilmek elemi arasýnda muhayyer býrakýlýrsa, asla saltanattan mahrum olmanýn elemini hissetmez. Bunu elem bile saymaz ve þöyle der: ´Topla beraber sahada koþmak, benim için üzerinde oturmakta olduðum, saltanatýn bin tahtýndan daha sevimlidir´.
Mide þehvetine maðlup olan bir kimse ´Herise ve Helva´ ile düþmanlarýnýn kahrýna ve dostlarýnýn sevinmesine vesile olan güzel bir fiilin yapýlmasý arasýnda muhayyer býrakýlýrsa, muhakkak Herise ve Helva yemeyi tercih eder. Bütün bunlar, varlýðýyla mertebe sevgisini gerektiren durumun yokluðu ve yemeðin lezzetini gerektiren durumun mevcut olmasý sebebiyledir. Bu da hayvanî ve yýrtýcý sýfatlarýn kölesi olan, âlemlerin rabbine yaklaþma zevkini tatmayan, melekî sýfatlardan mahrum olan bir kimse için sözkonusudur. Tadýn dile, duymanýn kulaða, görmenin göze mahsus olduðu gibi, bu sýfatlar da yalnýz kalbe mahsustur. Bu bakýmdan kalp ehli olmayan bir kimsenin bu hissi yoktur. Týpký duymayan ve görmeyen bir kimse için naðmelerin, güzel suretlerin ve renklerin zevkinin sözkonusu olmadýðý gibi. Her insan için kalp ehli olmasý þart deðildir. Eðer her insan için þart olsaydý o vakit þu ayetin hükmü sahih olmazdý:
Muhakkak ki bunda, kalbi olan yahut þahid olarak kulak veren kimse için bir ihtar (bir ibret dersi) vardýr.(Kaf37)
Bu bakýmdan Allah Teâlâ, Kur´ân ile ibret almayan bir kimseyi kalpten yoksun kabul etmiþtir. Kalpten gayem; göðüsteki kalp deðildir. Bundan gayem emir âleminde olan sýrdýr. O sýr, öyle bir sýrdýr ki yaratma âleminden olan et parçasý onun tahtý, göðüs onun kürsüsü, diðer azalar onun memleketidir. Yaratma ve emrin tamamý Allah´ýndýr. Fakat kalp öyle bir sýrdýr ki Allah Teâlâ onun hakkýnda þöyle buyurmuþtur:.
Bir de sana Ruh hakkýnda (Ruh´un hakikatinden) soruyorlar. De ki: ´Ruh, rabbimin ermindendir.(Ýsra/85)
Emir ve padiþah Allah´týr. Çünkü emr ile yaratma âlemi arasýnda bir tertip vardýr. Emr âlemi, halk âleminin emridir Kalp öyle latif bir þeydir ki o ýslah olduðu zaman, bedenin tümü de ýslah olur. Onu bilen nefsini bilir. Nefsini bilen rabbini bilir. Kul, bundan peygamberin þu hadîs-i þerifinin altýnda saklanan mânânýn kokularýnýn baþlangýçlarýný sezer: ´Allah, Adem´i sureti üzerinde yarattý´.
Allah Teâlâ, bu hadîsin lâfzýný zahirine hamledenlere ve te´vil yolunda zorluk çekenlere rahmet nazarýyla bakmýþtýr. Fakat lâfza hamledenlere olan rahmeti, teVilde zorluk çekenlere olan rahmetinden daha fazladýr. Çünkü rahmet, musibete göre verilir. Onlarýn musibeti, teVil edenlerin musibetinden daha fazladýr. Her ne kadar iki sýnýf da emrin hakîkatma varamamak musibetinde ortak iseler de... Hakîkat Allah´ýn faziletidir, dilediðine verir. Allah büyük fazilet sahibidir. Hakîkat Allah´ýn hikmetidir, dilediðine tahsis eder. Kime hikmet verilmiþse, muhakkak ona bol hayýr ihsan edilmiþtir.
Biz hedefimize dönelim; zira ipi oldukça gevþettik. Bu kitapta maksadýmýz olan muamele ilimlerinden daha yüksek olan bir þeyde sözü oldukça uzattýk. Bu bakýmdan anlaþýlmýþtýr ki; helâk olma, ancak yalanlayan cahiller için sözkonusudur. Bunun Allah´ýn kitabýndan ve Hz. Peygamberin sünnetinden delili hasr altýna girmeyecek kadar çoktur. Bunun için biz o delilleri burada zikretmedik.
Ýkinci Mertebe
Ýkinci mertebe azap görenlerin mertebesidir. Bu mertebe, imanýn esasý ile süslenen bir kimsenin mertebesidir. Fakat bu kimse imanýn gereðini yapmakta kusur etmiþtir; zira imanýn baþý Tevhidedir. Tevhid de Allah´tan baþkasýna ibâdet etmemektir. Kim hevâsmm peþinde giderse o, hevâsýný ilah edinmiþtir. O, hakikatte deðil, diliyle muvahhid (birleyici)dir.
´Lâ ilâhe illâllah´ demenin gerçek mânâsý þu ayetin kasdettiði þeydir:
Allah de! Sonra býrak onlarý, daldýklarý bataklýkta oynaya dursunlar.(En´âm/91)
Bu, Allah´tan baþka her þeyi tamamen terketmek demektir.
Rabbimiz Allah´týr´ deyip, sonra doðru olanlarýn üzerine melekler iner,(Fussilet/30)
Sýrat-ý Müstakim ki tevhid ancak onun üzerinde istikametli olmakla kemâle erer. O sýrat-ý müstakim kýldan daha ince, kýlýçtan daha keskindir. Âhirette vasfedilen sýrat gibidir. Az da olsa hiçbir insan istikametten inhiraf etmek meylinden kurtulamaz; zira az bir fiilde olsa dahi, hevâ-i nefse tâbi olmaktan kurtulamaz. Bu ise tevhid´in kemâline zarar verir. Sýrat-ý müstakim´den sapmasý nisbetinde bir zarar uðrar. Þüphesiz bu durum Allah´a yaklaþmak derecelerinde eksikliktir. Her eksiklikte de iki ateþ vardýr:
1.Noksanlýk ile oluþan ve kemâli elden kaçýran ayrýlýk ateþi.
2.Kur´an´m vasýflandýrdýðý gibi cehennem ateþi.
Bu bakýmdan sýrat-ý müstakimden inhiraf eden herkes, iki defa azaba dûçar olur. Fakat o azabýn þiddeti ve müddetin uzunluðuna göre deðiþik olmasý iki þeyden dolayýdýr. O þeylerden biri imanýn kuvvet ve zafiyetidir. Ýkincisi hevâ-i nefse çok veya az tâbi olmaktýr. Birçok durumda insanlarýn hiçbiri bu iki durumdan kurtulamadýðý için Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:
Ýçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin katýnda kesinleþmiþ bir hükümdür. Sonra Allah´tan korkup sakýnanlarý kurtarýrýz ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüþ olarak býrakýrýz. (Meryem/71-72)
Bu sýrra binaen selef demiþtir: ´Korktuk! Çünkü kesinlikle bildik ki bizler ateþe varacaðýz!´ Kurtuluþ hakkýnda ihtilâf vardýr. Hatta bazýlarý, ´Çakan þimþek gibi ateþin üstünden geçer, hiç ateþte kalmaz. Bir an ile yedi bin sene arasýndaki gün, hafta, ay ve diðer müddetler ve çeþitli dereceler vardýr´ demiþlerdir. Azabýn þiddeti hakkýndaki ihtilâf þöyledir: En yüksek azabýn sonu yok. Azabýn en azý hesapta sorguya çekilmektir. Nitekim padiþah, kusur edenleri bazen sorguya çekmek suretiye azarlar, sonra affeder. Bazen kamçý ile döver. Bazen azabýn diðer bir çeþidini tatbik eder. Azabýn müddet ve þiddetinden baþka çeþitlerin ihtilâfý diye üçüncü bir ihtilâf daha vardýr; zirâ sadece malýnýn müsaderesiyle azaba dûçar olan bir kimse malýnýn alýnmasý, evlâdýnýn öldürülmesi, hareminin mübâh kýlýnmasý, akrabalarýna azâb edilmesi, vurulmasý, dilinin, elinin, burnunun, kulaðýnýn ve öteki uzuvlarýnýn kesilmesiyle tâzib edilen gibi omaz. Bu ihtilâflar ahiret azabý hakkýnda da olmuþtur. Þeriatýn kesin delilleri buna delâlet etmektedir. Bu, imanýn kuvvet ve zafiyetinin ihtilafýna, ibâdetlerin çokluk ve azlýðýný, günahlarýn çokluk ve azlýðýna göre deðiþir.
Azabýn þiddetine gelince, bu günahlarýn çirkinliðinin þiddet ve çokluðuna göredir. Azabýn çokluðu günahýn çokluðuna baðlýdýr. Azabýn çeþitlerinin deðiþmesi, günah çeþitlerinin deðiþmesine baðlýdýr. Bu durum kalp erbabýna, Kur´an´m delileri ve iman nuruyla görünür.
Allah Teâlâ´mn þu ayetleriyle bu mânâ kastedilmektedir.
Rabbin hiçbir zaman kullara zulmedici deðildir. (Fussilet/46)
Bugün her hefis, kazandýðýyla cezalandýrýlacaktýr.(Mü´min/17)
Ýnsana çalýþmasýndan baþka birþey yoktur.(Necm/39)
Artýk kim zerre kadar hayýr iþlerse onun karþýlýðýný görür. Kim zerre kadar þer iþlerse onun karþýlýðýný görür, (Zilzâl/7-8)
Bunlardan baþka, Kur´ân ve Sünnet´te, ceza ve mükâfatýn ameller üzerine terettüp ettiðini belirten daha nice deliller vardýr. Bütün bunlar adalettir. Ýçinde zulüm yoktur. Af vemerhamet tarafý daha kuvvetlidir; zira Allah Teâlâ, Hz. Peygamberin naklettiði bir hadîs-i kudsîde þöyle buyurmuþtur: ´Rahmetim gazabýmý geçmiþtir´37
Zerre miktarý bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katýndan da büyük mükâfaat verir,(Nisâ/40)
Mâdem ki durum budur, derece ve derekelerin sevaplara ve günahlara baðlanmasýndan ibaret olan bu küllî hükümler, þeriatýn kesin delilleriyle ve marifetin nuruyla malûmdurlar.
Tafsilâta gelince, bu ancak zanla bilinir. Bunun istinad ettiði delil, haberlerin zahirleri ve ibret gözüyle görmenin nurlarýndan alman bir nevi tecrübedir.
Sonuç olarak deriz ki; imanýn esasýný kuvvetlendiren, bütün büyük günahlardan kaçan, bütün farzlarý güzelce edâ eden -buradaki farzlardan gayem beþ rükündür- kendisinden küçük günahlar ancak müteferrik olarak sâdýr olup onlarda ýsrar etmeyen bir kimsenin azabýnýn sadece hesapta sorguya çekilmekten ibaret olacaðý düþünülebilir. Çünkü bu kimse hesaba çekildiði zaman, sevablarý günahlarýna aðýr basar; zirâ hadîslerde vârid olmuþtur ki; ´Beþ vakit namaz, cuma namazý ve Ramazan orucu, aralarýnda vâki olan günahlarý kefaretleridirler´.
Böylece büyük günahlardan korunmak da Kur´ân nassýnýn hükmüne göre, küçük günahlarýn kefareti olur. Kefaret-lendirmenin en az dereceleri -eðer hesabý kaldýrmazsa- azabý kaldýrmaktýr. Hali böyle olan herkesin sevabý aðýr basar. Bu bakýmdan terazide rüçhanm belirmesinden ve hesaptan sonra, kiþinin iyi bir maiþet içerisinde bulunmasý uygundur. Evet! Onun ´ashâb-ý yemîn´e veya Allah´ýn dergâhýna yaklaþtýrýlmýþ mukar-reblere iltihaký, Adn cennetlerine konmasý veya en yüce Firdevs´te yer almasý ne güzel birþeydir. Ýþte bunun gibi imanýn sýnýflarý da tedkik edilir. Çünkü iman iki çeþittir; Biri halk tabakasýnýn imaný gibi taklidî imandýr ki bunlar dinlediklerini tasdik edip bu inanç üzerine devam ederler.
Bir de keþfi iman vardýr ki Allah´ýn nuruyla açýlan göðüste olur. Bu imanda bütün varlýk olduðu gibi keþfolunur ve görülür ki hepsinin dönüþü Allah´adýr. Çünkü varlýk aleminde Allah´tan, sýfat ve fiillerinden baþka birþey yoktur.38
Ýþte bu sýnýf, mukarreblerin (yaklaþtýrýlmýþ kimselerin) en yüce Firdevs*® konanlarýn ta kendisidir. Onlar mele-i a7â´ya (en yüce cemaate) gayet yakýndýrlar. Bunlar da birçok sýnýfa ayrýlýrlar. Bazýlarý (hayýrlar hususunda) herkesin önünde olan Sâbikûn´dur. Bazýlarý derece bakýmýndan bunlardan daha aþaðýdýr. Bunlarýn arasýndaki fark, Allah´ýn marifetindeki farklýlýklarýna göredir. Allah´ýn marifetinde ârif olanlarýn dereceleri inhisar altýna alýnamayacak kadar büyüktür. Zira Allah Teâlâ´mn celâlinin künhünü ihâta etmek mümkün deðildir. Marifet denizinin derinliði sonsuzdur. Ancak dalgýçlar, kuvvetleri nisbetinde oraya dalarlar. Ezelde kendilerine takdir edilen yere kadar giderler, Bu bakýmdan Allah´a giden yolun konaklarýnýn sonu yoktur! Allah yolunun yolcularýnýn dereceleri nihayetsizdir.
Taklidî bir iman ile iman edene gelince, o da ashâb-ý yemin´dendir. Ancak onun derecesi mukarreb kimselerin derecesinden aþaðýdýr. Onlar da çeþitli derecededirler. Ashâb-ý yeminin derecelerinin en yücesi, mukarreblerin derecelerinin en düþüðüne yaklaþmasýdýr. Bu durum, bütün büyük günahlardan sakýnan, farzlarýn tamamýný yapan kimsenin durumudur. Farzlardan gayem; kelime-i þahadeti söylemek, namaz kýlmak, zekât vermek, oruç tutmak ve hacca gitmekten ibaret olan beþ rükündür. Bir veya birkaç büyük günah iþleyen veya Ýslâm´ýn bazý rükünlerini ihmal eden bir kimseye gelince, eðer bu kimse eceli yaklaþmadan önce nasûh (kesin) bir tevbe eli tevbe ederse, büyük günah iþlemeyenler safýna iltihak eder. Çünkü günahtan tevbe eden, günahý olmayan bir kimse gibidir. Yýkanmýþ elbise, kirlenmemiþ elbise gibidir.
Eðer bir kimse tevbe etmeden ölürse, bu durum tehlikeli bir durumdur. Zira günahta ýsrar ettiði halde ölen bir kimsenin, ölüm sýrasýnda çoðu zaman imaný sarsýlýr. Dolayýsýyla kötü sonuca uðrar. Hele imaný taklidî ise bu durum kaçýnýlmaz olur. Çünkü taklidî iman, her ne kadar kesin ise de az bir þüphe ve hayal ile daðýlmaya mahkumdur. Basiret sahibi ârif kiþinin ise, bu kötü sondan korkmasý gerekmez. Bunlarýn ikisi de iman üzerine ölseler dahi, azap görürler. Ancak Allah Teâlâ hesap hususundaki sorgu azabýndan fazla olan azabý affederse durum deðiþir. Cezanýn müddet bakýmýndan çokluðu, günahta ýsrar etme müddetinin çokluðuna göredir. Þiddetinin çokluðu ise büyük günahlarýn çirkinliðine göredir. Çeþidin deðiþikliðinin çokluðu ise, günahlarýn sýnýflarýnýn deðiþmesine göredir. Azap müddeti bittikten sonra taklidçi halk kitlesi, ashâb-ý yemîn´in derecelerine ulaþýrlar. Basiret sahibi ârifler de Ýlliyyînin en yüce derecesine yükselirler. Ateþten en son çýkan kimseye bile dünyanýn on misli verilir.39
Buradaki gayenin cisimlerin etrafýný ölçmekle takdir edildiðini zannetme. Bu bir fersaha karþý iki veya on fersaha karþý yirmi fersah vermek gibi deðildir. Çünkü bu, darb-ý meselin yolunu bilmemezlikten gelen bir cehalettir. Belki hadîsteki ifade þu söz gibidir: Ondan bir deve aldý. Ona on mislini verdi! Deve on dinara eþitti. Yüz dinar verdi. Eðer buradaki misilden ancak tartýda ve aðýrlýktaki misli anlamýþ olursa, hiçbir zaman yüz dinar, eðer terazinin bir kefesine, deve de diðer kefesine konursa devenin binde biri olamaz. Belki bu muvazene, cisimlerin mânâlarý ile ruhlarýnýn muvazenesidir. Þahýs ve heykellerinin muvazenesi deðildir. Çünkü deve uzunluðu, aðýrlýðý, eni için istenmez, mal olduðundan dolayý istenir. Bu bakýmdan onun ruhu maliyettir.
Onun cismi ise, et ile kandan ibarettir. Yüz dinar, cismanî tartýyla deðil ruhanî tartýyla onun on mislidir. Bu tevi, altýn ve gümüþün malhi ruhunu bilen bir kimsenin nezdinde doðrudur.
Eðer ona, aðýrlýðý bir miskal ve kýymeti yüz dinar olan bir cevher verse ve ´Onun on mislini verdim!´ dese, doðru söylemiþ olur, Fakat onun doðruluðunu ancak cevherden anlayanlar biirler. Zira cevherlik ruhu sadece görmekle idrâk edilmez. Görmenin ötesinde bulunan bir seziyle bilirnir. Bu sýrra biaen çocuk bunu yalanlar, köylü ve göçebe de yalanlar ve derler ki: ´Bu cevher ancak bir atþtýr. Onun aðýrlýðý bir miskaldir. Devenin aðýrlýðý bir milyon miskaldir.´
Bu bakýmdan onlarýn gözünde o kiþi ´Ben ona on misiini verdim´ demekle yalan söylemiþtir. Oysa hakikatte yalancý çocuktur. Ancak çocuðun nezdinden bu tahkike ulaþmanýn yolu yoktur. Ancak bâlið olup kemâle erince bunu anlar. Kabinde cevherlerin ve diðer malarýn ruhlarýný idrâk eden nurun oluþumundan sonra bunu anlayabilir. O zaman doðruluk ona görünür. Arif kiþi. Hz. Peygamber´in þu muvazenedeki doðruluðunu eksik olan mukallide hakkýyla anlatmaktan acizdir.
Zira Hz. Peygamberin (s.a.) ´Cennet göklerdedir´ dediði haberlerde vârid olmkuþtur. Oysa gökler de dünyayadýr bu bakýmdan dünyanýn on misli kadar olan þey nasýl dünyada olabilir? Ýþte bu bâlið bir kimsenin o muvazeneyi çocuða anlatmaktan aciz olmasý gibidir. Yine bedevîye anlatýlmasý da bunun gibidir. Nasýl ki cevherci, bedevî ve köylüye vc muvazeneyi anlatmak zorluk çekiyorsa, ârif bir kimse de þu muvazene hususunu anlatmak için ahmak ve eblehle uðraþtýðýndan ötürü merhamete muhtaçtýr. Bunun için Hz. Peygamberk (s.a) þöyle buyurmuþtur.
Üç sýnýfa merhamet ediniz:
1.Cahiller arasýnda kalan âlime,
2.Bir kavmin zengini iken fakir düþen kimseye,
3.Bir kavmin azîzi iken zelîl olan kimseye!40
Peygamberler ümmetin arasýnda insanlarýn aklýnýn kusurundan ötürü imtihan olarak çekmiþ olduklarý zorluklardan dolayý merhamete lâyýktýrlar. Allah bu durumu onlarý denemek için ve
rir. Bu bir beladýr. Ezelî kaza ve kader peygamberlere bu belayý yüklemiþtir,
Bela önce peygamberlere, sonra velî kullara, sonra dinî bakýmdan en önde olanlara verilir.41
Buradaki belanýn Hz. Eyyûb´un belasý gibi, olduðunu sanma.42 Hz. Eyyûb´un belasý bedene verilen beladýr. Nuh´un (a.s) belasý da büyük belalardandýr. Zira Nuh (a.s) öyle bir cemaatla müptelâ oldu ki onlarý Allah´a çaðýrmasý, onlarý daha da azdýrýr ve kaçýrýrdý.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bazý insanlarýn sözlerinden rahatsýz olduðu zaman þöyle demiþtir: ´ Ali ah Teâlâ kardeþim Musa´ya rahmet etsin. O bundan daha fazlasýyla eziyet gördü. Buna raðmen sabretti´.43
Öyle ise peygamberler inkarcýlarla mübtelâ olmaktan uzak deðildirler, velî ve âlim kullar da cahillerle mübtelâ olmaktan uzak olamazlar. Bunun için velî kullar eziyetlerin ve belalarýn çeþitlerinden çok as kurtulurlar. Memleketten çýkartýlmak, sultana ihbar edilmek, küfür ve dinden çýktý diye aleyhlerinde þahitlik edilmek ve (daha neler neler)... Marifet ehlinin, cahiller katýnda kâfirlerden sayýlmasý normaldir. Nitekim kocaman bir devenin karþýlýðý olarak küçücük bir mücevher alan bir kimsenin cahiller yanýnda malýný zayi eden israfçýlardan sayýlmasýnýn vâcib olduðu gibi...
Bu incelikleri bildiði zaman, Hz. Peygamberin ´Ateþten en son çýkan kiþiye, dünyanýn on misli mülk verilir´ hadîsine iman et! Sakýn sadece gözle görülen, duygularla idrâk edilen þeyleri tasdik etmekle kalma! Kalma ki iyi ayaklý merkep mesabesinde olmuþ olmayasm! Çünkü merkep de beþ duyuya sahip olmakta seninle ortaktýr. Sen ancak ilâhî bir sýr ile ki o sýr göklere, yere ve daðlara arzolundu, onlar onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular merkepten ayrýlýrsýn. Bu bakýmdan duyular âleminin dýþýnda olanlarý seni merkep ve diðer hayvanlardan ayýran o sýr sayesinde öðrenebilirsin. Öyle ise ondan gafil kalan, onu muattal veya tamamen ihmal eden, hayvanlarýn derecesiyle kanaat getiren, hisle duyulanlarýn ötesine geçmeyen kimse nefsini helâk etmiþ, bunlardan yüz çevirmek suretiyle onlarý unutmuþtur. Bu bakýmdan siz, Allah´ý unuttuklarýndan dolayý Allah tarafýndan nefisleri kendilerine unutturulmuþ kimseler gibi olmayýnýz. Öyleyse ancak duyularla idrâk edileni bilen herkes, Allah´ý unutmuþtur. Zira Allah´ýn zatý, bu âlemde beþ duyu ile idrâk olunmaz. Her kim Allah´ý unutmuþsa, þüphesiz Allah ona kendi nefsini unutturmuþtur. O, hayvanlar mertebesine inmiþtir. En yüce ufuklara terakki etmeyi terketmiþtir.
Allah Teâlâ´nm kendisine emanet ettiði emanete hainlik yapmýþ ve kendisine vermiþ olduðu nimetlerini inkâr etmiþ, dolayýsýyla azabýna mâruz kalmýþtýr. Ancak bu kimse hayvandan daha kötü durumdadýr. Çünkü hayvan ölümle kurtulur. Bunun ise yanýnda emanet vardýr. Þüphesiz emanet sahibine geri verilmelidir. Bu bakýmdan emanetin dönüþü Allah´adýr. O emanet pýrýl pýrýl parlayan güneþ gibidir. Ancak þu fâni bedene inmiþ ve onda kaybolmuþtur. Þu fâni beden harap olduðu zaman, güneþ batýdan doðacak, yaradanma dönecektir. Ya simsayah ve tutulmuþ halde veya pýrýl pýrýl parladýðý halde dönecektir. Pýrýl pýrýl parlayan güneþ rubûbiyet huzurundan perdelenmiþ deðildir. Kararmýþ güneþ de o huzura dönüþ yapar. Zira dönüþ noktasý hepsi için o huzurdur. Ancak bu kararmýþ güneþ, a´lâ-yý illiyyîn tarafýndan, baþý esfel-i sâfilîne doðru eðilerek dönüþ yapar.
Rablerinin huzurunda baþlarýný öne eðmiþ; ´Rabbimiz, gördük, iþittik, bizi geri döndür sâlih amel yapalým; artýk kesin olarak inandýk!´ demekte olan suçlularý bir görsen!
(Secde/12)
Böylece Allah Teâlâ onlarýn katýnda olduklarýný belirtmiþtir. Ancak onlarýn baþlarý eðiktir. Yüzleri enseleri tarafýna dönmüþ, baþlarý aþaðýya eðilmiþtir. Bu hüküm Allah Teâlâ´nm tevfîkinden mahrum ettiði ve yoluna hidayet etmediði bir kimse hakkýnda ilahî bir hükümdür. Bu bakýmdan biz dalâletten ve cahillerin mertebelerine inmekten Allah´a sýðýnýrýz!
Ýþte bu, ateþten çýkan kimselerin kýsýmlara ayrýlmasýnýn hükmüdür. O çýkanlara dünyanýn on misli veya daha fazlasý verilir. Ateþten ancak ehl-i tevhid (Allah´ý bir bilenler) çýkar.
Tevhid´den gayem, sadece dille Lâ ilâhe illâllah demek deðildir.
Çünkü dil, mülk ve þehâdet âlemindendir. Bu bakýmdan onun faydasý ancak mülk aleminde olur. Yani kelimesi þehadefi söyleyenin boynundan kýlýcý, malýndan da ganimetçilerin ellerini
uzaklaþtýrýr. Boyun ve malýn müddeti, yaþama müddetidir. Boyun ve malýn kalmadýðý bir yerde dil ile söylenen söz fayda vermez.
Ancak tevhidde doðruluk fayda verir. Tevhid´in kemâli eþyanýn tamamýnýn Allah´tan bilinmesi demektir. Bunun alâmeti kendisine tatbik edilenden dolayý halkýn hiçbirine öfkelenmemesidir.
Zira vasýtalara bakýlmamalý, tevekkül bahsinde tahkiki geleceði gibi, sebeplerin müsebbibi ve yaratanýna bakýlmalýdýr. Bu tevhid, muvahhidlere göre deðiþiktir. Bu bakýmdan insanlardan
bazýlarýnýn tevhid´den daðlar kadar nasibi vardýr. Bazýlarýnýn bir miskal nasibi vardýr. Bazýlarýnýn bir hardal tanesi ve zerre kadar nasibi vardýr. Öyleyse kalbinde miskal kadar imaný olan bir kimse,ateþten ilk çýkan kimsedir.Kalbinde zerre kadar iman olaný ateþten çýkarýnýz!44
Ateþten en son çýkacak kimse, kalbinde zerre kadar iman olan kimsedir. Miskal ile Zerre arasýnda derecelerin deðiþikliði nisbe-tinde, miskal ve zerre tabakalarýnýn arasýnda ateþten çýkarlar. Miskal ve zerre ile ölçü vermek darb-ý mesel yoluyladýr. Nitekim biz bunu mallarla paralar arasýndaki muvazenede zikrettik. Tevhid ehlini en fazla cehenneme sokan, dünyada kullara yapýlan zulümlerdir. Bu bakýmdan kullarýn defteri öyle bir defterdir ki terkedilmez. Diðer günahlar ise, af ve kefaret yoluyla affedilir. Nitekim eserde vârid olmuþtur ki: Kul, daðlar kadar sevabý olduðu halde Allah´ýn huzurunda durdurulur. Eðer o sevablar ona teslim edilirse muhakkak cennet ehlinden olur. Bu esnada zulme uðrayanlar kalkar ve ´O þunun namusuna küfretmiþtir. Diðerinin malýný almýþtýr. Öbürüne vurmuþtur´ derler ve sevaplarýndan bu haklar bir sevabý kaimaymcaya kadar ödenir. Melekler ´Ey rabbi-miz! Bu kiþinin sevaplarý bitti. Daha birçok hak sahibi kaldý!´ derler. Bunun üzerine Allah þöyle buyurur:
Onlarýn günahlarýndan alýn da bunun günahlarýnýn üzerine ekleyin! Onun için ateþe götürücü bir vesika yazýn ve cehenneme gönderin.
Nasýl ki o, kýsas yoluyla baþkasýnýn günahýyla helâk oluyorsa, mazlum da zalimin sevabýný elde etmekle kurtulur. Zira mazluma yapýlan zulümden dolayý zalimin sevaplarý mazluma verilir.
Ýbn Celâ´dan45 þöyle hikâye olunmuþtur: Arkadaþlarýndan bazýlarý kendisini gýybet ettiler. Sonra gýybetçi Ýbn Celâ´nýn yanýna gelip helâlleþmek istedi. Ýbn Celâ ´Ben asla onu helâl etmem! Benim amel defterimde bu sevaptan daha üstün bir scevap yok! Ben bu sevabý defterimden nasýl silerim?´ dedi. Ýbn Celâ da ve yine bir baþkasý da þöyle dedi: ´Arkadaþýmýn günahlarý benim sevaplarýmdandýr. Ýstiyorum ki defterimi o günahlarla süslemiþ olayým!´
Kullarýn kýyamette saadet ve þekavetinin dereceleri hakkýndaki ihtilâflarýndan zikretmek istediðimiz budur. Bütün bunlar sebeplerin zahiriyle verilen hükümdür. Bu týpký doktorun, bir hastaya ´Elbette ölecek! Tedavi kabul etmez!´ baþka bir hastaya da ´Hastalýðý hafiftir. Tedavisi kolaydýr hükmüne benzer. Çünkü doktorun bu zannî, hallerin çoðunda isabetli bir zandýr. Fakat bazen helake yaklaþmýþ bir kimse, doktorun idrâk etmeyeceði bir sebepten iyileþir. Bazen de hastalýðý hafif olan bir kimse doktorun bilmediði bir sebepten ölür. Bu, Allah Teâlâ´nm insanlardan gizli olan sýrlarmdandýr, sebeplerin müsebbibi tarafýndan malum bir nýsbette tertip edilen sebeplerin bilinmez tarafmdandýr. Zira beþerin kuvvetinde onun künhüne vâkýf olmak yoktur, âhirette kurtuluþ ve zafere varmak da böyledir. Onlarýn gizli sebepleri vardýr. O sebeplere muttali olmak beþerin kudretinde deðildir. Kurtuluþa ulaþtýran o gizli sebebe af ve rýza ismi verilir. Helake götüren sebep de öfke ve intikam ile isimlendirilir. Bunun ötesinde ilâhî ve ezelî bir meþiyet vardýr ki halk ona muttali olamaz. Bunun için bize asi bir kimsenin baðýþlanabileceðim her ne kadar zahirî
günahlarý çok olsa da caiz görmek farzdýr.
Ýtaatkâr bir kimsenin zahirî ibadetleri ne kadar fazla olsa da ona ceza verilebileceðini caiz görmeliyiz, çünkü itimad takvayadýr. Takvâ da kalptedir. Kalp ise kalbin sahibinin bile muttali olamayacaðý kadar bilinmezdir. Öyle ise kalbin sahibi olmayan bir kimse ona nasýl muttali olacaktýr, fakat bazen kalp erbabýna falan kulun baðýþlanmayacaðý keþ-folunur. Ancak kendisinde gizli olan bir sebeple affolunur. Ceza, ancak gizli ve Allah´tan uzaklaþmayý gerektiren bir sebepten ötürüdür. Eðer olmasaydý, af ve öfke ameller ve vasýflar üzerinde terettüb eden ceza olmazdý. Eðer ceza olmasaydý adalet olmazdý. Eðer adalet olmasaydý þu âyetlerin nushasý hâþâ sahih olmazdý
Rabbin asla kullara zulmedici deðildir.(Fussilet/46)
Þüphesiz ki Allah zerre kadar zulmetmez.(Nisâ/40)
Oysa bütün bunlar doðrudur, insanýn elinde ancak çalýþmasýnýn semeresi vardýr, görülen ancak çalýþmasýdýr. Her nefis kazandýðýnýn rehinidir. Onlar haktan saptýklarý zaman, Allah onlarýn kalbini kaydýrýr. Onlar nefîslerindekini bozduklarý zaman, Allah da onlarda bulunan nimeti þu âyetin tahakkuku için bozar:
Bir millet kendi durumlarýný deðiþtirmedikçe Allah onlarýn durumlarýný deðiþtirmez.
(Ra´d/11)
Bütün bunlar kalp sahiplerine görülen þeylerden daha açýk bir þekilde keþf olunmuþ tur. Zira gözle görülende yanlýþlýk mümkündür. Çünkü göz bazen uzaðý yakýn, büyüðü küçük görür. Kalbin müþahedesinde yanýlma mümkün deðildir. Önemli olan kalp basiretinin açýlmasýdýr. O basiretler açýldýktan sonra görülende yanlýþlýk tasavvur edilemez.
Gönül gördüðünde yanýlmadý! (Necm/)
Üçüncü Mertebe: Kurtulanlarýn mertebesidir. Kurtuluþutan gayem; saadet selâmettir. Saadete ermek ve zaferyâb olmak deðildir. Bunlar, hizmet etmemiþler ki kendilerine hilkat verilsin. Kusur yapmamýþlardýr ki azaba dûçar olsunlar.
Bu halin, deliler ve kâfirlerin çocuklarý ve aklý noksan olanlarýn hali olmasý mümkündür. Dünyanýn ücra köþelerinde Ýslâm kendilerine teblið edilmemiþ olanlarýn, akýlsýzlýk ve marifetsizlik üzerinde yaþayanlarýn ise, ne marifetleri, ne inkârý ne itaat etmeleri, ne de isyan etmeleri dikkate alýnýr. Bu bakýmdan onlarý Allah´a yaklaþtýrýcý bir vesileleri ve uzaklaþtýrýcý bir cinayetleri yoktur. Öyleyse onlar ne cennet, ne de cehennem ehlindendir. Belki onlar iki mertebenin yani cennet ve cehennemin arasýndaki bir mertebede, iki makamýn arasýndaki bir yerde olurlar. Þeriat lisanýnda bu makam A´râf diye isimlendirilmiþtir. Halktan bir grubun A´râf a. konacaðý yakînen ayet ve hadîslerden ve ibret nurlarýndan belli olmuþtur. Gözle hükmetmek, -mesela çocuklarýn onlardan olduðuna hükmetmek gibi- zanna dayanan bir hükümdür. Kesin deðildir. Kesinlikle buna muttali olmak peygamberlik âleminde olur. Evliya ve ulemanýn mertebesinin buraya kadar yükselmesi uzak bir ihtimaldir. Kâfirlerin çocuklarý hakkýndaki haberlerin de biri diðeriyle çeliþmektedir. Hatta Hz. Âiþe (r.a) bir çocuk öldüðü zaman ´O cennet kuþlarýndan bir kuþtur´ demiþtir. Hz. Peygamber (s.a) onun bu sözün reddederek þöyle demiþtir:
Sen bunu nereden biliyorsun?46 Madem durum budur, bu makamda müþkilât ve iltibaslar daha galibdir.
Dördüncü Mertebe: Zaferyâb olanlarýn mertebesidir. Ârif olanlar sadece bunlardýr, mukallidler deðildir. Mukarrebûn ve sâ-bikûn onlardýr. Zirâ taklidçi, her ne kadar cennette bir makam elde ederse de o ´ashâb-ý yemîn´dendir. Bunlar ise mukarreblerin ta kendileridir. Bunlarýn mazhar olduklarý nimetler sözlerle açýklanmaz. Belirtmesi mümkün olan miktar, Kur´an´m tafsil buyurduðu miktardýr. Allah´ýn beyanýndan sonra artýk beyan yoktur. Onlarýn bu âlemde anlatýlmasý mümkün olmaz. Ýþte bu durum, þu ayette belirtilmiþtir:
Yaptýklarýna karþýlýk olarak onlar için göz aydýnlýðýndan ne hazýrlanýp saklandýðýný kimse bilemez,(Secde/17)
Bir de þu hadîs-i kudsî´de belirtilmiþtir:
Salih kullarýma hiçbir gözün görmediði, hiçbir kulaðýn iþitmediði, hiçbir beþerin kalbine gelmeyen nimetler hazýrladým.47
Ariflerin hedefi dünyada beþerin kalbine gelmesi düþünülmeyen o durumdur. Huriler, köþkler, meyveler, süt, bal, hamr, ziynet eþyasý, bilezikler.. Ârifler bunlar için hýrs göstermezler. Bunlar ariflere verilse bile, onlarla kanaat etmezler. Onlar Allah´ýn kerîm vechine bakmanýn zevkini ararlar. Bu lezzet saadetlerin en büyüðü ve zevklerin en nihayetidir. Bunun için Rabia el-Adeviyye´ye þöyle denildi: ´Senin cennet hakkýndaki raðbetin nasýldýr?´ Cevap olarak ´Önce komþu, sonra ev!´ dedi.
Bu bakýmdan bunlar öyle bir gruptur ki ev sahibinin sevgisi onlarý evden ve evin süsünden vazgeçirmiþtir. Hatta ev sahibinden baþka herþeyden, hatta nefislerinden bile vazgeçmiþlerdir. Onlarýn misali, sevgilisini çýlgýnca seven ve bütün amacý sevgilisinin yüzüne bakmak ve onu düþünmek olan aþýkýrý misali gibidir. Bu aþýk, düþünceye daldýðý zaman nefsinden gafildir. Bedenine isabet edeni hissetmez. Bu hal için ´nefsinden fani olmuþtur´ tabiri kullanýlýr. Mânâsý baþkasýyla müstaðrak olmuþ, isteklerinin hepsi bir istekte toplanmýþ demektir ki o da mahcubudur. Onun içinde mahbubun-dan baþkasýna yer kalmamýþtýr ki baþkasýna iltifat etsin! Ne nefsine, ne de nefsinden baþkasýna bakamaz. Bu durumdur ki insaný âhirette, þu dünyada bir beþerin kalbine gelmesi düþünülmeyen göz aydýnlýðýna ulaþtýrýr. Nitekim renklerin ve naðmelerin saðýr ve körün kalbine gelmesinin düþünülemeyeceði gibi... Ancak onun kulaðýndan ve gözünden perde kalkarsa, o zaman halini idrâk eder. Bu durumdan önce onlarýn kalbine gelmesinin mümkün olamayacaðýný anlar. Dünya hakîkaten perdedir. Onun kalkmasýyla perde kalkar. O zaman güzel hayatýn zevki idrak olunur. Esas evin, ahiret evi olduðu anlaþýlýr. Derecelerin hasenat üzerine tevzi edilmesinin beyanýnda bu kadar izahat kâfidir. Lütfuyla muvaffak kýlan Allah´týr.
Küçük Günahlarý Büyük Günah´a Çeviren Sebeplerin Beyaný Küçük günah, birçok sebeplerle, büyük günaha dönüþür. O sebeplerden biri, günahta ýsrar edip devam etmektir. Bu sýrra binaen þöyle denilmiþtir: ´Israrla beraber küçük günah büyük olur. istiðfarlarla beraber büyük günah silinir.48
Bu bakýmdan büyük günah bir daha iþlenmez ve benzeri arkasýndan gelmezse bu günahýn affedilmesi, kulun devam ettiði küçük günahýn affedilmesinden daha fazla ümit edilir. Bunun misali þudur: Damlalar durmadan bir taþýn üzerine düþerse, taþa tesir ederler. Eðer taþýn üzerine düþen su, bir defada kalýrsa tesir etmez. Bu sýrra binaen Hz. Peygamber þöyle buyurmuþtur:
Amellerin hayýrlýsý, az da olsa devamlý olanýdýr.49
Þeyler zýdlarýyla bilinirler. Eðer az da olsa amelin devamlý olaný fayda verdiðinden, bir defa yapýlýp bir daha yapýlmayan çok amel kalbin nûrlandýrýlmasmda ve temizlenmesinde az fayda verir. Bu nedenle günahlarýn azý da böylece devam ettikleri zaman kalbin kararmasýnda tesiri büyür. Ancak büyük günahýn küçük günahlar iþlenmeden ansýzýn yapýlmasý çok nâdir olur. Zina etmek isteyen kiþi konuþmadan ve mukaddimeler yapmadan ansýzýn zina etmeye az muvaffak olur. Eski bir münakaþa ve düþmanlýk olmaksýzýn öldürme ihtimali azalýr. Bu bakýmdan her büyük günahýn etrafý, geçmiþ ve gelecek küçük günahlarla sarýlýdýr. Eðer büyük bir günahýn tek baþýna, ansýzýn yapýldýðý tasavvur edilirse ve ona ikinci bir defa dönüþ yapýlmazsa, böyle bir günahýn affedilmesi insanýn hayatý boyunca devam ettiði küçük bir günahýn affedilmesinden daha fazla ümit edilir.
O sebeplerden biri de günahý küçük görmektir. Zira kul günahý nefsinde ne kadar büyük görürse, Allah katýnda o kadar küçülür. Kul önü ne kadar küçük görürse, Allah nezdinde o nisbette büyür.
Zira zinayý (tehlikeli) görmesi, kalbinin zinadan nefret etmesinden kaynaklanýr. Bu nefret günah lie þiddetli bir þekilde etkilenmesine mâni olur. Günahý küçük görmesi ise ona yakýnlýk duymasýndan kaynaklanýr. Bu da günahýn kalpte þiddetli tesir yapmasýný gerektirir. Oysa kalbin ibadetlerle nûrlandýrýlmasý gerekir. Günahlarla karartýlmasý mahzurludur. Bunun için gaflet halinde kalbin üzerinde cereyan edenlerle kul muâheze edilemez. Çünkü kul, gaflet halinde cereyan eden þeyden etkilenmez.
Mü´min, günahýný üzerine kaldýrýlan bir dað gibi görür. O daðýn üzerine düþmesinden korkar. Münafýk günahýný burnunun ucundan geçen bir kara sinek gibi görür.50
Biri þöyle demiþtir: Affedilmeyen günah, kulun ´Keþke benim iþlemiþ olduðum günahlarýn hepsi bunun gibi olsaydý!´ deyip hafife aldýðý günahtýr. Günahýn mü´minin kalbinde büyümesi, Allah´ýn celâlini bilmesinden ileri gelir. Bu bakýmdan mü´min Allah´a isyan etmenin korkunçluðunu düþündüðü zaman, küçük günahý büyük görür.
Allah Teâlâ, peygamberlerinden birine þöyle vahiy gönderdi:
Hidayetin aslýðýna bakma! Hidayet edicinin azametine bak! Hatanýn küçüklüðüne bakma! O hata ile kendisine karþý cephe aldýðýn zatýn kibriyasma ve azametine bak!
Bu itibarla ariflerin biri þöyle demiþtir: ´Küçük günah yok! Aksine her muhalefet büyüktür!´
Sahabe´den biri de Tâbiîn´e þöyle söylemiþtir: ´Sizler, gözünüzde kýldan daha ince görünen birtakým iþler yapýyorsunuz ki bizonlarý Hz. Peygamberin zamanýnda helâk eden þeylerden sa
yardýk!´
Zirâ sahabîlerin Allah´ýn celâli, hakkýndaki bilgileri herkesin bilgisinden daha tamdý. Bu bakýmdan onlarýn nezdinde küçük günahlar, Allah´ýn celâline nisbeten, büyük günahlardandýr. Bu sebepten dolayý cahilden sadýr olduðu zaman büyük sayýlmayan günah, âlimden sadýr olursa büyür. Halk tabakasýnýn birçok kusurlarýndan vazgeçilir, fakat ârif bir kimseden o kusurlarýn benzeri affedilmez.
Zira günah, muhalefet edenin marifeti nisbetinde büyür. O sebeplerden biri de günah ile sevinmek, onunla böbürlenmektir. O günahý iþlemeye muvaffak olmayý nimet saymak, onun þekavete sebep olmasýndan gafil olmaktýr. Küçük günahýn sevgisi, kulun nezdinde galebe çaldýkça, küçük günah büyür, kalbin kararmasýnda tesiri artar. Hatta günahkârlardan bazýlarý vardýr ki günahý ile övünür, gurura kapýlýr.
Çünkü o günahý iþlediði için büyük sevinç duyar. Nitekim þöyle der: ´Görmedin mi, ben onun namusunu nasýl pâyimâl ettim´.
Mücadeleci, mücadelesinde der ki: ´Görmedin mi onu nasýl rezil ettim? Onu mahcup edecek derecede hatalarýný belirttim. Onunla nasýl alay ettim? Onu nasýl þaþýrttým?!´ Ticarette muamele yapan der ki: ´Görmedin mi çürük malý ona nasýl sattým? Onu nasýl kandýrdým? Onu malýnda nasýl zarara uðrattým? Onu nasýl ahmak saydým?´ Ýþte bu ve buna benzer sözlerle küçük günahlar büyür. Çünkü günahlar helâk edicidirler. Kul, günahlara sürüklendiði, günahlara teþvik etmek hususunda þeytana maðlup olduðu zaman, düþmanýn kendisine galebe çalmasýndan ötürü musibet ve üzüntü içerisinde bulunmasý gerekir. Allah´tan uzak bulunduðundan dolayý müteessir olmasý lâzýmdýr. Bu bakýmdan ilâcý içerisinde bulunan kabýn ilâcý içme eleminden kurtulmak için» kýrýlmasýyla sevinen bir hastanýn þifa bulmasý umulmaz.
O sebeplerden biri de Allah Teâlâ´nm kendisini örtmesini, kendisine hilm göstermesini, günah iþlemesine raðmen ceza vermek hususunda kendisine mühlet vermesini hafife almaktýr. Bilmez ki Allah Teâlâ, ancak ona öfke yönünden mühlet vermiþtir ki mühlet vermek sebebiyle günahý daha artsýn! Günahlarý yapmaya muvaffak olmasýnýn Allah´ýn bir inayeti olduðunu zanneder. Onun böyle zannetmesi Allah´ýn azabýndan emin olmasýndan ileri gelir. Nitekim Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:
Kendi aralarýnda da ´Allah bizi söylediklerimizle azâBlandýrsa ya!´ diyorlar. Onlara cehenem yeter! Oraya girecekler. Artýk o ne kötü dönüþ yeridir!(Mücadele/8)
O sebeplerden biri de günah iþlediðini belirtmesidir veya baþkasýnýn yanýnda yapmasýdýr. Zira böyle yapmasý, Allah´ýn kendisinin üzerine sarkýttýðý perdesini yýrtmak demektir. Bir de günahýný dinleyen veya gören bir kimsede günah iþleme raðbetini tahrik etmek demektir. Bunlarýn ikisi de onun suçuna eklenmiþ suçlardýr. Suçu bunlarla gittikçe kalýnlaþmýþtýr. Eðer buna baþkasýný o günaha teþvik etmek ve sebepleri ona hazýrlamak da eklenirse, bu da dördüncü bir suç olur. Cürüm gittikçe aðýrlaþýr.
Ýnsanlarýn tümü baðýþlanmýþtýr. Ancak günahlarýný açýkça yapanlar veya açýkça söyleyenler müstesna... Onlardan biri Allah Teâlâ´nm kendisi için örtmüþ olduðu bir günahý geceleyin iþler, sabahladýðýnda Allah´ýn örtüsünü kaldýrýr ve günahým saða sola söyler.51
Bunlarýn baðýþlanmamasýnýn hikmeti þudur: Ýyiyi belirtmek, kötüyü örtmek ve örtüyü yýrtmamak Allah´ýn sýfatlarýndan ve ni-metlerindendir. Bu bakýmdan günahý belirtmek, bu nimeti inkâr etmek demektir. Biri þöyle demiþtir: ´Günah iþleme! Eðer ille günah iþleyecek olursan bari baþkasýný o günaha teþvik etme ki iki günahý birden iþlemiþ olmayasm!´
Münafýk erkekler ile münafýk kadýnlar birbirine benzerler. Onlar kötülüðü emrederler. Ýyilikten alýkoymaya çalýþýrlar. (Tevbe/67)
Seleften biri þöyle demiþtir: ´"Kiþi, müslüman kardeþine günah hususunda yardým etmekten sonra, o günahý iþlemeyi ona kolaylaþtýrmaktan daha büyük bir hürmetini pâyimâl etmemiþtir´.
O sebeplerden biri de günahkârýn önder olan bir âlim olmasýdýr. Günahý açýk bir þekilde iþlediði zaman, günahý büyür. Bunlar, âlim kiþinin ipekli elbise giymesi, altýnla süslenmiþ eðer ve diðer binitlere binmesi, sultanlarýn mallarýndan þüpheli olanlarý almasý, sultanlarýn huzuruna girmesi, onlarýn yanýna gidip gelmesi, onlara emr-i bi´1-ma´ruf ýý ve nelýy-i an´il-münker´i yapmamak suretiyle yardým etmesi, baþkalarýnýn gýybetinde dilini serbest býrakmasý, münazarada diliyle baþkasýna tecavüz etmesi, baþkasýný hafife almasý, ilimlerden ancak dünya mertebesi için istenen cedel ve münazara ilmiyle meþgul olmasý gibi günahlardýr. Bu günahlarda baþkalarý âlime tabi olur. Dolayýsýyla âlim ölür, fakat bu þerri âlemde uzun zaman devam eder. Öyleyse öldüðü zaman günahlarý beraberinde ölüp giden kimseye Allah cenneti mükâfaat olarak versin.
Her kim kötü bir yol açarsa o yolun günahý ve o yolla amel edenin günahý kadar günah onun üzerindedir. Onlarýn günahlarýndan da birþey eksilmez.52
Gerçekten biz ölüleri diriltiriz. Öne sürdükleri iþleri ve býraktýklarý eserleri yazarýz.(Yâsin/12)
Eserler, amelin ve amel edenin ölmesinden sonra iþlenip onun amellerine katýlan þeyler demektir.
Ýbn Abbas þöyle demiþtir: ´Baþkasý kendisine tâbi olduðundan dolayý vay o âlimin haline! Bir defa hata eder, hatasýndan döner. Fakat halk o hatayý yüklenir ve onunla yeryüzünün çeþitli bölgelerine giderler´.
Biri þöyle demiþtir: ´Âlim kiþinin hatasýnýn meseli, geminin delinmesi meseline benzer. Hem kendisi, hem de içindekiler batar´.
Ýsrailiyat´ta þöyle vârid olmuþtur: Bir âlim kiþi halký bid´atlara saptýrdý. Sonra o âlim tevbe etti. Bir zaman ýslah hususunda çalýþtý. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlarýn peygamberine vahiy göndererek þöyle buyurdu: ´O âlime söyle! Senin bir günahýn var. Eðer benimle senin aranda olsaydý onu senin için affederdim. Fakat kullarýmdan saptýrýp cehenneme soktuklarýn ne olacaktýr?
Bununla anlaþýlmýþtýr ki âlimlerin durumu tehlikelidir. Onlarýn boynunda iki vazife vardýr. O vazifelerden biri günahý ter-ketmek, ikincisi günahý gizlemektir. Nasýl ki âlimlerin günahlardan ötürü yükleri birkaç kat oluyorsa aynen onun gibi baþkalarýnýn öncüsü olduklarý takdirde sevaplardan ötürü de mükafatlarý birkaç kat olur. Bu bakýmdan âlim, süslenmeyi ve dünyaya meyletmeyi terkettiði zaman, dünyanýn azýyla kanaat ettiði, yemekten de zarurî olan miktarýyla idare ettiði, eski elbiselere kanaat ettiði ve bu hususta âlimler ve halk tabakasý kendisine uyduklarý zaman, onlarýn sevaplarý kadar defterine sevap yazýlýr. Eðer süse meylederse, kendisinden derece bakýmýndan daha aþaðýda olanlarýn tabiatý da kendisine benzemeye meyleder. Oysa o süsü, ancak sultanlarýn hizmetiyle haramdan dünyayý toplamakla elde edebilirler. Böylece o âlim, haramý toplamaya sebep olmuþ olur. Öyleyse âlimlerin hareketleri fazlalýk veya eksiklikliklerinin kâr veya zarar bakýmýndan eseri kat kat olur. Kendilerinden tevbe etmenin gerekli olduðu günahlarýn tafsilâtý hakkýnda bu kadarý kâfidir.
32) Irâkî, merfû olarak aslýna rastlamadýðýný, ancak Hz. Ali´ye nisbet edildiðini gördüðünü kaydetmektedir.
33) Daha önce geçmiþti
34) Müslim, Buhârî, (Ebû Said´den)
35) Hakîm-i Tirmizî, Nevadir´ul-Usûl, (Ebû Hüreyre´den zayýf bir senedle)
36) Tirmizî
37) Müslim, (Ebû Hüreyre´den)
38) Varlýk iki kýsýmdýr: a) Varlýðý zatýndan olan, b) Varlýðý baþkasýndan olan. Birinci varlýk Allah Teâlâ´nýn varlýðýdýr. Ýkincisi Allah´dan baþkasýnýn varlýðýdýr. Varlýðý baþkasýndan olan bir varýn varlýðý müste-ardýr. Kendi nefsiyle payidar deðildir. Hatta zati yönünden düþünüldüðünde sýrf yok olduðu görülür. Ancak varlýðý Allah´a nisbetle vardýr. Böyle bir varlýk ise hakikî varlýk olamaz. (Ýthaf us-Saade, VIII/556)
39) Müslim, Buhârî, (Ýbn Mes´ud´dan)
40) Ýbn Hibbcuý, Zuafa
41) Tirmizî, Nesâî, Ýbn Mâcc
42) Ýbn Cerîr´in Katade´den rivayet ottiði gibi Hz. Eyyûb (a.s) yedi küsur sene
bu hastalýktan muzdarib olmuþtur.
43) Buhârî
44) Tayalisî, Ýmam Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ýbn Mâce, Ýbn Huzeyme ve ibn Hibban
45) Ebû Abdullah Muhammed b. Yahya b. Celâ el-Baðdâdî
46) Müslim
47) Ýmam Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Ýbn Mâce
48) Ebu Þeyh
49) Müslim, Buhârî
50) Buhârî
51) Buhârî, Müslim
52) Müslim
radyobeyan