Makale Dünyasý
Pages: 1
Dinler Arasi Diyalog ve Misyonerlik Faliyetleri.. By: ezzehraveyn Date: 16 Kasým 2009, 00:47:43
DÝNLERARASI DÝYALOG VE MÝSYONERLÝK FAALÝYETLERÝ
 

Ebubekir SÝFÝL




Özellikle son yýllarda ülkemizin deðiþmez gündem maddeleri arasýnda kendisine saðlam bir yer edinen dinlerarasý diyalog ve misyonerlik faaliyetleri, orta ve uzun vadede ülkenin geleceði üzerinde kalýcý ciddi etkiler yapabilecek tabiatý dolayýsýyla, karþý karþýya bulunduðumuz handikaplar listesinin baþlarýna, hatta en baþýna yerleþtirilmelidir.

Zira söz konusu faaliyetler, ülkemizi ve insanýmýzý "din" ve "kültür" gibi temel varoluþ alanlarýnda zayýflatmayý, kuþatmayý ve son tahlilde teslim almayý hedeflemekte, bu hedefe ulaþabilmek için baþta siyaset ve ekonomi olmak üzere birçok enstrümaný etkin biçimde kullanmaktadýr.


Bu bakýmdan dinlerarasý diyalog ve misyonerlik faaliyetleri yürütülürken ön plana çýkarýlan "hoþgörü, barýþ, çoðulculuk, farklýlýklara tahammül, Ýbrahimî dinlerin birliði..." gibi kavramsal gücü olan "masum" ve "sivil" tabirlerin, bu meyanda yalnýzca birer "maske" iþlevi gördüðünü tesbit etmek durumundayýz.


Elbette bu kanaatimiz sadece bu iki faaliyetin AB süreci ile birlikte büyük bir ivme kazandýðý vakýasýndan kaynaklanmýyor. Bu faaliyetlerin maksadýna, yürütülüþ biçimine, aralarýndaki iliþkiye ve yürütenlerine atfedilecek yüzeysel bir nazar bile, özellikli bir tarihin ve özellikli bir coðrafyanýn çocuklarý olarak bizleri bu faaliyetler hakkýnda baþkalarýndan daha hassas olmaya icbar ediyor.


Ýlerleyen paragraflarda ilgili dokümanlardan iktibasen göreceðimiz gibi "diyalog" ve "misyon(erlik)", en azýndan Vatikan için birbirinden ayrý ve baðýmsýz düþünülemeyecek iki kavramdýr. Vatikan için bir yerde diyalog varsa, orada perde gerisinde misyon(erlik) vardýr ve bir yerde misyon(erlik) varsa orasý daha önce diyalog faaliyetleri tarafýndan "uygun zemin" haline getirilmiþ demektir. Bu, en azýndan II. Vatikan Konsili'nden sonra kesin olarak böyledir.


Bu itibarla bu tebliðde dinlerarasý diyalog faaliyetleri ile misyonerlik faaliyetleri birbirinden baðýmsýz olarak ele alýnmamýþ, bu iki olguya ayný baðlamýn birbirini bütünleyen cüzleri olarak itibar edilmiþtir.


Diyalog faaliyetlerinin tarihî arkaplaný


Dinlerarasý diyalog faaliyetlerine ülkemizden iþtirak edenler tarafýndan geliþtirilen, "diyaloðun yeni deðil, insanlýk tarihi kadar eski olduðu, zira insanýn bulunduðu yerde mutlaka diyaloðun da mevcut olacaðý, Ýslam'ýn da baþýndan beri diyaloðu fiilen gerçekleþtirmiþ bir din olduðu"... gibi, aslýnda "anakronizm"den baþka bir þey olmayan söylem tarzý, diyaloðun bir kavram olarak ne ifade ettiði konusunda serapa manipülatiftir.

Zira Vatikan tarafýndan ortaya atýlana kadar "diyalog"un en azýndan kavramsal ölçekte bu yaygýnlýkta kullanýmda olmadýðý açýktýr. Þu halde bu kavram hakkýnda objektif olabilmek için onu teori ve pratiðiyle ortaya koyan II. Vatikan Konsili'ne bakmak durumundayýz.

Vatikan'ýn 1962-1965 yýllarý arasýnda düzenlediði "II. Vatikan Konsili"nin diðer konsillerden[1] farký sadece katýlýmýn en yoðun olduðu konsil olmasý deðildi þüphesiz. Diðer Hristiyan mezhepleri ve özellikle de diðer dinlere karþý o zamana kadar görülmemiþ bir açýlýmý öngörmesi, bu konsili diðerlerinden ayýran en önemli unsurdur.

Hristiyan dünyanýn bölünmüþlüðü sebebiyle Kilise'nin kendi görevlerini yapmada yaþadýðý sýkýntýlar bu konsilin toplanmasýndaki önemli etkenlerden biri ise de, asýl temel etken, modern dünyada Kilise'nin, misyonunu arzu edilen seviyede gerçekleþtirebilmek için ihtiyaç duyduðu açýlýmlar olarak tesbit edilebilir. Dolayýsýyla II. Vatikan Konsili, Katolik Kilisesi'nin, klasik misyon anlayýþýný terk ederek diðer din mensuplarýyla, hatta diðer Hristiyan mezheplerle diyalog suretiyle iletiþim kurma talebini, misyonu bu iletiþim zemini üzerinden gerçekleþtirme öngörüsünü ve bunun teolojik temelini ifade ettiði bir konsildir.

Nitekim açýþ konuþmasýnda Papa XXIII. John'un kullandýðý "aggironamento" kelimesi, Konsil'in hedef ve amaçlarýný ifadede anahtar konumundadýr ve "Kilise'yi günümüze taþýmak ve onu, çaðdaþ misyonunu yerine getirmede daha etkili hale getirmek" anlamýna gelmektedir.[2]

Bu konsil sürecinde alýnan kararlar hemen her dereceden dokümanda ifade edilmiþtir:

- Kilise hakkýndaki dogmatik yasa (Lumen Gentium),


- Kilise hakkýndaki pastoral yasa (Gaudium et Spes),


- Nostra Aetate, Ad Gentes, Diginitatis Humanae gibi deklarasyon ve kararlar,


- Eclesiam Suam isimli genelge bunlardan baþlýcalarýdýr.



Burada dikkat çekici olan, Konsil öncesi diðer din mensuplarý ve bilhassa Müslümanlar, kategorik olarak "kötü" iken, Konsil sonrasý bir tavýr deðiþikliðine gidilmiþ ve "kötü"ler, bu yeni süreçte "Hristiyanlýða aday" olarak tavsif edilmiþtir.


Hemen belirtelim ki Katolik Kilisesi'nin bu konsilde aldýðý kararlar ne Kilise dogmalarýna aykýrý, ne de geleneklere tersdir. Kilise'nin burada bütün yaptýðý, dünya çapýnda hýzla yayýlmakta olan Kilise'den uzaklaþma tavrýna karþý ve Kilise'nin kaybetmekte olduðu prestij, nüfuz ve etkinlik alanlarýný yeniden kazanabilmek adýna yöntem ve söylem belirlemekten ibarettir.


II. Vatikan Konsili'nde Katoliklik dýþýndaki Hristiyan mezhepleriyle diyalog konusunda alýnan kararlar ilgi alanýmýzýn dýþýnda olduðu için, burada diðer dinlerle ve bu arada Ýslam'la ilgili olarak Konsil sýrasýnda ve sonrasýnda Kilise resmî dokümanlarýna geçen hususlara kýsaca deðineceðiz.


Ýlgili kavramlar



1. Diyalog


Katolik Kilisesi, diðer dinler hakkýndaki görüþünü ve bu dinlerin mensuplarýyla diyaloða girme isteðini Konsil'in "Nostra Aetate" isimli deklarasyonunda ifade etmiþtir. Bu deklarasyon, Kilise'nin, diðer dinlerle iliþkisi konusunda müstakil olarak hazýrlanmýþ bir belge olmasý dolayýsýyla son derece önemlidir.


Deklarasyon, Katolik Kilisesi'nin diðer dinlerle diyaloða girme isteðini þöyle ifade etmektedir:

"… Bu yüzden Kilise, evlatlarýný, diðer dinlerin mensuplarýyla basiret ve yardýmseverlik içinde görüþmeye ve iþbirliðine davet eder."[3]


Esasen Nostra Aetate'de mevcut, diðer dinlerle diyaloðu öngören ifadeler, diðer Konsil dokümanlarýna göre üslupta bir farklýlýk arz etse de, teolojik temeller açýsýndan aralarýnda herhangi bir uyumsuzluk söz konusu deðildir. "Lumen Gentium" isimli dogmatik yasa, Kilise'nin diðer dinlerle iliþkisini belirlerken, diðer din ve kültürlerle bunlarýn mensuplarýnda, düzensiz ve bütünlük arz etmekten uzak olsa da bir takým iyi unsurlar bulunduðuna iþaret etmektedir. Bu "iyi unsurlar" onlarýn sadece kalp ve düþüncelerinde deðil, ayin ve geleneklerinde de mevcuttur. Bu unsurlar, Kilise'nin misyoner faaliyetleri vasýtasýyla sadece muhafaza edilmekle kalmayacak, ayný zamanda saflaþacak, yücelecek ve mükemmel hale gelecektir.[4]


"Nostra Aetate"de de bu husus teyit edilir ve þöyle denir:


"Katolik Kilisesi, bu dinlerdeki (Hristiyanlýk dýþýndaki dinler) gerçek ve kutsal olan hiçbir þeyi reddetmez. Kendi öðretisinden birçok yönden farklý olmakla birlikte, bütün insanlýðý aydýnlatan ilahî gerçeðe ait bir parça ýþýk yansýtan doktrin, ahlakî kural, hareket ve hayat tarzlarýna büyük saygý duyar. Yine de Kilise, gerçek yol, ilahî hakikat ve doðru hayat olan Mesih'i ilan etmeye mecburdur."[5]



Burada, "Acaba bu "iyi unsurlar" Hristiyanlýk dýþýndaki dinlerde nasýl olup da yer bulabilmiþtir?" gibi bir soru akla gelebilir. Bu soruya da II. Vatikan Konsili'nin misyoner faaliyetleri hakkýndaki "Ad Gentes" isimli kararý cevap vermektedir. Bu kararda, söz konusu "iyi unsurlar"ýn Kutsal Ruh tarafýndan onlara saçýldýðý ve bunlarýn adeta Hristiyanlýða dönüþün zeminini teþkil eden birer "nüve" olarak görüldüðü dikkat çekmektedir.[6]

Öyle de olsa, diðer dinlerdeki bu "gerçek" ve "kutsal" þeyler, müntesiplerini kurtuluþa götürmek için yeterli olamaz mý?


Cevap yine "Ad Gentes"den: "Tanrý'nýn insanlýðý kurtarma planý, bir tür gizlilik içinde sadece bir kiþinin ruhunda gerçekleþmez. Sadece insanlarýn Tanrý'yý bulmak için körü körüne aramasý ve çok yönlü çabalarla gerçekleþmez. Çünkü bu teþebbüsler, Ýlahî Ýnayet'in müþfik çalýþmalarý vasýtasýyla aydýnlatýlmaya ve saflaþtýrýlmaya muhtaçtýr. Bu teþebbüs veya iyi unsurlar zaman zaman gerçek Tanrý hakkýnda bir eðitim veya Ýncil'e bir hazýrlýk olarak hizmet edebilirler."[7]


Yukarýda zikredilen "Nostra Aetate" isimli deklarasyon, Katolik Kilisesi bakýmýndan diðer dinlerin konumunu þöyle belirlemektedir:


Hristiyanlar'la özel bir baðý olan Yahudiler Katolik Kilisesi'ne en yakýn olan kimselerdir. Ýkinci sýrada, monoteist bir inanca sahip olan ve Hz. Ýbrahim'i örnek alan Müslümanlar vardýr. Daha sonra münzevi yaþantý, derin meditasyon ve Tanrý'ya güven ve sevgiyle yönelmek suretiyle kurtuluþu arayan Hindular ve kendilerine özgü çabalarla ayný amaca yönelmiþ bulunan Budistler gelmektedir.[8] Bunlar dýþýndaki dinlerden ise genel olarak bahsedilmiþtir.

Burada Yahudiler'e tanýnan ayrýcalýklý konum hemen dikkat çekmektedir. Bu durum Yüce Kitabýmýz'ýn "Ehl-i Kitap" diye kategorize ederek aralarýndaki "özel" yakýnlýða dikkat çektiði[9] bu iki kesim hakkýndaki haberlerine ve vakýaya da mutabýktýr. Burada Papa XXIII. John'un Yahudiler'e olan özel ilgisi ile Yahudiler'in II. Vatikan Konsili resmî dokümanlarýna girebilmek için kullandýðý bireysel ve kurumsal her türlü inisiyatifin etkisi açýktýr.[10]

Hatta Hristiyan olmayan dinlerle iliþkiler hakkýndaki "Nostra Aetate" isimli genelge, sözünü ettiðim ilgi ve etki sebebiyle baþlangýçta sadece Yahudiler'le iliþkileri düzenleyen bir belge olarak tasarlanmýþtý. Arap ülkelerindeki Hristiyan azýnlýklarýn zarar görmesine yol açabileceði endiþeleri dile getirilince ya diðer dinlerden de bahsedilmesi veya hiçbirisinden bahsedilmemesi gündeme gelmiþ, uzun tartýþmalar sonucunda bugün elde bulunan metin ortaya çýkmýþtýr.[11]


Dolayýsýyla Müslümanlar ve diðer din mensuplarýyla diyalog meselesi, "Yahudiler sayesinde" Vatikan belgelerine girebilmiþtir demek yanlýþ olmayacaktýr.

Mezkûr deklarasyonda Müslümanlar'la ilgili ifadeler þöyledir:


"Katolik Kilisesi Müslümanlar'a da büyük bir saygýyla bakar. Onlar tek, diri, mevcut, baðýþlayýcý ve Kadir-i Mutlak, Cennet'in ve yeryüzünün yaratýcýsý, insanlara seslenmiþ olan Tanrý'ya taparlar. Onlar, inancýyla kendi inançlarý arasýnda kuvvetli bir bað kurduklarý Ýbrahim'in kendisini Tanrý'nýn planýna adadýðý gibi Tanrý'nýn gizli emirlerine çekinmeden boyun eðmeðe çalýþýrlar. Her ne kadar Tanrý olarak kabul etmeseler de Ýsa'yý bir peygamber olarak yüceltir, O'nun bakire annesine hürmet eder ve hatta zaman zaman onu samimiyetle anarlar. Dahasý Müslümanlar, hüküm gününü ve ölümden sonra tekrar diriliþi takiben Tanrý'nýn vereceði karþýlýðý beklerler. Bu sebeple onlar, dürüst yaþamaya oldukça önem verir ve Tanrý'ya özellikle dua, sadaka ve oruç vasýtasýyla ibadet ederler."[12]

Acaba bu ifadeler diðer dinlerin ve özellikle Ýslam'ýn insanlarý kurtuluþa götürücü özellikte olup olmadýðý konusunda nasýl anlaþýlmalýdýr?


Þurasý unutulmamalýdýr ki, II Vatikan Konsili'nden ne önce ne de sonra Kilise, diðer dinlerin böyle bir özelliðe sahip olduðu konusunda herhangi bir þey söylemiþtir. Hatta mezkûr konsili toplayan fakat faaliyetler devam ederken vefat eden XXIII. John'un yerine geçerek konsil faaliyetlerini devam ettiren Papa VI. Paul, bu süreçte yayýmladýðý "Eclesiam Suam" adlý genelgesinde þöyle demiþtir:


"Biz her ne kadar Hristiyan olmayan dinlerin manevî ve ahlakî deðerlerini tanýyor, onlara saygý gösteriyor, kendileriyle diyaloða hazýrlanýyor ve din hürriyetini savunmak, insanlýk kardeþliðini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluþturmak gibi hususlarda diyaloða girmek istiyorsak da, dürüstlük bizi, gerçek kanaatimizi açýkça ilan etmeye mecbur etmektedir: Yegâne gerçek din vardýr, o da Hristiyanlýk'týr."[13]


Bütün bu ifadelerde dikkatli bir göz için kaçýrýlmasý mümkün olmayan bir incelik bulunmaktadýr: Metinler diyalog baðlamýnda "Ýslam"dan deðil, "Müslümanlar"dan bahsetmektedir. Bu, son derece önemli bir inceliktir. Zira Thomist çizgideki Hristiyan teologlardan Gadret ve Anawati gibi isimler, bid !"din" olarak Ýslam'la diyaloðun mümkün olmadýðýný, bu faaliyetin ancak "Müslümanlar"la gerçekleþtirilebileceðini söyler.[14] :Bu düþüncenin, Konsil metinlerinde benimsendiði, hatta hayli etkili olduðu görülmektedir.

Bu ifadeler, dinlerarasý diyalog faaliyetleri ile misyonerliðin niçin birbirinden ayrý telakki edilemeyeceði sorusunun da cevabýný oluþturmaktadýr. O halde buradan diyalog-misyonerlik iliþkisine geçebiliriz:


2. Misyon


Öncelikle þu hususu kesin bir hakikat olarak tesbit edelim: Kilise, yapýsý gereði misyonerdir ve bu, Kilise'den asla ayrý düþünülemeyecek bir özelliktir. Zira Kilise kendisini Ýsa Mesih'in biricik temsilcisi olarak görmekte, onun getirdiði mesajý, onun býraktýðý yerden bütün insanlýða ulaþtýrma sorumluluðunun muhatabý olarak telakki etmektedir. Eðer Kilise dýþýnda kurtuluþ yoksa, ki Kilise'ye göre yoktur, misyonerlik faaliyetleri de insanlýðý kurtuluþa çaðýrmanýn biricik vasýtasý olarak elbette devam edecektir.

Kilise'nin kendisine tanýdýðý merkezî rol öylesine vazgeçilmezdir ki, Katolik teolojisine göre Kilise Ýnciller'den doðmamýþ, aksine Ýnciller Kilise'den doðup zuhur etmiþtir.[15] Kilise'nin ontolojik mahiyeti hakkýndaki bu tesbit, Hristiyanlýk üzerine konuþurken daima hatýrda tutulmalýdýr.

Kilise'nin misyonerlik faaliyetleri hakkýndaki kararý "Ad Gentes"de þöyle deniyor: "Kilise tabiatý gereði misyonerdir. Bu misyon, ona sonradan ilave edilmiþ bir özellik olmayýp, bilhassa onun özünden kaynaklanýr. Çünkü o, Baba'nýn istek ve kararýyla Oðul'a tevdi edilen ve Kutsal Ruh'la desteklenen bir misyondur."[16]


Þu halde diyalog faaliyetleri ile misyonerlik faaliyetleri arasýndaki iliþkiyi ortaya çýkartmak hayatî derecede önemlidir.


1974 yýlýnda Roma'da yapýlan bir toplantý bu noktada ayrý bir önem arz etmektedir. Dünyanýn birçok yerinden gelen Kilise temsilcilerinin iþtirakiyle yapýlan Dünya Piskoposlar Toplantýsý'nda dinlerarasý diyaloðun Kilise misyonundaki yeri enine boyuna tartýþýlmýþtýr.

Bu toplantýda dinlerarasý diyalog, Hristiyan misyonunun ayrýlmaz bir bölümünü oluþturan "Evangelizasyon"un tabii bir parçasý olarak tarif edilmiþtir. Yine bu toplantýda þöyle denmiþtir: "Diyaloðun temel amacý, Mesih'in yüklediði temel sorumluluk gereði, Hristiyanlar'ýn bütün insanlara hizmet etmek ve sevgi duymak isteðine þehadette bulunmaktýr. Bu sebeple diyaloða giren her Hristiyan, bir taraftan samimi ve açýk kalpli iletiþim vasýtasýyla diðerlerinin dinî tecrübeleri hakkýndaki deðerlendirmelerini geniþletirken, diðer taraftan kendi inancýný keyifle takdim etmelidir. Diyaloðun temel kuralý, Hristiyan olmayanlarýn dinî ve kültürel kimliklerine saygý duymaktýr. Bunun sebebi, Tanrý'nýn herkesi Mesih'in imajýnda yaratmasý ve herkesin aydýnlýða kavuþmasýný istemesidir."[17]

Bu toplantýnýn sonunda yapýlan kapanýþ duasýnda da þöyle denmiþtir: "Kutsal Ruh, misyonunu ve sevgisini bütün Hristiyan olmayanlara götürme konusunda uyanýk ve þuurlu olan bütün Kilise'yi hassasiyetle desteklemeye devam etmektedir."[18]

Bu noktada bir hususun altýný çizmek istiyorum: Yeni Papa XVI. Benedict'in dinlerarasý diyaloga soðuk bakan birisi olduðu söylenerek bu sürecin bitebileceðinin ileri sürülmesi bana göre doðru deðil. Zira II: Vatikan Konsili'nde misyonerlik için belirlenen yeni yöntem, yani diyalog, þu an için Katolik dünya bakýmýndan herhangi bir risk içermiyor. Kilise misyondan vaz geçemeyeceðine ve þu an için misyona diyalogdan daha elveriþli bir zemin bulunmadýðýna göre, yeni Papa'nýn tavrýný amiyane tabirle biraz "naz yaparak" konumunu muhafaza etme ve belki diyalogun diðer taraflarýndan biraz daha taviz koparma siyaseti olarak okuyabiliriz.


3. Evangelizasyon


Süreç içerisinde diyalog-misyon iliþkisi çeþitli Kilise metinlerinde þu veya bu þekilde ifadelendirilmiþ, ama en önemli sarahatini müteveffa Papa II. John Poul'ün "Redemptoris Missio" (Kurtarýcý Misyon) isimli genelgesinde bulmuþtur.


Bu genelgede Kilise'nin kuruluþu, misyonu ve bu misyonun bütün insanlara yönelik olduðu belirtildikten sonra þöyle denir:


"Dinlerarasý diyalog, Kilise'nin, bütün insanlarý Kilise'ye döndürme amaçlý misyonunun bir parçasýdýr. Karþýlýklý bilgilenme ve anlayýþý zenginleþtirme vasýtasý ve metodu olarak diyalog, misyona zýt deðildir. Esasen misyonla ve misyonun þekilleriyle diyalog arasýnda özel bir bað vardýr. Bu misyon aslýnda Mesih'i ve Ýncil'i bilmeyenlere ve diðer dinlere mensup olanlara yöneliktir. Tanrý Mesih vasýtasýyla bütün insanlarý kendisine çaðýrmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliðini onlarla paylaþmak istemektedir. (…) Bu açýklamalar yapýlýrken, kurtuluþun Mesih'ten geldiði ve diyaloðun evangelizasyondan ayrýlmadýðý gerçeði göz ardý edilmemiþtir."[19]


Burada geçen "Evangelizasyon" kavramý son derece önemlidir. Bu kavramýn mana ve muhtevasý, Papa VI. Paul'ün "Evangelii Nuntiandi" isimli genelgesinde açýk biçimde ifade edilmiþ ve Kilise'nin "evangelizasyon" için var olduðu vurgulandýktan sonra þöyle denmiþtir:

"Bu yüzden Kilise için evangelizasyonun anlamý, "iyi haberler"i insanlýðýn bütün tabakalarýna götürmek, bunun etkisiyle insanlýðý içten deðiþtirmek ve onu yenilemektir. Fakat her þeyden önce eðer vaftizle yenilenmiþ ve Ýncil'e göre yaþayan yeni insanlar yoksa, insanlýk da yoktur. Bu yüzden evangelizasyonun amacý bu iç deðiþikliði gerçekleþtirmektir…"[20]

Yine ayný genelgede evangelizasyonun, Kilise tarafýndan ilan edilen Ýncil mesajýný iþitenlerin Kilise'ye girmesiyle tamamlanacaðý, bu sebeple Kilise'nin, Hristiyan olmayan kültür ve cemaatlerin arasýna dikilmesinin evangelizasyona dahil olduðu vurgulanmýþtýr.

Müteveffa Papa II. John Paul'ün yukarýda adý geçen genelgesine dönecek olursak, orada diyalog-misyon iliþkisi konusunda sarih bir þekilde ifade edilen hususlar arasýnda þunu görüyoruz: "Diyalog, Kilise'nin kurtuluþun tabii yolu olduðu kanaatiyle yönlendirilmeli ve ikmal edilmelidir."[21]


Söz konusu genelgenin dinlerarasý diyalogla ilgili bölümü þu ifadelerle sona ermektedir: "Çok iyi bilmekteyim ki, birçok misyoner ve Hristiyan cemaat Mesih'e samimi þehadette bulunmak ve diðer dinlerin mensuplarýna cömertçe hizmet sunmaktan dolayý kendilerini zorluk içinde ve sýk sýk diyaloðun yanlýþ anlaþýlmýþ tarzý içinde bulmaktadýrlar. Onlarý, gayretleri iyi anlaþýlmayan yerlerde bile inançlarýnda ve sevgilerinde sebat göstermeye teþvik etmek istiyorum. Diyalog, Tanrý'nýn Krallýðý'na doðru bin yoldur ve bunun süresini ve mevsimini sadece Baba bilse de, mutlaka sonuç verecektir."[22]

Buradaki "Tanrý Krallýðý"nýn, Hristiyan teolojisinde, kýyametten önce Mesih'in yeryüzüne tekrar gelerek Tanrý'nýn egemenliðini ilan ve bütün insanlýðý huzur ve esenliðe vasýl edeceði zaman dilimi olduðunu hatýrlayalým.


4. Ýnkültürasyon

Yine mezkûr genelgenin, "Hristiyan Olmayan Halklarýn Kültürlerinde Ýncil'in Tecessümü" baþlýklý bölümünde "Ýnkültürasyon"un Kilise misyonundaki öneminden bahsedilmektedir.

"Hristiyan mesajýnýn ve hayat tarzýnýn, dünyanýn muhtelif yerlerinde yaþayan cemaatlerin sahip olduðu çeþitli kültürlere uygun hale getirilerek sokulmasý ve canlandýrýlmasý" olarak tarif edilen bu kavram[23] diyalog-misyonerlik iliþkisi baðlamýnda merkezî yer tutan ikinci kavramdýr.

Papa II. John Paul bu kavramla ilgili olarak þu ifadeleri kullanmýþtýr: "Kilise'nin Hristiyan olmayan kültürlere girme süreci oldukmça uzun bir yoldur. Bu, sadece dýþarýdan bir adaptasyon meselesi deðildir. Çünkü Ýnkültürasyon, hakiki kültürel deðerlerin Hristiyanlýkla bütünleþmek suretiyle aslî bir deðiþime uðramasý ve Hristiyanlýðýn çeþitli insan kültürlerine sokulmasý anlamýna gelir. Kilise, Ýnkültürasyon vasýtasýyla Ýncil'i çeþitli kültürlerde canlandýrýr ve ayný zamanda insanlarý kendi kültürleriyle Kilise cemaatine sokar. Kilise bu insanlara kendi deðerlerini aktarýr ve ayný zamanda onlarda mevcut olan iyi unsurlarý alýr, onlarý içten tekrar yeniler. Ýnkültürasyon vasýtasýyla Kilise'nin ne olduðu, neyin iþareti olduðu daha iyi anlaþýlýr ve bu suretle Kilise, misyonunda daha etkili olur."[24]



5. Proclamation



II. Vatikan Konsili ile birlikte resmî Kilise belgelerine giren bir diðer kavram da "proclamation"dur. Mesih'in ve Ýncil'in, bütün insanlara açýk ve doðrudan, minnet ve övgü ile ilan edilmesi anlamýna gelen bu kavram da, diðer üç kavramla iç içedir. Birbirini bütünleyen bu kavramlarý gereði gibi tanýmadan ve aralarýndaki iliþkiye vakýf olmadan dinlerarasý diyalog faaliyetlerine nüfuz etmek mümkün deðildir.



DÝYALOG FAALÝYETLERÝ VE ÝSLAMÎ ARGÜMANLARI


Buraya kadar söylenenler, II. Vatikan Konsili'nden itibaren Katolik Kilisesi'nin diðer din mensuplarý ve bahusus Müslümanlar'la iliþkiler konusunda izlediði tutumu saðlýklý bir okumaya tabi tutabilmek için bilinmesi gerekenleri özetlemektedir.

Bir de meselenin "bizim cenahýmýzdan" arz ettiði durum var ki, diyalog meselesi söz konusu edildiðinde mutlak surette ele alýnýp tahlil edilmesi gerekir.

Bu cümleden olarak ülkemizde diyalog faaliyetlerini yürütenler tarafýndan, bu faaliyetlerin "meþruiyetini", hatta "elzemiyetini" ifade ettiði ileri sürülen argümanlara kýsaca atf-ý nazar etmek istiyorum.


Ehl-i Kitap'la aramýzdaki "ortak kelime"


Diyalog faaliyetlerine Kur'an'dan zemin teþkili için "(Resulüm) de ki: "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle aramýzda müþterek olan bir söze gelin: Allah'tan baþkasýný mabud tanýmayalým, O'na hiçbir þeyi ortak kýlmayalým ve Allah'ý býrakýp da kimimiz kimimizi ilahlaþtýrmasýn…" mealindeki 3/Âl-i Ýmrân, 64. ayetinin sýkça kullanýldýðý dikkat çekiyor.
Ýleride ele alacaðým "mübâhale ayeti"nden hemen sonra yer alan bu ayetin diyalog faaliyetlerine delil yapýlmasýnýn tam bir "el çabukluðu" örneði olduðunu söylemek zorundayýz. Zira ayetin ne mantuk ne de mefhumu, bugün müþahede ettiðimiz tarzda bir "diyalog"a geçit vermektedir.


Önce ayetin "mefhum"undan baþlayalým: Eðer "Allah'tan baþkasýný mabud tanýmamak, O'na hiçbir þeyi ortak kýlmamak ve insanlarý ilah edinmemek" Müslümanlar ile Ehl-i Kitap tarafýndan herhangi bir farklýlýk arz etmeyecek tarzda kabul gören ortak bir kelime ise ayet niçin "hasýlý tahsile" çaðýrsýn?


Bir baþka þekilde söylersek; ayette dile getirilen bu üç temel nokta Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasýnda ayný tarzda benimsenip baðlanýlmýþ hususlar olsaydý, "gelin bu hususlar üzerinde birleþelim" demenin elbette hiçbir anlamý olmazdý. Þu halde burada, Ehl-i Kitab'a, çarpýttýklarý, tahrif ettikleri bir gerçek hatýrlatýlýyor olmalýdýr ki, kitaplarýnýn ve bütün ilahî dinlerin esasýdýr. Nitekim –Allahu a'lem– 66. ayette dile getirilen husus da bu noktaya iþaret ediyor olmalýdýr ki, orada Ehl-i Kitab'ýn, "hakkýnda bilgi sahibi olduklarý hususlarda tartýþtýðý" dile getirilmektedir. Yani ayetin ilk muhataplarý olan Ehl-i Kitap, mezkûr üç nokta üzerinde yapýlan tahrif faaliyetinin bilincindedir ve meselenin aslýndan haberdardýr…


Ayetin mantukuna gelince, dikkat edilirse burada Ehl-i Kitab'a bir çaðrý var: "Gelin" diyor ayet. Yani Efendimiz (s.a.v)'e bir noktada sabit durmasý ve Ehl-i Kitab'ý da o noktaya çaðýrmasý emir buyuruluyor. Elbette Ýlahî Kelam'ýn hiçbir kelimesi hatta harfi için "abes" söz konusu deðildir. Buradaki "Gelin!" çaðrýsý, ayetten, biraz bizim gitmemiz, biraz onlarýn gelmesi suretiyle bir "ortak nokta"da buluþulmasý tarzýnda bir diyalog çýkarýlmasýný kesinlikle engellemektedir.


Öyleyse eðer bu ayetten hareketle dinler arasýnda bir diyalog faaliyeti baþlatýlacaksa, Müslümanlar'ýn, muhataplarýna öncelikle ayette ifade buyurulan çaðrýyý, Tevhidî konumlarýný muhafaza ederek yapmalarý gerekir. Yani diyalogun zeminini bizim durduðumuz yer ve mezkûr üç temel nokta teþkil etmelidir.
Burada dinlerarasý diyalog faaliyetlerinin içini, "tanýma ve anlama" kelimeleriyle doldurmaya ve diyalogun baþka bir anlamý bulunmadýðýný söylemeye çalýþanlara da bir uyarý bulunduðunu söyleyebiliriz: Bu ayetten anladýðýmýz odur ki, Müslümanlar'la diðer din mensuplarý arasýndaki iliþki, onlarý tanýma ve anlama gayesine matuf ve bundan ibaret bir "diyalog" deðil, "teblið" zemininde yürütülmelidir.
Üstelik Yahudiler'i ve Hristiyanlar'ý tanýmak ve anlamak için dinî metinlerimiz ve tarihsel tecrübemiz hangi noktalarda yetersiz kalmýþtýr ki, bugün böyle bir diyalog sürecine ihtiyaç duyulmaktadýr? "Ehl-i Kitap hakkýndaki ayetler günümüzde yeni bir bakýþ açýsýyla ele alýnmalýdýr" diyenlerle Kur'an'ýn "tarihsel bir metin" olduðunu söyleyenler arasýnda nasýl bir fark vardýr?

Efendimiz (s.a.v)'in teblið faaliyetleri


Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Ýslam'ý teblið maksadýyla çeþitli kabilelere gitmesi, Ebû Cehil gibi müþriklerin ayaðýna kadar defalarca gitmekten imtina etmemesi de dinlerarasý diyalog faaliyetlerine dayanak yapýlmaya çalýþýlan hususlar arasýnda bulunuyor.
Oysa bu ve benzeri hususlarýn, Tevhid'i teblið amacýna yönelik olduðu ve esasen bir peygamber olarak Efendimiz (s.a.v)'in en temel görevinin teblið olduðu gerçeði göz önünde bulundurulduðunda bu argüman kendiliðinden buharlaþacaktýr.
Eðer bugünkü diyalog taraftarlarý "Tevhid'i teblið" maksadýyla hareket ettiklerini söyleyecek olurlarsa, "tanýma, anlama ve hoþgörme" söylemini nereye terk ettiklerini sormak gerekir. Ve yine sormak gerekir: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, teblið maksadýyla gittiði yerlerde muhataplarýný "tanýma, anlama ve hoþgörme" tavrýnda olduðunu gösteren bir belge var mýdýr?


Necran heyeti meselesi


Bir diðer argüman da Hz. Peygamber (s.a.v)'in Necran hristiyanlarý ile görüþmesi ve kendilerine ibadet etmeleri için Mescid-i Nebi'yi tahsis etmesi olayýdýr.
Necran hristiyanlarýný Medine'ye getiren eðer Hz. Peygamber (s.a.v)'in onlarý iman ile cizye arasýnda bir seçim yapmaya çaðýran mektubu ise, olay daha baþýndan diyalog zemininden uzak bir tarzda baþlamýþ demektir. Zira burada da "tanýma, anlama ve hoþgörme" söylemi ile taban tabana zýtlýk teþkil eden bir durumun mevcudiyetini teslim etmek zorundayýz.


Akabinde Necran heyeti Medine'ye geldiðinde, sýrf üzerlerindeki ipek giysiler ve altýn takýlar sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendileriyle konuþmayý reddetmesini "diyalog ve hoþgörü"nün neresine yerleþtirebiliriz?


Nihayet ipek ve altýnlarý çýkardýktan sonra huzura kabul edilen heyetle Efendimiz (s.a.v) arasýndaki söz dönüp dolaþýp Hz. Ýsa (a.s)'a geldiðinde 3/Âl-i Ýmrân, 59-61. ayetleri nazil oldu. Necran heyeti "mübâhale"yi kabulden imtina ettiðinde olanlarý biraz sonraya býrakarak bu ayetlerin muhtevasýna bakalým:


"Allah katýnda Ýsa'nýn durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattý; sonra ona "Ol!" dedi ve (o da) oluverdi. (Bu), Rabb'inden gelen bir gerçektir. Öyleyse þüphecilerden olma! Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartýþanlara, "Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karþýlýklý olarak çocuklarýmýzý ve kadýnlarýmýzý çaðýralým; sonra da dua edelim de Allah'tan yalancýlar üzerine lanet dileyelim" de."
Ýmdi, Hz. Ýsa (a.s) hakkýnda muhataplarýna Kur'an'daki sarahati ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in net tavrýný izhar etmeye yanaþmayan/izhar edemeyen diyalogcularýn Necran heyeti hadisesini diyaloga delil getirmesi ne kadar tutarlýdýr?


Bir de olaya þu açýdan bakalým: Necran heyeti, öyle görünüyor ki Medine'ye Ýslam'ý kabul etmek üzere deðil, "bir orta yol bulabilme ümidiyle" gelmiþtir. Bu niyetle baþlayan macera, sonunda en temel anlaþmazlýk konularýndan biri olan Hz. Ýsa (as.)'nýn kimliði/kiþiliði noktasýna gelip dayanmýþtýr.


Bu noktada inen yukarýdaki ayetler, Efendimiz (s.a.v)'e –aralarýnda kendisinin Hak Peygamber olduðunun farkýnda bulunanlar da olduðu halde–, bu heyet hakkýnda "diyalog, tanýma, anlama ve hoþgörü"yü deðil, "karþýlýklý lanetleþme"yi, yani köprüleri atmayý emretmektedir, neden?


Nihayet "mübâhale ayeti"nin gereðini icra etmek için Efendimiz (s.a.v), yanýna torunlarý, Hz. Fatýma ve diðer bazý eþleri (Allah hepsinden razý olsun) bulunduðu halde karþýlýklý lanetleþmek için yola çýktý.


Ancak durumun vehametini sezen heyetten bazýlarý, baþlarýna gelecek büyük belayý savuþturmak için Hz. Peygamber (s.a.v)'e "anlaþma" teklif ettiler ki, bence diyalog faaliyetleri ile Necran heyetinin Medine macerasý arasýnda kurulmasý gereken iliþkinin tam bu noktada aranmasý gerekir.


Bu teklif üzerine Efendimiz (s.a.v)'in yazdýrdýðý anlaþma metni þöyle:
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu, Allah'ýn elçisi Peygamber Muhammed'in Necran (halkýna) yazýsýdýr. Onlarýn bütün mahsulleri, sarý, beyaz, siyah her çeþit nakitleri ve köleleri hakkýnda Resulullah'ýn hükmü, onlara ihsanda bulunmaktýr. Bin adet Recep, bin adet de Safer ayýnda olmak üzere ikibin adet elbise verecekler; her bir elbise kýrk dirhem (bir okiyye) deðerinde olacaktýr. Elbiselerden haraç vergisini aþan ve okiyyelerden eksilen olursa, hesaplanacaktýr. Haraç olarak ödedikleri zýrhlar, atlar, binek hayvanlarý ve diðer eþyalar hesaplanarak onlardan alýnacaktýr.


"Necranlýlar elçilerimi yirmi gün ve daha az müddetle aðýrlayacaklar ve hiçbir elçi otuz günden fazla tutulmayacaktýr. Yemen'de bir savaþ ve olay vuku bulursa otuz adet zýrh, otuz adet at ve otuz adet deve ödünç olarak vereceklerdir. Vermiþ olduklarý zýrh, at ve bineklerden telef olanlar tazmin edilmek suretiyle Necranlýlar'a geri verilinceye kadar elçimin kefaleti altýndadýr. Necranlýlar'ýn canlarý, dinleri, vatanlarý, mallarý, burada bulunanlarý ve bulunmayanlarý, aþiretleri ve onlara baðlý olanlar, Allah'ýn himayesi ve Peygamber Muhammed'in emaný altýndadýrlar. Þu an içinde bulunduklarý hallerine müdahale edilmeyecek, dinlerinden ve haklarýndan hiçbir þey deðiþtirilmeyecektir. Ne bir piskopos bu görevinden, ne bir rahip rahipliðinden, ne de bir kilise bakýcýsý bu görevinden alýnacaktýr. Ellerinde bulunan az ya da çok her þeyleri kendilerinindir. Artýk ne geçmiþten dolayý bir töhmet, ne de kan davasý vardýr. Onlar savaþ için çaðýrýlmayacak, mahsullerinden de ondabir vergi alýnmayacaktýr. Yurtlarýný baþkalarýnýn askerleri çiðnemeyecektir. Kim hakkýný isterse zulmetmeden, zulme de uðramadan insaf ile hükmedilecektir.


"Bundan sonra kim faiz alýrsa benim emanýmdan çýkmýþ demektir. Onlardan hiç kimse diðerinin yerine cezalandýrýlmaz. Necranlýlar, üzerlerine aldýklarý yükümlülükleri yerine getirip iyi hal üzere devam ettikleri sürece bu sayfada yazýlý olan hususlar Allah'ýn emri gelinceye kadar Allah'ýn himayesi Resulullah Peygamber Muhammed'in emaný altýndadýr."



Ýslam'a davet mektuplarý


Efendimiz (s.a.v)'in, çeþitli kiþilere hitaben yazdýðý, literatüre "Ýslam'a davet mektuplarý" olarak geçmiþ bulunan mektuplarýn dinlerarasý diyalog faaliyetlerine "meþruiyet" gerekçesi yapýlmasý, en hafif tabiriyle "çarpýtma"dýr.


Eðer bu mektuplar diyalog faaliyetlerine gerekçe yapýlmaya uygunsa, bu faaliyetleri yürütenlerin, muhataplarýna bu mektuplarýn muhtevasýnda gördüðümüz tavrý aynen takýnmasý, yani evvelemirde onlarý Tevhid'e çaðýrmasý gerekir. Yoksa bu mektuplarý diyaloða referans olarak takdim etmenin kabul edilebilir bir yaný olamaz.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in, herhangi bir Ehl-i Kitap grup ile –bugün yapýldýðý tarzda– kendilerini Ýslam'a çaðýrmaksýzýn "sizi olduðunuz gibi kabul ediyorum" tavrýyla diyalog kurduðunu gösteren bir belge var mýdýr?


Þurasý açýk ki, bu mektuplarýn muhtevasýnda tebliðden mücerret (soyutlanmýþ) bir diyalogdan eser bile bulmak mümkün deðildir. Temel görevi "teblið" olan peygamberlerin, insanlarý Hakk'a çaðýrmaksýzýn, onlarý olduklarý hal üzere kabullendiðini söylemek, görevlerini yapmadýklarýný söylemekten farksýzdýr!


Eðer "teblið eþittir diyalog"sa, dinlerarasý diyalog faaliyetlerinin üzerine inþa edildiði "tanýma, anlama, hoþgörme" gibi temel söylemler arasýnda niçin "teblið"e yer yok? Yýllardan beri yürütülen bu faaliyetler meyanýnda "teblið" anlamýna gelebilecek bir tavra niçin tesadüf edilmiyor?


Eðer "teblið eþittir diyalog" deðilse, Tevhid'e davetten baþka hiçbir anlama gelmeyen bu mektuplarý niçin "tebliðsiz diyalog" faaliyetlerine gerekçe olarak kullanýyorsunuz?..
Denebilir ki "teblið, doðasý gereði diyalogla baðdaþmaz; diyaloðun ilk þartý, taraflarýn birbirini "olduðu gibi" kabullenmesidir." O zaman biz de deriz ki, diyalog faaliyetlerine kitleler nazarýnda meþruiyet kazandýrmak –hatta belki daha önce kendinizi ikna etmek!– için teblið maksatlý/muhtevalý Nebevî söz ve davranýþlara sýðýnmaktan vaz geçin!..


Medine vesikasý


Medine vesikasýna gelince;


Her þeyden önce bu vesikanýn, daha önce merkezî bir yönetime sahip bulunmayan Medine ahalisi için yepyeni bir sistem inþa ettiðini görüyoruz. Bu sistemde Hz. Peygamber (s.a.v) ve Müslümanlar "metbu" (tabi olunan), diðerleri ise "tabi" konumundadýr.
Bu o kadar böyledir ki, –Muhammed Hamidullah'ýn da vurguladýðý gibi– bu vesika, Yahudi kabilelerini kesinlikle müstakil varlýklar olarak tayin ve tavsif etmemekte, aksine Müslüman Arap kabileleri ile müttefik olan Yahudi kabilelerinin birtakým hak ve sorumluluklarýndan söz etmektedir. Hatta Yahudiler'in özellikle siyasî baðýmsýzlýklarýný kýsýtlamýþtýr. Dolayýsýyla Yahudiler'in bu vesikada, Müslümanlar'la eþit konumda olduðunu söylemenin imkânsýz olduðu açýktýr…

 

Bütün bunlar bir yana, Yahudiler'in, mezkûr vesikanýn iki maddesinde geçen "Allah'ýn Resulü Muhammed" (s.a.v) tabirini kabul etmiþ olmalarý dahi bu vesikanýn diyalog faaliyetlerinin meþruiyetine delil olarak kullanýlmasýnýn "akla ziyan" bir iþ olduðunu ortaya koymaya yeterlidir!


Yine bu meyanda mezkûr vesikada zikredilen kimseler arasýnda vuku bulabilecek bütün anlaþmazlýklarda veya öldürme hadiselerinde konunun "Allah'a ve Resulü'ne götürülmesi"nin hükme baðlanmýþ olmasý, altý çizilmesi gereken hususlar arasýnda bulunmaktadýr.


Bugüne kadar izlediði seyir ve katýlýmcý taraflarýn konumlarý itibariyle dinlerarasý diyalog faaliyetlerinde bu vesikanýn muhtevasýyla refere edilebilecek herhangi bir husus var mýdýr?


Öyle görünüyor ki, diyalog faaliyetlerinin Medine vesikasýna dayandýrýlmasý çabasý, bu vesikada Yahudiler'in dinî hayatlarýna karýþýlmayacaðýnýn hükme baðlanmýþ olmasýndan kaynaklanýyor.


Tarih boyunca Ýslam devletlerinin tebaasý durumunda bulunan Gayrimüslimler'in dinlerine ve kimliklerine dokunulmamýþ olmasý da ayný maksatla öne sürülen hususlar arasýnda bulunuyor.


Ancak yukarýda da söylediðim gibi burada Ýslam'ýn, "tabi (Gayrimüslimler) ile metbu (Müslümanlar)" arasýndaki iliþkiyi düzenleyen hükümleri bahis konusudur. Dinlerarasý diyalog faaliyetlerinin yürütüldüðü konjonktür için ise (reel durumda Müslümanlar'ýn metbuiyetinden söz edilemeyeceðine göre) iki þýktan biri geçerlidir: Ya esasen böyle bir "tabi-metbu iliþkisi" yoktur veya bu iliþki bugün için tersinden yürümektedir; yani Müslümanlar tabi, Gayrimüslimler metbu durumundadýr.
Bu þýklardan hangisini kabul ederseniz edin, dinlerarasý diyalog faaliyetlerinin taraflarýnýn þu anki konumlarý Medine vesikasýndaki durumu yansýtmaktan uzaktýr. Þu halde bu vesika da diyalog faaliyetlerine dayanak teþkil etmeye elveriþli olmamalýdýr…
Bu vesika sonrasýnda Medine Yahudileri ile Müslümanlar arasýndaki iliþkinin nasýl bir seyir izlediði ise ehlinin malumudur…



Hasýlý, Dinlerarasý diyalog faaliyetlerini yürütenlerin, yaptýklarý iþin meþruiyetini (hatta "zaruretini"!) isbatlamak amacýyla ortaya attýklarý sözümona "delil"lerin, maksadý hasýl etmekten uzak olduðu açýktýr.


Sonuç olarak


1
. Þu haliyle diyalog faaliyetlerinin "Ýslamî", hatta "Ýslam'ýn emri" olduðunu ileri sürmekle, hal-i hazýrda diyaloðu bir "politika", içeride (ve hatta belki "dýþarýda" da) yaþanan sýkýntýlardan bir "çýkýþ yolu" olarak görmek birbirinden farklý þeylerdir.
Bunlardan ilki, yapýlan iþin "mahza emr-i ilahî" olarak nitelendirilmesi sebebiyle, diyaloðun Ýslam'ýn "olmazsa olmazý" olduðunu ileri sürmek anlamýna gelirken, ikincisi, –ucu yine Din'e dokunmakla birlikte– belli bir oluþumun sübjektif anlayýþ ve politikasý sýnýrýnda tutulmasý ve anlaþýlmasý gereken bir faaliyet olarak hadiseyi lokalize eder.
Diyalog faaliyetlerini yürütenler, meseleyi ilk nokta-i nazardan ele aldýðý ve dahi sonuçlarý da umumi olacaðý için, önümüzde, bütün Ümmet-i Muhammed (s.a.v)'i ilgilendiren bir durum var demektir.


Bu gerçeði meseleye bakýþýmýzýn temel hareket noktasý yaparak devam edersek:


2. Þu haliyle diyalog faaliyetlerinin Ýslam'ýn onayladýðý biçimde yürütülüp yürütülmediði konusunda diyalogcularla aramýzda görüþ ayrýlýðý bulunduðuna göre, meselenin bizim baktýðýmýz pencereden arz ettiði görünümü dile getirmek bizim için hem bir "hak", hem de "sorumluluk"tur.



Þimdi þu ikileme bir bakýn:


Bir yanda Ümmet-i Muhammed (s.a.v), diðer yanda Ehl-i Kitap ve diðerleri.
Diyaloðun "Ýslam'ýn emri" olduðunu söyleyenler, nedense bunun, öncelikle Müslümanlar'a yönelik olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduðunu düþünmüyor, dillendirmiyor; onlarý olduðu gibi kabul edip kanaatlerine saygý duymuyor, hatta canlarý sýkýldýðýnda Müslümanlar'ý türlü olumsuz sýfatlarla tavsif etmekten geri durmuyor.
Peki ayný kesimin Ehl-i Kitap ve diðerleri hakkýndaki tavrý nasýl?
Siz þimdiye kadar bu kesimin politikalarýný belirleyenlerden, Ehl-i Kitab'ýn Ýslam ve Müslümanlar'a yönelik her türlü ithamat ve hücümatýný tenkit mahiyetinde bir satýr okudunuz ya da duydunuz mu?


Bütün kesimleriyle Ehl-i Kitab'ýn Ýslam ve Müslümanlar'a yönelik olarak her sahada yürüttüðü "kuþatma" politikalarýna inat ve ýsrarla sessiz kalýnýrken, Müslümanlar'ýn uyarý ve eleþtirilerine tahammülsüzlük gösterilmesi belki diyalog zemininin zedelenmemesi kasdýyla ya da kendilerine yönelik eleþtirilere haklýlýk payý kazandýrmama düþüncesiyle açýklanabilir; ama bu tavrýn "meþru/dinî" bir izahý yapýlamaz!


3. Diyalog faaliyetlerinin, "yeryüzünde barýþ ve adaletin tesisi" söylemiyle gerekçelendirilmesi de inandýrýcý olmaktan hayli uzaktýr. Zira yeryüzünde barýþ ve adaletin tesisinin önündeki en büyük engelin bizzat Ehl-i Kitap olduðunu görmemek için ya aþýrý saf veya maksatlý olmak gerekir.


Diyelim ki bu gerekçeye samimi olarak inanýyorlar. Peki bugüne kadar "diyalog ve hoþgörü" adý altýnda düzenlenen organizasyonlar bu amacý gerçekleþtirmeye ne kadar hizmet etmiþtir? Dünya çapýnda Ala-yý vala ile yapýlan 200'ün üzerinde organizasyondan geriye kalan nedir?


4. Bunu da izninizle ben söyleyeyim: Bu organizasyonlar Müslüman milletimizin hafýzasýný silici, Tevhidî hassasiyetini zedeleyici ve kültürel/toplumsal dokusunu tahrip edici bir iþlev görüyor.


Özellikle son yýllarda ortaya atýlan "Ýbrahimî/semavî dinler", "dinlerin aþkýn birliði" gibi kavramlar, Ýslam'la Yahudilik ve Hristiyanlýk arasýndaki "temelli" ihtilaflarý buharlaþtýrýcý bir etki yapýyor. Gayrimüslimler ile aramýzda "geriye dönük" ortak noktalar ihdas etmeyi hedefleyen bu kavramlarýn yaný sýra, bir de "hakikati" buharlaþtýran bir kavram kullanýmda: "Dinsel çoðulculuk."


"… Ancak ne yazýk ki günümüzde Müslümanlarýn çoðunluðu Allah tarafýndan kabul edilebilir olmayý sadece Hz. Muhammed'in mesajýný yani kurumsal Ýslam'ý izleyenlerle sýnýrlayarak týpký Yahudi ve Hýristiyanlarýn yaptýklarý gibi kendilerinin dýþýndakilere karþý dýþlayýcý bir tutum takýnmaktadýr. Bunu yaparken de Hz. Muhammed'in misyonunun ne yeni bir din kurmak ne de Yahudi ve Hýristiyanlýk gibi diðer dinsel geleneklere hakkýyla tabi olanlarý kendi izleyicisi yapmak olmayýp bilakis Hz. Ýbrahim'in dinine uymak, onu tamamlamak ve kendinden önce gelen peygamberleri tasdik etmek olduðu gerçeðini unutmaktadýrlar…"[25]


Bir müslümanýn kaleminden dökülen bu satýrlar, bu ülkeyi misyonerlik için "verimli bir alan" haline getirmek dýþýnda bir fonksiyon icra edecekse eðer, hiç þüpheniz olmasýn, o, "ebedi hüsran"dan baþka bir þey olmayacaktýr. Zira Kur'an, Ýslam'dan gayrý bir din arayanýn bu çabasýnýn hüsran olduðunu vurgularken bizler hakikatin mutlaklýðý" döneminin geride kaldýðýný, artýk "izafiliðin" kabul edilmesi gerektiðini söylüyoruz!..
Ayný garabet, ülkemizde ve pek çok coðrafyada "Geleneksel Ýslam'ýn Bayraktarý" ünvanýyla göklere çýkarýlan bir isimde, Seyyid Hüseyin Nasr'da da görülüyor: Hz. Ýsa (a.s)'ýn, tanrýsal bir varlýk olarak kabul edilmeyi insanlara asla öðretmediðini, bu anlayýþýn Kilise'nin ürünü olduðunu ve artýk terk edilmesi gerektiðini söyleyen Hristiyan bilim adamý John Hick'e itiraz eden Nasr, bu doktrini Hristiyanlar için Tanrý'nýn murad ettiðini, bu doktrini kabul etmenin bir hata olmadýðýný ve Hristiyanlar'ýn da buna böyle inanmalarý gerektiðini söylüyor![26]



Alemlerin Efendisi (s.a.v) ne buyurmuþtu: "Karýþ karýþ, arþýn arþýn sizden öncekilerin yoluna uyacaksýnýz. Hatta onlar bir keler deliðinden girse, siz de gireceksiniz…"



-------------------------------------------------------

[1] Hristiyan dünyada 325 yýlýndaki I. Ýznik Konsili'nden itibaren 1962'ye kadar 21 büyük konsil toplanmýþtýr. Bu konsillerde, Hristiyanlýðýn iç meseleleri, Ýsa Mesih'in tabiatý, ikonlarýn kutsal deðeri, Kilise-Devlet münasebetleri, Papa'nýn seçilme usulü, yanýlmazlýðý, piskoposlarla ilgili çeþitli meseleler ve Protestanlýðýn zuhuru, Aydýnlanma'nýn zorladýðý açýlýmlar gibi içe, Haçlý seferleri, Moðol istilasý, Kudüs'ün Müslümanlar tarafýndan ele geçirilmesi, Grek saldýrýlarý, Osmanlý fütuhatý... gibi dýþa dönük meseleler görüþülmüþtür. Bkz. Mehmet Aydýn, Hristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, 15 vd.

[2] Ali Ýsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, 88.



[3] NA, 2. (Bu yazýda Vatikan belgelerine yapýlan atýflarýn tamamý bir önceki paragrafta mezkûr çalýþmadan alýnmýþtýr.)



[4] LG, 17.



[5] NA, 2.



[6]AG, 9 vd.



[7] AG, 3.



[8]NA, 2 vd.



[9]Bkz. 2/el-Bakara, 135; 3/Âli Ýmrân, 72,3; 5/el-Mâide, 18...



[10] Geniþ bilgi için bkz. Güngör, 90 vd.



[11] Güngör, 94 vd.

 


[12] NA, 3.



[13] Güngör, 209.



[14] Suat Yýldýrým, Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlýk, 369-70.



[15] Yýldýrým, 133.



[16] AG, 2.



[17] Güngör, 171.



[18] Güngör, 172.



[19] RM, 55.



[20] EN, 18.



[21] RM, 55.



[22] RM, 57.



[23] Güngör, 180.



[24] RM, 52.



[25] Mahmut Aydýn, Dinsel Çoðulculuk ve Mutlaklýk Ýddialarý, 99.



[26] Mahmut Aydýn, Ýsa Tanrý mý? Ýnsan mý?, 170.



Nasr'ýn bu baðlamda "izafi mutlak" kavramýný kullanmasýnýn sebeb-i hikmetini öðrencisi Ýbrahim Kalýn'a sorduðumda, farklý dinlere mensup heterojen kitlelere hitap etiðini; onlarý ürkütmemek için böyle bir dil kullanmak zorunda olduðunu söylemiþti. Acaba Tevhid'e kendi ayaðýyla bu kadar yaklaþmýþ bir Hristiyaný "Tanrý böyle istiyor" diyerek Teslis'in kucaðýna iteklemeye çalýþmanýn sebeb-i hikmeti ne ola ki?!


radyobeyan