Siyasi - Ýtikadi Mezhebler
Pages: 1
Maturidilik By: neslinur Date: 27 Aralýk 2009, 09:18:32
Maturidilik






Matürîdî´nin Metodu Ve Görüþleri

a) Metodu:

b) Görüþleri:



MATÜRÝDÝLÝK


Bu mezhep, Ebu Mansur el-Matüridî diye meþhur olan «Muham-med b. Muhammed b. Mahmud»´a nisbet edilmektedir.

Mfttürîdi, Semerkant´da, «Matürid» mahallesinde doðmuþtur. Hicri 333, Miladi 914 de vefat ettiði tesbit edilmiþtir. Hicri üçüncü yüzyýlýn son üçtebirinde ihnini -tahsil etmiþtir. Yani Mutezilelerin, Hicri 3. yüzyýlýn ilk üçtebirinde fýkýh ve hadis âlimlerine kötü muamelelerinden dolayý halkýn nefretini kazandýklarý ve gazaplarýna uðradýklarý bir dönemde ilmini tahsil etmiþtir.

Matürîdi´nin, hangi tarihte doðduðu, kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Hicri 3. yüzyýlýn ortalarýnda doðduðu anlaþýlmaktadýr. Matürîdi´nin, Hanefî fýkhýný ve ilm-i kelâmý Hicrî 268 de vefat eden Yahya el Belhi´den okuduðu, kesinlikle sabittir.

Matürîdi´nin memleketi fýkýh ve usul-i fýkýh dallarýnda tartýþma ve münazaralarýn çokça yapýldýðý bir memleketti. Hanefî fýkýhçýîarý ile Þafiî fýkýhçýîarý arasýnda münazaralar yapýlýrdý. Öyleki, matemler esnasýnda dahî mescitlerde bu tip münakaþalar yapýlýrdý.

Fýkýh ve hadis âlimleriyle, Mutezilîler arasýnda fikri savaþlar þiddetlenince, fýkýh ve usul-i fýkýh sahalarýnda tartýþmalar yapýldýðý gibi, bu defa tartýþmalar ilm-i kelâm sahasýna kaydý. îþte Matüridi, akli düþüncelerle elde edilen neticeler sayesinde yai ýslarýn kazanýldýðý böyle bir ortamda yaþadý.

Matüridi, Hanefî mezhebindendi. Bunun ilm-i kelâmda geniþ araþtýrmalarý yanýnda, fýkýh ve usul-ü fýkýh dallarýnda da geniþ araþtýrmalarý vardý. îlm-i kelâm ile, fýkýh ve hadis âlimlerine yardým etti. Fakat Matüridi, hernekadar Eþ´ari´nin vardýðý neticelerin tama­mýnda olmasa dahi, çoðunda onunla birleþmiþ ise de, onun metodundan baþka bir metod izlemiþtir. înþallah bu hususu ilerde daha açýk olarak izah edeceðiz.

Hanefi âlimlerinin çoðunluðu, Ýmam Matürîdi´nin varmýþ olduðu neticelerin, Ebu Hanife´nin, inanç hususunda tesbit ettiði neticelerle tam olarak birleþtiði görüþündedirler. Ebu Hanife (R.A.)´nin üm-i kelâm dalýnda da geniþ araþtýrmalarý bulunmaktadýr. Bu ilim dalýnda da parmakla gösterilecek kadar meþhurdu. Bunu, bizzat kendisinin ifade ettiði de anlatýlmaktadýr. Ebu Hanife´nin, itikadi meselelerde tartýþmak için yirmi iki defa Basra´ya yolculuk yaptýðý rivayet edilmektedir. Bu da, kendisini, tamamen fýkhý incelemelere vermesinden öncedir. Ebu Hanife´nin, eski araþtýrmalarýndan tamamen ayrýldýðý söylenemez. Özellikle, Ýslâm inancýný söküp atmak isteyen zýndýklar ve benzerleri, Ebu Hanife´nin döneminde fikrî sapýklýklarý yaymayý teþvik ediyorlardý. Ebu Hanife´den bu ilim dalýnda küçük risaleler kalmýþtýr. Bu risalelerdeki malumatlarýn, Ebu Hanife´ye ait olduðunda þüphe yoktur. Hernekadar bu risalelerin kim tarafýndan te´lif edildiði âlimler arasýnda münakaþa konusu olsada... Bu risalelerden bir kýsmý þunlardýr:

 el-Fýkhul Ekber

 el-Fýkhul Ebsad

 Risaletu Ebi Hanife ila Osman el-Bettî

 Vasiyyet-i Ebu Hanife litilmizihi Yusuf b. Halid es-Semtî

 Kitabul ilm, berren ve bahren ve sarkan ve garben ve bu´dan ve kurba.

Bu risalelerin bütününden, ortaya atýlan þu meseleler hakkýnda, Ebu Hanife´nin, kendisine mahsus müstakil bir görüþü bulunduðu neticesine varýlýr. Bu meseleler, Allah Tealâ´nm sýfatlan, imanýn mahiyeti, Allah´ý bilmenin, akýl ile mi, yoksa nakil yoluyla mý gerekli olduðu meselesi? Ýnsanýn yapmýþ olduðu iþlerin, kendiliðinden iyi veya kötü olup olmamasý, Allah Tealâ´nm, bütün mahlukat üzerindeki mutlak hakimiyetini kabul etmekle beraber, kulun fiilinin, kulun kendisine nisbetinin derecesi, kaza ve kader meselesi ve benzeri meselelerdir.

Iraklý fýkýh âlimlerinin hocasý, Ýmam Ebu Hanife´den nakledilen bu görüþlerle, Ebu Mansur el-Matürîdî´nin, kitaplarýnda tesbit ettiði görüþler arasýnda ilmi bir karþýlaþtýrma yapýldýðý zaman, bu düþüncelerin, aslýnda birleþtikleri ortaya çýkar. Bu nedenle âlimler, Ýmam Matürîdî´nin görüþlerinin, Ebu Hanife´nin, inanç hususundaki görüþlerinden kaynaklandýðýný ve Ebu Hanife´nin görüþlerinin esas olduðunu anlatmýþlardýr.

Irak âlimleri, çevrelerinde bulunan Þam âlimleri ve benzerleri, Ebu Hanife´nin fýkhý görüþlerini teferruatý andýrmaya giriþmiþler, onun, itikad hakkýndaki görüþlerine ise, önceleri yanlarýnda bulunan, fýkýh ve hadis âlimlerinin görüþleriyle, daha sonra da Ýmam

Eþ´ari´nin bu husustaki görüþleriyle yetinerek pek önem vermemiþler. Fakat, Maveraünnehr âlimleri, fýkhî görüþlere çok önem vermeleriyle birlikte,. Ebu Hanife´nin, itikad hakkýndaki görüþlerine de özel bir itina göstermiþler; bu görüþleri þerh etmeye, bunlar üzerinde yorumlar yapmaya ve bunlarý aklî delillerle ve mantýki kýyaslarla des­teklemeye çalýþmýþlardýr.

Matürîdî, kendi görüþleriyle Ebu Hanife´nin görüþleri arasýndaki irtibatý araþtýrmayý bize býrakmýyor, bizzat kendisi, Ebu Hanife´nin þu kitaplarýný rivayet ettiðim söylüyor. Bu kitaplar; «Fýkhul Ebsat, Risale ileîbetti, el-Âliný vel Müteallim, Vasiyyetü Ebu Hanife li .Yusuf b. Halid» adlý kitaplardýr.

Matüridi bu kitaplarý, Ebu Nasr Ahmet.b. el-Abbas el-Eyadî´den, Ahmed b. îshak el-Cürcani´den ve Nasr,b. Yahya el-Belhi´den rivayet ettiðini, bu zatlarýn da bu kitaplarý, Muhammed b. Hasan eþ-Þeybanî´nin talebesi, Ebu Süleyman Musa el-Cürcanî´den rivayet ettiklerini, Ebu Süleyman´ýn da bu kitaplarý, Ebu Hanife´nin talebesi ve kendisinin hocasý olan Muhammed b. Hasan eþ-Þeybanî´den rivayet ettiðini anlatýr.

«Ýþârâtül Meraný» adlý kitabýn sahibi, bu rivayet silsilesinin sonunda þöyle der: Matüridi, bu temel kaynaklarý, kendi kitaplarýnda kesin delillerle tahkik etmiþ ve bunlarý, açýk delillere dayandýrarak, saðlam bir þekilde detayîandýrmýþtýr.

Dostumuz, merhum, Zahidüî Kevseri «Ýþâratül Meram» adlý eserin mukaddimesinde þunlarý söyler: «Maveraünnehr ülkeleri, heva ve heveslerden. ve bidatlardan uzaktý. Çünkü bu memleketlerde, insanlar üzerinde istisnasýz .bir tesir ve hakimiyeti vardý. Orada bulunanlar, hadisleri nesilden nesiîe naklederlerdi. Nihayet, «îmamül Hûda» diye tanýnan, ehl-i sünnet imamý, Ebu Mansur Muhammed el-Mafrüridî ortaya çýktý. Kendisini, bu meseleleri tahkik etmeye ve delillerini tedkik etmeye vakfetti. Böylece, hem aklý hem de þer´i memnun edecek eserler yazdý. Buradan anlaþýlýyor ki, Ebu Mansur el-Matüridî, itikad hakkýndaki görüþlerini, Ebu Hanife´den rivayet ettiði bu risalelerde naklçdilen fikirlere dayandýrmýþ ve bunlarý daha da detaylandýranþ, açýkça izah edilmeyen hususlarý da izah edilen hususlar ýþýðýnda geliþtirmiþtir. Matüridî, dini mevzularý, aklî ve mantýki delillerle ispat eder ve þüpheye mahal býrakmazdý. Matüri-´di, incelediði konularda birçok kitaplar yazmýþtýr. Bu kitaplardan

bir kýsmý þunlardýr:

Tevilül Kur´an Me´haz eþ-Þeraya

? Kitab el-Cedel

? El Usul fi Usul ed-Din

? El-Makalât fil Kelâm

 Kitab el-Tevhîd

«Ka´bî»nin Evailül Edilleye Reddiye adlý kitabý

«Kâ´bî´nin» Tehzibül Cedel adlý eserine reddiye

 Ebu Muhammed el-Bâhüî´nin «Usulûl Hamse» adlý kitabýna reddiye

 Bazý Rafizîlerin «Kitabül Ýmame» adlý eserine reddiye

Karamitaya Reddiye.

Bir kýsým âlimler, Matârîdî´nin, Ebu Hanife´ye nisbet edilen ?Fýknul Ekber» adlý kitaba þerh yazdýðýný söylemiþlerse de ilmi incelemeler neticesinde bu þerhin, meþhur Hanefi fýkýhçýsý Ebu el-Leys es-Semerkandi ait olduðunu ortaya koymuþtur.[1]



Matürîdî´nin Metodu Ve Görüþleri[2]


a) Metodu:


Ebu Mansur el-Matüridi ile Ebu el-Hasan el-Eþ´ari ayni devirde yaþamýþlardýr. Herbiri, diðerinin gerçekleþtirmek istediði gayeyi gerçekleþtirmeye çalýþýyordu. Ancak, îmam Eþ´ari, hasýmlarýnýn bulunduðu bölgeye daha yakýndý. Evet, Ýmam Eþ´ari, Muteziliîerin vataný ve türedikleri yer olan Basra´da bulunuyordu. Fýkýh ve hadis âlinýîe-riyle Mutezilîler arasýndaki fikri savaþ, Basra´nýn da baðlý bulunduðu Irak bölgesinde cereyan ediyordu. Ebu Mansur el-Matüridi ise, savaþ alanýndan uzaktý. Fakat bu savaþýn yankýsý, bulunduðu bölgeye de ulaþýyordu. Maveraünnehr ülkelerinde de Iraklý mutezilîle-rin sözlerini durmadan tekrarlayan Mutezilîler bulunuyordu. Matüridi bunlara karþý koyuyordu. Matürîdi ile Eþ´arî´nin karþýlaþtýklarý hasým ayný olduðu için, her ikisinin de vardýðý neticeler birbirine ya-kmdý, fakat birbirinin ayný deðildi. Birçoklarý, Eþ´ari ile Matürîdi´nin, aralarýndaki ihtilafýn büyük olmadýðýný sanmýþlardý. Hatta, Þeyh Muhammed Abduh «el-Akaidül Adudiyye» adlý eserin yorumunu yaparken, Matüridi ile Eþ´ari´nin arasýndaki ihtilafýn on meseleyi aþmayacaðýný ve aralarýndaki ihtilafýn, gerçekte bulunmayýp, dýþ görünüþte bulunduðunu söylemiþtir.

Ancak, Matürîdi´nin ve Eþ´arî´nin görüþleri son þekilleriyle, derince incelendiði vakit, her -iki imamýn düþünceleri ve varmýþ olduklarý neticeler arasýnda farklarýn bulunduðu ortaya çýkar.

Þüphesiz ki, her iki imam da Kur´an-ý Kerim´in kapsadýðý inanç meselelerini, akýlla ve mantýkî delillerle ispat etmeye çalýþýyordu. Ve Kur´an-ý Kerim´in getirdiði itikadý meselelere baðlý kalýyorlardý. Ancak, bunlardan biri, akla, diðerinden daha fazla önem veriyordu. Meselâ; Eþ´ariler, Allah Tealâ´yý bilmenin, nakil yoluyla vacip olduðunu kabul ederken, Matürîdî´ler, Etiu Haaýife´nin metoduna uyarak, Allah´ý bilmenin akýl ile vacip olduðunu söylemiþlerdir. Eþ´ari´ler, þer´an bir delil olmadýkça eþyanýn akýl. ile idrak edilebilecek bir iyiliði bulunduðunu kabul etmezler. Matürîdî´ler ise, eþyanýn, akýl ile idrak edilebilecek, kendiliðinden bir iyiliðe sahip olduðunu kabul etmiþlerdir.

Ýþte bu çeþit ihtilaflarý birçok meselelerde bulabiliriz. Bu sebeple þu niteceye varýrýz ki; Matürîdi´nin metodunda, israfa kaçmaksýzýn ve tökezlemeksizin, akim büyük bir otoritesi bulunmakta, Eþ´arîler ise, nakil ile baðlý kalmýþ, nakli delilleri geçmiþteki uygulamalarla desteklemiþlerdir. Öyle ki, araþtýrýcý bir kiþi, Eþ´arilerin, fýkýh ve hadis âlimleriyle, Muteziliîerin arasýnda orta bir yol tuttuklarýný, Matürîdî´lerin ise, Eþ´ariler ile Mutezilîler arasýnda bir yol izlediklerini görür.

Müslümanlarýn, mü´min olduklarýnda ittifak ettikleri þudört fýrkanýn bir meydanda bulunduklarý kabul edilecek olursa, meydanýn bir ucunda Mutezile, diðer ucunda hadis âlimleri, ortanýn Mutezile, tarafýnda Matürîdiler, hadisçiler tarafýnda ise Eþ´ariler görülür.

Matüridi, serî delillerin irþadýyîa akla dayanýr, aklî araþtýrmanýn gerekli olduðunu söyler. Böylece, naklî delillere dayanmayý, gerçeði, naklî delillerden çýkarmayý ve akim, hataya düþüp sapacaðýndan korkarak, nakli delillerden baþkasýna baþvurulmamasýný gerekli gören fýkýh ve hadis âlimlerine muhalefet etmiþtir.

Matüridi, «Tevhid» adlý kitabýnda bu hususa cevap vererek þöyle demiþtir: Bu iddia, þeytanýn, hatýra getirdiði bir kuruntu ve vesvesedir. Aklî araþtýrmayý inkâr edenin, akli araþtýrmayla elde ettiði delilden baþka bir delili yoktur. Bu da, bu gibi insanlara, aklî araþtýrmanýn zorunlu olduðunu söylemeye mecbur kýlar. Bunlar, akli araþtýrmayý nasýl inkâr edebilirler? Halbuki Allah Tealâ kullarým, aklî araþtýrmaya davet etmiþ ve onlara düþünmeyi ve muhakeme etmeyi emretmiþ, onlarý öðüt ve ibret almaya mecbur kýlmýþtýr. Bu da, aklî araþtýrmanýn ve düþünmenin, ilmî kaynaklardan biri olduðuna dair delildir.

Görülüyor ki Matüridi, Akaid ilmini öðrenmek hususundaki ihtilafýn tam esasýna temas ediyor. Akaid ilmini öðrenmenin tek kaynaðý nakil midir, yoksa, naklin yanýnda akýl da diðer bir kaynak mýdýr? sorusuna, naklin kaynak olduðunu kabul ettiði, bunun yanýn­da, aklýn da bir kaynak olduðu þeklinde cevap verdiði görülür.

Ancak, Matüridi, aklý, bilgi kaynaklarýndan biri kabul etmesine raðmen, aklýn sapýklýða düþeceðinden korkmaktadýr. Fakat, bu korku onu, fýkýh ve hadis âlimleri gibi akli araþtýrmayý men etmeye götürmüyor, aklî araþtýrmanýn yanýnda nakle dayanýlmasýný ileri sürerek sapma ihtimaline karþý birtakým tedbirler almaya ve ihtiyatlý davranmaya sevkediyor.

Evet, Matüridi þöyle der: «Kim, nakli delillere dayanýp ihtiyatlý davranmanýn gerekliliðini reddederse, o, Hesuiu Allah´dan bir iþaret olmadan eksik ve sýnýrlý aklýyla, insanýn aklýndan gizli kalan meselelerin mahiyetini bilmeye ve ilâhi hikmetlerin tümünü kuþatmaya kalkýþýrsa, o kimse, akla zulmetmiþ olur. Ve ona taþýyamiyacaðý bir yükü yüklemiþ olur.» Bu sözlerden þu netice çýkarýlýr: Matüridi, nakle ters düþmeyen hususlarda, akim vereceði hükümleri kabul eder. Þer´a muhalif düþen aklî hükümlerde ise, þer´a boyun eðmenin gerekliliðini kabullenir.

Matürîdi´nin, Kur´an-ý Kerim´i tefsirde kýlavuzu, «nakli delillerle yardýmlaþarak aklî delillere baþvurmanýn gerekli olduðu- prensibidir. Matüridî, Kur´an-ý Kerîm´i tefsir ederken, müteþabih âyetleri, müteþabih olmayan âyetlere göre izah eder. Müteþabih olanlarý, müteþabih olmayanlarýn ifade ettikleri mânânýn ýþýðý altýnda tevil etmeye çalýþýr. Bir müminin aklî tevile gücü yetmiyorsa, bundan vaz geçmesinin daha doðru yol olduðunu söyler. Matüridî, mümkün olduðu nisbette, Kur´an-ý Kerim´i yine kendi âyetleriyle tefsir etmeye çalýþýr. Çünkü Kur´an´m âyetleri birbiriyle çatýþmaz. «... Eðer Kur´an, Allah´dan baþkasý tarafýndan indirilmiþ olsaydý, O´nda. birbirine zýt olan þeyler bulurlardý.»[3]

Bu metod, Matüridi´yi, aklî metodlarý bakýmýndan bazan Mutezililerle birleþmeye sevketmiþ, birçok yönlerde ise onlara muhalefet etmesine sebep olmuþtur. Matüridî ile Mutezililer, aklî araþtýrma yapmanýn gerekliliði, Allah´ýn akýl ile bilinmesinin gerekliliði, eþyanýn, iyi veya kötü olduðunun akîen bilinebileceði hususlarýnda ayný görüþtedirler.[4]



b) Görüþleri:


Daha önce de anlattýðýmýz gibi, Matüridî´nin görüþleri, H. 3. yüzyýlýn baþlarýnda, birbirleriyle ihtilâf eden Mutezililerle fýkýh ve hadis âlimlerinden, mutezilîlere daha yakýndý. Bu sebeple, dostumuz, merhum Zâhidül Kevseri´nin þu sözü yerindedir: «Eþ´ariler, Mutezile ile hadis âlimleri arasýnda bir yol tutmuþ, Matüridiler ise Mutezile ile Eþ´arîler arasýnda bir yol izlemiþtir. Hakkýnda nass bulunmayan bütün temel meselelerde, nakli delillerin yanýnda aklî görüþlerinin bulunduðu açýkça görülür. Matüridî, daha önce de iþaret ettiðimiz gibi, varmýþ olduðu neticelerin çoðunda Eþ´arî ile ittifak etmiþ fakat bazýlarýnda da ona muhalefet etmiþtir. Þimdi ise hangi hususlarda ittifak edilip edilmediðini de açýklayarak, Matürîdi´nin, topluca görüþlerine, kýsaca bir göz atalým.

a) Matüridî, Allah´ý bilmenin gerekli olduðunu idrak etmenin aklen mümkin olacaðý görüþündedir. Nitekim, Allah Tealâ; Kur´an-ý Kerîm´in bir çok âyetlerinde, bakýp düþünmeyi emreder. Ýnsanlara, göklerin ve yerin hükümranlýðýna bakmayý emreder. Allah Tealâ insanlarý, akýl doðru yola yönelir, heva ve hevesten ve taklitten uzak kalýrsa, Allah´a iman etmeye ulaþabileceðine ve onu tanýyabileceðine dair uyarýyor.

Akýl ile Allah´ý bilmeye çalýþmak, Kur´an-ý Kerim´in âyetlerinin hükümlerine uymak demektir. Buna mukabil aklî araþtýrmayý býrakmak, Kur´an-ý Kerim´in âyetlerini ihmal etmek olur. Aklý, Allah´ý bilmek için bir vasýta kabul etmemek, Allah Tealâ´nýn, akli araþtýrmaya baðladýðý neticeleri hiçe saymak demek olur. Eðer, Allah´ý bilmek, bakýp araþtýrmaya baðlý olmasaydý, Allah Tealâ´nýn, bakýp araþtýrmanýn neticeleri olduðunu beyan ettiði þeyler reddedilmiþ olur.

Ancak, Matüridî aklýn, yalnýz baþýna Allah´ý bilebileceðini kabul etmesine raðmen kullarýn mükellef olduklarý hükümleri bilemeyeceðini beyan etmiþtir. Bu da Ebu Hanife (R.A.)´ýn görüþüdür.

Bu, Mutezilenin görüþüne yakýn bir görüþtür. Ancak, iki görüþ arasýnda çok ince bir fark vardýr. O da þudur:

Mutezile, Allah´ý bilmenin, aklen gerekli olduðu görüþündedir. Matüridîlerse, bu görüþü aynen kabul etmezler. Allah Tealâ´yý bilmenin gerekliliðinin akýl ile mümkün olabileceðini, ancak kesin olamayacaðým söylerler. Allah´ý bilmenin gerekliliðinin, ancak, bu gerekliliði icadedecek bir güç tarafýndan meydana getirilebileceðini kabul ederler. O güç de, Allah´dýr.

b) Matüridi mezhebi, varlýklarýn, kendiliklerinden kötü olabileceklerini ve insan aklýnýn, birtakým varlýklarýn iyi veya kötülüklerini bilebilecek güçte olduðunu söylerler.

Matürîdîkre göre, sanki varlýklar üç kýsma ayrýlmaktadýr:

? Ýnsan akimin, tek baþýna, iyi olduklarýný bilebileceði varlýklar.

? Ýnsan aklýnýn, tek baþýna kötü olduklarýný bilebileceði varlýklar.

? Ýyi veya kötü olduklarý gizli olup, aklen bilinemiyen ve ancak Allah´ýn bildirme siyle iyi veya kötülüðü anlaþýlan yarlýklar.

Daha önce de Ebu Hasan el-Eþ´arî´nin hocasý Ebu Ali el-Cübbaî´-den naklettiðimiz gibi, Mutezililer de varlýklarý böyle bir tasnife tâbi tutarlar. Fakat Matürîdîler, Muteziîîlerin, bu ayýrýmla varmýþ olduklarý neticeleri kabul etmediler. Mutezililer, bu ayýrýmla þu neticeye varmýþlardýr:

Akýl, birþeyin iyiliðini idrak ederse, aklýn emriyle o þeyi yapmak gereklidir. Buna mukabil, akýl, birþeyin kötülüðünü anlarsa, o þey, yasaklanmýþ olur. Matüridî, ayný yoldan yürümemiþ, Ýmam Ebu Hanife´ye uyarak þunlarý söylemiþtir. «Akýl, birþeyin, ne olduðunu idrak edebilse de, o þeyin, yapýlýp yapýlmamasý, ancak, hikmet sahibi olan Allah´ýn emriyle bilinir. Çünkü akýl, tek baþýna, dinî emir ve yasaklarý bilemez. Zira, dini emir ve yasaklan ancak Allah Tealâ koyar.

Matürîdî´nin, kabul ettiði bu görüþe, îmam Eþ´arî katýlmamaktadýr. Çünkü Eþ´arî, varlýklarýn, kendiliklerinden iyi veya kötü olduklarýný kabul etmez. Eþyanýn, ancak Allah´ýn emri veya yasaðýyla iyi veya kötü olduðunun anlaþýlabileceðini söyler. Ona göre, bir þey Allah´ýn emrettiði için iyidir. Baþka bir þey de, Allah yasakladýðý için kötüdür.

Görülüyor ki, Matürîdî mezhebi, Mutezile ile Eþ´arî´nin ortasýndadir.

c) Matüridî metodunun, Eþ´arî ve Mutezile metodundan ayrýldýðý üçüncü bir nokta da, Allah Tealâ´nm, yaptýðý iþlerdir.

? Eþ´arîler, Allah Tealâ´nm yapmýþ olduðu iþlerin sebebi sorulmaz. Çünkü Allah Tealâ Kur´an-ý Kerîm´inde; «Allah, yaptýklarýndan dolayý sorguya çekilemez.»[5] buyurmaktadýr, derler.

? Mutezile, «Allah Tealâ, yaptýðý þeyleri bir kýsým maksat ve gayelerle yapar. Çünkü O, hikmet sahibidir. O´ndan, geliþigüzel bir iþ meydana gelmez. Bilakis,, herþeyi bir plana baðlamýþtýr.» derler. Ve bundan þu neticeye varýrlar: Allah Tealâ´nm, iki þeyden, iyisini ve iki iyi þeyden daha iyi olanýný yapmasý kendi üzerine gereklidir. Çünkü varlýklarýn, kendiliklerinden iyi veya kötü olmalarý ve, Allah Tealâ´mn hikmetsiz hiçbirþey yaratmamasý þunu gerektirir: Allah Tealâ´nýn, iyi olmayan birþeyj emretmesi, veya iyi olan bir þeyi yasaklamasý, imkânsýzdýr. O halde, Allah Tealâ´nm, iki þeyden iyi olanýný yapmasý ve iyi olan iki þeyden daha iyi olanýný yapmasý, onun üzerine vaciptir.

? Matürîdî´nin, her iki guruba, muhalefet eden bir görüþte olduðu görülür. Matüri.di, Allah Tealâ´nm, boþ davranýþlardan uzak olduðunu ve yaptýðý iþlerin bir hikmete dayandýðýný, çünkü Allah Tealâ´nýn, kendi kendini sýfatlandýrdýðý gibi hikmet sahibi ve herþeyi bilen bir zat olduðunu söyler.

Matüridi þöyle der: «Allah Tealâ koymuþ olduðu hükümlerde ve yapmýþ olduðu iþlerde bu hikmetini murad eder. Fakat, Allah Tealâ bu hikmetini dilerken, buna mecbur edilmiþ deðildir. Çünkü O, mutlak bir iradeye sahiptir. Dilediðini yapandýr. Bunun için, Allah Tealâ´mn, iyi olan birþeyi veya daha iyi olan bir þeyi yapmasýnýn, onun için gerekli olduðu söylenilemez. Çünkü birþeyin yapýlmasýnýn gerekli oluþu, serbest iradeyi ortadan kaldýrýr. Baþkasýnýn, Allah Tealâ´nm üzerinde bir hakký olduðunu icabettirir. Halbuki, Allah Tealâ bütün yaratýklarýn üstündedir. Yaptýklarýndan hesaba çekilemez. O´nun üzerine, bir þeyin vacip olduðunu söylemek, O´nun hesaba çekilebileceðini gerektirir. Allah Tealâ bundan çok uzaktýr, çok yücedir.

Þurasý bir gerçek ki, bu mevzuda Matüridî ile Mutezile arasýndaki anlaþmazlýk, temelde bir anlaþmazlýk olmayýp, sadece, temel düþünceyi ifadede ihtilaftýr. Çünkü temel düþünce-, Allah Tealâ´nýn iþlerinin, dilediði ve takdir ettiði bir hikmete binaen olduðu ve Allah Tealâ´nýn, boþuna bir iþ yapmayacaðýdýr.

Fakat Mutezililer, bu temel düþünceyi ifade ederken, Allah´ýn böyle yapmasýnýn, Allah´ýn üzerine vacip olduðunu söylemiþler. Matürîdîler ise, bu þekilde ifadeyi kabul etmemiþlerdir. Çünkü, Matilrîdîlere göre bir þeyin yapýlmasýnýn gerekli olduðunu- söylemek, o þeyin yapýlmasýndan önce, hükmünün var olmasýný gerektirir. Halbuki, Allah Tealâ´nýn yaptýðý iþlerin, bir hikmete göre olduðuna hüküm verme, iþin meydana gelmesinden önce deðil, sonradýr.

Ancak, Mutezile ile Eþ´arüer arasýndaki ihtilaf, düþüncenin özündedir. Bu ihtilaf, «Ýyilik ve kötülük, varlýklarýn kendisinde midir? Yoksa Allah´ýn bildirmesiyle mi bilinir?» meselesinden kaynaklanmaktadýr.

Eþ´ari ile Matüridîler arasýnda, Allah Tealâ´nm yaptýðý iþleri ve yaptýðý iþlerde hikmet arama hususundaki ihtilaflarý, beklenmedik birtakým fer´Ý meselelerde dahi ihtilaf etmelerine yol açmýþtýr.

Eþ´ariler, «Allah Tealâ´nm, insanlarý, hiçbirþeyle mükellef tutmadan yaratabilirdi. Yaratýlanlarý mükellef tutmasý, Allah Tealâ´nm bir iradesidir. Dilerse baþka birþey de murad edebilir.» derler.

Matüridüerde; «Allah Tealâ, yaratýlanlarý mükellef tuttuðu þeyleri dilediði bir hikmete binaen murad etmiþtir. Allah Tealâ, dilediði ve kararlaþtýrdýðý hikmetten baþkasýný murad etmez.» demiþlerdir.

Bu sebeple;

? Eþ´arîler, nakli bir delil olmaksýzýn, sýrf akli bir faraziye ile Allah Tealâ´nm, kendisine itaat edeni cezalandýrabileceðini ve kendisine isyan edeni de mükâfatlandýrabileceðini mümkün görmüþler ve þunu söylemiþlerdir: «Zira, Allah Tealâ´nýn, itaatkâr kulu mükâ­fatlandýrmasý, sadece onun merhametinden kaynaklanan bir lütuf-tur. Günahkâr olaný cezalandýrmasý ise, sadece onu dilediðindendir. Allah Tealâ´nýn yaptýðý ve murad ettiði bir þey için yorum yapýlamaz.»

? Matüridîler ise þöyle derler: Ýtaatkâr kula sevap verilmesi, günahkâr kulun cezalandýrýlmasý, Allah Tealâ´nm hikmeti ve iradesine binaendir. Allah Tealâ, hikmet sahibidir, herþeyi bilendir. Allah Tealâ, birçok âyetlerde sevap ve cezayý zikrettikten sonra kendisinin, hikmet sahibi olduðunu beyan eder. Meselâ þu âyet-i kerîme bunu ifade eder: «Erkek ve kadný hýrsýzlarýn, yaptýklarýnýn karþýlýðý ve Allah tarafýndan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah, azizdir, hakimdir. Herþeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.»[6]

? Eþ´arîler, nakli bir delil olmaksýzýn sýrf akli bir faraziyeden hareket ederek, AÜah Tealâ´nm, sakýndýrdýðý bir cezadan vazgeçebileceðini söylerler. Buna mukabil Matüridîler, buna cevaz vermezler. Allah Tealâ´mn, hikmeti gereðince böyle bir sakmdýrmada bulunduðunu ve âyet-i kerimesinde; «Þüphesiz, Allah vaadinden dön­mez.»[7] buyurduðunu, bu sebeple Allah Tealâ´nm, vaad ettiði mükâfattan, sakýndýrdýðý cezadan dönmeyeceðini söylerler.

d) Bu meselelerden sonra, problemlerin en büyüðü olan, «Cebir ve ihtiyar» (yapmýþ olduðu iþlerde kulun, mecbur ve serbest oluþu) meselesine geçelim. Bunun, Mutezile, Eþ´ari ve Matüridîler arasýnda nasýl çekiþme ve münakaþa konusu olduðunu görelim.

 Daha önce, Mutezilîlerin bu konudaki düþüncelerini görmüþtük. Mutezilîler, «Kul, kendi iþini kendi yaratýr. Böylece o hükümlere muhatap ve mükellef olur. Kulda bulunan, kendi iþlerini yapai.fi. gücü, Allah tarafýndan yaratýlmýþ ve kula verilmiþtir.» derler.

Eþarüer ise, «Kulda görülen iþleri, Allah yaratar. Kul, sadece cüz´i iradesiyle o iþikesbeder. Kul; «kesb»i sebebiyle mükellef olur. Sevaba erer veya cezalandýrýlýr.

 Matürîdîler ise bu mevzuda, Allah Teaîâ´nýn, bütün varlýklarý yarattýðýný, kâinatta mevcut olan herþeyin, Allah´ýn mahluku olduðunu, Allah´ýn hiçbir ortaðý bulunmadýðýný, yaratmayý O´ndan baþkasýna nisbet etmenin, O´na ortak koþmak olduðunu, bunun ise hiçbir zaman kabul edüemiyeceðini ve akla sýðmayacaðýný beyan etmiþ ve sonra da þunlarý söylemiþtir. «Allah Tealâ´nm hikmeti ancak kulun, cüzî iradesiyle yapacaðý hayýrlý þeylerin sevap olacaðýný, yine cüzi iradesiyle yapacaðý kötü iþlerin günah olacaðýný gerektirmektedir. Allah´ýn hikmeti yanýnda, adaleti de bu durumu gerektirmektedir. Böylece, Allah Tealâ´nýn, «Sizi de, yaptýklarýnýzý da, yaratan Allahtýr.» kelamý mucibince kullarýn iþlerinin Allah tarafýndan yaratýlmýþ olduðu ortaya çýkmaktadýr.»

îþte, Matürîdi ile Mutezilenin arasý bu noktada açýlýr. Çünkü Mutezililer, kullarýn iþlerinin, Allah´ýn kula verdiði bir güçle, kullar tarafýndan yaratýldýðýný söylerler. Fakat, kulun cüzi irade bulunduðu düþüncesiyle, kulda görülen iþlerin, Allah tarafýndan ve Allah´ýn verdiði güçle yaratýldýðýný söylemek nasýl baðd aþtýrýlacak bir? Bu hususta Matürîdî, aynen Eþ´arînin sözlerini söyler ve þöyle der: «Kulun, yaptýðý iþlerde katkýsý, sadece (kesb) kazanmaktýr. Kul, bu hususta serbesttir. Kul, sevaba ve cezaya bu kazanma vasýtasýyla layýk olur.» Matüridi, bu görüþte tamamen Eþ´arî ile birleþir, ancak þu noktada yine ayrýlýrlar.

 Eþ´ari´ye göre kesb (kazanma), Allah tarafýndan yaratýlan iþle, kulun ihtiyarýnýn (seçmesinin) birîeþmesidir. Fakat kulun bu kesbde hiçbir etkisi yoktur.

Eþ´ari´nin bu ifade þekline göre, kulun iþi gibi kesbi de Allah tarafýndan yaratýlmýþtýr. Âlimler bu görüþün cebre yol açtýðý kanaatindedir. Çünkü kulun herhangi bir katkýsý olmayan bir seçimin hiçbir mânâsý yoktur. Bu sebepledir ki, Eþ´ari´nin bu görüþüne «orta derecede bir cebr» denilmiþtir. Selef iye mezhebini açýklarken de izah edeceðimiz gibi, Ýbn. Hazm ve Ýbn. Teymiye bu görüþün «mükemmel bir cebr» olduðunu söylemiþlerdir.

Evet, Eþ´arî´ye göre kesb anlayýþý ve bu anlayýþýn yol açtýðý mânâ budur.

 Matürîdî´ye göre kesb (kazanma), Allah Tealâ´nýn kula verdiði bir güçle yapýlýr. Matürîdî´ye göre kul, Allah´ýn onda yarattýðý bir güçle herhangi bir iþi yapabilir veya yapmayabilir. Kul hürdür, bir iþi yapmada seçme yeteneðine sahiptir. Dilerse bir iþi yapar ve bu yapýþý, Allah Tealâ´nýn yarattýðý iþle birleþir, dilerse yapmaz. Sevap ve günah bu yolla kazanýlmýþ olur. Kesb böyle izah edilince, Al-lahutealâ´nm kullarýnýn seçmelerine göre fiillerini yarattýðýný söylemek, kullarýn kesbi bulunduðunu söylemekle çeliþmez.

Görülüyor ki, Matürîdî,, bu görüþü ile Mutezile ile Eþ´ari´ler arasýnda orta bir yol tutar.

 Mutezile, 4þler, Allah´ýn kula verdiði bir güç ile kul tarafýndan yaratýlýr.» der.

 Eþ´ariler ise, «Fiilin yaratýlmasýnda kulun «Kesb» den baþka herhangi bir katkýsý yoktur. «Kesb» ise, kulun, tesiriyle meydana gelmeyen, sadece kulun isteðinin, Allah´ýn yaratmasýyla birleþmesi demek olan bir þeydir» der.

 MatürýdÝ ise, «Kesb, kulun gücü ve tesiriyledir» der. Kesb´e tesir eden ve fiiller meydana geldiðinde eseri görülen,

kuldaki bu güce «Ýstitaat» (güç yetirme) denir. Ebu Hanife´ye göre kulun mükellef olmasýnýn sebebi budur. Bu hususta, Matüridî de Ebu Hanife´ye tâbi olmuþtur. Kuldaki bu «istitaat» fiillerin vukuunda görülür. Çünkü bu, sonradan yaratýlan ve yenilenen bir güçtür. Bu sebeple «istitaatm» fiilden evvel bulunmasý gerekmemektedir.

Mutezililer, insandaki bu güç yetirmenin, fiillerin meydana gelmesinden önce insanda mevcut olduðunu, çünkü insanýn, gücü yettiði için mükellef oluþu ve emir ve yasaklara muhatap oluþu, fiilin meydana gelmesinden öncedir.

e) Allah Teaîâ´nm sýfatlarý: Daha önce de beyan ettiðimiz gibi, Mutezile, Allah Tealâ´nýn sýfatlarý bulunduðunu kabul etmemiþlerdir. Eþ´arî ise, Allah Tealâ´nýn sýfatlarýnýn var olduðunu ve bu sýfatlarýn, zatýn aynýsý olmadýðýný söylemiþler. «Allah´ýn, kudret, irade, ilim, hayat, sem´i, basar, kelam gibi sýfatlarý vardýr ve bunlar, onun zatýnýn ayný deðildir.» demiþlerdir.

Mutezililer ise, «Allah Tealâ´nýn zatýndan baþka birþey yoktur. Kur´an-ý Kerim´de zikredilen, «Alim», «habîr», «hakim», «semî», ?basîr» gibi kelimeler, Allah Tealâ´nýn isimleridir.» demiþlerdir.

Daha sonra, Matürîdî geldi, Allah Tealâ´nýn, bu gibi sýfatlarý bu lunduðunu ispat etti. Fakat o, «Bu sýfatlar, Allah´ýn zatýndan baþka bir þey deðildir.» dedi. Matürîdî´ye göre, bu sýfatlar, Allah Tealâ´nýn zatýyla birlikte vardýr. Zatýndan ayrýlamazlar. Ve bunlarýn, zat´dan ayrý, müstakil bir mahiyetleri yoktur ki, sýfatlarýn birden fazla olu­þunun, «Kadim» olan Allah´ýn birliðine gölge düþürdüðü zannedilsin.

Matürîdî bu görüþü ile,Mutezileye yaklaþmýþ, daha doðrusu, hemen hemen Mutezile ile birleþmiþtir.

Müslümanlar arasýnda, Allah Tealâ´nm, âlim, semi, basîr, kadir, murîd (irade edici) olduðunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Aralarýndaki ihtilaf sadece bu kelimelerin, Allah´ýn zatýndan ayrý, kendilerine mahsus bir mahiyetleri bulunup bulunmamasý hususundadýr.

Mutezililer, onlarýn, herhangi bir mahiyeti olacaðýný kabul etmemektedir.

Eþ´ariler ise, bu kelimelerin, ancak, zatla bulunabileceðini, bununla beraber, zattan baþka bir þey olduklarýný söylemiþlerdir.

Matüridîler ise, bu sýfatlarýn, zattan baþka birþey olmadýklarýný kararlaþtýrarak, hemen hemen Mutezile ile birleþmiþlerdir.

Meselâ: «Kelam» sýfatý ve Kur´an-ý Kerîm´in, mahluk olup olmadýðý hususunda þöyle izahlarda bulunmuþlardýr:

Mutezile; Allah Tealâ´nm, ister zatýndan baþka bir þey olsun, isterse zatýnýn tam aym olmasýn, «Kelâm» diye bir sýfatýnýn olduðunu kabul etmez. Ve ?Kur´an-ý Kerim mahluktur» der.

 Eþ´ariler ise bu meselede, fýkýh ve hadis âlimlerinin metodunu izlediler. Kur´an-ý Kerîm´in, «Kadim» olduðunu söyîemedilerse de, O´nun, Allah´ýn kelamý olduðunu ve mahluk olmadýðýný ileri sürdüler.

 Sonra Matüridi geldi. Engelleri aþtý, Kur´an-ý Kerim´in, mânâsýnýn, Aîlahu Tealâ´nm kelâmý olduðunu, bu itibarla kelamýn, Allahu Tealâ´nm zati sýfatlarýndan biri olduðunu ve Allah´ýn zatýnýn kadimliði ile kadim olduðunu ve kelamýnýn, harf ve kelimelerden meydana gelmediðini, çünkü harf ve kelimelerin, sonradan icadedildiklerini, sonradan icad edilen bir þeyin, varlýðý gerekli, kadim bir zat´a sýfat olamayacaðýný, bir de sonradan icadedilen bir þeyin arazdan olduðunu, ârâzm ise, Allah´ýn zatý ile kaim olamayacaðýný söylemiþtir.

Bu izaha göre, Kur´an-ý Kerîm´in mânâsýný gösteren harf ve ibareler hadistir (sonradan yaratýlmýþtýr). Bundan þu neticeye varýlýr:

Kur´aný Kerîm´in, kadîm olan mânâsýný ifade eden harfleri, lâfýzlarý ve ibareleri hadistir.

Matüridî, bu izah tarzýyla Mutezile ile birleþmiþtir. Çünkü o, Kur´an-ý Kerîm´in, mahluk olduðunu söylememiþ ise de, hadis olduðunu söylemiþtir.

Hülâsa, Kur´an-ý Kerîm, üç vasýfla sýfatlandýrýlnýýþtýr.

?Mutezilüer, Kur´an-ý Kerim´i «mahluk» olarak sýfatlandirmýþlardýr.

 Eþ´ariler, fýkýh ve hadis âlimleriylo, Kur´an-ý Kerîra´in «mahluk» olmadýðýný söylemiþler, fakat onu, «kadim» olarak sýfatlandýr-mamýþlardýr.

 Matürîdîler ise, Kur´an-ý Kerîm´in «hadis» olduðunu söylemiþler ve O´nun «mahluk» olduðunu söylememiþlerdir. îþte ihtilaf konusu budur, ihtilaflar, herhangi bir neticeye varmamaktadýr. Zira görüldüðü gibi ihtilaflar yüzeyseldir.

f) Matüridî, Allah Tealâ´nýn, kendisini sýfatlandýrdýðý bütün sýfatlarý ve halleri, olduðu gibi kabul edip, asýllarýný reddederek, onlarý deðiþtirmeye giriþmemesiyle beraber Allah Tealâ´nýn, cisimden, mekandan ve zamandan beri olduðunu kabul eder. Allah Tealâ´nýn «yüz», «el», «göz» gibi uzuvlara sahip olduðunu zahiren ifade eden âyet-i kerîmeleri, te´vil eder ve daha önce beyan ettiðimiz prensibine göre hareket eder. O da; «Müteþabih âyetleri, mânâsý açýk muhkem âyetlerle izah prensibidir.» Meselâ; Matüridî, «...Ve sonra Allah arþý istiva etmiþtir...[8] âyet-i celilesindeki «istiva» kelimesini «Düzgünce yarattý» þeklinde izah etmiþ. «... Biz ona þah damarýndan daha yakýnýzda-.[9] âyet-i celîlesini, «Allah Tealâ´nýn azametine ve kudretinin kemaline iþaret ediyor.» diyerek izah etmiþtir. Böylece Matürîdi, her teþbihi veya cisim nisbet etmeyi, yahut yer ve zaman izafe etmeyi te´vil eder, böylece Mutezilîlere yaklaþýr, yahut onlarla birleþir.

 Eþ´ari´den ise, bu hususta iki görüþ nakledilmektedir. Birinci görüþünü «îbane» adlý eserde zikreder. Bu görüþe göre Eþ´arî, müte-þabih âyetlerin tevil edilemiyeceðini, Allah Tealâ´nýn «eli» bulunduðunu fakat onun elinin, yaratýklarýn eline benzemiyeceðini, çünkü O´nun, Kur´an-ý Kerîm´de «... O´nun hiçbir benzeri yoktur...»[10] buyurduðunu söyler.

«Lem´a» adlý eserde zikrettiði ikinci görüþü ise; riýüteþabih âyetlerin, muhkem âyetlere göre tevil edilebileceðidir. Nitekim, Matüridî de ayný yolu tutmuþtur.

Bu görüþün, Eþ´arî´nin son görüþü olduðu anlaþýlmaktadýr. Çünkü Eþ´arîler, bu son görüþü kabullenmekte «Allah´ýn eli veya yüzü vardýr» diyenin, Allah´ý yaratýlanlara benzeten kimselerden olacaðýna dair hüküm vermektedirler. Evet, bu son görüþ, tamamen Matürî-dî´nin görüþünün aynýsýdýr.

g) Allah Telaâ´nm görülmesi meselesi. Kur´an-ý Kerim´de, Allah TeaÝâ´nýn, âhirette görüleceðine dair âyet-i celîleler mevcuttur. «O gün, Rablerine bakan, pýrýl pýrü parlayan yüzler de vardýr.»[11] Buna dayanarak, Eþ´arî, Allah Teaîâ´mn, kýyamette görüleceðini tesbit ettiði gibi, Matürîdi de tesbit etmiþtir. Ancak, Mutezile fýrkasý, Allah Tealâ´nm görüleceði görüþünü reddetmiþtir. Çünkü* Allah´ý görmek, görenin ve görülenin bir yerde bulunmasýný gerektirir, bu ise, Allah Tealâ´ya «Mekân? isnad etmek olur. Halbuki Allah Tealâ, herhangi bir yerde bulunmaktan münezzehtir. Zaman mefhumu O´nun için söz konusu deðildir. Allah Teaîâ´mn kýyamette görüleceðine inanan Matüridî, "Allah Tealâ´mn, kýyamette görülmesi meselesinin, kýyamete ait hallerden olduðunu, bu hallerin, keyfiyetlerinin ne olduðunu ancak, Allah Tealâ´nýn bilebileceðini, bizlerin bu hususta, keyfiyetin nasýl olacaðýný bilmeden, sadece, Allah´ýn görüleceðini beyan eden metinleri bildiðimizi söyler.

Mutezile, kýyamette, Allah Tealâ´nýn görülmesi meselesini, cisimlerin görülmesine benzetmektedir. Cismi olmayan bir þeyin görülmesini, cismi olan bir þeye kýyaslamaktadýr. Bu ise, þartlarý bulunmayan bir kýyastýr. Göz ile görülmeyen bir þeyi, göz ile görülen bîr þeye kýyaslamanýn þartlarýndan biri de; görünmeyenin, görülenin cinsinden olmasýdýr. Görülmeyen, görülenin cinsinden olmazsa, kýyasýn þartlarý tahakkuk etmediði için, kýyas temelinden çürüktür.

Böylece Matüridî, Allah Tealâ´nm, kýyamette görüleceði neticesine varýr. Allah´ý görme meselesinin, hesap, sevap ye ceza günü olan kýyamet gününün hallerinden biri olduðunu söyler. Görülmesiný, nasýl olacaðýný anlatmaya kalkýþmanýn mantýksýz bir saldýrý olduðunu beyan eder. Allah Tealâ´nýn, nasýl görüleceðini, gerek olumlu gerek olumsuz yönden bilmeye çalýþanýn, haddini aþtýðýný, ilminin üstünde olan bir þeyi öðrenmeye çalýþtýðýný ´söyler. Halbuki Allah Tealâ þöyle buyurur: «Ey insanoðlu, bilmediðin bir þeyin ardýna düþme. Çünkü, kýyamet gününde, kulak, göz ve kalb, iþte bütün bunlar, yaptýklarýndan mes´uldürler.»[12]

h) Büyük günah; Ýslâm âlimleri, mümin olan kiþinin, cehennemde ebedî kalmayacaðý hususunda ittifak etmiþlerdir. Ancak, cehennemde ebedi olarak kalmayacak olan müminin- kim olduðu hususunda ihtilaf etmiþlerdir.

 Haricîler, büyük veya küçük, hertürîü günah iþleyenin, kâfir olduuðnu söylemiþlerdir. Onlara göre, bu gibi bir insan ne nýüslümandýr, ne de mü´min.

 Mutezile ise, büyük günah iþleyeni müslünýan sayar, fakat onun mü´min olduðunu kabul etmez. Onun, samimi bir tevbe ile tevbe etmedikçe ebedi olarak cehennemde kalacaðýný, fakat göreceði âzâbm, Allah´a ve Resul´üne iman etmeyenlerin azabýndan daha hafif olacaðýný söyler.

Harici ve Mutezililerin, ameli, imandan bir cüz (parça) saydýklarý anlaþýlýyor.

 Ameli, imandan bir cüz saymayan, Eþ´arî ve Matürîdi mezhepleri ise, büyük günah iþleyenin, hesaba çekileceði ve ceza görebileceði, yahut Allah´ýn, îûtfu ile o kimsenin günahlarým affedebileceðini kabul ederler. Büyük günah iþleyenin imandan çýkmayacaðýný söylerler.

Bu hususta Matüridi´nin görüþü; «Tevbe etmnse dahi, büyük günah iþleyen kimsenin, cehennemde ebedî olarak kalmayacaðýdýr.» Matüridi bu hususta yine þöyle söyler: «Allah Tealâ, Kur´an-ý Keriminde, kötülüðün derecesine göre insaný cezalandýracaðýný beyan buyurur ve þöyle der: «...Kim de bir kötülük iþlerse sadece o kötülüðün misliyle cezalandýrýlýr. Onlar, haksýzlýða uðratýlmazlar...»[13] Þüphesiz ki Allah´ý inkâr etmeyenin veya O´na ortak koþmayanýn günahý, kâfir ve müþrikin günahýndan daha hafiftir. Allah Tealâ, cehennemde ebedî olarak kalmayý, ortak koþmanýn ve inkâr etmenin cezasý olarak tayin etmiþtir. Þayet Allah Tealâ, inancý olduðu halde büyük günah iþleyeni, kâfire verdiði ceza ile cezalandýracak olursa, kiþiye, günahýndan fazla ceza vermiþ olur. Bu da, Allah´ýn, vaadinden dönmesi demektir. Allah ise, kullarýna asla zulmetmez ve vaadinden asla dönmez.

Diðer yandan, inkâr edenle, günahkâr müminin cezasýnýn eþit oluþu, Allah Tealâ´nm hikmet ve adaletine ters düþer. Çünkü günahkâr mümin, en büyük olan bir iyiliði yapmýþtýr. O da iman etmektir. Kâfir ise, eri kötü bir fenalýðý yapmýþtýr. O da inkâr etmektir. Eðer, Allah Teaiâ, günah iþleyeni ebedî olarak cehennemde býrakmýþ olsa, bu takdirde, en büyük fenalýðý iþleyenin cezasýný, en büyük iyiliði iþleyenin mükâfatýna denk tutmuþ olur... Adalet ve hikmet, cezanýn suç kadar olmasýný ve sadece mükâfatýn, yapýlan iyilikten daha fazla olabileceðini gerektirir.»

Sonra, Matüridi (R.A.) þunlarý söyler; «Müminlerden, günah iþleyenlerin gerçek durumu Allah´a býrakýlmýþtýr. Allah dilerse, kendinden bir lütuf, bir iyilik ve merhamet olarak, bunlarý affeder, dilerse, günahlarý kadar onlara azabeder. Fakat onlar, cehennemde ebedi olarak kalmazlar.

Böylece ehl-i Ýman, ümitle korku arasýnda bulunur. Allah Tealâ, küçük bir günahýn karþýlýðýnda kulu cezalandýrabilir, büyük bir günahý iþlemesine raðmen onu affedebilir. Nitekim, bir âyet-i kerîmede þöyle buyurur: «Þüphesiz ki Allah, kendine ortak koþulmasýný affetmez. Bunun dýþýnda, dilediði kimseyi affeder. Kim, Allah´a orta?: koþarsa þüphesiz, büyük bir günah ile iftira etmiþ olur.»[14]

Hicrî 3. ve 4. yüzyýllarda, tslâmî düþünceyi meþgul eden bu meseleler hakkýnda Matüridi´nin topluca görüþleri bunlardýr.

Bu meseleler, âlimler arasýnda, fikri sürtüþmelere yol açmýþtýr. Âlimler, bu meseleler hakkýnda ihtilaf etmenin, ehl-i kýble olan herhangi bir kiþiyi küfre götürmeyeceði hususunda ittifak etmiþlerdir. Âlimler arasýndaki ihtilaf konusu þudur. Aralarýnda hangisinin metodu, sahabe-i kiram´m ve tabiinin metoduna daha uygundur? Kur­tuluþa daha yakýndýr? Din için hayýr dilemeyenlerin ortaya attýklarý þüphelerden daha uzaktýr?

Matüridi´nin görüþleri, Mutezileye daha yakýndýr. «Bunun görüþleri, Ebu Hanife´nin görüþlerinin izahýdýr.» denilmiþtir. En iyisini Allah bilir.[15]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/214-217.

[2] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/218.

[3] Nisa suresi âyet; 82

[4] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/218-220.

[5] Enbiya suresi âyet; 23

[6] Maide suresi âyet; 38

[7] Al-i Imran suresi âyet; 9

[8] Secde suresi âyet; 4

[9] Kaf suresi âyet; 16

Kaf suresi âyet; 16

[10] Þura suresi âyet; 11

[11] Kýyame suresi âyet; 22-23

[12] Isra suresi âyet; 36

[13] En´am suresi âyet; 160

[14] Nisa suresi âyet; 48

[15] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/220-231.

Ynt: Maturidilik By: akubra Date: 25 Þubat 2011, 21:37:38
Allah razý olsun

radyobeyan