Makale Dünyasý
Pages: 1
Kaside-i Nuniyye Es-Seyfu-s Sakil ve Tekmile-si isiginda Ibn teymiyye By: ezzehraveyn Date: 11 Kasým 2009, 13:02:45
KASÎDE-Ý NÛNÝYYE, ES-SEYFÜ’S-SAKÎL VE TEKMÝLE’SÝ

 IÞIÐINDA ÝBN TEYMÝYYE



Hüseyin Avni KANSIZOÐLU

Bundan sonra….

Bu makalede inþâellah, Ýmâm Takýyyüddîn es-Sübkî’nin, Ýbn-Kayyim el-Cevziyye’nin yazdýðý Kasîde-i Nûniyye’ye reddiye/cevâb olarak kaleme aldýðý es-Seyfü’s-Sakîl isimli eserini tanýmaya çalýþacaðýz. Yazýmýz bir mukaddime, beþ fasýl ve bir hâtime/netîce çerçevesinde olacaktýr.

Mukaddime, Ýbn-i Teymiyye’yi tanýtma sadedinde ve neden Ýbn-i Kayyim ve Nûniyye’sini ele aldýðýmýz ile alakalý olacaktýr. Birinci fasýl, Ýbn-i Teymiyye, ikinci fasýl, Ýbn-i Kayyim ve Nûniyye’si, üçüncü fasýl, Ýmam Sübki ve es-ٍٍٍِSeyfü’s-Sakîl’i, dördüncü fasýl, Ýmam Kevserî ve es-Seyfu’s-Sakîl’e yazdýðý Tekmile, beþinci fasýl, Kasîde-i Nûniyye, Es-Seyfü’s- Sakîl ve es-Seyfu’s-Sakîl Tekmile’sindeki bahislerden bir takýmý, hâtime de ise, Ýslâmî meselelerdeki tefrit ve gevþeklik ile, insafý yok eden ifrat arasýndaki i’tidâl ve istikâmetin ancak, îman gayreti, din asabiyyeti, üstün himmet, akýl, idrak, firâset, muhakkýklýk, ve mudekkýklik ile kazanýlacaðý, hakkýndadýr.

Asýl maksadýmýz, kitabýn son derece mühim ve hassas olan bahislerinden bir kýsmýný sergilemek olduðundan, ilk dört fasýlda çok kýsa atýflarda bulunmakla yetineceðiz.

Kasîde-i Nûniyye’nin, tam ismi “El-Kâfiye ve’þ-Þâfiye Lî’ntisâri’l-Firkati’n-Nâciyeh”dir. Bu, Ýbn-i Kayyým el-Cevziyye’ye âit akîdeye dair yazýlan bir kitaptýr. “Es-Seyfü’s-Sakîl”, Ýmam Sübkî tarafýndan sözü geçen Kasîde-i Nûniyye’ye karþý yazýlan bir reddiyedir. “Tekmile” de, Ýmam Zâhid-i Kevserî tarafýndan Es-Seyfü’s-Sakîl üzerine yazýlan bir eserdir.



MUKADDÝME

Neden Ýbn-i Kayyim ve Kasîde-i Nûniyye’si ?


Ýbn-i Teymiyye’yi anlatma sadedinde neden Ýbn-i Kayyim ve Nûniyyesini ele aldýk?

Ýbn-i Kayyým’ýn, eserlerinin en büyük kýsmý, Ýbn-i Kesîr’in de ifâde ettiði gibi, Þeyhinin, yani Ýbn-i Teymiyye’nin sözünden alýnmadýr. (Ýbn-i Kayyim) o sözlerde tasarruflarda bulunur. O’nun bu hususta güçlü bir melekesi vardýr. Þeyhinin tek kaldýðý meselelerde hep dendene yapar/gürültü çýkarýr, o görüþlere yardým eder, onlara delil bulur…[1]

Ýbn-i Kesîr de, Ýbn-i Teymiyye’nin talebelerindendir. Bu sebeple onun þu þehâdeti mühimdir.

Ýbn-i Hacer, Ed-Dürerül-Kâmine’de þöyle der: Ýbn-i Teymiyye sevgisi ona galip geldi. O kadar ki, görüþlerinin hiç birinin dýþýna çýkmazdý. Aksine hepsinde ona yardýmcý olurdu. Ýbn-i Teymiyye’nin kitablarýný tehzîb eden, ilmini yayan baþkasý deðil, Ýbn-i Kayyim’dýr.[2]

Ýbn-i Teymiyye ile Ýbn-i Kayyým’in eserlerini okuyan her ilim sahibi bunu kâbul eder. Dolayýsýyla, denilebilir ki, Ýbn-i Kayyim’ýn eserleri, Ýbn-i Teymiyye’nin eserlerinin tehzibi, ayýklanmasý, þerhi, îzâhý ve delillendirilmesini ihtiva eden geniþ bir mecmuadýr. Akîde ve fýkýhtaki þâz görüþlerinden hiç birisinde ona muhalefet edemeyecek derecede onu taklîd etmekten geri kalmayan kör bir taklitçi, “ona gölgesinden daha çok tâbi olan” sadýk bir havârîdir. Bu yüzden “Ýbn-i Teymiyye’yi anlamak, Ýbn-i Kayyým’i tanýmaktan geçer” veya “Ýbn-i Kayyým bilinmeden, tanýnmadan, Ýbn-i Teymiyye yeterince anlaþýlamaz” dense yeridir.

Ýbn-i Kayyim’in bilhassa akîde tarafýný en açýk bir þekilde sergileyen eseri ise, O’nun Kasîde-i Nûniyye’sidir. Ýþte bu yüzden Kasîde-i Nûniyye’nin ilmî bir mercekle tedkîk, tahkîk ve tahlîl edilmesi îcâb eder. Böylece, Ýbn-i Teymiyye’nin tanýnmasýna mühim bir katký hasýl olacaktýr. Bu da, bizce en kâmil manada, -Allahu a’lem- ancak Es-Seyfu’s-Sakîl ve Tekmile’si ýþýðýnda olabilir.

BÝRÝNCÝ FASIL

Ýbn-i Teymiyye Kimdir?

Ýsmi, Ahmed b. Abdü’l-Halîm Ýbn-i Abdillâh b. Ebi’l Kâsým ibn-i Hadýr en-Nemîrî el-Harrânî ed-Dimeþkî el-Hanbelî, Takiyyüddîn ibnü Teymiyye’dir. Harrân’da[3] doðdu (661 H.) Babasý onu Dimeþk’e götürdü. Orada yerleþti ve meþhur oldu. Verdiði bir fetvadan dolayý Mýsýr’a çaðrýldý. Oraya gitti… Orada bir müddet hapse atýldý. Sonra, Ýskenderiyye’ye nakledildi. Sonra, serbest býrakýldý ve 712’de Dimeþk’e gitti. 720 tarihinde orada tutuklandý. 728 senesinde, Dimeþk kalesinde tutuklu iken öldü.

Ýbn-i Teymiyye, Felsefe ve Mantýk ilimlerinde araþtýrmasý çok olan birisiydi. Lisâný fasîh idi. Yirmi yaþýna varmadan ders okuttu ve fetva verdi. Eserleri çoktur.

Hâsýlý O, yedinci asýr Hanbelî fýkýh ve hadîs âlimlerinden, þâz görüþleri bol olan birisidir. Þâzlarýnýn bol oluþunun da, deðiþik sebebleri vardýr. Bunlar, akîde, fýkýh ve üslûb olmak üzere üç tanedir.

Mîzâc ve ahlâký çerçevesinde doðan ve geliþen üslûbuyla, olmasý îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmamasý lâzým gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karþý, akýl almaz bir saldýrganlýk, acelecilik, muðalata ve benzeri sebeblerden doðan býktýrýcý tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiþtir. Tenâkuz ve tekrarlarý çizildiði takdirde yazdýklarýnýn neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktýr. Kitablarýný aklý havada bir kara sevdalý edasýyla deðil de, bir ilim adamý ciddiyeti ile okuyacak olan her kes bu hakikati görebilecektir. “Ýktizâ”sý, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ý, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitablarý, Fetâvâ’sýnýn akîdeyle alakalý kýsýmlarý, birindeki cümleleri diðerinde biraz deðiþtirilen, zaman zaman da hiç deðiþtirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir.

Yerine göre zâhiri, yerine göre filozof, yerine göre de Ehl-i Sünnet vasfýyla temâyüz etmiþtir. Ne zaman ve nerede hangi cepheden olmasý lâzým geldiðini buna kanaat getirdiyse, o tâifenin düþünce ve müdafaalarýyla karþý tarafa saldýrmýþ ve esasen baþkalarýna âid olan malzemeleri kendine mâlederek, onlarýn kendi tahkiki olduðu zannýný uyandýrmýþtýr.

Yerine göre Ehl-i Sünnet olup Ehl-i Bidata karþý, zaman zaman Ehl-i Bid’at fikrinden yana olup Ehl-i Sünnete karþý, bazen de felsefecilerden yana olup diðerlerine karþý amansýz bir muharebe vermiþ ve nihayet ilim adamlýðýný, muztarib mütefekkirliði (!) içinde kurban etmiþtir.

Bütün bunlar, ele alacaðýmýz meselelerde yeterince açýklýk kazanacaðý için, söylediklerimizi burada delillendirmeye lüzum görmedik.

Bu makalemizde sözü edilen þahsýn “akîde” tarafýný en açýk ve çýplak bir biçimde ortaya koyan bir kitabý ele alacaðýz; Kasîde-i Nûniyye…


ÝKÝNCÝ FASIL

Ýbnü’l-Kayyim Ve Nûniyye’si

Ýbn-i Kayyîm ve Kasîde-i Nûniyye’si ile alakalý faslý inþâellah sekiz “bahis”te ele alacaðýz...

Birinci Bahis

Ýbn-i Kayyîm’ýn Hâl Tercemesi

Ýbn-i Kayyim Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyüb b. Saîd ez-Zer’î, sonra Dimeþkî, Þemsüddîn Ebû Abdillâh b. Kayyim el-Cevziyye (d: 691, ö:751) [4]

Zehebî, “el-Mu’cemu’l-Muhtass”ta Ýbn-i Kayyim hakkýnda þöyle demektedir: Hadis ve bir takým Hadis ricâli ilmiyle meþgul oldu. Fýkýhla da meþgul olur ve takririni iyi yapardý. Nahivle meþgul olur, onu öðretirdi. Ýki asýlda da meþgul olurdu. Halîl (Ýbrahim) aleyhisselâm’ýn kabrini ziyaret etmek için yolculuk yapmaya karþý olan inkarý yüzünden bir müddet hapsedildi. Sonra ilimle meþgul olmak için meclisin baþ köþesine oturdu ve ilmi yaydý. Lâkin O, görüþünü beðenen, her meselede çok cüretli olan biridir.

Ýbn-i Hacer, ed-Dürerü’l-Kâmine’de þöyle demektedir: O’na, Ýbn-i Teymiyye sevgisi gâlip geldi. O kadar ki, O’nun sözlerinin (görüþ ve fetvâlarýnýn) hiç birinden dýþarý çýkmaz, hatta bunlarýn tamamýnda ona yardýmcý olurdu. Ýbn-i Teymiyye’nin kitablarýný tehzîb eden (ayýklayan) ve ilmini yayan O’dur. Zelîl hâle düþürüldükten, kuru hurma dalý ile ona vurularak deve üzerinde dolandýrýldýktan sonra Ýbn-i Teymiyye ile beraber tutuklandý. Ýbn-i Teymiyye ölünce tutukluluktan kurtarýldý. Ýbn-i Teymiyye’nin fetvâlarý sebebiyle bir baþka defa da imtihan geçirdi. Asrýn(ýn) âlimleri aleyhinde konuþur, onlar da onun aleyhinde konuþurdu.[5]

Ýmâm Kevserî meâlen ve hulâsa olarak þöyle diyor: Ýbn-i Kayyim yaþarken de öldükten sonra da, Þeyhini bütün þâz/doðru olana muhâlif görüþlerinde ta’kib ediyor, ona uyuyor, onu hak ve batýlda kör bir taklîd ile taklîd ediyordu. Her ne kadar kendini (iddialarýna) delîl getiriyor gibi gösterse de, bu “yapmacýk deliller ileri sürme”si, Þeyhinin dediklerini, þazlarýný tekrarlamaktan baþka bir þey deðildi. Bütün iþi, karýþtýrmak, hile yapmak ve þu sapýk düþünceleri müdâfâadan ibaretti. O kadar ki, ömrünü Þeyhinin yalnýz kaldýðý düþünceler etrafýnda gürültü çýkarmakla tüketti… Her ne kadar mantýkçý ve felsefecilerin görüþlerini bol bol aktarsa da, aklî ilimlerden nasibi yoktu. Düþüþünün ve çeliþkisinin nerelere vardýðý, “ Þifâu’l-Alîl”ini ve “Nûniyye”sini okuyana açýkça gözükecektir. "Hâlik"[6] ravileri methetmesi de, ricâl ilminin olmadýðýnýn delillerindendir. Ne Hüseynî, ne Ýbn-i Fehd ve ne de Süyûtî “Tabakatü’l-Huffâz”a yazdýklarý Zeyl’ler’de O’nu “(hadis) hafýzlar(ý)” arasýnda saymadýlar. “Zâdü’l-Meâd” ve baþka kitaplarýndaki, okuyanlarýn hoþuna giden “hadisle alakalý bahisler”, yanýnda bulunan, hadis âlimlerine âit kýymetli eserlerden araklamadýr, kesilip alýnmadýr. Kutbuddîn el-Halebî’nin “El-Mevridü’l-Henî Siyerü Abdi’l-Ðenî”si ve benzeri eserleri gibi. Ýbn-i Hazm’ýn “el-Muhallâ”sý ve “el-Ýhkâm”ý, Ýbn-i Abdi’l-Berr’in “et-Temhîd”i olmasaydý, “Ý’lamü’l-Muvakkýîn”deki tafralara ve muðalâtalara imkân bulamazdý. Þeyhi ile beraber nice defa tevbeye çaðrýldý ve tazir gördü…[7]

Ýkinci Bahis

Ýbn-i Kayyim’in Kasîde-i Nûniyye’si


Akîde’de, “Nûniyye” ismiyle meþhûr -benim bildiðim- iki kasîde vardýr. Birincisi, Ýbn-i Kayyim’ýn “El-Kâfiyetü’þ-Þâfiye fi’l-Ýntisarý li’l-Fýrkati’n-Nâciyeh” ismini verdiði kasîde, ikincisi de Fâtih devri ulemasýndan Hýzýr Bey b. Celâl’in [8] “Ucâletü leyletin ev leyleteyni” isimli “Kasîde-i Nûniyye”sidir. Bu ikincisi, Ehl-i Sünnet çizgisinde yazýlan kýymetli bir eserdir ki, üzerine güzel þerhler ve haþiyeler yapýlmýþtýr; Hayâlî, Uryanîzâde ve Dâvûd-i Karsî’nîn eserleri bunlardandýr. Osmanlýnýn son devri ulemâsýndan olan Manastýr’lý Ýsmâil Hakký Efendi, Hýzýr Bey’in bu “Nûniyye”sini Ýslâm harflerimizle Türkçeye terceme edip þerh etmiþtir.

Bizim sadedinde olduðumuz “Kasîde-i Nûniyye” ise, Ýbn-i Kayyim’in “Kâfiye..”sidir. Beytler halinde yazýlan bu “Nûniyye” 5949 beytten meydana gelmiþtir.[9]

Doktor Muhammed Halîl Herrâs’ýn bu “Nûniyye” üzerine yazdýðý iki ciltlik þerhi, Dârü’l Kütübi’l-Ýlmiyye tarafýndan basýlmýþtýr. Herrâs’ýn ifâdesine göre, bu akîde üzerine, iki küçük çalýþmanýn dýþýnda, kayda deðer þerh veya haþiye yazýlmamýþtýr. Doktor Þârih’in þerhi ise, aslý gibi ilmî yaný bulunmayan ve baðýþlayýn “cazgýr üslûbu”yla yazýlan bir þerhtir.

Ýbn-i Kayyim’in, iddialarýna delil olarak getirdiði âyetler ile bir takým “sahîh”, yahud “hasen” hadislerin “delâlet cihetlerinin/taraflarýnýn ne olduðu”, bir çok hadisin de, erbâbýnca, “zayýf” veya “uydurma” damgasý yemesi, O’nu hiç mi hiç alâkadar etmemiþ! Muhtemelen, bir sýkýntýya düþmemek için de, -bir talebe tarzýyla bile olsa- hadis tahriçlerine kitabýn hiçbir yerinde asla teþebbüs etmemiþ, “uydurma” rivâyetler karþýsýnda lâl ü ebkem olmayý nasýlsa becerebilmiþtir.

Hâfýz Süyûtî’nin Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’în husûsiyetleri ve fazîletleri mevzuundaki “el-Hasâisü’l-Kübrâ” isimli kýymetli bir eseri vardýr. Bu eser, umûmiyetle fazîletlerle alâkalý olduðundan, ona, “uydurma olduðunda ittifak bulunmayan” zayýf rivâyetleri de koymuþtur. Doktorumuz, bunun üzerine yazdýðý sözüm ona tahkîkte ve ta’liklerde çoðu kez, ilmî edeb ve terbiye sýnýrlarýný aþmýþ, hitab üslûbu yanýnda bir çok “hasen”, hatta “sahîh” rivâyete geliþigüzel bir biçimde “uydurma” damgasýný vurabilecek kadar “kritikçi” olmuþtur. Hâlbuki ayný doktorumuz, Ýbn-i Kayyim’in “akâid”inde delil getirdiði “zayýf” hatta “uydurma” rivâyetlerine kör olabilmiþtir. “Nûniyye”ye reddiye olarak yazýlan “es-Seyfü’s-Sakîl” ile “Tekmile”si veya -varsa- herhangi bir baþka reddiye, hesâba katýlmadan ve cevablandýrýlmadan yazýlan bir þerh ne kadar ilmî olabilir? Muhakkýk ve müdekkýk bir âlimin, herhangi bir hususta, müctehidlik seviyesinde ve büyük bir muhaddis olan Ýmâm Sübkî’nin, muhaddisliðini düþmanlarýnýn bile kabul ve teslim etmek zorunda kaldýðý allâme Kevserî’nin reddiyelerini nasýl hesaba katmaz?!. Ýlim adamý, da’vâsýnýn/tezinin aleyhinde söylenen ve yazýlanlarý bulup çürütmeden, bir ilmî eser, nasýl yazabilir?! Yoksa, birilerinin gözü açýlýp hakîkatleri görmesinden mi korkulmaktadýr?!!

Hâsýlý, sözünü ettiðimiz þu “þerh” de, manzûm olarak yazýlan “Nûniyye”nin nesir kalýbýyla ifade edilmesinin yanýnda, muârýzlarýna karþý bir takým “hakâret”lerden baþka bir þey bulundurmamaktadýr. Ýkisi de “hakk”larla “bâtýl”larýn paçal edildiði lâf harmaný…

Vâkýa, asrýmýz Ezher âlimlerinden (!) olan Þârih’in bu tavrýný garipsemiþ de deðiliz

Üçüncü Bahis

Ýbn-i Kayyim’in Nûniyye’deki Üslûbu


Ýbn-i Kayyim’in üslûbu, kavgacý, sataþmacý, karalayýcý, aceleci, muðâlâtacý ve saldýrgandýr. Ýlmî deðil, “ideolojik”tir. Zehebî’nin, bir mektubunda Ýbn-i Teymiyye’ye, “Haccâc’ýn kýlýcýyla Ýbn-i Hazm’ýn dili iki öz kardeþti. Billâhi sen o ikisiyle kardeþ oldun” dediði gibi, Ýbn-i Kayyim’in dili, Haccâc’ýn kýlýcý gibiydi. Onda ilmî vakar ve aðýrlýðý bulamazsýnýz. Kendisi gibi “teþbîh” ve “tecsîm” inancýnda olmayanlar, “Allah’ý, (hâþâ) belli bir yön veya mekâna yerleþtirmeyenler”, ya “Allahtan korkmayanlar”, ya “kalbinde zerre kadar îmân bulunmayanlar”, ya “Kurâný yalanlayanlar”, ya “Sünnet’i inkâr edenler” veya “Cengiz han’ýn ordusu’nun askerleri”dirler. Bu tarz üslûbu hemen hemen her eserinde hâkim olmakla berâber, “Nûniyye”sinde çok açýk ve nettir. Nitekim bu dediðimiz dördüncü fasýldaki kendi ifâdelerinde görülecektir.

Dördüncü Bahis

Ýbn-i Kayyim’in Nakillerindeki Îlmî Emâneti

Ýbn-i Kayyim âlimlerden yaptýðý nakillerde de yeter miktarda güvenilebilecek bir kimse deðildir. Zîra yine meselelerde de göreceðimiz gibi, Ýmâm Sübkî ve imâm Kevserî, Ýbn-i Kayyim’in gerek Mu’tezile gerek Cebriye ve gerekse Eþ’ariye tâifelerinden yaptýðý bir çok nakil için “bu yalandýr”, “iftirâdýr”, “onlar böyle dememiþlerdir”, “aksine onlar, þöyle söylemiþlerdir” demektedirler. Baþka kitablarýnda da, meselâ “tevessül” hakkýnda dört mezheb imamýndan doðru olmayan nakillerde bulunduðu Ehl-i ilim tarafýndan isbât edilmiþtir.

Beþinci Bahis

Ýbn-i Kayyim’n Âlimlerin Sözlerini Anlayabilme Seviyesi

Ýmâm Sübkî ve Ýmâm Kevserî’nin cevâblarýndan da açýkça anlaþýlmaktadýr ki, Ýbn-i Kayyim, ulemânýn sözlerini anlayabilecek seviyede deðildir. Âlimler bir söz söylerken O, çoðu kez, bu sözü yanlýþ anlayýp münâkaþasýný tamamen o meseleye ecnebî/yabancý bir sâhada yürütmektedir. “Allah’ýn fâil olub olmadýðý” mevzuunda görüleceði gibi… O’nun hakkýndaki bu “anlayamama” tesbîti, hatt-i zâtýnda hakkýnda yapýlan bir hüsn-i zanndýr. Aksi halde, ortada, “hâinlik” veyâ “muðâlata” bahis mevzuu olacaktý.

Altýncý Bahis

Ýbn-i Kayyim’in Ýlmî Derinliði

Ýbn-i Kayyim, sadedinde olduðumuz kitabýnda “hâtýbu’l-leyl” yani gecenin karanlýðýnda odun toplayan adam suretindedir. Dolayýsýyla karanlýkta, odun yerine yýlaný yakalayýp almaktadýr. O, akîdede, rahatlýkla, “zayýf”, hatta “uydurma” hadisleri delil olarak ileri sürebilmektedir. Nûniyye’sinde, kýlý kýrka yaran bir “munekkýd hadis hafýzý” ile deðil de, âdeta “hurafeci vâizler” gibi bir tiple karþý karþýyasýnýz. Nitekim bu, getirdiði “zayýf”, hatta “uydurma” hadisleri ileride sergilediðimizde açýkça görülecektir.
Yedinci Bahis

Ýbn-i Kayyim’in Muârýzlarýnýn Delîl ve Cevâblarýna Yer Verib Vermediði

Ýbn-i Kayyim bunu asla yapmaz. O, tâbilerinin kafasýný karýþtýrmaktan þiddetle korkan sahte þeyhler gibi, muârýzlarýnýn delillerinden ve cevablarýndan, hatta mücerred sözlerinden onlarý çok sakýnýr. Çürütmek için bile onlarý aðzýna almamaya çalýþýr. Çizgisinden gidenlerin de tamamýnýn tarzý hemen hemen böyledir.

Sekizinci Bahis

Kasîde-i Nûniyye’nin Ýbn-i Kayyim’in Son Görüþleri Olup Olmadýðý


Ýbn-i Kayyim bu akîdesinden ömrünün sonunda dönmüþ olamaz mý? Ýnþâellah Ehl-i Sünnet akîdesine dönmüþtür. Biz, dediklerimizi, aktardýðýmýz sözleriyle sýnýrlý olarak diyoruz. Hâtimesine/son nefesine dâir þehâdette bulunmuyoruz. Ancak, Ýbn-i Receb el- Hanbelî’nin “Tabakâtü’l-Hanâbile” sinde naklettiðine göre O, Ýbn-i Kayyim'e ölümünden bir sene gibi bir zaman önce devam etmiþ ve bu Nûniyye'yi Ýbn-i Kayyim’den o zaman iþitmiþtir.[10]


ÜÇÜNCÜ FASIL

Sübkî ve Es-Seyfü’s-Sakîl’i

Bu faslý, inþâellah dört “bahis”te ele alacaðýz.

Birinci Bahis

Ýmâm Sübkî’nin Hal Tercemesi ve Ýlmî Seviyesi

Ali b. Abdi’l-Kâfî b. Alî b. Temmâm es-Sübkî el-Ensârî. Hadîs hâfýzlarýndan, müfessirlerden ve münâzaracýlardan biri… Zehebînin de ifâdesiyle asrýnýn Þeyhu’l Ýslâmý… Allâme Kevserîn’in tabiriyle devrinin en büyük münâzaracýsý… Tabakâtü’þ-Þâfiiyye sâhibi Tâcüddîn es- Sübkî’nýn babasý… Hicrî 683 senesinde Sübk’te doðdu. Sübk’ten Kâhire’ye, sonra da Þâm’a gitti. Hicrî 739 senesinde Þâm kadýlýðýný üstlendi. Sonra hasta oldu ve Kâhireye döndü. 756 senesinde Kâhire de öldü.

Ulemânýn O’na olan medih ve senâlarý saymakla bitmez. Zehebî “Zeylü’l-Ýber”de[11] O’ndan “þeyhul-Ýslâm” ve benzeri medih sözleriyle bahseder: “El-Mu’cemu’l-Muhtass”ta da, “allâme”, “fakîh”, “muhaddîs”, “hâfýz”, “fahru’l-ulemâ”, “takýyyü’d-dîn”, “Sâdýk”, “mütesebbit”, “hayýrlý”, “mütevâzi”, “sîret ve ahlâký güzel”, “ilim kablarýndan biri”… Fýkhý bilir takrîr eder, hadîs ilmini bilir tahrîr eder, usûl ilmini bilir ve okutur, Arapçayý bilir tahkîk ederdi. Saðlam eseler yazmýþtýr.[12] Zehebî onu öven bir þiirinde kendilerini köleye O’nu da efendiye (veya pâdiþâha) benzetir. “Ýlimde” Mâlik gibi seviyeye nâil olduðunu, “hukümlerde, en üstün hüküm veren”, “hýfz ve nakd”de Ýbn-i Maîn, “fetvâlar”da Süfyân ve Mâlik, “Münâzarada ve araþtýrmada” Fahru’d-dîn(-i Râzî), “nahiv”de de Müberrid ve Ýbn-i Mâlik gibi olduðunu, söyler.[13] Usûlcu Ýsnevî, “gördüðümüz âlimlerin en üstün nazar sâhibi, ilimleri en çok toplayaný, ince meselelerde en güzel konuþaný….” olduðunu anlatýr.[14] Hepsi kýymetli bir çok eseri vardýr. Es-Seyfü’l-Meslûl’ün Muhakkýk’ý, O’nun 211 eserini sayar. [15]

Ýkinci Bahis

Ýmâm Sübkî’nin Þu Reddiyedeki Mazereti

Ýmâm Sübkî bu hususta kýsaca þöyle diyor: “Bu kasîdenin sâhibi Nâzým (eserini þiir vezniyle yazan Ýbn-i Kayyým), hakkýnda konuþacaðýmdan aþaðý mertebededir. Ancak bu hususta kendime Ýmâmu’l-Haremeyn’i nümûne aldým. O ‘Nakzu Kitâbi’s-Siczî’ isimli eserini yazdý. Bu Siczî, ‘Muhtasaru’l-Beyân’ ismi verilen bir kitabý bulunan hadis âlimidir. Ýmâmu’l-Haremeyn bu kitabý Mekke’de buldu. Bu kitabda, bir takým meseleler vardý ki birisi ‘Kurân’ýn harflerden ve seslerden ibâret olduðu’ dur.”

Sübkî, Ýmâmu’l-Haremeyn’in, Siczî için, “câhil”, “hafif akýllý”, “câhilliðinde ýsrarlý”, “ahmak”, “þaþý”, “mel’ûn”, “kovulan”, “sapýk”, “Allah’ýn la’netleri üzerine olsun” gibi benzeri sözler sarfettiðini ifade etti. [16]

Ýmâm Sübkî, kendi ta’biriyle “bu câhil (Ýbn-i Kayyim) ile istemeye istemeye konuþmak” husûsunda Ýmâmu’l-Haremeyn’e uyduðunu ifâde ettikten sonra, Ýbnü’l-Kayyim’in, Siczî’nin onda biri olamayacaðýný, lâkin, insanýn Müslümanlarýn akîdelerini korumak için câhiller ve bidatçýlarla da tartýþmak zorunda kaldýðýný, söylüyor ve þöyle devâm ediyor: Münâkaþam, keþke bir âlimle veya bir zâhidle, yahud dinini ve haysiyetini iyi koruyanla, hakka yönelenle olaydý… Ancak bu, kaçýnýlmasý zor, hatta imkânsýz bir imtihandýr, musîbettir…


Üçüncü Bahis

Ýmâm Sübkî’nin Üslûbu


Ýmâm Sübkî, allâme Kevserî’nin de ifâde ettiði gibi, yazýlarýnda ve sözlerinde son derece nezîh bir üslüb sâhibidir. Tâcüddîn es-Sübkî anlatýyor: Evimizin dehlizinde/bodrumunda oturuyordum. Bir köpek çýktý geldi. Ona, “oþt! köpoðlu köpek” dedim. Babam, evin içinden, beni azarladý. O, “köpoðlu köpek” deðil midir? dedim. Câizliðin þartý, “tahkîr kasdý olmamak”týr, dedi. [17]

Ne var ki O, Ýbn-i Kayyim’in çýldýrtan hakâretleri karþýsýnda “baklayý dilinin altýndan çýkarma”ya ihtiyâc duyuyor ve neredeyse Ýmâmu’l-Haremeyn seviyesinde ifâdeler kullanmaya kendini mecbûr hissediyor.

Dördüncü Bahis

Ýmâm Sübkî’nin Cevablarýnýn Kýsa oluþunun Sebebi


Ýmâm Kevserî’nin anlattýðýna göre, Ýmâm Sübkî çoðu yerde batýllýðý apaçýk olan sözlere cevâb vermeye lüzüm görmez. Bazen, “görüyorsunuz” ve “gördüðünüz gibi” ifadelerle iktifâ eder. Bazen de çok kýsa bir atýfda bulunur. Hâsýlý O, sýkýcý bir münâkaþada, sâdece çok mecbur kaldýðý yerlerde vecîz konuþup teferruatý ehl-i ilmin bilgisi ve anlayýþýna havale ediyor, mühim noktalara dikkatleri çekmeyi hedefliyor. Yüzlerce beyti okuduktan sonra, “meselede bir þey kazandýrmayacak faydasýz boþ sözler…” demekle iktifâ ediyor. Hâsýlý, denilebilir ki, zâmânýnýn üstün ilim seviyesi bu gibi îcâzlarý kaldýrýyor ve hafîf tenbîh ve îkâzlarý yeterli kýlýyordu. Belki de, Allah celle celâlühû bazý fazîletleri baþkalarýna sakladýðýndan dolayý hal böyle oldu. Bu da Ýmâm Kevserî’ye nasib oldu. Allahu a’lem.

DÖRDÜNCÜ FASIL

Zâhid-i Kevserî ve Tekmilesi

Bu faslý da inþâellâh dört “bahis”te yazacaðýz.

Birinci Bahis

Ýmâm Kevserî’nin Hâl Tercemesi

Muhammed Zâhid b. Hasen b. Alî el-Kevserî Hanefî bir fakîh (ve muhaddis ve de kelâmcý). Çerkes asýllýdýr. Hadis, Kelâm, Fýkýh, Edebiyât ve Siyerle meþgûliyyeti vardý. Hicrî 1296 senesinde doðmuþtur. Ýstanbul Fâtih medresesinde fýkýh tahsîlini yaptý ve orada ders okuttu. Birinci Cihan harbi sýrasýnda, medresedeki ders saatlerinin çoðunda dînî derslerin yerine yeni ilimleri yerleþtiren Ýttihâtçýlara karþý geldiði için, onlarýn sýkýþtýrmalarýna marûz kaldý. Cumhûriyet’in kurulmasýndan sonra tutuklanmak istenince, 1341/1922 senesinde gemilerden biri ile Mýsýr’ýn Ýskenderiye þehrine gitti. Bir zaman Mýsýrla Þam arasýnda gitti geldi. Sonra Kahire’ye yerleþti. Mýsýr’da, arþivdeki Türkçe vesîkalarý Arapçaya tercüme vazifesi aldý. Arabça Türkçe, Farsça ve Çerkesçe’yi iyi biliyordu. Hicrî 1371 senesinde Kahire’de öldü. Rahimehullâh…

Hindistân Pâkistân, Mýsýr, Sûriye, Yemen Maðrîb, ve dünyânýn diðer deðiþik memleketlerindeki büyük âlimlerin üstün medih, takdîr ve hayranlýklarýna mazhar olmuþ, düþmanlarý bile ilmî üstünlüðünü itirâfa mecbûr kalmýþtýr. Küfür ve bid’at cebhesinin korkulu rüyâsý haline gelmiþ, “tecdîd” perdesi altýnda Ýslâm’ý tahrîf etmeye kalkýþân küfür cebhesinin soluðunu kesmiþtir. Hâsýlý O, mektebleþen, eskilerin ifâdesiyle, “Ferîdü asrihî” “vehîdü dehrihî” “berekütü’l-asr”, “nâdiretü’z-zemân”, “âyetün min âyâti’llâh”[18] denilebilecek, -þimdilerde moda olan naylon müceddidlerden deðil de-, hakîkî manâsýyla bir müceddid idi. Tefsîr Usûlu, Fýkýh, Hadîs, Ricâl ve felsefe sâhasýnda yazdýðý, telif, ta’lîk, tahkîk, cevâb ve takdîmleri çoktur. Bunlar elliyi aþar.

Ýkinci Bahis

Ýmâm Kevserî’nin Es-Seyfü’s-Sakîl’i Ýlim Dünyâsýna Kazandýrmasý

Bir yanda, devletler gücü ile, Müslümanlar arasýnda “selefîlik” zarfýnda “teþbîh” ve “tecsîm” inancý yerleþtirildi, geliþtirildi ve kollandý. Öte yanda da, çaðdaþ nebbâþlarca mezarýndan çýkarýlan “Mu’tezile” düþünceleriyle Müslümanlarýn, kafasý iyiden iyiye karýþtýrýldý. Biri “aklý kullanmayan veya kullanamayan akýlsýzlar”, diðeri de “rasyonalist/akýlcý akýlsýzlar” olan þu iki zümreye, Ümmet’in boðazý sýktýrýldý. Aslýnda biribirine taban tabana zýt gibi görünen þu iki anlayýþ sahiblerinin ortak yanlarý, “Ehl-i Sünnet” inancýndaki bütün bir Ümmet’e karþý olmak ve onun vahdetini yok etmektýr. Þu “akýlcý akýlsýzlar”ýn zaman zaman Ýbn-i Teymiyye ve Ýbn-i Kayyýmlerin arkalarýna sýðýnmalarý, onlarý beðendikleri ve kabûllendiklerinden deðil, Ehl-i Sünnet muarýzlarýný tepelemek maksadýyladýr. Sonra da onlarý da tepelerler, olur biter.

Ýþte, Ýmâm Kevserî’nin þu hakîki tecdîd çalýþmalarý, bu oyunun üzerindeki örtünün kaldýrýlmasýndan baþka bir þey deðildir. Es-Seyfü’s-Sakîl’in tahkik, ta’lik ve ilâvelerle neþredilmesi iþte bu maksada ma’tuftur. Kevserî… eserleri ve makâleleriyle hakikati ortaya koyan adamdýr. Güney Amerika’dan gelib de, Mescid-i Nebî aleyhissalâtü vesselâm’da bana Kevserî'yi soran genç âlimler, bu mayanýn tuttuðunu göstermektedir. Nâmütenâhî hamdolsun…


Üçüncü Bahis

Ýmâm Kevserî ve Es-Seyfü’s-Sakîl

Ýmam Kevserî’nin “Tebdîdü’z-Zalâmi’l-Muhayyim min Nûniyyeti Ýbni’l-Kayyim” ismini verdiði Tekmilesi, Sübkî’nin eserini onlarca kat deðerli kýlmýþtýr. Sübkî’nin iþâret ettiklerini O, açýkça ifâde etmiþtir. Ýmâm Sübkî’nin, devrinin þartlarýna göre lüzûm görmediði veya hiç göremediði için iþâret etmediði bir çok noktaya da Kevserî, lüzûmuna binâen “Tekmile”sinde açýklýk getirmiþtir.

Dördüncü Bahis

Ýmâm Kevserînin Üslûbu

Kevserî’nin uslûbunun sert olduðunu söyleyenler var. Her insâf sâhibi bilir ve kabûl eder ki, þu “sert/aðýr olduðu” söylenen sözler, muârýzlarca sarf edilen sözler yanýnda yýkanmýþ sözlerdir.

Kevseri, Ýmâm Ebû Hanîfe’ye yakýþtýrýlan, “papaz”, “zýndýk”, ”mürted” ve benzerî süflî ifâdeleri ihtivâ eden rivayetler için “mahfûz olan bunlardýr” diyen Hatîbi Baðdâdî’ye, O’na, “Muðîsü’l-Halk”de, olmadýk hakaretleri yapan Cüveynî’ye ne diyecekti? Öte yanda, Mücessime ve Müþebbihe itikâdlarýyla Ýmân’ý ve Ýslâm’ý dinamitleyenlere ne söyleyecekti? “Bence, bu dedikleriniz doðru olmayabilir, ne buyurursunuz efendim” mi diyecekti? “Bu hakaretleriniz belki de ayýb olabilir…” deseydi çelebiliði zede alýr mýydý ne dersiniz?

BEÞÝNCÝ FASIL

Kasîde-i Nûniyye’nin Mevzu ve Bahislerinin Bir Kýsmý

Biz bu bölümde önce Ýbn-i Kayyim’in görüþlerinden bir kýsmýný “bahis” “bahis” verecek, sonra da Sübki ve Kevseri’nin tenkitleri ýþýðýnda onlarý tahlil edeceðiz. Ýbn-i Kayyim, düþüncelerini, hayali bir “karþýlýklý konuþma” þekliyle yazýyor. Bu karþýlýklý konuþma (diyalog) meclisini toplayan meclis reisi ise ya kendisi veya þeyhidir.

Birinci Bahis

Allah’ýn Kelâmý

Ýbn-i Kayyim: Sýfatlarý ve ulüvv’u/Allah teâlâ’nýn maddî olarak yüksekte olduðunu kabûl edenle, muattýl arasýnda müzakere meclisini topladý… Müsbit’in sözlerinden biri de, (كهيعص, حمعسق, ق, ن ) “ayetlerin yazý ve seslerinin” gerçekten Allah’ýn kelâmý olduðu ve ‘Allah’ýn, Sahabe’nin iþittiði Kurân’la konuþtuðu’dur.

Sübkî: Bununla (Ýbn Kayyim’in) murâdý ‘Allah’ýn kelâmýnýn harf ve ses olduðu’dur. Bu câhil, Allah’ýn kelâmý ile ona delâlet eden lafzýn arasýný ayýrmýyor.

Kevserî: Ýbn-i Kayyim, sadece o kadar deðil, “Kelâm-ý Lafzî” ile “Kelâm’ý Nefsî” arasýný da ayýramýyor. “Rûhu’l-Meânî” tefsirinin baþlarýnda, “Kelâm-ý Nefsî” hususunda latîf ve uzun bir îzâh vardýr. Öyle ki, tereddüt sâhibine hiçbir þek býrakmayacaktýr. Âlûsî burada “Kelâm-i Nefsî” hakkýndaki sözüne son verdikten sonra þöyle demiþtir:

Bu izahý kim kavradýysa, ondan bu babdaki (Kelâm-i Ýlâhî mevzuundaki) içinden çýkýlmaz gibi gözüken problemler savulmuþ oldu ve gördü ki, Ýbn-i Teymiyye, Ýbn-i Kayyim, Ýbn-i Kudâme, Ýbn-i Kadý el-Cebel, Tûfî, Ýbn-i Nasr es-Siczî ve emsallerinin teþnî’leri kapý zýrýltýsý ve sinek výzýltýsýdýr… Fikirleri inhiraf etti. Görüþleri karmakarýþýk oldu ve Ümmetin alimleri ve imamlarýn büyükleri aleyhlerine konuþtular ve kýnamada ileri gittiler. Düþüncesizlikle, akletmemekle ve haddi aþmakla, suçlamada ölçüyü kaçýrdýlar, ileri gittiler.

Ýbn-i Kayyim: “Allah semâvâtýn üstündedir.”.

Sübkî: O’na, “Allah ve Resûlü, hangi ayet ya da hadiste ‘Allah semâvâtýn üstündedir’, buyurdu?” denilir. Halbuki sözünün baþýnda “Rabbimizin dediðini diyoruz” demiþtin. Rabbimiz nerede, “O mahlükatý’ndan bâindir (ayrýdýr). Mahlûkatýnda onun zatýndan hiçbir þey yoktur. Zatýnda da mahlûkatýndan hiçbir þey yoktur” dedi?

Sen, Allahýn demediðini O’nun “dediði”ne nisbet ettin.

Ýbn-i Kayyim: Muattýl (sýfatlarý kabul etmeyen) bunu müsbitten duyunca sustu, bunu içine attý ve þeytanlarýyla baþ baþa kaldý. Kimileri kimilerine…vahyetti…

Sübkî: Onun bütün bunlarla anlatmak istediði, Allah-u a’lem Eþariyye, Þafiiyye, Mâlikiyye ve Hanefiyye taifeleridirler ki, onlar, Ýbn-i Teymiyye’ye karþýdýrlar. “Muattýla” diye isim verdikleri de onlardýr. “Müsbit” ile muradý Ýbn-i Teymiyye’dir.

Ýbn-i Kayyim: Bunlar, “Muattýl”, “Müþebbih” ve “Muvahhid” için verilen güzel misallerdir.

Sübkî: “Muattýl” ile kasdettiði, Eþarîler Cemaati, “Muvahhid” ile kasdettiði kendisi ve taifesidir. “Müþebbih” ise, O’na göre mevcüd deðildir. Muarýzlarýnýn “Müþebbih” ile kasdettikleri, O ve taifesi, “Muvahhid” ile kasdettikleri, kendileri, “Muattýl” ise Onlara göre yoktur. Zira, Muattýl yaratýcýyý (sýfatlarýný) inkâr edendir. Müþebbih de Allah’ý yaratýklarýna benzetendir. Görünürde buna hükmeden yoksa da, bunu, yani “benzetme”yi lâzým getiren þeylere hükmeden vardýr.

Þunda hiçbir þek yoktur ki, kendisi için, “benzetmenin lâzým gelmesi”, düþmanlarý için “(sýfatlarý) nefyetmenin lazým gelmesi”nden daha açýktýr. Ýnsan kendini imtihan etse, Eþarî’nin Muattýl olmadýðýnda (ama bu adamýn) Müþebbih olduðunda hiç þüphe etmez. Diliyle bunu inkâr etmesi onu kurtarmaz. O “Allahý yaratýklarýna benzetenin küfre girdiðini” kendi nefsi aleyhine itiraf etti…

Ýbn-i Kayyim: Cehm ve yandaþlarý Allah’ýn sýfatlarýný inkâr ettiler. Hatta O’nu en üstün semalardan nefyettiler (göklerde O yoktur dediler). Arþ’ý Rahmandan boþalttýlar. (Allah Arþ’ta deðildir dediler).

Sübkî: Cehm çok seneler önce geçti gitti. Bu gün onun mezhebinde bilinen bir kimse de mevcûd deðildir. Böylece bilindi ki; Ýbn-i Kayyim’ýn “Cehmiyye” ile muradý Þafiî’ler, Malikî’ler, Hanefî’ler ve Hanbelî Fâdýllarýndan olan Eþarîler’dir. Öyleyse, Manzûme sahibinin ýstýlahý bilinsin. Cehmiyye’ye nisbet ettiði her bir þeyle kastý onlardýr.

Bu hususta Mu’tezile de Eþariyye görüþündedirler. Ancak onlardan bu memleketlerde bulunan yoktur. Varsa da görünmemektedirler. Öyleyse, Kasîde’nin sahibinin bu kasidede bahsettiði, Eþariyye mezhebinde olanlardýr.

Ýbn-i Kayyim: Onlara göre, “kul fail deðildir”. Aksine kulun fiili göz kapaklarýnýn hareket etmesi gibidir.

Sübkî: “Kul onlara göre fail deðildir” sözünde bu cahil yalan söyledi. Lâkin bununla onlarýn muradý “Kul fiilini yaratmaz. Yaratýcý deðildir. Kullarýn fiillerini yaratan Allah sübhânehû’dur”. Bu yüzden bu cahil bununla onlarýn “kul fail deðildir” dediklerine inandý. “Kulun hâlýk olmadýðý” doðrudur. “Fâil olmadýðý” da bâtýldýr. Fail, fiil kendisiyle kâim olan, hâlýk da fiili var edendir. Fiili yoktan var eden ancak Allah’dýr. “Göz kapaklarýnýn hareket etmesi gibi” sözü ondan sadýr olan büyük bir câhilliktir. Zira O, cebir ile Eþarî mezhebini ayýrmadý. Sonra, “Allah kulu kendi fiili olmayan bir iþle Cehennem ateþine atacak” dedi. Bu câhil câhilliði ve yalanýna devam etti. Sonra “lâkin onlarý Allah kendi fiilleri ile cezalandýracak” dedikten sonra “Zulüm ise onlara göre bizzat imkansýz, bir þeydir” dedi. Ardýndan, “(böyleyken, Allah) o (zulümden) nasýl tenzih edilir ve bu tenzih nasýl medih olur” dedi.

Deriz ki: Ey câhil Allah’a ve kullarýna karþý cüretkâr davrandýn da fiil ile yaratmayý ayýrt etmedin. Câhilliðinle ikisinin de bir olduðunu ve kulun fiiliyle cezalandýrýlmayacaðýný zannettin ve “bu akýl sahiplerince akla sýðmayan bir þeydir” dedin. Sen, Rubûbiyyet hükümlerini akletmekten uzak olmana raðmen, sende hangi akýl var da, onunla akledeceksin?!.

Kevserî; Bu kasîde sahibi hakkýnda en azýndan söylenebilecek olan “câhil olduðu” dur. Þifâu’l-Alîl de, kulun kesbi hakkýnda anlattýklarýný okuduðunda, onu, Ýmâmül Harameyn’in el-Akîdetü’n-Nizamiyyesi’nden kullarýn fiilleri hakkýnda söylediðini nakledip de sonuna kadar onu takip eder halde bulacaksýn. Sonra dönüp “Cebr”in en aþaðý mertebesine düþer. Ardýndan Mu’tezileyi nihâi mertebede yerer. Sonra onu, cüretkârlýkta onlarý geri býrakýr halde görürsün. Hasýlý Onu, insanlarýn görüþlerini, anlamadan bir araya toplayan ve cin çarpmýþ gibi aklý fesada uðramýþ biri olarak bulursun.


Ýkinci Bahis

Allahýn Fiilleri Muallel midirler?

Ýbn-i Kayyim: Keza, (Muattýl) Allah’ýn emrinin ve ýtkânýnýn/(muhkem yapmasýnýn) gayesi olan “hikmet” için, “yoktur” dediler.

Sübkî: Alimlere karþý þu cüretkârlýðý’na, yalan ve iftirasýna bakýn!….

Kevserî: Bunu, mümin fýrkalar arasýnda söyleyen, hiç bir kimse yoktur. Onlar dinden bizzarûre/kaçýnýlmaz olarak, Allah’ýn, “Azîz ve Hakîm” olduðunu bilmiþlerdir.

“Allah sübhânehû ve teâlâ’nýn fiillerinin, maksadlarla sebeblendirilemeyeceði”ne gelince, bunun, “hikmeti, inkâr etmek”le alakasý yoktur. Aksine bu, öyle bir hüküm vermekten korkmak ve sakýnmak kabilinden bir þeydir.

“Allah’ý, bir iþ yapmaya sevk eden maksad (ve hikmet) varmýþ ta, o (maksad ve hikmet) olmasa, sanki Allah o iþi yapmayacakmýþ”, gibi bir hükme varmaktan korkuyorlar. Çünki, Kitab ve Sünnet’te böyle bir söz kullanýldýðýnýn gelmediði ve yine bunda baþkasýyla kemâl talebi bulunduðu için, bunun sakýnýlacak ve kaçýnýlacak þeylerden olmasý gizli deðildir.

Muhakkýk fýkýh âlimlerinin, -biz onlarý anlatsak da anlatmasak da,- kurallara dönecek olan hikmetler ve maslahatlarýn var olduðuna hükmetmelerine gelince; bunda korkacak bir þey yoktur. Aksine bu katýksýz bir doðrudur. Bu, Allah’ýn “(kendi) ihtiyar(ý/irâde ve seçimi) ile iþ yapan olduðu”na inananlara göredir. Nitekim hak olan da budur.

Allah’ý vaciblik yoluyla iþ yapan bir varlýk olarak kabul edenlere gelince… Onlar ortada ne bir maksad ne de bir hikmet tasavvur etmezler. Burada vaciblik ile murad edilen mahmul þartýyla zaruret deðildir.

Garibdir ki, Ýbn-i Kayyim, vacibliðe kaildir. O kadar ki, sen onu “öncesi olmayan hâdisler/sonradan olma þeyler” fikrini savunur halde görürsün. Bununla beraber bunlarýn (olanlarýn) maksadlarla illetlenmiþ/sebeblendirilmiþ olduðu kanaatinde olur. Bu birbirini yalanlayan þahadetlerden baþka bir þey deðildir.

Ýbn-i Kayyim: Cehm ve taraftarlarý Allah’ýn muattal olduðuna, sonradan deðiþikliðe uðrayarak, Deyyân (Allah) ile kaim bir emir olmaksýzýn Allah’ýn kâdir olduðu þey haline geldiðine hükmettiler.

Sübkî: Maksadý “Allah’ýn ezelden beri bir iþ yapmakta olduðu”dur. Bu, “âlemin kadîm ve ezelî” olduðunu lazým getirir. Bu ise küfürdür.

Kevserî: Bu lâzým getirme “açýktýr”. “Mezhebin lâzýmý Mezheb deðildir” þeklinde söylenen söz, lüzûm (açýk) olmadýðý yerlerdedir. Öyleyse, akýllý olanýn mezhebinin lâzým getirdiði, onun için mezhebtir. “Açýk lâzým”ýný inkâr ile beraber, “lâzým”ýn “melzûm”una (ayrýlmayýp yapýþtýðý, beraber olduðu þeye) hükmeden, “bu lâzým”ý kendisi için mezheb saymaz. Lâkin bu inkâr onu akýllýlar rütbesinden düþürür. “Mezhebin lâzýmý” hakkýndaki tahkik (iþin hakikatýnýn ortaya konmasý) iþte budur. O halde, küfrü, “açýk bir luzûm” ile lâzým getirecek þeye inanan kimsenin iþi “kafir” veya “akýlsýz bir yaratýk” olmak arasýnda deverân eder.[19]

Üçüncü Bahis

Hâþâ Allah’ýn Maddi Olarak Yüksekte Olduðu Ýddiasý

Ýbn-i Kayyim: Sonra bir gurup geldi, Allah’ýn sýfatlarýný yalanlamayý, tenzih kalýbý içerisinde gizledi ve þöyle dedi: “Allah içimizde deðil, kâinattan hariç de deðildir”. Hatta, “Kainâttan ayrý deðil, içinde deðil, ayný deðil, göklerin ve Arþýn üstünde ne Rab vardýr ne Rahmân. Arþýn üstünde ilâh yok. Orada yokluktan baþka bir þey yok. Aksine Arþýn Rabbinden olan payý yeryüzünün ve binalarýn temellerinin payýdýr. Arþýn üstünde olsa þu cisimler gibi olur” dedi.

Kevserî: Anlattýðý kimseler, her bir mücessim ve sapýðýn düþmanlarý olan Ehl-i Sünnet’tir. Allah, âlemin içindedir denilmez. Nitekim dýþýndadýr da denilmediði gibi. Allah Arþýn üstünde istikrar etti/yerleþti de denilmez. Çünki bu inançlar, ne Kitab’da ne de Sünet’te gelmedi. Zira bunlar cisimlerin þânýdýr. Kim Allah’ýn âlemin içinde ve dýþýnda olduðuna ve Allah’ýn (bir yerde) yerleþtiðine cevaz verirse o putperesttir. Ehl-i Sünnet’i bu inançlarýnda kesin (akli) deliller ve ayetler, teyid etmektedir. Bu hususta “Müþebbihe”nin elinde (deðil delîl) þübheye benzer bir þey (bile) yoktur. Nitekim, þu sapýk Nâzým’a raðmen, bu gelecektir.

Ýbn-i Kayyim: Üstün ilim sahiblerinden biri, “Beni Yunus aleyhisselâm’a üstün tutmayýn” hadisi hakkýnda, “denizin derinliklerindeki Yunus aleyhisselâm ile göklere çýkýp yedi gök tabakasýný aþan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ikisi oralarda Rablerine yakýnlýkta birdirler”, diyor. Ey Sünnet yolundaki kimse! Ýlâhý’na hamdet. Deðilmi ki seni iftiracýnýn tahrifinden korudu. Vallahi! Rabbinden korkan, imaný olan bu te’vîle razý olmaz. Bu, hakîkaten dinden çýkmanýn ta kendisidir. Hatta bu katýksýz bir tahrif, en soðuk bir hezeyandýr….. Böyle teviller dinleri ifsâd etti.

Sübkî: Ýþaret ettiði üstün kimseler…….. dýr. Sözü edilen hadisi, söylediði þekilde tefsir etmesi sahihtir. Bu tefsiri, ondan önce Ýmam Mâlik yapmýþtýr. Bunu, fakih, imam, Ýskenderiye Kadýsý, müfessir, nahivci, usulcu, hatîb, edîb ve bir çok ilimde mutehassýs Nâsýruddîn Ýbnü Münîr el-Mâlikî “El-Müktefâ fi Þerefi’l Mustafâ” isimli eserinde, Allah için cihet olup olmayacaðýný söylerken hikaye etti ve þöyle dedi: Ýþte bu manada Mâlik (r.h.) Nebi sallallhualeyhivesellem’in “Beni Yunus b. Metta’ya üstün tutmayýn” sözünde iþaret etti ve þöyle dedi: (Hadisde) Yunus aleyhisselamýn hususiyetle zikredilmesi ancak þundandýr; Nebi sallallhu aleyhi vesellem Arþa yükseltilmiþ, Yunus aleyhisselam da denizin dibine inmiþ olmasýna raðmen Allah’a nisbetleri birdir. Eðer üstünlük nisbetle olsaydý, Nebi aleyhisselam Yunus b. Metta’dan mekan bakýmýndan üstün olur ve “O’nu üstün tutmayý” yasaklamazdý. Sonra Fakîh Nâsuriddîn faziletin rutbeyle olduðunu açýklamaya baþladý… Mâlik þu hadis’i, bu herifin “ilhaddýr/dinden çýkmaktýr” dediði sözle tefsir etmektedir. Öyleyse, Mulhid o’dur. Allah’ýn la’neti üzerine olsun.

Kevserî: Sübkî’nin kitabýnda sözü edilen “Fâzýl/üstün”ün kim olduðu belli deðil, çünki orasý Es-Seyfü’s-Sakîl’de yazýlý deðildir. Fâdýl Ýmâmu’l-Haremeyn’dýr. Bazýlarý, Ýmamul-Haremeyn’in talebelerinden, onlar da Ýmamul-Haremeyn’den þu sözü nakletmiþtir. Bunlardan biri de Ýbn-i Ferah el-Kurtubî’dir. O, “Tezkire”sinde, Kadý Ebu Bekir b. Arabî’den O, Ýmamul Haremeyn’in bir çok talebesinden onlar da Ýmam Harameyn’den rivayet ettiler:

Bir ihtiyaç sahibi, Ýmamu’l-Harameyn’e geldi ve borcundan þikayet etti. Ýmam, “Belki Allah bir kapý açacak” diyerek, O’na beklemesini iþâret etti. O esnada bir zengin geldi ve O’na “Allah’ýn yönden münezzeh olduðu”nun delilini”(nin ne olduðunu) sordu. Ýmamu’l Harameyn, “bunun delilleri cidden çoktur. Bunlardan biri de Nebi Aleyhisselâm’ýn, ‘kendisinin Yunus Aleyhisselâm‘a üstün tutulmasýný’ yasaklamasýdýr”, dedi. Bunun, “hangi bakýmdan Allah’ýn cihetten/yönden münezzeh olduðuna delâlet ettiðini” anlamak, oradakilere zor geldi. Ýçlerinden biri bu yasaklamanýn “tenzîh”e nasýl delalet edeceðini sordu. Ýmamu’l-Harameyn, þu ihtiyacý olanýn isteðini karþýlarsan, söylerim, dedi ve ihtiyaç sahibini gösterdi. O kiþi, hacet sahibinin borcunu üstlendi. Ýmam bunun üzerine þu cevabý verdi: Bu hadis göstermektedir ki, Nebi Aleyhisselâm Sidretü’l-Müntehâ’da iken, denizin içindeki balýðýn karnýnda bulunan Yunus Aleyhisselâm’dan Allah’a daha yakýn deðildir. Bu da gösteriyor ki, Allah yönlerden münezzehtir. Yoksa, “üstün tutmaktan yasaklamak” doðru olmazdý. Oradakiler bu cevabý son derece güzel buldular.

Ýmam Buharî’nin rivâyeti, “Sizden biriniz sakýn, benim Yunus b. Metta’dan daha hayýrlý olduðumu söylemesin” þeklindedir. Mana aynýdýr. Bu hadisi Kadý Iyâd Þifâ-i Þerîf’de Müellif’in lafzý gibi zikretmiþtir.

Allah’a yön tayin etmeye “küfür” ýtlak eden kimseler, imâm’lar arasýnda son derece çoktur. Allah’ýn cihetten münezzeh olduðunun delillerinden biride “kulun Allah’a en yakýn olduðu vakit secdede olduðu andýr.” hadisidir. Bu hadisi Nesâî ve baþkalarý rivayet ettiler.

Ýbn-i Kayyim: Mezheblerini Kuran’a dayandýrýp hadise yapýþanlar taifesi þöyle dedi; Senin aradýðýn Allah, kullarý üstündedir. Semanýn üstündedir. Her mekânýn üstündedir. O’dur hakîkaten Arþýn üstünde istivâ eden. Her güzel söz sâdece O’na yükselir. Þükrân sâhibinin ameli sâdece O’na yükseltilir. Rûh (olan Cebrâil) ve melekler O’ndan iner, O’na çýkar. Ýsteyenlerin elleri sâdece O’na yönelir. Resûlüllah sâdece O’na çýktý. Mesîh aleyhisselâm hakîkaten O’na yükseltilmiþtir. Her bir mü’minin rûhu sâdece O’na yükselir. Lâkin onlardan ta’tîl sâhibleri (Allahýn zâtýný yahud sýfatlarýný inkâr edenler) câhillik ve hizlân Allahýn yardýmýndan mahrum olup periþan olmak) hastalýðýyla hasta oan kimseler hâline geldiler.

Kevserî: Kurandaki ilâhî kelam þudur: ’O’dur kullarý üstünde kâhir olan’. Allah, Kýptîler hakkýnda, ‘Þübhesiz biz (Kýptîler), onlar (Ýsrâil oðullarý) üzerinde kâhirleriz’ buyurmaktadýr. Bir cismin, baþka bir cisim üzerine binmesi mümkin olmasýna raðmen, (bu âyetten), Kýptîlerin Benî Ýsrâîl’in omuzlarý üzerine bindiðini anlamak, haya perdesini yýrtmak olan iþlerdendir. Ya bu, cisimden ve cisimle alakalý olan þeylerden münezzeh olan Hak Teâla hakkýnda nasýl düþünebilir?. Allah’ýn “mekan üstünlüðü” ile kullarýn üstünde olduðuna itibar etmek, ayetle alakasý olmayan bir ilhattýr, haktan dönmektir. Allah’ýn zâtýnýn göklerden birinden ve her bir mekandan üstün olduðuna itibar etmek de ayný derecede sapýklýktýr. Kurân’da bunu zayýf bir zanla gösteren ayet nerede?… Ýstivâ ile, Mücessime’nin Þeyhi Mukatýl b. Süleymân’a uyarak “istikrar”/yerleþmek murad ediyor idiyse, ayet bu hususta susmuþ bir þey dememiþtir.

Arazlarýn ve manalarýn Allah’a yükselmesi bunun (madde olmayan þeylerin yükselmesini) “kabul etmek”ten mecâz olduðu ilk bakýþta anlaþýlacak olan delillerdendir. Meleklerin göklerden inmeleri ve göklere çýkmalarýndan ne olmuþ? Ýsteyen kullarýn kasdý baþkasýna deðil de, sadece Allah’adýr. Lâkin elleri semaya kaldýrmalarýnda Allah’ýn zatýnýn semada karar kýldýðýyla, alakasý olmayan bir þeydir. Bu sadece duanýn kýblesi ve nurlarýn, yaðmurlarýn ve bereketlerin indiði yer olmasýndandýr: “Semadadýr rýzkýnýz”[20] Baþýn yönü zaman zaman deðiþen þeylerdendir. Nitekim bunu medreselerdeki küçük talebeler bilirler. Nâzýmýn ma’bûd’u sürekli bir yerden bir yere intikal halinde midir?... Yer yüzünün diðer yerlerindeki dua edenlerin hali ne olacaktýr? Bu, her tarafý kaplayan (koyu) bir cahilliktir.

Nebi Aleyhisselâm’ýn Ýsrâsý (daha doðrusu Mi’râc’ý) Allah’ýn mekanýný kaplamak için deðildir. Allah’ý mekandan tenzih ederiz. Aksine O’nu (Nebî sallallahu aleyhi ve selemi) Rabbi, en büyük ayetlerini O’na göstermek için gece götürdü (ve miraca çýkardý). Nitekim Kurân bunu ifade etti.

Ýsa Aleyhisselâm’ýn makamý Mi’râc hadisesinden ortaya çýkmaktadýr. Yazýklar olsun Nâzým’a!.. Sünnet’in ne de þaþýrtýcý mertebede cahili imiþ!. Evet Hiristiyanlar arasýnda “Oðul”un semaya çýkarýldýðýný “Baba”sýnýn yanýnda “oturduðunu” iddia edenler vardýr. Ruhlarýn semaya çýkýþýný tecsime elveriþli gören kimdir?.

Ýbn-i Kayyim: Benimle beraber yolculuk eden Cengizhan’ýn ordusu olan Cehm’in talebelerine, Sünnet taraftarlarý hakkýnda sordum; kimdir þunlar? Þöyle dedi(ler): Müþebbihe, Mücessime!.. Sözlerini dinleme. Onlara lâ’net et. Kanlarýnýn dökülmesi hükmünü ver. Onlar Cehmîdirler ve Hýristiyanlar’dan sapýktýrlar. Onlarla “Allah dedi” “Resûlü dedi” sözleriyle mücadele etme. Onlardýr o söze evlâ olanlar, en lâyýk olanlar. Onlarla imtihan olursan, hadisleri ve Kurân’ý tev’il ve ilhad için, yalanlama üzerine muðalata yap.

Kevserî: Bak þu Haþevî’ye! Nasýl da Allah’ý cisim ve cisimle alakalý þeylerden tenzîh eden Ehl-i Sünnet’i Cengizhan’ýn taraftarlarý yapýyor!…


Hâtime

Ýslâmî meselelerdeki tefrit ve gevþeklik ile, insafý yok eden ifrat arasýndaki i’tidâl ve istikâmet ancak, îman gayreti, din asabiyyeti, üstün himmet, akýl, idrak, firâset, muhakkýklýk, ve mudekkýklik ile kazanýlabilir…..

Aktaramadýðýmýz uydurma yahut zayýf veya manasý tahrif edilmiþ hasen ve sahih hadis, imamlara iftirâ, “Ýcmâ” idialarý ile ispât edilmeye çalýþýlan haþa “Allah’ýn mekaný”, “yukarda olmasý” gibi Firavun itikadý nevinden i’tikadlar, siyasi güçle Müslümanlara kabullendirilmeye çalýþýlmaktadýr. Böyle bir zamanda çok dikkatli ve gayretli çalýþmalarla oynanan oyununun üzerindeki sis perdesini def’ etmek lazýmdýr.

Ýmâm Kevserî âbidevî eserleriyle buna en ileri seviyede muvaffak olmuþtur. Mesele, onun yazdýklarýný eli yüzü düzgün bir þekilde Türkçeye kazandýrmaktan ibarettir. Bu arada itidâl ve istikâmeti de elden býrakmamak elzemdir. Yok etmeniz gerekenleri, yok edeyim derken saklamak zorunda olduklarýnýzý da kollamak ve kaybetmemeye mecbursunuz. Karþýlýklý taraflarýn mevzuu ile alakalý olarak birbirlerine yazmýþ olduðu eserleri, erbabý olanlarýn bulup bir mudakkýk ve muhakkýk gözüyle sabýrla okumasý, avam için anlaþýlýr bir halde yeniden yazýp izah etmeleri gerekir. Ýlm-i Kelâm müderrislerinin Allah’ýn sýfatlarý, sýfat ayetleri ve sýfat hadisleri bahsini yeniden geniþ mulâhazalarla ortaya koymalarý icap etmektedir. Sözü edilen þu muzýrr akideler Türkçeye tamamýyla çevrilmiþtir. Uyuþuk uyuþuk durmanýn bir manasý yoktur. Vesselâm….





--------------------------------------------------------------

[1] Kevserî’nin takdiminden:15

[2] Kevserînin takdiminden:15

[3] Dicle ve Fýrat arasýnda bir þehir. Ýslam tarihçilerinin "el-Cezîre" adýný verdikleri Yukarý Mezopotamya'nýn Diyâr-ý mudar denilen kýsmýnda, Þanlýurfa'nýn 45 km. kadar güneydoðusunda bulunmaktadýr.

[4] Hâdi’l-Ervâh mukaddimesi. Mektebetü ve Nehdatü’l Hadîse. Mekke-i Mükerreme. Sûku’l- leyl, 3. baský:1392-1972

[5] Kevserî es-Seyfü’-Sakîl takdîmi:15

[6] En aðýr þekilde cerh edilmiþ raviler için kullanýlan bir tabirdir. Böyle ravilerin rivayetleri hiçbir surette alýnmaz.

[7] Takdîm: 14

[8] Ö:863

[9] Es-Seyfu’s-Sakîl Nâþiri : 8

[10] Ýbn-i Receb, Zeylu Tabakâti'l-Hanâbile, 4/448.

[11] 204den naklen, es-Seyfü’l-Meslûl tahkî’i:43,44. Dârü’l-Feth, Ummân-Ürdün.2000, 1. baský

[12] 116’dan naklen, ayný yer:60

[13] Tabakâtü’þ-Þâfiiyye’den naklen, ayný yer:60-61

[14] Ayný yer:56.

[15] Ayný yer:67-78.

[16] Es-Seyfü’s-Sakîl:26-27.

[17] Þerh-i Ýhyâ, 8/566’dan nakleden Ebû Ðudde, Er-Ref’ ve’t-Tekmîl hâþiyesi:46. Mektebetü Matbûâti’l- Ýslâmiyye. 2. baský.

[18] Asrýnýn biriciði, zamanýnýn tek adamý, asrýn bereketi, zamanýn çok zor bulunur adamý, Büyüklüðü ile, Allahýn nâmütenâhî olan yüceliðinin alâmeti.

[19] Yani, insanýn Allah’ýn “ezelden beri iþ yapmakta, yani yaratmakta olduðu”na inanmasý “yaratýlanlarýn kadim olduðu”nu açýkça vasýtasýz lazým getirir. “Alemin kadîm olmasý” inancý “Allah’ýn ezelde yaratmasý” inancýndan ayrýlmayacak bir inançtýr. Akýllýlarca “Allah’ýn ezelde yaratmasý”na inanýp ta “alemin kadîm olduðu”na inanmamak olacak þey deðildir.

Bir görüþün bir baþka görüþe lüzûmu, yani yapýþýp ondan ayrýlmamasý, bazen “açýk” yani vasýtasýz olur. Meselâ siz, bir varlýk için, “ezelîdir” derseniz, onun için “kadîmdir” demeniz, açýk, olarak “lâzým” olur. Bir yanda, bir þey için “ezelde yaratýldý” deyip de öte yanda, “Kadîm deðildir” diyemezsiniz. Kezâ, “Allah’ýn uzuv manasýnda eli var” diyen, öte tarafta “Allah cisim deðildir” diyemez. Çünki, “Uzuv olmak”, “cisim olmayý” vâsýtasýz ve açýk olarak lâzým getirir. Zîra “cisim olmak”, “organ olma”ya lâzýmdýr, ondan ayrýlmaz. Sizin bir düþünceniz ikinci bir düþünceyi, o da üçüncü bir þeyi lâzým getirirse, birinci þeyin, ikinci þey vâsýtasýyla üçüncü þeyi lâzým getirmesine “açýk olmayan” lüzûm derler ki, bu, size aid “mezheb” olmaz.

[20] Zâriyât:22.


radyobeyan