Sunnet mi Gelenek mi_? By: ezzehraveyn Date: 13 Kasým 2009, 00:51:06
SÜNNET MÝ, GELENEK MÝ?
Ebubekir SÝFÝL
Müsteþrikler, Batý dillerinde yaptýklarý Ýslâmiyat çalýþmalarýnda “Sünnet” ve “Hadis”i “ tradition ” (gelenek) kelimesi ile ifade ettiler. Bu, onlarýn, Sünnet ve Hadis'i (týpký kendi geçmiþlerinde olduðu gibi) Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den sonra gelenlerin O'na atfettiði ve fakat aslýnda O'na ait olmayan bir yýðýn söz ve uygulamalar olarak ya da toplumun zaman içinde oluþturduðu örf, an'ane , adetlerle ayný özelliðe sahip, onlardan farklý ve üstün bir yaný bulunmayan bir olgu olarak nitelendirmelerinin sonucuydu.
Müsteþrikler'in *, çalýþmalarýný Sünnet sahasýna kaydýrdýklarý dönemlerde yaygýn olarak kullanýlmaya baþladýðý dikkat çeken bir kavram “gelenek”.
Ýslâm dünyasýnda onlarýn çalýþmalarýndan etkilenen bir takým ilim adamý ve araþtýrmacýlar, bu kavramý, onu oluþturan ve anlam sýnýrlarýný belirleyen dinî ve kültürel arka planý dikkate almadan Ýslâm dünyasýna aktarýnca, bize tamamen yabancý bir düþünme biçiminin anahtar kavramlarýndan biri dilimize yerleþmiþ oldu. Dolayýsýyla kendisi öz Türkçe olmasýna ve dilimizde öteden beri kullanýlagelmesine raðmen, “gelenek” kelimesi anlam geniþlemesine ve dönüþüme uðrayarak islâmî ilimler alanýnda kaleme alýnan hemen her metinde rastlanan bir “kavram” haline geldi.
Bizim ilim ve kültür hayatýmýzda “gelenek”, bu anlam geniþlemesine uðramadan önce, “örf”, “adet” ve “ an'ane ” kelimeleri ile hemen hemen ayný þeyi anlatýrdý. Halk arasýnda yaygýn olarak görülen uygulamalara/muamelelere tekabül etmesi hasebiyle Fýkýh ilminin de ilgi sahasýna giren bu kelimeler, (belli þartlarý taþýmalarý kaydýyla) ancak temel delillerin arkasýndan gelen “ talî deliller” kategorisinde dikkate alýnan bir özelliðe sahiptir.
Bununla birlikte bu kelimeler yakýndan incelendiðinde, bu yazýnýn konusunu teþkil eden “gelenek” ile uzaktan yakýndan ilgili olmadýklarý fark edilecektir. Þimdi yazýnýn bütünlüðünü temin etmesi için bu kavramlarý kýsaca tanýyalým:
Örf - adet - an'ane - cari amel
Kaynaklar bu kelimeleri, halk arasýnda yaygýn kültürel, sosyolojik ve folklorik uygulamalarýn karþýlýðý olarak kullanýr. Atadan-dededen tevarüs edilen ve sosyolojik anlamda toplumsal kimliði oluþturan unsurlardan birisini teþkil eden bu türlü uygulamalar, dinî ilkelere uygun olabileceði gibi, aykýrý da olabilir. Dinî ilke veya naslarla ** herhangi bir çatýþma arz etmeyenler “sahih örf” kavramýyla ifade edilir. Bunlar dinî olarak itibara alýnan uygulamalardýr. Mecelle'de*** yer alan, “Adet muhakkemdir ”, “ Örfen þart kýlýnan, dinen þart kýlýnmýþ gibidir” tarzýndaki kaidelerin atýfta bulunduðu, bu tür uygulamalardýr.
Bir de dinî ilke ve naslara aykýrý olan örf, adet ve uygulamalar vardýr ki, bunlara kesinlikle itibar edilmez. “ Fâsit örf” kavramý içinde deðerlendirilen bu tür uygulamalar, toplumsal kimliðin yabancý kültür ve medeniyetlerden etkilendiði veya bazý kesimlerin eski bâtýl dinlerinin etkisinden tam anlamýyla kurtulamadýðý alanlarda ortaya çýkar. Bunlarýn dinî ilke ve hükümlerle çatýþma halinde olmalarý bakýmýndan “ bid'at -ý seyyie” (çirkin bid'at ) kavramý içinde deðerlendirilmesi de mümkündür. Sahih dinî kimliðin ve saðlýklý toplumsal yapýnýn muhafazasý için, ulema öteden beri bu türlü uygulamalara karþý toplumu uyarmýþ, bunlarý yaþatmaktan sakýndýrmýþtýr.
“ An'ane ” kelimesi örf ve adet ile hemen hemen ayný anlamdadýr. Aslý Arapça olan bu kelime, atadan dededen görülerek benimsenen ve yaþatýlan uygulamalar demektir.
“Cari amel” ise daha ziyade Malikî mezhebinde benimsenmiþ bir kavramdýr. “Sahih örf” kavramý ile hemen hemen ayný þeyi anlatýr.
Bütün bu kelimelerin ortak özelliði, toplumsal eðilim ve anlayýþlar deðiþtiðinde deðiþebilen uygulamalar olmasýdýr. Her ne kadar toplum tarafýndan benimsenen uygulamalar olmasý dolayýsýyla, yerine getirmeyenler toplumsal bir yadýrgama veya tepki ile karþýlansa da, bu durum onlarýn deðiþmemesi gereken dinî emirler olarak telakki edilmesi sonucunu doðurmaz. Bir diðer ifadeyle bunlar, dinî anlamda (týpký ibadetler gibi) asla deðiþmemesi gereken, deðiþtirildiðinde günah veya riayet edildiðinde sevap kazandýran ilâhi emirler gibi deðildir. Toplumlarýn tarihsel ve sosyolojik tecrübelerinin doðurduðu, toplumsal kimliði ortaya koyan, toplum tarafýndan yaygýn olarak yaþatýlan ve dinî ilke ve hükümlerle çatýþma teþkil etmeyen özellikleri sebebiyle, dinî açýdan dikkate alýnmasý gereken hususlar olarak görülmüþlerdir.
Bu tür uygulamalarýn dinî deliller hiyerarþisi içindeki yeri, yukarýda da söylediðimiz gibi temel delillerden sonra gelir. Temel delilleri Kur'an -Sünnet ve onlardan sonra gelen Ýcma ve Kýyas þeklinde sýralayacak olursak, örf, istihsan , maslahat... gibi baþlýklar altýnda ele alýnan bu uygulamalarýn daha alt sýralarda yer aldýðý görülür. Mecelle'de “ Ezmânýn tegayyürü ile ahkâmýn tebeddülü inkâr olunamaz” (zamanýn deðiþmesiyle hükümlerin de deðiþeceði inkâr edilemez) kaidesinin atýfta bulunduðu “hükümler”, Kur'an ve Sünnet ile belirlenmiþ olanlar deðil, bu türlü (örf vesaireye dayanan) uygulamalar üzerine bina edilmiþ olan hükümlerdir. Bu meselenin tafsilatý için Usul-i Fýkýh ve Kavaid kitaplarýyla Mecelle þerhlerine bakýlabilir.
Ulema örfü
Gerek Kur'an'ýn , gerekse Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'in tebliði doðrultusunda zaman içinde kurumlaþan ve birer disiplin haline gelen islâmî ilimlerin her birinin kendine özgü kavramlarý vardýr. Esasen bu durum, dinî olsun olmasýn, bütün ilim dallarý için geçerlidir. Bir iþtigal alanýnýn müstakil bir “ilim dalý” olarak nitelendirilebilmesi için, o sahada kendine özgü kavram ve terimlerin mevcudiyeti, “olmazsa olmaz” þartlardan birisidir.
Ýþte bu zorunluluk, islâmî ilimlerde de “Ulema Örfü” veya “ Þer'î Örf” kavramýyla ifade edilen olguyu ortaya çýkarmýþtýr. Ulema arasýnda bilinen ve kullanýlan kavram ve terimler, týpký “gelenek” kelimesinde olduðu gibi birden fazla anlama sahip ise, bunlar arasýndan ilmî ve teknik anlamýn kastedildiðini anlatmak için “Bu kelime ulema örfünde/ þer'î örfte þu anlama gelir”, yahut “bu kelimenin sözlük anlamý þu, ýstýlahî anlamý budur” denir. Böylece biz o kelimenin dinî ilimlerde ifade ettiði teknik anlamýn kastedildiðini anlarýz.
Hatta bu durum, islâmî ilimlerin birinden diðerine deðiþebilen kavramsal muhteva için de aynýyla geçerlidir. Bazý kavramlarýn Fýkýh, Hadis, Kelam... gibi ilim dallarýnda farklý anlamlarda kullanýlmasý, bu söylediðimizin ifadesidir. Sünnet, sýhhat, butlan, cevaz, zaaf, illet... gibi pek çok kavram bunun örneðidir.
Ulema örfü hakkýndaki bu kýsa izahattan da anlaþýlacaðý gibi, toplumsal/sosyolojik anlamdaki örf ile “ulema örfü”nün herhangi bir ilgisi yoktur. Bu iki kavram arasýndaki tek ortak nokta, her ikisinde de “örf” kelimesinin mevcut olmasýdýr. Ancak yukarýdaki izahat, bu ortaklýðýn sadece isimlendirmeyle sýnýrlý bulunduðunu, her iki alanýn muhteva ve anlam sýnýrlarýnýn birbirinden tamamen farklý olduðunu ortaya koymaktadýr.
Dolayýsýyla, bu zahirî ortaklýktan hareketle yazýmýzýn konusunu teþkil eden “gelenek” kelimesinin bir yönüyle ilmî ýstýlahlar arasýnda bulunduðunu ileri sürmek asla doðru deðildir.
Batý kültürü ve dinî gelenek
Ýncil ve Hz. Ýsa a.s.'ýn öðretileri tarih içinde esaslý bir tahrife maruz kaldýðý için, Hýristiyan düþüncesi, vahiy ürünü olduðu kesin olan ve Hz. Ýsa a.s.' dan intikal ettiðinde þüphe bulunmayan baðlayýcý bir metinden ve uygulamadan yoksundur. Bugün elimizde bulunan dört Ýncil nüshasý arasýndaki farklýlýk ve çeliþkiler, hatta sayýlarý 4'e indirilene kadar tarih içinde oluþmuþ yüzlerce farklý Ýncil nüshasýnýn mevcudiyeti, hýristiyanlarýn “Kutsal Kitap” anlayýþýnýn bizimkinden hayli farklý olduðunun en önemli göstergelerinden birisidir. (Ýncil nüshalarý arasýndaki bu farklýlýk ve çeliþkiler için bkz. Doç. Dr. Þaban Kuzgun, Dört Ýncil, Farklýlýklarý, Çeliþkileri.) Aralarýnda hayli önemli farklýlýklarýn bulunduðunu bildiðimiz bu Ýncil metinlerinin, Hz. Ýsa a.s.' ýn terk-i dünya etmesinden uzun yýllar sonra kaleme alýndýðýný ve son tahlilde Hz. Ýsa a.s.' ýn , Ýncil yazarlarýnýn kaleminden çýkmýþ biyografisinden ibaret olduðunu Hýristiyan alemi de kabul etmektedir.
Durum yahudiler için de pek farklý deðildir. Meþhur yahudi modernistlerden Abraham Geiger , bütün kutsal metinlerin insan ürünü olduðunu söylerken, aslýnda hýristiyanlar için söz konusu olan bu gerçeðin en azýndan modernist yahudiler için de geçerli olduðunu dile getiriyordu. Ýsrailoðullarý'nýn tarih içinde geçirdikleri muhtelif dönemler, baþlarýna gelen önemli olaylar ve bütün bir tarihsel maceranýn sonucunda ortaya çýkan inanýþ biçimleri ve uygulamalar, Tevrat'ýn kaybolmuþ metninin Hz. Musa a. s'dan yüzyýllar sonra Azra ve emrindeki 40 kiþilik heyet tarafýndan yeniden kaleme alýnmasý ve daha da önemlisi bu metnin tefsirleri (Talmud ve Midraþ), Yahudi inanç ve kültürüne temel karakterini veren unsurlarýn beþer ürünü olduðunun en önemli kanýtlarýdýr. Bilindiði gibi bugün yahudiler arasýnda hangisinin gerçek Tevrat olduðuna bir türlü karar verilemeyen iki ayrý Tevrat nüshasý bulunmaktadýr: Yahudi Tevratý ve Samirî Tevratý . Bu iki Tevrat nüshasý arasýnda 6 bin kadar farklýlýk olduðu tesbit edilmiþtir. (Bu konular için bkz. Baki Adam, Yahudi Kaynaklarýna Göre Tevrat.)
Hal böyle olunca, bu kesimler için “din”, aslýnda Hz. Musa a.s. ve Hz. Ýsa a.s.' dan sonra geçen uzun yüzyýllar içinde vücut bulmuþ ve kurumlaþmýþ geleneklerin toplamýndan baþka bir þey deðildir. Yahudi ve hýristiyanlarýn kutladýðý bayramlardan, özel anlam taþýyan kimi eþya, gün ve araç-gerece, hatta ibadet ve dualara kadar geleneðin mahsulü olan pek çok unsur, zaman içinde dinî bir niteliðe büründürülerek kutsallaþtýrýlmýþtýr. Dolayýsýyla hem yahudiler , hem de hýristiyanlar için “gelenek” kelimesinin “din” ile eþdeðer bir güç ve belirleyiciliðe sahip olduðunu söylemek gerçeðin ifadesidir.
Müsteþrikler ve gelenek
Yahudi ve hýristiyan müsteþrikler Ýslâm hakkýndaki çalýþmalarýný, kendi dinlerinin arz ettiði bu duruma þartlanmýþ olarak yürütmüþlerdir. Bu cümleden olarak karþýlarýnda ilk olarak vahiy mahsulü Kur'an'ý ve onun ilâhi kontrol altýnda þekillenen pratiði olan Sünnet'i buldular. Dinî ve tarihsel tecrübeleri, bu iki kaynaðýn beþer ürünü olarak kabul edilmesi dýþýnda baþka bir seçenek bulunabileceðini düþünmekten onlarý alýkoydu. Bir diðer þekilde söylersek, yahudi ve hýristiyan Ýslâm araþtýrmacýlarýnýn bilinç yapýsý, algý ve tasavvur tarzý, ilâhi kaynaklý, insan müdahalesine uðramamýþ bir Kitap ve onun yine ilâhi kontrol altýnda þekillenen pratiði (Sünnet) diye bir þeyi kabul etmeye müsait deðildi. Bu noktaya onlarýn Ýslâm'a karþý besledikleri kemikleþmiþ önyargýyý da eklersek, Ýslâm'ý kendi muharref dinlerinin yapýsýyla özdeþleþtirerek anlamaya çalýþmadaki ýsrarlarýný daha iyi kavrarýz.
Bu sebeple müsteþrikler, Batý dillerinde yaptýklarý Ýslâmiyat çalýþmalarýnda “Sünnet” ve “Hadis”i “ tradition ” (gelenek) kelimesi ile ifade ettiler. Bu, onlarýn, Sünnet ve Hadis'i (týpký kendi geçmiþlerinde olduðu gibi) Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den sonra gelenlerin O'na atfettiði ve fakat aslýnda O'na ait olmayan bir yýðýn söz ve uygulamalar olarak ya da toplumun zaman içinde oluþturduðu örf, an'ane , adetlerle ayný özelliðe sahip, onlardan farklý ve üstün bir yaný bulunmayan bir olgu olarak nitelendirmelerinin sonucuydu. Çünkü (yukarýda da vurguladýðýmýz gibi) kendi geçmiþlerinde peygamberlerin aðzýndan çýktýðý gibi korunarak nesilden nesile intikal eden hadisler bulunmadýðý gibi, bir tek harfi dahi deðiþmeden gelmiþ vahiy mahsulü bir kitap da mevcut olmamýþtý.
Bugün Ýncil'in kadýnlar/feministler, zenciler, fiziksel engelliler, Amerikalýlar, Avrupalýlar... tarafýndan geliþtirilen birbirinden farklý yorumlarý söz konusu ise, bunun sebebi, Ýncil hakkýnda Hz. Ýsa a.s.' dan gelen baðlayýcý ve ilâhi garanti altýnda bulunan bir tefsirinin elde bulunmayýþýdýr. Hatta dediðimiz gibi Ýncil'in bizzat kendisi bile tahrife maruz kalmýþ ve kaybolmuþtur.
Endonezya'dan Fas'a, Kafkaslar'dan Hindistan'a kadar milyonlarca kilometrekarelik geniþ bir coðrafya üzerinde yaþayan müslümanlarýn , -önemsiz detaylar dýþýnda- ibadet þekillerinden giyim-kuþamlarýna, günlük hayatta yaþama biçimlerine ve davranýþlarýna kadar çarpýcý bir tavýr ve tarz ortaklýðý sergilemesi, müsteþriklerin de dikkatinden kaçmamýþtýr. Bu noktayý araþtýran zeki müsteþrikler, müslümanlara bu ortak hayat anlayýþýný saðlayan en önemli unsurun Sünnet olduðunu fark etmekte gecikmemiþler ve o andan itibaren çalýþmalarýný Sünnet sahasýna kaydýrmýþlardýr.
Sünnet'in Ýslâm dinini yaþamada ne derece önemli ve vazgeçilmez bir yere sahip bulunduðunu (yani müsteþriklerin gördüðünü) göremeyecek kadar dine ve tarihe miyop bakan modernistler , vakýflardan han, hamam ve kervansaraylara, güzel sanatlardan mimari ve musikiye, eðitimden hukuk ve ekonomiye, giyim-kuþamdan sosyal hayatýn en ince detaylarýna, hatta savaþ ve barýþ ahkâmýna kadar Ýslâm toplumuna biçim ve karakterini veren en önemli unsurun Sünnet olduðunu elbette fark edemeyeceklerdir. “ Kur'an'dan baþka delil tanýmayýz” tavrýnda olanlarýn, doðumdan (hatta doðum öncesinden) ölüme ve ölüm sonrasýna kadar bütün bir hayatý kucaklayan bu ve benzeri hususlardan hangisini sadece Kur'an'a dayanarak oluþturabilecekleri sorusuna cevap veremeyeceklerini çok iyi biliyoruz. Çünkü Sünnet olmaksýzýn müslümanca bir hayatýn ne inþasý, ne de devamý mümkündür!
Gelenek kelimesinin mahkûm edici imajinatif /sanal gücü
Modern dönem, insanýn Allah, din, peygamber, varlýk... anlayýþýnýn tamamen altüst olduðu bir dönemdir. Bu dönemde her þeyin merkezinde, her þeye hakim olma arzusundaki insan vardýr. Modern insan, aklýnýn yetmediði ve elinin uzanamadýðý hiçbir þeyi gerçek kabul etmez. Ýþte bu anlayýþla modern insan, modern dönem öncesine ait ne varsa “geleneksel” kelimesiyle ifade ederek devre dýþý býraktý.
Modernist anlayýþ için, 1400 yýllýk Ýslâm mirasý sadece üzerinde inceleme, araþtýrma ve deney yapmaya yarayan bir “kadavra” mesabesindedir. Bu anlayýþýn takipçilerine göre, geleneðe ait hiçbir unsur bugünün dünyasýnda yaþama þansýna sahip deðildir. Geleneksel alimler , geleneksel kitaplar ve geleneksel çizgi, zamanýný doldurmuþ, bugüne söyleyecek sözü olmayan, tarihe ait fosillerdir!
“Peygamber'e tabi olmak gerekir” derseniz, modernist kiþi buna karþýlýk, “bu geleneksel çizginin peygamber anlayýþýdýr” deyiverir ve ekler: Peygamber tabi olmak için deðil, sadece bir örnek olarak deðerlendirilmek için gönderilmiþtir.
“ Kur'an'a uymak gerekir” diyecek olursanýz, buna da, “ Kur'an 7. yüzyýl Arabistan'ý için inmiþtir. Bu sebeple onun içindeki hükümler bugün için geçerli deðildir” der.
“Ulemanýn çizgisinden ayrýlmayýn” deseniz, “Bu, geleneðin kutsallaþtýrýlmasýdýr. Onlar modern insana yol gösteremez” karþýlýðýný alýrsýnýz. Bu anlayýþ la Allah , peygamber, din, Kur'an , Sünnet, mucize, keramet, melek, þeytan, dünya ve ahiret , modernist anlayýþ tarafýndan yeniden tanýmlandý ve Batýlý insanýn kabullerine uygun hale dönüþtürüldü.
Bütün bunlar aslýnda “gelenek” kelimesinin ifade ettiði þeyin “eskimiþ, pörsümüþ, iþe yaramaz” olduðu, buna karþýlýk “modern” kelimesinin, “yeni, canlý, sahici ve geçerli” olan þeyleri anlattýðý þeklindeki yanýltýcý ön kabulün sonucudur. Müsteþrikler ve onlarý izleyen modernist müslümanlar , bir “alicengiz oyunu” ile zihnimize yerleþtirdikleri “geleneksel-modern” ayrýmý sayesinde deveyi cüce, cüceyi deve olarak takdim ediyor.
Bütün bu yaþananlar, her þeyi Batýlý insanýn koyduðu deðer ölçüleri içinde algýlama hastalýðýnýn doðal uzantýlarýdýr. Zira modernizm dediðimiz olgu, bütünüyle Batýlý insana mahsus bir anlayýþý ifade ediyor. Dolayýsýyla bu anlayýþa uymayan ne varsa, “geleneksel” yaftasýyla yaftalanýp, hayatýn dýþýna atýlmak isteniyor. Sonuçta ortaya Batý'nýn itiraz etmediði bir din anlayýþý çýkýyor. Bu din anlayýþý, kendi deðerlerini Batýlý anlayýþ doðrultusunda küçümseyen ve dýþlayan, Batý'ya itiraz etmeyen, direnmeyen, teslim olmuþ ve Batý'nýn üstünlüðünü peþinen kabul etmiþ bir insan tipi ortaya çýkarmýþtýr.
Bu tuzaða beyninden yakalananlarýn düþtüðü duruma düþmemek için, Ýslâm hakkýnda konuþurken “modern-geleneksel” þeklindeki ayrýma asla müsamaha etmemelidir. Konuþmalarýmýzda ve yazýlarýmýzda “geleneksel din anlayýþý”, “klasik eserler/ alimler ” gibi ifadeler kullanmaktan þiddetle kaçýnmalýdýr. Zira bu ifadelerin arkasýnda þöyle bir kabul yatar: Biri geleneksel olan ve diðeri geleneksel olmayan (modern) iki türlü tasavvur vardýr.
Oysa bu kabul temelden yanlýþtýr. Ýllâ bir tasnif yapacaksak, “hak - bâtýl ”, “Sünnet'e uygun - Sünnet'e aykýrý”, “ Ehl -i Sünnet - Ehl -i Bid'at ” gibi nitelemeler kullanmak daha uygundur.
*Müsteþrik: Oryantalist, Ýslâm üzerine araþtýrma yapan gayrimüslim ilim adamý.
** Nas : Ayet, hadis, icma gibi dinin tartýþmasýz temel hüküm kaynaklarý.
***Mecelle: 1869-1876 yýllarý arasýnda Ahmet Cevdet Paþa'nýn baþkanlýðýnda bir heyet tarafýndan hazýrlanan ve muamelâta iliþkin fýkhî hükümleri bir sistem içinde bir araya getiren medeni kanun çalýþmasý.
Kaynak: SEMERKAND DERGÝSÝ
radyobeyan