Mektubat-ý Rabbani
Pages: 1
Otuzbirinci Mektup By: zehraveyn Date: 18 Aralýk 2009, 20:26:47

Bu mektûb, þeyh Sofîye gönderilmiþdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakýn olmak ve berâber olmak ne demek olduðu bildirilmekdedir:Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin aleyhimüsselâm yolundan ayýrmasýn! Yanýnýzdan gelen bir zât dedi ki, þeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanýnýzda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmýyor demiþ. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doðru olup olmadýðýný sordu ve talebenizin okuyup aydýnlanmasý ve kötü düþüncelere saplanmamalarý için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamý istedi. Müslimâna karþý kötü zanda bulunmak, günâh olduðundan, talebenizi günâhdan korumak düþüncesi ile, birkaç kelime yazýp, baþýnýzý aðrýtýyorum:

Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluðumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydým. Babam kaddesallahü teâlâ sirreh de, buna inandýðýný, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herþeyden uzak olan, hiçbir sûretle varýlmayan varlýða doðru olduðu hâlde, bu itikâddan hiç ayrýlmamýþdý. Âlimin oðlu da, yarým âlim demekdir sözü gereðince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payý olmuþdu. Çok lezzetler almýþdým. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsâný ile, büyük rehber, hakîkatlerin, marifetlerin kaynaðý, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluþ yoluna kavuþdurucu, Muhammed Bâkî ?kuddise sirruh? hazretlerine kavuþdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakþibendiyyeyi talîm buyurdu. Hiçbirþeye yaramýyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ýþýklarý altýnda bulundurmakla þereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeðe alýþdýrýnca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çýkdý. Bu makâmýn çeþidli ilmleri, marifetleri kapladý. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birþey kalmadý. Muhyiddîn-i Arabînin kuddise sirruh bildirdiði ince bilgiler, olduðu gibi meydâna çýkdý. (Füsûs) kitâbýnda yazdýðý ve urûcun, bu yolun sonu olduðunu sanýp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediði, tecellî-i zâtî ile de, þereflendirdiler. Kendisine Evliyânýn sonuncusu diyerek yalnýz Evliyânýn sonuncusuna mahsûs olduðunu yazdýðý, bu tecellînin çeþidli bilgilerini, marifetlerini uzun uzadýya, bu fakîre bildirdiler. Bu marifetlere, o kadar daldým, o kadar kapýldým ki, vahdet-i vücûd hâli, herþeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoþu oldum. O anlarda, hocamýn yüksek huzûruna arz etdiðim mektûblarýmda, bu serhoþluðumun derecesini gösteren çýlgýnca yazýlarým vardýr. [Bu yolda yazýlý bir rübâînin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldým. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ý Hakkýn sonsuz lutf ve inâyeti, ânsýzýn, imdâdýma yetiþip, bîçûn, bî keyf olan [yanî anlaþýlmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldýrýldý. [Sanki seller, felâketler yapan fýrtýnalý kara bulutlar, bir ânda sýyrýlýp, mâvi semâ açýldý. Güneþ heryeri aydýnlatdý.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânýn herþeyle birleþmiþ, berâber görünmesi gayb oldu. Ýhâta, sereyân, kurb ve maýyyet, yanî Allahü teâlânýn heryeri kaplamasý, doldurmasý, yakýn olmasý gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. Ýyice anladým ki, yaratanýn, yaratdýklarý ile hiçbir benzerliði, hiçbir baðlýlýðý yokdur. Ýhâta, kurb gibi þeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin ?Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalýþmalarýna çok mükâfât versin? bildirdiði gibi, hep Allahü teâlânýn, ilmi içindir. Kendisi için deðildir. Allahü teâlâ hiçbirþeyle birleþmiþ deðildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, eriþilmez, anlaþýlmaz, anlaþýlamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaþýlabilen þeylerdir. Anlaþýlamýyan anlaþýlan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluðu mümkin olmýyan, yok olabilen gibi deðildir. Hakîkatler deðiþemez. Birisi için olan, öteki için söylenemez. Ne kadar þaþýlacak þeydir ki, þeyh Muhyiddîn-i Arabî kuddise sirruh ve onun yolunda giden büyükler [onlarýn sözlerinden ezberleyip, ötede beride söyleyen, yazan, câhiller deðil], (Allahü teâlâ, hiçbir sûretle anlaþýlmaz. Hiçbir þeye benzemez) dedikleri hâlde, Zât-i ilâhî, herþeyi ihâta etmiþ, kaplamýþdýr, herþeye yakîndir, herþeyle berâberdir diyorlar. Bunun doðrusu, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiðidir. Yakîn olan, ihâta eden, Allahü teâlânýn kendisi deðil, ilmidir.

Tevhîd-i vücûdî bilgileri yok olup da, baþka ilmler, ma?rifetler hâsýl olduðu zemân, çok üzülmüþdüm. Çünki, vahdet-i vücûd ma?rifetlerinden dahâ üstün þeyler bulunacaðýný bilmiyordum. Bu ma?rifetlerin yok olmamasý için yalvarýyor, çok düâ ediyordum. Fekat, perdeler, temâmen kalkýp, hakîkat bütün açýklýðý ile bildirilince, anladým ki, âlemler, mahlûklar, Sýfât-ý ilâhiyyenin aynalarý ve Esmâ-i ilâhiyyenin görünüþleri ise de, (Tevhîd-i vücûdî) var diyenlerin sandýðý gibi, görünenler, gösterenin kendi deðildir. Bir þeyin gölgesi, o þeyin kendisi deðildir. Sözümüzü bir misâl ile dahâ açýklýyalým: Büyük bir âlim, düþündüklerini bildirmek için, harfleri ve sesleri kullanýr. Kafasýndaki kýymetli bilgiyi, harflerin, seslerin içinde açýða çýkarýr. Bu harfler ve sesler, o bilgileri gösteren ayna gibidir. Fekat, harfler, sesler bu bilgilerin aynýdýr, bilgilerin kendisidir veyâ bu bilgilerin kendilerini kaplamýþdýr veyâ bunlarýn kendilerine yakîndir veyâ bilgilerin kendileri ile berâberdir denemez. Ancak, harfler ve sesler, bu bilgileri meydâna çýkaran iþâretlerdir. Bilgilere delâlet etmekden, belli etmekden baþka, birþey denemez. Bilgilerin, harf ve seslerle hiç benzerliði yokdur. Benzerlik, berâberlik, vehm ve hayâl ile söylenebilir. Hakîkatda, böyle þeyler yokdur. Bu bilgiler ile, harfler ve sesler arasýnda görünmek, göstermek ve belli olmak, belli etmek gibi baðlýlýk olduðundan, ba?zý kimselerin vehminde, bu baðlýlýkdan, birleþmek, berâberlik gibi þeyler doðuyor. Hakîkatde bunlarýn hiçbiri yokdur.

Ýþte, Allahü teâlâ ile, bu âlem de böyledir. Göstermek ve gösterilmekden, belli etmek ve belli olmakdan baþka, hiçbir baðlýlýk yokdur. Mahlûklarýn herbiri, yaratanýn varlýðýný gösteren birer alâmetdir. Onun ismlerinin, sýfatlarýnýn büyüklüðünü bildiren, birer ayna gibidir. Bu kadarcýk baðlýlýk bazý kimselerin hayâlinde büyüyerek, bazý þeyler söylemelerine sebeb olmakdadýr. Bu hâl, bilhassa, tevhîd üzerinde murâkabesi çok olanlarda görülüyor. Murâkabelerinin sûreti, hayâllerinde yerleþiyor. Ba?zýlarý da kelime-i tevhîdin ma?nâsýný, kýsaca düþünüp, çok söylediklerinde, bu hâle düþüyor. Bunlarýn her ikisi de, ilm ile hâsýl oluyor. Hâl ile ilgileri yokdur. Bazýlarý da, aþýrý sevgi ile, bu hâle düþüyor. Allahü teâlâdan baþka, hiçbir þeyin varlýðýný görmiyorlar. Bunlarýn böyle görmesi, herþeyin yok olmasýna sebeb olmaz. Çünki, hissimiz, aklýmýz ve islâmiyyet, herþeyin var olduðunu bildirmekdedir. Bu sevginin taþkýnlýðý zemânýnda, ba?zan, Allahü teâlânýn kendisi ihâta etmiþ, kendisi yakîndýr sanýyorlar. Sevgi ile hâsýl olan tevhîd, önce bildirdiðimiz iki tevhîdden dahâ yüksek olup, hâl ile hâsýl olmakdadýr. Fekat, bu da yanlýþdýr. Ýslâmiyyete uygun deðildir. Bunu, islâmiyyete uydurmaða kalkýþmak, boþuna uðraþmakdýr. Felsefecilerin zan ile, kýsa akllarý ile söyledikleri, bozuk sözler gibidir. Fennin ve islâmiyyetin ýþýklarý altýnda olmayýp da, yalnýz zan ile konuþan felsefecileri, ilm adamý sanan bazý müslimânlar, bunlarýn bozuk sözlerini, yazýlarýný, islâmiyyete uydurmaða uðraþýyor. (Ýhvân-us-safâ) gibi kitâblar, böyle çürük sözleri, âyet-i kerîme ve hadîs-i þerîfler ile isbâta kalkýþan câhiller tarafýndan yazýlmýþdýr.

[Þimdi de, fýkh kitâblarýnda, harâm olduðu bildirilen birçok þeyleri Avrupalýlar, Amerikalýlar yapdýðý için, bunlarýn harâm olmadýðýný, âyet ile, hadîs ile isbâta uðraþan Amerikan hayrânlarýný görüyoruz. Ýslâmiyyeti, kâfirlerin âdetlerine, tapýnmalarýna çevirmeðe uðraþan, bozuk kitâblarý okumamalýyýz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarýnda gösterilen, doðru yoldan ayrýlmamalýyýz. Din düþmanlarýnýn, âyet-i kerîme ve hadîs-i þerîfler ile süsledikleri, yaldýzlý yeni fetvâlara, kitâblara, mecmûa ve gazetelere aldanmamalýyýz. Senenin onbir ayýnda, din düþmanlýðý yapan, Ramezân gelince, para kazanmak için, müslimân imiþ gibi dinden bahs eden yazýlarý, din câhili gazeteleri okumamalý, bunlara inanmamalýdýr!].

Evliyânýn keþfinde hatâ etmesi, yanýlmasý, müctehidlerin ictihâdda yanýlmasý gibidir; kusûr sayýlmaz. Bundan dolayý, Evliyâya dil uzatýlmaz. Belki, hatâ edene de, bir derece sevâb verilir. Yalnýz þu kadar fark vardýr ki, müctehidlere uyanlara, onlarýn mezhebinde bulunanlara da, hatâlý iþlerde sevâb verilir. Evliyânýn yanlýþ keþflerine uyanlara, sevâb verilmez. Çünki ilhâm ve keþf, ancak sâhibi için seneddir. Baþkalarýna sened olamaz. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için seneddir. O hâlde, Evliyânýn yanlýþ ilhâmlarýna, keþflerine uymak câiz deðildir. Müctehidlerin rahmetullahi aleyhim ecmaîn hatâ ihtimâli olan sözlerine de uymak câiz ve hattâ vâcibdir.

Tesavvuf yolunda ilerleyen sâliklerden bazýsýnýn, bu mahlûklar aynasýnda gördükleri de, böyledir. Ýster (Þühûd-i vahdet) desinler, ister (Þühûd-i ehâdiyyet) desinler, Allahü teâlâda, mahlûk sýfatlarý yokdur ki, mahlûklarda görülebilsin. Mekâný, yeri olmýyan, bir yerde yerleþmez. Mahlûklara hiç benzemiyeni, mahlûklarýn dýþýnda aramak lâzýmdýr. Yeri olmýyaný, madde ve mekânýn dýþýnda aramalýdýr. Âfâkda ve enfüsde, yanî insanýn dýþýnda ve kendisinde görülen herþey O deðildir. Onun alâmetleridir. Evliyânýn büyüklerinden Behâeddîn-i Nakþibend kaddesallahü teâlâ sirreh buyurdu ki, (Görülen, iþitilen ve bilinen herþey, O deðildir. Bunlarý, lâ ilâhe derken yok etmelidir).


Fârisî iki beyt tercemesi:

Her þekl dardýr, ma?nâ, nasýl sýðar?
dilenci kulübesinde, sultânýn ne iþi var?
Þekle bakan gâfil, manâdan ne anlar?
cemâli görmeyince, cânânla ne iþi var?


Süâl: Nakþibendiyye ve diðer tesavvuf büyükleri rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn? vahdet-i vücûd, ihâta, kurb, maýyyet-i zâtiyye ve kesretde vahdeti görmek ve kesretde ehâdiyyeti görmek gibi þeyler olduðunu açýkça söylemiþlerdir. Bu sözlere ne dersiniz?

Cevâb: Bunlarý, tesavvuf yolunun ortalarýnda görmüþlerdir. Sonra bu makâmlarý geçmiþlerdir. Nitekim, bu fakîr kendi hâlimin de, böyle olduðunu yukarýda yazmýþdým. Þunu da bildirelim ki, ba?zý büyüklerin bâtýný [kalbi ve rûhu], hiçbirþeye benzemiyen bir mevcûdu ararken, zâhiri, bedeni mahlûklar arasýnda olduðu için, vahdet-i vücûd bilgisi ile þereflendirirler. Bâtýný, bir olan mevcûdu ararken, zâhiri, Onu mahlûklarýn aynasýnda görmekdedir. Nitekim, kýymetli babamýn böyle olduðunu, yukarýda bildirmiþdim. Vahdet-i vücûd derecelerini bildirdiðim uzun mektûbda, dahâ uzun anlatmýþdým. Burada kýsa kesmek uygundur.

Süâl: Hâlýk baþka, mahlûk baþka olunca ve Zât-i ilâhî, mahlûklara yakýn olamaz, ihâta etmez deyince ve Allahü teâlâ bu dünyâda görülemez ise, bu büyüklerin sözleri yanlýþ olmaz mý?

Cevâb: Bu büyükler, gördüklerini söylüyor. Meselâ, aynaya bakan bir kimse, þeklimi, sûretimi aynada gördüm der. Bu söz de, yerinde deðildir. Çünki, aynada sûretini görmemiþdir. Çünki, aynada sûret, þekl yokdur ki görsün. Fekat bu kimseye, yalan söylüyorsun demeyiz. Bu sözünü mazûr görürüz.

Büyüklerin, saklamak gereken böyle hâllerini bildirmelerine sebeb, baþkasýný taklîd etmediklerinin anlaþýlmasý içindir. Vahdet-i vücûdu kabûl edenler de, inkâr edenler de, kendi keþf ve ilhâmlarýný söylemiþlerdir. Keþf, ilhâm, baþkalarýna sened olamaz ise de, ilhâm olunan zât için, kýymeti inkâr olunamaz.

Ýkinci cevâb olarak deriz ki, herhangi iki þey arasýnda, ortak olan sýfatlar ve ayrý olan sýfatlar vardýr. Mahlûklar, Allahü teâlânýn kendisinden her bakýmdan ayrý olduklarý hâlde, görünüþde müþterek olan cihetler de vardýr. Allahü teâlânýn sevgisi, bir kimseyi kaplayýnca, ayrýlýða sebeb olan noktalar, görünmeyip, müþterek olanlar kalýyor. Hâlýk ile mahlûk, birbirinin aynýdýr diyerek gördüklerini doðru söyliyorlar. Sözleri yalan olmýyor. Zât-ý ilâhînin yakîn olmasý, ihâta etmesi için olan sözleri de, böyle söylemiþlerdir, vesselâm.


Mektubat-ý Rabbani


radyobeyan