Zaman By: cennetgulu Date: 11 Aralýk 2009, 16:09:31
Zaman
Mekke-i Mükerreme, Allah´ýn peygamberlerinin sonuncusu için en müsait bir yer olarak seçtiði bir mekandý. Mekke´nin, nü büvvetin zuhuruna müsait bir yer olduðunu insan aklý da idrak eder. Mekke´nin þeref ve yüceliðini insanlar tecrübeyle öðrenmiþlerdir. Nübüvvet´e mekan olarak Mekke müsait olduðuna göre, zaman da insanlýðý bir araya getirip doðru yola iletecek yeni bir di nin zuhuruna müsait hale gelmiþti. Kalplerde inanç kalmamýþ, dünya yeni bir dine ve gökten gelecek bir hidayete muhtaç hale gelmiþti. Çünkü insanlar bir fetret dönemi yaþamaktaydýlar. Isa peygamberden sonra, o zamana kadar herhangi bir peygamber de gelmemiþti. Semavi dinler tahrife uðramýþlardý. O dinlere tabi olan kimseler yoldan sapmýþlardý. Dinleri amaçlarý dýþýndaki mecralara sürüklemiþ ve haktan uzaklaþmýþlardý. Putlarýn kuv veti yok olmuþ, otoriteleri zayýflamýþtý. Akýllar da artýk putlar hu susunda vehme kapýlmýþlardý. Yunan tanrýlarýný kuþatan vehim ler zail olmuþtu. Romalýlar´ýn putlarýnýn taþtan ibaret olduklarý, hiç kimseye fayda veya zarar veremeyecekleri anlaþýlmýþtý. Kim seye þifa veya hastalýk veremeyecekleri belli olmuþtu. Etraflarýn daki vehimlerin yok olmadýðý farz edilse bile, onlarýn hurafeden baþka bir þey olmadýklarý ve yok edilmeleri gerektiði, kesinlik ka zanmýþtý. Akýllara fesat verdikleri ve dolayýsýyla ýslah edilmeleri nin zorunlu olduðu belirlenmiþti.
Roma imparatorluðu kendi reayasýný oyuncak haline getirmiþ ti. Ýmparator kendini halka bir tanrý olarak empoze ediyordu. Hal-kýnsa hiç bir hakký yoktu. Ýmparatoru doðru yola sevkedecek güç ve yetkileri de yoktu. Nefisler sapmýþ ve hataya sürüklenmiþti. Huzur ve itmi´nan bulamýyordu. Ýstikrarsýz ve sabýrsýz hale gel miþti. Çünkü imparator, hoþlarýna gitmese bile, kendi dinini hal ka zorla kabul ettirmeye çalýþýyordu. Mýsýr halkýnýn durumu da Romalýlar´ýnkinden farksýzdý. Hepsi hükümdarýn otoritesi altýn da ve onun empoze ettiði inançlara baðlý kalmak zorundaydýlar. Köle olmuþlardý.
Memleketleri dahilinde, Romalýlar ile, Roma hakimiyetine baðlý olarak varlýðým sürdüren diðer ülkelerdeki insanlar arasýn da açýkça ayýrým yapýlmaktaydý. Ýlk olarak þu noktada bir ayýrým gözetilmekteydi. Ýmparatorun adamlarý halka tahakküm ediyor lardý. Halkýn savaþlardan elde ettiði ganimetler, sadece hüküm darýn adamlarýna veriliyordu. Diðer vatandaþlar ganimetlerden yoksun býrakýlýyordu. Yetki ve otorite, hep hükümdarýn adamla-rýndaydý. Halkýn otoriteye ve yönetime katýlma hakký yoktu. Ýn sanlar sadece kiþisel acýlarýndan elem duymazlar. Nimetin, ken dilerinden alýnarak baþkalarýna verildiðini gördüklerinde daha çok acý duyarlar. Kendileri mahrum býrakýldýklarý halde, baþkalarý o nimetlerden yararlandýrýlýr, zevk ve sefa içinde yaþarlarsa, bu daha çok acý verir.
Ayýrýmýn üçüncü çeþidi de þu idi: Asalet, sadece seçkin olan kimselere mahsustu. Aciz ve zayýf kirnselerse mahkum zümre idi. Romalý asilzade, zayýf olan reaya fertlerinin tümünün üstünde bir makama sahipti.
Roma Ýmparatorluðu´nda köleliðin bir çok sebepleri vardý. Hatta Romalý bir kimse, herhangi bir milletten gözüne kestirdiði bir adamý köle edinebilirdi. Ýnsani iliþkilerin tümünde hüküm, güçlüden yana idi. Roma topraklarýnýn her tarafýnda güçlüler, zayýflarý bir av gibi parçalayabilirlerdi. Ýnsanlar arasýnda büyük bîr ayýrým yaratan bu Öldürücü düzen gereðince, insanlara farklý mu amelede bulunuluyor ve devletin kanunlarý tatbik ediliyordu. Ro-malýlar´a göre kadýn, evlenmeden önce babasýnýn, evlendikten sonra da kocasýnýn cariyesiydi. Evlenmeden önce babasý, evlen dikten sonra kocasý tarafýndan öldürülürse, katile herhangi bir ceza verilmezdi.
Görüldüðü gibi, Romanýn sosyal düzeninde insanýn temel hak larý elinden alýnmýþtý. Romalýlar´da, insanýn tabii haklarýna saygý kalmamýþtý. O zaman bozgunculuk her tarafý kaplamýþ, karada ve denizde insanlarýn kendi elleriyle yaptýklarý kötülükler nedeniyle fesatlar meydana gelmiþti. Bu durumu deðiþtirmek ve bu fesadý düzeltmek gerekiyordu. Çünkü Cenab-ý Allah fesadý sevmezdi ve kullarý için de zulmü istemezdi. Bu bozuk düzenleri deðiþtirecek bir kimseye ihtiyaç vardý. O zamanlar, insanlar arasýnda böyle bi ri yoktu. Fesadý salaha çevirecek, sapýklýðý hidayete döndürecek bir kimse bulunmuyordu. Bunu yapacak birinin herhangi bir in san olmasý düþünülemezdi. Çünkü o zaman için, bir insaný diðeri nin keyfî otoritesine býrakmak demek, onun yok edilmesi anlamý na gelirdi. Öyle ise, bu bozuk düzenleri deðiþtirmek için gökten gelecek bir risalete ihtiyaç vardý. Bu risaletle muhatap olacak kim senin de, Roma´ya bitiþik bir mýntýkada zuhur etmesi gerekiyor du. Çünkü o mýntýkanýn insanlarý, güçlü ve kuvvetli kimseler idi ler.
Arap Yarýmadasý´nm batýsýný ve kuzeyini býrakýp doðusuna ve güneyine yöneldiðimizde, Fars diyarý ile karþýlaþýrýz. Orada bü yük siyasi çözülme ve zulüm, sosyal bir daðýlma egemendi. Aile çö zülmüþ ve yönetim haksýzlýðýn kaynaðý olmuþtu. Kisra, bütün halký köle gibi görüyordu. Kisra´nýn çevresindeki reisler ve yöneti ciler, bu durumu insanlar için normal sayýyorlardý. Ama halk bu nu normal saymýyordu. Farslý kimselerin akýllarýna saldýran çe þitli inançlar, onlarý fikri kargaþaya sevkediyordu. Bu kargaþa içerisinde insanlar yollarým kaybediyor, nefisler zulüm görüyor du. Farslýlar´a, Hintlilerden sirayet eden sýnýf ayrýmý düþüncesi onlarý sosyal yönden çözüntüye uðratmýþtý. Her ne kadar Hindis tan´daki gibi kuvvetli olmasa bile, bu sýnýf aynmý, Farslýlar ara sýnda sosyal bir çözüntüye neden olmuþtu. Çünkü aile, güçlü esas lara, saðlam temellere dayalý deðildi. Örneðin erkek çocuk, ana sýyla ve kýz kardeþiyle, baba kendi kýzýyla evlenebiliyordu. Daha buna benzer nefsi zayýflatan evlilik alakalarýnda kalbe zaaf veren bir çok durumlar görülüyordu. Bu nedenle insan, hayvandan da ha aþaðý derecelere düþmüþtü. Ýran´da Fars yönetiminin son dönemlerinde ortaya çýkan Mazdek mezhebi nedeniyle, Fars toplu mu çözüntüye uðramýþtý. Nesebler birbirine karýþmýþ, mülkiyet dokunulmazlýðý ortadan kalkmýþ, nihayet haklar heder edilmiþti. Mallarýn üretim ve nemalandýrýlmasý zayýflamýþtý. Öyle ki, Ýran yönetimini, Farslar´ýn düzeni ile iyileþtirme imkaný ortadan kalk mýþtý. Ýran´da, Zerdüþtlükten Manicilik ve Mazdekçiliðe kadar zuhur etmiþ olan önceki mezheplerin doðurduklarý tecrübelerden de anlaþýldýðý gibi, bu alanda yapýlan düzeni iyileþtirme çalýþma larý asla baþarýlý olamamýþtý. Aksine bu mezhepler, Fars toplu munda müzmin hale gelen keþmekeþliði daha da arttýran ve vücu dun her tarafýna sirayet ettiren zararlý bir ilaç gibi olmuþtu. Bu mezhepler, çözüntüyü daha da kuvvetlendiren faktörler halme gelmiþlerdi. Örneðin Zerdüþtlük mezhebi, güçlüden yana çýkmýþ, bu nedenle de güçlüler zayýflara tahakküm eder hale gelmiþlerdi. Manicilik mezhebi de insanoðlunun kökünü kurutmaya çaðrýda bulunmuþ, bu nedenle Kisralar insanlarý öldürmek mecburiyetin de kalmýþlardý. Bunlardan sonra Mazdekçilik mezhebi gelmiþ, Fars toplumundaki bozulmayý iyice yaygýnlaþtýrmýþtý. Dolayýsýy la Fars toplumu, yýkýlmaya yüz tutmuþtu.
Ýþte bu nedenlerden Ötürü, topluma düzen vermek ve insanlarý doðru yola iletmek için gökten bir hidayetin gelmesine ihtiyaç du yulmuþtu. Nihayet bu hidayet, Farslar´a komþu olan Arap bölge sinde ortaya çýktý. Her bakýmdan güvenilir olan Resulullah Mu-hammed (sav) bu topraklarda dünyaya gelmiþti.
Fars´ý, Horasan´ý ve ötesini býrakarak Hind ile Çin´e yöneldiði mizde, akýllarýn þaþkýnlýk ve tereddüt içinde olduklarýný görürüz. Düþünce bakýmýndan istikrarsýz bir toplumla karþýlaþýrýz. Bura larda Brahmanizm tahrife uðramýþ, nihayet putperestlik haline dönüþmüþtür. Oysa bu din, daha önceleri tevhide çaðýran bir din di. Aslýnda Allah tarafýndan gönderilen bir elçi olduðu halde, Brahma´yý gözlerinde mücessem bir ilah haline getirmiþlerdi. Halkýn, Brahma´nýn kafasýndan, pazularýndan, dizlerinden, ayaklarýndan yaratýldýðýna ve buna göre tabakalar meydana gel diðine inanýlmaya baþlanmýþtý. Yaratýklarla Hak Tanrý arasýna girmiþlerdi. Sonra bu yaratýklarý çeþitli sýnýflara ve fýrkalara ayýr mýþlardý. Birbirleriyle seviþecekleri yerde, nefretleþmeye razý ol muþlardý.
insanlar arasýnda geçerli olan þey vehimlerdi. Öyle ki, kendi yanlarýndaki din adamlarýndan birinin ilah, ya da ilahýn oðlu ol duðu vehmine kapýlmýþlar; ona, normal bir insanda bulunmayan bazý sýfatlarý yakýþtýrmýþlardý. Anlatýldýðýna göre, Hýristiyanlar da onlara tabi olmuþlardý. Bazý kimseler bu toplumu ýslah etmeye yöneldikleri zaman, hangi noktadan ýslahata giriþecekleri husu sunda hayrete düþmüþlerdi, çünkü dini terbiye hususunda nere lerden topluma girileceðini ve nerelerden çýkýlacaðýný bilmek, an cak din ile olur. Orada da yol gösterici bir din ve hikmeti ile dos doðru yola davet edici bir peygamber yoktu. Bu nedenle de onlar, sadece duygularýnýn iþaret ettiði yöne gitmekle yetindiler. Niha yet Buda geldi ve mahrumiyetten baþka bir þey olmayan bir inanç getirdi. Evet bu inanç, ýslahattan çok mahrumiyet esasýna dayanýyordu. Olumluluktan, insaný yüceltmekten, icabi faziletlere yö nelik iradeyi oluþturmaktan, semere verici faydalý iþleri yapmak tan, yeryüzünü imar etmekten, saðlam ahlaki esaslara dayalý maslahatlarý uygulamaktan ve gözetmekten uzak olan bu inanç, kiþinin kendini bazý þeylerden mahrum býrakmasýný öngörüyor du. Oysa mahrumiyet hiç bir fayda ve sonuç vermez. Her ne kadar havas tabakasýna mensup kimseler bunu iddia etseler de, avam tabakasý buna iltifat etmez. Bu nedenle, bu mezhebin tam olarak revaç gördüðü söylenemez. Ancak geçmiþteki ve þimdiki zaman daki fakir bazý kimseler olarak adlandýrýlan çok az sayýdaki kim seler, bu mezhebe yönelmiþlerdir. Bunlar da kendilerini hiçbir so nuç vermeyen mahrumiyete maruz býrakmaya razý olmuþlardý.
Bu mezhep Çin´e intikal ettiði zaman, orada olumsuz bazý se mereler vermiþtir. Bu semerelerin hepsi de mahrumiyete yönelik tir. Bazý reformistler Çin halkým olumlu yöne yöneltmek istemiþ ler, ama düþüncelerinde samimi olmadýklarý için halk ile gerçekle ri idrak etme arasýna engeller çýkmýþtýr.
Bu konuda bir iþarette bulunmamýz, daha fazla söz söylemeye ve konuyu lüzumundan fazla uzatmaya ihtiyaç býrakmamaktadýr.
Çinliler´in durumu da, yol gösterici bir liderin gerekliliðine iþa ret ediyordu. Ancak bu lider ve yol gösterici, kendi arasýndan çýka cak biri olamazdý. Onlara benzer bir kimse de olmamalýydý. O, her þeyin yoktan varedicisi Allah tarafýndan gönderilmeliydi.
Birisi çýkarak þöyle diyebilir: Þüphesiz ki bütün dünya, o za manlar gökten gelecek bir risalete ihtiyaç hissediyordu. Özellikle nefsi terbiye edip bedeni kuvvetlendirmeye ve insanýn hem din dar, hem faydalý bir þahýs olmasýna çaðrýda bulunan Muhammed (sav)´in risaletine ihtiyaç hissediyordu. Ama Muhammed (sav)´in getirmiþ olduðu risalet, dünyanýn en cahil ülkeleri olan Avrupa ile Asya´daki boþluðu doldurabilmiþ midir?
Buna cevaben deriz ki: Muhammed (sav)´in getirmiþ olduðu þe riat, hala ortada durmaktadýr. O´nun getirmiþ olduðu þeriat, hala insanlarý hakka davet etmekte, gerçeðe yöneltmekte ve doðru yola iletmektedir. Ama O´na tabi olan müslümanlar, yüklendikleri yü kü selametle taþýyamamaktadýrlar. Görevlerinde kusurlu davranmaktadýrlar. O´nun, kendilerine Rabbinin emri ile emanet et miþ olduðu emaneti hakkýyla muhafaza etmemektedirler. Oysa, Cenab-ý Allah her þeyi ilmi ile kuþatmýþtýr.
Ynt: Zaman By: Bilal2009 Date: 15 Þubat 2021, 21:26:02
Esselamü aleyküm Rabbim paylaþým için razý olsun