Dua-Fakr By: derya Date: 13 Ocak 2010, 15:35:27
DUA-FAKR
Hakk Taâlâ: «Gizlice ve tazarru yolu ile Rabbýnýza dua ediniz». I Araf, 7/55) buyurmuþtur.
Aziz ve Celil olan ALLAH: «Rabbýnýz, dua ediniz, kabul edeyim demiþtir». (Gâfir, 40/60) buyurmuþtur.
Resûlüllah (s.a.), «Dua ibadetin iliðidir», buyurmuþtur (129).
Dua ihtiyaç anahtarýdýr, ihtiyaç sahiplerinin istirahat mahallidir, sýkýntýda kalanlarýn sýðýndýðý yerdir, dert ve hacet sahiplerinin nefes aldýklarý alandýr. Hakk Sübhanehu ve Taâlâ dua etmeyi terkedenleri kötülemiþ ve: «Onlar ellerini kapalý tutuyorlar». (Tevbe, 9/17) buyurmuþtur. Bu âyet «Ellerini dua için bize uzatmýyorlar» þeklinde tefsir edilmiþtir (130).
Sehl b. Abdullah þöyle diyor-. «ALLAH insanlarý yarattý ve onlara bildirdi ki: Bana münacaatta bulununuz, eðer bunu yapmazsanýz bana nazar ediniz (murakabe hâlinde olunuz), eðer bunu dâ yapmazsanýz beni dinleyiniz, eðer bunu da yapmazsanýz (dilenciler gibi) Kapýmda bulununuz, eðer bunu da yapmazsanýz ihtiyaçlarýnýzý bana arzediniz».
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) in Sehl b. Abdullah´tan þunu naklettiðini iþitmiþtim: «Kabul edilmesi ihtimali en fazla olan dua (kâl ile deðil) hâl ile yapýlan duadýr».
Hâl ile yapýlan dua, dua edenin dua ile istediði hususta mutlak olarak ihtiyaç hâlinde olmasý ve sýkýntý içinde bulunan kulun baþka çaresi olmamasýdýr.
Dua bahsini krþ: Ýhya, I, 301.
129. Tirmizî, Daavat, 1, Aclûnl, I, 403.
130. Dua: Çaðýrmak, nida etmek, yalvarmak, yakarmak, niyaz etmek, istemek, dert ve ihtiyaçlarý bârîgâh-ý izzete arzetmek, kulun acz ve zaafýný beyan ve itiraf etmesi. Lisan-i kâl ve lisan-i ´hâl ile yapýlýr.
Bir sufi Cüneyde gelerek oðlum hiç sebep yokken evden kaçtý. onun geri gelmesi için dua buyur, dedi. Bunun üzerine Cuneyd: dediðin gibi ise, evine git, oðlun dönmüþtür, dedi. Kadýn evine döndü, oðlunun geldiðini gördü, fakat bu sefer teþekkür için tekrar Cü-neyd´e geldi. Cüneyd´e: Çocuðun eve döndüðünü´ nasýl anladýn? diye sorulunca: ALLAH Taâlâ: ´Dua ettiðin zaman sýkýntýda kalan muzdara icabet eden ve sýkýntýsýný gideren kimdir?´ (Neml, 27/62) buyurmuþtur, (bundan anladým) dedi».
Daha faziletli olan dua mýdýr, (ihtiyacýný söylemek midir?) yoksa sükût ve rýzâ mýdýr? konusunda âlimler ihtilâf etmiþlerdir.
Bazýlarýna göre dua bizatihi bir ibadettir. Resülüllah (s.a.): «Dua ibadetin özü ve iliðidir», buyurmuþtur. Ýbadet olan bir þeyi icra etmek, onu terketmekten elbette ki daha üstündür. Sonra dua ALLAH Taâlâ´nýn kulu üzerinde hakkýdýr. (Eðer ALLAH duayý kabul ederse ne a´lâ fakat) kabul etmezse ve kulunu muradýna nail kýlmazsa bu takdirde kul Rabbýnýn hakkýný ifa etmiþ olur. Çünkü dua ubudiyetle ilgili fakr ve ihtiyaç hâlinin açýða vurulmasýndan ibarettir. Ebu Hazm A´rac, «Dua yapmaktan mahrum kalmam, duanýn kabul edilmesinden mahrum olmamdan daha çok zoruma gider», demiþtir.
Diðer bazýlarýna göre, ilâhî hükmün ve kaderin cereyaný karþýsýnda sükût etmek ve hiç bir arzuya sahip olmamak (humûl) daha mükemmel bir hâldir. Hakk Taâlâ´nýn irâde ve ihtiyarýna istinat ederek mukadderata rýzâ göstermek daha evlâdýr.
Bunun için Vâsýti, «Ezelde senin için takdir edilen þeyi ihtiyar etmen, içinde bulunduðun zamana (ve hadiselere) karþý koymandan senin için daha hayýrlýdýr», demiþtir. (Onun için bu konuda) Resülüllah (s.a.) ALLAH Taâlâ´dan haber vererek: «Zikrimle meþgul olduðu için bir dilekte bulunmayan kuluma, dilek sahibi kullarýma verdiðimden daha üstün þeyler ihsan ederim», buyurmuþtur (131).
Diðer bazýlarýna göre kulun lisan bakýmýndan dua sahibi, kalp bakýmýndan rýzâ sahibi olmasý (ve dilde duayý, kalpte rýzâyý bulundurmasý daha evladýr.
131. Tirmizî, Sevabu´l-Kur´an, 25; Dârimî, Fezâilu´l-Kur´an, 6.
Dua eden kimse susmasý gerektiðine dair iþaret alýrsa sükût etmesi efdal olur.
Þöyle demek de doðrudur: Kul için münasip olan dua hâlinde Rab Taâlâ´yý müþahede etmekten gafil olmamaktýr. Bundan sonra (dua etmek istiyen) kulun kendi hâlini gözetlemesi (murakabe etmesi) icabeder. Eðer içinde bulunduðu anda duadan daha çok ferahlýk ve geniþlik hissederse onun için evlâ olan dua etmektir. Þayet dua esnasýnda duadan men´e dair kalbinden men ve sýkýlmaya benziyen bir iþaret alýrsa, onun için evlâ olan o anda duayý terketmektir. Eðer kalbinde ferahlýðýn artmasý veya bir engellenme halinin husulü gibi bir durum hissetmezse bu takdirde dua etmek veya duayý terketmek yekdiðerine eþit olur. Bu durumda bulunan kulun üzerinde ilim (þuur ve sahv hâli) galipse dua etmesi daha iyi olur. Çünkü dua ibadettir, eðer içinde bulunduðu vakitte üzerinde marifet, hâl ve sükût galip ise susmasý daha doðru olur.
Þöyle denilmesi de doðrudur: Müslümanlarýn nasibi ve faydasý ve Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´nýn hakký bulunan hususlarda dua cihetini tercih etmek daha doðrudur, kulun kendisine ait haz ve nasip bulunan hususlarda sükût etmesi daha mükemmel bir haldir. Rivayet edilen hadiste þöyle buyurulmuþtur: «ALLAH Taâlâ sevdiði kulun kendisine dua ettiðini görünce: Ey Cebrail, kulumun dilediði hacetini yerine getirmeyi geciktir. Çünkü ben onun sesini dinlemeyi arzu ediyorum. Sevmediði ve buðzettiði bir kulunun dua ettiðini görünce de: Ey Cebrail, bu kulumun dileði olan haceti yerine getir. Çünkü Ben onun sesini dinlemekten hoþlanmýyorum», buyurur.
Hikâye edilir ki: Said b. Kettan (r.a.) bir kere Hakk Taalâ´yý rüyada görmüþ ve, «ilâhi nice zamandýr dua ediyorum, fakat icabet buyurmuyorsun», demiþti. Bunun üzerine ALLAH, «Ey Yahya, sesini dinlemekten hoþlanýyorum da ondan», buyurmuþtu.
Resülüllah (s.a.) þöyle buyurdu: «Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim ki: Kul ALLAH Taâlâ´ya dua eder (ve ondan bir þey ister) fakat ALLAH o kula gadap etmiþ olur. Onun için bu kuldan yüz çevirir. Fakat kul yine dua eder, ALLAH yine yüz çevirir. Kulusanmadan dua ederse ALLAH ona rahmet nazarýyla bakar.
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatýyor: «Resûlüllah (s.a.) zamanýnda Þam´dan Medine´ye, Mekke´den Þam´a mal götürerek ticaret yapan bir adam vardý. Bu zat Aziz ve Celil] olan ALLAH Taâlâ´ya tevekkül ederek kafile ile gitmezdi. Bir kere Þam´dan gelmiþ ve Medine´ye girmek üzere iken birden ata süvari olmuþ bir hýrsýz karþýsýna çýkmýþ ve tüccara: Dur! diye baðýrmýþtý. Tüccar durdu ve; kasdýn malýmadýr, bana yol ver, dedi. Hýrsýz: Malýn zaten malýmdýr, benim kas-dým sanadýr, dedi. Tüccar ona: Beni ne yapacaksýn, senin iþin ma-lýmladýr, bana yol ver, dedi. Hýrsýz bu teklifi de evvelki gibi reddetti. Bunun üzerine tüccar, o halde bana biraz mühlet ver, abdest alayým, namaz kýlayým. Aziz ve Celil olan Rabbýma dua edeyim, dedi. Hýrsýz: Aklýna gelen þeyi yapabilirsin, dedi. Bunun üzerine tüccar kalktý, abdest aldý, dört rekât namaz kýldý, sonra ellerini semâya kaldýrarak dua etti ve duasýnda ezcümle dedi ki: Ya Vedûd, ya Ve-dûd (sevgili Rabbým) ey yüce Arþ´ýn sahibi, ey yoktan yaratan ve öldükten sonra tekrar var eden, ey dilediðini yapan, Arþ´ýn dört tarafýný dolduran yüzünün nuru hürmetine sana niyaz ediyorum, bütün mahlukata hakim olan kudretin hürmetine, her þeyi ihata eden rahmetin hürmetine, sana yalvararak istiyorum-, (üç kere) ey çaresiz kalanlarýn imdadýna yetiþen! Tüccar duasýný bitirir bitirmez karþýsýna kýr atlý, beyaz elbiseli ve elinde nurdan bir süngü bulunan bir süvari dikildi, eþkiya süvariyi görünce tüccarý býraktý ve ona doðru yürüdü. Þaki yaklaþýnca süvari ona hücum etti ve öylesine bir darbe indirdi ki, hýrsýz atýndan düþtü. Sonra tüccara geldi ve: Kalk ve bu adamý öldür, dedi. Tüccar: Sen kimsin? Ben þimdiye kadar adam öldürmedim, bu adamý öldürmek içime yatmýyor, dedi. Bunun üzerine süvari hýrsýzýn yanýna döndü ve onu öldürdü. Sonra tüccara geldi ve: Bil ki ben üçüncü semâdan gelen bir meleðim, ilk defa dua ettiðinde semânýn kapýlarýndan bir kýlýç þakýrdýsý iþittik ve bir vukuat var, dedik. Ýkinci kere dua ettiðinde semâlarýn kapýlarý açýldý ve ateþ kývýlcýmlarý gibi kývýlcýmlar ortaya çýktý. Üçüncü defa dua eder etmez, üst semâdan inen Cebrail (a.s.) bize geldi ve: Bu belâyý kim defedecek? diye baðýrdý. Bunu duyunca Rabbýma bu adamý öldürme görevini bana vermesi için dua ettim: Ey ALLAH´ýn kulu (Abdullah) iyi bil ki, kim senin dua ettiðin gibi dua ederse, ALLAH Taâlâ onun her nevi sýkýntýsýný, derdini ve uðradýðý musibeti izâle edilir, bir þey istenirse ihsan edilir».
Duanýn âdâbý: Duanýn gafletten uzak ve huzur-ý kalp içinde yapýlmasý lâzýmdýr. Resûlüllah (s.a.) ýn þöyle dediði rivayet edilmiþtir: «ALLAH Taâlâ kalbi gaflet içinde bulunan kulun duasýný kabul etmez» (132).
Duanýn þartý: Dua yapanýn helal yemesi icabeder. Resulûllah (s.a.) Sa´d´a, «Helal kazan, duan kabul edilsin», demiþtir.
Derler ki: Dua ihtiyacýn (görülmesini temin eden malzemenin içinde bulunduðu evin) anahtarýdýr. (Bu anahtarýn) diþleri ise helal lokmadýr.
Yahya b. Muaz þöyle niyazda bulunurdu; «Ýlâhî, ben âsi bir kulum, sana hangi yüzle dua edebilirim! Sen Kerimsin, nasýl olur da Sana dua etmem!»
Hikâye edilir ki; Hz. Musa düþkünlük içinde dua eden bir adama uðradý ve «Ýlâhî, elimde olsa bu adamýn ihtiyacýný görürdüm dedi. ALLAH. Taâlâ´dan, Musa (a.sya vahiy geldi: «Ben o kuluma senden daha çok merhamet ederim. Fakat o Bana dua ediyor ama kalbi, sahibi bulunduðu koyun sürüsündedir. Kalbi Benden baþka bir yerde bulunan kulumun duasýný kabul etmem». Musa (a.s.) durumu adama hatýrlattý. Adam her þeyi terkederek kalbi ile ALLAH Taâlâ´ya teveccüh etti ve derhal ihtiyacý görüldü.
Cafer Sâdýk´a soruldu: Bize ne hâl arýz oldu ki dua ediyor, fakat duamýzýn kabul edildiðini göremiyoruz? Cevap verdi: «Çünkü siz (hakkýyle) tanýmadýðýnýz kimseye (kalbiniz gaflette olduðu halde) dua ediyorsunuz». (Onu hakikaten tanýyarak dua etseydiniz, huzur-ý kalp ve hulûs ile dua ederdiniz, o zaman duanýz makbul olurdu).
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) in þunu anlattýðýný iþitmiþtim: «Ya-kub b. Leys doktorlarýn tedaviden âciz kaldýklarý bir hastalýða yakalanmýþtý. Ona: Senin vali bulunduðun bölgede Sehl b. Abdullah isminde sâlih bir zat var. O sana dua etse, ALLAH Taâlâ Hazretlerinin o duayý kabul etmesi ümit edilir, dediler. Vali Sehl´i getirtti ve Benim için Aziz ve Celil olan ALLAH´a dua et, dedi. Bunun üzerine Sehl:
Onu sýkýntýdan kurtar, diye dua etti. Vali derhal sýhhata kavuþtu. Vali Sehl´e çok miktarda mal vermek istedi. Fakat Sehl hiç bir þey kabul etmedi. Keþke bu malý alýp fakirlere verseydin, diyenler oldu, fakat o, sahradaki çakýl taþlarýna baktý, taþlar derhal mücevherat haline geldi. Arkadaþlarýna bunlarý gösterdi ve: Böylesi bir ihsana nail olan kimse Yakub b. Leys´in malýna muhtaç olur mu hiç!, diye sordu».
Salih Müridin sýk sýk þöyle dediði nakledilir: «Bir kimse Kapýyý ýsrarla çalarsa bu kapýnýn açýlývermesi ümit edilebilir». Rabiatu´l-Adeviyye ona dedi ki: «Bu lâfý ne zamana kadar söyliyeceksin? Bu kapý ne zaman kapandý ki, açýlmasý bahiskonusu olsun?» (Bu söze hayran olan Salih kendisini kastederek) «câhil þeyh», (Rabia için) «âlim haným», demiþti.
Seriyyu´s-Sakâti diyor ki: «Maruf Kerhî´nin meclisinde bulunurken bir adam geldi ve: Ey Maruf, ALLAH Taâlâ´ya dua et de çýkýmý iade etsin. îçinde bin dinar bulunan çýkýmý kaybetmiþ bulunuyorum, dedi. Maruf sükût etti. Adam dileðini tekrarladý. Maruf sükûta devam etti. Fakat adam dileðini yine tekrar etti. Bunun üzerine Maruf: Ne diye dua edeyim? Enbiya ve asfiya´ya vermediðin þeyi þu kuluna ver, diye mi dua edeyim, dedi. (Durumu idrâk eden adam, hakkýmda hayýrlýsý ne ise onu vermesi için) ALLAH Taâlâ´ya dua et, dedi. Maruf Kerhi: ALLAHým, bu zat hakkýnda hayýrlý olan ne ise onu ihsan et, diye dua etti». (Hz. Peygamber bir sahabeye, «îster sabret, ister dua edeyim, fakat sabýr daha iyidir», demiþti (133).
Leys´in þöyle dediði hikâye edilir: «Ukabe b. Nâfi´i kör olarak gördüm, bir zaman sonra gözleri görür vaziyette gördüm ve: Gözlerin ne ile þifa buldu? diye sordum. Þöyle cevap verdi: Rüyada bir zat gördüm, bu zat. bana: Ya Kârib, ya Mücib, ya Semi´e´d-dua, ya Latifen limâ yeþâ, gözümü bana iade eyle de, dedi. Bu duayý okuyunca Aziz ve Celil olan ALLAH gözümü iade buyurdu».
Üstad Ebu Ali Dakkak´ýn þunu anlattýðýný iþitmiþtim: «Merv´den Niþabur´a geldiðim zaman ilk günlerde gözlerim aðrýmýþ, günlerce gözlerime uyku girmemiþti. Bir sabah uyuklar gibi oldum, birinin bana: ´ALLAH kuluna kâfi deðil midir?´ (Zümer, 39/36) dediðini iþittim.
133. BuharI, Merza, 6; Müslim, Birr, 14.
Ruyada Ýmam Ahmed*in böbürlene böbürlene yürüdüðünü gördüm ve: Ey Ýmam, bu ne biçim yürüyüþ? dedim. (Dünyada) ALLAH´a hizmet edenlerin Cennetteki yürüyüþ biçimi (veya Cennette hizmetçisi olanlarýn yürüyüþ biçimi) budur, dedi. ALLAH Taâlâ Hazretleri sana nasýl muamele buyurdu? dedim. Beni affetti, baþýma bir taç, ayaðýma altýndan iki ayakkabý giydirdi ve: Ey Ahmed, Kur´an benim kelâmýmdýr, diye inandýðýn için, buna nail oldun. Ey Ýmam, Sufyan Sevrî´den sana ulaþan dualar var, onlarla dünya yurdunda dua ettiðin gibi, þimdi de dua et, dedi. Bu emir üzerine: Ey her þeyin Rabbý olan ve kudreti ile her þeyin üstünde bulunan! Her þeyi affet ve bana bir þey sorma! diye dua ettim. Bunun üzerine: Ey Ahmed, iþte Cennet, gir oraya, buyurdu ve ben de girdim».
Naklederler ki: Gencin biri Ka´be´nin örtüsüne yapýþmýþ ve þöyle dua ediyordu: Senin þerikin yok ki, (þefaat için) getirilsin, vezirin yok ki, rüþvet verilsin, eðer Sana itaat ettiysem, Senin lütfunla ettim. Sana hamdolsun, eðer Sana âsi olduysam cehaletimden âsi oldum. Aleyhimde birçok delillere sahipsin, elinde aleyhimde birçok delillerin bulunuþu, benim ise bu durum karþýsýnda hiç bir delile sahip olmayýþým, bana aftan baþka çýkar yol býrakmamýþtýr. Böyle dua ederken hatiften bir sesin kendisine: Bu genç Cehennemden Azad edilmiþtir, diye hitap ettiðini iþitmiþti.
Derler ki: Duanýn faydasý kulun fakr ve ihtiyacýný ALLAH Taâlâ´-nýn huzuruna sadece arzetmesidir, yoksa ALLAH dilediðini yapar.
Derler ki: Halkýn duasý sözledir, zâhidlerinki fiilledir, ariflerin duasý ise hâl iledir.
Derler ki: Duanýn hayýrlýsý hüzünleri coþturan duadýr. (Çünkü dua eden günahlarýnýn çokluðunu düþünür).
Sûfilerden biri der ki: ALLAH Taâlâ´dan bir hacet diler de o hacetin görüldüðünü müþahede edersen, onun akabinde derhal ALLAH´tan Cenneti iste. Umulur ki o gün duanýzýn kabul günüdür.
Derler ki: Mübtedîlerin dili dua ile salýverilmiþti. (Vakitli vakitsiz istedikleri þey için dua ederler). Hakikat derecesine ulaþan ariflerin dili bu konuda baðlý olmuþtur.
Dua buyur, diye kendisinden rica edilince Vâsýti þöyle dedi: Dua edersem þu soruya muhatap olurum, diye korkuyorum: Dua ile, bizim yanýmýzda olup da size ait olan bir þeyi istiyorsan bizi itðildir). Eðer rýzâ gösterirsen ezelde senin için takdir ettiðimiz þeyin sana ulaþmasýný saðlarýz».
Abdullah b. Münâzil´in þöyle dediði rivayet edilir». Elli sene var ki dua etmedim, hiç kimseden de bana dua et, diye talepte bulunmadým», (rýzâ halinde bulundum).
Dua, günahkârlar için (ALLAH´ýn affýna nail olma derecesine çýkmalarý için) merdivendir, denilmiþtir.
Dua (ALLAH ile kul arasýnda bir mürasele ve) haberleþmedir, haberleþme devam ettiði sürece iþler yolundadýr. (Onun için muhabereyi kesmemek lâzýmdýr) denilmiþtir.
Günahkârlarýn dilleri (ve göz yaþlarý) onlarýn duasýdýr, denilmiþtir.
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) ýn þöyle dediðini iþitmiþtim: «Bir günahkâr aðladý mý, Aziz ve Celil olan ALLAH ile haberleþti (ve ona þefaat için bir elçi gönderdi), demektir».
Þu þiir bu makamda okunur:
«Delikanlýnýn akýttýðý göz yaþlarý, içinde gizli olan hislerin tercümanýdýr, alýp verdiði nefesler ise kalbindeki sýrlarý ifþa eder».
Sûfîlerden biri; dua, günahlarý terketmektir, demiþtir.
Dua, sevgiliye sunulan iþtiyak lisanýdýr, denilmiþtir.
Dua için kula izin verilmesi, atâ ve ihsana nail olmasýndan daha hayýrlýdýr, denilmiþtir.
Kettânî þöyle der: «ALLAH Taâlâ mümin bir kulunun dilini özür dilemek için açtý mý hemen peþinden af kapýsýný açar».
Derler ki: Dua huzuru icabettirir. (Yani dua eden Hakk´ýn kapýsýnda durur ve bekler). Ýhsana nail olmasý ise (Hakk´ýn kapýsýndan) dönmeyi gerektirir. O halde kapýda beklemek, sevap alarak dönmekten daha mükemmel bir hâldir!
Derler ki: Dua Hakk Taâlâ´nýn huzuruna haya dili ile çýkmaktýr.
Derler ki: Kaderin tecellilerini rýzâ vasfý ile karþýlamak duada
þarttýr.
Derler ki: Yaptýðýn duanýn kabul edilmesini nasýl bekliyebiliyorsun ki, iþlediðin hatalarla kabul edilme yolunu kapatmýþ bulunuyorsun. (Önce günahýna tevbe et, sonra dua et).
Bana dua et, diyen birine sûfîlerden bir zat þu cevabý vermiþti.ALLAH ile arana yabancý bir þahsý vasýta kýlman ALLAH´tan ne kadar uzak olduðunu gösterir.
Bir kadýn þeyhin huzuruna gelerek oðlum kaybolduðu ve bulamadýðým için Gecem yok, gündüzüm yok, bende ne uyku kaldý, ne de karar kaldý, dedi ve sýzlandý, durdu. Þeyh: «Olur, sen evine dön., inþaallah ben oðlunun iþi ile ilgilenirim», dedi. Þeyh baþýný eðdi ve dudaklarýný depretmeye baþladý. Bir müddet sonra, beraberinde oðlu bulunan kadýn geldi ve Þeyhe dua etmeye baþladý: Oðlum sað salim döndü, oðlum baþýndan geçen bir hadiseyi size anlatacak, dedi.
Delikanlý dedi ki: Bir esir topluluðu ile birlikte Rum meliklerinden birinin elinde bulunuyordum, Melikin bir adamý vardý, bu adam her gün bizi çalýþtýrýrdý. Bir gün çalýþtýrmak için sahraya çýkarmýþtý. Sonra baþýmýzda jandarmalar olduðu halde geri gönderilmiþtik. Baþýmýzdaki jandarmanýn nezaretinde akþamdan sonra iþten gelirken ayaðýmda baðlý olan zincir çözüldü ve yere düþtü. Delikanlý bu hadisenin olduðu günü ve saati iyice vasfetti. Bu an kadýnýn þeyhe geldiði ve þeyhin de dua ettiði vakte rastlýyordu. Sonra delikanlý hadiseyi anlatmaya devam etti: Ayaðýmdaki bukaðý çözülünce baþýmýzdaki adam beni iteledi ve; baðlarý kýrdýn, diye baðýrdý. Hayýr kýrmadým, ayaðýmdan düþtü, dedim. Jandarma hayret etti. Arkadaþlarýný topladý. Bir demirci getirdiler, beni tekrar baðladýlar, birkaç adým attýktan sonra bukaðý tekrar ayaðýmdan düþtü. Durumum Rumlarý þaþýrttý. Bu sefer rahiplerini çaðýrdýlar. Rahipler bana, annen var mý? diye sordular. Evet, var!, dedim. Annenizin yaptýðý dua icabet saatýna muvafýk düþmüþtür, Aziz ve Celil olan ALLAH seni serbest býrakmýþtýr. Artýk bizim seni baðlamamýz mümkün deðildir, dediler. Bana azýk verdiler ve beni müslüman bölgeye ulaþtýracak bir kýlavuzla gönderdiler.
Fakr
Hakk Taâlâ: «Bütün zamanlarýný ALLAH yolunda (cihâd ve ilim) için harcayan, bu sebeple (ticaret için) sefere çýkamayan fakirlerin infak haklarýdýr. Bunlar o kadar iffetli ve dilenmekten o kadar uzaktýrlar.
Fakr bahsini krþ: Lama, s. 47, 220; Ta´arruf, s. 95; Keþfu´l-mahcûb, 21. 65; Ýhya, TV, 185.
Resûlüllah (s.a.), «Bir iki lokma veya hurma dilenmek için kapý kapý dolaþana miskin denmez», buyurdu. O halde miskin kimdir ya Resûlallah? sorusuna þu cevabý verdi: «Zaruri ihtiyacýný saðlayamayan, hayasýndan kimseden bir þey istemeyen ve ne halde bulunduðu sezinlenmediði için sadaka dahi verilemeyen kimsedir» (135).
Üstad Kuþeyrî der ki: «Haya ettiði için kimseden bir þey isteyemeyen» demek Hakk Taâlâ´dan utandýðý için halktan bir þeyi istemeyen demektir. Yoksa halktan utandýðý için, demek deðildir.
Fakr evliyanýn þiarý, asfiya (ve saf insanlarýn zineti ve Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´nýn has dostlarý olan enbiya ve takva sahipleri için tercih ettiði bir haslettir (136).
Fukara, Aziz ve Celil olan ALLAH´ýn kullarý arasýndan seçtiði ve süzdüðü´ safderun insanlardýr. ALLAH´ýn sýrlarýnýn halk arasýndaki mahalleri bunlardýr. Hakk, halký bunlar vasýtasýyla korur. Bunlarýn hürmetine ve bereketine insanlarýn rýzkýný bollaþtýrýr. Sabýrlý fakirler kýyamet günü ALLAH Taâlâ ile bulunacaklardýr. Bu konuda Resûlüllah (s.a.) dan þu hadis rivayet edilmiþtir: «Her þeyin bir anahtarý vardýr, Cennetin anahtarý fakirleri ve miskinleri sevmektir. Sabýrlý fakirler kýyamet günü ALLAH Taâlâ ile bulunacaklardýr» (137).
Naklederler ki: Adamýn biri Ýbrahim b. Edhem´e onbin dirhem
134. Tirmizî, Ztthd, 37; Ýbn M&ce, Ztihd, 6; Dftrimi, Rikak, 118.
135. Buhart, Zekât, 53; Müslim, Zek&t, 34; Nesai, Zekât, 76; Malik, Muvatta, Sifata´n-Nebl, 7; Ýbn
Hanbel, I, 136. Fakr: Ýhtiyaç, yoksulluk, mahrumiyet, züðürtlük, yokluk. Fakrýn iki mânasý vardýr. Fakr kiþinin her bakýmdan kendini ALLAH´a muhtaç bilmesi. Bu mânada malý çok olanlara da fakir denir. Fakr: Yoksul olma, mal sahibi olmama.
Fakrin zýddý gýna ve zenginliktir. Bunun da iki mânasý vardýr: Gina-yý nets, gönül zenginliði, sahih bir inanca sahip olma (istiðna billah). Gýna, mal zenginliði, tasavvufta fakr illellah istiðna billah´tan üstün bir derecedir. Fakir ve fukara ekseriya malý olmayan mânasýnda deðil, sufi ve derviþ mânasýnda kullanýlýr.
137. Ýbn Arrak, Tenzili, II, 286.
Derler ki: Fakir ALLAH´a muhtaç olan kiþinýn müslümanlarýn rýzýklarýnýn bol ve eþya fiyatlarýnýn düþük olmasýný arzu ve temenni etmesinden baþka bir fazileti olmasa, bu bile ona kâfi gelirdi. Çünkü fakir malý (ucuz) almaya, zengin ise (pahalý) satmaya mecburdur. (Fakir, düþük ve ucuz fiatla mal satmaya, zengin ise daha pahalý satmak için mal satýn almaya mecburdur). Avamdan ve sýradan bir fakirin fazileti bu olunca, havastan olan fakirin (ve zâhid) halinin ne olacaðýný hesabetmek lâzýmdýr.
Yahya b. Muaz´a, Fakr nedir? diye sorulunca þöyle demiþti: Fakrýn hakikati, kulun ALLAH´tan baþka bir þeyle müstaðni olmamasýdýr. Fakrýn resmi (tarifi) ve þekli ise, tüm sebepleri yok etmektir» (ALLAH´tan baþkasýna ve özellikle sebeplere itimat ve istinat etmemektir) .
Sülemi´nin Mansur b. Abdullah´tan, onun da Ýbrahim Kassar´dan þunu naklettiðini iþitmiþtim: «Fakr öyle bir libâs ve vasýftýr ki, bu vasfý kendinde tahakkuk ettiren kul rýzâ derecesine ulaþýr». (Fakr libasý, libasu´t-takvâ. A´râf, 7/26).
394(/1004) veya 395(/1005) senelerinde Üstad Ebu Ali Dakkak´ý ziyaret için Zûzen´den bir fakir gelmiþti. Sýrtýnda kýl bir abâ, baþýnda da kýldan dokunmuþ bir serpuþ vardý. Ebu Ali´nin müritlerinden birisi þaka olsun diye: Þu kýl abayý (hýrka) kaça aldýn?, diye sordu. Derviþ þöyle cevap verdi: Dünyayý verdim, bunu satýn aldým. Bunu bana sat, âhireti vereyim! diye teklif edildi, fakat; satamam, dedi.
Üstad Ebu Ali Dakkak´ýn þunu anlattýðýný iþitmiþtim: «Bir mecliste fakirin biri kalktý, yenecek bir þeyler aramaya baþladý ve: Ben üç günden beri açým, dedi. Burada bulunan þeyhlerden biri: Yalan söylüyorsun, çünkü fakirlik ALLAH´ýn bir sýrrýdýr, ALLAH bu sýrrý onu Ýsteyene devreden birine vermez, diye baðýrdý». (Bu sýr ne söylenir, ne de baþkasýna nakledilir).
Hamdun Kassâr þöyle der: «Ýblis ve onun ordusu bir araya toplandýlar mý, þu üç þeye sevindikleri kadar baþka bir þeye sevinmezler: Müslüman bir adamýn, müslüman bir adam öldürmesi; bir kimsenin kâfir olarak ölmesi ve içinde fakirlik korkusu bulunan kalp».
Fakirliðe sabretmek mi yoksa Hakk Taâlâ ile istiðna mý daha mükemmel bir hâldir, diye sorulunca þöyle demiþtir: «Aziz ve Celil olan ALLAH´a iftikar (muhtaç olma) hâli sýhhat bulunca Hakk Taâlâ ile istiðna hâli de sýhhat bulur. Hakk Taâlâ ile istiðna hâli sýhhatli olunca, gýna hâli bununla kemâle erer. Ve onun için: Gýna mý, iftikâr mý daha mükemmel bir haldir? diye bir soru sorulmaz. Çünkü bunlar biri diðeri olmadan tamam olmayan iki haldir». (O halde aslýnda fukara-yý sâbirîn aðniyayý sakilindir).
Ruveym´e: Fakirin, vasfý nedir? diye sorulunca: «Nefsi, ALLAH Taâlâ´nýn (tabiî ve dinî) hükümleri altýna salývermektir» (Kaderin tecellilerine mutlak teslimiyettir), demiþtir.
Derler ki: Þu üç þey fakirin vasfýdýr: (Mevlâsý ile arasýnda bulunan) sýrrýný muhafaza eder. Farzýný edâ eder, fakrýný korur.
Ebu Said Harraz´a: Zenginlerin fakire olan yardýmý niçin tehire uðruyor? diye sorulunca þöyle demiþti: «Çünkü zenginlerin elindeki mal hoþ ve temiz deðildir. Zenginler (mallarýný fukaraya harcamaya) muvaffak kýlýnmýþ deðillerdir. Sonra, fakirler için belâ ve musibet irâde edilmiþtir». (Fakir, belâ ile murâd olur).
Derler ki: Aziz ve Celil olan ALLAH, Musa (a.s.) ya þöyle vahyetmiþti: «Fukarayý gördüðün zaman, onlarla zenginlerle konuþtuðun gibi konuþ, eðer böyle yapmazsan sana öðrettiðim ilmi götür topraðýn altýna göm». (Çünkü faydasý olmaz).
Ebu Derdâ´nýn þöyle dediði rivayet edilir: «Bir köþkten düþerek paramparça olmam, zenginlerle düþüp kalkmamdan daha iyidir. Çünkü Resûlüllah (s.a.) ýn þöyle buyurduðunu iþittim: ´Ölülerle düþüp kalkmaktan sakýnýn!´ Ya Resûlallah, ölüler kimlerdir? denilince: ´Zenginler´, buyurmuþlardýr».
Rebî´ b. Heysem´e- Fiatlar yükseldi, denilince: «Biz ALLAH nezdin-de önemsiz kimseleriz, bizi aç býrakmaz. O evliyayý aç býrakýr, demiþti». (ALLAH önem ve deðer verdiði kullarýný aç ve fakir býrakýr).
Ýbrahim b. Edhem, «Fakirlik istedik, karþýmýza zenginlik çýktý. Halk ise zenginlik istedi, karþýlarýna fakirlik çýktý», demiþtir.
Yahya b. Muaz: Fakirlik nedir? sorusuna: «Fakirlikten korkmayýn þeklinde cevap vermiþtir.
Ebu Hafs´a: Fakir Aziz ve Celil olan Rabbýnýn huzuruna ne ile çýkar, ona ne takdim eder? diye sorulmuþ. O da: «Fakirin Rabb Taalâ´ya fakrdan baþka takdim edeceði bir þeyi yoktur», demiþtir.
Derler ki: ALLAH Taâlâ, Musa (a.s.) ya þöyle vahyetti: «Bütün halkýn sevabý kadar sevabým olsun, ister misin?» Hz. Musa: «Evet, ya Rab!» dedi. Rab Taâlâ: «öyleyse hastalarý ziyaret et ve fukaranýn elbisesini bitten temizle»^ buyurdu. Bundan sonra Hz. Musa (a.s.) her ay yedi gün fukaralarý gezip, elbiselerini bitten temizlemeyi ve hastalarý ziyaret etmeyi âdet haline getirmiþti.
Sehl b. Abdullah, «Þu beþ þey nefsin (ruhun) cevherinden ve asâletindendir, der: Zengin görünen fakir, tok görünen aç, sevinçli görünen mahzun, aralarýnda düþmanlýk bulunduðu kiþiye sempatik görünen þahýs, gece namaz, gündüz oruç ibadeti ile meþgul olduðu halde zayýf görünmeyen zat».
Biþr b. Haris Hafî, «Makamlarýn en faziletlisi, mezara varýncaya kadar fakirlik için sabýrlý olmaya azmetmektir», demiþtir.
Zunnûn, «ALLAH´ýn kuluna gadap etmesinin alâmeti, kulun fakirlikten korkmasýdýr», demiþtir.
Þibli der ki; «Fakrýn en aþaðý alâmeti þudur: Bir kul bütün dünyaya sahip olsa, sonra mülkünü bir günde infak etse, sonra keþke bir günlük rýzkýmý alakoysaydým, diye aklýna gelse, o kimse fakrýnda sâdýk olmamýþ olur».
Üstad Ebu Ali Dakkak´ýn þöyle dediðini iþitmiþtim: «Ulema fakirlik mi, yoksa zenginlik mi daha faziletlidir, konusunu tartýþmýþtýr. Bana göre efdal olan kiþiye yetecek miktarda rýzk verilmesi ve sonra bu hususta o kiþinin korunmuþ olmasý (ve harama düþmemesi) dir» (Kefâf-i nefs).
Muhammed b. Yasin anlatýyor: «îbn Cellâ´ya fakrýn ne demek olduðunu sordum, sükût etti. Sonra tenha bir yere çekildi, oradan mahallesine gitti ve çok geçmeden geri döndü ve: Üzerimde dört lira (dânik para vardý. Bu para üzerimde olduðu halde fakr konusunda konuþmak hususunda Aziz ve Celil olan ALLAH´tan haya ettim. Gittim, bu parayý harcadým, dedi. îbn Cellâ bundan sonra oturdu, fakr konusunda konuþmaya baþladý».
Derler ki: Sýhhatli fakr þöyle olur: Fakir, fakrýnda-, uðrunda fakrý ihtiyar ettiði zât müstesna her þeyden müstaðni kalmalýdýr.
Abdullah b. Mübarek, «Fakr hâlinde zengin görünmek fakrdan daha güzeldir», demiþtir.
Bünân Mýsri diyor ki: «Mekke´de oturuyordum. Önümde bir genç vardý. Ýçinde dirhemler bulunan bir keseyi taþýyan adam gencin önüne geldi, keseyi yere koydu ve-. Benim buna ihtiyacým yoktur, bunu miskinlere ve yoksullara daðýt, dedi. Akþam olunca gencin vadileri dolaþarak kendisi için (yiyecek) aradýðýný gördüm. Yanýnda bulunan paradan az bir miktar kendin için ayýrsaydýn olmaz mý idi? dedim. Bu vakte kadar yaþayacaðýmý nereden bileyim!, diye cevap verdi».
Ebu Hafs diyor ki: «Kul devamlý olarak her halükârda Mevlâsýna karþý fakr ve.ihtiyaç durumunda bulunur, bütün fiillerinde sýký bir þekilde sünnete tâbi olur ve rýzkýný helal yoldan kazanmak isterse, en güzel þekilde Rabb´ýna tevessül etmiþ olur». (Ýnsaný ALLAH´a yaklaþtýran güzel vesile bu nevi hal ve hareketlerdir).
Mürtaîþ, «Fakir için uygun olan himmetinin adýmýný geçmemesi (ve bir adým ilerisini düþünmemesi) dir», demiþtir.
Ebu Ali Ruzbâri diyor ki: «Kendi zamanlarýnda (alma ve verme bakýmýndan meþhur olan) dört zat vardý: Bunlardan biri ne dostlarýndan, ne de devlet ricalinden bir þey kabul ederdi. Bu Yusuf b. Esbat idi. Babasýndan yetmiþbin dirhem miras kalmýþ, fakat bundan hiç bir þey almamýþ, eliyle yaptýðý zenbilden kazandýðý para ile geçimini saðlamýþtýr. Diðeri, dostlardan ve devlet adamlarýndan dünyalýk kabul ederdi. Bu Ebu Ýshak Fizâri idi. Dostlarýndan aldýðýný, hâlleri meçhul olan ve (ibadete vakf-ý hayat ettikleri için) hareket etmeyen kimselere harcardý. Devlet adamlarýndan aldýklarýný buna ehil ve muhtaç olan Tarsuslulara sarfederdi. Üçüncüsü, dostlarýndan maddî yardým kabul eder, fakat devlet adamlarýndan kabul etmezdi. Bu Abdullah b. Mübarek idi. Dostlardan yardým alýr, fakat mukabelede bulunmayý ihmal etmezdi. Dördüncüsü, devlet adamlarýndan alýr, fakat dostlarýndan almazdý. Bu Muhalled b. Hüseyin idi.
´Devlet adamlarý minnet etmez, dostlar minnet ederler´, derdi».
Ýnsan fakrý sayesinde kamil insandýr. Bir zengine nefsi ve dili ile tevazu´ gösterdi mi, dininin üçte ikisi gider. Nefsi ve dili ile tevazu gösterdiði gibi, kalbi ile de onun faziletine inanýrsa dininin bütünü gider. (Çünkü bu halde zenginliðin -maddenin- üstünlüðüne inanmýþ olur).
Derler ki: Fakir fakr hâlinde en az þu dört þeye ihtiyaç duymalýdýr: Kendisini sevk ve idare edecek olan ilim, kötülükten men edecek olan verâ, onu teþebbüse geçirecek olan yakýn ve ünsiyet edeceði zikir.
Denilmiþtir ki: Þerefli olduðu için fakrý isteyen, fakir olarak vefat eder; (zira fakrda kemâl, fakra muhtaç olmamak, yani ALLAH´tan baþka olan bir þeye ihtiyaç duymamak, fakrý gaye bilmemektir) . ALLAH Taâlâ´dan baþka bir þeyle meþgul olmamak için fakn isteyen, zengin olarak vefat eder.
Müzeyyin, «Sâliki ALLAH´a vâsýl kýlan yollarýn sayýsý gökteki yýldýzlardan daha fazla idi. Þimdi bu yollardan sadece fakr yolu kaldý, zaten yollarýn en doðrusu da budur», demiþtir.
Nuri, «Fakirin vasfý elde olmadýðý zaman sükûn ve sabýr, olduðu zaman isâr (baþkasýna ihsan) dýr», demiþtir.
Þiblî´ye; Fakrýn hakikati nedir? diye sorulunca, «Aziz ve Celil olan ALLAH olmadan kulun hiç bir þeyle müstaðni olmamasýdýr», diye cevap vermiþtir. (Fakr istiðna-billâhtýr).
Muhammed b. Hüseyn´in Mansur b. Halef Maðribi´ye atfen þunu anlattýðýný iþitmiþtim: «Ebu Sehl Haþþab Kebir, fakr (ALLAH için) fakr ve zillettir, demiþ. Mansur ise: Hayýr, fakr (ALLAH ile) izzet ve fakrdýr, demiþ. Haþþab bu sefer-. Fakr, fakirlik ve toprak olmaktýr (tevazu göstermektir), demiþ. Mansur ise: Fakr, fakirlik ve Arþ´týr, (ALLAH´a yükselmedir), diye karþýlýk vermiþti». (Haþþab müritlerin hâli olan vasýtalardan, Mansur ise ariflerin hâli olan neticelerden bahsetmiþlerdir).
Üstad Ebu Ali Dakkak´a, Resûlüllah (s.a.) ýn «Fakr az kalsýn küfür hükmündedir», hadisi (139) sorulunca þöyle demiþti: «Bir þeyin âfeti, o þeyin zýttýnýn fazileti, kadri ve kýymeti ölçüsünde olur. Bir þey ne nisbette faydalý olursa, o þeyin zýttý da o nisbette kusurludur.
138. Tenzih, II, 287; Aclûn!, H, 241.
139. Aclûnl, n, 241.
Fakat bu hadisten maksat fakr-ilellah deðil, fakr-ilâ gayrîllâh´týr. ALLAH´tan baþkasýna ihtiyaç hissetmektir. Fakrü´ilallah´ýn zýttý fakr ilâ gayrillahtýr).
Cüneyd der ki: «Bir fakir ile görüþürken rýfk ile görüþ (ona yumuþak davran, fakire teslim ol, halini kýnama, kabullen) ilim ile görüþme (halini bildiðini hissettirme, þeriat ilmine dayanarak onu müþkil duruma sokma). Çünkü rýfk ona ünsiyet ve ferahlýk verir.
Ýlim ise sýkar».
Mürtaîþ: Ýlmin sýktýðý fakir (derviþ) var mýdýr? diye sorunca Cüneyd þöyle dedi: «Evet, vardýr. Ýlmini, fakrýnda sâdýk* olan fakir üzerine attýn mý, üzerine ateþ konan kurþunun erimesi gibi erir gider». (Derviþin içinde bulunduðu hâl, his ve heyecanlar rýfk ile karþýlanmaz da, þeriat ilmine istinaden tenkit ve itiraz konusu yapýlýrsa, bu hareket onun çok þiddetli bir þekilde tepki göstermesine sebep olur ve üzerinde galip olan hâl sebebiyle yaptýklarý iþlerden dolayý bu iþler zahiri ilimlere aykýrý gibi görünse de- kendilerini kýnamamak gerekir).
Muzaffer Kýrmýsinî demiþ ki: «Fakir (derviþ, sûfî) ALLAH´a ihtiyacý olmayan kimsedir», (ihtiyacýný O´na arzetmeye ihtiyaç duymaz. O ihtiyacýný sözle deðil, hâl ile Hakk´a arzeder).
Üstad Kuþeyrî der ki: Sûfilerin hangi maksada göre söz söylediklerinden gafil olanlar için bu sözde bir parça müphemiyet ve kapalýlýk vardýr. Bu sözü söyleyen «dileme ve isteme hâlinin düþtüðüne, irâdesinin fena derecesinde olduðuna ve Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´nýn icra ettiði her þeye razý olduðuna» iþaret etmek istemiþtir. (Hakikî fakir daima ALLAH´a muhtaç olduðunu bilir ve devamlý olarak, istemeden ilâhi nimetlere nail olduðunu, ALLAH´ýn kendisine lâzým ve lâyýk olan þeyi bildiðini müþahede eder, onun için dilek ve istekte bulunmaz. O hâlimi bildiðine göre neye isteyim, der).
Ýbn Hafif, «Fakr, mülk sahibi olmamak ve sýfatlarýn ahkâmýndan çýkmaktýr», demiþtir. (Fakr, Mâlikü´l-mülk´ün ALLAH olduðunu bilerek hiç bir þeyin mülkiyetini kendine nisbet etmemek ve beþerî sýfatlardan olan mülkiyet davasýný terketmektir).
Ebu Hafs der ki: «Bir kimse almaktan çok vermeyi-arzu etmedikçe onun fakr hâli sýhhatli olmaz. Sehâ (cömertlik) varlýklý olanýn yoksula vermesi deðildir, yoksulun varlýklýya vermesidir».
Sûfîlerden biri anlatýyor: Rüyada gördüm ki: Güya kýyamet kopmuþ ve: Mâlik b. Dinar ile Muhammed b. Vâsi´i Cennete koyunuz, diye nida edilmektedir. Bunlardan, hangisi daha önce Cennete girecek diye gözetlemeye baþladým. Muhammed b. Vasi´in daha evvel Cennete girdiðini gördüm. Öncelik sebebini sordum: Muhammed´in bir gömleði, Mâlik´in ise iki gömleði vardý, denildi.
Muhammed Musûhî, «Fakir hiç bir sebebe kendini muhtaç bilmeyen kimsedir», demiþtir.
Sehl b. Abdullah´a: Fakir ne zaman rahat eder? diye sorulmuþ. O da, «Kendisi için, içinde bulunduðu vakitten baþka vakit görmediði zaman», (fakir, ibnü´l-vakttýr) demiþti.
Yahya b. Muaz´ýn yanýnda fakr ve gýnadan bahsedilmiþ, o da: «Yarýn (kýyamette) ne fakr, ne de gýna tartýlacaktýr. Sadece sabýr ile þükür tartýlacak ve (fakra) sabrediyordu, (gýnaya) þükrediyordu, denilecek», demiþtir. (Fakat musibete sabýr, nimete þükürden daha faziletli görülür).
Derler ki: ALLAH Taâlâ Peygamberlerden (a.s.) birine þöyle vah-yetmiþti: «Benim senden razý olduðumu anlamak istersen fakirlerin senden razý olup olmadýklarýna dikkat et».
Ebu Bekir Zekkak, «Fakr halinde bulunan bir kimseye takva yoldaþ olmazsa katýksýz haram yer», demiþtir.
Derler ki: Süfyan Sevrî´nin meclisinde fukara, ümera gibi (itibarlý ve aziz) idi.
Ebu Bekr b. Tahir þöyle demiþtir: «Dünyaya raðbet etmemek fakirin vasfý ve hükmüdür. Eðer dünyaya raðbet etmesi zaruri ise bunun kifayet miktarýný (asgariyi) geçmemesi icabeder».
Bize Þeyh Ebu Abdurrahman Sülemi, bir sûfiye ait olan aþaðýdaki þiiri okudu:
«Yarýn bayram, ne giyeceksin? dediler. Dedim ki: Aþk þarabýný yudum yudum içiren sâkînin hilatýný. Bu hil´at fakr ve sabr hilatýdýr, fakr ve sabr iki elbisemdir, bunlarýn altýnda kalp bulunur. Bu kalp ile ülfet ve ünsiyet eden bayramlarý ve topluluðun yaptýðý þamatalarý seyreder. (Bir kimse kalbini müþahede, murakabe ve temaþa etti mi, bu onun için düðün, bayramdýr). Sevgili ziyaret edilince giyilmesi en çok münasip olan elbise, sevgili tarafýndan giydirilen elbisedir (sevgilinin huzuruna onun istediði edep ve ahlâkla girilir». (Zýttý kötülenmek sureti ile fakr methedilmiþtir. Fakat bu hadisten maksat fakr-ilellah deðil, fakr-ilâ gayrîllâh´týr. ALLAH´tan baþkasýna ihtiyaç hissetmektir. Fakr ilallah´in zýttý fakr ilâ gayrîllahtýr).
Cüneyd der ki: «Bir fakir ile görüþürken rýfk ile görüþ (ona yumuþak davran, fakire teslim ol, halini kýnama, kabullen) ilim ile görüþme (halini bildiðini hissettirme, þeriat ilmine dayanarak onu müþkil duruma sokma). Çünkü rýfk ona ünsiyet ve ferahlýk verir. Ýlim ise sýkar».
Temaþa etti mi, bu onun için düðün, bayramdýr). Sevgili ziyaret edilince giyilmesi en çok münasip olan elbise, sevgili tarafýndan giydirilen elbisedir (sevgilisinin huzuruna onun istediði edep ve ahlâkla çýkmayý arzular.
Ebu Bekir Mýsrî´ye: Hakiki fakir kimdir? diye sorulmuþ. O da: «Mülkü ve meyli olmayan, (malý, mal edinme arzusu ve þehvet meyli olmayan) kimsedir», demiþti.
Zunnûn Mýsrî der ki: «Ucb (kendini beðenme) hâli ile bulunan, dâimi bir safa halinden çok, tahlit (günahla karýþýk amel, bazan sevap, bazan günah iþleme) hâli ile bulunan ALLAH Taâlâ´ya daimi fakr ve ihtiyâç hâlini daha çok arzu ederim». (Çünkü bu hâl tevbe-ye vesile olur. Günahýna piþman olan fâsýk, ameline maðrur olan âbidden daha iyidir).
Ebu Abdullah Husri diyor ki: «Ebu Cafer Haddad günlüðü bir dinara çalýþýr, kazandýðý parayý fukaraya tasadduk eder, kendisi oruç tutar, akþamla yatsý arasýnda dýþarý çýkar, çeþitli kapýlardan kendisine sadaka verilirdi. Yirmi sene böyle yaþamýþtý». (Ýlerisini düþünmediði için aldýðý parayý hemen harcardý, akþama kadar yaþayacaðýný hesap etmezdi).
Nuri diyor ki: «Fakirin vasfý, bulamadýðý zaman sükûn içinde olmak, (yoksulum, diye sýzlanmamak, dert yanmamak) bulduðu zaman elde olaný tercihen baþkalarýna ihsan ve ikram eylemektir» (Ýsâr).
Muhammed b. Ali Kettani anlatýyor: «Mekke´de iken yakýnýmýzda, üzerinde eski ve yamalý elbise bulunan bir genç vardý. Ne yanýmýza gelir, ne de bizimle otururdu. Haline bakmýþ ve bu genci sevmiþtim. Bir gün elime ikiyüz dirhem helal para geçti. Parayý götürdüm, delikanlýnýn seccadesinin bir kenarýna koydum ve: Bu helal olarak elime geçen bir paradýr, ihtiyaçlarýn için sarfedebilirsin, dedim. Genç kaþlarýný çattý ve bilmediðim hususu açýklayarak dedi ki: Çiftliklerimi ve akarlarýmý verdikten sonra yetmiþbin dinar sar-federek ALLAH ile bu þekilde oturuþ biçimini (ALLAH ile olma hâlini) satýn almýþ bulunmaktayým, þimdi sen gelmiþ sununla beni kandýrmak istiyorsun! Genç yerinden kalktý, seccadesini alýrken paralar etrafa saçýldý, bunlarý toplamak için oturdum. Genç oradan kalkýp giderken kendisinde gördüðüm izzet gibi bir izzet görmediðim gibi, paralarý toplarken kendimde gördüðüm zillet gibi bir zillet de görmedim». (O ne kadar aziz, ben ise ne kadar zelil idim!)
Abdullah b. Hafife sormuþ: Üç gün aç kalan, sonra kifayet miktarý bir þey taleb etmek için dýþarý çýkan fakir hakkýnda ne söylenebilir, ne dersiniz? îbn Hafif þöyle cevap vermiþti: (Kendisini boþu boþuna sýkýntýya sokan) Bir dilenci denilir. Siz yeyin için (ve yapamayacaðýnýz, anlayacaðýnýz yüksek hâlleri sormayýn) ve sükût edin, eðer þu kapýdan içeriye (hakiki) bir fakir girse hepinizi rezil eder», (Fakr davasýnda bulunduðunuz halde fakir olmadýðýnýzý anlardýnýz ve mahcup olurdunuz).
Dukki´ye sorulmuþ: ALLAH Taâlâ ile olan fakirlerin hallerinde görülen kötü edebe ne dersiniz? Þöyle cevap vermiþ: «Bu hakikat derecesinden ilim derecesine düþüþtür». (Kalp üzerine hâlin galebe etmesi durumundan sebeplere tutunma durumuna doðru alçalýþýn sonucudur bu).
Hayru´n-Nessac þöyle demiþtir: «Bir gün bir mescide girdim, bir fakire rastladým, beni görünce bana sarýldý ve: Ey Þeyh, bana merhamet et. Çünkü sýkýntým ve derdim büyüktür, dedi. Derdin ne imiþ? diye sorunca: Belâyý yitirdim, afiyette olma hâlim kuvvetlendi. (Fakr hâlini kaybettim, dünyalýk buldum) dedi ve iþaret ettiði cihete baktým, kendisine bir miktar dünyalýk getirildiðini´gördüm». (Fakir her þeyden kesilmiþ ve ALLAH´a teveccüh etmiþti. Bu sýrada biri gelerek yanýna bir miktar para býrakmýþ ve oradan savuþmuþtu, bu durumu gören fakir, fakr halimi kaybettim, diye telâþa düþmüþ ve Nessac´dan manevî yardým istemiþtir).
Ebu Bekir Verrak, «Dünya ve âhirette fakire ne mutlu», demiþti. Bunun ne demek olduðu sorulunca: «Fakirden dünyada sultan haraç istemez, âhirette Cebbar (olan ALLAH) hesap sormaz», demiþti (140).
140. Dikkat edilince görülür ki: Sûfîler ferdî fakirlikten bahsetmiþler, fakat cemiyetin ve devletin fakir olmasý gerektiðini hiç bir zaman iddia etmemiþlerdir. Müdafaa ettikleri fakr da ekseriya ferdin mal bakýmýndan yoksul olmasý deðil, ALLAH´a muhtaç olmasý mânasýna gelen fakrdýr. Devletin ve milletin zengin ve iktisaden güçlü olmasýna þiddetle ihtiyaç duyulan bu asýrda, bu hedefe menfaat duygularýný körüklemek ve ihtiraslarý tahrik etmekle deðil, maddeye mahkûm olmamak, tersine ona hâkim olmak, menfaata kul, ihtirasa zebun olmamak, tersine menfaat hissini ve ihtirasý, akim ve mantýðýn kölesi haline getirmekle ulaþýlýr. Sûfîler bahiskonusu fakrý, cemiyetin bütün fertlerine! þâmil umumî bir kalbi dünya sevgisinden arýndýrmak þeklinde deðerlendirmiþtir.
Duruluk (safvet) her lisanda övülmüþ, bunun zýttý olan bulanýklýk (küdûret) ise yerilmiþtir.
Ebu Cuhayfe anlatýyor: «Bir gün Resûlüllah (s.a, evinden çýkmýþ, yüzünün renginin deðiþtiði görülmüþtü. Þöyle buyurmuþlardý: Dünyanýn safveti gitti, bulanýklýðý kaldý. Bir müslüman için bugün ölüm bir armaðandýr» (141).
Ynt: Dua-Fakr By: ceren Date: 06 Mart 2019, 21:02:23
Esselamu aleyküm. Allah yolunda olan onun verdiði ile yetinen ve her hali ile dua edip kendini gözeten kullardan olalým insallah..
Ynt: Dua-Fakr By: ceren Date: 06 Mart 2019, 21:02:55
Esselamu aleyküm. Allah yolunda olan onun verdiði ile yetinen ve her hali ile dua edip kendini gözeten kullardan olalým insallah..
Ynt: Dua-Fakr By: Sevgi. Date: 07 Mart 2019, 06:24:32
Aleyküm Selam. Rabbim bizleri herdâim duâ edip verdiði her nimetleri ile yetinenlerden olabilmeyi nasip etsin inþaAllah
Ynt: Dua-Fakr By: Bilal2009 Date: 07 Mart 2019, 20:01:34
Ve Aleykümüsselam Rabbim paylaþým için razý olsun
radyobeyan