Mektubat-ý Rabbani
Pages: 1
Otuzuncu Mektup By: zehraveyn Date: 18 Aralýk 2009, 20:19:43

Bu mektûb da, þeyh Nizâm-ý Tehânîserîye yazýlmýþdýr. Âfâkda ve enfüsde olan þühûdlarý ve abdiyyet makâmýný bildirmekdedir:Allahü teâlâ sizi Muhammed aleyhisselâma tâm uymakla þereflendirsin ve Muhammed Mustafânýn aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehýyyâti ekmelühâ sünnetlerinin süsü ile zînetlendirsin! Ne yazacaðýmý bilemiyorum. Mevlâmýz, sâhibimiz teâlâ ve tekaddes hazretlerinden söz edersem, yalan söylemiþ ve iftirâ etmiþ olurum. O, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konuþan aþaðý kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. Maddeden yapýlmýþ olan, his organlarýnýn esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organlarý ile anlaþýlamýyandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan yaratýlmýþ olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zemânlý ve mekânlý olan, maddesiz, zemânsýz ve mekânsýz olana nasýl yol bulabilir? Zevallý mahlûk, kendi âleminden dýþarýya nasýl çýkabilir? Dýþarýdan haber alamaz.


Fârisî beyt tercemesi:

Çok iyi veyâ çok fenâ olsa da bir zerre,
Ömrünce dolaþsa, gezer kendi âleminde!


Bu hâl, seyr-i enfüsîde de hâsýl olmakdadýr. (Seyr-i enfüsî), bu yolun nihâyetinde ele geçer. Yüksek hocamýz Behâeddîn-i Nakþibend kaddesallahü sirrehül akdes hazretleri buyurdu ki, (Ehlüllah, yanî Allah adamlarý, Fenâ ve Bekâ makâmýna kavuþdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanýdýklarýný kendilerinde tanýrlar. Bunlarýn hayretleri, anlayamamalarý kendilerinde olur). Zâriyât sûresinin yirmibirinci âyetinde meâlen, (Kendinizdedir, görmüyor musunuz?) buyuruldu. Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin ya?nî ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen þeyler hiçdir. Yanî, aranýlana göre hiç sayýlýr. Yoksa, þühûd-i enfüsîye kavuþmak için, önce seyr-i âfâkî lâzýmdýr. Aldanmamalý! Þühûd-i enfüsîyi, þühûd-i tecellî-i sûrî ile karýþdýrmamalýdýr. Hâþâ ikisi bir þey deðildir. Tecellî-i sûrîler nasýl olursa olsun, sâlikin nefsinde yanî kendinde müþâhede olunurlar, yanî görünürler ise de, hepsi seyr-i âfâkîde hâsýl olmakdadýr. Ve (Ýlm-ül-yakîn) mertebesinde hâsýl olurlar. Þühûd-i enfüsî ise, (Hakk-ul-yakîn) mertebesindedir. Bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. Baþka kelime bulunamadýðý için þühûd diyoruz. Çünki, aranýlan, istenilen þey, hiçbir þeye benzemediði gibi, Ona uygun olan, Ona baðlý olan herþey de anlaþýlamaz ve anlatýlamaz. Anlaþýlabilen þeyler, anlaþýlamýyan þeylere benzemez

Fârisî iki beyt tercemesi:

Anlaþýlmaz, ölçülemez baðlýlýkdýr,
Nâsýn Rabbi, kuluna böyle baðlýdýr!
Ýnsan bu baðlýlýðý anlamaz aslâ,
Herþeyi bilir, cânýný bilen Mevlâ!


Þühûd-i enfüsîyi bu þühûd-i sûrî ile karýþdýrmak, insanýn her iki makâmda Bekâ hâsýl etmesinden ileri gelmekdedir. Çünki, tecellî-i sûrî, sâliki fânî yapmaz. Birçok baðlýlýklarýný yok eder ise de, fenâya kadar götüremez. Bundan dolayý, bu tecellîde, sâlikin varlýðýndan birþeyler bulunmakdadýr. Seyr-i enfüsî, tâm Fenâdan ve son Bekâdan sonra olduðundan ve sâlikin anlayýþý az olduðundan, bu iki Bekâyý birbirinden ayýramaz. Ýkisini birleþmiþ sanýr. Eðer bu ikinci bekâya (Bekâ-billah) denildiðini ve bu varlýða, Allahü teâlânýn verdiði vücûd denildiðini bilseydi, ikisini karýþdýrmakdan kurtulurdu.

Süâl: (Bekâ-billah) demek, kendini Hak teâlâ olarak bulmak deðil midir?

Cevâb: Hayýr, öyle deðildir. Tesavvuf büyüklerinin birkaçýnýn sözlerinden böyle olduðu anlaþýlmakda ise de, bu bekâ, birçoklarýna, cezbe makâmýnda, kendilerini yok bildikden sonra hâsýl olmakdadýr. Kendilerini böyle yok bilmeleri, Fenâ makâmýna kavuþmaða benzemekdedir. Nakþibendiyye büyükleri kaddesallahü teâlâ esrârehüm bu Bekâya (Vücûd-i adem) adýný vermiþlerdir. Bu, fenâdan öncedir. Bu hâl yok olabilir. Yok olduðu görülmüþdür de. Zemân olur ki, bu hâli ondan alýrlar. Sonra geri verirler. Tam Fenâdan sonra hâsýl olan Bekâ ise, hiç yok olmaz. Hiç sarsýlmaz. Bunlarýn Fenâsý, devâmlýdýr. Bekâda iken fânîdirler. Fenâda iken de bâkîdirler. Çabuk geçen, tükenen fenâ ve bekâ, kalbin hâlleri ve deðiþiklikleri sýrasýnda gelip geçici þeylerdir. Bizim anlatmak istediðimiz ise, böyle deðildir. Hâce Behâeddîn-i Nakþibend kaddesallahü teâlâ sirreh buyurdu ki, (Vücûd-i adem denilen hâl, insanýn tabîî hâline döner. Fekat vücûd-i fenâ, insanlýk vücûdüne dönmez). Bunun için Fenâ sâhiblerinin hâlleri elbette hiç deðiþmez. Vaktleri süreklidir. Belki, bunlarýn vaktleri ve hâlleri yokdur. Bunlar, vaktleri ile deðil, vaktlerin sâhibi iledir. Bunlarýn iþi hâlleri veren iledir. Geçip gitmek, bitmek, vaktde ve hâlde olur. Hâlden ve vaktden kurtulanlar için bitmek, yok olmak tehlükeleri kalmaz. Bu Allahü teâlânýn öyle bir ni?metidir ki, dilediðine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibidir.

Vaktin devâmlý olmasý demek, bu vaktdeki hâlin bilinmesi ve baþka þeyleri gibi eserlerinin, alâmetlerinin devâmlý olmasý demek deðildir. Belki, vaktin olduðu gibi devâm etmesi ve hâlin kendisinin devâmlý olmasý demekdir. Bir þeyi yanlýþ zan etmek, onun doðru olmasýna ziyân getirmez. Hattâ çok zanlar vardýr ki, günâh olur.

Söz uzadý. Biz yine kendimize gelelim! Mukaddes meydânda celle þânüh söz binicisini koþturamýyacaðýmýz için, kendi kulluðumuzu, aþaðýlýðýmýzý ve gücümüzün yetersiz olduðunu anlatalým. Ýnsan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratýldý. Bir kimseye baþlangýçda ve ortalarda aþk ve muhabbet verilirse, onun Allahü teâlâdan baþka þeylere olan baðlýlýklarýný kesmesi için verirler. Aþk ve muhabbet de aranýlacak, özenilecek þey deðildir. Kulluk makâmýna kavuþmak için birer aracýdýrlar. Bir kimsenin Allahü teâlâya kul olmasý için, Ondan baþka þeylere kul olmakdan ve baðlanmakdan tam kurtulmasý lâzýmdýr. Aþk ve muhabbet, bu baðlýlýklarý kesmekden baþka bir iþe yaramaz. Bunun için, vilâyet ya?nî evliyâlýk mertebelerinin sonu, en yükseði (Abdiyyet makâmý)dýr. Vilâyet derecelerinde, abdiyyet makâmýnýn üstünde hiçbir derece yokdur. Bu makâmda, kul ile sâhibi arasýnda, kulun sâhibine muhtâc olmasýndan ve sâhibin kendisinin ve sýfatlarýnýn hiçbir þeye hiç muhtâc olmamasýndan baþka hiçbir baðlýlýk yokdur. Burasýný iyi açýklayalým ki, kendisi ile Onun kendisi arasýnda ve sýfatlarý ile Onun sýfatlarý arasýnda ve kendi iþleri ile Onun iþleri arasýnda, hiçbir bakýmdan hiçbir benzerlik bulmayacakdýr. Onun zýlli, görüntüsü olduðunu söylemekde, bir benzerlik, bir baðlýlýk olur. Bundan da kaçýnmak lâzýmdýr. Onu yaratýcý, kendisini yaratýlmýþ bilmelidir. Bundan baþka hiçbir þeye aðýz açmamalýdýr. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin çoðu rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn (Tevhîd-i fili) ile karþýlaþmakdadýr. Her þeyi yapan Allahü teâlâdýr derler. Bu büyükler, bu iþleri yaratanýn bir olduðunu bilir. Bu iþleri yapan birdir demek istemezler. Böyle söylemek, zýndýklýk olur. Bunu bir misâl ile açýklýyalým:

Kukla oynatan bir kimse, perde arkasýnda oturur. Tahtadan, kartondan insan þeklinde yapýlmýþ cansýz þeyleri iple oynatýr. Seyrciler, perdede oynayan karton, tahta parçalarýnýn birçok þeyler yapdýðýný görür. Aklý olan kimseler bu hareketleri, perde arkasýnda oturan adamýn yapdýðýný anlar. Fekat bu iþler, perdedeki tahta parçalarýndan meydâna gelmekdedir. Bunun için, bu þekller hareket ediyor denir. Perde arkasýndaki adam hareket ediyor denmez. Bu sözleri, iþin doðrusunu göstermekdedir. Peygamberlerin aleyhimüssalevâtü vetteslîmât yollarý da böyle olduðunu bildirmekdedir. Ýþleri yapan bir yapýcýdýr demek, sekr hâlinde söylenen sözlerdendir. Sözün doðrusu þöyledir ki, iþleri yapan çokdur. Ýþleri yaratan birdir. Tevhîd-i vücûd bilgileri de böyledir. Sekr vaktinde ve hâl kapladýðý zemân söylemiþlerdir. Keþf yolu ile edinilen bilgilerin doðru olmasý, islâmiyyetde açýkça anlaþýlan bilgilere uygun olmalarý ile ölçülür. Kýl kadar ayrýlýk sekrden ileri gelir. Din bilgilerinin doðrusu, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn anladýklarý bilgilerdir. Bunlara uymamak yâ zýndýklýk ve ilhâddýr, yanî doðru yoldan ayrýlmakdýr, yâhud sekr hâlinde söylenmiþdir. Sekrden tam kurtulmak, (Abdiyyet makâmý)nda olur. Baþka makâmlarýn hepsinde az çok sekr bulunur. Fârisî mýsrâ tercemesi:

Dahâ söylersem sonu gelmez.

Hâce Behâeddîn-i Nakþibend kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes hazretlerinden (Sülûk niçin yapýlýyor?) diye sorulduðunda, (Kýsa, toplu olan bilgilerin geniþlemesi, açýklanmasý ve akl ile, düþünce ile bulunan bilgilerin, keþf ile, kalb ile anlaþýlmasý için) buyurdu. Ýslâmiyyetin bildirdiði bilgilerden baþka þeyler öðrenmek için demedi. Tesavvuf yolunda ilerlerken, islâmiyyetde bulunmayan þeylerle karþýlaþýlmakda ise de, yolun sonuna varýnca bu bilgilerin hepsi yok olur. Yalnýz islâmiyyetin bildirdiði þeyler, açýk ve geniþ olarak bilinir. Aklýn dar çerçevesinden kurtularak, keþfin sonsuz meydânýna açýlmak hâsýl olur. Yanî Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm bu bilgileri melekden aldýðý gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalblerine gelen ilhâm yolu ile kaynakdan alýrlar. Âlimler, bu bilgileri islâmiyyetden alýrlar. Kýsaca, topluca bildirirler. Bu bilgiler, Peygamberlere aleyhimüssalevâtü vetteslîmât keþf yolu ile geniþ, uzun bildirildiði gibi, Evliyâya da böylece bildirilmekdedir. Ancak Peygamberler aleyhimüssalâtü vesselâm asldýrlar, önce gidenlerdir. Evliyâ ise bunlarýn arkalarýnda, izlerinde gelenlerdir. Evliyânýn yükseklerinden pek azýný rahmetullahi aleyhim ecmaîn ancak yüzlerle sene sonra, birbirinden pek uzak zemânlarda seçerek, bu yüksek makâma kavuþdururlar.

Akl ile, düþünce ile anlaþýlan bir bilgiyi keþf yolu ile açýklamak istiyordum. Fekat kâðýdda yer kalmadý. Böyle olmasýnda Allahü teâlânýn hikmeti olsa gerek. Vesselâm.



Mektubat-ý Rabbani


radyobeyan