Adab-ý Fethullah K.S
Pages: 1
Ahde Vefa - Emanet By: derya Date: 17 Aralýk 2009, 10:53:15
AHDE VEFA-EMANET

Büyük velîlerden Ýbn-i Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâdan, O´nun rýzâsýndan baþka bir þey istemeyeceðim diye söz vermiþ ve ahdine kýrk yýl sâdýk kalmýþtý. Evli bir kýzý vardý. Bu kýzý hastalan­mýþtý. Doktorlar tedâvisinden âciz kalmýþlardý. Bir gece dâmâdý haný­mýna:

- "Sendeki bu derdin devâsý babandadýr." dedi. Hanýmý:
- "Nasýl?" diye sordu.
-"Baban kýrk yýldýr Allahü teâlâya rýzâsýndan baþka bir þey istemeyeceðine dâir söz vermiþtir. Þâyet ahdini bozup duâ edecek olursa, Hak teâlâ sana þifâ verir." dedi.
Kadýn gece yarýsý babasýnýn yo­lunu tuttu. Ýbn-i Nüceyd hazretleri gece vakti kýzýný görünce:

- "Yavrum! Bu vakitte senin buraya gelmene sebep nedir?" dedi. Kýzý:
- "Senin gibi bir ba­bam var. Allah´ýn dînindeki hüznün fazîletini senden dinleyeyim diye gel­dim. Ayrýca yaþamak ve Allahü teâlâyý zikretmek istiyorum. Hak teâlânýn hastalýðýma þifâ vermesi için duâ etmeni arzû ediyorum." dedi. Ýbn-i Nüceyd hazretleri:
- "Ahdi bozmak câiz deðildir. Sen eðer bugün ölmez­sen, yarýn öleceksin. Ölecek olanýn ölmesi iyidir. Babasýnýn ciðerpâresi buradan uzaklaþ, beni günaha sokma. Þâyet senin için ahdimi bozar­sam, sen iyi bir evlâd olmazsýn." dedi. Kýzý:
- "O halde vedâlaþalým, zîrâ bana öyle geliyor ki, ecelim yakýndýr. Bu hastalýktan kurtulamayacaðým." dedi. Ýbn-i Nüceyd buyurdu ki:
-"Gelir cenâze namazýný kýlarým."

Bunun üzerine kýzý babasýna vedâ edip ayrýldý. Evine varýncaya kadar hastalýðý iyileþip sýhhatine kavuþtu. Hattâ babasýnýn vefâtýndan sonra kýrk sene daha yaþadý.

Endülüs'te ve Mýsýr'da yetiþmiþ olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ebü'l-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâ ve baðlýlýk husûsunda buyurdular ki:

-"Allahü teâlâ, Âdemoðlunun bedenini üç kýsým yaptý. Ýnsanýn lisaný (dili) bir kýsým, uzuvlarý, âzâlarý bir kýsým, kalbi de bir kýsýmdýr. Allahü teâlâ bu kýsýmlardan her birine bâzý þeyler emredip, bu emirlere uymalarýný, vefâ göstermelerini istedi. Kalbin vefâsý, Allahü teâlânýn tekeffül ettiði, üzerine aldýðý rýzýk için üzülmemesi, endiþelenmemesi, kendisinde; hîle, düzen, oyun, hased gibi kötü düþüncelerin bulunmamasýdýr. Lisânýn (dilin) vefâsý, gýybet etmemesi, yalan söylememesi, dünyâsýna ve âhiretine yaramayan faydasýz ve boþ sözler söylememesi, böyle sözlerle vakit geçirmemesidir. Âzâlarýn vefâsý, Âdemoðlunun âzâ ile hiçbir zaman herhangi bir günâha koþmamasý ve o âzâlar ile hiçbir kimseye eziyet vermemesidir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâullah Ýskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:

-"Allahü teâlâ, her uzva vefâyý lâzým kýldý. Kalbin vefâsý; dünyâ ile meþgûl olmamasý, hîle ve hased yapmamasýdýr. Dilin vefâsý; gýybet etmemesi, yalan söylememesi, lüzumsuz boþ þeyler konuþmamasýdýr. Âzâlarýn vefâsý; günah olan yerlere gitmemesi, müslüman kardeþine eziyet etmemesidir."

Ýstanbul´u, Fâtih Sultan Mehmed Hanýn fethedeceðini müjdeleyen Hacý Bayram-ý Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin doðduðu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çaðrýlmýþtý. Yetim olan bu temiz genç, babasýndan kalma birkaç altýnýný, annesinden kalan hâtýra bilezik ve küpeleri emânet edecek bir kimse bulamadý. Hepsini kü­çük bir çekmeceye koyup, Hacý Bayram-ý Velî´nin türbesine getirdi. Tür­beyi ziyâret edip:

- "Yâ hazret-i Hacý Bayram-ý Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çaðýrdýlar. Annemden ve babamdan kalma þu hâtýralarý emânet edecek bir kimse bulamadým. Bu küçük çekmeceyi zâtý âlinize emânet býrakýyorum. Eðer askerden dönersem, gelir alýrým. Þâyet dö­nemezsem, istediðiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti.

Sonra çekmeceyi sandukanýn kenarýna koyarak ayrýldý. Aradan yýllar geçti. Gencin askerliði bitti ve emânetini almak üzere Hacý Bayram-ý Velî´ye geldi. Ziyâretini yaptýktan sonra, çekmeceyi koyduðu yerde buldu. Hiç dokunulmamýþtý. Orada türbeyi bekleyen türbe­dâra:

- "Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet býrakmýþ­tým. Þimdi alýyorum." dedi. Türbedâr:
- "Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsýnda bu çekmecenin yerini deðiþtirmek istedim. Fakat bütün uð­raþmalarýma raðmen yerinden bile oynatamadým. Bunda bir hikmet ol­duðunu düþünerek, bir daha elimi bile sürmedim."

Genç, çekmecenin yanýna gelip, Hacý Bayram-ý Velî´ye teþekkür etti ve emânetini alarak kö­yüne döndü.

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen âlim ve velîlerin yirmi dokuzuncusu olan Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Haným, çocuklar, mal ve mülk, Allahü teâlânýn emânetleridir. Emânetlerini istediði zaman alýr.

Mâlikî mezhebinde, fýkýh ve kelâm ilimlerinde mütehassýs olan bü­yük âlimlerinden, velî Þerîf Temsânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) emânete çok riâyet ederdi. Bir defâsýnda Kusantine kâdýsý Hasan bin Bâdis, bir kese altýný Ebû Abdullah´a emânet býrakmýþtý. O da evine koydu. Sâhibi isteyince, keseyi vermek üzere gelip evden aldý. Kesenin üstünde "Yüz al­týn" diye bir yazý bulunuyordu. Kesedeki altýnlara bir ziyân olmuþ mu­dur? düþüncesiyle, keseyi açtý. Saydýðýnda, yetmiþ beþ tâne olduðunu gördü. Eksilmiþ diyerek, gidip kendi altýnlarýndan yirmi beþ tâne ilâve etti. Ke­seyi sâhibine teslim etti. Bir-iki gün sonra altýn sâhibi olan kâdý, tekrar Ebû Abdullah´a gelip:

- "Kesede yetmiþ beþ altýn olmasý lâzým gelirken, yüz altýn çýktý, hikmeti nedir?" diye sordu.
O da:
- "Keseyi senden aldýðýmda, içindekileri saymamýþtým. Sana verirken, kesenin üstündeki yazýyý görünce saydým. Eksik geldiðini görünce, yirmi beþ altýn koyarak yüze tamamladým. Bu yirmi beþ altýný kaybettiðimi zannetmiþtim" dedi.

Bunlarý iþiten Kâdý Hasan´ýn gözleri yaþardý ve böyle insanlarýn yeryü­zünde olmasýndan dolayý Allahü teâlâya þükretti.

Tâbiînden, meþhûr hadîs âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok defâ kendi kendine; "Keþke ilmi yalnýz kendin için öðrenseydin. Çünkü insanlardaki emânet duygusu kalktý. Bilgi ile amel yok oldu" derdi.

Büyük velîlerden Yûsuf bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamânýnda, Niþâbûrlu bir tüccârýn, bin altýna satýn aldýðý çok güzel bir câriyesi vardý. Bu tüccârýn acele olarak baþka bir þehre gitmesi icâb etti. Câriyeyi güvendiði bir kimsenin evine emânet býrakýp gitti. Ev sâhibi, bir aralýk câriyeyi gördü. Kendisine âþýk oldu. Hemen Ebû Hafs Haddâd'ýn yanýna gidip hâlini anlattý ve:

- "Ben ne yapayým?" dedi.
O da:
- "Senin, Rey þehrinde bulunan Yûsuf bin Hüseyin'in yanýna gitmen lâzýmdýr." buyurdu.

O kimse hemen yola çýkýp Irak'ta bulunan Rey þeh­rine geldi. Yûsuf bin Hüseyin'in yerini sordu. Sorduðu kimseler, uygun­suz sözler söyleyip, yanýna gitmesine mâni oldular. Hattâ çok ileri gidip, öyle þeyler söylediler ki, gelen kimse bunlara aldanýp, geldiðine piþman oldu ve geri döndü. Ebû Hafs'ýn yanýna geldiðinde:

- "Niçin onu görmeden geri geldin?" buyurdu.
O da:
- "Onun için þöyle þöyle söylediler. Ben de yanýna gitmekten vaz geçip geri döndüm." dedi.
Ebû Hafs:
- "Sen tekrar git ve kendisini gör." buyurdu.

 O kimse tekrar dönüp Rey þehrine geldi. Yûsuf bin Hüseyin'in bulunduðu yeri sordu. Bu sefer, önceki söyledikle­rini daha fazlasýyla söylediler. Fakat ýsrâr edince evini gösterdiler. Ýzin alýp içeri girdiðinde gördü ki, yaþlý bir zât oturmuþ, karþýsýnda bir genç, önünde bir sürâhi ve kâse bulunuyor. Gelen kimse selâm verip oturdu. Yûsuf bin Hüseyin, yüzünden nûr akan çok sevimli bir zât olup öyle gü­zel þeyler anlatýyor, öyle tatlý konuþuyordu ki, gelen kimse hayretler içinde kaldý.

-"Efendim. Lütfen söyleyiniz. Bu nûrânî yüz, bu tatlý sözler, þu sürâhi ve kâse ve dýþarýdakilerin söyledikleri ne demek oluyor?" dedi.
Yûsuf er-Râzî:
- "Þu gördüðün genç, benim oðlumdur. Kendisine Kur?'n-ý kerîm okutuyorum. Þarap kabý gibi zannedilen þu kýrmýzý sürâhi içinde su var. Bu bardakla, gelenlere su ikrâm ediyorum. Su testisi bulunmadýðý için, bunu kullanýyorum.? buyurdu.
Gelen kimse:
- "Peki, böyle hareket edip, insanlarýn hakkýnýzda uygunsuz sözler söylemelerine imkân vermenize sebep nedir?" diye sorunca:
- "Ýnsanlar bana güvenmesinler ve bir þey emânet etmesinler diye." buyurdu.

Gelen kimse onun ayaklarýna ka­panýp af diledi.

Mýsýr'da yetiþen büyük velîlerden Zünnûn-i Mýsrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Zavallý insan, kendi Rabbini býrakýp ne­reye gider. Ey kardeþim dikkat et! Ýnsan hangi husûsiyeti ile meleklerin mescûdû (kendisine doðru secde edileni) olmuþtur. Bu üstünlüðü yemesi sebebinden olsa, buna ondan önce deve lâyýktýr. Çünkü bir deve, elli in­sanýn yediðini yer. Þehvet kuvveti sebebiyle olsa, buna eþek daha uy­gundur. Çünkü ondaki þehvet kuvveti yanýnda, insanýnki ne kalýr. Belki serçenin þehvet kuvveti bile insanýnkinin birçok katýdýr. Gadab ve kýzgýn­lýk sebebi ile ise, aslan buna daha lâyýktýr. Görmek kuvveti sebebi ile olsa, buna akbaba daha uygundur. Akýl kuvveti sebebi ile ise, buna me­lekler daha uygundur. Çünkü insanýn aklý, meleklerin aklýnýn yanýnda çok az kalýr. Eðer insanlarý doðru yoldan çýkarmak, kandýrmak, aldatmak se­bebiyle ise, þeytan buna daha lâyýktýr. Görülüyor ki, insana mahsus olan özellikler ve meleklerin mescûdû husûsiyeti, ondaki muhabbet cevheri ve aþk ateþidir. Bu, insanoðlundan baþka hiçbir canlýya verilmemiþtir."

Yûsuf adýnda gezgin bir zât, Zünnûn-i Mýsrî hazretlerinin Ýsm-i âzamý bildiðini öðrenince, Mýsýr'a gitti. Huzûruna varýnca, önceleri iltifat görmedi. Sonra huzûra kabûl edildi ve Zünnûn-i Mýsrî hazretlerine bir sene hizmet etti. Bir gün ona:

- "Ey üstâd, sana bir sene hizmet ettim, artýk hakkýmý vermen gerekir. Senin Ýsm-i âzamý bildiðini söylediler. Onu, benden iyi emânet edeceðin bir baþka kimse olmayacaðýný bilirsin." dedi.
Sükût etti. Ona cevap vermedi. Altý ay sonra bir tabaða konmuþ ve bir mendile sarýlmýþ bir þey çýkardý. Ona:
- "Fustat'ta bulunan falan dostu­muzu bilirsin deðil mi?" diye sorunca:
- "Evet." dedi. Zünnûn hazretleri ona:
- "Ýþte bunu ona götür." dedi. O da sarýlý tabaðý aldý, giderken; "Zünnûn-i Mýsrî gibi bir zât hediye gönderiyor. Acabâ nedir, ne kadar kýymetlidir?" diye düþündü. Merakýný yenemeyerek tabaðý açtý. Ýçinden bir fare fýrladý ve kaçýp kay­boldu. Bu duruma kýzarak, Zünnûn-i Mýsrî´nin yanýna geldi. Zünnûn-i Mýsrî ona:
-"Biz seni denedik. Sana bir fâre emâ­net ettik, ona hýyânet et­tin. Hiç sana Ýsm-i âzamý güvenip teslim edebilir miyim?" dedi. 

Ynt: Ahde Vefa - Emanet By: ceren Date: 29 Aralýk 2015, 19:07:56
Esselamu aleyküm.Bizlere emanet edilen þeyleri,Rabbimin rýzasýný kazanmak için korumalýyýz.Bilmeliyiz ki emanet edilen Allahdandýr.Emaneti korumak da Allahýn emridir.Rabbim razý olsun paylaþýmdan kardeþim...
Ynt: Ahde Vefa - Emanet By: Edanur 8/D Date: 29 Aralýk 2015, 19:46:43
Aleykümüsselam
Bizlere emanet edilen herþeyi Allah ýn emaneti gibi korumalý ve öyle sahiplenmeliyiz.Teslim ederken Efendimiz (s.a.v) e teslim eder gibi teslim etmeliyiz. Allah c.c razý olsun
Ynt: Ahde Vefa - Emanet By: ikranur 7d Date: 29 Aralýk 2015, 21:29:04
ve aleykummusselam ve rahmetullah. allahým bizleri efendimizin emanete sahip çýktýgý gibi çýkmamýzý nasip et. onun sadýk oldugu gibi sadýk kýl bizleri. allah razý olsun .

radyobeyan