Makale Dünyasý
Pages: 1
Zaman ve Mekana Muslumanca Bakis.. By: ezzehraveyn Date: 13 Kasým 2009, 19:32:12
ZAMAN VE MEKÂNA MÜSLÜMANCA BAKIÞ

 

Ebubekir SÝFÝL

 

Biz farkýnda olalým ya da olmayalým, zaman ve mekân kavramlarý hayatýmýzýn tamamýný kuþatýr. Bizler bu dünyada insan olarak zaman ve mekândan baðýmsýz bir þekilde ne yaþayabiliriz ne de düþünebiliriz. Zira zaman ve mekân tarafýndan öylesine kuþatýlmýþ bulunuyoruz ki, onlarýn çevrelemediði bir alem, onlarýn hükmünün geçerli olmadýðý bir boyut düþünemiyoruz.

Zaman ve mekân algýmýz, “yaratýlmýþ” olmanýn gereðidir. Zira biz biliyoruz ki, yaratýlmýþ olan her þeyin varlýðý zaman ve mekânla kopmaz bir iliþki içindedir. Bütün yaratýlmýþlar bir zamanda ve bir mekânda var olmuþlardýr mesela. Mekânsýz bir mahluk düþünemeyeceðimiz gibi, zamanýn kuþatmadýðý bir mahluk da tasavvur edemeyiz. Bizim varlýðýmýz, hareketlerimiz, doðumumuz, ölümümüz... hep bir zaman süreci içinde ve bir mekânda olmaktadýr.

Ýþin ilginç yaný þu ki, zaman ve mekâna baðýmlý olan sadece bizler deðiliz. Onlar da birbirlerine baðýmlýdýr. Üzerinde zamanýn hükmünün yürümediði bir mekân ve bir mekânda geçerli olmayan zaman yoktur.

Zaman ve mekân hakkýnda bütün bu söylediklerimiz doðru olsa da, müslümanlar olarak bu iki kavrama bakýþýmýzý biraz daha ileriye götürmek için, onlara biraz daha yakýndan bakmak durumundayýz.


Onlar da yaratýlmýþtýr

Zaman ve mekâna baðýmlý olmamak sadece Allah Tealâ’ya mahsustur. Zira zamaný da mekâný da var eden O’dur. Yani zaman da mekân da týpký bizler gibi birer yaratýlmýþtýr; dolayýsýyla onlar da diðer mahlukat gibi O’nun hükmünden ve emrinden baðýmsýz deðildir.

“De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir? De ki: Allah’ýndýr.” (En’am, 12) ayeti, bütün mekânlarýn ve o mekânlarda bulunanlarýn; “Gecede ve gündüzde barýnan ne varsa O’nundur” (En’am, 13) ayeti de zamanýn ve zaman tarafýndan kuþatýlan bütün varlýklarýn Allah Tealâ’nýn mülkü ve mahluku olduðunu ifade etmektedir. Dolayýsýyla Allah Tealâ mekândan olduðu gibi, zamandan da münezzehtir.

Ýnsanýn zaman ve mekândan baðýmsýz düþünemeyeceðini yukarýda söylemiþtik. Bunun anlamý, bizim tefekkür ufkumuzun zaman ve mekân içinde var olan somut, mücessem ve müþahhas (elle tutulup gözle görülen, nesnel) varlýklarla sýnýrlý olmasýdýr. Oysa Allah Tealâ’nýn yüce zatý, “O’nun benzeri hiçbir þey yoktur.” (Þûrâ, 11) ayetinin de ifade ettiði gibi hiçbir þeye benzetilemez. Bu sebeple Efendimiz s.a.v. bizi, Allah Tealâ’nýn zatý hakkýnda tefekkür etmekten sakýndýrmýþ ve düþüncemizi, O’nun bahþettiði nimetlere yoðunlaþtýrmamýzý tavsiye buyurmuþtur. (Bu konudaki rivayetlerin topluca zikri ve deðerlendirmesi için bkz. es-Sehâvî, el-Makâsýdu’l-Hasene, 159)

 

Zaman var, “zaman” var


Bizler zamaný, saat, güneþin ve ayýn doðup batmasý, mevsimler gibi göstergelerle müþahede ve takip ederiz. Ancak zamaný mutlak olarak bu göstergelerden ibaret saymak, sabit ve deðiþmez olarak düþünmek büyük bir yanýlgýdýr. Söz gelimi gecenin bir vaktinde aðýr bir hastalýðýn pençesinde kývranan bir hasta için zaman çok aðýr ilerler; sabah bir türlü olmak bilmez. Keza hapiste olanlar için “gün saymak” baþlý baþýna bir iþkence gibidir. Buna mukabil, çok sevdiði bir ortamda bulunan kimse zamanýn nasýl geçtiðini bilmez.

Bu örnekler, zamanýn, içinde bulunduðumuz ortama ve psikolojik durumumuza göre bizim için deðiþkenlik gösterdiðini anlatmasý bakýmýndan önemli olmakla birlikte, daha önemli bir gerçek var: Zamanýn deðiþkenliði.

Kur’an’da, “O (azap), derece ve makamlarýn sahibi Allah’tandýr. Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya, miktarý (dünya yýlýyla) elli bin yýl olan bir günde yükselip çýkar.” (Me’âric, 3-4) buyurulmuþtur. Bu ayet, zaman mefhumunun bizim bildiðimizden ibaret olmadýðýný, melekler için ve dünyanýn dýþýnda ayrý bir zaman mefhumunun söz konusu olduðunu açýk bir þekilde ifade etmektedir. Ayný istikametteki bir diðer ayette de þöyle buyurulur: “O, gökten yere kadar olan bütün iþleri düzenleyip yönetir. Sonra da o iþler, sizin sayageldiklerinize göre bin yýl tutan bir günde O’nun nezdine yükselir.” (Secde, 5)

Bu ayetler vesilesiyle, bizim “geçmiþ”, “þimdi” ve “gelecek” diye ifade ettiðimiz zaman dilimlerinin Allah Tealâ için kesinlikle söz konusu olmadýðýný bir kere daha ve yakýndan idrak ediyoruz. Kur’an’ýn hükümlerinin ancak nazil olduklarý dönemde geçerli olduðunu, günümüzde ise dünyanýn hýzla deðiþtiðini, dolayýsýyla o döneme mahsus hükümlerin yenilenmesi (Din’de reform yapýlmasý) gerektiðini söyleyenlerin Allah inancýnda ciddi bir arýza bulunduðunu söyleyip durmamýzýn sebebi budur.

Allah Tealâ için “dün”, “bugün”, “yarýn” gibi kavramlar söz konusu edilemez. O, mutlak ilmiyle bizim için “dün” olan zaman dilimini nasýl biliyorsa, “bugün”ü de “yarýn”ý da ayný þekilde biliyor. Öyleyse Din’in bazý hükümlerinin eskidiðini ve bugün için geçerliliðini yitirdiðini söylemek, Allah Tealâ’nýn bizim yaþadýðýmýz dönemi gereði gibi bilmediðini, dolayýsýyla bugünü tanzim etmeye elveriþli hükümler indirmediðini -hâþâ- söylemekten farksýzdýr.

Modern bilim de onaylýyor

Zamanýn deðiþkenliðini modern bilim de itiraf etmektedir. Buna göre zamanýn deðiþkenliði hýza baðlý olarak ortaya çýkar. Bir örnek verecek olursak: Aralarýndaki yaþ farký dakikalarla sýnýrlý olan ikiz kardeþten birisini, ýþýk hýzýna yakýn bir hýzla hareket eden bir uzay aracýyla uzaya gönderme imkânýmýz olsaydý, döndüðünde dünyadaki ikizini kendisinden daha fazla yaþlanmýþ olarak bulacaktý. Keza 27 yaþýndaki bir babayý ayný þekilde uzaya gönderebilseydik, orada dünyadaki zaman ölçüsüyle 30 yýl kalsaydý, geri döndüðünde 3 yaþýndaki oðlu 33, kendisi ise 30 yaþýnda olacaktý. (Paul Strathern, Einstein ve Görelilik Kuramý, 57). Rüyalarýmýzda da ayný þey olmuyor mu? En fazla birkaç dakika süren bir rüyada birkaç gün süren bir serüven yaþayanlarýmýz az mýdýr?

Belli bir hýzýn üzerine çýkýldýðýnda zamanýn daha yavaþ ilerlediðini ifade eden bu satýrlarý okuduðumuzda, ister istemez Efendimiz s.a.v.’in Miraç mucizesini hatýrlýyoruz. Efendimiz s.a.v. zamanýn ve mekânýn ötesine uzandýðý bu yolculuðu tamamlayýp Mekke’ye döndüðünde, yataðýný býraktýðý gibi sýcak bulduðunu ifade etmiþtir.

Gerek Miracý, gerekse Kur’an’da anlatýlan Ehl-i Kehf (maðara arkadaþlarý) olayýný ve benzeri mucizeleri bizler mümine yaraþýr teslimiyetle “inandýk ve tasdik ettik” diyerek tam bir itminan içinde ve “mucize” olduklarýnýn bilinciyle kavrarýz. Bunlara inanmak için akýl ve bilim tarafýndan tasdik edilmelerini beklemeyiz. Zira biliriz ki, bazý çevrelerin “akýl, bilim...” diyerek itiraz ettiði bu ve benzeri hususlarýn bir kýsmýný aslýnda akýl da bilim de inkâr etmez; birçoðunda ise akýl da bilim de yaya kalmýþtýr.

 


Varlýklar arasýndaki üstünlük hiyerarþisi

Zaman ve mekâna müslümanca bakýþý konuþurken, mutlaka ifade etmemiz gereken bir baþka boyut daha var: Varlýðý var eden, varlýklar arasýnda belli mertebeler bulunmasýný da murad etmiþ. Mesela insana bahþettiði akýl, irade gibi özelliklerle onu hayvandan üstün kýlmýþ. Ýnsanlar arasýnda da belli bir üstünlük sýralamasý var. Müminler diðer insanlara göre Allah Tealâ nezdinde mutlak bir üstünlük sahibidir. Zira iman etmiþ olmak, insanlýk adýna sahip olabileceðimiz deðerlerin en üstünüdür.

Müminler arasýnda da Peygamberler’in (hepsine salât ve selam olsun) müstesna bir mevkii vardýr. Onlar vahye, yani Yüce Yaratýcý’nýn kelâmýna ve hitabýna muhatap olmakla þereflerin en üstününe nail kýlýnmýþlardýr. Hatta onlar arasýnda da derece farký vardýr (Bakara, 253). Müminler arasýndaki üstünlük mertebeleri muhtelif ölçütler çerçevesinde aþaðýya doðru devam edip gider. Yazýyý uzatmamak için bu mertebelerin ayrýntýsýna girmeyeceðiz.

Bu durum, varlýða hakim kýlýnmýþ bir ilâhî kanunun göstergesidir. Melekler ve insanlar arasýnda bulunan bu üstünlük farkýnýn, iyice düþünüldüðünde diðer canlýlar arasýnda da mevcut olduðu görülecektir. Söz gelimi kurban olarak kestiðimiz ve böylece kendileri vasýtasýyla Allah Tealâ’ya yakýnlýk elde ettiðimiz hayvanlarla, istisnasýz her þeyi haram kýlýnmýþ olan domuzu ayný kefede görebilir miyiz?


Mekânlar arasýnda üstünlük farký

Buna benzer bir farklýlýk mekânlar arasýnda da mevcuttur. Kur’an ve Sünnet, yeryüzündeki bazý mekânlarýn diðerlerine göre daha üstün olduðunu bize haber vermektedir. Bunlarýn baþýnda Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa gelir ki bunlar yeryüzündeki en mübarek mekânlardýr. Kur’an’da bu hususta birçok ayet mevcuttur. Bunlardan birinde Mescid-i Haram’ýn bulunduðu Mekke hakkýnda þöyle buyurulur: “Çevrelerinde insanlar kapýlýp götürülürken bizim Mekke’yi güvenli ve kutsal bir yer kýldýðýmýzý görmediler mi? Hâlâ bâtýla inanýp Allah’ýn nimetini inkâr mý ediyorlar?” (Ankebût, 67)

Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün fazileti hakkýnda da Kur’an’da þu haberi görüyoruz: “Kulu Muhammed’i kendisine bazý ayetlerimizi göstermek için geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kýldýðýmýz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah her türlü noksan sýfatlardan münezzehtir.” (Ýsrâ, 1)

Kur’an’da ifadesini bulan bu hakikati Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz daha bir açýklýða kavuþturmuþ ve þöyle buyurmuþtur: “Þu benim mescidimde (Mescid-i Nebi’de) kýlýnan bir namaz, baþka yerlerde kýlýnan bin namazdan daha üstündür. Ancak Mescid-i Haram’da kýlýnan namaz bunun dýþýndadýr. Zira Mescid-i Haram’da kýlýnan bir namaz, burada (Mescid-i Nebi’de) kýlýnan 100 namazdan daha efdaldir.” (Ahmed b. Hanbel, Ýbn Hibbân)

Yine þöyle buyurmuþtur: “Üç mescit dýþýnda (sýrf içinde namaz kýlmak maksadýyla) baþka bir mescide yolculuk yapýlmaz: Mescid-i Haram, benim mescidim (Mescid-i Nebi) ve Mescid-i Aksa.” (Kütüb-i Sitte ve diðerleri). Ulema bu rivayetlerden hareketle yeryüzündeki en faziletli mekânlarýn Mekke, Medine ve Kudüs olduðunu söylemiþtir. Bunlarýn da kendi aralarýnda bir üstünlük sýralamasý vardýr ki zikrettiðimiz sýrayla Mekke, Medine ve Kudüs þeklindedir. (Ýbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 3/66-67)

Yeryüzündeki mukaddes mekânlarýn en önemlileri bunlar olmakla birlikte, baþka mukaddes mekânlarýn da mevcut olduðunu Kur’an’dan öðreniyoruz. Tâ-Hâ suresinde Hz. Musa a.s.’a hitaben þöyle buyurulur: “Musa ateþin yanýna gelince kendisine (tarafýmýzdan) þöyle seslenildi: Ey Musa! Muhakkak ki ben senin Rabbinim. Hemen pabuçlarýný çýkar. Çünkü sen mukaddes vadide, Tuva’dasýn.” (Tâ-Hâ, 11-12) Bu ayette Tuva vadisinin mukaddes bir vadi olduðu açýkça zikredilmiþ, böylece o vadinin diðer yerlere göre belli bir ayrýcalýða sahip bulunduðu belirtilmiþtir.

Bizim, “Þerefu’l-mekân bi’l-mekîn” (bir mekânýn üstünlüðü, orada bulunanýn üstünlüðü sebebiyledir) düsturundan hareketle, baþta Efendimiz s.a.v.’in kabr-i saadetleri olmak üzere Sahabe, evliya, ulema ve þüheda kabirlerine ayrý bir önem vermek, buralara türbeler yaparak þereflendirdikleri mekânlarý anýtlaþtýrmak þeklindeki geleneðimizin temeli de buraya dayanýr.


Zamanlar arasýnda da üstünlük farký vardýr

Mekânlar arasýnda üstünlük farký olur da zamanlar arasýnda olmaz mý? Ýlâhî kanun burada da iþlemiþ ve Kur’an’da mesela Kadir gecesinin bin aydan hayýrlý olduðu haber verilmiþtir. (Kadr, 1-5). Kur’an bu gece indirilmiþtir ve yine bu gece Cebrail a.s. ile melekler her türlü iþi tedvir etmek için yeryüzüne inmektedir.

Gecelerin en üstünü Kadir gecesi iken, günlerin en üstünü Cuma, aylarýn en üstünü de Ramazan’dýr. Bu hususlarda pek çok hadis-i þerif rivayet edilmiþtir. Teberrüken Ramazan’ýn fazileti hakkýndaki rivayetlerden birini zikretmekle yetineceðiz: “Ramazan geldiði zaman Cennet’in kapýlarý açýlýr, Cehennem’in kapýlarý kapatýlýr ve þeytanlar zincirlenir.” (Buharî, Müslim)

Ramazan’la birlikte “Üç aylar” olarak isimlendirdiðimiz Receb ve Þaban aylarýna, Kandil gecelerine, hatta sýradan günlerde seher vakitlerine (gecenin son üçte birlik kýsmýndan güneþ doðana kadar geçen süreye) ayrý bir ehemmiyet vermemiz, bu zaman dilimlerinin önemi hakkýnda gelen Nebevî haberlere dayanmaktadýr.

Yeri gelmiþken burada bir noktayý belirtmekte fayda görüyoruz: Þer’î günler akþamdan baþlar. Her ne kadar alýþýlageldiði þekliyle gün güneþin doðuþuyla baþlayýp gece saat 24’e kadar devam ediyorsa da, hicrî/kamerî takvim esasýna ve zaman tayinine göre gün akþamdan baþlar, ertesi gün akþam sona erer. Dolayýsýyla geceler gündüzleri deðil, gündüzler geceleri takip eder.

Bunun doðurduðu en önemli sonuç þudur: Ramazan hilalinin görüldüðü akþam Teravih namazý baþlar. Çünkü Ramazan girmiþtir. Ýzleyen gündüzde de oruç tutmaya baþlarýz. Þevval hilalinin görüldüðü akþam da Teravih namazý bitmiþtir. Çünkü artýk Bayram baþlamýþtýr.

Kandil gecelerinin gündüzünde oruç tutulurken de yanlýþlýklar yapýldýðý yaygýn olarak görülmektedir. Mesela 7 Eylül 2006 Perþembe günü akþamý Berat kandili idi. Bu kandilde oruç tutmak isteyenler 7 Eylül Perþembe günü deðil, akþam kandili idrak ettikten sonra 8 Eylül Cuma günü oruç tutmalýydý.

Ýrfan sahibi halkýmýz bu mühim noktanýn farkýnda olduðu için Anadolu’da bazý yörelerde hâlâ Perþembe günlerine “Cuma akþamý günü” denmektedir.


Hayatýn mertebeleri

Zaman ve mekân hakkýndaki bu deðerlendirmelere son bir hususu daha ekleyerek yazýyý bitirelim. Varlýklar aleminde zaman ve mekâný, bizim bu dünya hayatýnda bildiðimiz/alýþtýðýmýz zaman ve mekândan ibaret saymanýn ne büyük bir yanýlgý olduðunu, Kur’an’da ve Sünnet’te yer alan birçok ikaz ve haber açýk seçik bir þekilde dikkatimize sunmaktadýr.

Mesela Kur’an’da þehitler hakkýnda þöyle buyurulur: “Allah yolunda katledilenlere ‘ölü’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak sizler (bunu) hissedemiyorsunuz.” (Bakara, 154). Benzeri bir diðer ayette de þöyle buyurulmaktadýr: “Sakýn Allah yolunda katledilenleri ölmüþler sanmayýn! Bilakis onlar diridirler; Rabbleri katýnda rýzýklanmaktadýrlar.” (Âl-i Ýmran, 169)

Bu ayetler bize, bizim “ölüm” dediðimiz hadisenin herkes için ayný þekilde cereyan etmediðini açýk bir þekilde ihtar ediyor. Þehit cenazesi görenler bilirler; uzun yýllar önce þehit olduðu halde mübarek nâþý hiç bozulmadan durur onlarýn. Hatta ellerindeki silahý sýký sýkýya tuttuklarý görülmüþtür. Yýllar, hatta yüzyýllar önce vefat etmiþ bazý Allah dostlarýnýn cenazesini görenler onlarýn mübarek nâþýnýn da bozulmadýðýný bilir.

Bütün bunlar bize, “hayat” dediðimiz hadisenin de mertebeleri olduðunu öðretmekte ve zamaný tek boyutlu, sabit ve mutlak olarak algýlamanýn ne büyük bir yanlýþ olduðunu açýk seçik göstermektedir. Bizler bu dünyada hayatýn sadece bir boyutunu yaþýyoruz. Þehitler baþka bir boyutunu, evliyaullah da bir baþka boyutunu yaþýyor.

Ayný þey mekân için de söz konusudur. Ýlgili ayetlerin delaletini hiçbir þüpheye yer býrakmayacak sarahate kavuþturan mütevatir hadisler bize Hz. Ýsa a.s.’ýn yahudiler tarafýndan çarmýha gerilmek istenirken göðe kaldýrýldýðýný açýk bir þekilde haber vermektedir. Zamaný ve mekâný daracýk bir pencereden gören bazý araþtýrmacýlar, “Eðer Hz. Ýsa a.s. göðe kaldýrýldýysa orada ne yapar? Bunca zamandýr nasýl yaþar? Ne yer, ne içer, nerede barýnýr?” gibi sorular sorarak güya bu hakikati inkâra yeltenirler. Bilmezler ki Hz. Ýbrahim a.s.’ý yakmak üzere hazýrlanmýþ çýlgýn ateþi gül bahçesine çeviren, yani zamana, mekâna ve mahlukata mutlak hakim olan Yüce Kudret, Hz. Ýsa a.s.’ý yemekten, içmekten ve soðuk-sýcak gibi arýzî durumlardan etkilenmekten müstaðni kýlmaya ve binyýllarca yaþatmaya da elbette mutlak bir kudretle kadirdir...

 

Kaynak: SEMERKAND DERGÝSÝ





radyobeyan