Makale Dünyasý
Pages: 1
Ehl-i Kitap ile iLiski Zeminimiz.. By: ezzehraveyn Date: 11 Kasým 2009, 13:07:23
EHL-Ý KÝTAP ÝLE ÝLÝÞKÝ ZEMÝNÝMÝZ

 

 

Ebubekir SÝFÝL


 

Son ikiyüz elli yýldýr Ýslâm dünyasýna hakim olan Batýlýlaþma anlayýþýyla birlikte son derece önemli bir mesele gündeme geldi: Gayrimüslimlerle, özellikle de Ehl-i Kitap ile iliþkilerimiz nasýl olmalýdýr? Ülkeler arasýnda anlaþmalar, birliktelikler, paktlar olur; bu uluslararasý siyasetin gereðidir. Peki dinler arasý iliþki nasýl olmalýdýr?

Ülkeler arasýnda çýkara dayalý birliktelikler kurulabilir. Bunun için siyasi, ekonomik, askeri... unsurlar bir araya getirilebilir. Çünkü bunlarýn bir araya gelmesi milletin kimliðine, þahsiyetine bir zarar vermez.

Fakat milletlere asýl karakterini veren dinî inanç, deðer ve kabulleri bir araya getirip ortak bir zemin tedarikine çalýþmak beyhudedir. Eþyanýn tabiatýna aykýrý bu çabanýn sonuç verebilmesi, ancak tabiatýnýzý deðiþtirmenize, inancýnýzý dönüþtürmenize baðlýdýr.

Tarihte Ehl-i Kitap’ýn (yahudiler ve hýristiyanlar) Ýslâm’a ve müslümanlara bakýþý, insaf, hakký teslim etme, doðruyu ikrar etme noktasýna hiçbir zaman ulaþmamýþtýr. Geçen ay Katoliklerin ruhani lideri Papa 16. Benedikt’in sarf ettiði sözler de bunun açýk bir örneði olmakla yeni bir durum deðildir. Dinler arasý iliþkiler söz konusu olunca “ortak zemin teþkili” gibi bir þeyin olabileceðini düþünmek ya sanrýlý bir hayal ya da kasýtlý bir aldatmadýr. Ferdî hidayet hikâyeleri dinlemek için buna gerek yok.


Geçmiþten devralýnan miras

Yahudiler kendilerini son hak dinin temsilcileri (!) olarak gördükleri için Hz. Ýsa a.s.’ýn zuhurunu hazmedemediler ve o yüce peygamberi öldürmeye kalktýlar. Hýristiyanlarýn Ýslâm’a ve onun muazzez peygamberine bakýþý da aynen böyle oldu. Kur’an’ýn nüzulü ve Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in peygamberler silsilesinin son halkasý olarak zuhuru, Ehl-i Kitap’ýn her iki kanadý tarafýndan bu sebeple asla hazmedilememiþtir.

Bununla birlikte geçtiðimiz yüzyýlda önce Katolik dünyasý tarafýndan (1960-65 yýllarý arasýnda yapýlan 2. Vatikan Konsili’nde alýnan kararlar doðrultusunda) dile getirilen, arkasýndan da diðer birçok hýristiyan mezhep tarafýndan paylaþýlan bir anlayýþ kendisini yavaþ yavaþ hissettirmeye baþladý. Bu anlayýþ, savaþýn kimseye fayda getirmediðini, insanlýðýn ortak problemlerine dinler tarafýndan ortak çözümler getirilebileceðini söylüyor, daha da önemlisi, dinlerin arasýnda “ortak noktalar” bulunduðunu ileri sürüyordu!

Ýslâm dünyasý, alýþýk olmadýðý bu tavýr karþýsýnda önce bir süre kararsýz ve mütereddit davrandý. Arkasýndan yavaþ yavaþ bu çaðrýya olumlu karþýlýk verilmesi gerektiðini dile getirenler görülmeye baþlandý.

Bugün itibariyle baþta hýristiyanlar olmak üzere diðer din mensuplarýyla, görüþmeyi, konuþmayý, birlikte hareket etmeyi ve ortak noktalar tesisini amaçlayan oluþumlar, varlýðýný Ýslâm dünyasýnda sürdürmektedir. Bu durum ülkemiz için de söz konusudur.

Ancak gerek teorik zeminde, gerekse uygulamalar seviyesinde bu oluþumlarýn doðurduðu bir takým önemli problemler var ki, zaman zaman Ýslâm’ýn tek ve son Hak Din olduðu gerçeðinin tartýþma gündemine getirilmesi gibi sonuçlar dahi doðurabilmektedir.

Bu bakýmdan meselenin Kur’an ve Sünnet çerçevesinde arz ettiði manzara ile tarihî durumun netleþtirilmesine ihtiyaç bulunduðunu düþünüyoruz.


Tarihî durum

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz Mekke’de Ýslâm’ý tebliðe baþladýðýnda, ilk muhataplarý müþrikler olmuþtu. Çünkü Mekke’de o dönemde Ehl-i Kitap’tan kimse ikamet etmiyordu. Hz. Hatice validemizin amcasýnýn oðlu Varaka b. Nevfel ve köle olduðu anlaþýlan birkaç hýristiyan dýþýnda ne yahudi, ne de bir baþka din mensubunun Mekke’de ikamet ettiðine dair bilgi yoktur. Varaka b. Nevfel’in, Efendimiz s.a.v.’in çaðrýsýnýn Hak olduðunu ikrar ettiði ve kendisine icabet edilmesi gerektiðini vurguladýðý malumdur.

Mekke döneminde Efendimiz s.a.v., tebliðe memur kýlýndýðý yüce hakikatleri önce yakýnlarýna ve yakýn çevresindeki insanlara, ardýndan da Taif’teki Abduyelîloðullarý gibi civar kabilelere teblið etti. Bu aþamada Efendimiz s.a.v. ile gayrimüslimler arasýndaki iliþkinin daima “teblið” zemini üzerinde yürüdüðü görülmektedir.

Burada hatýrlanmasý gereken bir diðer nokta da, Habeþistan’a hicret meselesidir. Gayrimüslimlerle ortak hareket edilmesi anlayýþýnda bu olayýn da etkili olduðu görülmektedir. Ancak hatýrlamalýyýz ki, bir hýristiyan olan Habeþistan Necaþisi, ülkesine hicret eden müminleri dinledikten sonra Efendimiz s.a.v.’in Hak Peygamber olduðunu belirtmiþ, Hz. Ýsa a.s. ile Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in tebliðleri arasýnda herhangi bir farklýlýk bulunmadýðýný söylemiþtir.

Hz. Ýsa a.s.’ýn teblið ettiði tevhit inancýný aslî safiyetiyle muhafaza eden bu adil hükümdar ülkesine hicret eden sahabilerin tebliði sonucunda çok geçmeden müslüman olmuþ, yýllar sonra bir müslüman olarak ruhunu teslim ettiðinde vefat haberi Medine’de bulunan Efendimiz s.a.v. tarafýndan mucizevî bir þekilde Sahabe’ye bildirilmiþ ve cenaze namazý kýlýnmýþtýr.


Medine dönemi

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz Medine’ye hicret ettiðinde, Mekke’deki durumun aksine müslümanlarla yahudi ve hýristiyanlar arasýnda yoðun münasebetler oluþtu. Mekke’de iken müþriklere muhalefet temel strateji idi ve bu baðlamda Ehl-i Kitap’a kýsmî bir yakýnlýk söz konusu idi. Hatta hýristiyan Bizans Ýmparatorluðu ile mecusi Sâsânî Ýmparatorluðu arasýndaki savaþta Sâsânîler’in galip gelmesi müþrikleri sevindirmiþ, müminleri üzmüþtü. Müþrikler, “Siz de kitap ehlisiniz, onlar da. Þimdi kitap ehli hýristiyanlar Fars kardeþlerimiz tarafýndan nasýl maðlup edildiyse, siz de bizimle karþýlaþtýðýnýzda aynen öyle maðlup olacaksýnýz!” diyerek müminleri tahkir ediyorlardý.

O esnada nazil olan Rum Suresi bu duruma deðinmiþ, bir süre sonra ikinci bir savaþ yapýlacaðýný ve bu defa Bizanslýlar’ýn galip geleceðini ve müminlerin sevineceðini haber vermiþti (Rum, 2-4). Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr r.a. müþriklerle Bizans’ýn 3 yýl içinde galip geleceði konusunda bahse tutuþmuþ ve konuyu Efendimiz s.a.v.’e de bildirmiþti. Efendimiz s.a.v., süreyi 9 yýla uzatýp, bahsi de artýrmasýný söyledi. Hz. Ebu Bekr r.a., Efendimiz s.a.v.’in buyurduðu gibi süreyi uzatýp bahsi artýrdý. Nihayet aradan 9 yýl geçtikten sonra Hudeybiye barýþý zamanýnda Bizans ile Sâsânîler arasýnda ikinci bir savaþ daha oldu ve bu defa Bizans galip geldi.

Ancak belirtmeliyiz ki, müminlerin Ehl-i Kitap ile kýsmî yakýnlýðý Medine döneminde tamamen ortadan kalkmýþtýr. Zira bu dönem, müþriklerin etkinliðinin tamamen yok edildiði, buna mukabil Ýslâm’a Ehl-i Kitap’ýn cephe aldýðý bir dönem olarak dikkat çekmektedir.


Yahudilerle iliþkiler

Medine döneminde gayrimüslimlerle iliþkilerin biraz daha farklý bir zeminde geliþtiði görülmektedir. Efendimiz s.a.v.’in burada uygulamaya koyduðu “Medine Sözleþmesi”, yahudi kabilelerini de içine alan bir çerçeve getirmiþ, yahudilerle iliþkiler belli kurallara riayet ettikleri sürece barýþ zemininde yürütülmüþtür.

Bu sözleþmenin metnini yakýndan inceleyenlerin, hakim mevkide bulunanlar ile teba arasýndaki iliþkileri düzenleyen bir hava sezmemesi mümkün deðildir. Bundan daha tabii bir þey olamaz. Zira Medine’nin iki hakimi olan Evs ve Hazreç kabileleri müslümandýr ve yahudiler de bu iki kabile ile aralarýnda bulunan anlaþmalar çerçevesinde orada ikamet etmektedir. Efendimiz s.a.v. buraya hicret ettiðinde Ýslâm’ýn hakimiyeti tartýþmasýz biçimde tescillenmiþ ve ilan edilmiþ oldu.

Bir süre sonra Medine’deki bu yahudi kabileleri birer birer sözleþmeyi ihlal etmeye baþladýðýnda, kendilerine karþý Hayber, Benî Kaynuka, Benî Mustalýk... gazveleri düzenlenmiþ, kimi Medine dýþýna sürülmüþ, kimi de daha sýký þartlarý kabul ederek Medine’de kalabilmiþtir.

Nihayet Hz. Ömer r.a. dönemi geldiðinde Medine’de kalan küçük gruplar da taþkýnlýða devam ettikleri için buradan sürülmüþtür.

Efendimiz s.a.v.’in yahudilere muhalefet tavrý, Aþure orucu meselesinde de net bir þekilde gözlenmektedir. Medine’ye ilk hicret vaki olduðunda buradaki yahudilerin Muharrem ayýnýn 10. günü oruç tuttuðunu gördüler. Efendimiz s.a.v., Hz. Musa a.s.’ýn Ýsrailoðullarý’ný Mýsýr’dan çýkarýþýnýn anýsýna tutulan bu orucu hemen benimsedi; ancak yahudilere muhalefet olsun diye Muharrem’in 10. gününe, öncesinden veya sonrasýndan bir gün daha eklenmesini emir buyurdu.

Keza Medine’ye hicretin ilk zamanlarýnda -týpký Mekke’deki gibi- namazlarda Beyt-i Makdis’e doðru dönülürken, bilahare Kur’an’ýn emriyle kýble olarak Kâbe tayin edilmiþtir (Bakara, 141-144). Burada da yahudilere muhalefet tavrýný görmemek mümkün deðildir.


Hýristiyanlarla iliþkiler

Bu dönemde hýristiyanlarla iliþkiler de yoðun bir mahiyet arz etmiþtir. Bilhassa Yemen tarafýnda bulunan Necran hýristiyanlarý ile iliþkilerin önemli bir yere sahip olduðunu görüyoruz. Âl-i Ýmrân Suresi’nin ilk 80 küsur ayetinin iniþine sebep teþkil eden hadise þöyle geliþmiþtir:

Efendimiz s.a.v., teblið vazifesi çerçevesinde, komþu devlet baþkanlarýna ve kabile reislerine Ýslâm’a davet mektuplarý göndermiþtir. Bu meyanda hicretin 8 veya 9. yýlýnda Efendimiz s.a.v., Necran hýristiyanlarýna da bir davet mektubu gönderdi. Bunun üzerine Necran hýristiyanlarý, baþlarýnda ileri gelen din adamlarý ve kabile reisleri olmak üzere 60 kiþilik bir heyeti Medine’ye gönderdiler.

Heyet geldiðinde Efendimiz s.a.v. ile görüþmelerde bulundu ve mesele gelip Hz. Ýsa a.s.’da kilitlendi. Onlar Hz. Ýsa a.s.’ýn -hâþâ- ilâh olduðu iftirasýný tekrarlayýnca, Âl-i Ýmrân Suresi’nin 61. ayeti indi. “Mübâhale/lânetleþme ayeti” denen bu ayette Efendimiz s.a.v.’e Necran heyeti ile “Allah’ýn, lânetini yalancýlar üzerine yaðdýrmasý için” lânetleþmesi emir buyuruldu.

Heyet konunun ciddiyetini anlayýp, ilâhi gazaba muhatap olmaktan korktuðu için lânetleþmeye yanaþmadý ve Efendimiz s.a.v.’in (cizye vergisi ve diðer) þartlarýný kabul ederek Necran’a döndü.


Daha sonraki dönemler

Efendimiz s.a.v. Ehl-i Kitap’a muhalefeti fiilî olarak ortaya koyduðu gibi, ümmetine de “Ehl-i Kitap’a muhalefet edin.” talimatýný vererek (Muvatta, Nesâî, Ahmed b. Hanbel), bunun bir “davranýþ biçimi” haline getirilmesini istemiþtir.

Bu sebeple tarih boyunca müslümanlar, Ehl-i Kitap ile bir arada yaþamýþ olmasýna raðmen asla onlarla kaynaþmamýþ, onlarýn deðerlerini paylaþmamýþ, onlara ihtiram ve saygý anlamýna gelecek davranýþlardan titizlikle uzak durmuþtur. Zira onlarýn inanç ve deðerlerine saygý göstermek, küfre saygý göstermek demekti.

Özellikle Hz. Ömer r.a. döneminden itibaren yaygýnlaþan fetihler sonucunda Ýslâm ülkesinin sýnýrlarýnýn hýzla geniþlemesi, baþta Ehl-i Kitap olmak üzere farklý dinlere mensup toplumlarla yoðun bir iliþkiler süreci yaþanmasýna yol açtý. Müslümanlarla fethedilen bölgelerde yaþayan yerli halk arasýnda yaþanabilecek kaynaþma ve etkileþimin doðurabileceði sakýncalarý ortadan kaldýrmak üzere Hz. Ömer r.a., temelini Efendimiz s.a.v.’in uygulamalarýnda bulan bir dizi tedbir aldý.

“Þurût-u Ömeriyye” diye bilinen bu tedbirler, gayrimüslimlere müslümanlara mahsus kýyafetleri giymekten, çocuklarýna müslüman isimleri koymaya kadar birçok hususta yasaklama ve sýnýrlama getiriyordu.

Hz. Ömer r.a. bununla da kalmamýþ, fetih için yabancý topraklarda bulunan Ýslâm askerlerine kendi giyim-kuþam tarzlarýný, yemeklerini, hatta davranýþ biçimlerini deðiþtirmemeleri konusunda uyarýlarda bulunmuþtur ki, bunlarýn Ýslâm askerlerini gayrimüslimlere benzeyerek “kültür erozyonu”na uðramaktan korumaya dönük tedbirler olduðu açýktýr.

Daha sonra Emevîler, Abbâsîler ve nihayet Osmanlýlar döneminde Ehl-i Kitap’ýn müslümanlarla birlikte iç içe yaþadýðýný, ancak genel olarak din ve kültür farklýlýðýnýn hep muhafaza edildiðini görüyoruz. Bürokraside bir yabancýnýn çýkabileceði en üst mevkilere kadar çýkabilmiþ olmalarý Ehl-i Kitap’ýn Ýslâm toplumlarýnda (istisnai durumlar dýþýnda) herhangi bir baskýya maruz kalmadýðýný gösteren en önemli göstergedir.


Günümüzde durum

Bütün bunlar bir noktayý açýk biçimde dikkatimize sunmaktadýr: Tarih içinde müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasýnda hep savaþa, çatýþmaya, gerginliðe dayalý bir iliþki yürütülmüþ deðildir. Aksine, Ýslâm toplumunda yaþayan Ehl-i Kitap’ýn, ülkenin aslî unsuru olan müslümanlardan ayrý bir millet olarak varlýðýný sürdürmesi, kendi dinî ve kültürel kimliðini muhafaza etmesi temin edilmiþtir.

Öte yandan ne Ehl-i Kitap’tan ne de müslümanlardan, Ýslâm ile diðer dinler arasýnda ortak noktalar temin ve tesisine çalýþmak gibi bir çaba müþahede edilmiþtir. Herkes kendi dinî ve kültürel varlýðýný muhafaza etmiþtir. Ýslâm’ýn diðerlerine tebliði dýþýnda müslümanlarla Ehl-i Kitap arasýndaki iliþki, Ýslâm alimleriyle diðer dinlerin müntesipleri arasýnda ilmî münakaþa ve münazaralar cereyaný þeklinde vücut bulmuþtur.

Günümüzde de yahudiler ve hýristiyanlar ne dinlerinden ne de kültürlerinden ve tarihî geçmiþlerinden vazgeçti. Tam aksine, Ýslâm’a ve müslümanlara karþý her zamanki kin, düþmanlýk ve fýrsatçýlýklarýyla hareket ediyorlar. Ýsrail’in son Filistin ve Lübnan saldýrýlarý, Amerika ve Ýngiltere’nin baþýný çektiði batýlý devletlerin Afganistan ve Irak ile baþlayan ve nerelere kadar uzanacaðý kestirilemeyen iþgal politikalarý ve nihayet Papa 16. Benedikt’in Ýslâm’a hakaret içeren mesajlarý bütün açýklýðýyla bu gerçeði teyit ediyor.

Aralýk 2004’te basýna yansýyan bir haber þöyleydi:

“Ýslâm dünyasýna yönelik büyük bir haçlý seferberliðine hazýrlanan Vatikan, Ýslâm’a karþý baþlattýðý savaþ ve mücadele politikasýný kamuoyuna açýkladý. Milan’daki Katolik Üniversitesi profesörlerinden Vittorio Parsi tarafýndan yazýlan ve Ýtalyan Papazlar Konferansý’nda okunan bildiri, Ýngiliz gazetesi Daily Telegraph’ta yayýnlandý. (...)

Daha önce Kasým 2003 tarihinde Vatikan Ýslâm’a karþý resmen entellektüel düzeyde savaþ açmýþ ve yeni bir strateji belirlediðini açýklamýþtý. Bir yýl sonra ise Vatikan askeri düzeyde de savaþ ilan etti. Bu savaþýn ana hedefi Ýslâm dünyasýnda müslüman hükümetlerin iktidara geçmesini engellemek. Vatikan geçtiðimiz aylarda yayýmladýðý ‘Milyonlar Muhammed’e karþý’ raporunda da Ýslâm dünyasýndaki yeni misyonerlik çalýþmalarý hakkýnda detaylar sunmuþtu...”

Bu tavýr, Ehl-i Kitap’ýn müslümanlara bakýþýný net olarak gösteriyor. Onlardan farklý bir tavýr beklentisi içinde deðiliz. Sorun biz müslümanlarýn Ehl-i Kitap’tan iyi niyet bekleme hatasýna düþmemiz. Ehl-i Kitap ile olsun diðer gayrimüslim kesimlerle olsun, iliþkilerimizi farklý zeminler üzerine kurmak durumundayýz.

Gerek Ehl-i Kitap ile, gerekse diðer din mensuplarýyla mesela içki ve uyuþturucu kullanýmý, fuhuþ, insan ticareti, organ kaçakçýlýðý... gibi insanlýðýn ortak problemlerinin çözümü için iþbirliði yapabiliriz. Fakat herhangi bir din ile ortak zemin arayýþlarýna, Ýslâm dýþýndaki herhangi bir dinin de Hak Din olduðu ve Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in peygamberliðini kabul etmenin zorunlu olmadýðý anlamýna gelebilecek tavýr ve beyanlardan mutlaka uzak durmalýyýz.


radyobeyan