Keramet By: derya Date: 13 Ocak 2010, 17:17:31
KERAMET
(Keramet bahsini Vrþ: Luma, s. 315, 318, 332; Ta´arruf, s. 71; Keþfu´l-mahcûb, s. 276, ;3; Yâfiî, Ravju´r-riyahîn, s. 16; îbn Teymiye, el-Fur-kân, s. 72.)
Üstad Kuþeyrî der ki: Evliyadan kerametin zuhur etmesi Allah Taâlâ´nýn kudreti dahilinde bulunduðunu bilmek vacip olunca, vücuda gelmesinin imkânýna engel olan hiç bir þeyin bulunmadýðý anlaþýlmýþ olur.
Kerametin zuhur etmesi, keramet sahibi þahsýn (mânevi) hâllerinde doðruluk üzere bulunduðunun alâmetidir. Hâllerinde sâdýk olmayan bir kimseden keramet nevinden olan bir þeyin zuhur etmesi caiz deðildir. Hâllerinde sâdýk olan ile yalancý olanýn arasýný istidlal yolu ile ayýrdedebilmek için, kadîm olan Hakk Taâlâ´nýn kerameti bize tarif etmiþ olmasý tasavvur edilen bir husustur. Bu ise, davasýnda yalancý olanlarda bulunmayan bazý þeylerin velilerde mevcut olmasý ile mümkün olur. Bu husus ise biraz önce iþaret ettiðimiz kerametten baþka bir þey deðildir. Kerametin harikulade (tabiat kanunlarýnýn üstünde) bir fiil olmasý, velayetle muttasýf olan bir kimseden teklif zamanýnda (dünyada) zuhur etmesi ve onun hâlini tasdik edici mahiyette bulunmasý þarttýr (180).
180. Keramet, âdetullah ve sünnetullah dediðimiz tabiat kanunlarýnýn üstünde ve hatta onlara aykýrý olan bir hâdisedir. Mucize ve keramet konusu, tabiat kanunlarýnýn hükmünü aralýksýz ve kesintisiz sürdürmesi, hiç istisna kabul edilmemesi mânasýna gelen determinizm (muayyeniyet, icabiyye) zihniyeti ile uyuþmaz. Fakat özellikle psikolojik konularda her þeyin determinizm anlayýþý ile halledilmesi imkâný da yoktur. Tabiat kanunlarýnýn istisnalarý ve bazý hallerde iþ görmedikleri, tesirli olamadýklarý bazý sahalar mevcuttur. Bu istisnalar fizikten psikolojiye doðru gelindikçe artmaktadýr. Maddî sahada çok ender olan istisnalar ruhi olaylar alanýnda nadir hale gelebilmektedir, Ýþte bu ender ve nadir haller, mucize ve keramet dediðimiz hadiselerin vücuda gelmesine imkân vermektedir. Fakat ender ve nadir halleri, bu durumdan çýkarýp umumî, þâyî ve þümullü haller durumuna getirmek; aslýnda fazla önemli olmayan bu gibi hususlarý çok ehemmiyetli ve birinci derecede deðerli hadiseler þeklinde takdim etmek her þeyden evvel dini deðerlere ve tasavvufî anlayýþa zarar vereceðinden mahzurludur. Ama meselenin bu nevî yanlýþ yorumlara, istismarlara ve suistimallere elveriþli olduðuna bakýlarak kökten inkâr edilmesi veya hafife alýnmasý da daha çok sakýncalýdýr.
Bugün, parapsikolojide ve metapsiþik olaylar üzerinde yapýlan araþtýrmalar, tabiat kanunlarý ile kâbil-i izah olmayan bazý hadiselerin mevcudiyetini ve bir takým istisnaî hallerin var olduðunu göstermektedir: Teleknezi denilen ve insana, maddeye uzaktan tesir etmek mânasýna gelen ilimlerden bahsetmektedirler. Ektoplazmi denilen tecessüd olayýna tasavvufta da rastlanmaktadýr. Gerisör; dua, okuma ve üfleme ile hastalara þifa veren insanlar tipi tasavvufta mevcuttur.
Keramet bir göz boyama, sihir, büyü, efsun, illüzyon, duyu yanýlmasý ve yanýltýlmasý meselesi deðildir. Fakat yukarda saydýklarýmýzda bu durumlar olabilmektedir. Fevkalâde ve harikulade hadiselerin baþlýca nevileri þunlardýr:
1. Müslümanlardan zuhur ve sudur eden harikulade haller:
a) Mucize: Teblið görevine baþladýktan sonra Nebilerden zuhur eder.
b) Irhâs: Teblið görevine baþlamadan önce Nebilerden sudur eder.
c) Keramet: Velîlerden zuhur ve sudur eder.
c) Meunet: Sýkýþýk ve dar durumlarda kalan avamdan zuhur eder.
2. Gayr-i müslimlerden zuhur eden fevkalâde ve harikulade haller:
a) Ýstidrac: Nebileri tekzib, Allah´ý inkâr ve dinî hükümleri reddetmede aþýrý giden azgýn kâfirlerden zuhur eder. Kendilerinden harikulade hadiselerin zuhur ettiðini gören münkirlerin þýmarýklýklarý, kibirleri ve azgýnlýklarý artar. Bu gibi þeyler arttýkça hak edecekleri azap da artar. Merdivenin alt basamaklarýndan düþmekle üst basamaklarýndan düþmek arasýndaki farka benzer.
b) Ýhanet: Yalancý peygamberlik iddiasýnda bulunanlarýn, isteklerinin aksinin olmasýdýr. Müseylemetu´l-Kezzab´a, tek gözü kör olan bir kiþi getirilir, dua et de gözü iyi olsun, denilir. O da dua eder ama bu sefer adamýn öbür gözü de kör olur.
c) Sihir: Büyü ve efsun denilen sihrin gerçek olup olmadýðý konusunda âlimler ihtilaf etmiþlerdir. Bazýlarýna göre sihrin aslý vardýr, bazýlarýna göre yoktur. Fakat hepsine göre de sihir yapmak haramdýr. Lebid b. Asamm´ýh Hz. Peygamber´e sihir yaptýðý, bunun tesirinin Resûlüllah´ta görüldüðü, Felak ve Nas surelerinin sihre karþý bir tedbir olmak üzere nazil olduðu kaynaklarda zikredilmektedir, bk. Buharý, Týbb, 49; Müslim, Sihir, 17.
Kerametler iki çeþittir:
1. Sûrî ve kevnî keramet: Hissi ve maddî bir keramettir: Tayy-i mekân, su üzerinde yürümek, ihtiyaç zamanýnda yenecek ve içecek bulmak... gibi.
2. Manevî ve hakiki keramet: Bunlar ilim, irfan, marifet ve ahlâkla ilgili kerametlerdir. Bir kimse kötü bir huyunu atýp yerine iyisini koydu mu, en büyük keramet budur. Onun için, «Ýstikâmet kerametten üstündür. Çünkü keramet nefsin, istikâmet Rabbýn senden istediði þeydin. denilmiþtir. Hakiki ve büyük sûfiler ilim, irfan ve ahlâk sahasýnda yapýlan deðiþiklikleri, ilerlemeleri, geliþmeleri ve yükselmeleri gerçek ve paha biçilmez kerametler olarak görmüþler, sûrî ve kevnî kerametlere fazla önem vermemiþler, hatta zaman zaman bu nevi kerametlerin bir mekr-i ilâhî olabileceði, onun için de mahzurlar doðuracaðý konusunda etrafýndakileri ve mensuplarýný aralýksýz uyarmýþlardýr. Bir þeyhin ve velînin gösterebileceði en büyük keramet, bir münkirin mümin olmasýna, hidayeti bulmasýna vesile olmaktýr.
Sufilerin kanaati þudur: «Mucizeler peygamberlerin davalarýnýn hak olduðunu gösteren delilleridir. Peygamberliðin delili olan bir þey ise Peygamberlerden baþkasýnda bulunmaz. Nitekim muhkem bir akýl ve saðlam bir muhakeme, âlim bir adamýn ilim sahibi oluþunun delili olduðu için âlim olmayanlarda bulunmaz». Ebu Ýshak, «Evliyanýn duanýn kabulü nevinden kerametleri vardýr, fakat peygamberlerin mucizeleri cinsinden kerametleri yoktur», derdi.
Ýmam Ebu Bekir b. Furek (r.a.) in kanaati ise þu idi: «Mucizeler Peygamberlerin doðru söylediklerinin delilleridir, mucize sahibi Peygamber olduðunu iddia ederse, mucize onun doðru söylediðini ispat eder, mucize sahibi veliliðe iþaret ederse, mucize onun hâlinde sâdýk olduðunu ispat eder ve bu hâl keramet ismini alýr, mucize ismini almaz. Her ne kadar bu hâl mucize cinsinden ise de arada fark vardýr. (Mucize tahaddi ile, keramet tahaddisiz zuhur eder).
Ýbn Furek (r.a.) derdi ki: «Mucize ile keramet arasýndaki fark þudur: Peygamberler mucizeyi açýklamakla memurdurlar, kerameti saklý ve gizli tutmak ise veliler üzerine vaciptir. Resûlüllah (s.a.) mucize sahibi olduðunu iddia ediyor ve bunu katiyetle ifade ediyordu, velî ise keramet iddiasýnda bulunmaz, kendisinden zuhur eden hâllerin keramet olduðunu kesinlikle söyleyemez. Zira bu hâllerin bir mekr (oyun, istidrac) olmasý caiz ve mümkündür».
Zamanýnýn teki Kadý Ebu Bekir (Bakillâni) (r.a.) der ki: «Mucizeler Peygamberlere mahsustur, kerametler velilere aittir. Velîlerin deðil, sadece Peygamberlerin mucizeleri vardýr, çünkü mucizede þart olan iddia ile bulunmaktýr. Bizatihi (li-aynihi) mucize, mucize deðildir, mucize birçok vasýflarla birlikte husule geldiði için mucizedir.
Keramet ise bir þahsýn ýslahý nefes etmesine vesile ve vasýta olmaktýr. Hal bu olduðu halde son zamanlarda manevî kerametten çok sûri keramete ehemmiyet verilmiþ, menâkýbnâmeler âdeta efsane ve destan kitaplarý haline getirilmiþ, her þeyin velî ve þeyhin himmeti ve irâdesi ile halledileceðine inanýlmýþtýr. «Baba himmet!» diyen müridine, «Oðul gayret!» diye tavsiyede bulunan mürþitler bu noktayý gayet güzel tesbit etmiþlerdir. Mutad sebeplere tevessül yerine, sadece olaðanüstü hallerde ve bütün tedbirlerin bittiði ve çarelerin tükendiði zaman baþvurulmasý gereken himmete müracaat edilmesi, îslâm cemiyetinde sebep, illet, gayret, çalýþma, tedbir ve kendine güvenme gibi hususlarýn zayýflamasýna sebep olmuþtur.
Kuþeyrî Risalesinde anlatýlan keramet anlayýþý, sonraki mutasavvýflarda benimsenen keramet anlayýþýndan çok daha fazla naslara yakýndýr.
Bunlardan biri nübüvvet davasýdýr. Veli nübüvvet davasýnda bulunmadýðý için, ondan zuhur eden þey mucize deðildir».
Ýtimat ettiðimiz görüþ, iþtirak ettiðimiz kanaat, hatta kendimize din bildiðimiz inanç budur.
Bu bir þart müstesna, mucizelere ait þartlarýn hepsi veya çoðu keramette de bulunur. Þüphe yok ki, keramet hadis bir fiildir. Bu fiil âdeti nakz eder. (Tabiat kanunlarýný iþlemez hale getirir) ve teklif zamanýnda (dünyada) husule gelir. Keramet, kendisinden zuhur eden bir kula hususiyet ve fazilet bahþeder. Bazan kulun irâdesi ve duasýyle vücuda gelir, bazan da gelmez. Bazý zamanlarda ise kulun irâdesi dýþýnda zuhur eder. Veli, halký kendine davet etmekle memur deðildir. Fakat ehil olan bir kimse bu neviden bir þey izhar etse caiz olur. (Velînin halký Hakk´a davet etmesi vacip, kendine davet etmesi ise vacip deðildir, sadece caizdir, halbuki Nebi halký hem Hakk´a hem de kendisine davet eder, Nebi nübüvvetini kabul ettirmekle mükellef olduðu halde, velî veliliðini kabul ettirmekle mükellef deðildir).
Hakk ehli olanlar, velinin veli olduðunu bilmesi acaba caiz midir, yoksa deðil midir, konusunda ihtilâf etmiþlerdir. Ýmam Ebu Bekir b. Furek (r.a.) derdi ki: «Velînin velî olduðunu bilmesi caiz deðildir, çünkü bu kuldan korku hissini izâle eder, yerine emniyet duygusunu ikâme eder».
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) ise bunu caiz görürdü. Bizim de tercih ve iþtirak ettiðimiz görüþ budur. Bu husus bütün veliler hakkýnda vacip deðildir ki: «Her velinin veli olduðunu bilmesi vaciptir» sonucuna ve hükmüne varýlsýn, lâkin bazý velîlerin velî olduklarýný bilmeleri caiz olduðu gibi, bazý velilerin de bunu bilmemeleri caizdir. Bazýlarý velî olduðunu bilirse, bu bilme sadece o velîye mahsus bir keramet olur. Bir velîye mahsus kerametlerin hepsi aynen bütün velîlerde bulunmasý vacip deðildir. Hatta bir velîden dünyada hiç keramet zuhur etmese, kerametin zuhur etmeyiþi o veli için kusur ve ayýp sayýlmaz. Halbuki Peygamberlerde durum aksinedir. Peygamberlerin mucizelere sahip olmasý vaciptir. Çünkü Peygamber halka gönderilmiþtir, halkýn ise onun davasýnda sâdýk olduðunu bilmeye ihtiyacý vardýr, bu ise sadece mucize ile bilinir. Velînin hâli bunun aksidir. Çünkü veli olan bir kiþinin velî olduðunu bilmesi, kendi üzerine vacip olmadýðý gibi, halk üzerine de vacip deðildir, sadece caizdir. Nitekim aþere-i mübeþþere, Cennetlik olduklarýna güvenememiþlerdir.
«Korku halinden çýkarýr», diye velinin veli olduðunu bilmesini caiz görmeyenlerin bu gerekçelerine gelince, akýbetlerinin deðiþmesinden (ve sû-i hatimeden) korkmamalarýnda bir mahzur yoktur. Zira Hakk Taâlâ´nýn celâline, azametine ve heybetine ait olmak üzere velîlerin kalblerinde hissettikleri korku duygusu, sû-i hatimeden ileri gelen korkudan daha fazla ve daha çoktur.
Malum olsun ki, velî kendisinden zuhur eden kerametle sükûn bulamaz, buna güvenemez, bunu mülâhaza edemez. Nice zamanlar olur ki velilerde keramet nevinden olan kuvvetli bir yakîn ve fazla bir basiret zuhur eder. (Keramet onlarý kuvvetli bir yakîne, büyük bir basirete sahip kýlar). Böylece velîler kerametin, hakikati hâlde Allah´ýn. fiili olduðunu idrâk ederler. Bu suretle benimsedikleri inançlarýn sýhhatli olduðuna (kerametle) istidlal ederler.
Kýsaca velîlerden kerametlerin zuhur etmesini caiz görmek vaciptir. Marifet ehli olan cumhurun görüþü budur. Keramet nev´inden olan haber ve menkýbeler tevatür haddine ulaþacak kadar çoktur. Bu rivayetler, prensip olarak kerametin mevcudiyeti ve velilerden zuhuru hakkýnda kuvvetli bir ilim hasýl edecek ve bu konudaki þüpheleri izale edecek mahiyettedir. Sûfîler arasýnda bulunanlar kerametle ilgili haber ve menkýbelerin tevatür haddine ulaþtýðýný bilirler, bu durumda olanlar esas itibariyle bu hususta þüphe etmezler.
Kerametin delillerinden biri Süleyman (a.s.) ýn adamý (Asaf) hakkýnda Kur´an´da nass olarak: «Göz açýp kapayýncaya kadar bir zaman içinde sana tahtý ben getireceðim». (Neml, 27/40) buyrulmuþ olmasýdýr. Halbuki Asaf Peygamber deðildi. Müminlerin Emiri Ömer b. Hattab (r.a.) dan sahih olarak cuma hutbesi esnasýnda-. «Ya Sâriye, daðaçekil !» dediði rivayet edilir. Bu bir haberdir. O saatte düþmanýn bulunduðu yerden sakýnarak daða çekilmesi için o anda Hz. Ömer´in sesinin kumandan Sâriye´ye ulaþtýrýlmýþ olmasý bir keramettir.
Þu soru sorulabilir: Peygamberlerin mucizelerinde bulunan mânadan daha fazlasýný ihtiva eden bu nevi kerametlerin zuhuru nasýl caiz olur? Velîleri peygamberlere tafdil etmek caiz midir?
Cevap: Bu nevi kerametler Peygamberimiz (s.a.) in mucizelerine ilhak edilir. (Keramet mucizenin lâhikasýdýr). Çünkü müslümanlýðýnda sâdýk ve samimi olmayan hîç bir kimsede zuhur etmez Ümmeti içinde biri vasýtasý ile, kendisinden keramet zuhur eden bir Peygamberin bu kerameti aslýnda bu Peygamberin mucizelerinden sayýlýr.
Keramet ve füyûzatýn misâli, içi bal ile dolu olan ve balý dýþarý sýzdýran tuluktur. Bu tuluktan sýzan þeyler bütün velilerin sahip olduklarý (keramet ve) füyûzat gibi þeylerdir. Tuluðun içinde bulunan ise Peygamberimiz (s.a.) e ait olan þey gibidir».
Kerametler, bir duanýn kabul edilmesi, zahirî ve maddî bir sebep olmadan fakru zaruret zamanýnda yemek izhar edilmesi, susuzluk vaktinde su husule getirilmesi, uzun mesafelerin kýsa sürede kolaylýkla katedilmesi, düþman eline düþen birinin kurtarýlmasý, hatiften bir hitabýn iþitilmesi veya bunlara benzeyen harikulade fiil nevileri þeklinde zuhur eder.
Malum olsun ki: Allah´ýn kudreti dahilinde bulunan þeylerin çoðunun velîlerin kerameti olarak zuhur etmesinin caiz olmadýðý bugün kesinlikle, yani zarurî olarak veya zarurete benzer bir þekilde bilinmektedir. Annesiz ve babasýz bir insanýn vücuda gelmesi, maddenin hayvan ve canlý hale getirilmesi gibi ki, bunun örnekleri çoktur. (Yani ilâhî kudrete nazaran mümkün olan her þey velîden keramet olarak zuhur edemez, fakat Nebi için mucize olan bir þeyin veli için keramet yolu ile husule gelmesi caizdir).
Velinin mânasý nedir? diye sorulursa, þöyle cevap verilir: Velî nin iki mânaya gelmesi ihtimali vardýr. Velî «feîl» vezninde mübalaðalý ism-i faildir. Alîm, Kadir v.s. gibi. Buna göre velî, araya isyan ve günâh hâli girmeden devamlý olarak ibadet ve itaat hâlinde bulunan kimse mânasýna gelir. Velînin «feîl» vezninde ism-i mefûl olmasý da caizdir. Katil, maktul ve carîh, mecruh mânasýna geldiði gibi. Buna göre velî daimi ve ebedi olarak Hakk Taâlâ tarafýndan muhafaza ve himaye edilen kimse mânasýna gelir. Velîyi koruma iþini (tevelli) Allah üzerine almýþtýr. Allah velî olan kulu için hizlân yaratmaz, yani asi ve günahkâr olmak için ona kuvvet vermez, veli olan kuluna tevfikini devam ettirir, yani taatte bulunmak için ona þevk ve kuvvet verir.
Veli masum (ismet sahibi, gunahsýz, hatasýz, mýdýr: diye sorulursa, þöyle cevap verilir. ´Velinin masum olmasý Peygamberlerde olduðu gibi vaciptir´, mânasý kastedilmek isteniyorsa bu mümkün deðildir. Fakat: ´Velîden þer, fesad, âfet ve hata zuhur edebilir, fakat veli mahfuzdur, bu gibi günahlarda ýsrar etmez´, mânasý kastedilmek isteniyorsa, bunun evliyanýn vasfý olmasý imkânsýz deðildir.
Cüneyd´e? Arif ve veli zina eder mi ey Ebu Kasým? diye sorulunca uzun müddet baþýný eðmiþ, düþünmüþ sonra baþýný kaldýrmýþ ve: «Allah´ýn iþi takdir edilen bir kaderdir». (Ahzab, 33/38) demiþti. (Yani, Allah takdir ettiyse veli zina eder, fakat tevbe ederek Allah´a rücû eder, günah veli olmaya engel deðildir. Ýsmet ve masum olmak günah iþlememek demek olup Peygamberlere mahsustur. Hýfz ve mahfuz, günahta ýsrar etmemek demek olup evliyaya mahsusdur. Çünkü veliler lâ-yuhtî deðillerdir).
Velilerden korku hâli sakýt olur mu? diye sorulsa þöyle cevap verilir: Büyük velîlerde galip olan korku hâlidir. Yukarýda izah ettiðimiz gibi, nâdir olarak veliden korku hâlinin düþmesi ise imkânsýz deðildir. Seriyyu´s-Sakatî diyor ki: «Birisi içinde çok miktarda aðaç bulunan bir bahçeye girse, her aðaç üzerinde bulunan bir kuþ bu adama fasih bir lisan ile: Ey Allah´ýn velîsi, Selâmün aleyküm! dese ve bu kiþi bunun bir mekr (oyun, istidrac) olduðundan korkmasa, bu o zat için bir mekr ve oyun olmuþ olur». Sûfilere ait bu gibi daha pek çok menkýbe vardýr.
Bir keramet olmak üzere Allah Taâlâ´yý dünyada baþ gözü ile görmek caiz midir? diye sorulursa, þöyle cevap verilir: Kuvvetli olan görüþe göre bu caiz deðildir. Çünkü bu hususta icma vardýr. îmam Ebu Bekir b. Furek (r.a.) in Ebu´l-Hasen Eþ´ari´ye ait er-Rü´yetü´l-kebîr isimli eserinde bu konuda iki görüþ bulunduðunu hikâye etti-
181. Velî, ism-i fail mânasýna alýnýrsa Allah´ý seven, O´nu dost bilen, itaat hâlinde bulunan kul demek olur; ism-i mefûl mânasýna alýnýrsa Allah tarafýndan sevilen, himaye edilen ve iþleri görülen kul demek olur.
Þimdi velî olan bir zâtýn akibetinin deðiþmesi caiz midir? diye sorulsa þöyle cevap verilir: Hüsn-i hatimeyi, en mükemmel þekilde hatm-ý enfâs (nefesleri sona erdirmek) etmeyi veliliðin þartý olarak görenlere göre bu caiz deðildir. ´Þimdi hakiki olarak mümin olan bir kimsenin sonradan hâlinin deðiþmesi mümkündür´, kanaatinde olanlara göre, hâlde velî ve sýddîk olan zatýn sonradan hâlinin deðiþmesi caizdir. Bizim tercih ettiðimiz görüþ de budur.
Velînin akýbetinin emin olacaðýný, sonunun deðiþmeyeceðini ve hüsn-i hatime ile gideceðini kerametleri cümlesinden olarak bilmesi caizdir. O zaman bu mesele, yukarýda zikrettiðimiz, velinin velî olduðunu bilmesi caiz midir, deðil midir? konusuna girer.
"Mekr (oyun ve istidrac) korkusu velîden zail olur mu? diye sorulsa, þöyle cevap verilir: Eðer velî müþahede (ve ilâhi cemâli temaþa) makamýnda istilâm ve istiðrak hâlinde ise, his ve þuurunu kaybetmiþ bir vaziyette bulunuyorsa, hâlin istilâsýna uðradýðý için hisleri mahvolmuþsa, bilmek lazýmdýr ki, korku (gaybet halinde bulunanlarýn deðil, sadece) huzur ve sahv hâlinde bulunanlarýn sýfatýdýr.
Halkýn hiç bir þeyine tamah etmemek,
Hakaret için dili salývermemek, halkýn kötülüklerini görmekten sakýnmak,
dünya ve âhirette hiç bir kimseye hasým olmamak.
Malum olsun ki: Evliyada zuhur eden kerametlerin en büyüðü, devamlý olarak ibadet ve taat iþlemeye muvaffak kýlýnmak, günahtan ve emre muhalefetten korunmaktýr.
Evliya üzerinde kerametin izhar edildiðine dair Kur´an´dan þahit, Hakk Taâlâ´nýn Meryem (a.s.) hakkýndaki þu sözüdür: «Zekeriyya, mihrapta bulunan Meryem´in yanýna her giriþinde orada rýzýk bulur ve bunlar nereden geliyor? diye sorar, Meryem ise, o Allah´ýn nezdindendir, derdi». (Âlu îmran, 3/37) Halbuki Meryem ne Nebî, ne de Resul idi. Baþka bir âyette Hakk Taâlâ þöyle buyurmuþtur: «Hurmanýn þu kuru dallarýný sallayýver, sana devþirilmiþ yaþ hurmalar düþecektir». (Meryem, 19/25) Hurmanýn düþmesi hadisesi yaþ ve taze hurma toplama mevsiminde deðildi. Kehf ashabýnýn kýssasý ve köpeklerinin kendileri ile konuþmasý gibi. Bunlarda zuhur eden acaip ve garip haller de kerametin delilleridir. Zülkarneyn kýssasý ve Hakk Taâlâ´nýn baþkalarýna vermediði imkân ve kudreti ona vermesi de kerametin Kur´ân´daki delilidir. Hýzýr (a.s.) in elinden zuhur eden duvar düzeltme v.s. gibi hâller Hz. Musa´nýn bilmediði þeyleri Hýzýr´ýn bilmesi gibi hususlar da bu nevidendir. Bunlarýn hepsi Hýzýr (a.s.) a mahsus harikulade hâllerdir. Halbuki o nebî deðil, sadece velî idi.
Sahiv halinde velîde galip olan nedir? diye sorulsa, þöyle cevap verilir: Evvela Hakk Taâlâ´nýn hukukunu ifa etmekte sâdýk ve samimi olmak, her halü kârda halka rýfK ve þefkatle muamele etmek, sonra merhamet kanatlarýný bütün halk üzerine yaymak, sonra halktan gelen eza ve cefaya güzel bir davranýþ þekli ile tahammüle devam etmek. Aziz ve Celil olan Allah Taâlâ´nýn önce halka ihsanda bulunanlarý mükafatlandýracaðýný unutmamak.
182. Bu konuyu krs: Luma, s. J50, 428; Ta´arruf, s. 42; Keþfu´l-mahcöb, s. 457.
Hadislerde rivayet edilen keramet menkýbeleri
Bu konuda rivayet olunan haberlerden biri rahip Cüreyc menkýbesidir.
Resûlüllah (s.a.) söyle buyurmuþtur-. «Beþikte iken konuþan sadece üç kiþi vardýr. Ýsa b. Meryem, Cüreyc zamanýndaki bir bebek ve baþka bir bebek. Hz. isa´nýn nasýl konuþtuðunu biliyorsunuz. Cüreyc´e gelince: Cüreyc, îsrailoðullarý zamanýnda yaþayan âbid bir zat idi. Bir annesi vardý, bir gün namaz kýlarken annesi onu özledi ve: Ey Cüreyc, diye baðýrdý. Cüreyc: Ya Rab! Namazýmý kýlmam daha önemli diye düþünerek cevap vermedi. Annesi onun cevap vermeyiþine kýzarak iftiraya uðramasý için beddua etti.
ýsrail oðullarýndan bir kadýn Ben Cüreyc´i fitneye düþüreceðim, onu baþtan çýkaracaðým ve zina etmesini saðlayacaðým, dedi. Cüreyc´e geldi. Fakat hiç bir þey yapamadý. Geceleri Cüreyc´in tekkesine gelip sürüsü ile orada yatan bir çoban vardý. Fahiþe Cüreyc´i baþtan çýkarmaktan âciz kaldýðýný anlayýnca gitti, kendini çobana teslim etti. Çoban fahiþe ile zina etti ve fahiþenin bir çocuðu oldu. Fahiþe bu çocuðun Cüreyc´den olduðunu söyledi. Ýsrâiloðullarý Cüreyc´e geldiler ve tekkesini baþýna yýktýlar, sövdüler, saydýlar. Cüreyc namaz kýldý, dua etti ve eli ile bebeðe dürttü. (Burada Ýbn Þîrîn, Ebu Hureyre´nin þunu eklediðini ilâve etmiþtir: Sanki ben Resûlüllah (s.a.) in Cüreyc´in hâlini hikâye ederken eli ile iþaret ederek-. Ey çocuk, baban kimdir? dediðini görür gibiyim). Bebek: Babam falan çobandýr, dedi. Bunu gören isrâiloðullarý yaptýklarýna piþman oldular, Cüreyc´den özür dilediler ve tekkeni yeniden fakat altýndan veya gümüþten inþa edeceðiz, dediler. Lâkin o buna razý olmadý ve tekkesini bizzat kendisi eskisi gibi inþa etti. öbür bebeðe gelince, emzirmekte olduðu bir bebeðe sahip olan bir kadýn vardý. Bir gün güzel ve yakýþýklý bir delikanlý bu kadýnýn yanýndan geçti. Kadýn: Allah´ým! Oðlumu þu genç gibi kýl, dedi. Fakat bebek: Allah´ým! Beni bunun gibi kýlma, dedi. (Hadisin râvisi Ýbn Þirin, Ebu Hureyre´nin þunu ilâve ettiðini ifade etmiþtir: Sanki ben meme emen bebeðin böyle söylediðini hikâye eden Resûlüllah (s.a.) ý görür gibiyim). Sonra kadýnýn yanýndan; hýrsýzlýk yaptýðý, zina ettiði ve bu sebeple ceza gördüðü söylenen bir kadýn geçti. Anne kadýn: Allah´ým! Çocuðumu bunun gibi kýlma, dedi. Bebek yine dile geldi ve: Allah´ým! Beni bunun gibi kýl, dedi. Anne bebeðine: Neden böyle konuþuyorsun? dedi. Bebek dedi ki: Gördüðün genç zâlim ve gaddarýn biri idi. Bu kadýna gelince, hakkýnda zina etti, denilmiþtir, ama zina etmemiþtir, hýrsýzlýk yaptý, denilmiþtir, ama hýrsýzlýk yapmamýþtýr. Kendisine bu nevi ithamlar yapýlýrken o: Hasbünallah = Allah bana kâfidir, demiþtir» (183).
Bu hadis Sahih´de (Buhari´de) rivayet edilmiþtir. Sahih hadis kitaplarýnda rivayet edilen meþhur «maðara hadisi» de bu nevidendir.
183. Buharî, Enbiya, 48; Müslim, Birr, 2.
Üç genç bir maðaraya girerler. Aniden maðaranýn kapýsý kocaman bir taþ ile kapanýr Bir türlü taþý iteklemeye muvaffak olamazlar. Çare olarak her birimiz Allah için yaptýðý en büyük iyiliði vesile ederek kurtulmamýz için dua etsin diye kararlaþtýrýrlar. Birinci söze baþlar. Benim ihtiyar anne ve babam vardý. Onlara süt vermeden evvel aileme, (süt) ve hayvanlara su içirmezdim. Bir kere bir aðaçla uðraþtýðýmdan o akþam süt içirmek için yetiþemedim, ben gelince onlar uyumuþlardý. Akþam içeceklerini hazýrlamýþ, getirmiþ, fakat onlarý uyur vaziyette bulunca uyandýrmaktan çekinmiþ, lâkin onlardan önce aileme (süt) ve hayvanlara su vermeyi hoþ bulmamýþ, elimde kadeh sabaha kadar uyanmalarýný beklemiþtim. Nihayet þafak sökerken uyandýlar ve akþama ait içeceklerini içtiler. Ya Rab, ben bu iþi sýrf Senin rýzân için yaptýysam; bizi, içinde bulunduðumuz durumdan kurtar. Bunun üzerine maðaranýn aðzýný kapatan kaya biraz açýldý, fakat açýklýk oradan çýkýlacak kadar deðildi».
Resûlüllah (s.a.) buyurdu ki: «Ýkinci zat þöyle dua etmiþti: Allah´ým, amcamýn bir kýzý vardý. Ýnsanlar içinde en çok sevdiðim o idi. Bir kere ona seviþme teklif etmiþtim, lakin o reddetmiþti. Fakat bir kýtlýk senesinde kýz sýkýntýya düþtü. Bana geldi, beni muradýma nail kýlmasý için yüzyirmi dinar verdim, o da kabul etti. Onunla baþbaþa kalýp istediðimi yapacaðým zaman bana: Mührü haksýz bir þekilde bozman senin için helal olmaz, dedi. Bunun üzerine arzumu yerine getirmeyi sakýncalý buldum ve ondan yüz çevirdim. Halbuki benim için insanlarýn en sevimlisi o idi. Verdiðim altýnlarý da ona býrakmýþtým. Ya Rab, eðer bunu sýrf Senin rýzâný kazanmak için yaptýysam bizi içinde bulunduðumuz durumdan kurtar! Bunun üzerine kaya biraz daha açýldý, fakat yine de çýkmaya kadir olamamýþlardý».
Resûlüllah (s.a.) üçüncü zatýn þöyle dua ettiðini ifade buyurmuþlardý: «Allah´ým, ben iþçi çalýþtýrýr, hepsine de ücretlerini öderdim. Bir kere bir iþçi çalýþtýrmýþtým, fakat o ücretini almadan savuþup gitmiþti. Parasýný kâr getirecek þekilde iþlettim. Adam bir zaman sonra geldi ve: Ey Allah´ýn kulu, ücretimi ver, dedi. Þu gördüðün develer, davarlar ve köleler hep senin ücretindir, al ve git, dedim. Adam: Ey Allah´ýn kulu, benimle dalga geçme, dedi. Hayýr, seninle dalga geçmiyorum, dedim Bunun üzerine adam mallarýn hepsini aldý ve sürdü götürdü, geriye hiç bir þey býrakmadý. Ya Rab, eðer ben bunu Senin rýzâný kazanmak için yaptýysam, bizi içinde bulunduðumuz sýkýntýlý durumdan kurtar dedi ve kaya biraz daha açýldý. oradan selametle çýkýp kurtuldular.
Aþaðýdaki haber de bu nevidendir.
Resûlüllah (s.a.) þöyle buyurmuþtur: «Adamýn biri sýðýrý sürüp götürürken hayvanýn sýrtýna bir þeyler yüklemiþti, öküz adama döndü ve: Ben eþya taþýmak için yaratýlmadým, dedi». Bunu dinleyenler: Sübhanallah, sýðýr da mý konuþurmuþ, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.), «Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanýrýz», buyurdu (185).
Üveys Karâni (Veysel Karânî) menkýbesi, Ömer b. Hattab (r.a.) ýn bu zatta müþahede ettiði hâl ve hareket, sonra Üveys´in Heren b. Hayyan´la görüþmeleri, bunlardan her birinin daha önce yekdiðerini tanýmadýklarý halde ad söyleyerek birbirine selâm vermeleri... Bunlar harikulade þeylerdir. Çok meþhur olduðu için Veysel Karânî menkýbesini anlatmýyoruz (186).
Sahabe ve tabiûndan sonra bunlarý takip eden nesilden istifaze ve þöhret haddine ulaþacak kadar çok kerametler zuhur etmiþtir. Bu konuda birçok kitap yazýlmýþtýr. Bu menkýbelerden bir kýsmýna kýsaca iþaret edeceðiz, inþallah Taâlâ...
Bunlardan biri îbn Ömer´le ilgilidir. îbn Ömer bir sefer esnasýnda, yollarý arslan tarafýndan kesildiði için bekleyen bir cemaata rastladý. Gitti arslaný oradan kovdu ve yollarýný açtý, sonra: «Ýnsanoðluna korktuðu þey musallat kýlýnýr, insan Allah´tan baþka hiç bir þeyden korkmasa, ona hiç bir þey musallat kýlýnmaz», dedi. Bu bilinen bir haberdir.
Rivayet olunur ki Resûlüllah (s.a.) ´Alâ b. Hadramî´yi, bir gaziler cemaatý ile birlikte bir yere göndermiþti. Gidecekleri yer ile, bulunduklarý yer arasýnda bir deniz parçasý vardý. ´Alâ b. Hadramî ism-i a´zam duasýný okudu ve arkadaþlarý ile su üstünde yürüdü (ve Bahreyn´e vardý).
184. Buharî, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 27.
185. Buharl, Enbiya, 54; Müslim, Fazaüü´s-sahâbe, 1. Ayný hadise göre bir kurt bir sürüden bir koyun 186. Müslim. Fazâilü´s-sahabe. 55.
Toz toprak, elbiseleri eski ve kendilerine önem verilmez nice insanlar vardýr ki, Allah´ým, þu iþi þöyle yap (veya Allah þu iþi þöyle yapacaktýr) diye yemin etseler, Allah onlarý yeminlerinde yalancý çýkarmaz». Resûlüllah bunu söylerken hangi þeylerle Allah Taâlâ´ya yemin ve dua edileceði konusunda bir tefrik yapmadý. (Yani hangi isim ve sýfatlarla dua edileceðinden ziyade, hangi kalp ve itikad ile dua edileceði önemlidir) (188).
Bu haber ve hadisler çok meþhur olduðu için senetlerini terketmiþ bulunuyoruz.
Sehl b. Abdullah´ýn þöyle dediði rivayet edilir: «Bir kimse hulûs-i kalp ile sâdýk ve samimi olarak dünyada zühd hayatý yaþarsa, ondan kerametler zuhur eder, eðer böyle yaptýðý halde keramet zuhur etmeyen biri çýkarsa, bu onun zühdde sâdýk olmamasýndandýr». Sehl´e böyle yapan zata keramet ne þekilde zuhur eder? diye sorulunca: «Dilediðini dilediði gibi ve dilediði yerden alýr» dedi.
Resûlüllah (s.a.) þöyle buyurmuþtu: «Bir adam bir kelime ile zikir yaparken buluttan bir nida iþitmiþ, buluttan (melekten) gelen ses þöyle diyordu: Falanýn baðýný sula! Bunun üzerine bulut o baðýn üzerine geldi ve suyunu oraya boþalttý. Sesi iþiten zat bulutu takip etmiþ ve sahibinin namaz kýldýðý bir baða gelmiþ ve adama: Ýsmin nedir? diye sormuþ. O adýný söyleyerek: Falan oðlu falaným, demiþti. Adam bað sahibine: Baðýn meyvelerini devþirdiðin zaman bunu ne yapacaksýn? diye sordu. Bað sahibi: Bunu neden soruyorsun? dedi. Adam: Buluttan iþittiðim bir ses: Falanýn baðýný sula, demiþti de ondan, dedi. Bað sahibi: Hâ, öyle desene, dedi ve anlattý. Baðýn mahsulünü devþirdiðim zaman bunu üçe böleceðim, üçte birini kendime ve aileme, diðer üçte birini baðýn masraflarýna, geriye kalan üçte birini fakir, fukara ve yolda kalmýþlara harcayacaðým» (189).
187. Buharî, Men&kýb, 25; Müslim, Salâttt´l-müsaflrîn, 36.
188. Müslim, Birr, 40; Tirmizî, Meaâkýb, 54.
189. Müslim, Fazâilu´s-sâhabe, 55.
Miskin ve yoksul insanlar Sehlin yanýna gelirlerdi. Sehl de onlarý bu odaya alýr, misafir eder, et yedirir, sonra da salý-verirdi. Ebu Nasr diyor ki: Tuster halkýnýn hepsinin bu hususta ittifak ettiklerini ve bunu kimsenin inkâr etmediðini görmüþtüm. Bu kanaatta olanlar büyük bir kalabalýk teþkil ediyordu».
Hamza b. Abdullah Alevi diyor ki: «Ebu´l-Hayr Tinâti´nin yanýna gitmiþtim. Ýçimden, yanýna girer, selâm verir ve yemeðini yemeden çýkar giderim, diye azmetmiþtim. Yanýndan çýkýp bir miktar yürüdükten sonra; bu zatýn içinde yemek bulunan bir sini ile arkamdan geldiðini farkettim. Þöyle diyordu: Ey delikanlý, þu anda (yemek yememe) azmini yerine getirmiþ bulunuyorsun, artýk gel ve þu yemeði ye». Ebu´l-Hayr Tinâtî kerametle meþhur olan bir zattýr.
Ýbrahim Rakki´nin þöyle dediði rivayet olunur: «Bir kere selâm vermek için Ebu´l-Hayr´ýn yanýna gitmiþtim. Akþam namazýný kýlmýþ, fakat (ucmelik ve pelteklik sebebiyle) fatihayý doðru dürüst okuyamamýþtý. Kendi kendime: Bu zatý ziyaret için boþuna sefere çýktým, dedim. Selâm verdim, oturdum ve sonra taharet için dýþarý çýktým, bir arslanm üzerime geldiðini görünce geri döndüm ve, bir arslan üzerime yürüdü, dedim. Ebu´l-Hayr dýþarý çýktý ve arslana baðýrdý. Onu kovdu ve: Ben sana misafirlerimize dokunma dememiþ miydim, dedi. Bunun üzerine arslan bir tarafa çekildi, ben de taharetimi yaptým. Tekrar Ebu´l Hayr´a geldiðimde: Zahiri þeyleri (ve kýraati) düzeltmekle meþgul oldunuz, onun için arslandan korktunuz. Biz kalbimizi düzeltmekle meþgul olduk, onun için arslan bizden korktu, dedi».
Derler ki: Cafer Huldi´nin bir yüzük kaþý vardý. Bir gün bunu Dicle nehrine düþürdü. Kaybolan bir þeyi bulmada, tesiri tecrübe ile sabit olan bir dua biliyordu. Bu duayý okudu. Bunun üzerine yüzük kaþýný aradýðý yapraklarýn içinde buldu.
Ebu Hatim Sicistâni, Ebu Nasr Serrac´dan duanýn þu olduðunu iþitmiþtim demiþtir: «Ey vukuunda þüphe olmayan kýyamet gününde halký toplayan, kaybettiðim þeyle beni bir arada topla».
Ebu Nasr Serrac diyor ki: «Ebu Tayyip Akki bana bir Risale gösterdi. Bu Risale, kaybettiði þey için bu duayý okuyup da yitiðini bulanlarýn isim listesini ihtiva etmekte idi. Risalede birçok yaprak ve sayfa, vardý».
Ahmed Taberâni Serahsi (r.a.) ye: Bir kimse kâinatta Allah´tan baþka bir mevcut (veya mûcid) görmezse, ister murad ve tabiî bir fiil görsün, ister harikulade bir fiil görsün müsavidir, arada bir fark yoktur».
Muhammed b. Ahmed Sûfî´nin, Abdullah b. Ali´den þunu naklettiðini iþitmiþtim: «Ebu Hasan Basrî diyor ki: Abadan´da harabelerde yatýp kalkan fakir ve siyah bir adam vardý. Yanýma bir þey (gýda) alarak onu aramaya gittim. Gözü bana çarpýnca tebessüm etti ve eli ile yere iþaret etti, yerin pýrýl pýrýl altýnlarla dolu olduðunu gördüm, sonra bu zat: Yanýndakini ver, dedi. Getirdiðim þeyi verdim. Adamýn durumu içime öyle bir heybet saldý ki, orada durmadan kaçtým».
Mansur Maðribi´nin þunu anlattýðýný iþitmiþtim: «Ahmed b. Atâ Ruzbârî demiþ ki: Taharet hususunda çok titiz davranýr ve sýk dokur ince elerdim. Çok su döktüðüm için bir gece caným sýkýlmýþtý, kalbim sükûn ve huzur bulmadý ve: Ya Rab! Af fimi dilerim, dedim. Hatiften þöyle bir ses iþittim: Af ilimdedir. (Þeriat ilmine tâbi olanlar affedilirler). Bunun üzerine içimdeki sýkýntý zail oldu». (Allah duamý kabul etti ve taharetle ilgili vesveseyi kalbimden defetti).
Mansur Maðribî´den þunu iþittim: «Bir kere Ahmed b. Atâ Ruz-bâri´yi sahrada yerde otururken görmüþtüm, seccadesiz idi, üzerinde davar gübresinin eserleri vardý. Ey þeyh, þu davar gübresinin eserleri deðil mi (eskiden sen buna karþý titiz ve vesveseli deðil mi idin) dedim. Bu konuda fakihlerin ihtilâfý var, dedi». (Böylece vesvese hâlinin zail olduðunu fukahanýn ihtilâfýndan istifade etmek istediðini anlattý).
Ebu Süleyman Havvas diyor ki: «Bir gün eþeðe binmiþtim, sinekler eziyet veriyor, onun için eþek baþýný durmadan eðiyor ve ben de elimdeki deynekle eþeðin baþýna vuruyordum. Nihayet eþek kafasýný kaldýrdý ve: Vur, dedi. Þüphe etme ki bu dayak yarýn senin baþýna inecektir». Hüseyin Râzî, Ebu Süleyman´a, «Bu gerçekten vâki oldu mu?» diye sormuþ. O da: «Evet, týpký iþittiðin gibi», demiþti.
Ýbn Atâ´nýn þöyle söylediði bilinmektedir: «Ebu Hüseyin Nuri þöyle demiþtir: Kerametler konusunda içimde bir ukde vardý. Bir kere çocuklarýn kullandýklarý bir oltayý aldým ve iki kayýk arasýnda durarak: Ýzzetine yemin ederek söylüyorum, þu olta ile üç okkanýn çýkarýlmasýný hak etmiþti. însan keramet istememelidir), demiþtir.
Cüneyd´in üstadý Ebu Cafer Haddad anlatýyor: «Mekke´de idim, saçým uzamýþtý, saçýmý alacak ve düzeltecek bir âletim yoktu. Mü-zeyyin´e geldim, onda hayýr sezmiþtim. Dedim ki: Allah Taâlâ için saçýmý alýr mýsýn? Evet, memnuniyetle, dedi. Yanýnda dünya uþaðý olan bir zengin vardý. Onu yanýndan savdý, beni yanýna oturttu ve saçýmý týraþ etti. Sonra, bana içinde para bulunan bir kâðýt verdi ve: Ýhtiyaçlarýnýn bir kýsmýný görmek için bundan faydalan, dedi. (Hem týraþ etti, hem para verdi). Parayý aldým, fakat buna karþýlýk elime geçen ilk þeyi getirip Müzeyyin´e ikram etmeye azmettim. Mescide geldim, dostlarýmdan biri yanýma gelerek: Basra´daki dostlarýndan birinden sana içinde üç yüz dinar bulunan bir kese geldi, dedi. Keseyi aldým, doðru Müzeyyin´e getirdim ve: Bu parayý bir takým iþlerin için kullanabilirsin, dedim, fakat o bana: Ey þeyh! Utanmýyor musun? Hem bana Allah için saçýmý týraþ et, diyorsun, hem de senden bir þey almamý istiyorsun, böyle þey mi olur, hadi iþine dön, Allah sana afiyet versin, dedi». (Velî iyilik yapar ama karþýlýk istemez, hizmete karþýlýk alýrsa, o iþ Allah için olmaz).
Ýbn Sâlim anlatýyor: «Ýshak b. Ahmed vefat ettiðinde Sehl b. Abdullah onun tekkesine geldi ve burada bir sepet buldu, içinde iki kavanoz vardý, kavanozun birinde kýrmýzý, diðerinde beyaz bir þey vardý, ayrýca bir parça altýn, bir parça gümüþ bulmuþtu. Fakat o altýn ve gümüþ parçalarýný Dicle´ye attý, kavanozlarda olan þeyi topraða döktü. Halbuki îshak´ýn borcu vardý. Ibn Salim, Sehl´e: Kavanozlarda ne vardý? diye sordu. Sehl: Birinde öyle bir þey vardý ki tonlarca bakýra bu þeyden bir dirhem aðýrlýðýnca atýlsa, bu kadar bakýrý altýna çevirir, diðer kavanozdaki þeyden bir miskal, tonlarca kurþuna dökülse bu kadar çok kurþunu gümüþe çevirir, dedi. Bununla îshak´ýn borcunu ödeseydi ne mahzuru vardý? diye soran Ýbn Sâlim´e, Sehl: Ey dost, imânýndan korkmuþtu, diye cevap vermiþti». (Ishak bakýrý altýn yapan kimya sanatýna vakýftý, fakat buna deðil, Allah´a güveniyordu, þayet bakýrý altýn yapar da borcunu öderse, imâný eksilir diye endiþe ediyordu).
bize þu menkýbeyi dikte ettirmiþti: Keramet sahibi olan Ebu Türâb Nahþebî ile bir kere sefere çýkmýþtým. Benden baþka yanýnda daha kýrk kiþi vardý. Bir ara fakr u zaruret içinde kaldýk. Bu durumu gören Ebu Türâb yoldan ayrýldý ve biraz sonra bir salkým muz getirdi. Muzu yedik, fakat içimizde bulunan bir genç yemedi. Ebu Türâb ona: Ye, deyince: Ben malum olan þeyleri (ve önceden tâyin edilen ve hazýrlanan rýzký) terketme hâlini gerçekleþtirmeye azmettim, þu anda sen malumum oldun, artýk seninle arkadaþlýk yapmam, dedi. (Sen harikulade bir þekilde ve keramet yolu ile bize muz getirdiðin için bundan sonra birlikte yolculuk yaparsak Allah´a deðil, sana güvenmiþ olurum. Havvas da ayný mülâhaza ile Hýzýr ile yolculuk yapmamýþtý). Bunun üzerine Ebu Türâb gence: Ýçine doðan kanaatla beraber ol, (ona göre hareket et), dedi».
Ebu Nasr Serrac, Bayezid Bistamî´den þunu hikâye etmiþtir: «Üstadým Ebu Ali Sindî yanýma geldi ve elindeki daðarcýðý silkeledi, baktýk içinden mücevherler döküldü. Bunlar sana nereden geliyor? dedim. Þurada bulunan vadiye gitmiþtim. Baktým pýrýl pýrýl parlayan bir þeyler, aldým, buraya getirdim, (çakýl topladým mücevher oldu) dedi. O vadiye girdiðin zaman nasýl bir vakit ve hâl içinde bulunuyordun? dedim. Ýçinde bulunduðum hâl, bir gevþeklik ve fütur geldiði vakit idi, dedi». (Ýnsan istiðrak hâlinde ne vadiyi, ne de vâdi-dekileri bilir, keramet yüksek hâlde zuhur etmez).
Bayezid Bistâmî´ye: Falan zat bir gecede Mekke´ye gidiyor, denildi, «Þeytan da bir anda meþriktan maðribe gider, fakat Allah´ýn lânetindendir», dedi. Falan zat su üzerinde yürüyor ve havada uçuyor, denildi. «Kuþ da havada uçuyor, balýk da su üstünde yürüyor», dedi. (Marifet þeriatýn ahkâmýný tatbik etmektir, keramet göstermek deðil).
Sehl b. Abdullah, «Kerametlerin en büyüðü kötü huylarýndan bir huyunu deðiþtirmendir», demiþtir.
Abdurrahman b. Ahmed adýnda, Sehl b. Abdullah´ýn sohbetlerine devam eden bir adam vardý. Bir gün: «Sehl, abdest alýrken dökülen sularýn dallar arasýnda altýn ve gümüþ halinde aktýðýný, ikide bir görmekteyim», dedi. Sehl ona: «Bilmiyor musun ki: Bebekler aðladýklarý zaman meþgul olmalarý (ve sükût etmeleri) için kendilerine haþhaþ (afyon) verilir». (Keramet seyr ve sülûkün baþýnda sabit olur.
Cüneyd diyor ki: «Bir gün Seriyyu´s-Sakatî´nin yanýna gittimm. Bana þunu anlattý-. Her gün yanýma bir serçe gelirdi, ekmek kýrýntýlarýný ufalardým. o da elimden bunlarý yerdi. Bir kere serçe aþaðýya doðru indi, fakat elime konmadý, kendi kendime-. Acaba bunun sebebi nedir? (ne günah iþledim?), diye düþündüm. Bir kere ekmeði katýk yaptýðým bir otla yediðimi hatýrladým ve içimden: Bir daha bunu yemiyeceðim, diyerek tevbe ettim. Bunun üzerine kuþ elime kondu, ve ekmeði yedi». (Keramet zühdün neticesidir).
Ebu Amr Enmâtî´nin þöyle dediði hikâye edilir: «Bir kere üstadýmla çölde sefer yaparken yaðmura yakalandýk, korunabilmek için orada bulunan bir mescide girdik, fakat tavandan içeriye su akýyordu. Elimizde bulunan bir sýrýkla lüzumlu yerleri düzeltmek için dama çýktýk. Fakat sýrýk duvara yetiþmedi. Bunu gören üstadým: Sýrýðý uzat, dedi. Ben de uzattým. Sýrýk eskiden yetiþmeyen yerlere yetiþecek kadar uzadý, ben de duvarýn orasýný burasýný düzelttim».
Ebu Bekir Dakkak anlatýyor: «Benî Ýsrail çölünde yürürken, hakikat (ve tasavvuf) ilmi þeriata zýttýr, diye hatýrýmdan bir düþünce geçti. Bir aðacýn altýndan ve hatiften gelen bir sesin: Þeriata uymayan her hakikat küfürdür, dediðini iþittim».
Sûfîlerden biri anlatýyor-. Hayru´n-Nessac´ýn yanýnda bulunurken adamýn biri geldi ve: Ey þeyh, dün ipliðini iki dirheme sattýktan sonra parayý ridanýn ucuna çýkýladýðýný gördüm, ardýndan geldim, ridanýzýn ucunu çözdüm, parayý aldým, fakat þimdi avucum kapalý vaziyette kaldý, açýlmýyor (özür ve af dilerim, bana dua buyur), dedi. Bunun üzerine Hayru´n-Nessac güldü ve eli ile bu adamýn ellerine iþaret etti, adamýn elleri açýldý, sonra Hayru´n-Nessac adama: Hadi þimdi git, bu iki dirhemle ailene dilediðin þeyi al, fakat bir daha böyle bir þey yapma, dedi».
Ahmed b. Muhammed Sülemi´nin þöyle dediði rivayet edilir: «Bir gün Zunnûn Mýsri´nin yanýna gittim, önünde altýndan bir tepsi ve etrafýnda da anber ile kafur ve misk karýþýmý bir madde vardý, bunlarý ateþte kýzdýrýyordu. Bana: Bast zamanýnda olduklarý zaman padiþahlarýn yanýna girebilir misin? (Çok neþeli ve keyifli olduklarý zaman padiþahlar adam kabul etmezler, bunu resmiyete ve ciddiyete uygun bulmazlar) dedi ve bu paradan bana bir dirhem verdi. Belh þehrine gelinceye kadar harcadýðým halde bir dirhemi tüketemedim». (Þeyhin huzuruna rastgele girilmez).
Ebu Said Harraz´ýn þöyle dediði hikâye edilir. «bir sefer esnasýnda bir yere oturdum. Hatiften bir ses bana: hangini daha çok arzu edersin, sebebi (ve yiyecek bir þeyi) mi, yoksa (mânevi bir) kuvveti (sabrý) mý? dedi. Kuvveti tercih ederim, dedim ve derhal ayaða kalktým. Aðzýma hiç bir þey almadan oniki gün yürüdüm ve hiç zayýflamadým da».
Mürtaiþ, Havvas´ýn þöyle dediðini iþitmiþtim, diyor: «Bir kere çölde yolumu þaþýrmýþtým, bir adam geldi, selâm verdi ve: Yolunu mu þaþýrdýn? dedi. Evet, dedim. Yolu bulman için sana kýlavuzluk yapayým mý? dedi ve önüm sýra birkaç adým yürüdükten sonra gözümden kayboldu. Fakat bu arada ben de kendimi caddeye çýkmýþ buldum. Ondan sonra ne yolumu þaþýrdým, ne de sefer esnasýnda açlýk ve susuzluk hissettim».
Ýbn Cellâ bir gün Rakkî´ye þunu anlatmýþtý: «Babam vefat ettiði zaman gassalin yüzüne gülmüþtü. Onun için kimse onu gasletmeye cesaret edememiþti. Her gelen: Bu saðdýr, demiþti. Sonra babamýn akraný olan bir gassal geldi ve onu gasletti».
Sehl b. Abdullah´ýn müridi Minâhî anlatýyor: «Sehl yetmiþ gün yemek yemez ve açlýða sabreder, yemek yediði zaman zayýflar ve acýkýnca kuvvetlenirdi».
Ebu Ubeyd Busri, Ramazan ayýnýn baþýnda evinin bir köþesine çekilir, çekildiði odanýn kapýsýný karýsýna kerpiç ve çamurla kapattýrýr ve içeriye her gün odanýn küçük penceresinden bir somun alýrdý. Bayram günü gelince kapý açýlýr, karýsý içeri girer ve odanýn bir köþesinde otuz somunun yenmeden kaldýðýný görürdü. Busri bir ay müddetle ne bir þey yer, ne bir þey içer, ne uyur, ne de bir rek´at namazýný geçirirdi.
Ebu Haris Evlâsý anlatýyor-. «Otuz sene yaþadým. Bu müddet içinde dilim, sýrrým (kalbimden dinlediði þeyleri söyledi. Sonra hâlim iyiye doðru deðiþti. Otuz sene daha yaþadým. Bu müddet içinde sýrrým Rabbýmýn (hitabýný) dinledi».
Sehl b. Abdullah ömrünün son günlerinde kötürüm olmuþtu. Namaz vakti gelince kötürümlüðü zail olur, elleri ve ayaklarý açýlýrdý. Farz namazý bitirince kötürümlüðü avdet ederdi.
Ebu Ýmran Vasýtî´nin þöyle dediði rivayet edilir: «Bir deniz yolculuðu yaparken vapur parçalanmýþ, ben ve bir kadýn bir tahtanýn üzerinde kalmýþtýk, bu halde iken haným dünyaya bir bebek getirdi. Kadýn bana baðýrdý ve: Susuzluk beni öldürüyor, dedi. Hakk Taâlâ Efendinizin kölesiyim, dedi. Bu mertebeye ne ile ulaþtýn? dedim. Rýzâsý için hevâ (ve hevesi) býraktým, onun için beni havaya oturttu, havayý emrime verdi, dedi. Sonra gözümden kayboldu, bir daha göremedim».
Zunnün Mýsrî anlatýyor: «Kabe´nin yanýnda pek fazla rükû ve secde eden bir genç gördüm, yaklaþtým ve: Pek çok namaz kýlýyorsun, dedim. Namazdan dönmek ve çýkmak için Rabbýmdan izin bekliyorum, dedi. Sonra bu adamýn üzerine bir pusulanýn düþtüðünü gördüm: Pusulada Aziz ve Gafur olandan sâdýk kuluma: Geçmiþ ve gelecek bütün günahlarýný affettim, namazdan çýk, ibaresi yazýlý idi». (Genç günahýný affettirmedikçe namazdan çýkmadý).
Sûfîlerden biri anlatýyor: Bir cemaatle beraber Medine´de Resûlüllah (s.a.) in mescidinde bulunuyor ve evliyalarýn menkýbelerini naklediyorduk. Yakýnýmýzda bulunan kör bir adam da bizi dinliyordu. Kör yanýmýza geldi ve: Sözleriniz hoþuma gitti, dedi ve baþýndan geçen þu hadiseyi anlattý: Biliniz ki, ben çoluk çocuk sahibi bir kimse idim. Bakî mezarlýðýna gider, satmak için odun toplardým. Bir gün yine odun için çýkmýþtým. Üzerinde keten bir gömlek ve parmaðýnda bir nalin bulunan bir genç gördüm, yolunu þaþýrmýþ biri zannettim, elbisesini soymak için ona doðru gittim ve: Üzerindekileri çýkar, dedim. Allah´ýn hýfz ve emanetinde olarak yürü (baþýmdan savul) dedi. Teklifimi ikinci, üçüncü defa tekrarladým. Genç, behemehal istediðini yapmam mý lazým, dedi. Evet, öyle, dedim. Bunun üzerine uzaktan parmaðý ile gözüme iþaret etti, gözlerim derhal aktý ve deþildi. Gence Allah´a yemin veriyorum, sen kimsin, söyle? dedim, ibrahim Havvas, dedi.
Zunnûn Mýsrî anlatýyor: «Bir kere bir gemide yolculuk ediyordum. Gemide mücevher bir gerdanlýk çalýnmýþtý. Adamýn birini hýrsýzlýkla itham ettiler. Siz býrakýn da ben durumu tatlýlýkla ona anlatayým, dedim. Baktým suçlanan adam abasýna sarýlmýþ ve uyumuþ bir genç. Genç kafasýný abasýndan çýkardý, ben de meseleyi kendisine anlattým. Genç: Bunu bana mý söylüyorsun? Ya Rab! Yemin ediyorum, istisnasýz denizdeki bütün balýklar aðýzlarýnda birer cevherle buraya gelecekler, dedi. Bir de baktýk suyun yüzü aðýzlarýnda birer cevher bulunan balýklarla dolu! Sonra genç kendini suya býraktý.
Bir gün sufi ile derviþ karþýlaþýr ve beraber bir müddet yolculuk etmeye karar verirler. Acýktýklarý zaman rahip: müslümanlarýn rahibi, neye gücün yetiyorsa marifetini göster, acýktýk, dedi. Bunun üzerine: Ýlâhi, beni bu kâfirin karþýsýnda rezil etme, dedim. Hemen (gaybten gelen) bir tepsi üzerinde ekmek, kebap ve bir testi su gördüm. Yedik içtik ve yedi gün daha yürüdük, bu sefer ben söze baþladým ve: Ey Hýristiyanlarýn rahibi, yanýndakini getir, gücünü ortaya koy, sýra sana gelmiþtir, dedim. Adam asasýna dayandý ve dua etti. Baktýk iki tabak geldi, bu tabaklarda bana gelen tabakta bulunanýn kat kat fazlasý vardý. Hayrete düþtüm, hâlim deðiþti ve yemekten çekindim. Adam ýsrar etti, fakat ben teklifini kabul etmedim. Nihayet adam: Ye! Sana iki müjdem var. Birisi þu: Eþhedü en lâilaheillallah ve eþhedü enne Muhammeden. Resûlüllah, dedi ve zünnârýný çözüp attý. Diðeri de þu: Ben þöyle dua etmiþtim: Allah´ým, þu kulunun (Havvas´ýn) nezdinde bir deðeri varsa, bana onun hürmetine rýzýk ver, dedim, O da verdi. Bunun üzerine yedik, içtik, yola çýktýk, haccettik. Mekke´de bir sene ikâmet ettik. Sonra adam burada öldü ve Bethâ´da topraða verildi» (Yunus´un menkýbesi gibi).
Muhammed b. Mübarek Sûrî anlatýyor: «Beytülmakdis yolunda Ýbrahim b. Edhem ile birlikte bulunuyorduk, öðlen olunca bir nar aðacýnýn altýnda konakladýk ve namaz kýldýk. Nar aðacýnýn kökünden gelen þöyle bir ses iþittik: Ey Ýbrahim, bizden bir þey yiyesin diye sana nar ikram ettik. Bunun üzerine Ýbrahim baþýný eðdi, cevap vermedi, ses üç kere tekrarlandý. Fakat o yine cevap vermedi (peki olur demedi). Bu defa ses bana: Bizden bir þey yemesi için Ýbrahim nezdinde bana þefaatçi ol, ey Muhammed, dedi. Bunu iþitince: Ey Ýbrahim, söyleneni iþittin, dedim. Ýbrahim kalktý ve iki nar aldý, birini kendisi yedi, diðerini bana verdi. Verilen narý yedim, fakat ekþi idi. Zaten aðaç da kýsa bir nar aðacý idi. Dönüþte tekrar buraya uðradýk, aðacý yüksek, narýný tatlý olarak bulduk. Bu aðaç her sene iki kere meyve vermekte idi. Bu aðaca Rummanetü´l-âbidin (abid-lerin narý) adý verilmiþti. Âbidler bu aðacýn gölgesinde barýnýrlardý». Câbir Rahbî anlatýyor: «Kerametler mevzuunda Rahbe halký beni red ve inkârda fazla ileri gitmekte idi. Bu sebeple bir gün arslana bindim ve Rahbe´ye girdim. Allah´ýn evliyasýný tekzib edenler neredeler dedim.
Abdurrezzak hadis rivâyet ederken halk etrafýný çevirmiþti. Onlarýn uzaðýnda baþýný dizlerine kadar eðmiþ bir genç gördüm. Adama: Ýþte Abdurrezzak, Re-sûlüllah (s.a.) dan hadis rivayet ediyor, gidip dinlesene, dedim. Genç bana: O, ölüden rivayet ediyor, ben ise Allah´tan gaip deðilim hep O´nun huzurundayým, dedi. Eðer dediðin gibi isen kim olduðunu bana söyle? dedim. Sen kardeþim Ebu´l-Abbas Hýzýr´sýn dedi (ve kendi ismini söylemedi). Bu hadise üzerine anladým ki Allah´ýn tanýmadýðým kullarý mevcuttur».
Naklederler ki: Ýbrahim b. Ethem´in bir müridi vardý. Merdiveni ve basamaðý bulunmayan yüksek bir odada ibadet ederdi. Taharet yapmak istediði zaman odanýn karþýsýna gelir. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, der, havada uçar gibi yürür, sonra temizlik iþlemini yapar ve: Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, diyerek, odasýna çýkardý.
Ebu Muhammed Cafer Hýza, Þiraz da þunu anlatmýþtý: «Ebn Ainr istahrî´den edep (ahlâk ve tasavvuf) öðrenmekte idim. Hatýrýma bir þey geldiði zaman Ýstahr´a giderdim. Nice kereler ben bir þey söylemeden o muhtaç olduðum cevaplarý bana verirdi. Nice kere de sorum üzerine cevap verirdi. Sonra meþguliyetim olduðu için Ýstahr´a gidemez oldum. Fakat bu sefer de hatýrýmdan ve sýrrýmdan geçen meselelere Ýstahr´dan O cevap vermeye baþladý. Üzerime gelen vâridler konusunda bana (vasýtasýz olarak tâ Ýstahr´dan) hitap etmekte idi».
Sûfîlerden biri anlatýyor: Karanlýk bir gecede derviþin biri vefat etmiþti. Ölüyü gasletmek için bir lamba aramanýn sýkýntýsý içinde iken odanýn küçük penceresinden içeri bir ýþýk düþtü ve burasýný aydýnlattý, ölüyü gasletme iþini bitirince ýþýk kayboldu, oda eski haline döndü.
Adem b. Ebu Ýlyas anlatýyor: «Askalan´da idik, bir genç bize gelir, bizimle oturur ve sohbet ederdi. Sohbet sona erince namaz kýlmaya baþlardý. Genç bir gün Ýskenderiye´ye gitmek istiyorum, dedi ve bize veda etti. Onu uðurlamaya çýktým ve eline birkaç dirhemcik vermek istedim. Fakat o bu parayý almaktan kaçýndý. Ben bu konuda ýsrar edince ýbrýkýna bir avuç kum attý, sonra üzerine deniz suyunu koydu ve bana: Buyur, ye, dedi. Baktým, çok miktarda þeker ve peksimet gördüm. Genç bana: Allah ile hâli bu þekilde olan bir kiþi dirhemi neylesin?
Ne kalpte ne de yürekte sevgilinin göreceði yer Benim arzum, hayalim ve neþ´em odur, ömrüm oldukça onunla olursam hoþ bir hayat yaþayacaðým. Kalbime gelen dert konusunda ondan baþka bir doktor bulamadým».
Ýbrahim Acurî´nin þöyle dediði hikâye edilir: «Bir Yahudiye borcum vardý. Bir gün Yahudi borcunu istemek için bana geldi. Kiremit yapmak için kýzdýrdýðým fýrýnýn yanýnda oturmakta idim. Yahudi bana: Ey Ýbrahim, bana bir keramet göster de o sayede Ýslâm olayým, dedi. Gerçekten dediðini yapacak mýsýn? dedim. Evet, dedi. O halde elbiseni çýkar, dedim. Elbisesini çýkardý. Elbisesini dürdüm, kendi elbisemi de onun elbisesine sardým ve ateþe attým. Sonra bizzat kendim ateþe girdim ve fýrýnýn ortasýndan elbiseyi dýþarý attým ve öbür kapýdan dýþarý çýktým. Baktýk elbisem olduðu gibi duruyor, hiç bir þey olmamýþ. Yahudinin elbisesinin ortasýnda ise bir yanýklýk vardý. Bu hâli müþahede eden Yahudi derhal Müslüman oldu».
Derler ki: Habib Acemi, tevriye günü Basra´da, ârefe günü Arafat´ta görülürdü. (Tayy-i mekân, bast-ý zaman).
Muhammed b. Abdullah Sûfi´nin, Ahmed b. Muhammed b. Abdullah Fergânî´den þunu naklettiðini iþittim: «Abbas b. Mehdi bir kadýnla evlenmiþ, fakat gerdeðe girdiði gece bir piþmanlýk duymuþ, kadýna yaklaþmak istemiþ ama (manen bu iþten) menolunmuþ, onun için cinsi münâsebetten vaz geçerek odadan dýþarý çýkmýþ, üç gün sonra kadýnýn kocasý zuhur etmiþti».
Üstad Kuþeyrî der ki: Hakiki keramet iþte budur, zira Allah,´ onun üzerine ilmi korumuþtur (yani þeriat ilmine ve ahkâmýna muhalefet etmemesini saðlamýþtýr).
Naklederler ki: Fudayl b. Ýyaz, Mina daðlarýndan bir tepe üzerinde iken, «Allah Taâlâ´nýn evliyasýndan bir velî þu daða: Sallan, dese dað derhal sallanýr», dedi. Bunun üzerine dað sallanmaya baþladý. Fudayl daða: «Sakin ol, ben bu sözümle seni kastetmedim», dedi ve dað sâkinleþti.
Abdulvâhid b. Zeyd, Ebu Asým Basrî´ye sordu: «Haccac seni aramaya baþladýðý zaman nasýl hareket ettin?» Þöyle dedi: «Odamda idim, kapýmý çaldýlar ve içeri girdiler. Kendimi öyle bir savurdum ki, gözümü açýnca Mekke´deki Ebu Kubeys daðýnda olduðumu gördüm.
Allah Taâlâ þu dünyaya-. «Ebu Asým´e hizmet et», diye emir vermiþtir, dedi.
Derler ki: Âmir b. Abdulkays, beytülmalden her ay kendisine verilen parayý alýr, yolda karþýlaþtýðý her insana bir miktar para verir, evine gelince paralarýný bir kenara kor, paranýn aldýðý kadar olduðunu ve hiç eksilmediðini görürdü.
Ebu Amr Züccâcî anlatýyor: «Bir kere Cüneyd´in yanýna gittim. Hacca gitmek için yola çýkmak üzere idim. Cüneyd bana saðlam bir dirhem verdi ve dua etti. Dirhemi ridamýn bir kenarýna çýkýladým. Hacca giderken hangi eve girdiysem arkadaþ ve ahbaplarla karþýlaþtým ve bu sebeple bu bir dirhemi harcama ihtiyacý duymadým. Hac vazifesini ifa edip Baðdat´a döndüðüm zaman Cüneyd´i ziyaret ettim. Cüneyd elini uzattý ve: Ver þu parayý, dedi. Parayý teslim ettim. Sonra bana: Nasýl oldu (maceraný anlat) dedi. Ben de: Emir nafizdir, (duan tesirlidir, bu sayede sýkýntý çekmedim) dedim».
Ebu Cafer Aver´den hikâye edilir: «Zunnûn Mýsrî´nin yanýnda idim. Bahis, eþyanýn evliyaya itaat etmesinden açýlmýþtý. Zunnûn: Ýtaat dediðin þu sandalyeye þu odanýn dört köþesini dolaþ, sonra eski yerine dön, demem ve onun da bunu yapmasýna derler, dedi ve derhal sandalye odanýn köþelerini dolaþtýktan sonra eski yerine döndü. Bu durumu müþahede eden bir genç aðlamaya baþladý ve oracýkta can verdi».
Naklederler ki: Vâsýl Ahdeb: «Rýzkýnýz ve size vaad olunan þeyler semâdadýr». (Zâriyât, 51/22) mealindeki âyeti okudu ve: «Rýzkýn semâda, ben ise onu arzda arýyorum. Vallahi bir daha rýzk aramayacaðým», dedi ve bir harabeye çekilip oturdu. îki gün beklediði halde bir yerden kýsmeti zuhur etmedi, durumu zorlaþtý. Üçüncü gün olunca, yanýnda bir zembil hurma buldu. Niyet ve himmet bakýmýndan kendisinden daha güzel olan bir kardeþi vardý. O da yanýna gelip ikâmet etmeye baþladý. Bu sefer günde iki sepet hurma gelmeye baþladý, ölüm aralarýný ayýrana kadar bu hâl böyle devam etti.
Sûfîlerden biri anlatýyor: Bað bekçiliði yapan Ýbrahim b. Ethem´i baðda uyurken görmüþtüm. Aðzýnda, nergisten bir yelpaze bulunan bir yýlan onu serinlendiriyordu.
Derler ki: Eyüp Sicistânî ile birlikte yolculuk yapan bir cemaat vardý. Çok aramalarýna raðmen su bulmaktan aciz kalmýþlardý. Eyüp onlara: «Hayatta bulunduðum müddetçe benden zuhur eden hâli kimseye bahsetmeyecekseniz ben size su bulurum dedi ve bir keramet göstererek hepsinin su ihtiyacýný giderdi.
Hammad b. Zeyd durumu açýkladý. Abdulvâhid b. Zeyd de: «Bu hadiseye o gün ben de þahit oldum», diyerek onu te´yid etti.
Bekir b. Abdurrahman anlatýyor: «Zünnûn Mýsrî ile çölde yolculuk yaparken deve dikeni dedikleri bir aðacýn altýnda konakladýk. Hurmasý da olsa þurasý ne hoþ yerdir, dedik. Zünnûn güldü: Canýnýz hurma mý istiyor? dedi ve aðacý silkeledi. Sonra: Ey aðaç! Seni yok iken var eden ve yaratan Allah´a yemin ediyorum, behemehal üzerimize yaþ ve taze hurmalar saçacaksýn, dedi. Sonra aðacý bir kere daha silkeledi, aðaçtan taze hurmalar döküldü. Bunlardan yedik, doyduk, sonra uyuduk. Uyandýðýmýz zaman bu defa aðacý biz silkeledik, fakat üzerimize diken döküldü».
Ebu Kasým b. Mervan Nihavendi´nin þöyle dediði rivayet edilir: «Ben ve Ebu Bekir Verrak, Ebu Said Harraz´a arkadaþ olmuþ, deniz sahilinde Sayda þehrine doðru yürüyorduk. Harraz uzaktan bir þahýs gördü ve bize: Gelin þurada oturalým, çünkü þu þahýs muhakkak ki Allah´ýn velîlerinden bir velidir dedi. Orada beklemeye baþladýk, çok geçmeden karþýmýza güzel yüzlü bir genç çýktý. Elinde bir su kýrbasý, bir de mürekkep hokkasý vardý, üzerinde ise bir hýrka bulunuyordu. Hokka ile birlikte su kabýný da taþýmasýný hoþ karþýlamayan Harraz, (sûfîler yanýnda divit-hokka taþýyan zahiri ilim mensuplarýnýn hakikata yabancý olduklarýna kani olurlardý) bu gence döndü ve: Ey delikanlý, Allah Taâlâ´ya giden yollar nasýldýr, nelerdir? diye sordu. Delikanlý: Ey Harraz, Allah´a giden iki yol biliyorum. Biri hususi bir yoldur, diðeri ise umumi. Senin tuttuðun yol umumi bir yoldur. Hususi bir yola gelince, beni takip et (öðrenirsin) dedi, sonra su üstünde yürümeye baþladý. Bir müddet sonra da gözümüzden kayboldu. Ebu Said gördüðü manzara karþýsýnda hayrete düþmüþtü».
Cüneyd anlatýyor: «Þunûziyye mescidinde kerametler konusunda sohbet yapan bir fukara (sûfiyye) cemaati gördüm, içlerinden bir fakir: öyle bir zat tanýrým ki, þu sütuna, yarýsý altýn, diðer yarýsý gümüþ olsun, diye emir verse derhal dediði olur, dedi. Cüneyd diyor ki: O sýrada sütuna baktým, bir yarýsý altýn, diðer yarýsý gümüþ olmuþtu».
Naklederler ki: Süfyan Sevri, Þeyban Râi ile hacca giderken karþýlarýna bir arslan çýkmýþ, bunu farkeden Süfyan, Þeyban´a: «Þu arslaný görüyor musun?» demiþ. Þeyban ise: «Sen korkma», demiþ. Sonra
arslan onu sýrtýna yüKler, MeKKeye Kadar götürür.
Hikâye edilir ki: Seriyyu´s-Sakatî ticareti terkettikten sonra iplik eðiren kýz kardeþinin bu iþten kazandýðý paradan kendisine infak ettiði þeyle geçinirdi. Bir gün bacýsý gecikmiþ, Seri de: «Neden geç kaldýn?» diye sormuþ, o da: Ýpliðim satýlmamýþtý da ondan demiþti. Ýplik karýþýk ve hileli olduðu için satýlmamýþtý, diye bir bahis geçmiþ, bunun üzerine Serî bir daha bacýsýnýn getirdiklerini yemekten sakýnmýþtý. Sonra bacýsý bir gün Serî´nin yanýna gelmiþ, Serî´nin evini süpüren bir kocakarý görmüþ, buna üzülmüþ ve doðru îmam Ahmed b. Hanbel´e giderek þikâyette bulunmuþ. Ýbn Hanbel de bu konuda Serî´ye bir þeyler söylemiþti. Seri dedi ki: «Bacýmýn getirdiklerini yemeyi terkedince Allah Taâlâ bana infâk ve hizmette bulunsun diye dünyayý emrime verdi». (Bir daha iþine hile karýþtýrmasýn diye kadýna dünya, hizmetçi suretinde gösterilmiþti).
Ebîl-hayr b. Mansur Tûsî anlatýyor: «Ebu Mahfuz Maruf Ker-hî´nin yanýnda idim. Bana dua etti. Ertesi gün yanýna girince yüzünde bir sýyrýk izi gördüm. Adamýn biri: Ey Maruf, dün yanýnda idik, yüzünde bir iz yoktu, bu neden oldu? dedi. Maruf ona: Seni ilgilendiren bir þey sor, dedi. Fakat adam: Allah hakký için soruma cevap ver, diye ýsrar edince durumu anlattý: Dün gece þurada namaz kýlmýþ, sonra da Kabe´yi ziyaret etmeyi arzu etmiþtim. Mekke´ye gittim, Kabe´yi ziyaret ettim, sonra suyundan içmek için zemzem kuyusuna yöneldim, kapýda ayaðým kaydý ve yüzümde bir sýyrýk meydana geldi».
Derler ki: Utbetu´l-Gulâm oturur ve: «Ey kumru, eðer Aziz ve Celil olan Allah´a benden daha çok itaat ediyorsan gel ve elime kon», der. Bunu iþiten kumru gelir eline konardý.
Ebu Ali Ruzbârî´nin þöyle dediði rivayet edilir: «Bir gün Fýrat nehrinin üzerinden geçerken caným taze balýk arzulamaya baþladý. Baktým ýrmak bana doðru bir balýk fýrlattý. Tam o sýrada bir adam koþarak yanýma geldi ve: Þu balýðý senin için kýzartayým mý? dedi».
Naklederler ki: Ýbrahim b. Edhem arkadaþlarý ile yolculuk yapýyordu, arkadaþlarýnýn yolu bir arslan tarafýndan kesilince, ona geldiler ve-. Ey Ýbrahim! Yolumuzu arslan kesti, dediler. Ýbrahim geldi ve: «Ey arslan! Þayet bize bir þey yapmak için emir aldýysan bunu yerine getir, aksi halde geldiðin yere dön», dedi. Bunun.üzerine arslan yerine döndü, onlar da yollarýna devam ettiler.
Ýbrahim Havvas ile bir yolculuða çýkmýþtýk. bir gece Sahrada yattý, uyudu. Arslan baþýndan ayaðýna kadar her yerini kokladýðý halde ona dokunmamýþ, sonra da oradan savuþup gitmiþti. Ýkinci gece bir köyün mescidinde geceyi geçirelim, dedik. Gece Havvas´ýn yüzüne bir sivrisinek kondu ve onu soktu. Bunun üzerine Havvas inledi ve bir sayha attý. Senin hâline þaþtým, dedim: Dün gece arslan seni rahatsýz etmedi, bu gece bir sivrisinekten nara atýyorsun. Þöyle dedi: Dün gece Aziz ve Celil olan Allah ile birlikte olma hâli içinde bulunuyordum. Bu gece ise nefsimle olma hâlinde bulunuyorum».
Atâ Ezrek´ten hikâye edilir ki: «Bir gün karýsý, aile efradýna un alsýn diye eðirdiði iplikten kazandýðý iki dirhemi vermiþti. Parayý alýp evden çýkan Atâ yolda aðlayan bir cariyeye rastlamýþ ve neden aðladýðýný sormuþtu. Cariye: Efendim bir þeyler satýn almak için bana iki dirhem vermiþti, yolda giderken parayý düþürdüm, beni döver diye korkuyorum, dedi. Atâ dirhemleri cariyeye verdi ve yoluna devam etti. Kereste biçen bir dostunun dükkânýnda oturdu, durumu ona anlattý ve kötü huylu karýsýnýn kendisi ile çekiþmesinden korktuðundan bahsetti. Dostu ona: Þu daðarcýðý þu talaþ ile doldur, belki ocakta yakarak bundan faydalanýrsýnýz, sana yardým etmek için baþka imkâna sahip deðilim, dedi. Atâ talaþý aldý, evine getirdi, evinin kapýsýný açarak daðarcýðý içeri attýktan sonra kapýyý kapattý ve mescide giderek gecenin geç saatlerine kadar orada kaldý, karýsýnýn dýrdýrýndan kurtulmak için uyku zamanýna kadar orada kaldý. Sonra geldi, kapýyý açtý, ev halkýnýn yemek piþirdiklerini gördü ve: Bu ekmeði nereden buldunuz? diye sordu. Daðarcýktaki undan. Bir daha bu undan baþkasýný alma, þeklinde cevap aldý. O da: Olur, inþallah öyle yaparým, dedi».
Ebu Cafer b. Berekât þöyle demiþtir: «Fukara ile düþüp kalkmakta idim. Bir gün elime bir dinar geçti, bunu derviþlere vermek istedim. Sonra kendi kendime, belki buna ihtiyacým olur, diye düþündüm. Hemen o saatte diþim müthiþ bir þekilde aðrýmaya baþladý. Aðrýyan diþimi söktüm, derken öbür diþim aðrýdý, onu da söktüm... Hatiften iþittiðim bir ses: Eðer bu bir dinarý fukaraya vermezsen aðzýnda bir diþ bile kalmýyacak, diye bana seslendi». (Ýlk gelen hâtýra uymak icap eder).
Osman b. Ebu Atike anlatýyor: «Rum diyarýnda gaza yapýyorduk. Kumandan bir yere müfreze gönderdi ve: Þu zamanda dönmüþ olacaksýn, diye vakit tayin etti. Tayin edilen vakit geldiði halde müfreze dönmemiþti. Ebu Müslim Havlâni sütre olsun diye yere diktiði mýzraðýna karþý namaz kýlarken bir kuþ geldi, mýzraðýn ucuna kondu ve: Müfreze selâmettedir, ganimet aldý ve falanca günün þu saatinde size gelecektir, dedi. Ebu Müslim kuþa: Allah Taâlâ sana rahmet eylesin, sen kimsin? dedi. Kuþ: Ben müminlerin kalbinden hüznü gideren kuþum, dedi. Bunun üzerine Ebu Müslim komutana geldi ve durumu bildirdi. Ebu Müslim´in söylediði gün gelince müfreze anlatýlan biçimde çýkageldi».
Sûfîlerden biri anlatýyor: Bir vapurda yolculuk yaparken içimizden hastalanan biri vefat etti. ölüyü teçhiz ve tekfin ettikten sonra denize atmak istedik, derken deniz kurudu ve vapur karaya oturdu. Vapurdan çýktýk, bir mezar kazýdýk ve ölüyü defnettik. Bu iþleri bitirdikten sonra sular kabarmaya baþladý, vapur su üzerinde yüzdü ve böylece yolumuza devam ettik.
Derler ki: Bir kere Basra halkýnýn baþýna kýtlýk musibeti gelmiþti. Habib Acemi bu senede veresiye yiyecek bir þeyler alýr, yoksullara daðýtýr, kesesini alýr, yastýðýnýn altýna kor, borçlular para almak istemeye geldiði zaman keseyi alýr, onu dirhemlerle dolu olarak bulur, bu para ile alacaklýlarýn borcunu öderdi.
Naklederler ki: Ýbrahim b. Edhem bir kere bir gemiye binmiþ, fakat ilgililer, bir dinar vermedikçe kendisini gemiye alamayacaklarýný söylemiþlerdi. Bunun üzerine Ýbrahim sahile gitti, iki rek´at namaz kýldýktan sonra, «Allah´ým! Bunlar bende bulunmayan bir þey istiyorlar», diye dua eder etmez derhal önündeki kumlar dinar haline geldi.
Ebu Muaviye Esved´in hizmetçisi Ebu Hamza Nasr b. Ferec anlatýyor: «Ebu Muaviye âma olmuþtu. Kur´an okumak istediði zaman mushafýný açar, Allah görme hissini iade eder, mushafý kapatýnca görme duyusu giderdi».
Ahmed b. Heysem Mutayyib, Biþr Hâfî bana: «Git, Maruf Ker-hî´ye namazdan sonra ona gideceðimi söyle», dedi. Ahmed Elçilik vazifesini yerine getirdi. Ben evimin damýnda su oluðunun üzerinde beklemeye devam ettim. Nihayet gecenin bir kýsmý geçtikten sonra Biþr baþýnda bir seccade olduðu halde geldi, Dicle´ye doðru yürüdü ve su üzerinden geçti, onu görünce kendimi damdan aþaðý attým. Gittim ellerini ve ayaklarýný öptüm ve: «Benim için Allah´a dua et» (zira hakkýnda suizanda bulunmuþtum) diye rica ettim, o da dua etti ve: «Bende gördüðün þu hâli gizli tut», dedi. Ben de bu müþahedemi o vefat etmeden evvel hiç kimseye anlatmadým. (Biþr, ona teheccüd namazýndan sonra gideceðim, demek istemiþ, fakat elçi meseleyi yanlýþ anlamýþtý).
Kasým Curî diyor ki: «Bir adam tavaf esnasýnda: Ýlâhî! Herkesin istediðini yerine getirdin, fakat benim ihtiyacýmý görmedin, demekten baþka bir þey söylemiyordu. Neden bu duadan baþka bir þey söylemiyorsun? dedim. Anlatayým dedi: Önce þunu bil, biz ayrý ayrý memleketlerden yedi kiþi idik, cihad için çýkmýþtýk. Fakat Rumlara esir düþtük. Bizi öldürmek için alýp götürdüler. Bu esnada semâdan yedi kapýnýn açýldýðýný gördüm. Her kapýnýn önünde ahu gözlü güzel bir huri durmakta idi. Ýçimizden biri alýndý (ve öldürüldü). Semâdaki cariyelerden biri elinde bir mendille ruhunu teslim aldý. Böyle böyle altý arkadaþým þehit edildi. Rumlardan biri hayatýmý baðýþladý. Bunun üzerine huri bana: Ey mahrum, ne kaybettiðini biliyor musun? dedi ve semânýn kapýlarý kapandý. Ýþte ey kardeþim, kaybettiðim bu þeyin hasreti ve üzüntüsü içindeyim!»
Kasým Curî diyor ki: «Ýçlerinde en faziletli olanýn bu adam olduðu kanaatindeyim, çünkü bu öbürlerinin görmediðini görmüþtür ve onlardan sonra þevk ile amel etmiþtir».
Ebu Bekir Kettânî anlatýyor: «Sene ortasýnda Mekke yolunda giderken pýrýl pýrýl dinarlarla dolu bir kese buldum. Mekke fukarasýna daðýtmak için bu keseyi almak istedim. Fakat hatiften bir ses bana dedi ki: Eðer sen bunu alýrsa
radyobeyan