Makale Dünyasý
Pages: 1
Sahabe Kusaginin Dindeki Yeri.. By: ezzehraveyn Date: 14 Kasým 2009, 00:47:44

SAHABE KUÞAÐININ DÝNDEKÝ YERÝ

 

EBUBEKÝR SÝFÝL   

 

  Kur’an’ýn, üzerine yazýlý bulunduðu çeþitli yazý malzemelerinden derlenip “Mushaf” haline getirilmesi ve ardýndan çoðaltýlmasý, Sünnet’in titiz bir þekilde gelecek kuþaklara aktarýlmasý, Ýslâm’ýn adap ve erkânýnýn, ruh ve kalp disiplininin nesilden nesile intikali hep güzide Sahabe topluluðunun ehliyet, dirayet, basiret ve feragatiyle mümkün olmuþtur.

 

Müslüman bilincinde Sahabe kuþaðýnýn (Allah hepsinden razý olsun) ayrý ve ayrýcalýklý bir yeri vardýr. Günlük sýradan davranýþlarýmýzdan ibadetlerimize ve bilgi kaynaklarý hiyerarþisindeki kabullerimize kadar hayatýmýzýn her alanýnda Sahabe’nin derin etkisini görmek þaþýrtýcý deðildir. Ýslâmî ilimlerin metodolojilerinde (Usul’lerinde) baþvuru mercii olarak Kur’an ve Sünnet’ten sonra Sahabe’nin üçüncü sýrada yer almýþ olmasý da, bu açýdan son derece tabii bir husustur.

 

Hatta Kur’an ve Sünnet’te yer alan hususlarýn nasýl anlaþýlmasý gerektiði noktasýnda bir tereddüt söz konusu olduðunda Sahabe’nin birinci referans kaynaðý olarak kabul edilmesi, Ehl-i Sünnet’i diðerlerinden ayýran en temel hususlardan biri olarak karþýmýza çýkmaktadýr. Bu sebepledir ki, herhangi bir hususta Kur’an ve Sünnet’in “ne dediði” sorusunun cevabý aranýrken Sahabe’nin belirleyiciliðine baþvurulmasý -bir de aralarýnda görüþ birliði oluþmuþsa- bizim için kesinlikle tartýþma konusu deðildir.

 

Sahabe bizim için sadece bir “bilgi kaynaðý” olarak deðil, “örneklik” olarak da vazgeçilmezdir. Bu dinin nasýl yaþanacaðýný, nasýl ideal Müslüman olunacaðýný doðrudan Efendimiz s.a.v.’den öðrenmek þüphesiz ki sadece onlara kýsmet olmuþtur. Peygamber öðrencisi olmak, Kur’an’da ve Sünnet’te övülmek suretiyle ebedileþmek dünyada hangi kýymet ile denk tutulabilir?

 

Ýþte bu sebeple Ehl-i Sünnet, sahabîlik faziletinin peygamberlik dýþýndaki diðer bütün hususiyetlere üstün geldiðini kabul etmiþtir. Daha sonra gelen kuþaklar arasýnda ilimde birçok sahabîden (özellikle Efendimiz s.a.v. ile uzun süre birlikte bulunma imkânýna sahip olamamýþ sahabîlerden) ileri seviyede bulunanlar çýkabileceðini, ancak Sahabe’den sonra gelen kuþaklara mensup hiçbir ferdin sahabîlik faziletinden doðan üstünlüðe ulaþamayacaðýný söylemiþtir. Bunun için biz, herhangi bir sahabînin adýný yazdýðýmýz veya söylediðimiz zaman, hemen arkasýndan “Allah ondan razý olsun” anlamýnda “radýyallâhu anh (kýsaca r.a.)” dua cümlesini ekleriz.


Sahabe’yi ayrýcalýklý kýlan

 

Kur’an ve Sünnet’in Sahabe’ye yaptýðý vurgu hepimizin malumudur. Konuyla ilgili ayet ve hadisleri toplayan ve açýklayan sayýsýz eser yazýlmýþtýr. Sahabe kuþaðýnýn Yüce Allah nezdinde farklý bir deðere sahip olduðunu ifade buyuran ayetlerden biri þöyledir: “Muhacirun ve Ensar’dan sâbýkûn-i evvelûn ve bir de ihsan þuuruyla onlara tabi olanlar var ya, Allah onlardan razý olmuþtur, onlar da Allah’tan razý olmuþlardýr. Allah onlara, altlarýndan ýrmaklar akan cennetler hazýrlamýþtýr. Ýþte büyük kurtuluþ budur.” (Tevbe, 100)

 

Bu ayette yer alan bir inceliðe kýsaca dikkat çekerek devam edelim: Ayette geçen “sâbýkûn-i evvelûn” ifadesi “önce geçen ilkler” demektir. Bu ifadeyle iki anlam kastedilmiþ olabilir:

 

1. Muhacirun ve Ensar arasýnda salih amellerde önce davranýp diðerlerini geride býrakanlar. Bu durumda ayetin anlamý þöyle olur: Muhacirun ve Ensar’dan, hem salih amel iþlemede önce davranýp diðerlerini geride býrakanlardan, hem de ihsan þuuruyla onlara tabi olanlardan Allah Tealâ razý olmuþtur.

 

2. Salih amel iþlemede önce davranýp diðer insanlarý geride býrakanlar, Muhacirun ve Ensar’ýn tamamýdýr; “onlara ihsan þuuruyla tabi olanlar” ifadesi de, Tabiun’dan baþlayarak kýyamete kadar gelecek olan bütün Ümmet fertleri arasýndan bu özelliði taþýyanlarý anlatmaktadýr.

 

Görüldüðü gibi ayeti nasýl anlarsak anlayalým, Sahabe kuþaðýnýn Allah Tealâ’nýn rýzasýna nail olduðu gerçeði deðiþmemektedir. Bu özellik sebebiyledir ki Efendimiz s.a.v., ümmetini onlar konusunda ikaz etmiþ ve þöyle buyurmuþtur:

 

“Ashabým hakkýnda uygunsuz söz söylemeyin. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinin Uhud daðý kadar altýný olsa ve o bunun tamamýný Allah yolunda infak etse, onlarýn bir-iki avuçluk infakýn(ýn sevabýn)a, hatta yarýsýn(ýn sevabýn)a bile ulaþamaz.” (Buharî, Müslim, Tirmizî)


Sahabe’siz dinlerin akýbeti

 

Þüphesiz her þey ilâhi takdir iledir. Kur’an’dan önceki ilâhi kitaplarýn tahrif olmasý da elbette ilâhi takdir çerçevesinde cereyan etmiþtir. Ancak ilâhi takdirin “sebepler” vasýtasýyla cereyan ettiði de bir vakýadýr. Söz konusu tahrif faaliyetini ve o kitaplara inandýðýný söyleyen kitlelerin zamanla haktan bâtýla sapmasýný sebepler zemininde mercek altýna aldýðýmýzda, Sahabe’nin nasýl kilit bir rol üstlendiðini yakýndan müþahede etme imkânýna kavuþuruz. Özellikle Efendimiz s.a.v.’den önceki son iki büyük peygamber Hz. Musa ve Hz. Ýsa’nýn (ikisine de selam olsun) sahabelerinin durumu bu noktada son derece dikkat çekicidir.


Hz. Musa a.s. ve Ýsrailoðullarý

 

Hz. Musa a.s., Yüce Allah’tan, Ýsrailoðullarý’ný Mýsýr’daki zelil kölelik hayatýndan kurtarma emri aldýðýnda hemen harekete geçmiþ, Mýsýr’ý terk etmek üzere Ýsrailoðullarý ile birlikte yola çýkmýþtý. Firavun bu durumu fark edip arkalarýndan kovalamaya baþlayýnca, Ýsrailoðullarý hayli ilginç bir tepki gösterdiler. Tevrat durumu þöyle anlatýyor:

 

“Ve Firavun yaklaþtý ve Ýsrailoðullarý gözlerini kaldýrdýlar ve iþte, Mýsýrlýlar arkalarýndan yürüyorlardý; ve çok korktular ve Ýsrailoðullarý Rabb’e feryat ettiler. Ve Musa’ya dediler: Mýsýr’da kabirler bulunmadýðý için mi çölde ölmek üzere bizi getirdin? Bizi Mýsýr’dan çýkarmakla bize ettiðin bu nedir? Mýsýr’da sana, ‘Býrak bizi, Mýsýrlýlar’a kulluk edelim!’ diye söylediðimiz söz bu deðil midir? Çünkü çölde ölmektense Mýsýrlýlar’a kulluk etmek bizim için daha iyi olurdu.” (Çýkýþ, 14/10-12)

 

Ýsrailoðullarý’nýn Mýsýr’dan çýkýþtan itibaren yol boyunca gösterdiði tavýr, yukarýdaki Tevrat pasajýnda da görüldüðü gibi, her sýkýþtýklarýnda isyan etmek olmuþtur. Ýþte bir örnek daha:

 

“Ve Ýsrailoðullarý’nýn bütün cemaati (...) Refidim’de kondular; ve kavme içecek su yoktu. Ve kavim Musa ile çekiþip dediler: Bize su ver de içelim. Ve Musa onlara dedi: Niçin benimle çekiþiyorsunuz? Niçin Rabb’i deniyorsunuz? Ve kavim orada susadý; ve kavim Musa’ya karþý söylenip dedi: ‘Bizi, oðullarýmýzý ve hayvanlarýmýzý susuzlukla öldürmek için, niye bizi Mýsýr’dan çýkardýn?’ Ve Musa Rabb’e feryat edip dedi: Bu kavme ne yapayým? Az daha beni taþlayacaklar. (...) Çünkü Ýsrailoðullarý (Musa ile) çekiþtiler, ve çünkü acaba Rab aramýzda mý yoksa deðil mi diyerek Rabb’i denediler.” (Çýkýþ, 17/1-7)

 

Tevrat incelendiðinde baþtan sona bu türlü örneklerle dolu olduðu görülecektir. Son örneði, Hz. Musa a.s. Tevrat’ý almak üzere Tur daðýna gittiðinde olanlar konusundaki Tevrat pasajlarýný aktararak vermiþ olalým.

 

Hz. Musa a.s., Tevrat’ý almak üzere Tur’a gittiðinde, Ýsrailoðullarý’ndan yoldan sapmayacaklarýna dair söz almýþtý. Ancak sözlerine sadýk kalmadýlar ve altýndan bir buzaðý yaparak ona tapýnmaya baþladýlar. Muharref Tevrat bu buzaðýyý Hz. Harun a.s.’ýn yaptýðýný söylerse de, gerçekte buzaðýyý yaparak Ýsrailoðullarý’nýn ona tapýnmasýný saðlayan kiþi Samirî’dir. (Kur’an-ý Kerim, Tâ-Hâ, 85). Dolayýsýyla burada Tevrat’ýn bir baþka tahrifi söz konusudur. Hz. Harun ise bu þirke mani olmak istemiþti; ancak kendisini ölümle tehdit ederek dinlememiþlerdi. (Kur’an-ý Kerim, A’râf, 150). Esasen Ýsrailoðullarý Nil nehrinden kurtulduktan sonra yola devam ettiklerinde, pagan (puta tapan) bir kavme rastlamýþ ve Hz. Musa’dan, kendileri için böyle putlar yapmasýný istemiþlerdi. (A’râf, 138). Kur’an’ýn, altýndan buzaðý yapma iþini Ýsrailoðullarý’na nisbet eden ayetleri (Bakara 51-54, 92-93; Nisâ, 153...) de dikkate alýndýðýnda, Samirî’nin bu suçta yalnýz olmadýðý ortaya çýkmaktadýr.


Hz. Ýsa a.s. ve Havariler

 

Hz. Ýsa a.s. tebliðine baþladýðýnda Filistin bölgesinde Roma Ýmparatorluðu’na baðlý özerk bir Yahudi idaresi hakimdi. Dolayýsýyla Hz. Ýsa a.s. terk-i dünya ettikten sonra, onun sahabisi olan Havariler, bir taraftan iþbirlikçi Yahudi gruplarla, bir taraftan da Roma idaresiyle mücadele etmek zorunda kalmýþlardý.

 

Bir süre sonra Pavlus isimli yahudinin ortaya attýðý müþrik Hýristiyanlýk modeli de raðbet görmeye baþladý. Dolayýsýyla Havariler üç cephe ile ayný anda mücadele etmek zorunda kaldýlar. Yahudiler ve Romalýlar tarafýndan kovuþturmalara uðratýldýlar, yargýlandýlar. Bir süre sonra kimi öldürüldü, kimi de Filistin’i terk etmek zorunda kaldý.

 

Bu baský ve zulüm ortamýnda Havariler, ne Hz. Ýsa a.s.’ýn tebligatýný, ne de Ýncil’i gereði gibi muhafaza edebildiler. Gerek sayýlarýnýn azlýðýndan, gerekse yaþadýklarý ortamýn olaðanüstü hareketliliðinden, Tevhid akidesini ve Ýncil’in mesajýný kendilerinden sonra gelenlere gereði gibi aktaramadýlar. Hz. Ýsa a.s.’dan kýsa bir süre sonra Havariler de birbiri ardýnca dünyadan göçünce, meydan yahudilere ve müþrik hýristiyanlara kaldý.

 

Hz. Ýsa a.s.’ýn tebliði, kendisinden sonra aradan bir nesil dahi geçmeden Pavlus tarafýndan “üçlü ilâh modeli”ne dayanan þirk itikadýna nasýl dönüþtürüldü? Elimizde mevcut muharref (tahrif edilmiþ, aslýndan uzaklaþtýrýlmýþ) Ýncillerde bile Hz. Ýsa a.s.’ýn, kendisi için “Tanrýnýn oðlu” ifadesini kullandýðý zikredilmezken, bakýnýz Pavlus bu inancý nasýl yerleþtiriyor:

 

“Çünkü þimdi insanlarýn rýzasýný mý, yoksa Tanrý’nýn rýzasýný mý arýyorum, yahut insanlarý hoþnut etmeye mi çalýþýyorum? Eðer hâlâ insanlarý hoþnut etseydim, Mesih’in (Ýsa’nýn) kulu olamazdým. Çünkü ey kardeþler, size bildiriyorum ki, benim tarafýmdan vaz olunan Ýncil insana göre deðildir. Çünkü ben onu insandan almadým ve öðretilmedim; fakat Ýsa Mesih’in vahyi ile aldým. Fakat Tanrý (…) milletler arasýnda onu vaz edeyim diye kendi oðlunu bende keþfetmeye razý olunca…” (Galatyalýlar’a Mektup, 1/10 vd.)

 

Adýna Hýristiyanlýk denen bu dinin Hz. Ýsa a.s. ve onun sahabesi olan Havariler ile herhangi bir ilgisi yoktur. Hal böyle iken nasýl olmuþtur da kýsa bir zaman içerisinde Hz. Ýsa a.s.’ýn saf Tevhid’e dayalý tebligatý ve Ýncil kaybolmuþ, yerini þirk esaslý Hýristiyanlýk dinine býrakmýþtýr?



Sahabe’nin kilit rolü


 

Eðer Hz. Musa ve Hz. Ýsa (ikisine de selam olsun), Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in Sahabesi gibi bir ilk ve örnek nesle sahip olabilselerdi, teblið ettikleri din ve kitap tahrif edilemez, tebligatlarý aslýndan uzaklaþtýrýlamazdý.

 

Bu kesin yargýya nereden varýyoruz? Þüphesiz ki Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in “ilk/örnek nesil” yetiþtirme konusundaki gayret ve hassasiyetinden, bir de Sahabe-i Güzin efendilerimizin Kur’an ve Sünnet’in muhafazasý uðruna gösterdiði yeri doldurulamaz feragat ve fedakârlýklardan..

 

Kur’an’ýn, üzerine yazýlý bulunduðu çeþitli yazý malzemelerinden derlenip “Mushaf” haline getirilmesi ve ardýndan çoðaltýlmasý, Sünnet’in titiz bir þekilde gelecek kuþaklara aktarýlmasý, Ýslâm’ýn adap ve erkânýnýn, ruh ve kalp disiplininin nesilden nesile intikali hep güzide Sahabe topluluðunun ehliyet, dirayet, basiret ve feragatiyle mümkün olmuþtur.

 

Onlar ki, Ýsrailoðullarý en küçük bir zorluk karþýsýnda “Ey Musa! Sen ve Rabbin gidip savaþýn. Biz burada oturacaðýz!” (Maide, 24) derken, Bedir Savaþý öncesinde Efendimiz s.a.v.’e þöyle seslenmiþlerdi:

 

“Ya Rasulallah! Allah sana ne emir buyurduysa, onu yap. Ne tarafa gidersen git, biz kesinlikle seninle beraberiz. Biz, Ýsrailoðullarý’nýn Hz. Musa’ya dedikleri gibi, ‘Ey Musa! Sen ve Rabbin gidip savaþýn. Biz burada oturacaðýz’ demeyiz. (…) Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve bize getirdiðinin hak olduðuna þehadet ettik. Bu konuda sana uymak ve itaat etmek üzere söz verdik. Bu durumda sen ne dilersen onu yap. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarýz, içimizden bir tek kiþi bile geri kalmaz. (…) Yoluna devam et. Ýstediðin kimseyle bað kur, istediðin ile de alakayý kes. Ýstediðinle düþmanlýk et, istediðinle barýþ yap. Ýstediðin kadar mallarýmýzdan al ve dilediðini de bize ver. Mallarýmýzdan aldýðýný, bize býraktýklarýndan daha çok severiz. Bize ne emredersen ona tabi oluruz.” (Ýbn Kesîr, 3/557)



Efendimiz s.a.v.’in hassasiyeti

 

Kur’an’ý ve Nebevî örnekliði gelecek kuþaklara aktaracak kilit bir neslin yetiþtirilmesinin öneminin elbette farkýnda olan Efendimiz s.a.v., Sahabe’nin her bakýmdan tam arzu edilen kývamý kazanmasý için hiçbir fedakârlýktan kaçýnmamýþtýr. Mescid-i Nebi’nin sofasýnda barýnan “Ashab-ý Suffe”ye özel bir itina gösteriyor, onlarýn mükemmel birer eðitici/öðretici vasfýna sahip olmasý için alabildiðine titizleniyordu. Ýslâm’ýn diriltici soluðunu ruhlarýnda henüz hissedememiþ kabilelere gönderilmek üzere tebliðci ve eðitici bir ekip istendiðinde bu güzide kadrodan 70 kadar sahabîyi göndermiþ, ancak sahabîler, Bi’r-i Maune kuyusunun baþýnda pusuya düþürülerek þehid edilmiþlerdi.

 

Hayatý boyunca beddua ettiði nadir olarak nakledilen Efendimiz s.a.v. bu olaydan o derece müteessir olmuþtur ki, kaynaklar, Efendimiz s.a.v.’in, o 70 seçkin sahabîye suikast düzenleyen Ri’l, Zekvân ve Usayye kabilelerine bir ay süreyle beddua ettiðini nakletmektedir. (Taberî, Târîhu’r-Rusul ve’l-Mülûk, 2/81, Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4/71)

 

Ashabýný dinî meseleleri nasýl çözüme kavuþturacaklarý konusundan, aile efradýna karþý nasýl muamele edeceklerine, ibadetlerinden beþerî münasebetlere kadar her alanda müstesna bir itina ile yetiþtiren Efendimiz s.a.v., þüphesiz Hz. Musa ve Hz. Ýsa’nýn (ikisine de selam olsun) yaþadýðý olaylardan ve kendilerinden sonra neler olup bittiðinden haberdardý ve Sahabe’sini böyle bir arka planý dikkate alarak yetiþtirmiþti.

 

Burada tek tek zikredemeyeceðimiz pek çok hadisinde Sahabe’yi ilim öðrenmeye, edebe, ahlâka, toplumsal ve ailevî sorumluluklara riayete… teþvik etmiþ, onlarýn da öðrendiklerini kendilerinden sonra gelenlere ayný þekilde aktarmalarýný emir buyurmuþtu.

 

Acaba Sahabe Kur’an ve Sünnet’i ezberleyip, ardýndan yazýya geçirip kendilerinden sonra gelenlere aktarmasa ve onlarý da ayný hassasiyeti gösterme konusunda eðitmeseydi Kur’an ve Sünnet bize kadar intikal eder miydi?

 

Bu soruya Kur’an’ýn muhafazasýnýn bizzat Yüce Allah tarafýndan garanti altýna alýndýðý söylenerek (Hicr, 9) cevap verilebilir mi? Bu soruya “Hayýr” diyoruz. Zira yukarýda da söylediðimiz gibi ilâhi takdir “sebepler” vasýtasýyla tecelli etmektedir. Þu halde doðrusu, Allah Tealâ’nýn, Kur’an’ý Sahabe vasýtasýyla korumuþ olduðunu söylemektir.


Aksi durumda ne olurdu?

 

Tevrat ve Ýncil’in baþýna gelenler


 

Tevrat tek nüsha olup ezberlenmemiþ ve çoðaltýlmamýþtý. Sadece 3 veya 7 senede bir, bulunduðu Ahit Sandýðý’ndan çýkarýlýp halka okunuyordu. Üstelik Hz. Musa a.s.’dan uzun yýllar sonra tam yedi kere topluca dinden dönmüþ bulunan Ýsrailoðullarý’nýn Tevrat’ý gerektiði gibi muhafaza ettiðini söylemek de imkânsýzdýr. (G. Tümer-A. Küçük, Dinler Tarihi, 231)

 

Havariler’in baþýna gelenleri de yukarýda özet olarak zikretmiþtik. Onlar dünyadan ayrýldýktan sonra Ýncil adýyla kaleme alýnmýþ birçok metin dolaþýma çýkmýþtýr. 325 yýlýndaki Ýznik Konsili’nde 4’e indirilene kadar mevcut Ýncillerin sayýsýnýn 100’ü aþkýn olduðu bilinmektedir. (Þaban Kuzgun, Dört Ýncil, Farklýlýklarý, Çeliþkileri, 124)

 

Bu durumlarý göz önünde bulunduran Efendimiz s.a.v.’in, Sahabe’nin Kur’an’ý ezberlemesine, hükümlerini öðrenmesine, buna ilaveten Sünnet’i de iyice kavrayýp bellemelerine özel bir itina göstermiþ olmasýna þaþýrmamalýdýr. Gerçek þu ki, Sahabe de (Allah hepsinden razý olsun) bu kritik görevi hakkýyla ifa etmiþ, bir taraftan fütuhat ile meþgul olurken, diðer taraftan Kur’an ve Sünnet’i Efendimiz s.a.v.’den aldýklarý gibi Tabiûn kuþaðýna aktarmakta en küçük bir ihmal ve kusur göstermemiþtir.

 

Ulemanýn, ilim öðreniminde kitaptan okumayla yetinilmeyip, hoca-talebe iliþkisine riayette ýsrar etmesinin hikmeti burada yatmaktadýr. Kur’an ve Sünnet ilimlerini Sahabe, Efendimiz s.a.v.’den almýþtý. Onlar Tabiûn’a, onlar Tebe-i Tabiin’e… aktardý ve bize kadar böylece devam edip geldi. Anlaþýlmýþ olmaktadýr ki, icazetli bir hocanýn dizinin dibine oturan kimse ondan sadece ilim almamakta, ilimdeki senedini Efendimiz s.a.v.’e kadar dayandýrmakla Nebevî feyizden de nasipdar olmaktadýr.

 

Günümüzde Sahabe hakkýnda ölçüsüzlük sergilediði görülen kimseler acaba Sahabe kuþaðýna bir de bu açýdan bakmayý denemiþler midir?..


Kaynak: SEMERKAND DERGÝSÝ


radyobeyan