Tearuz ve Tercih By: neslinur Date: 16 Aralýk 2009, 19:22:51
Tearuz ve Tercih
A. Haberlerin Tercihi (Tercih Sebepleri)
Tercih Sebebi Olmadýðý Halde Tercih Sebebi Zannedilen Þeyler
B. Ýlletlerin Tercihi
III. TEARUZ VE TERCÝH
Tercih ve delillerin tearuzu durumunda müclehidin tasarrufu: Bu konu üç mukaddime ile iki baþlýktan oluþmaktadýr. Birinci Mukaddime: Delillerin Tertibi
Müctehide gereken þey, her meselede nazarýný Þer´in vünýdundan önceki ´aslî nefy´e çevirmek, sonra da deðiþtirici semt delilleri araþtýrmaktýr. Bu meyan-da ilk olarak icmâ´a bakmalýdýr. Eðer araþtýrýlan mesele hususunda icmâ´da bir þey varsa artýk Kitab ve SUnnet´e bakmasýna gerek yoktur. Çünkü bu ikisi neshi kabul eder, fakat icmâ´ kabul etmez. Kitab ve Sünnetteki hükmün aksine oluþmuþ bir icmâ´ varsa, bu icmâ´ KÝtab ve Sünnetteki hükmün neshedildiðine dair kesin bir delildir. Zira ümmet, hata üzerinde birleþmez. Müctehid daha sonra Kitab ve mütevatir Sünnete bakmalýdýr. Bu Ýkisi ayný derecededir; çünkü, bunlardan her biri, kesin bilgi Ýfade eder. Sem´î-kat´î deliller arasýnda, birinin neshedici olmasý durumu hariç, çatýþma/çeliþme (tearuz) tasavvur edilemez. Müctehid, hakkýnda Kitab veya mütevatir sünnet nassý bulduðu konularda bu nassi alýr. Bundan sonra, Kitabýn umum Ýfadelerini ve zahir ifadelerini araþtýrýr. Sonra, bu umum ifadeleri tahsis eden, haberi vahid ve kýyas gibi tahsis edici deliller bulunup bulunmadýðýný araþtýrýr. Umum ifadeye aykýrý bir kýyas veya bir haberi vahidin bulunmasý durumunda hangisinin tercih edilmesi gerektiði hususunu daha önce açýklamýþtýk. Eðer müctehid, ´nass lafýz1 veya ´zahir lafýz´ bulamazsa, bu takdirde, naslann kýyasýna yönelir. Eðer iki kýyas veya iki haberi vahid veya iki umum çatýþýrsa, bi- [U, 393] razdan zikredeceðimiz gibi, tercih aramaya koyulur. Eðer bu Ýkisi müctehid nez-dinde birbirine eþit olursa, yukarýda açýklandýðý üzere, bir görüþe göre, kararsýz kalýr; diðer bîr görüþe göre ise muhayyer kalýr.
Ýkinci mukaddime: Tearuzun mahiyeti ve yeri
Bilesin ki: Tercih ancak iki zannî þey arasýnda cereyan eder; çünkü zanlar kuvvet bakýmýndan birbirinden farklýdýr, tki bilinen (ma´lum) arasýnda Ýse böyle bir farklýlýk/dereceleme tasavvur olunamaz. Zira bir bilgi, diðer bir bilgiden daha kuvvetli ve daha galip deðildir. Her ne kadar bazý bilgiler, diðerlerinden daha açýk, daha kolay elde edilebilir ve teemmüle ihtiyaç býrakmama açýsýndan daha ileri ise de, hatta bazý bilgiler, bedihi olup teemmüle hiç ihtiyaç hissettirmezken bazýlarý bedihi olmayýp teemmüle muhtaç ise de, sonuçta, yani elde edildikten sonra bu bilgi de artýk ´yakînî muhakkak´ olur ve muhakkak oluþu bakýmýndan farklýlýk göstermez. Dolayýsýyla, bir bilginin diðerine tercih edilmesi diye bir þey olamaz. Bunun Ýçin biz diyoruz ki; Ýki kesin nass tearuz ettiðinde, tercih imkaný yoktur; hatta bu Ýki nass mütevatir Ýse, bunlardan birinin neshedici olmasý gerektiðinden, zaman bakýmýndan daha sonra olan nassýn neshedici olduðuna hükmedilir. Eðer çatýþan bu iki nass haberi vahid cinsinden ise ve biz de tarihi biliyorsak, yine, sonra olanýn neshedici olduðuna hükmederiz. Eðer hangisinin sonra olduðunu bilmiyor isek, ravinin doðru söylemiþ olmasý zannî bir durum olacaðýndan, biz nefsimizde daha kuvvetli olan haberi takdim ederiz. Ýki kesin nass arasýnda tearuz ve tercih olamayacaðý gibi, ayný þekilde, iki kesin illet arasýnda da tearuz olamaz. Allanýn, bir yerde, tahrim için kesin bir illet dikmesi, baþka bir yerde de helallik için kesin bir illet dikmesi ve buna baðlý olarak, hakkýnda iki illet bulunan bir meselenin helallik ve haramiýk arasýnda dönüp durmasý, ve buna Ýlaveten de bizim kýyas ile mükellef tutulmamýz caiz deðildir. Çünkü bu durum, müctehid açýsýndan, fer´î bir meselede, birisi hellaliðe, diðeri haramlýða delalet eden iki kesin delilin bir araya gelmesi sonucuna götürür ki bu imkansýz bir þeydir. Fakat zanlar kiþiden kiþiye (bakýþ açýlarýna göre) deðiþiklik gösterdiðinden, zannî illetler böyle deðildir. Dolayýsýyla bir müctehid hakkýnda iki farklý zannî Ýllet bir araya gelmez, iki zannýn tearuz (tekavum) ettiði durumlarda, týpký iki kesin þeyin tearuz etmesi durumunda olduðu gibi, bir görüþe göre, kararsýz kalmayý gerekli görmüþtük. Bu durumda müctehidin muhayyer olacaðýný savunanlar ise, lafzýn tahyire muhtemel olmadýðý gerekçesiyle, bir konuda biri helallik yönünde diðeri haramlýk yönünde iki kesin nassýn öncelik ve sonralýk olmaksýzýn -ve tah-yir anlamý verecek biçimde- varid olmasýnýn mümkün olmadýðý þeklinde cevap vermiþlerdir. Ayný þekilde, ta´lîl´i (ta´lil´in kapsamýný) açýkça belirterek kýyas Ýle mükellef tutmak (teabbüd) da, nefyi ve isbatý, -lafýz yönünden tahyîre muhtemel olmayacak biçimde- tasrih etmek olur ki bu bir çeliþkidir. Müctehidin, zanna itti-ba ile mükellef tutulduðuna (teabbüd) delalet eden delilin de, iki zannýn daha galip olanýna ittiba etmeye indirgenmesi uygun olup, iki zannýn tearuzu durumunda, müctehid ikisi arasýnda muhayyer olur. Bu, maslahata, teþbihe ve ýstýshaba it-tiba´ýn emredilmesidir. Tearuz durumunda, müctehid nasýl davranýrsa davransýn, ýstýshab yapmýþ, benzetme yapmýþ ve maslahata ittiba etmiþ olur. Kat´î deliller (kavâtý1) ise birbirine zýt ve çeliþkili olup, ya nasih ya da mensuh olmasý gerekir. Birbirine zýt bu deliller, biraraya getirilmeyi (cem1) kabul etmez. Evet, tarih tesbil edilemese ve baþka bir delil talebinden de aciz kalsak, bu takdirde, muhayyer ol-[II, 394] mamaz gerekir. Zira aralarýnda çeliþki olunca, biri diðerinden daha evla deðildir.
Denirse ki:
tlim ve zan içtima eder mi?
Deriz ki:
Hayýr! ilim (bilgi) ve zan biramda bulunmaz. Eðer ilim zanna muhalif ise, biraraya gelmeleri imkansýzdýr; çünkü bilinen bir þeyin hilafý artýk zannolunamaz. Ýlimin hilafýný zannetmek þek (kuþku) demektir; bilinen bir þey hakkýnda nasýl kuþku duyulabilir! Eðer zan bilgiye (ilim) uygun ise, zannýn etkisi Ýlim ile bütünüyle silinir ve artýk ilmin yanýnda zannýn hiç bir etkisi olamaz.
Birisi çýkýp dese ki: Siz iki zandan birini niçin tercih ettiniz; halbuki, þayet tek baþýna düþünülecek olsaydý, bu iki zandan her biri tabi olunmasý gereken bir zan olacaktý. Burada da, tercihe deðil de, tahyîr´e (seçme) veya tevakkufa (kararsýz kalma) hüküm verseydiniz ya!
Deriz ki:
Her ne kadar birbirinden farklý olsalar da, mükellefiyetin (teabbüd) iki zan arasýný eþitleme yönünde varid olmasý caiz olabilirdi. Fakat icma1 bunun aksine delalet etmektedir. Þöyle ki; ravilerin ilmi, sayýca çokluðu, adaletleri ve makamlarýnýn yüksek oluþu gibi sebeplerle zannýn kuvvet kazanmasý yüzünden selefin bazt haberleri diðer bazý lan na takdim hususundaki tutumu bilinmektedir. Bunun içindir ki selef, Hz. Peygamberin hanýmlarýnýn rivayetini diðer kadýnlarýn rivayetine takdim etmiþtir. Yine Aige´nin, sünnet yerlerinin buluþmasý (iltikâu´l-hýtâneyn) konusundaki rivayetini, "Su (gusül), sadece, su (ineninin gelmesi) sebebiyledir" rivayetine takdim etmiþlerdir. Yine, hanýmlarýndan birinin Hz. Pey-gamber´in cünüp olarak sabahladýðý þeklinde rivayetini, Ebu Hureyre´nin FadI b. Abbas´tan rivayet ettiði "Cünüp olarak sabahlayanin orucu yoktur" haberine takdim etmiþlerdir. Nitekim, Ali, Ebu Bekr´in rivayet ettiði haberi kuvvetli saydýðý için ona yemin ettirmemiþtir; Ebu Bekr, Muðîre´nin ninenin mirasçý lýðý konusundaki haberini, Muhammed b. Mesleme de ayný rivayette bulunduðu için, kuvvetli saymýþtýr. Ömer, Ebu Musa el-Eþ´arînÝn eve girerken izin isteme (isti´zan) konusundaki haberini, Ebu Saîd el-Hudrînin muvafakati sebebiyle kuvvetli saymýþtýr. Selefin bu gibi sebeplerle bazý haberleri diðerlerine tercih ettiklerine dair pek çok örnek vardýr. Ayný bunun gibi, fer´in iki asýldan birine daha çok benzediði yönünde bir zann-ý galip hasýl olunca, bu zanna tabi olunmasý gerektiði icmâ´ ile sabittir. Anlaþýlýyor kî icmâ´ ehli, insanlarýn tarým, ticaret ve tehlikeli yollara teþebbüs ediþlerindeki adetlerine göre teabbüd etmiþlerdir. Onlar korkutucu sebeplerin tearuzu durumunda, tercihte bulunuyorlar ve daha güçlü olana yönetiyorlardý.
Denirse ki:
Peki öyleyse onlar, niçin þahitlik konusunda sayý çokluðu ve zanný galibin kuvvetli oluþu gibi sebeplerle tercihte bulunmamýþlar da, tam tersine, iki beyyi-nenin çeliþmesi durumunda tearuza hükmetmiþlerdir?
Deriz ki:
Çünkü icmâ´ ehli, rivayet konusunda tercihte bulunduklarý halde, þehadet konusunda tercihte bulunmamýþlardýr. Bunun sebebi de þudur; þehadet konusu, te-abbüd temeli üzerine bina edilmiþtir. Hatta Öyle ki, þayet on kiþi, þehadet lafzý yerine ihbar lafzýný kullanacak olsalar, on kiþinin bu haberi þehadet olarak kabul edilmez. Yine bir tutam sebze konusunda yüz kadýnýn þahitliði ve yüz kölenin þahitliði kabul edilmez. -Mukaddimeler bunlardýr-.
[II, 395][1]
A. Haberlerin Tercihi (Tercih Sebepleri)
Bilesin ki:
Tearuz, çeliþki (tenakuz) demektir. Eðer iki haberde tearuz varsa, bunlardan biri yalandýr. Yalan ise, Allah ve Resulü açýsýndan imkansýzdýr. Eðer tearuz emir ve nehiy, harami ýk ve i baha gibi iki hüküm hususunda ise, bu iki hükmü cem etmek, imkansýzýn teklif edilmesi (teklîfu muhal) olur.
tki haberden birinin yalan olmasý veya birinin zaman bakýmýndan sonra olup nasîh olmasý veya iki ayn duruma göre deðerlendirmek suretiyle ikisinin arasýný cem etme iþine gelince; msl. Hz. Peygamber, ´Namaz benim ümmetim üzerine vaciptir, benim ümmetim üzerine vacip deðildir´ demiþ olsa, biz deriz ki; Hz. Peygamber, birincisiyle mükellefleri, ikincisiyle çocuklarý kastetmiþtir. Ya da bu sözü acziyet ve kudret durumlarýna göre ya da iki farklý zamana göre söylemiþtir. Eðer bu þekilde uzlaþtýrma (cem) imkanýndan ve hangisinin önce hangisinin sonra olduðunu tesbitten aciz kalýrsak, ikisi arasýnda tercih yaparýz ve daha kuvvetli olan haberi alýrýz. Haber bizim nefsimizde, ravisinin doðruluðu ve sahihliði sebebiyle kuvvet bulur. Haberin bizim nefsimizde ziyýî görülmesi ise, ya metnindeki tutarsýzlýk (ýztýrap) sebebiyle, ya senedindeki zayýflýk sebebiyle ya da metin ve sened dýþýndaki baþka bir sebeple olur. Buna göre tercih sebepleri toplam olarak on yedi tanedir.
1) iki haberden birinin metninin ihtilaf ve ýztiraptan salim olup, diðerinin olmamasý.
Bu durumda metnin salimliði tercih sebebidir. Bünyesinde ýztýrap taþýmayan haber, Hz. Peygamber´in sözü olmaya daha yakýndýr (eþbeh). Lafzýn ýzt irabýna bir de anlamdaki ýztýrap eklenince, bu haber Hz. Peygamber´in sözü olmaktan iyice uzaklaþýr. Bu durum artýk haberin zayýflýðýna ve ravinin rivayet hususunda gevþekliðine (tesâhül) delalet eder.
Denirse ki:
Öyleyse, hadisin metnindeki ziyadeyi rivayet etmenin, bu hadisin atýlmasýný gerektiren bir ýztýrap olmasý gerekir.
Deriz ki:
Hayýr, bunun ýztýrap olarak deðerlendirilmesi gerekmez; çünkü bu, birbirinden ayrý iki haberin manasý hususundadýr. Ancak, eðer bir muhaddis, hafýzlarýn rivayetinden infiradla maruf ise bu takdirde, baþkasýnýn haberi, infýradla maruf olan bu hadisçinin haberine takdim edilebilir.
2) Senedin muztarip olmasý:
Bu muztariplik, iki haberden birinin senedinde, isimleri ve sýfatlan netleþmemiþ (iltibas) kiþilerin zikredilmesi ve bu kiþilerin, ayýrd edilmesi çok zor olacak bir biçimde, bazý zayýf kiþilerin isimleriyle ve vasýflarýyla vasýflanmasý sebebiyle olur.
3) Ravilerden birinin, nakil ehli arasýnda yaygýn olarak bilinen ve nakledilen bîr kýssanýn ayrýntýlarý hususunda bîr rivayette bulunup, bu rivayetin kýssanýn geneli hakkýnda deðil de bir ayrýntýsýnda infýrad etmesi durumu. Bu durumda, çok kiþi arasýnda nakledilen ve bilinen haber, nefislerde, bir kiþinin, meþhur kýssadan ari olarak rivayet ettiði haberden daha kuvvetli ve yanýlgýdan salim olmaya daha yakýndýr.
4) Haberin ravisinin, aþýrý dikkat (tayakkuz) ve yanýlgý azlýðý ile maruf olmasý ki, böyle kiþinin rivayetine duyulan güven daha kuvvetlidir.
5) iki raviden birinin ´Hz. Peygamberi duyduk´, diðerinin de ´Hz. Peygamber, bana þöyle þöyle yazdý´ demesi durumudur. Yazýlan þeydeki tahrif ve tasnif ihtimali, duyulan þeydekinden daha çoktur. [II, 396]
6) Ýki haberden biri hususunda, bu haberin raviye mevkuf olduðu veya merfu olduðu konusunda hilaf söz konusu olmasý durumu. Merfu olduðu hususunda ittifak edilen haber, daha evladýr.
7) Haberlerden birinin O´na, nass olarak ve söz olarak, diðerinin ise -´Onun zamanýnda veya meclisinde þöyle þöyle oldu da, o buna karþý çýkmadý´ þeklinde rivayet edilmek suretiyle- ictihad olarak nisbet edilmesi. Bu durumda, ona nass ve söz olarak nisbet edilen haber daha kuvvetlidir; çünkü nass, ihtimal taþýmaz. Halbuki onun zamanýnda olan þeyin ona ulaþmamýþ olmasý, meclisinde cereyan eden þeyi gözden kaçýrmýþ olmasý mümkündür.
8) iki haberden birinin, kendisinden rivayet edilen haberlerin tearuz ettiði birinden nakledilmiþ olup, ayný zamanda bu kiþiden zýt bir rivayetin daha bulunmasý durumu. Bu durumda, rivayetlerinde tearuz bulunmayan ravinin rivayet ettiði haber takdim olunur. Çünkü tearuz eden þey, karþýlýklý olarak düþer ve diðer haber mu-arazadan salim olarak kalýr.
9) Ravinin, vakanýn sahibi olmasý durumu.
Böylesi bir durumda vak´a sahibi, yabancý birinden daha Ýyi bilir. Msl. Mey-mune´nin Hz. Peygamber benimle evlendiðinde, ikimiz de ihramlý deðildik þeklindeki rivayeti, tbn Abbasýn Hz. Peygamber Meymuneyi nikahladýðýnda, ihramlý idî rivayetine takdim edilmiþtir.
10) Ýki raviden birinin daha adil, daha güvenilir, daha zabt sahibi, daha uyanýk ve daha araþtýrýcý olmasý.
11) tki rivayetten birinin, Medine ehlinin ameline uygun düþmesi.
Medine ehlinin ameline uygun düþen haber, daha kuvvetlidir. Çünkü, Ýmam Malik´in hüccet ve icmâ´ olarak deðerlendirdiði bu þey, her ne kadar hüccet olmaya uygun deðilse de, tercih sebebi olmaya uygundur. Çünkü Medine hicret yurdu ve neshedici vahyin iniþ yeri olup, bunun Medine ehlinin gözünden kaçmýþ olmasý uzak ihtimaldir.
12) Ýki haberden birinin, baþka bir ravinin mürseline uygun düþmesi.
Ravilerin çokluðu sebebiyle tercih yapanlar, bu durumu da bir tercih sebebi sayarlar. Çünkü mürsel haber, kimilerine göre hüccettir. Mürsel haber, hüccet olmasa bite, hiç deðilse bir tercih sebebi olabilir.
13) Ümmetin, bu iki haberden birinin gereðince amelde bulunuyor olmasý.
Ümmetin amelinin, baþka bir delilden hareketle olmasý muhtemel olduðu gibi, amelin dayanaðýnýn bu haber olmasý da muhtemeldir. Dolayýsýyla bu haberin doðruluðu, nefiste daha kuvvetlidir.
14) Kur´an veya icmâ´ veya mütevatir bir nass veya akýl deliü´nin, haber doðrultusunda amel etmenin vacipliðine þahitlik etmesi durumu.
Bu durum, haberin tercih sebebi olur.
Denirse ki:
Aslýnda bu durum, o haberin doðruluðu hususunda kesin bir delildir.
Deriz ki:
Hayýr, kesin bir delil deðildir. Aksine, birisinin, Hz. Peygamber adýna, Kur´an´a veya icmâ´a uygun düþen bir yalan rivayette bulunmasý ve Hz. Peygam-ber´den duymadýðý halde, duydum diye rivayet etmesi tasavvur olunabilir. Ancak ümmet, bu haberin doðruluðu hususunda icmâ1 etmiþ ise ancak bu takdirde o haberin doðruluðu vacip olur. Yoksa ki ümmetin, o þahsýn haberi uyarýnca bir amel hususunda içtima etmiþ olmalarý, haberin doðruluðunu kesinlemez. Belki de ümmetin bu amelinin dayanaðý baþka bir delildir.
15) tki haberden birinin daha özel, diðerinin ise daha genel olmasý.
Bu durumda, amaca (probleme) daha özel olan haber takdim edilir. Nitekim, "Gümüþte kýrkta bir (rub´u´l-uþr) vardýr" þeklindeki haberin, zekat mükellefiyetinin, hem çocuða hem de buluða ermiþ kiþiye vacip olmasý konusunda, Kalem üç kiþiden kaldýrýldý haberine takdim edilmesi böyledir. Çünkü bu ikinci hadis, genel hitabýn nefyine dair olup, bunda, zekat konusuna deðinilmediði gibi, -zeka- [II, 397] týný çýkarmakla-, zekatýn veliden sakýt olacaðýna da deðinilmemiþtir. Birinci hadis ise, özelikle zekat konusuna iliþkin olup, umumuyla, çocuðun malýný da içine almaktadýr. Dolayýsýyla ilk hadis, bu konu açýsýndan, daha özel ve maksada daha deðiniktir.
16) iki haberden birinin, olduðu biçimiyle müstakillen anlam ifade etmekte olup, buna muarýz olan haberin, anlam ifade edebilmek için zikredilmemiþ veya silinmiþ bir lafzýn varsayýl masýna (idmar veya hazif takdirine) gerek duymasý.
Bu ikinci þekildeki haber için, birincisinde söz konusu olmayan bir karýþý-hk/kapalýlýk (iltibas) vardýr.
17) Ýki haberden birinin ravilerinin sayýca daha çok olmasý.
Çokluk, zanný kuvvetlendirir. Þu kadar ki öyle tek adil kiþi vardýr ki, uyanýklýðý ve zaptýnýn þiddeti sebebiyle, bazen, nefiste, Ýki adil kiþiden daha kuvvetli olabilir. Böylesi durumda, müc ten idin zannýna galip gelene dayanýlýr.
Ýþte bunlar, haberin senedindeki veya metnindeki bir durum yüzünden tercihi gerektiren hususlardýr. Bazan da metin ve sened dýþýndaki bir sebeple tercih yapýlabilir ki, bu tercih sebepleri beþ tanedir.
1) Haberin, haber mahallinde kullanýlýþ keyfiyeti.
Msl. ´Velisîz nikah olmaz1 haberi ile "eyyim (kocasýz kadýn), kendisi hakkýnda velisinden daha fazla hak sahibidir´ haberi böyledir. Bu Ýfade her ne kadar hem izin vermeyi ve hem de akit yapmayý içine almakta ise de, biz bu hadisi, eyyim´in, akid hususunda deðil, izin hususunda velisinden daha fazla hak sahibi olduðuna hamlederiz. Onlar ise bizim haberimizi (birinci hadisi), büyük kýz hususunda da tartýþma mevcut olduðu halde, küçük kýz´a veya cariye´ye veya denk olmayan biriyle evlenmeye hamletmiþler ve bu haberimizi, tartýþma mahalli dýþýna çekmiþlerdir. Biz ise her Ýki haberi de büyük kýz hakkýnda kullanmaktayýz. Bizim tevilimiz daha tutarlýdýr. Çünkü lafýz bu tevili yadýrgamaz. Aksine lafzýn, her ikisine de ihtimali vardýr. Fakat bu haberi, küçük kýza veya cariyeye indirgemek uzaktýr.
2) Ýki haberden birinin, sahabenin mertebesini alçaltým olmasý.
Böyle olan haber daha zayýf olur. Nitekim sahabenin, Hz. Peygamber´in, kahkaha durumunda kendilerine yeniden abdest almayý emrettiðini nakletmesi böyledir. Bizim haberimiz ise, -ki bu haber ´Hz. Peygamber, yolcu olmamýz durumunda, mestlerimizi cünüplük durumu olmadýkça, bevl, gait veya uykudan dolayý çýkarmamamýzý emrederdi´ þeklinde olup, bu haberde kahkaha geçmemektedir-, onlarýn haberinden daha evladýr.
3) Ýki haberden birinin özel oluþu hususunda tartýþma bulunup, diðerinin tahsis edileceðinde ittifak bulunmasý.
Kimi alimler bu durumda, böylesi bir haberin hüccet olarak kullanýlamayacaðýný söylemiþlerdir. Bu anlayýþ sahih olmasa bile, en azýndan bu haberin zayýflýðýna delalet eder.
4) iki haberden biriyle, tartýþma konusu olan hükmün beyanýnýn kastedilme-si, diðerinin ise böyle olmamasý.
Msl. ´Hangi deri (ihâb) olursa olsun, tabaklanýnca temizlenir´ hadisi böyle olup, bunda, eti yenenle yenmeyen arasý ayýrd edilmemiþtir. Bu haberin umumunun, eli yenmeyen hayvanlarýn derisine delaleti, Hz. Peygamber´in yýrtýcý hayvanlarýn derilerinin yaygý olarak kullanýlmasýný (üzerinde yatýlmasýný) yasaklamasýnýn delaletinden daha kuvvetlidir; çünkü bu haber, necaset ve taharetin beyaný için sevkedilmiþ olmayýp, Hz. Peygamber, kibir gerekçesiyle veya bizim bilemediðimiz bir özellik yüzünden bu derilerin yaygý/yatak olarak kullanýlmasýný yasaklamýþ olabilir.
5) îki haberden birinin, hükümde tesiri bulunan bir þeyin isbatýný içermesi [II, 398], diðerinin ise böyle olmamasý.
Nitekim Aiþe, îbn Ömer ve Ibn Abbas´ýn ´Berîre, bir kölenin nikahý altýnda iken azad edilmiþtir* þeklindeki rivayeti, ´Berire bir hürün nikahý altýnda iken azad edilmiþtir1 rivayetine takdim edilmiþtir. Çünkü, köleliðin seçme hususundaki zararýnýn tesiri zahir olmuþtur ve bu, hür hakkýnda cari deðildir.[2]
Tercih Sebebi Olmadýðý Halde Tercih Sebebi Zannedilen Þeyler
Bunun altý örneði bulunmaktadýr.
1) Ravilerden birinin haberle amel edip, diðerinin etmemesi ya da ümmetin bir kýsmýnýn, iki haberden birinin mucebi ile amel edip, diðer bir kýsmýnýn amel etmemesi, bir tercih sebebi deðildir. Zira bunlarý taklid etmek vacip deðildir ve amel edilen haberle amel edilmeyen haber birdir.
2) Ýki haberden birinin garip olup, usule benzememesi.
Mst. Kahkaha hadisi, ðurretu´l-cenîn hadisi, diyetin âkýleye yüklenmesi hadisi, hurma nebizi haberi ve atýn bir gözü hususunda kýymetinin ödenmesi haberi böyledir. Bu hadisler, þayet sahih iseler, usule muvafýk olan hadislerden geri kalmazlar. Çünkü Sari´, garip ile de meluf ile de mükellefiyet yükleyebilir (teaab-büd). Öyle ki, þayet iki haber arasýnda tearuz (tekavum) olursa, her ikisi de düþer ve biz kýyasa baþvururuz. Bu ise, hiç bir þekilde, tercih deðildir.
3) Her ne kadar, had þüphe sebebiyle düþüyorsa da, haddi düþüren haber haddi gerektiren habere takdim edilemez. Kimi alimler, haddi kaldýran haberin evla olduðunu söylemiþlerdir ki bu zayýftýr. Çünkü bu durum, ravinin naklettiði haberdeki doðruluðunda bir farklýlýðý gerektirmez. -Yani msl. haddin kalktýðý yönündeki haberi nakleden ravinin daha doðru sözlü olduðu düþünülemez-.
4) Hz. Peygamber´in bir fiiline iliþkin olarak biri müsbit diðeri nâfî iki haber nakledilse, bu fiilin iki ayrý durumda vukua gelmiþ olmasý ve dolayýsýyla aralarýnda tearuz bulunmamasý ihtimali sebebiyle, bu haberlerden biri diðerine tercih edilemez. -Hz. Peygamber´in Fiilleri konusu iþlenirken, iki fiil arasýnda tearuzun imkansýz olduðu nokta açýklanmýþtý-.
5) Bir haber, itki, diðeri itkin olmadýðýný içeriyorsa, bu durumda Irak ehlinden kimi alimler, itkin daha yaygýn/galip olduðu ve itkin feshi kabul etmediði gerekçesiyle, itki isbat eden haberin daha evla olduðunu söylemiþlerdir. Bu görüþ de zayýftýr. Çünkü bu durum, ravinin doðruluðu ve naklinin sübutu hususunda bir farklýlýk gerektirmez.
6) Haram kýlýcý (muharrim) haber, kimi alimlerin zannýna göre, mubah kýlýcý habere tercih edilemez; çünkü, her ikisi de þer´î birer hüküm olup, bu iki hususta ravinin doðruluðu bir çizgidedir.[3]
B. Ýlletlerin Tercihi
Ýlletlerin tercihinin raci olduðu þeyler, beþ noktada toplanabilir:
1) Çýkarýmýn yapýlacaðý aslýn kuvvetine raci olan tercih. Aslýn kuvvetli oluþu, illeti tekid eder.
2) Ýlletin bizatihi takviyesine raci olan tercih.[II, 399]
3) illetin, nass veya icmâ´ veya emare gibi, isbat yolununun kuvvetine raci olan tercih.
4) illetle sabit olan hükmün takviyesine raci olan tercih.
5) illetin, usulün þehadeti ve muvafakati ile güçlenmesi sebebiyle tercih.
Birinci kýsým, yani aslýn kuvvet derecesine raci olan tercih, on tanedir:
1) iki illetten birinin, Þer´de yerleþik bulunduðu zaruri olarak bilinen bir asýldan çýkarýlmýþ olmasý; diðerinin ise, zaruri olarak deðil de, nazar ve istidlal yoluyla bilinen bir asýldan çýkarýlmýþ olmasý.
Her iki illet de biliniyor olmakla birlikte, zaruri illeti inkar eden kiþi tekfir olunur, nazari illeti inkar eden ise kafir olmaz. Demek ki, zaruri illet daha güçlüdür.
Denirse ki:
Siz daha Önce, bilinen bir þeyin, diðer bilinen bir þeye takdim edilemeyeceðini söylemiþtiniz.
Deriz ki:
Her iki illet de zannîdir; bilinmekte olan ise, bu illetlerin çýkarýldýðý asýllar olup, tercih zannî illet içindir.
2) iki asýldan birinin neshe ihtimali olmasý veya bir kýsým alimlerin bunun mensuh olduðu görüþünde olmasý.
ihtilaftan ve ihtimalden salim olan asýl daha evladýr ve daha güçlüdür.
3) iki Ýlletten birinin aslýnýn, haberi vahid ile, diðerininki ise, mütevatir bir haberle ve kesin bir durumla sabit olmasý.
Her ne kadar, haberi vahidle amel, kesin olarak vacip ise de, bu haber, ravi-nin doðruluðunu zanneden kiþiye izafetle haktýr. Diðeri ise, izafetle deðil, mutlak olarak bizatihi haktýr.
4) îki asýldan birinin, birçok rivayetle sabit olup, diðerinin bir tek rivayetle sabit olmasý.
Kavilerin çokluðunu tercih sebebi sayanlara göre, bîrinicisi tercih edilir; çokluðu tercih sebebi saymayanlara göre ise tercih edilmez.
5) iki asýldan birinin, tahsis girmemiþ umumla sabit olmasý.
Bu asýl, tahsis girmiþ umumla sabit olan asýla tercih edilir. Çünkü tahsis girmiþ umum zayýftýr.
6) Ýki asýldan birisinin, nassýn tasrihi ile, diðerinin ise, ince bir idmar veya hazif takdiriyle sabit olmasý. Bu durumda, sarih nass, daha evladýr.
7) iki asýldan birinin, bizatihi asýl olup, diðerinin, baþka bir aslýn fer´i olmasý.
Bu fer üzerine kýyas yapýlmasýný caiz görenlere göre, fer, zayýftýr. Zahir olan görüþ, bu asýl üzerine kýyas yapýlmamasýdýr.
Ayný þekilde haberi vahidle sabit olmuþ bir asýl, haberi vahide kýyas yoluyla sabit olmuþ bir asýldan daha kuvvetlidir.
8) iki asýldan birinin, kýyasçýlarýn, talil edilebilirliði üzerinde ittifak ettiði bir asýl olmasý, diðerinin ise talilinde ihtilaf edilen bir asýl olmasý.
Her ne kadar, ümmetin tamamýný oluþturmuyorlarsa da kýyasçýlarýn, talilinde ittifak ettikleri asýl, ihtilaf edilene nisbetle, malum olmaya daha yakýndýr.
9) iki asýldan birinin delilinin mekþuf (açýða çýkarýlmýþ) ve muayyen olup, diðerinin, her ne kadar muayyen olmasa da, bir delille sabit olduðunda icmâ´ edilmiþ olmasý.
Bu durumda mekþuf olan takdim edilir; çünkü, bunun rütbesinin ve baþkasýna takdiminin bilinmesi mümkündür. Halbuki meçhul olanýn, rütbesi bilinmediði gibi, baþkasýyla muarazasýnýn ve eþitliðinin mahiyeti de bilinemez. [n, 400]
10) Ýki asýldan birinin, aslî nefyi deðiþtirici olup, diðerinin aslî nefyi devam ettirmesi.
Deðiþtirici olan daha evladýr; çünkü bu þer´î bir hükümdür ve sem´î bir asýldýr. Diðeri ise, gerçekte hükmün nefyedilmesidir.
Ýkinci kýsým, asýla raci olandýr. Biz geri kalan dört kýsmý, birbirlerine olan iliþkilerinden dolayý, ayýrd etmeksizin birlikte zikredelim. Bu suretle, yaklaþýk 20 yön olmaktadýr.
1) iki illetten birinin kesin bir nass ile sabit olmasý, tercih sebebi olarak zikredilmektedir. Bu zayýftýr; çünkü, kesin karþýsýnda zan zaten silinip gider; dolayýsýyla kesinin karþýsýnda duramaz ki, bir tercihe ihtiyaç duyulsun. Zira, þayet kesinin karþýsýnda durabilecek olsaydý, bu kesinde kuþku söz konusu olurdu ve bilinir olmaktan çýkardý. Zaten biz, bilinir olanýn, bilinir olana ve zannî olanýn zannî olana tercih edilemeyeceðini açýklamýþtýk.
2) Ýki illetten birinin, bir sahabinin -muhalifi bulunmaksýzýn- yaygýnlýk kazanmýþ sözüne uygunluk sebebiyle destek kazanmasý. Bu durumu icmâ´ saymayanlara göre, bu anlayýþ sahihtir. Ancak bunu icmâ´ sayanlara göre, bu durum onlar açýsýndan kesin bir þey olmuþtur ve artýk bu kesin þey karþýsýnda zan tutunamaz.
3) Ýki illetten birinin, sadece bir sahabinin yaygýnlýk kazanmamýþ sözüyle destek bulmasý. Kimi alimler bunun hüccet olduðunu söylerler. Bu þekildeki sa-habi sözü, hüccet deðilse bile, müctehidin zannýnda bir kýyasýn bununla kuvvet kazanmasý uzak ihtimal deðildir. Zira bir müctehid ´eðer bu bir sahabinin söylediði söz, eðer tevkif kaynaklý ise, alýnmaya daha layýktýr; yok eðer zan ve kýyas kaynaklý ise, sahabi, Þer´in maksatlarýný anlamaya bizden daha ehildir´ diye düþünebilir. Bunun yanýnda baþka bir müctehid de bunu tercih sebebi saymayabilir.
4) iki illetten birinin, mürsel bir habere ya da kendince merdud olan bir habere uygunluðu sebebiyle bir üstünlük kazanmasý. Fakat bunu bazý alimler söylemiþtir. Bu durum, bunu tercih sebebi sayacak olanlarýn, bu hadise kail olanlarýn mezhebinin butlanýna kesin gözüyle bakmayýp, aksine bunu ictihad konusu olarak deðerlendirmesi þartýyla tercih sebebi olabilir.
5) Usulün, iki Ýlletten birinin hükmünün benzerine þahitlik etmesi, -tabii ki, illetin aynýna deðil, cinsine þahitlik etmesi durumunu kastediyorum-. Çünkü eðer usul, bu illetin aynýna þahitlik ediyorsa, bu takdirde, kesin olur ve niyetlere göre oluþan zanlarý kaldýrýr. Keffaretlerin, niyyet hususunda, bedel ve mübdelin eþitliðine þahitliði böyledir. Bu durum da, buna zanný galip getirenler açýsýndan tercih sebebi olmaya uygundur.
6) Ýkisinden birinde, illetin bizzat kendisinin varlýðý zaruri olup, diðerinde nazari olmasý. Her ne kadar her ikisi de bilinir ise de veya ikisinden birisi yaki-nen diðeri zannî olarak bilinir ise de. Ýlletin vasýflarýndan birisi de, teyakkun edilmektir; msl. buðdayýn saklanabilir gýda maddesi (kût) olmasý, þarabýn sarhoþ edici olmasý gibi. illetin vasýflarýndan biri de zannolunan þeydir, msl. köpeðin satýlmasý yasaðýný, necis oluþuyla talil etmemiz halinde, köpeðin necis olmasý böyledir. Yine, deðiþen çok suya atýlmasý halinde, topraðýn, necasetin kokusunu örtücü deðil, giderici olmasý böyledir. Yine, kendisine, iki vasfýn zaruri olanýnýn veya malum olanýnýn muaraza etmesi durumunda, birisi zaruri, diðeri nazari veya biri- [II, 401] si malum diðeri maznun iki vasýftan mürekkep illet de bunun gibidir; çünkü, ikivasfýnýn toplamý bilinen illet, iki vasfýndan birine zan veya þek giren illetten daha evladýr. Çünkü hüküm kuþkusuz, illetin kendisinin varlýðýna tabi olur. Dolayýsýyla, Ýlletin varlýðý yönündeki bilgiyi veya zanni kuvvetlendiren þey, illetin hükmü yönündeki zanný da kuvvetlendirir.
7) Ýlletin bilgisine iliþkinliðe raci olan þey ile tercih. Ýki illetten birisi, msl. haram olmak veya neci s olmak gibi bir hüküm olup, diðerinin, msl. kût ve müs-kir olmak gibi hissî olmasý. Bu durumda onlar, hükmün hükme raci kýlýnmasýnýn (reddedilmesinin) daha evla olduðunu iddia ederler. Hatta onlara göre, hükmün hürriyet ve kölelik ile talili, temyiz ve akýl ile talilinden daha evladýr; yine hükmün ´teklif ile tatil edilmesi, ´insaniyet´ ile talil edilmesinden daha evladýr. Bu, zayýf tercih yollarýndandýr.
8) Ýki illetten birinin sebep veya sebebin sebebi olmasý. Msl. Zina ve hýrsýzlýðýn, had cezasý için bir illet kýlýnmasý, baþkasýnýn malýný gizli bir þekilde almanýn illet kýlýnmasýndan ve fere i ferce girdirmenin illet kýlýnmasýndan daha evladýr; ta ki, bu suretle ayný hüküm, nebbaþ ve livatacýya da sirayet edebilsin. Çünkü bu Ýllet, hükmün kendisiyle açýða çýktýðý isme istinad etmektedir. Bu, iki illetin her yönden eþit olmasý durumundadýr. Ancak, eðer bir delil, hükmün, bu zahir sebebe baðlý (menut) olmayýp, aksine tazammun ettiði bîr manaya baðlý olduðunu gösteriyorsa, bu takdirde, tabi olunacak olan þey delildir. Nitekim kadý, gazaplý iken hüküm vermez, gazap yüzünden deðil; fakat, fikirini Ýyice tamamlamaktan engellenmiþ olmasý sebebiyledir. Öyleyse bu hüküm, kindar ve aç hakim hakkýnda da geçerlidir. Bu talil, hükmün kendisine izafe edildiði gazap ile tatilden daha evladýr.
9) Tesirin þeddetî ile tercih. Burada tesirin þiddeti ile, bunun illet olduðuna dair bir delilin bulunmasýný kastetmiyoruz. Çünkü delil, delilde deðil, bunun özünde (nefsinde) bulunan bir anlam üzerine kaim olmaktadýr. Öyleyse, illetin müessir olmasýnýn da bir anlamý olmalýdýr. Sonra eðer bu durum, kendi nefsinde [II, 402] ve Allah Teâlâ´nýn ilminde tahakkuk etmiþse, belki de Allah ona dair tarif edici
bir delil ve ilan edici bir emare dikmiþtir ve belki de bir delil dikmemiþtir. Öyleyse, illet olmasý sebebiyle tarif edici delilin kuvveti, hiç bir þekilde tesirin þiddeti deðildir. Aksine (usulcüler) tesirin þiddetini bir kaç þekilde tefsir etmiþlerdir;
a) illetin muttarid olmasý yanýnda, bir de mün´akis olmasý. Bu illet, kimi alimlere göre, mün´akis olmayan illetten daha evladýr. Zira hükmün, nefy ve isbat bakýmýndan bu illetin yokluðu ve varlýðý ile beraber deveran etmesi, bu illetin tesirinin þiddetine delalet eder. Msl. Þarabýn þiddeti böyledir. Nitekim hüküm bu þiddetin zevali ile birlikte zail olmaktadýr.
b) Ýlletin, illet olmasý yanýnda, bir de kendisinin (bu fiilin) haramlýðýnýn illeti olan bir fiili yapmaya götürücü olmasý, tnsl. þiddet böyle olup, haram kýlýnmýþtýr, ve bu ayný zamanda, kendisinde bulunan ýztýrap ve sürur yüzünden, haram kýlýnan içmeye götürücüdür. Bu Ýllet, hükümde müessir olmasý yanýnda, bir de, hükmün mahallini, ki bu içmektir, tahsilde de müessirdir.
c) Tek vasýflý bir illet bulunup, bu Ýllete birkaç vasfý bulunan bir illetin muarýz olmasý. Kimi alimler, tek vasýflý illetin daha evla olduðunu söylemiþlerdir; çünkü, bu tek vasýfla sabit olan, nefy-i asliye aykýrý hüküm daha çoktur. Bunlar içerisinden bîr þeyin müctehidin zannýna galip gelmesi uzak deðildir.
d) ikisinden birinin daha çok vuku bulmasý, ki bu illet daha müessirdir; dolayýsýyla daha evladýr. Bu görüþ uzaktýr; çünkü, illetin tesiri, ancak, illetin bulunduðu mahalde olur. Ýlletin bulunmadýðý mahalde ise, bu Ýlletin tesiri nasýl talep edilebilecektir!
e) Kimilerine göre, kendisine iki aslýn þahitlik ettiði illet, kendisine bir aslýn þahitlik ettiði illetten daha evladýr. Bu, istinbat yolunun farklý olmasý durumunda ortaya çýkar. Eðer istinbat yolu, birbirine eþit ise, bu takdirde bu anlayýþ zayýftýr. Yine de bir müctehidin zannýnýn bununla kuvvet kazanmasý ve usulün çokluðu-
[II, 403] nun, bir haberi rivayet eden ravilerin çokluðu gibi olmasý uzak deðildir. Bunun örneði þudur: Biz, pazarlýk amacýyla elde tutmanýn (yedu´s-sevm) tazmin yükümlülüðü gerektirip gerektirmediðini tartýþtýþtýðýmýzda, Þafiî, bunun illetinin, bir istihkak olmaksýzýn kendi amacý (yaran) için almasý olduðunu söylemiþ ve bunu ödünç alana (müsteîr) da geçirmiþtir. Hasým Ýse, tam tersine bunun illetinin, temellük etmek için (amacýyla) almak olduðunu söylemiþtir. Bu illeti hususunda Þafiî´ye, yedu´l-gasýb ve gasýptan istiare eden kiþinin eli þahitlik etmektedir. Ebu Hanife´ye ise, sadece, yedu´r-rehn þahitlik etmektedir. Bir müctehid nezdinde Þafiî´nin illetinin üstünlüðünün galebe çatmasý ve her aslýn, adeta baþka bir þahit gibi olmasý uzak deðildir. Tu´m ile talil edilmesi durumunda, riba da bunun gibi olup, buna tuz da þahitlik etmektedir. Eðer riba kût ile talil edilecek olursa, bu takdirde ona þahitlik etmez. Bunun da tercih sebeplerinden biri olmasý uzak deðildir.
10) Kendisinden istinbat yapýlan umumu isbat eden illet. Bu illet (umumu) tahsis edici illetten daha evladýr. Allah Teâlâ "ev lâmestumu´n-nisae velam te-cidu mâen fe teyemmemu saîden tayyiben" demiþtir. Bu durumda, ihramlýntn ve küçük kýzýn umumdan çýkarýlmasýný iktiza eden bir illet ortaya çýkmakta, bir de umuma uygun düþen bir illet ortaya çýkmaktadýr. Umumu, mücerrediyle nef-yeden illet hüccettir, dolayýsýyla, kendisiyle tercih yapýlabilir. Kimi alimler de, tahsis edici illetin daha evla olduðunu söylemiþlerdir; çünkü tahsis edici Ýllet, umumun tarif etmediði bîr þeyi tarif etmekte, dolayýsýyla da artý bir yarar saðlamaktadýr. Umumu takrir eden illet ise bir ziyade ifade etmemektedir. Öyleyse bu illet, ttpký müteaddi illet gibi, daha evladýr. Müteaddi illet, kimi alimlere göre, kasýr illetten daha evladýr. Bu anlayýþ zayýftýr; çünkü, müteaddi Ýllet, melfuzu takrir eder ve meskutu da bu melfuza ilhak eder ve bir larar ifade eder. Halbuki kasýr illet bir þey ifade etmez. Hatta kimileri, kasýr illetin fasid olduðunu söylemiþlerdir. Kimileri de, bu sebepten dolayý, müteaddi illetin tercihini hayal etmiþlerdir. Halbuki bu da sahih deðildir. Tahsis edici illete gelince, bu illet, umumun mucebine aykýn düþmektedir; dolayýsýyla umumun mucebine aykýrý düþmeyen illetten daha zayýftýr.
11) Kendi aslýna daha fazla benzerliði sebebiyle illletin, kendi aslýna benzerliði daha az olan illete tercih edilmesi. Hükmün taalluk etmediði vasýftaki mücer- [ü, 404] red benzerliðin, hükmü gerektireceði görüþünde olmayanlara göre, bu anlayýþ zayýftýr. Bu benzerliðin hükmü gerektirici olduðu görüþünde olanlara göre ise, bunun gayesi, týpký baþka bir illet gibi olmasý ve iki illetin bir illete tercihi edilmesinin gerekmemesidir. Çünkü þey, kendi kuvvetiyle tereccuh eder, kendisine mislinin eklenmesiyle deðil. Nitekim, KÝtab, Sünnet ve icmâ´ ile sabit olan hüküm, bu usullerden sadece biriyle sabit olan hükme tercih edilemez. Onlarýn, ´Bir þeyin,
kendi cinsine reddi, baþka bir cinse reddinden daha evladýr; taki, namazýn namaza kýyas edilmesi, namazýn oruca ve hacca kýyas edilmesinden daha evla olur; çünkü bu ona, daha benzerdir´ þeklindeki sözleri de buna yakýndýr. Bu anlayýþ uzak deðildir; çünkü usulün deðiþikliði, hükümlerin de deðiþik olmasýna münasiptir. Maznunun cinsi bir olduðunda, tefavüt zanna daha aðýr basar. Bu noktadan hareketle kimi alimler nezdinde salt benzerlik hüccet sayýlmýþtýr.
12) Kimilerine göre, bir hüküm ve bir fazlalýk gerektiren illet, bu fazlalýðý gerektirmeyen illetten daha evladýr. Çünkü illet, hükmü için murad edilir; dolayýsýyla faydasý daha çok olan illet daha evladýr. Hatta derler ki; celd ve sürgünü gerektiren þey, sadece çeldi gerektirenden daha evladýr. Yine bu doðrultuda olmak üzere derler ki; vücubu gerektiren illet, nedbi gerektirenden daha evladýr; nedbi gerektiren illet, ibahayý gerektirenden daha evladýr; çünkü vacibde, hem nedb, hem de bir ziyade bulunmaktadýr.
13) Müteaddi illetin, kasýr illete tercih edilmesi. Bu yaklaþým, kasýr illeti fasid saymayanlara göre, zayýftýr; çünkü ferlerin çokluðu, hatta fer´lerin aslýnýn varlýðý, illetin zatýndaki kuvveti beyan etmez; tam tersine, kasýr illetin nassa daha uygun olduðu, dolayýsýyla daha evla olduðu da söylenebilir.
14) Aklýn hükmünden nakledici olan illetin, aklýn hükmünü takrir eden illete
tercih edilmesi; çünkü nakledici olan illet, þer´î bir hükmü isbat etmektedir; takrir [ü, 405] edici olan illet ise, hiç bir þeyi isbat etmemektedir. Kimi alimler de, takrir edici illetin daha evla olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü takrir edici illet, þayet bu illet olmasaydý tek baþýna nefye delalet edecek olan aklýn hükmüyle desteklenmektedir. Örnek: bir yanda, sebzelerde zekatý iktiza eden bir illet ve öte yanda sebzelerde zekat bulunmadýðým gösteren bir illet var; bir yanda, pirinçte ribayý gerektiren bir illet var, öte yanda bunu nefyeden bir illet var.
Denirse ki:
Hiç bir þey ifade etmediði halde, aslýn hükmü üzere ibka eden illet niçin sahih oluyor; çünkü þayet bu (illet), bir illet olmasaydý, biz bu hükmü de ibka edecektik.
Deriz ki:
Eðer iþ böyle olmuþ olsaydý, týpký, rüzgarýn esmesinin orucu ve abdest almayý gerektirmediðine delalet etsin diye tatilde bulunan kiþi gibi, sahih olmazdý; tam tersine aklýn gerektirmediði bir tafsili gerektirmesi veya bir þart ziyadesini iktiza etmesi veya aklýn gerektirmediði bir itlaký gerektirmesi uygun ve gerekli olurdu, týpký, þayet, kût dýþýndaki þeylerin satýmýnýn cevazý hususunda bir illet dikmesi durumunda olduðu gibi. Çünkü, kut olmayanýn, kut olandan tahsis edilmesi, aklýn iktiza etmediði bir þeydir.
15) MüsbÝt illetin nafi Ýllete takdim edilmesi. Kimi alimler bu görüþtedir. Bu görüþ sahih deðildir. Çünkü, ancak Þer´ ile sabit olan nefy, her ne kadar, yukarýda belirttiðimiz nakledici ve takrir edici illet meselesine raci olan aslî bir nefy olsa da, týpký isbat gibidir. Kerhî der ki; haddi düþüren illet, haddi gerektiren illetten daha evladýr. Bu anlayýþ, Hz. Peygamber´in "idreu´l-Hudude biþþübühat" sözünün sabit olmasýndan sonra sahih olur ve ibadetlerde, keffaretlerde ve þüphe ile düþmeyen hususlarda geçerli olmaz. Tam tersine, vücubun bir vechi ve sukutun da bir vechi olmasý ve bu iki vechin tearuz etmesi durumunda, mahal, þüphe mahalli olur ve düþürücü illetin gerektirici illete tercihi yüzünden deðil, haberin umumu yüzünden sakýt olur.
16) Tarik-i evla ile olan illetin, misil olan illete tercih edilmesi. Msl. Tevbe eden kiþinin þahitliðinin kabulünü talil edip, bunu kazf haddinin ikamesinden ön-
[II, 406] çeki duruma kýyas edilmesi; yine amd keffaretinin, talil edilip, hataya kýyas edilmesi; tesmiyeyi terketmeye kýyasen, tesmiyenin fesadý durumunda nikahýn sýhhatinin talil edilmesi böyledir. Eðer bu tarik-i evla ile ise, daha kuvvetlidir.
17) Kimileri, mülazim illeti, bazý durumlarda ayrýlabilen illete tercih etmiþlerdir. Bu zayýftýr. Zira, msl. þarabýn kýzýllýðý gibi, hatta þarap ve buðdayýn varlýðý gibi, nice lazým vardýr ki, illet deðildir.
18) Kimi alimler, muarazadan salim kalmýþ bir asýldan çýkarýlan illeti, dengiyle muarazadan salim kalmamýþ bir asýldan çýkarýlmýþ illete tercih etmiþlerdir.
19) Kimileri, daha hafif bir hüküm gerektiren illeti tercih etmiþlerdir; çünkü þeriat, hanifiyye ve semhadýr. Kimileri de tersini tercih etmiþlerdir; çünkü, teklif aðýr ve meþakkatlidir. Bunlar zayýf tercihlerdir.
20) Fer´de kendi hükmünün mislini gerektiren illetin, fer´de hükmünün aksini gerektiren illete tercih edilmesi. Msl. Þafiî´nin, cariyenin cenini meselesindeki talili, erkek ve diþi arasýnda eþitlik hususundaki asýla eþit bir hüküm gerektirmektedir. Ebu Hanifenin talili ise, fer´de erkek ve diþi arasýnda farký gerektirmektedir. Zira Ebu Hanife, diþide (fý´1-ünsa mine! eme), kýymetinin onda birini, erkekte ise kýymetinin onda birinin yansýný vacip kýlmaktadýr. Asýl ise, hür kadýnýn cenini [II, 407] olup, erkekte ve diþide beþ devedir. Erkeklik ve diþiliðe itibar etmeyen illet daha evladýr; çünkü, bu illet asýla daha uygundur.
Bunlar tercih yollandýr. Bunlann bir kýsmý zayýf olup, bazý müctehidler için zan ifade ederken bazýlarý için zan ifade etmez. Bunlann dýþýnda da ayný cinsten tercih yollan bulunabilir. Bizim zikrettiklerimiz içinde bunlara da iþaret vardýr.
Dördüncü kutuba iliþkin olarak söyleyeceklerimiz tamam oldu. Bu suretle de fýkýh usulünün medan olan dört kutubu bitirmiþ olduk ve billahittevfýk velham-dulillahi vahdeh. ve sallallahu ala Muhammedin ve alihl teslimen.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ýmam Gazali, Ýslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi, Rey Yayýncýlýk: 2/380-383
[2] Ýmam Gazali, Ýslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi, Rey Yayýncýlýk: 2/383-387
[3] Ýmam Gazali, Ýslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi, Rey Yayýncýlýk: 2/387-388
[4] Ýmam Gazali, Ýslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi, Rey Yayýncýlýk: 2/ 389-396
Ynt: Tearuz ve Tercih By: Esma korkmaz koü Date: 05 Nisan 2019, 04:12:41
güzel ilmi bir konu paylaþýmý..rabbim razý olsun bizlere de istifadeler nasip etsin inþ dua ile..