Taklid By: neslinur Date: 16 Aralýk 2009, 19:37:04
Taklid
Bu hususta dört mesele vardýr.
Mesele: (Taklîd)
Taklid, bir sözü, her hangi bir hüccet olmaksýzýn, kabul etmektir. Taklid, gerek furu´da gerekse de usulde bilgiye götüren bir yol deðildir. Haþeviyye ve Ta´lîmiyye, gerçeði bilme yolunun taklid olduðunu, vacip olanýn da bu olduðunu ve inceleme ve araþtýrma yapmanýn haram olduðunu ileri sürmüþlerdir. Aþaðýda zikredeceðimiz gerekçeler, bu görüþün batýl olduðunu göstermektedir.
1) Taklid edilen kiþinin doðruluðu (sýdk), zorunlu olarak bilinmemektedir. Öyleyse bu yönde bir delilin bulunmasý gereklidir. Doðruluðun delili, mucizedir. Buna göre, Hz. Peygamber´in doðruluðu, mucizesi ile; Allah kelamýnýn doðruluðu, Hz. Peygamber´in bunun doðruluðunu haber vermesiyle; icma ehlinin doðruluðu, Hz. Peygamber´in bunlarýn ismetini haber vermesiyle bilinmektedir. Ha-kim´in, adil þahidlerin sözü ile hüküm vermesi vaciptir; ancak bu, hakimin onlarýn doðruluðuna kanaat getirmesi anlamýnda olmayýp, fakat, hakimlerin, þahidin doðru mu yoksa yalan mý söylediði yönündeki galip zanna ittiba ile mükellef olduðuna Sem´in delalet etmesi itibariyledir. Ammînin, müftîye ittiba etmesi gerekir. Zira müftî, Ýster yalan söylesin ister doðru söylesin, ister hata etsin isterse isabet etsin, âmmîye farz olan þeyin müftîye ittiba olduðu hususunda icma vardýr. BÝz diyoruz ki; gerek müftînin gerekse þahidin sözü, icmâ´ hücceti sebebiyle baðlayýcý olmaktadýr. Dolasýyla bu ittiba, sözü, bir hüccete dayanarak kabul etmek olup, taklid deðildir. Biz taklid ite, bir sözü, her hangi bir hüccet olmaksýzýn kabul etmeyi kastediyoruz. O halde, ortada bir hüccet yoksa, doðruluk da, zorunlu olarak veya bir delilden hareketle bilinmiyorsa, bu durumda ittiba, cehalete dayanmak demek olur.
2) Ýkinci gerekçemiz Ýse onlara þöyle demektir: Siz, taklid ettiðiniz kiþinin hata etmesini imkansýz mý yoksa mümkün mü görüyorsunuz? Eðer bunu mümkün görüyorsanýz, kendi mezhebinizin sýhhatinden kuþku duyuyorsunuz demektir. Yok eðer bunu imkansýz görüyorsanýz, bunun imkansýzlýðýný hangi yolla bilmektesiniz; zorunlu olarak mý yoksa inceleme veya taklid yoluyla mý? Ortada her hangi bir zorunluluk ve her hangi bir delil yoktur. Eðer siz, taklid ettiðiniz kiþiyi, bu kiþinin söylediði ´Benim mezhebim haktýr´ þeklinde sözü hususunda taklid ediyor iseniz, bu adamýn, kendi kendisini tasdik hususunda söylediði sözün doðruluðunu hangi yolla bildiniz? Eðer bu sözün doðruluðunu laklid hususunda, onu deðil de, bir baþkasýný taklid ediyorsanýz, taklid ettiðiniz bu kiþinin doðru söylediðini ne ile bildiniz? Eðer taklid hususundaki dayanaðýnýz, yalnýzca, onun söylediði söze gönlünüzün yatmasý ise, bu takdirde, sizin gönlünüzün yatmasý ile, hrýstiyan ve yahudilerin kendi inançlarýna gönüllerinin yatmasý arasýný nasýl ayýrýyorsunuz? ve yine sizin taklid ettiðiniz kiþinin ´Ben doðru söylüyorum1 sözü ile muhalifinizin sözü arasýný ne ile ayýrýyorsunuz?
Yine onlara taklidin vaciplîðÝ konusunda þöyle de denilebilir: Siz, taklidin vacip olduðunu biliyor musunuz, bilmiyor musunuz? Eðer bunun vacip olduðunu bilmiyor iseniz, ne diye taklid ediyorsunuz. Yok eðer biliyorsanýz, bunu zorunlu olarak mý yoksa inceleme veya taklid yoluyla mý bitiyorsunuz? Bu suretle taklid hususunda soru onlarýn aleyhine döner ve onlarýn inceleme (nazar) ve delile yol bulmalarý da mümkün deðildir. Öyleyse, geriye tek bir yol kalýyor ki, o da, taklidin vacipliði görüþünün keyfi bir hüküm olmasýdýr.
Denirse ki: [II, 388]
Biz bunun sahih olduðunu, çoðunluðun mezhebinin bu olmasýndan, dolayýsýyla da bunun ittiba etmeye daha evla olmasýndan hareketle bilmekteyiz.
Deriz ki:
Öyleyse siz, þöyle diyenlere niye karþý çýkýyorsunuz: Hak, dakik ve kapalý olup, bunu ancak az sayýda kiþiler idrak edebilir ve çoðunluk bundan aciz kalýr; çünkü bu idrak, nazar ile meþgul olma, yoðunlaþma, karihanýn keskinliði ve meþgul edici engellerden arýnmýþ olma gibi birçok þarta gerek duyar. Yine buna delalet eden bir husus da, Hz. Peygamberin iþin baþýnda iken, çoðunluða aykýrý olan az sayýda bir topluluk içerisinde olmasýna raðmen haklý oluþudur. Nitekim Allah Teâlâ "Eðer yeryüzündekilerin çoðuna itaat edecek olursan seni Allah yolundan saptýrýrlar´ {En´âm, 6/116} demektedir. Hepsi bir yana, zamanýmýzda bile, kafirlerin sayýsý bizden daha fazla iken böyle bir görüþ nasýl ileri sürülebilir! Öte yandan, sizdin tüm yeryüzünü dolaþýp, karþý görüþte olanlarýn hepsini sayýncaya kadar, kararsýz kalýp görüþ beyan etmemeniz gerekir. Eðer muhaliflerin sayýsý sizin sayýnýza eþit ise kararsýz kalmanýz, eðer sayýca sizden fazla iseler, onlarýn görüþünü tercih etmeniz gerekir. Kaldý ki, bu tutum Kur´an nassma da aykýrýdýr. Nitekim Allah Teâlâ ´Þükreden kullarým ne de azdýr!´ (Sebe, 34/13}, ´Fakat onlarýn çoðu bilmezler´ {En´âm, 6/37} ve ´onlarýn çoðu gerçeði sevmezler´ {Mu´minûn, 23/70} demektedir.
Denirse ki:
Hz. Peygamber´in, ´Büyük ekseriyetle (sevad-ý a´zam) birlikte olun1, ´Kim Cennetin orta yerine kurulmaktan hoþlanýyorsa cemaatten ayrýlmasýn´, ´Þeytan bir kiþi ile beraberdir ve iki kiþiden daha uzaktýr´ sözleri ne olacaktýr?
Deriz ki:
Önce size, mütevatir olmayan bu haberlerin sahih olduðunu hangi yolla bildiðinizi sorarýz. Eðer bunlarýn sahihliðini taklid kaynaklý olarak biliyorsanýz, bunlarýn fasid olduðuna kanaat getiren mukallidden hangi özellikle ayrýlýyorsunuz? Kaldý ki bu haberler sahih bile olsa, sevad-ý a´zama ittiba eden kiþi mukallid olmayýp; aksine, sevad-ý azama ittiba etmenin vacipliðini Hz. Peygamberin sözü ile bilmiþ olur ki bu da, sözü, bir hüccete dayanarak kabul etmek olup, taklid deðildir. Öte yandan bu haberlerle neyin kastedildiðini -ki bu, devlet baþkanýna veya icmâ´a karþý gelmedir- icmâ´ bölümünde anlatmýþtýk.
Onlarýn bu konudaki gerekçeleri (þüphe) ise þunlardýr:
1) inceleme/araþtýrma yapan kiþi, birçok noktada þüphe ile karþý karþýya kalabilir ve araþtýrma/inceleme yapanlarýn birçoðu dalalete düþmektedir. Öyleyse, tehlikeyi ve riski terkedip, selameti talep etmek daha evladýr.
Deriz ki:
Yahudi ve Hrýstiyanlar gibi mukallidlerin de saptýklarý sýklýkla görülmektedir; siz kendi taklidiniz ile ´Biz atalarýmýzý, bir ümmet üzere bulduk´ (Zuhruf, 43/22} diyen kafirlerin taklidi arasýný ne ile ayýrýyorsunuz? Öte yandan, marifet vacip olduðuna göre taklid, cehalet ve dalalet demek olur. Bu durumda sîz adeta, týpký, þayet bir þey yiyecek ya da içecek olsa, boðazýnda kalacaðý endiþesiyle, bir þey yiyip-Ýçmeyerek kendisini açlýktan ya da susuzluktan öldüren kiþi gibi, yine ilaçta hata etme endiþesiyle ilaç içmeyi terkeden hasta gibi ve hatta, bir afet gelebilir endiþesiyle ticaret ve tarýmla uðraþmayý terkedip, fakirlik endiþesiyle fakirliði tercih eden kiþi gibi, þüpheye düþme endiþesinden dolayý taklidi yüklenmiþ oluyorsunuz.
2) Ýkinci olarak Allah Teâfâ´nýn ´Sadece kafirler Allah´ýn ayetleri konusunda tartýþmaya (cidal) girerler´ (Fâfýr, 40/4} ayetini gerekçe gösterirler ve bu ayette kader konusunda cidalin yasaklandýðýný, halbuki araþtýrma/incelemenin cidal kapýsýný açacaðýný söylerler.
Deriz ki:
Bu ayette yasaklanan, ´Hakký iptal etmek için, batýla tutunarak mücadeleye giriþtiler´ {Ðâfir, 40/5} ayetinde olduðu gibi, batýl yolla cidalleþmektir.Çünkü baþka bir ayette ve ´onlarla en güzel þekilde mücadele et!1 denilmesi, cidalin mutlak olarak yasak olmadýðýný göstermektedir. Kader konusunda cidalleþme-nin yasaklanmasýnýn sebepleri ise þunlar olabilir:
a) Allah, onlarý bu konudaki gerçeðe nass yoluyla vakýf kýlmýþ ve nass huþu- [n, 389] sunda þüpheye düþerek cidalleþmeyi yasaklamýþtýr.
b) Bu yasak Islamýn baþlangýç döneminde olmuþ ve muhalifin bunu duymasýndan ihtiraz edilmiþ olabilir. Bu takdirde bu yasalda söylenmek istenen de þu olur: Din hususunda bunlarýn ayaklan henüz saðlam basmýyor; bu itibarla kader konusunu þimdilik tartýþmayýn.
c) Yahutta, onlar, kendileri açýsýndan bundan daha önemli cihada sevkedil-miþlerdi.Diðer taraftan onlarýn bu gerekçesi karþýsýna biz de ´Hakkýnda bilgin olmayan þeyin ardýna düþme´ {Ýsrâ, 17/36}, ´... ve Allah hakkýnda bilmediðiniz Þeyleri söylemeniz´ {Bakara, 2/169}, ´...biz sadece bildiðimizle þahitlik ediyoruz´ {Yûsuf, 12/81} ve´De ki; getirin burhanýnýzý!´ {Bakara, 2/111} gibi ayetleri çýkarabiliriz. Bu ayetlerin hepsi de, taklidi yasaklamakta ve bilmeyi emretmektedir. Bunun içindir ki alimlerin konumu yüksek olmaktadýr. Nitekim Allah Teala ´Allah, içinizden iman edenleri ve ilim verilenleri derecelerce yükseltir´ {Mücâdele, 58/11} demektedir. Hz. Peygamber, ´Bu ilmi, her neslin adil kiþileri yüklenirler; ve ondan aþýrýlarýn tahrifini, cahillerin tevilini ve iptalcilerin intihalini giderirler´ demiþtir. Bunlar taklid Ýle deðil, tersine, ancak bilgi ile olabilir. Yine tbn Mes´ûd ´imma´a olmayýn!´ dediðinde, kendisine imma´a nedir? diye sorulmuþ, o da imma´a, bir adamýn, ben halk ile beraberim; onlar dalalete düþerlerse ben de düþerim, doðru yolu bulurlarsa ben de bulurum demesidir dedikten sonra, ´Dikkatli olun! Hiç biriniz, kendi nefsine, eðer insanlar kafir olurlarsa ben de olurum düþüncesini yerleþtirmesin1 demiþtir.
Mesele: (Amminin ulemaya fetva sormasý)
Ammi´nin, alimlere fetva sormasý ve onlara tabi olmasý vaciptir.
Kimi Kaderiler, âmmînin delil üzerinde düþünmesi ve masum imama ittiba etmesi lazým geldiðini söylemiþlerdir. Bu görüþ, iki gerekçeyle batýldýr.
a) Birincisi sahabenin icmâ´ýdýr. Sahabe, halk tabakasýna fetva veriyor ve onlara, ictihad mertebesini elde etmeyi emretmiyordu. Bu durum, avam ve alim sa-habilerden gelen tevatürle ve zaruri olarak bilinen bir husustur. Ýmamiyeden birisi çýkýp, ´Her ne kadar Ali, takiyye olarak ve fitne çýkar endiþesiyle onlarýn bu tutumunu inkar etmemiþse de, onlara vacip olan, masumluðu sebebiyle Ali´ye ittiba etmeleriydi´ diyecek olursa, buna þöyle cevap veririz: Bu söz, velayetinin baþýndan ömrünün sonuna kadarki durumda gerek Ali´nin gerekse diðer imamlarýn sözüne güvenme kapýsýný kendi yüzüne kapamýþ cahil bir kiþinin sözüdür. Çünkü onun durumundaki dalgalanma ve sallantý Ömrünün sonuna kadar devam etmiþtir; belki de Ali, söylediði tüm sözlerde fitne endiþesiyle ve lakiyye olarak, gerçeðe muhalefet etmiþtir.
b) Amminin, hükümlerle mükellef olduðu ve Ýctihad mertebesine nail olmasýnýn Ýmkansýzlýðý hususunda icmâ´ oluþmuþtur. Çünkü bu durum, ekin ve neslin kurumasýna, meslek ve sanatlarýn atýl kalmasýna yol açar ve þayet insanlar bütünüyle ilimle meþgul olacak olurlarsa bu durum dünyanýn harap olmasý sonucuna götürür. Bu durum, alimleri maiþet talebine sevkeder ve bu defa da ilim silinip gider, hatta hem alimler helak olur hem de alem harap olur. Bu imkansýz olduðuna göre, geriye bir tek seçenek kalýyor. O da avammýn alimlere sormasýdýr.
Denirse ki:
Siz taklidi iptal etmiþtiniz, þimdiki sözleriniz ise taklidin ta kendisidir.
Deriz ki:
Taklid, bir sözü her hangi bir hüccete dayanmaksýzýn kabul etmektir. Avammýn, müftînin verdiði fetvayý kabul etmesinin vacipliði ise, týpký hakimin, þahitlerin sözünü kabul etmesinin vacipliði ve yine bizim haberi vahidi kabul etmemizin vacipliði gibi, icmâ´ delili sebebiyledir. Hakimin, þahitlerin sözünü kabul etmesi, bunlarýn doðru söylediklerine kanaat (zann) getirmesi durumundadýr ve zan ise bilinen bir þeydir. Zannýn bulunmasý durumunda hüküm vermenin vacip ol-[II, 390] masý da kesin semt bir delil sebebiyle bilinen bir þeydir. Dolayýsýyla bu durumda verilen hüküm kesin bir hüküm olur. Taklid ise cehalettir.
Denirse ki:
Siz taklidi dinden kaldýrýyorsunuz; halbuki Þafiî (r), ´Hz. Peygamber dýþýnda bir kimseyi taklid etmek helal deðildir´ diyerek, bir tür taklidin bulunabileceðini söylemiþ olmaktadýr.
Deriz ki:
Þâfýî, bazý istisnalar dýþýnda, taklidin batýl olduðunu doðrudan doðruya tasrih etmektedir. Onun, fetva sormayý, haberi vahidin ve adil þahitlerin sözünün kabulünü taklid saymadýðý bilinmektedir. Þunu da belirtelim ki, Hz. Peygamberin sözünü kabul etmenin, mecazen, taklid olarak Ýsimlendirilmesi ve bunun kendi cinsinin dýþýndan Ýstisna edilmesi de caizdir. Buradaki mecaz durumu da þöyledir: Hz. Peygamber´in sözünün kabul edilmesi, her ne kadar, O´nun sözünün doðruluðuna genel anlamda delalet eden bir hüccet sebebiyle ise de, bu kabulden, baþka bir mesele için hüccet aranmaz. Hz. Peygamber´in sözünün kabul edilmesi, bir bakýma, özel olarak, hüccetsiz tasdik olup, bunun mecazen taklid olarak Ýsimlendirilmesi caizdir.
Mesele: (Fetva sorulabilmesi için müftînin adil olup olmadýðýnýn bilinmesi gerekir mi?)
Ammi, ancak, ilim ve adaletini tanýdýðý kiþilere fetva sorabilir; cehlini bildiði kiþilere ise, ittifakla, soramaz. Amminin, cehlini bilmediði kiþilere fetva sormasý durumuna gelince; kimi alimler, âmmînin bunu araþtýrmasý gerekmediðinden hareketle bunun caiz olduðunu söylemiþlerdir. Bu sakat bir anlayýþtýr; çünkü, baþkasýnýn görüþünü kabul etmesi gereken kiþi, bu baþkasýnýn durumunu bilmek durumundadýr. Bu sebepledir ki ümmetin, mucizesi üzerinde düþünerek Peygamberin durumunu bilmesi gerekir; çünkü bilinmeyen herkesin, kendisinin Allanýn el-ÇÝsi olduðunu iddia etmesinden emin olunamaz. Yine þahidin adalet açýsýndan durumunu bilmek hakime, ravinin durumunu bilmek müftîye ve devlet baþkanýnýn ve hakimin durumunu bilmek da yönetilenlere (raiyye) vaciptir. Özetle söylemek gerekirse, fetva sorandan daha cahil olmasý tasavvur edilebilen birine nasýl felva sorulabilir!
Denirse ki:
Müftînin adil olup olmadýðýný bilmeyen kiþi, bunu araþtýrmak durumunda mýdýr? Eðer, ´evet araþtýrmak durumundadýr1 derseniz, adete aykýrý davranmýþ olursunuz; çünkü bir beldeye gelen kiþi, adaletine dair bir hüccet aramaksýzýn, o beldenin alimine fetva sorar. Eðer fetva soracaðý müftînin adaletini bilmemesine raðmen fetva sormasýný caiz görüyorsanýz, ayný þey bilme konusunda da geçerlidir.
Deriz ki:
Ammi, fasýklýðýný bildiði müftîye fetva soramaz; adil olduðunu bildiði kiþiye ise sorabilir. Durumunu bilmediði müftîye fetva sormasýna gelince; bu durumda, ´hemen fetva sormasýn; aksine öncelikle bu müftînin adaletini araþtýrsýn; çünkü onun doðru mu yoksa yalan mý söyleyeceðinden emin deðildir1 denilmesi muhtemel olduðu gibi, ´Alimin halinin zahiri adalettir; hele hele bu alim fetva ile meþhur olmuþsa. Halbuki, halkýn halinin zahirinin adalet olduðu ve fetva mertebesine nail olduklarý söylenemez. Cehalet, halk üzerinde daha aðýr basar. Aslýnda, bazý fertler, hariç, insanlarýn hepsi avamdýr; hatta, tek tek bazýlarý hariç alimlerin hepsi adildir" denilmesi de muhtemeldir.
Denirse ki:
Eðer, fetva sormak, müftînin adaletini veya ilmini bilmek yüzünden vacip ise, bu durumda, tevatüre gerek var mýdýr yok mudur?
Denilir ki:
Böyle söylemek muhtemel olduðu gibi, -çünkü bu mümkündür-, bir veya iki adil kiþinin sözü sebebiyle oluþan zanný galibin yeterli olduðunu söylemek de muhtemeldir. Kimi alimler, bir tek adil kiþinin naklettiði icmâ1 ile amel etmeyi caiz görmüþlerdir. Bu mesele de, bir yönüyle burada söz konusu edilen meseleye yakýndýr.
Mesele: (Müftîler arasý seçim)
Beldede sadece bir müftî varsa, âmmînin buna baþvurmasý vacip olur. Eðer birden fazla ise, sahabe zamanýnda yapýldýðý gibi dilediði birine sorabilir; daha [II, 391] alim olanýna baþvurmasý gerekmez. Sahabe zamanýnda avamm, fadýl kiþiye de mefdul kiþiye de sorardý. Halk için, Ebu Bekr, Ömer ve halifeler dýþýndakilere sormalarý hususunda herhangi bir kýsýtlama getirilmemiþti. Kimi alimler, daha faziletli olana baþvurmanýn vacip olduðunu; eðer bunlarýn seviyeleri eþit ise bu takdirde muhayyer kalacaðýný söylemiþlerdir. Bu anlayýþ, sahabenin icmâ´ýna aykýrýdýr. Zira sahabe, fetva hususunda, fadýla her hangi bir kýsýtlama getirmemiþtir. Tam tersine vacip olan, ilmini ve adaletini bildiði kiþiye baþvurmaktýr ve zaten sahabenin hepsi de ilim ve adaletle maruf idi. Þu var ki, iki müftînin bir konuda kendisi hakkýndaki verdikleri hüküm farklý olursa, âmmî yeniden her ikisine giderek, ´sizin fetvanýz birbiriyle çeliþmektedir; ikiniz de benim nezdimde eþitsiniz; bu durumda benim ne yapmam lazým gelir´ der. Eðer bu Ýki müftî, bu durumdaki âmmînin muhayyer olduðunu söylerlerse, âmmî muhayyer kalýr. Yine eðer bu iki müftî, daha ihtiyatlý olaný almasý veya muayyen bir tarafa meyletmesi hususunda ittifak ederlerse, ammi bunu yapmak durumundadýr. Ancak iki müftî eðer, bu görüþ ayrýlýðý üzerinde ýsrar ederlerse, bu takdirde ammi için muhayyer kalmaktan baþka seçenek yoktur. Çünkü, hükmü tatil etmek mümkün deðildir ve bu iki müftîden birisi diðerinden daha evla deðildir. Ýmamlar yýldýzlar gibidir; hangisine iktÝda edilirse doðru yol bulunur. Ancak farklý fetva veren bu iki müftîden birisi, itikadý açýsýndan diðerinden daha efdal ve alim ise, bu durumda Kadý, yine am-minin muhayyer kalacaðýný söylemiþtir; çünkü mefdul da, þayet tek baþýna kalmýþ olsaydý, ictihad ehlinden olacaðýna göre baþkasýyla birlikte bulunduðunda da durum aynýdýr. Fazilet fazlalýðýnýn (ziyadetu´1-fazl) bir etkisi yoktur. Bana göre evla olan, âmmînin daha faziletli (üstün) olana ittiba etmesidir. Þafiî´nin daha alim olduðuna ve Þafiî´nin mezhebinde isabetin (doðruyu tutturmanýn) daha galip bulunduðuna kanaat getiren kiþi, artýk, sýrf hoþuna gidiyor diye Þafiî´nin muhalifinin görüþünü alamaz. Yine âným i, her meselede, mezhepler arasýndan kendince en güzel (etyab) olanýnýn seçip, geniþlik oluþturamaz. Aksine âmmînin yapacaðý bu tercih, týpký, çatýþan iki delil arasýnda müfýînin tercih yapmasý gibidir. Yani müftî, iki delil arasýnda tercih yaparken, nasýl zannýna tabi oluyorsa, âmmî de mezhepler arasýnda tercih yaparken zannýna tabi olmalýdýr. Biz her ne kadar her müctehi-din isabet ettini söylüyorsak da, kesin bir delili gözden kaçýrmak sebebiyle ve tüm gücünü harcayarak içtihadý tamamlamadan önce hüküm vermek sebebiyle hata mümkündür. Kuþkusuz, daha alim olan birinin hata ihtimali daha azdýr, tþin özü þudur: Biz inanýyoruz ki, kullan, kendi zanlanna havale etme hususunda Allah Teâlâ´nýn bir sýrrý vardýr; ta ki, kullar, baþý boþ, keyfi arzulara uyan ve teklif dizginiyle kontrol edilmeksizin hayvanlar gibi geliþigüzel davrananlar olmasýn. Allah kullarý bir yönden diðerine sevkediyor ki, kulluðu ve Allanýn, her hareket ve sükunda kendileri hakkýndaki hükmünün, kendilerini saða sola yalpalamaktan koruduðunu düþünsünler. Gücümüz yettiðince, insanlan bir ölçü/kural altýna almamýz, onlarý muhayyer býrakmaktan ve hayvanlar ve çocuklar gibi baþýboþ býrakmaktan daha evladýr. Fakat, iki müftînin birbirine denk olup tearuz etmesi durumunda veya iki delilin tearuz etmesi durumunda mazbut bir ölçü getiremediðimiz zaman, muhayyerlik bir zarurettir. Bunun delili þudur: ´Hakkýnda Allanýn muayyen bir hükmü bulunmayan veya her müctehidin musib olduðu mesele üzerinde, müctehidin araþtýrma/inceleme yapmasý gerekmez; aksine, muhayyer kalýr ve dilediðini yapar; zira bu meselede her bir yön, baþka bir müctehidin zannýna galip gelebilir. Müctehidin öncelikle bir kanaat (zann) oluþturmasý gerektiði ve arkasýndan bu zanna ittiba edeceði hususunda ise icmâ´ vardýr´ denilmesi mümkün oluyorsa aynt þekilde âmmînin zanm da böyle olup, etkili olmasý gerekir. [II, 392]
Denirse ki:
Müctehidin istidlal yollarýný öðrenmeden önce zannýna tabi olmasý caiz deðildir. Ammî ise, vehimle hüküm verebilir, zahire aldanabilir ve belki de mefdu-lu fadila takdim eder. Eðer, basiretsiz olarak hüküm vermesi caiz ise, bizzat mesele hakkýnda inceleme/araþtýrma yapsýn ve kendi zannýna göre hüküm versin. Üstünlüðün (Fazl, fazilet) mertebelerini bilmek için de birtakým kapalý deliller vardýr ki bunlarý kavramak avammýn iþi deðildir. Aslýnda bu soru yerinde bir sorudur. Fakat biz diyoruz ki; çocuðu hastalanan ve kendisi tabîb olmadýðý halde, çocuðuna kendi reyýyle bir ilaç veren kiþi, haddi aþmýþ, kusurlu davranmýþ ve sorumluluðu yüklenmiþ olur. Halbuki, þayet bir doktora baþvurmuþ olsaydý, kusurlu sayýlmayacaktý. Eðer beldede iki doktor varsa ve tedavi hususunda farklý düþünüyortarsa, hasta sahibi, daha üstün olan (efdal) doktora muhalefet ederse kusurlu davranmýþ olur. Bu iki doktorun fazileti, mütevatir haberlerle bilinebileceði gibi mefdul doktorun, zann-ý galip ifade eden birtakým emarelerle fadýl doktoru Öne çýkarmasýyla ve kendinden üstün tutmasýyla da bilinebilir. Ayný þey alimler hakkýnda da geçerli olup, daha üstün olan alim, -bizzat bilgi hakkýnda araþtýrma yapýlmaksýzýn- yaygýn duyuntu yoluyla ve karinelerle bilinebilir ve âmmî de buna ehildir. Öyleyse âmmînin, heva ve heves (teþehhi) sebebiyle zanna aykýrý davranmasý uygun deðildir. Bize göre en sahih olan ve halký takva ve teklif dizginiyle zaptetme hususundaki külli anlama en uygun olan görüþ budur. Vallahu a´lem.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ýmam Gazali, Ýslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi, Rey Yayýncýlýk: 2/370-379