FIkhus Sunne'' Uzerine.. By: ezzehraveyn Date: 13 Kasým 2009, 19:43:00
FIKHUS SÜNNE" ÜZERÝNE
Ebubekir SÝFÝL
KÝTAP DERGÝSÝ - Kasým 1986
Son yýllarda Türkiye’de ve diðer memleketlerde gündeme gelen ve “Kaynaklara Dönüþ, Selefî Metod, Kur’an ve Sünnetle Amel...” gibi ilk bakýþta gerçekten cazip baþlýklarla takdim edilen bir faaliyet ve bu meyanda gerçekleþtirilen bir çalýþma olan “Fýkh-us Sünne” adlý eserin tercüme ve yayýnýný duyuran yazý dolayýsýyla, bu yazýyý kaleme almayý ve söz konusu yazýda deðinilen bir kaç noktayý ele almayý bir zorunluluk olarak addettik. Allah’tan (cc) bizlere doðru olana baðlanýp, ondan ayrýlmadan, taviz vermeden ihlasla yürümeyi nasip etmesini bütün kalbimizle niyaz ediyoruz.
Eserin giriþ bölümünden yapýlan bir alýntýda yazar þu ifadeleriyle “Taklid” konusuna deðiniyor. Ve yanlýþ anlamýyorsak -ki aksini iddia etmek oldukça zordur- Taklid’i zemmediyor, kabul etmiyor: “... bunlar, olanca gayretleriyle insanlara dinlerini öðretmeye çalýþtýlar. Ýnsanlarýn, kendilerini taklit etmelerini istemedikleri gibi, onlarý kaynaklara yönelttiler.”
Ahmed b. Hanbel’in sözü:
“Ne beni, Ne Malik’i, ne Þafiî’yi ne Evzâî’yi ne de Sevrî’yi taklit edin. Aldýklarý yerden alýn”
Ebu Hanife de þöyle diyordu:
“Bizim nereden aldýðýmýzý bilmeden, bir kimsenin, sözümüzü almasý caiz deðildir.”
“Hepsi de mezheplerinin sahih hadis olduðunu ýsrarla belirttiler...”
Önce, yazarýn, bir kaç satýr yukarýda kendi kendisiyle nasýl çeliþtiðini þu ifadeleriyle görelim ve daha sonrada Taklit konusuna geçelim. Taklid’i kabul etmeyen yazar bir kaç satýr yukarýda þöyle diyor:
“Ashab ve onlara en güzel biçimde tabii olan sonraki nesiller, Kur’an ve Sünnet çýðýrýnda yürüyüp ihtilaflarýný Allah ve Rasülüne döndürerek, sapmadan, dosdoðru yolda ilerlediler. Farklý müracaat kaynaklarýna sahip olmak ve bazýsýnýn bildiðini diðerinin bilmemesi gibi bir kaç mesele dýþýnda aralarýnda ihtilaf olmadý. Kitap ve Sünnnetle alakalarýný kesmedikleri için, sarih konularda doðrudan doðruya ayet ve hadislerle amel ediyorlar, bilmedikleri konularda ise, bir alimin görüþüne baþ vuruyorlardý. Bu fazilet sahibi müctehit alimler, kendilerine ( halk tarafýndan - bu ifade, cümlenin sonunda yeralan ‘halk’ kelimesine ait olduðunu belirtmek için tarafýmýzdan eklendi-) sorularýn konularý, delilleriyle birlikte ortaya koyuyorlar ve görüþlerini bildiriyorlardý. Halk da bu delillerle amel ediyordu.”
Þimdi soruyoruz: Eðer iddia edildiði gibi, Taklid caiz deðilse, yazarýn, selef’in tutumu hakkýnda kullandýðý, “Bilmedikleri konularda ise bir alimin görüþüne baþ vuruyorlardý” cümlesi ne anlama gelmektedir? Selef’in fiilen baþvurduðu bir yolu týkamaya kimin hakký ve yetkisi olabilir.
Eðer Taklid caiz’dir demek gerekirse, o zaman yazar’ýn yukarýda alýntýladýðýmýz ifadelerini nasýl anlamamýz gerekmektedir?
Taklid, bilindiði gibi, delilini bilmeden bir Ýmam’ýn sözüne uymak olarak tarif bulmuþtur. Doðrusu, Müctehitlerin, -ancak zarurî hallerde- bir diðer müctehid’i taklit etmesinin caiz olduðudur.[1] Yukarýda altý çizili ifade de bunun anlatýmýdýr. Yani, mutlak müctehitlere bile -ancak zarurî hallere mahsus olmak üzere- taklit caizken, delilleri bilmesi mümkün olmayan ve zaten buna gerek de bulunmayan, avam’a niçin caiz olmasýn?
Þimdi özellikle günümüzde taklid’i zemmedenlerin durumuna bir göz atalým:
Bu kimseler, Mezhep imamlarýnýn yukarýda alýntýlanan sözlerini de mesned yaparak, kendilerinin, içtihad’a yetkili ve kadir olduklarýný, hatta bunun “Kur’an ve Sünnet’in rehberliðini kaybetmemek için” bir zaruret olduðunu ýsrarla savunmaktadýrlar. Mideleri aðrýsa hemen doktora koþan bu insanlar Allah’ýn dini hususunda neden ayný titizliði gösterememekte, herkesin nasslardan hüküm çýkarabileceðini savunarak, sonunda heva ve heveslerin yönlendirdiði milyonlarca aðýzdan yine en az o sayýda Ýslam sudur etmesine kapý aralamaktadýrlar. Herkesin malumudur ki Müctehid Ýmamlar yukarýdaki sözleri ve benzerlerini, delillere bakmaya ve hüküm istinbat etmeye muktedir olanlara söylemiþlerdir.
“Bilmiyorsanýz zikir ehlinden sorunuz” ayetinin, emir bildirdiðini hatýrlatýyor ve diyoruz ki:
Þah Veliyullah Dehlevî’nin sözü bu konuda bize yeter:
“Burada bir gerçeðe iþaret etmeden geçmenin doðru olmayacaðý kanaatindeyim. Bu gerçekte, günümüze gelene kadar, bütün ümmetin caiz olarak kabul etmiþ olduðu dört mezhep imamýn görüþlerini taklid etmek meselesidir. Bu meselede bir çok kimse yanýlmýþ, doðru ve hak yoldan ayrýlmýþlardýr. Bu sahada ayaklarý kayanlar ve kalemlerini ters oynatanlar da bulunmuþtur. Hanefî, Þafiî, Hanbelî ve Malikî olarak kabul edilen bu dört mezhebin görüþlerini taklid etmenin caiz olduðunu söyleyenler, ümmetin bu hususta icma ettiðini ileri sürerler. Þüphesiz, ümmetin günümüze kadar bu dört mezhebin görüþleri etrafýnda toplanmasýnýn gizli ve açýk pek çok yararlarý olmuþtur. Özellikle bu son zamanlarda herkesin sadece kendi görüþünü beðenmesi, nefsî ve þahsî duygularýna kapýlmasý ve bütün ilmi çalýþma ve araþtýrmalarýn yapýlmadýðý, bölünme parçalanmalarýn baþ gösterdiði bir ortamda bu dört mezhepten birine baðlanmanýn ve onlarýn görüþlerini taklid etmenin inkar edilmez maslahatý ve faydasý vardýr”[2] Daha sonra Dehlevî Ýbn-i Hazm’ýn yazarýnkine benzer iddialarýný zikrediyor ve bu hususta serdedilen ayetlerin ve diðer dayanaklarýn, “tek bir meselede bile olsa, içtihad yapacak ilmi selahiyet ve kabiliyete sahip olanlar için” geçerli olduðunu belirtiyor.[3]
Burada iþaret edilmesi gereken bir nokta daha vardýr: Taklidi inkar edenlerin, hadislerin asýllarýyla amel edebilmeleri, bugün için imkansýzdýr. Hadisler için “zayýf, hasen, sahih, amel edilebilir veya edilemez” gibi hükümler öne sürerken bu kimseler, kendilerinden öncekilerin sözlerini ve hükümlerini taklid etmiþ olmuyorlar mý? Bu çeþit taklid de sonunda ahkâmda taklide götürmektedir. Sonuç olarak Muhaddisleri taklid haram olmuyor da Fakihleri taklid neden haram oluyor? Hadisler arasýnda þu zayýftýr, bu sahihtir þeklindeki ayrým, içtihadi bir keyfiyettir. Bir Muhaddise göre sahih olan bir hadis, bir diðerine göre pekala zayýf olabilmektedir. Ýçtihadi olan bu durum karþýsýnda bir müctehidi taklid caiz olurken diðerini taklidin mezmum olduðu düþünülemez. [4]
Daha sonra yazar “Taklid Çaðý” bölümünde þöyle bir ifade kullanýyor: “ Her topluluk ...imamýnýn görüþünü neredeyse Allah’ýn sözü mertebesine çýkarmak gibi bir duruma düþtü.
“Ýmamlarý öylesine yücelttiler ki, Kerhî “Mezhebimizin görüþüne ters düþen her ayet ve hadis, ya te’vil edilmiþtir, ya da mensuhtur.” diyecek dereceye geldi ”
Þimdi soruyoruz, Ýslam tarihinde rastlanmýþ bir hadise midir ki, sünnî bir topluluk (bu dört mezhep saliklerini zikretmeye gerek yok) çýkýp da “ey ahali bilmelisiniz ki, bizim imamýmýzýn sözleri bizim için Allah’ýn kelamý mesabesindedir. O’nun kadar hatadan münezzehtir ve mutlaktýr!” demiþ olsun?.. Aksine onlar ve bugün onlarýn yolundan gidenler þöyle derler: “Bizim mezhebimiz, yanlýþ olmasý ihtimaliyle doðrudur, bizim dýþýmýzdaki mezhepler de doðru olmalarý ihtimaliyle yanlýþtýr.” Acaba birisi Seyyid Sabýk’ýn söz konusu eserindeki bir hüküm eleþtirilecek olsaydý, müellif kendisini savunmayacak mýydý? Yahut onun görüþlerini beðenmeyen (ki, “bir konuda -kendisine göre: bu ibareyi de biz ekledik- sahih bir delil yoksa, “bu konuda söylenenlerin hepsi batýl olup, hiç bir delile dayanmamaktadýr.” diye hüküm vermektedir.) birisinin eleþtirileri karþýsýnda beðenenler ve onu görüþlerini tercih edenler, “doðruyu savunmak gayesiyle buna cevap vermeyecekler midir? Bunu yapanlarýn Allah (cc) ve Resulünün (s.a.v) bildirdiklerini müdafaa etme iddialarý ne kadar doðru ise, söz konusu mezhep saliklerinin, kendi mezheplerini savunmalarý da o derece doðrudur.
Kerhî’nin “Mezhebimizin görüþüne ters düþen her ayet ve hadis, ya te’vil edilmiþtir, ya da mensuhtur.” sözüne gelince;[5]
Bilindiði gibi her müctehid imamýn, naslardan hüküm çýkarýrken takip ettiði bir “usul”ü vardýr. Bu usul de içtihadi olarak belirlenir. Dolayýsýyla Müçtehidin kendi vardýðý sonucun, doðrusu olduðuna inanmasýnda ve avamýn da bu müçtehidi o konuda ve diðer konularda doðruyu bulduðuna inanarak taklid etmesinde þaþýlacak ne vardýr? Hele Ebu’l Hasen Kerhî gibi, mezhepte bir mevki elde etmiþ bir þahsiyetin bu tutumunda yadýrganacak bir taraf göremiyoruz.
Bu konuda Ýbn-i Teymiyye þöyle diyor:
“Bil ki bütün ümmetin kabulüne mazhar olan makbul imamlardan hiçbirinin, Hz. Peaygamber’in (A.S.) en ufak bir sünnetine muhalefeti asla düþünülemez Fakat onlardan birisinde sahih bir hadise muhalefet eden bir söze rastlanýrsa, onun bu hadisi terkinde mutlaka meþru bir özrü vardýr.”[6]
Esasen hiç kimse, hadislerin hepsiyle amel etme iddiasýnda bulunamaz. Herkes bir kýsmýyla amel eder, bir kýsmýný terkeder. Terkediþi, ya nazarýnda zayýf olmasýndan, veya nassa veya meþhur ve mütevatir hadise muhalif düþmesinden, yahut þaz, muallel, mensuh veya herkesin anlayamayacaðý bir manaya müevvel olmasýndan vs. ileri gelmiþtir.[7]
Ýbn-i Abdilberr de þöyle diyor:
“Bu ümmetin alimlerinden hiç birisi kesin olarak Hz. Peygamber (sa.v) den bildiði bir hadisi, ayný deðerde bir baþka esere dayanarak mensuh olduðunu iddia etmeden ..reddetmemiþtir.”[8]
Nesih konusu, bilindiði gibi ihtilaflý konulardan biridir: Mesala, Cumhur’a göre Sünnet’in Kitapla neshi caiz ve vaki iken, Ýmam Þafiî’ye göre bu caiz deðildir. Yine Cumhur’a göre kitabýn; ister mütevatir, ister meþhur ve isterse ahad olsun, sünnetle neshi caiz deðildir. Hanefîlere göre ise, Kur’an, mütevatir veya meþhur sünnetle nesh edilebilir, sadece ahad hadisle nesh edilemez. Kitab’ýn yine Kitab’la neshi konusunda ise Ebû Müslim el-Ýsfahanî hariç ulema görüþ birliði içindedir.9 Hakkýnda Hz. Peygamber (sav)’in: “Ýbn-i Mes’ud’un ümmetim için beðendiði þeyi ben de beðendim.”,“ Ýbn-i Mes’ud’un sözünden çýkmayýn.”, “ Kur’an’ý, nazil olduðu gibi okumak isteyen, onu okumayý Ýbn-i Mes’ud’dan öðrensin.” ve “Kur’an’ý dört kiþiden öðrenin” buyurduðu ve bunlarýn baþýnda saydýðý Abdullah b. Mes’ud (R.A)’un ilmî mirasýný devralan ve Kur’an ve Sünnetle ilgili gerekli ilimleri bihakkýn toplayan Ebu Hanife (Rh.A)’nin ve arkadaþlarýnýn, bu konuda yalnýz olmadýklarý açýktýr.10
Kaldý ki, “Hadis fukahasý da, kendilerince doðru olan bir Ýslami asla muhalif bulduklarý bazý hadisleri reddediyor ve zayýf buluyorlardý.” 11
Biraz daha ileride Müellif þöyle diyor:
“ Taklide baðlanýp, Kur’an ve Sünnet’in rehberliðini kaybetmenin sonucu olarak ümmet grup ve hiziplere ayrýldý.”
Bu konuda da taklid hakkýnda yukarýda söylediklerimizi tekrarlayarak diyoruz ki:
Belli bir mezhebin görüþlerini taklid eden kimse zýmnen þöyle demiþ olmaktadýr: “ Kur’an ve Sünnette delâlet-i zannî olan hususlarda bu mezhebin hükümlerini kendilerini ancak müçtehitlerin nazar edebileceði nasslar hakkýnda bu mezhebin müçtehitlerinin nazarýný hak olarak görüyorum.”
Avamýn ahkâmda Kur’an ve Sünneti rehber edinmeye kalkmasý halinde olacaklara bir göz atalým:
Resulullah’ýn, “Ýstincâ eden kiþi üçlesin” hadisindeki “üçlesin: yutir” kelimesini ‘vitir’ olarak anlayan biri, istincâ’dan sonra abdest tazelemeden vitir namazý kýlýyordu.
Yine böyle bir kimse, Resullullah (a.s)’ýn cuma günü namazdan önce- yer daralmasýn diye- halkalaþmayý nehy etmiþ olmasýný, kýrk yýl kadar, cuma namazýndan önce saçýný týraþ etmemek biçiminde anlamýþtý. Oysa ‘halka’ kelimesi fetha ile ‘týraþ’ kelimesinden ayrýlmaktadýr.
Bir baþkasý da, “ Adamýn suyunun, baþkasýnýn ekinini sulamasý nehy edilmiþtir.” hadisini, komþunun bostanýný sulamaktan sakýndýrýlmak biçiminde anladý. Bundaki amaç ise, hamile kadýnýn baþkasýyla evlenmesinin nehy edilmiþ olmasýdýr.12
Her önüne gelenin içtihada yeltenmesi durumunda meydana gelecek olan, iþte böylesi gülünç ve o derece düþündürücüdür. Bu mudur Kur’an ve Sünnnet’in rehberliðine yeniden kavuþmak? Ve bir mezhebin görüþlerini taklid edenler Kur’an ve Sünnnetin rehberliðinden ayrýlmýþ mý olmaktadýrlar?
Yine, bu cümleden az önce þöyle deniliyor:
“Mezhebleri taklid ve taassub sebebiyle ümmmet Kur’an ve Sünnet’in hidayet yolunu kaybetti. Ýçtihat kapýsý kapalýdýr sözü ortaya çýkarak, þeriat fukahanýn sözleri, fukahanýn sözleri de þeriat kabul edildi.”
Eðer içtihat kapýsýnýn kapalý olduðu sözü ortaya çýkmýþsa bunun yegane sebebi, her önüne gelenin, bu kapýdan içeri girerek, ehil olanýn da olmayanýn da içtihada yeltenmesini önlemek ve bu son derece önemli ve hassas müessesenin yozlaþmasýný, dolayýsýyla Allah’ýn dininin, yukarýdaki katýnda iþlediði fahiþ hatadan haberi olmayan ve alimlik taslayýp, þeriata teslim olduðunu göstermek için, “ismet (masumluk) Allah’a mahsustur: (el ismetu li’llah)”demek midir müçtehidlik? Allah’ý (cc) kim, neden koruyacaktýr? 13 Kaldý ki içtihat kapýsý ehli için kapalý deðildir.
Þurasý unutulmamalýdýr ki avam, ancak ve ancak bir müçtehide tabi olarak gerçek anlamda Kur’an ve Sünnetin hidayet yoluna girebilir. Aksi taktirde herkes kendi hevasýyla hareket edecek ve ortada -Allah (cc) korusun- Allah'ýn (cc) dini diye bir þey kalmayacaktýr.
“Þeriat, fukahanýn sözleri, fukahanýn sözleri de þeriat kabul edildi.” sözüne gelince, burada imam Ebu Hanife’nin (Rh.A) þu sözünü hatýrlamamýz yerinde olacaktýr: “Allah’ýn (cc) diniyle ilgili bir konuda þahsi kanaatinize göre hüküm vermekten sakýnýnýz, sünnete tabi olunuz Kim ki sünnetten ayrýlýrsa dalalete düþer, sapýtýr.”14
Allah’ýn dini hususunda böylesine titiz davranan, ona þahsi kanaat karýþmasýndan insanlarý men eden birinin, bu dine kendi görüþünü karýþtýrmasý mümkün müdür ki, onun içtihatlarýna tabi olmak , Þeriata tabi olmaktan farklý bir anlama gelsin? Bir kimsenin, -içtihadý ilgilendiren konularda- þeriatýn bir kýsmý olduðuna inanmadan bir müçtehidin içtihatlarýný taklid etmesi mümkün deðildir.
Bu konuda Ýbn-i Hazm þunlarý söylüyor:
“Müçtehitlerin istinbat ettikleri bütün hükümler, avam delillerini bilmese de, þeriatten sayýlýr ve bunlarý inkar edenler, imamlarýn hata ettiklerini ve onlarýn, Allah’ýn kendilerine izin vermediði bir hükmü vazetmiþ olduklarýný söylemiþ sayýlýr ve bu sözü söyleyen de, doðru yoldan sapmýþ bir kimsedir.”15
Þimdi soruyoruz: Resulullah (s.a.v) Muaz b. Cebel (r.a)’ýn, Kur’an ve Sünnet’te hükmünü bulamadýðý bir konuda kendi re’yiyle (kýyas yaparak) bir hükme varacaðýný söylemesi üzerine memnuniyet ifade etmiþtir. Peki, Kur’an ve Sünnet’te bir delil bulamadýðý zaman Muaz b. Cebel (r.a)‘ýn kendi reyiyle varacaðý sonuç, þeriatýn dýþýnda bir þey mi olmuþtur?
Biraz daha ileride þu ifadelere rastlýyoruz:
“Artýk Ýslam teþrii, Allah’ýn dinini ifade etmez, insan hayatýný tanzim etmez duruma düþtü.”
Neresinden bakarsak bakalým bu ifadeler, Allah’ýn (c.c)dininin, diðer semavi dinler gibi tahrif edildiðini, asýl anlamýný kaybettiðini, yerini baþka þeylerin aldýðýný söylüyor. Bu her þeyden önce, Allah’ýn (c.c) bu dini kendisinin koruyacaðýna dair vaadine muhalif düþmektedir. Diðer yandan, müellifin kendisine kadar Ýslam’ý bir bütün halinde ulaþtýrarak, Fýkhu’s Sünne’nin yazýlmasýný temin eden ve bu sayede insanlarý Ýslam’ýn özüne, tahrif olmamýþ haline ulaþtýran kimler ve nelerdir?
Yazý Batý kültür ve medeniyetinin Ýslam alemine yine fukahanýn ihmali -hatta belki ihaneti- sonucu girdiðini ima eden ifadelerle devam ederek son buluyor.
Evet, Avrupa’dan gelen bir çok hastalýðýn Ýslam alemini sarmasýnda ve bu güne gelmesinde ihmali olan ulema yoktur demiyoruz, ama, insaflý düþünce de bizi, bütün ulemayý ayný þeyle itham etmekten alýkoymalýdýr diyoruz. Herkes yaptýðý zerre miktarý iyiliðin de zerre miktarý kötülüðün de karþýlýðýný bulacaktýr. Ulemayý böylesine ithamlarla insanlarýn gözünden düþürmeye çalýþanlarýn, bu gün hangi durumda olduklarýna, kimlere itaat ederek yaþadýklarýna dikkat etmelerini, kendi durumlarýný bir kez daha gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.
Yazýmýzý Hüccetü’l Ýslam Ýmam Gazali’nin þu ifadeleriyle bitirken Allah’tan (c.c) bizi sýrat-ý mustakîmden ayýrmamasýný diliyoruz.
“Avam için taklitten baþka yol yoktur. Bunun en büyük delili, icmaýdýr. Çünkü Sahabe-i Kiram avama fetva verirken “Siz de müçtehid derecesine varmak için gayret sarfediniz.” diye emir buyurmuþlardýr.”16
Bizler, müçtehid imamalarýn þahsi görüþlerine deðil, edille-i Þer’iyye’den çýkardýklarý hükümlere tabi oluyoruz. Bütün insanlarýn içtihat ehli olmalarýný istemek bir vehim ve hayalden öte geçmez. Ýnsanlarý “Kitap ve Sünnet Fýkhý”’na çaðýrmak, daha doðrusu yapýlan bu fiilin adýný Kitap ve Sünnet Fýkhý koymak, bu güne kadar yaþanagelenlerin, hak olmadýðýný, mezhep imamlarýnýn Resülullah (a.s)’a ittiba etmediklerini, Kitap ve Sünnet’in dýþýnda bir yol tuttuklarýný en azýndan ima etmektir. Bu sebepledir ki ortaya, “Ebu Hanife’nin dini, Ehl-i Sünnet dini...” gibi garip, ne anlam ifade ettiði belli olmayan terkipler çýkmakta ve zihinler bulanmaktadýr. “Seyyid Sabýk’ýn dini” terkibi ne kadar saçma ve hatalý ise, bu saydýklarýmýz da o kadar saçma ve hatalýdýr. Zihinlerin ve kalplerin zaten yeterince ifsad’a uðramýþ bulunduðu bu ortamda mü’minlere düþen, elden geldiðince yapýcý olmaktýr. Allah (c.c) cümlemizi sýrat-ý müstakîminde daim eylesin.
DÝPNOTLAR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Þatýbî, El Ý’tisam C.2. sh. 342-343
[2] Þah Veliyullah Dehlevî, Hüccetu’l-Lahi’l Baliða c. 2. sh. 299
[3] Dehlevî, a.g.e. C. 2 sh. 302
[4] Bu konuda geniþ bilgi için, bk, Yeni Usul’i Hadis, Et-Tahanevî (Tercüme Ýbrahim Canan) sh. 431 vd.
[5] Ebu’l Hasan Kerhî, Hanefî Fukahasýnýn Mezhepte müçtehid ulemasýndandýr.
[6] Tahanevi, a.g.e. sh. 51 (Ref’ul Melam’dan naklen)
[7] a.g.e. sh. 431
[8] a.g.e. sh. 305
9 Sýbaî, Sünnet sh. 383 vd.
10 Kevserî, Fýkhu Ehli’l Irak ve Hadisuhum, sh. 18 vd.
11 M. Ebu Zehra, Ebu Hanife sh. 126 (dipnot)
12 Sýbaî, a.g.e. sh. 395
13 Muhammed Avvâme, Eseru’l Hadis Fî Ýhtilafi’l Eimeti’l Fukaha. sh. 68
14 Ýmam Þaranî, El Muzânu’l Kübra. C. 1 sh. 51
15 M. Avvâme, a.g.e. sh. 66
16 El Mustasfa, C. 2 sh. 385
radyobeyan