Tasavvuf Ehli Olanlar By: GizEmLi_yAzaR Date: 11 Aralýk 2007, 04:42:51
TASAVVUF EHLÝ ÝLE TASAVVUF EHLÝ OLDUÐUNU ÝDDÝA EDENLER ARASINDAKÝ FARK;
Toplum içinde, tasavvuf ehli olduðunu iddia eden ve tasavvuf ehlinin libaslarýna bürünerek, giyim-kuþam, hal ve tavýrlarýyla kendilerini onlardan gösteren bazý insanlar vardýr. Ancak bunlarýn yapmýþ olduðu iþlere, hallerine ve konuþmalarýna bakýldýðý zaman, tasavvuf ehli ile hiçbir baðlarýnýn olmadýðý görülmektedir. Bu gibi insanlar, tasavvuftan ve tasavvuf ehlinden beridirler.
Bunun için tasavvuf ehlinin hal ve hareketlerini bilmek ve tasavvuf ehli olduðunu iddia edenleri bunlardan ayýrmak üzerimize vaciptir. Çünkü bunlarýn arasýnda çok büyük bir fark vardýr.
Esas itibarýyla nasýl ki bir kiþi Ýslâm’a aykýrý olan hal ve hareketlerin içine girdiði zaman, Ýslam dinine herhangi bir leke getiremezse, bu tür insanlar da yapmýþ olduklarý fiilleri ve konuþmalarý ile hakiki manadaki tasavvuf ehline bir leke düþüremezler.
Kýyamete kadar bütün cemaatlerin içinde hayýr ve þer var olacaktýr. Nasýl müderrisler, mufakkihler, tüccarlar birbirinden farklýysa, tasavvuf ehli olanlarla, bunlardan olduklarýný iddia edenlerde farklýdýr.
Öyle ise, Allah-u Zülcelal'in þeriatýna ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine sýký sýkýya sarýlanlarý bilmeli ve bunlarýn arkasýndan gitmeliyiz. Bu bizim en önemli görevimizdir.
: Tasavvuf Ehli Olanlar By: selsebil Date: 27 Haziran 2009, 23:16:32
Evet görevimiz bu olmalý kendilerini birþeydenmiþ gibi gösterip o þeyle alakasý olmayan davranýþlarý yapanlar çok günümüzde bu da bilmeyenler için maalesef önyargý oluþturuyor bizim vazifemiz bu önyargýlarý izale etmektir
Allah razý olsun bilgilendirdiðiniz için hocam
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: Batili Date: 31 Ocak 2010, 23:55:27
Haklýsýnýz. ve faideli bilgiler idi. Allah razý olsun
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: derya Date: 01 Þubat 2010, 00:49:51
Ýnþaallah Allahýn þeriatýna ve Peygamberimizin sünnetine sýký sýkýya sarýlanlarý bilir ve onlardan oluruz.Allah razý olsun.
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: sumeyye Date: 01 Þubat 2010, 23:09:43
Esselamu aleykum Allah (c.c.) razi olsun insaAllah Allah uygulamayida nasip eder bizlere..
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: zerin Date: 17 Aðustos 2010, 18:05:57
evet haklýsýnýz, gerçektende öyle... Rabbim bizleri tasavvuf ehli olabilme yolunda muvaffak kýlsýn inþaallah, selam ve dua ile...
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: SevD@_GüLü Date: 02 Ekim 2010, 15:29:19
Allah Yolunun Rehberi: Mürþid-i Kamil
Mürþidin Lüzumu
Bedeni hastalýklarýn teþhis ve tedavisi için hâzýk bir tabibe müracaatý emir buyurmuþ olan Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, mânevi hastalýklardan kurtulmak için de mânevi bir tabibe, Rabbânî bir âlime baþvurmayý dini bir ihtiyaç olarak göstermiþtir. Mühim olan, bu mânevi hastalýklardýr. “Onlarýn kalplerinde hastalýk vardýr.” (Bakara: 10) Âyet-i kerime'si ile iþaret buyrulan bu korkunç hastalýklar, tedavi edilmezse insanýn ebedî ahiret hayatýný öldürdüðü için çok tehlikelidir.
Hasta olan bir insan, güzel yemeklerin lezzetini anlayamaz. Aðýz tadýnýn geri gelmesi, hastalýðýnýn tedavisine baðlýdýr. Bunun gibi nefs-i emmâreye maðlup olan masivâ bataklýðýna dönen bir kimsenin kalbi hastadýr, ibadet ve taatlarýndan lezzet alamaz. Kin, kibir, gazap, þehvet, haset, riyâ, tamah, ucb... gibi kötü sýfatlar kalp hastalýklarýdýr. Kâmil bir mümin olabilmek için kalpten bu sýfatlarý bir bir izâle etmek gerekmektedir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Kötülüklerin zâhir ve bâtýn olanlarýndan (açýðýndan gizlisinden) uzak bulununuz.” buyuruyor. (En'am: 151)
Kalp temiz olursa, kiþiyi ibadet ve taate sevk eder. Ýmam-ý Gazâli, bu bâtýni kötülüklerden sakýnabilmek ve korunma yollarýný bulmak için bir Mürþid-i kâmil'e intisabýn zaruri olduðuna dair “Adâb-ý zikr” Risâlesinde þöyle buyurmaktadýr: “Terbiye etmek suretiyle kötü ahlâkýný atýp onun yerinde güzel ahlâký yerleþtirmesi için, sâlikin mürþid ve mürebbi bir þeyhin terbiyesine girmesi þarttýr.” Burada sözü edilen terbiye, topraktan diken ve yabani otlarý söküp nebâtýný güzelleþtirmek ve neþv-ü nemâ bulmasýný ikmâl etmek için çalýþan çiftçinin iþine benzer. Çünkü Allah-u Teâlâ kullarýný kendi yoluna irþat edecek peygamberler göndermiþtir. Bu mânâdan dolayý Resulullah (S.A.V.) Efendimiz ahirete irtihal edince mahlûkatý Allah-u Teâlâ'ya irþat ve isâl etmek için hulefâsý onun makamýna halef olmuþlardýr. Onun için sâlikin, kendisini terbiye ve Hakk Teâlâ'nýn yoluna irþat edecek bir þeyhe mutlak ihtiyacý vardýr.”
Ýmam-ý Rabbâni Hazretleri buyururlar ki: “Onun bir nazarý, kalp hastalýklarýný giderir. Bir teveccühü, beðenilmeyen kötü huylarý siler süpürür.” (285. Mektup) Medresede müderris ne ise, tarikatta mürþid odur. Müderris akla hitap eder, nakli akla tatbik eder, metni açýklar, ilminin derecesine göre tahlile giriþir, vazifesi bununla biter. Mürþid-i kâmil ise, ruh ile meþgul olur. Mürebbidir, terbiyecidir. Kendisine intisap eden müridin bütün hususiyetlerini göz önünde bulundurarak herkese ayrý ayrý yol gösterir. Yaratýlýþýndaki firasetin ve edindiði mârifetin derecesine göre müridin kalbindeki kudreti, micazýndaki sertliði, ahlâkýndaki fesadý tedricen izâleye çalýþýr. Mürit tam teslim olduysa çabuk yol alýr, olgunlaþýr, safây-ý kalbe ulaþýr.
Bu yolun terbiye sistemi, siret-i Nebevî ile ahenklidir. Gaye onu numune almaktýr. Bütün bu güzel hâller, ancak kâmil bir mürþidin taht-ý terbiyesi altýnda bulunmakla husule gelir. Yolumuzun pîri Muhammed Es'ad Erbilî Hazretleri bu hususta þöyle buyururlar: “Tarikat ricâlinden bir zâta müracaattan maksat, sâlikin kabiliyet topraðýna ilâhi mârifet tohumlarýnýn ekilmesidir. Yalnýz zikir talimi ve telkini deðildir. Zira bu cihet, tasavvuf kitaplarýný okumakla da müyesser olabilir.” (4. Mektup)
“Kullarýn bilgisizlik ve cehâlet felâketinden kurtulmalarý, ilâhi ilim ve irfan ile kendilerini süslemeleri için sadece kitap okumanýn kâfi gelmeyeceði, bildiklerini kemâl derecesinde yaþayan kâmil ve terbiyeci bir mürþidin huzurunda mutlaka diz çöküp onun terbiyesi altýnda yetiþmek zarureti açýk bir gerçektir.
Nefs-i emmârenin duygu ve temayüllerinden sýyrýlýp, mânevi yüceliklerle donanma ve ilâhi tecellilerle hemhâl olma gibi yüce bir gaye sadece Allah'ý zikretmekle elde edilemeyeceðinden bu hususta dahi bir yol göstericiye ve uyanýk bir gönül sahibi mürþide kalbi baðlamak gerekir.” (68. Mektup)
“Zamanýmýzda yaþayan din kardeþlerimizin tarikat talimi almak için evvelce yaþamýþ sâlih zâtlara müracaat edemeyecekleri âþikâr bulunduðundan, hâl-i hazýr yaþamakta olan meþâyýha müracaatla ihtiyaçlarýný arz etmeleri gerekmektedir.” (3. Mektup)
Allah-u Teâlâ zâhiri ilimlerin öðrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediði gibi, bâtýnî ilimleri öðretmek için tarikat ehlini de eksik etmemiþtir. Her zaman için Mürþid-i kâmil bulundurmaktan âciz deðildir. Dini, bütün tazeliði ile ayakta tutan onlardýr.
“Þeyhi Olmayanýn Þeyhi Þeytandýr” Sözü
Abdülkadir Geylânî ve Muhyiddin Ýbn-ül Arabî Hazretleri gibi birçok þeriat ve tarikat büyüklerinin eserlerinde: “Þeyhi olmayanýn þeyhi þeytandýr.” sözü sýk sýk ifade ve beyan buyrulmuþ ve bunun mânâsýnýn doðruluðu pek çok Âyet-i kerime ile sabit olmuþtur: “Ey Âdemoðullarý! Ben size: ‘Þeytana ibadet etmeyiniz!' diye emretmedim mi?” (Yâsin: 60) Demek ki þeytan, kendini müdafaadan âciz bir mümine âmirlik sýfatý takýnarak ve fâsit fikirlerini onun gönlüne düþürerek Allah-u Teâlâ'ya itaattan alýkoymak hususlarýný kendisi için mühim bir vazife edinmiþ ve tesirini de müþâhede etmiþtir.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ý kerim'inde Hannâs'tan kendisine sýðýnýlmasýný emir buyurmaktadýr. Hannâs, þeytandýr. Bu þeytan müminleri gözetmekte ve kalbin zikirle meþgul olduðunu anlayýnca geri çekilip savuþmakta olduðu gibi, zikirden gâfil bulunanlarýn gönlüne ne bozucu vesveseler atmaktadýr. Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i þerif'lerinde buyururlar ki: “Þeytan insanoðlunun kalbine nüfuz etmek için istilâ eder. Lâkin kalp Cenâb-ý Allah'ý zikredince ümitsiz olarak geri çekilir. Unutursa istilâ eder.” (Nevâdir-ül usûl)
Zikrullah, þeytaný uzaklaþtýrýr, kiþiye Allah-u Teâlâ'nýn hoþnutluðunu kazandýrýr. Ýþte bunun içindir ki dünyada iken bir Tarikat-ý aliye'ye intisab etmek ve mürþidin öðretip telkin edeceði zikir ile kalbini ihyâ eylemek her mümin için önemli ve lüzumludur. “Zikrullah kalplerin þifâsýdýr.” (Münâvi) Hadis-i þerif'i mucibince, Allah-u Teâlâ'yý çok zikretmek gerekmektedir.
Zikrullah ile; kalp, ruh, sýr, hâfâ, ahfâ odalarý nefsin iþgalinden kurtulur. En son nefs-i kül odasý da kurtarýlýrsa, hâkimiyet ruhun eline geçer, letâif ampulleri yanar, kiþi bütün kötülüklerden piþmanlýk duyar, bir daha yapmadýðý gibi düþünmekten de sýyrýlýr. Artýk o kiþi ahlâk-ý zemimeden arýnmýþ, hayvânî sýfatlardan kurtulmuþ olur. Kemâl yollarýný bulur. Bütün uzuvlarý ahkâm çerçevesinde hareket etmeye baþlar.
Bir de þu var ki, Allah-u Teâlâ'nýn ezelden aldýðý kimselerin ameliyata da ihtiyacý vardýr. Bu ameliyatý da ancak Resulullah (S.A.V.) Efendimizin vekili olan Mürþid-i kâmiller yapabilirler. Operatörlüðe tayin edilen o mânevî doktor; ezelî nasibi olanlara nasibini vermek için, masiva köklerini kazýmak için, þeytaný çýkarmak için, sadrýn geniþletilmesi için, marifet fidanlarýnýn ekilmesi için... þart olan bu ameliyatý yapar.
Mâlum olduðu üzere nefis ve þeytan gibi iki amansýz düþmana karþý müdâfaada bulunabilmek herkesin yapabileceði bir iþ deðildir. Ýntisab edenler nefsin ve þeytanýn arzu ve isteklerine karþý koyarlar. Çünkü o Tarikat-ý aliye'deki mevcut olan zevât-ý kiramýn mânevî yardýmlarýyla kuvvet kazanýrlar. O kuvvet sayesinde nasipleri kadar nefsin ve þeytanýn tahakkümünden kurtulurlar. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i þerif'lerinde þöyle buyururlar: “Kim bir topluluðun arasýna girerse onlardan olur.” (Ebu Dâvud)
Þüphesiz bir insan sûfiler cemaatine muhabbetle iltihak eder, zikir ve fikirlerine katýlýrsa onlardan sayýlacaðý gibi, mahþerde de himâyeleri altýnda bulunacaktýr. Nitekim Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i þerif'lerinde: “Kiþi sevdiði ile haþrolunur.” buyurmuþtur. (K. Hafâ) Lânetlenmiþ þeytanýn þeyhe baðlý tarikat mensuplarýna karþý zafer kazanamayacaðý bu açýklamalardan anlaþýlýyorsa da, görülen ve duyulanlarla bu fikri ispat etmek kabil olamýyor. Zira Tarikat-ý aliye mensuplarý arasýnda ilâhî kanun mânâsýna gelen ilâhî hükümlere riâyet etmeyen ve bilhassa imanýn alâmeti demek olan namazýn edâsýna hakkýyla dikkat göstermeyen kimseler de mevcut olduðu þüphesizdir. Diyebiliriz ki, þeyhten maksat bu ismi taþýyan bir þahýs olmayýp belki Allah-u Teâlâ'yý sýfatlarýyla tanýyan bir kimse olmakla beraber kalpten bir niyet ile ibadet ve taatlara devam eden, günahlardan kendini koruyan, nefsin istekleriyle zevklere düþkünlükten yüz çeviren, þeriat ve tarikata hizmet eden bir zâttýr. Bu böyle olduðu gibi, mensup olanlarýn dahi mürþidin þeriat ve tarikat dairesinde bulunan emirlerine riâyet etmeleri lâzýmdýr. Netice olarak bir hastanýn hastalýðýndan kurtulmasý elbette ki hâzýk bir doktorun vermiþ olduðu ilaçlarýn güzelce kullanýlmasýna baðlýdýr. Doktor, iþinin ehli ve mütehassýs olmaz, yahut hasta da aldýðý ilacý güzelce kullanmazsa beklenen þifa gerçekleþemez.
Mürþid aramak çok mühimdir. Bir Mürþid-i kâmil vardýr irþat eder, bir mürþid vardýr ifsat eder. Çünkü onun seyri Hakk'adýr, þeyhliði þeytandan gelir, nefis putuyla ortaya çýkar, kendisini de etrafýný da helâk eder. Þeyh Es'ad Efendi Hazretleri buyururlar ki: “Nefs-i emmârenin kötülük ve þerrinden canýný kurtarmak, Rahman ve Rahim olan Cenâb-ý Hakk'ýn ilâhi yardým ve lütfuna nâil olmak isteyen bir insan, tarikat-ý aliye'ye dehâlet edip hakikat yolunda sülûk ederek geleceðini emniyet altýna almada acele davranmalýdýr.” (68.Mektup)
Allah-u Teâlâ'nýn lütuf ve ihsaný sadece ilk devirlerde bulunan Müslümanlara mahsus deðildir. Her devirde ilâhî ahkâma tâbi olan bütün Müslümanlarýn bu gibi inayetlerden istifade edecekleri açýk bir gerçektir. Hiç þüphe yok ki bu eftal ümmet içinde yaðmurun topraða düþmesi ile ölü topraðýn nebat fýþkýrttýðý gibi, Hakk'ýn izni ile ölmüþ kalpleri diriltenler de mevcuttur. Bütün engel ve güçlüklere raðmen Allah için mücahede ve mücadele etmektedirler. Dini bütün tazeliði ile ayakta tutan onlardýr. Her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmýþlar, insan yetiþtirmiþler, yol gösterici eserler vermiþlerdir. Emin adýmlarla gayelerine doðru aðýr aðýr ilerlemektedirler. Allah-u Teâlâ'yý tercih edenler bunlardýr, Allah-u Teâlâ'nýn da tercih ettiði bunlardýr.
Sâdýklarla Beraber Olmak
Tarikat-ý aliye'ye intisab etmek ve mürþidin öðretip telkin edeceði zikir ile kalbini ihyâ eylemek her mümin için önemli ve lüzumludur. Binaenaleyh: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdýklarla beraber olun.” (Tevbe: 119) þeklindeki ilâhî emre uyarak Tarikat-ý aliye'ye dahil olmak ve o Tarikat-ý aliye'de mevcut olan ümmetin büyüklerinin ruhânî yardýmlarýyla kuvvet kazanmak gerekir. Bu emr-i þerif'e uyarak bir Mürþid-i kâmil aramak vâciptir.
“Sâdýkîn”den murad “Mürþidûn” yani mürþitler olduðu “Bahr-ul Hakâyýk” tefsirinde beyan buyrulmuþtur. Allah-u Teâlâ ehl-i imâný bu Âyet-i kerime ile mükellef kýlmýþ, vâris-i enbiya olan bir Mürþid-i kâmil'in maiyetinde bulunmalarýný emretmiþtir. Allah-u Teâlâ'nýn “Teklif-i mâlâ yutak” buyurmayacaðý yani kuluna güç getiremeyeceði þeyi teklif etmeyeceðini bildiðimiz halde; sâdýklarla beraber olmayý emredince, her zaman için sâdýklarý bulundurmayý hem de bildirmeyi temin etmiþ demektir.
“Sâdýklar Kimlerdir?”
Sâdýklar, Allah-u Teâlâ'nýn veli kulu olan mürþid-i kâmillerdir. Bu sâdýklar üç merhaleden geçer. Birincisi, dünyâya gelir. Fakat þu bir gerçektir ki dünyaya gönderilmeden evvel o sâdýklardandýr, o sâdýk olarak gelir. Ýkincisi, bir rehber-i sâdýk ile geldiði makamlara tekrar çýkar, Hakk'a ulaþýr. Üçüncüsü Allah-u Teâlâ onu vazifelendirmeyi murad etmiþse onu o makamdan aþaðýya indirir ve vazifedar yapar. Bir veli ikinci turda ne kadar çok yükselirse, üçüncü turda o kadar çok aþaðýya iner, irþat ve terbiyesi de o kadar çok tesirli olur.
Allah-u Teâlâ onlarla olmayý emir buyuruyor. Çünkü o kulunun varlýðýný boþaltmýþ, kendi lütfu ile doldurmuþtur. Ona kendini bildirmiþ, mahlûka âit hiçbir þey olmadýðýný, her þeyin O'nun ve O'ndan olduðunu ona duyurmuþtur. Sonra onu irþat için vazifelendirerek mânevî makamýndan indirmiþtir. “Ben seni gönderiyorum, bildirdiklerimi bildir.” diye. Bunlarýn muallimi Allah-u Teâlâ'dýr. Baþkasýna o sermayeyi vermediði için, hiç kimse O'nu bilip öðretemez. Vermediði için kimse bilemez. Dolambaçlý yollardan gider. Ýþte bu hakikati öðrenmek için Allah-u Teâlâ sâdýklarla beraber olmayý emrediyor. Bu sebepledir ki, onu bulamamak Hakk'ý bulamamak kadar mühim oluyor. Bu mühimliði kavrayabilmek de mühimdir.
Mürþit'in Ahlâký ve Vasýflarý
Ýstikamet:
Þeriat-ý mutahhara'nýn iktizasý ile, istikamet üzere amel etmek demektir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Emrolunduðun gibi dosdoðru ol!” buyuruyor. (Hud: 112) Bu Âyet-i kerime mucibince emir doðrultusunda istikamette yürürler. Beþeriyete güzel birer numune olurlar. Nasipdar olanlar onlardan numune alýr, Hakk'ý ve hakikati bilir ve bulur. Hazret-i Âiþe Vâlidemiz: “Peygamber (S.A.V.)in ahlâký Kuran'dý.” buyurmuþlardýr. (Müslim) Yani Kur'an-ý kerim'deki bütün hükümlerin tatbiki onun yaþayýþýnda görülmektedir. Bu bakýmdan o Hazret-i Kuran'dýr. Mürþidin bu vasýfta olmasý gerekir. Bu olmazsa, bir tek vasfý noksan olursa o mürþid-i kâmil deðildir. Ýþte ölçü, iþte tartý.
Nasihat:
Ýnsanlarý ahkâma uymaya dâvet ve Allah-u Teâlâ'nýn yoluna irþat etmektir. Kiþiyi müþkül durumdan kurtarmak, en öz sözle en kestirme yolla en doðruyu tarif etmek ve onu Hakk'a yöneltmek, Hakk'a ulaþtýrmak. Âyet-i kerime'de þöyle buyruluyor: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öðüt ve nasihatle dâvet et.” (Nahl: 125)
Allah-u Teâlâ hikmeti lütfedecek ki kiþi hikmetle konuþsun. O'nun hikmet vermediði kimse hikmetle konuþamaz. Hikmet peygamberlere, sýddýklara ve sâdýk âlimlere verdiði bir sýrdýr.
Þefkat:
Bütün mahlûkata þefkat ve merhamet nazarý ile bakmaktýr. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Ýyilik yapýn, çünkü Allah iyilik yapanlarý sever.” (Bakara: 195) Tanýdýðýna tanýmadýðýna sýrf Allah rýzâsý için elinden gelen yardýmý esirgememek onlarýn þiârýdýr. Bu insana olduðu gibi hayvana da þâmildir. Diðer bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Müminlerden sana tâbi olanlara þefkat kanadýný indir.” (Þuarâ: 215) Nitekim Ýbrahim Hakký Erzurumî Hazretleri þöyle buyurmuþlardýr: “Allah-u Teâlâ'nýn emir ve yasaklarýna tam uyar ve bunlarý gayet yumuþak ve güzel bir dille halka telkin eder, öðretir. Muhabbet ehlini sever, sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Gerek sevgisi gerekse kýzmasý kendi nefsi için deðil, sýrf Allah içindir. Kalbinde kimseye kötülük beslemez. Kýnayanlarýn kýnamasýndan korkmaz. Bunun kahrý lütfu ile, kýzmasý hilmi ile, celâli cemâli ile karýþýk olduðundan; kýzma halinde râzý olup, rýzâ halinde kýzma gösterir. Fakat her þeyi yerli yerinde yapar. Her halinde adalet üzere hareket eder.” (Mârifetnâme)
Merhamet:
Kiþinin ulaþamadýðý nimeti gönül hoþluðu ile, elinde bu mevcutsa, ona o nimeti ulaþtýrmak. Bunun mânâsý çok derindir. Tasavvur buyurun ki Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz ne kadar merhametliydi, ne kadar þefkatliydi. Bu hususiyet, kuvve-i beþeriyenin haricindedir. Onun vekiline de bu husus intikal etmiþtir. Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i þerif'lerinde buyururlar ki: “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (C. Saðir) Binaenaleyh bu vasýflar tecelli etmedikçe o kimse Mürþid-i kâmil deðildir. Bu ölçüler kiþinin elinde oldukça hayatta yolunu þaþýrmaz, istikametten ayrýlmaz.
MÂNEVÝ BAÐ
Mânevî Arþ:
Allah-u Teâlâ nasýl ki Arþ-ý Rahman'dan bütün insanlara “Rahman” ism-i þerif'i ile vücut ve hayat daðýtýyorsa, mânevî hayat da yalnýz ve yalnýz Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat olan Muhammed Aleyhisselâm'dan gelir. Âyet-i kerime'sinde: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyuruyor. (Enbiyâ: 107) “Rahim” ism-i þerif'inin sahibi olan Allah-u Teâlâ “Rahmeten Lil-âlemin” olan Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize mânevî hayat kaynaðý bahþetmiþtir. Mânevî hayat kaynaðý da ancak oradan gelir. Yani mümin bir kimseye mânevî olarak ne verilmiþse onun vasýtasýyla verilmiþtir. Oradan o hayat suyu gelmedikçe hiç kimse iman etmiþ olmaz. O mânevî hayat kaynaðýndan hayat suyu gelmedikçe hiç kimsede mânevî hayat bulunmaz. Ýman nuru ile münevver, Ýslâm þerefiyle müþerref olan müminlere ilâhî feyz; ancak ve ancak Allah-u Teâlâ'nýn Aziz'i, Halil'i ve Nur'u olan Resulullah Aleyhisselâm'dan gelir.
Allah-u Teâlâ onu kendi nurundan yarattý, o nurdan da mükevvenâtý donattý. Nereye baksan o nur. Ona verdiðinden ötürü bütün kâinat ona muhtaçtýr. O, Allah-u Teâlâ'nýn nurudur, bütün âlemlerin gurur ve sürurudur.
Allah-u Teâlâ'nýn lütuf deryasýndan Habib-i Ekrem (S.A.V.)in deryasýna gelen ilâhî rahmet ve feyiz, oradan zamanýn Mürþid-i kâmil'inin deryasýna gelir, oradan da kâinata daðýlýr. Zira o, Nur'unun nurudur. O Nur'un vekâletini taþýmaktadýr. Hadis-i þerif'te þöyle buyurulmaktadýr: “Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah'ýn arþýdýr.” (K. Hafâ) Resulullah (S.A.V.) Efendimiz kâinata mânevî hayat verdiði gibi, vekilinin kalbi Arþ-ý Rahman olduðu için nasipdar olanlara o arþtan veriyor.
Hakk'ýn tayini ile vazife verilen kimse, emirle o makama getirilmiþtir. Allah-u Teâlâ ona tasarruf vermiþse, O'nun izni ile tasarruf eder. Tasarruf vermemiþse Allah-u Teâlâ onda tasarruf eder, lâtifelerini yürütür. Taksimat bütün kâinata “Maddî Arþ”tan gelir. Mânevî bütün taksimat da “Mânevî Arþ”tan gelir. Bu da insan-ý kâmil'dir. O “Rahmeten lil-âlemîn” deðildir amma “Rahmeten lil-âlemîn”in vekili olduðu için o nuru saçmaktadýr. Bilerek veya bilmeyerek mânevî hayat suyunu alanlar ondan alýrlar. Bütün âlemlerin o kalpten alýþý, aslýnda O'ndan alýþýdýr. Çünkü o depoya O vermiþtir. “Mânevî Arþ”a müridin nasibini ayýrmýþ ve ona baðlamýþtýr. Beþerden alýnmayan, bizzat Allah-u Teâlâ'dan ve Habib-i Ekrem (S.A.V.)inden alýnan bir nur olduðu için beþerin hafsalasý almaz, ilmi ve aklý yetmez. Allah-u Teâlâ dilediðini dilediðine verir.
Bir Âyet-i kerime'de þöyle buyurulmaktadýr: “O'dur müminlerin kalplerine huzur ve sükûnu indiren. Tâ ki imanlarýný kat kat artýrsýnlar.” (Fetih: 4) Bu bað ne demektir? Bir karpuz düþünün. Gýdasýný almasý için ipi var, sapý var. Aslýnda ne ipinde ne de sapýnda bir þey yok. O karpuz nasýl olgunlaþtýðýný bilmiyor, yerlerde de sürünüyor. Fakat içini açtýðýn zaman lezzeti var, suyu var, kokusu ve rengi var, çekirdekleri sýra sýra dizilmiþ. Ne sapýnda ne de ipinde hiçbir þey olmadýðý halde o diziyi ona kim verdi? Hiç düþündün mü? Yaratan, nimetlerle donatan yalnýz Allah-u Teâlâ'dýr. Ýþte O'nun tayin ettiði kimse de, o ilk mânevî ip vasýtasýyla ona öylece akýtýr ve onu olgunlaþtýrýr. Binaenaleyh o kimse nasýl tekâmül ettiðini bilmez, karpuzun bilmediði gibi.
Her meyve gýdasýný sapýndan alýr. Halbuki ne sapýnda ne de aðacýnda hiçbir hüküm yok. Amma her biri ne kadar güzel oluyorlar. Bunun gibi, þeyh de bir perdedir, sen þeyhi görme, ötesine bak. O perdede O var. Fenâfillâh'a çýkmýþ bir veli, Hakk'ta fâni olduðu için, onda bir þey aramak zaten yersizdir. O fâni olmuþ, Hakk onda tecelli etmiþ. Bir müridin ona merbudiyeti ise; “Hakk'tan nasibini almasý” mânâsýna geliyor.
“Hakk'tan nasibini almak” þöyle olur: Bir karpuzun suya ihtiyacý olduðu gibi, insanoðlunun da feyz-i ilâhî'ye ihtiyacý vardýr. Kalbinden havâtýratýn boþaltýlarak nur dolmasý, bu nurun temini için Râbýta gereklidir.
Bir insan mânevî bir mürebbiye ihtiyacýný takdir eder ve: “Allah'ým! Lütuf deryandan Habib-i Ekrem (S.A.V.) inin deryasýna, Habib-i Ekrem (S.A.V.)inin deryasýndan Mürþid-i kâmil'in deryasýna, Mürþid-i kâmil'in deryasýndan da benim kalbime ilâhî feyzi ihsan buyur.” diyerek Allah-u Teâlâ'ya niyazda bulunur. O deryadan feyiz almak lâzýmdýr. Kimi kiþilerin borusu dardýr, kimisi geniþtir, kimisi daha geniþtir. Muhabbet nispetinde boru geniþler. Borunun geniþliði ve kabiliyeti nispetinde feyiz ala ala, onun kalbi de havuz olur, gölcük olur, deniz olur. Çünkü mürþidin kalbinin deryasýndaki sudan, muhabbet baðý sebebiyle, o vasýta ile kalbine aktarabilmektedir. Bunu temin eden de; Allah-u Teâlâ'nýn ezeli nasibi, zikir-fikir ve Râbýta'dýr. Bu üç þey ile bu lütuf ve ihsana nâil olur. Bu ilâhî feyz suyunu aktardýkça, o su ile içini nurlandýrmaya, lâtifeleri geçmeye baþlar. Lâfza-i celâl baþta olmak üzere, o nur ile; “Allah”, “Yâ Allah!”, “Yâ Hû!”, “Yâ Hayy!”, “Yâ Kayyum!” zikirleriyle gider. Ondan sonra artýk baðý nispetinde, çalýþmasý neticesinde bu terakkiler olur. Bunlarýn sermayesi de Allah-u Teâlâ'nýn ihsan ettiði muhabbet ve teslimiyettir. Muhabbet ve teslimiyeti olmayana katiyyen vermezler, suyunu kesiverirler. Bunun da sebebi; sen bana itimat etmiyorsun ki, ben sana edeyim. Bu gibi kimselerin suyunu keserler, onun da artýk iþi biter. Bu ise, içine kurt giren güzel bir meyvenin çürümesine benzer.
Lâtifeleri bitiren bir kimse bir noktayý ihraz etmiþtir. Fenâfirrasul'e çýkýldýðý zaman artýk ruh tekâmül etmiþ, nefis tezkiye bulmuþ, murakabaya hazýrlanmýþ olur. O büyük deryaya dalmýþ, oradan feyiz almaktadýr. Mürþid-i kâmil'e râbýtasýný býrakmýyor, oradan nasibini alýyor. Çocuðun annenin sütünü emdiði gibi, feyzini alýyor, tekâmül ediyor. Resulullah (S.A.V.) Efendimizin deryasýna gider, o büyük deryada yüzmeye, oradaki feyz-i ilâhî'yi çekmeye baþlar. Çektikçe mânen murakabalara ve Kelime-i tevhid'e geçer.
Kelime-i tevhid'in mânâlarý zannedildiði gibi deðildir, çok deðiþiktir. Çünkü “Lâ”lar kalkmadýkça “Ýlâh” görülmez. Sonra sýra ile murakabalara baþlanýr. Þeyhin yardýmý, Resulullah (S.A.V.) Efendimizin himmeti ile murakabalarý geçer geçer, nihayet o murakabalarla ruh tekâmül eder, nefis tezkiye bulur. Böylece mânevî büyük deryada mânen hayli tekâmül etmiþ olur. Balýðýn büyük denizde büyüdüðü gibi. Büyük balýk küçük denizde, küçük havuzda yetiþmez. Balinanýn okyanus gibi büyük denizlere ihtiyacý var. Orada tekâmül eder, büyür.
Murakabalar nefisle beraber yavaþ yavaþ çýkar. Tâ ki Fenâfillâh'a erinceye kadar. Orada: “O'nun zâtýndan baþka her þey helâk olucudur.” (Kasas: 88) Âyet-i kerime'sinin tecelliyâtý husule gelir. Bir çocuk ana karnýnda iken Allah-u Teâlâ onu annesine baðladýðý bað ile tekâmül ettiriyor. Gerçekte hep O. Baþka bir þey yok. O baðý kessen çocuk ne olur? Ölür. Bu tekâmülden çocuðun da haberi olmaz, annenin de haberi olmaz. Hepsi de ayný hücreden meydana geldiði halde, Allah-u Teâlâ çocuktaki bütün sistemleri bir bir teþekkül ettiriyor. Beyin, kalp, akciðer, karaciðer, böbrek... gibi en hassas organlarý yerli yerine yerleþtiriyor. Hafýzayý kuruyor. Deri bütün vücudu kaplýyor. Bunlarý kim yapýyor? Hazret-i Allah! Allah-u Teâlâ çocuðu ana karnýnda tekâmül ettirdiði gibi, kimisini de dünya karnýnda tekâmül ettirir. O artýk Âyân-ý sâbite mesabesine düþer. Allah-u Teâlâ onu yok iken var eder. Allah-u Teâlâ onu dünyada ana karnýnda olgunlaþtýrdý. Dünya da ana karnýdýr.
Kimisini de âlemlerde yetiþtiriyor. Bu âlemlerde yetiþen bizzat Resulullah Aleyhisselâm'ýn hususi vekilidir. O âlemlerde yetiþir, diðeri dünyada yetiþir, diðeri de ana karnýnda yetiþir. “Rahmeten lil-âlemîn”in hususi vekili âlemlerde yetiþtiði için âlemler onu tanýr. Nitekim Abdülkâdir Geylânî Hazretleri: “Bu zâta melekût âleminde Azîm yani büyük kiþi ismi verilir.” buyurmuþlardýr.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik.” (En'am: 86) Allah-u Teâlâ Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimizi bütün âlemlere duyurduðu, fazilet ve meziyetlerini bildirdiði gibi, ona da âlemlerin üzerinde meziyetler vermiþtir. Âlemler o peygamberi tanýr, vekilini de tanýr. Niçin tanýr? Onlarýn oradaki muhabbetleri de o olur. Elma da karpuz gibidir. Aðaçta olgunlaþýyor, tekâmül ediyor, lezzetini alýyor, suyunu alýyor. Aðaçta bir þey yok, sapýnda bir þey yok. Fakat sapýný koparsan ne olur? Çürür. Elma gýdasýný o sap vasýtasýyla aldýðý gibi, mürit de kendisine ayrýlan nasibini, baðý ve muhabbeti nispetinde mürþid vasýtasýyla alýyor. Zira onsuz ona gelmiyor. Elmanýn çürüdüðü gibi çürüyenler de kýsým kýsýmdýr. Bazýlarý “Ben yükseldim.” der. Kendisini beðenir ve aðaçtan düþer. Bazýsýna kurt girer, çürütür ve onu düþürür. Kimisini de hayvan koparýr. Biz bunlara þeyh þeytaný diyoruz. Hayvan koparýr, insan koparmaz.
Bir de yalancý þeyhler vardýr. Bu sahte mürþitler Hakk'tan almamýþ ki kiþiye ne versin? Kendisi muhtaç, âleme vermeye çalýþýyor. Sýfat-ý hayvaniyede yaþýyor ve tuttuðunu ahýrýna baðlýyor. Ahýra kapattýðý için o kimse hakikati göremiyor ve arayamýyor. Ebedî hayatý katleden iþte bu yol kesici þeyh þeytanlarýdýr. Mukallid mürþid ile mutasarrýf bir Mürþid-i kâmil arasýndaki fark, ölü ile diri arasýndaki fark gibidir. Tasarruf sahibi bir Mürþid-i kâmil muallim gibidir. Öðretir, bildirir, tehlikeleri haber verir, yürütür, indirir, çýkarýr, müride istediði þekilde biiznillâh-i Teâlâ tasarruf eder. O merdivene dayanýr çýkarsýn. Mukallid ise kendisi ölü olduðu için bunu yapamaz.
RÛHÂNÝYET VE CÝSMÂNÝYET
Öteden beri iþitiliyor ki bazý veliler bir yerde, iki yerde, birkaç yerde ayný anda bulunabiliyor. Bunun içyüzünü size arz edelim. Geçen gün bir arkadaþ geldi. “Dünürüm çok hasta, yanýndan geliyorum. Bana sizden bahsederek ‘Þimdi yanýmdaydý, þurada namaz kýlýyordu.' dedi. Halbuki siz buradasýnýz. Bunun hikmeti nedir?” diye sordu. Allah-u Teâlâ dilediði kulunu kudsî ruhla destekler. Rûhâniyet O'nun yürütüp kullandýðý bir ruhtur. Onu yalnýz O bilir ve kullanýr. Onun rûhâniyetinden lâtifeler halk eder. O lâtifeler onun mânevî askeridir. O askerleri Allah-u Teâlâ dilediði yerde yürütür, çalýþtýrýr. Âyet-i kerime'sinde þöyle buyurmaktadýr: “Göklerin ve yerin ordularý Allah'ýndýr.” (Fetih: 4) Dilediði þekilde iþlerini yönetir.
Bu lâtifelerden bazen kiþinin haberi olur, bazen haberi bile olmaz. Bir yerde deðil, kýrk yerde, dilediði yerde bulundurabilir. O rûhâniyetin askeri olduðu için, kýlýna varýncaya kadar her þeyi ona benzer. Kesinlikle ayýramazsýnýz. Rûhâniyet ayný bir arkadaþ gibi, kiþinin yanýnda bulunur, gelenlere mukabele eder. Onu ziyarete melekler gelir, huriler gelir, gayb âleminden Allah-u Teâlâ'nýn murad ettiði kimseler gelir. Neler neler, kimler gelir, akýl almaz. O kiþinin keþfi açýksa onlarý görür, karþýlar, uðurlar. Keþfi açýk deðilse onlarý rûhâniyeti karþýlar, onlarla konuþur ve onlarý uðurlar. Allah-u Teâlâ kimi kapalý yürütüyorsa, rûhâniyet onlara mukabele eder. Onun vazifesini o yapar. Allah-u Teâlâ dilediði kadar tecelli eder, o lâtifeleri çalýþtýrýr. Burada þu hususu arz etmek istiyoruz ki, Mürþid-i hakiki Hazret-i Allah'týr, Mürþid-i kâmil ise bir maske olmuþ oluyor.
Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i þerif'lerinde buyururlar ki: “Ýþlerinizde sýkýþtýðýnýz zaman kabir ehlinden yardým isteyiniz.” (Keþfül-Hafâ) O ölmüþ amma, ruhu ve ruhâniyeti ölmemiþtir, askerleri de ölmemiþtir. On kiþi, yirmi kiþi, kýrk kiþi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nýn izniyle muradlarýna erdirir. Çünkü ölmediler. “Ýstimdat et, yardým edecek, cevap verecek sana.” buyuruyor. Niçin? Ölmediði için. Elbise öldü, amma ruhâniyet ölmedi.
Kabir ehlinden nasýl istimdat edilir? Ruhu alýnmýþ, kabre konmuþ, böyle bir kimseden nasýl yardým istenir? Ruh alýnmýþ amma, diðer insanlarda bulunmayan yalnýz onda bulunan iki ruh vardýr. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nýn takviye ettiði ruhâniyet kaldý. Kudsî ruh bu iþi yapýyor. Ýstimdat edenlere yetiþen iþte bu ruhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardým isteyenlerin yardýmýna yetiþir. “O Lâtif'tir, Habir'dir.” (En'âm: 103) Lâtif olan, Habir olan Allah-u Teâlâ; bütün iþlerin inceliklerini bilir, her þeyden haberdardýr. O ruhâniyeti dilediði þekilde hareket ettirir, O ruhâniyeti her þeyden haberdar eder. Bütün bunlar senden sana yakýn olan Allah-u Teâlâ'nýn tecellileridir. O ruhâniyet bütün bu iþlere vâkýftýr. Kabirde de, mahþerde de böyledir. Ýstedikleri zaman, istedikleri þekilde böyle yetiþirler.
Mürþid-i kâmil'in gerçekten de bir maske olduðu apaçýk anlaþýlmýþ oluyor. Fakir der ki: “Ben deðersiz ve hükümsüz bir mahlûkum. Bütün deðer ve hüküm Hazret-i Allah'a âittir.” Bu arz ettiðimiz beyanlarla Mürþid-i kâmil'in hükümsüz, deðersiz ve bir maskeden ibaret olduðu anlaþýldý. Diyeceksiniz ki; “Peki Mürþid-i kâmil'in deðeri nerededir?” Allah-u Teâlâ yalnýz o maskededir. Ýþte Mürþid-i hakiki dediðimiz Hazret-i Allah budur.
Bunun içindir ki Âyet-i kerime'sinde: “Sâdýklarla beraber olunuz.” buyuruyor. (Tevbe: 119) Bu Âyet-i kerime'nin sýrrý da bu noktada açýlmýþ oldu. Zavallý insan “Ben, Ben, Ben” der benlik putuna tapýnýr durur. Özünde nefis, sözünde “Ben!”. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki: “O Zâhir'dir.” (Hadid: 3) Ota bir þekil vermiþ meydana çýkarmýþ, çiçeðe bir þekil vermiþ meydana çýkarmýþ, insana bir þekil vermiþ, meydana çýkarmýþ, kâinata bir þekil vermiþ, meydana çýkarmýþ. Þimdi her meydana çýkan O'nunla çýkýyor. Varlýðýný çektiði zaman yok oluyor. Hani sen vardýn? Yani sen O'nunla kaimsin. Fakat zavallý insan “Ben!” dedi, putuna tapýndý. Ben putuna tapýndý gitti. Kâinat da böyledir. Yani bir otla, bir çiçekle, bir insanla, bir kâinat Allah-u Teâlâ'nýn yanýnda deðiþmez.
Madde ile mânâ arasýndaki fark
Cismâniyet âlem-i halk'tan, rûhâniyet ise âlem-i emir'dendir. Cismâniyet zulmânidir, rûhâniyet nurânidir. Cismâniyet hayvânidir, rûhâniyet melekîdir. Cismâniyet yer, içer, gaflete düþer; rûhâniyet yemez, içmez, gaflete düþmez. Cismâniyet varlýk benlik iledir, rûhâniyet Allah-u Teâlâ'nýn emrindedir. Cismâniyet þeytanýn oyununa düþer, rûhâniyet daima uyanýktýr. Cismâniyet halk iledir, rûhâniyet Hakk iledir. Cismâniyet zevk sefâ iledir, rûhâniyet daima ibadet, taat ve takvâ iledir. Hakikat ehlinde rûhâniyet ve cismâniyet ayrýlmaktadýr.
Allah-u Teâlâ dilediði kulunun ruhâniyetinden lâtifeler halk eder. Ne kadar halk ettiðini O bilir ve o latifeleri O çalýþtýrýr, bazen kiþinin haberi bile olmaz. Bu gizli bir ilimdir. Bunlar Allah-u Teâlâ'nýn ruhâniyetle, kudsî ruhla desteklediði kullardýr.
Âyet-i kerime'de þöyle buyruluyor: “Onlar o kimselerdir ki, Allah imaný kalplerine yazmýþ ve onlarý kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiþtir.” (Mücâdele: 22) Bu gibi kullarýn rûhâniyetleri daima uyanýktýr.
Cismâniyetin uyumasý veya uyanýk olmasý rûhâniyeti etkilemez. O daima uyanýk olduðu için Allah-u Teâlâ o rûhâniyetten lâtifeler halk eder ve onlarý hareket ettirir. Allah-u Teâlâ'nýn lütuf izniyle kendisinden mânen istimdat edenlerin yardýmýna yetiþir, ister yakýn ister uzak olsun. Gerek ziyaretine gelen meleklerle, veyahut gayb âlemindeki insanlarla görüþür ve konuþur. Týpký insanýn yanýnda baþka bir insan bulunuyormuþ gibi, rûhâniyet onlara mukabele eder. O kulun bundan haberi bile olmaz, Allah-u Teâlâ ona isterse bildirir, isterse bildirmez. “Gözlerim uyur kalbim uyumaz.” (Buharî) Hadis-i þerif'inde rûhâniyet ile cismâniyet arasýndaki farklýlýðý gayet güzel olarak öðrenmiþ oluyoruz.
Hayatta da olsa, âhirete intikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadýna yetiþir. Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nýn rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediði kullarda olur, baþkasýnda tecelli etmez. Rûhâniyet nurlar çeþidinden olduðu için güneþ ýþýðý gibi yakýnlýk ve ýraklýk tesirinden uzaktýr. “Eðer Yemen'de olsan, benim ile isen yanýmdasýn. Yok bensiz isen, yanýmda da olsan, Yemen'de gibisin.” Farsça þiiri dahi bu hakikati izah için âdil bir þâhittir. Rûhâniyet dünyada seninle olduðu gibi, kabirde de seninle, mahþerde de seninle, cennet-i âlâ'da da seninle arkadaþtýr. Bunun delili þu Âyet-i kerime'dir: “Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse; iþte onlar Allah'ýn kendilerine nimetler verdiði peygamberlerle, sýddýklarla, þehitlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaþtýrlar.” (Nisâ: 69) Ahlâk-ý zemime ile meþgul olanlar, nefis ve þeytana uyanlar, dünyada o kötü arkadaþla olduklarý gibi, kabirde de, mahþerde de, cehennemde de onunla arkadaþtýrlar.
Kaynak:TASAVVUF'UN ASLI HAKÝKAT VE MARÝFETULLAH ÝNCÝLERÝ Yazar:Ömer Öngüt H.zleri
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: saniyenur Date: 22 Nisan 2011, 15:10:10
“Onlar o kimselerdir ki, ALLAH imaný kalplerine yazmýþ ve onlarý kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiþtir.” (Mücâdele: 22) Bu gibi kullarýn rûhâniyetleri daima uyanýktýr.
Rabbim bizleri ruhaniyeti daima uyanýk olanlardan eyle..Amin..
Allah razý olsun hocam ve sedagülü kardeþim..
Rabbbim bu yola erenlerden eylesin bizleri..
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: Canani Date: 26 Haziran 2011, 14:04:33
Kesinlikle hocm çok haklýsýnz Rabbim razý olsun bu paylaþýmlarýnýzdan dolayý..Bir söz vardýr kimseyi kötü bilmeyin dýþ görünüþüyle yadýrgamayýn ..yaradanýn sevigili kulu olabilir diye ..Rabbim hakikati göstersin bizlere..Þu dünyada hayýrlý güzel insanlarla tek derdi sevigiliye sevgili olmak deri içerisin olanlarla bizi cem eylesin ..sevigi ve muhabbetle...
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: ehlidunya Date: 26 Eylül 2011, 21:37:01
Cenabý hak yolunda gidenleri o yoldan gitmiþ gibi görünenleri birbirinden allahýn izni ve keremiyle ayýralým ve de
mevlamýzýn hiç bilenle bilmiyen bir olurmu hakikatine binaen hak dostuna hak ettiði deðeri allah rýzasý için verelim
allah razý olsun deðerli hocam paylaþýmlarýnýz için
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: ahmet eren Date: 06 Þubat 2012, 00:41:37
Doðru yolda olanlarý tanýmanýn yolu, doðru yoldan gitmenin yolu bir Allah dostuna ben de olmaktan geçer. Zira insan kendi kendine yetemez. Eðer ona dost olamýyorsak dostuna dost olalým inþ...
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: yunsemree Date: 11 Nisan 2012, 20:28:30
Selamun aleykum.allah býzý ýyý ýnsanlarla karsýlastýrsýn..
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: reyyan Date: 11 Nisan 2012, 21:46:29
ve aleykumusselam, amin ecmain inþ.
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: admin Date: 14 Mayýs 2012, 09:42:55
Tasavvuf ehli olmak nedir ? konudada anlatýldýðý gibi Kuran ve sünnete uymak kalbi safleþtirmek ; yanikalbi dünyanýn geçici sevgilerinden temizlemek , tövbe etmek , hayr ve savapta öncü oömak, fakire yardým yoksulun haklarýný gözetmek , Allah c.c bolca zikretmek , fikretmek , þükretmek , kalbin huþu ile rabbine anmasýna vesile olarak ihsan makamýna yol almak farzi ibadetlerin gereðini yaparak islamlaþmak , iman þartlarýna tahkik'i manada ele alarak inanarak imanlaþmak , yapýlan her ibadeti ve inancý huþu bünyesinde varmýþcasýna gözümüzün önünde olurcasýna ihsanlaþmak. Tasavvufun Amacýdýr... Ýlim Dünyasý.
Ynt: Tasavvuf Ehli Olanlar By: 8-D fatma zehra Date: 01 Þubat 2014, 18:26:08
ALLAH razý olsun deðerli hocam paylaþýmlarýnýz için
radyobeyan