Makale Dünyasý
Pages: 1
Selefilik Neyin devami.. By: ezzehraveyn Date: 10 Kasým 2009, 00:48:38
SELEFÝLÝK NEYÝN DEVAMI

 

 

Halit ÝSTANBULLU

Yataðýndan ayrýlan nehir suyu gibi, vahyin aydýnlýk yolundan uzaklaþan insan zihni de saf halini kaybeder. Ýdeolojiler mahþerine dönüþen zihnin, hakikati yanlýþlardan ayýklayabilmesi, vahyi bozulmamýþ bir akýlla okumasý ile mümkündür.

Peygamberler farklý renk, dil ve iklimlerin egemen olduðu zihinleri yanlýþlardan ayýklayýp “hakikat” etrafýnda yek vucût olmaya çaðýrdýlar.

Her peygamber ümmetini Allah’a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmiþtir. En son Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) farklý düþünceleri Ýslam etrafýnda bir araya getirip mümin zihinleri ideolojik ihtilattan kurtarmýþtýr.

Ýnsanlýk tarihi Hz. Adem’den Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) doðru tarandýðýnda görülecektir ki esasta ayný þeyleri söyleyen peygamberler ömürlerini zihinleri yanlýþlardan arýndýrmaya yani bâtýlý geçersiz kýlmaya adamýþlardýr.

Ýslam’ýn ilk yýllarý yanlýþlarýn silinip, farklý düþüncelerin tevhit edilmesinin örnekleriyle doludur. Deðiþik kabulleri, algýlarý, istekleri olan kabileler mümin kimliði altýnda tek renge bürünmüþlerdir.

Ýslam’ýn evrensel bir din olmasý bazý ameli meselelerin gri tonda kalmasýna yol açmýþtýr. Bu durum farklý zaman ve mekanlarda yaþayan insanlarýn hayatlarýna kolaylýklar getirdiði gibi “tevhid”in de zorlama olmaksýzýn kabulünü temin etmiþtir. “Te’vil” ve “tefsir”e açýk olan nasslar insanlýk aleminin tek düze olmasýna engel olmuþlardýr. Ameli noktada sahabeden yapýlan farklý rivayetler de bu noktada önem arz etmektedirler. Bir konuda sahabenin ihtilaf etmesi sonraki kuþaklar için “rahmet” olarak kendini göstermiþtir.

Ameli bir konuda sahabenin ihtilaf etmesinden haz duyan Ömer b. Abdulaziz gerekçesini þu þekilde açýklamaktadýr: “Eðer onlardan rivayet edilen tek bir görüþ olsaydý bu durumda insanlar darda kalýrlardý.”[1]

Ýmanla hakikati yek vucût halinde özümseyen zihinlerin ameli konularda ihtilaf etmeleri, sonraki dönem müçtehitlerine alternatif çözümler üretme ya da farklý tercihlerde bulunma imkaný saðlamýþtýr. Bu yüzdendir ki Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin ihtilafýný rahmet olarak deðerlendirmiþtir.

Burada altý çizilmesi gereken bir konu vardýr ki, o da sahabe ihtilafýnýn ameli konularla sýnýrlý olmasýdýr. Eðer sahabenin ihtilafý konuyla alakalý mevcut bir nassa vakýf olamamaktan kaynaklanýyorsa, nassýn sabit olmasýyla düþüncelerini ayet ya da hadis etrafýnda derhal tevhit etmiþlerdir. Nitekim Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirete irtihali üzerine bir grup sahabi O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmediðini, Allah Teala’nýn Ýsa (aleyhisselam) gibi O’nu da katýna yükselttiðini dillendirdiklerinde, Hz. Ebu Bekir “(Ey Muhammed!) Þüphesiz sen öleceksin ve þüphesiz onlar da öleceklerdir.”[2] ayetini okuyup, “kim Muhammed’e ibadet ediyorsa bilsin ki O ölmüþtür. Kim de Muhammed’in Rabbine ibadet ediyorsa yine bilsin ki O diridir ve asla ölmeyecektir.” hitabýnda bulununca ihtilaf ortadan kalkmýþ ve istisnasýz herkes Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatýný kabul etmiþtir.[3] Yine “Sakîfe Ehli”, devlet baþkanlýðý konusunu tartýþýrken ensardan bir grup, muhacirlere; “sizden bir, bizden de bir emir” olsun teklifinde bulunmuþtu. Fakat devlet baþkanýn “Kureyþ”ten olmasý gerektiðini bildiren hadis gündeme getirildiðinde ensar, Allah ve Resulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat edip, gayri bütün görüþleri devre dýþý býrakmýþtý.[4]

Sahabe asrýnýn sonlarýna doðru ihtilaflar kelâmî alana da kaymýþ kader ve sýfatlar ekseninde cereyan eden tartýþmalar bir çok meþrebin ortaya çýkmasýna zemin hazýrlamýþtýr. Nev zuhûr fýrkalara karþý usûl-u dinde ihtilaf etmeyen topluluðun adý ise “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” mezhebidir. “Fýrka-i Naciye” olarak ta bilinen bu oluþumun ihtilafý fýkhî alanla sýnýrlý kamýþtýr.[5]


Ýtikadî Ýhtilaflarýn Arkaplaný

Farklý kültür ve dinlere mensup þahýs ve toplumlarýn Ýslam’a girmeleri, beraberinde yeni sorunlar getirmiþtir. Bunlardan en önemlisi farklý din müntesiplerinin ihtida etmelerine raðmen zihinlerindeki eski dinlerine ait bakiyeleri silememeleridir. Bu durum Ýslam’ýn gerçeklerini önceki akidelerinin ýþýðý altýnda deðerlendirmelerine yol açmýþtýr.

Ýslam’a girme noktasýnda samimi olan fakat eski görüþlerinden kurtulamayan bu grubun yaný sýra bir baþka oluþum daha vardýr ki onlar, görünüþte Müslüman, gerçekte ise Ýslam düþmanýdýrlar. Ýçlerinde haramý helal, helali de haram gösteren 4 bin hadis uyduracak kadar ileri giden zýndýklar da vardýr. Bu grup Müslümanlar arasýndaki itikadî ihtilafýn oluþmasýnda son derece etkili olmuþtur.

Ýranlýlar, uluslararasý arenada ciddiye almadýklarý, kabile hayatý yaþadýklarýndan dolayý da devlet gözüyle bakmadýklarý Araplar karþýsýnda gün gelip saltanatlarýný kaybedince, itibarlarýný geri alabilmek için onlar arasýna fitne tohumlarý ekip, sonu gelmez itikadî ayrýlýklara zemin hazýrlamýþlardýr.

Yunan ve Roma filozoflarýna ait felsefi metinlerin tercüme edilmesi de ihtilaflarýn oluþmasýnda etkili olmuþtur. Nasslarý Kur’an ve Sünnet’ten neþet eden düþünce sistemi ile (usul) yorumlayan kelamcýlarýn yerine, felsefi ekollerin düþünce sistemlerini esas alan mütefekkirler zuhur etmiþtir. Bu ekolün en güçlü temsilcileri mutezilî kelamcýlar arasýndan çýkmýþtýr.

Mutezile, ideolojik saplantýlara teslim olunca Allah Teala’nýn sýfatlarýný ispat ya da nefy gibi insan aklýnýn sýnýrlarýný zorlayan sorunlara dalmýþtýr. Bu bapta incelenen her bir konu beraberinde yeni ihtilaflar getirmiþtir. Ýhtilaflarýn gündemde kalmasý daha büyük ihtilaflarýn doðuþuna zemin hazýrlamýþtýr.

Allah Teala’nýn müminlerin imanlarýný sýnamak için indirdiði “müteþabih” ayetler, zamanla ilim adamlarý arasýnda ihtilaf sebebi olmuþtur. Selef, müteþabih ayetlerin anlamýný Allah Teala’ya havale ederken, Haþviyye onlardan hareketle Cenab-ý Hakk’a cisimlere mahsus özellikler isnat etmiþtir.


Kelamcýlarýn Zuhuru

Sahabe devrinden uzaklaþtýkça hem ihtilafýn derinliðinde, hem de konularýnda artýþ görülmüþtür. Sýfatlar ve müteþabihatý te’vil etmeksizin anlamlarýný Allah Teala’ya havale eden selef akidesi, bu cereyanlarý cevaplama noktasýnda yetersiz kalmýþtýr.

Selef akidesinin içe kapanmasý, buna mukabil akla aþýrý önem veren Mu’tezile’nin etkin hale gelmesi muvazeneyi sarsacak bir konuma geldiðinde, nassa baðlý kalma þartýyla aklý da kullanan fakat bunu yaparken Ehl-i Sünnet’in belirlediði sýnýrlarýn dýþýna taþmayan kelamcýlar ortaya çýkmýþtýr. Irak’ta kýrk yaþýna kadar mutezili olarak yaþayan “ihve-i selase/üç kardeþ” meselesinden dolayý da hocasý Ebu Ali el-Cübbai ile tartýþýp Mutezile’den ayrýlan Ebu’l-Hasan el-Eþ’ari (v. 324/936) ve Maveraunnehir bölgesinde yüksek ilgi ve alaka gören Ebu Mansur el-Maturidi’nin (333/944) çalýþmalarý muvazenenin yeniden tesis edilmesinde hayati öneme sahiptir.

Ehl-i Sünnet kelamý olarak isimlendirilen bu yeni cereyan, Mutezile baþta olmak üzere bidat ehli fýrkalarýn güçlerini etkisiz hale getirmiþ, selefîn temsil ettiði akideyi ise hem muhafaza etmiþ hem de neþretmiþtir. Bu yüzdendir ki Cüveyni selef ve halef alimlerinin benimsedikleri “tefviz” ve “te’vil” sistemlerinin Allah Teala’yý tenzih etmeleri ve yaratýlmýþlara benzetmemeleri itibariyle ayný olduklarýný söylemektedir.[6]

Maturidiyye ve Eþ’ariyye mezhebine müntesib kelamcýlarýnýn telif ettiði eser ve yetiþtirdikleri talebeler zamanla sýfatlarýn bir kýsmýný reddeden ve Allah Teala’yý yaratýlmýþlara benzeten bidat fýrkalarýnýn inkýraza müncer olmalarýna yol açmýþtýr.

Hicri sekizinci asýrda yaþayan Ýbn Teymiyye’nin (v. 728/1328) “ehl-i sünnet kelamýna” karþý yönelttiði eleþtirileri ve “selef akidesi” baþlýðý altýnda “Haþviyye” ile örtüþen görüþleri eski ihtilaflarýn tekrar canlanmasýna yol açtýðý gibi, günümüzde “selefîyye” olarak isimlendiren ve söz konusu yaklaþýmýn müdafaasýný yapan bir hareketin doðmasýna da yol açmýþtýr.

Selef

“Halef” kelimesinin zýddý olan “selef”, önceden yaþayan büyükler ve akrabalar anlamýna gelmektedir.[7] Buna göre her yaþayan insanýn bir selefî vardýr. “Halef” olan, bir gün mutlaka “selef” olacaktýr. Fakat kelime, ýstýlahta belli bir dönemle sýnýrlandýrýlmaktadýr. Hadisin delalet ettiði anlama göre “selef”ten Allah Resulün’den (sallallahu aleyhi ve sellem) itibaren yaþayan üç kuþak anlaþýlmaktadýr. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlarý üstünlükleri itibariyle kýymetlendirirken þöyle buyurmuþtur: “Ýnsanlarýn en hayýrlýsý benim asrýmdaki[8] ashabýmdýr. Sonra onlara yakýn olan tabiundur. Sonra da onlara tabi olan etba-u tabiindir. Bunlarýn ardýndan bir takým kavimler gelir ki, onlardan birinin þehadeti yemininin, yemini de þehadetinin önüne geçer.”[9]

Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetin kaynaðýna yakýn olmalarýndan dolayý lehlerinde þahadette bulunduðu selefîn, ilk tabakasýnda yer alan sahabe Ýslam akidesini direkt olarak Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) almýþ, ikinci tabakada yer alan tabiun Resulullah’ý gören sahabeden dinlemiþ, son tabakada yer alan etba-u tabiin ise tabiundan öðrenmiþtir. Üçüncü kuþaktan sonra bidat ve dalalet yaygýnlýk kazanmýþ, inanç ve fikirdeki safiyet bozulmuþtur. Enes b. Malik’in, Haccac-ý Zalim’in zulmünden þikayet eden Kûfe halkýna “Bundan sonra gelecek zaman muhakkak bundan daha fena olacaktýr. Ve bu kötülük siz ölüp Rabbinize gidinceye kadar (asýrlarca) devam edecektir.”[10] hadisini hatýrlatarak sabýr tavsiye etmesi de bu hükmü desteklemektedir.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) yarýný, dününden daha fena olacak insanlýða, selefîn, kendisine en yakýn halkasý olan ashabýn yolunu izlemeyi vasiyyet etmiþtir: “Benim sünnetime ve raþid halifelerin sünnetine sarýlýn.”[11], ”Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’e uyun, Ammar’ýn rehberliðinde yol alýn, Ýbn Mesud’un rivayet ettiðini de kabul edin.’[12] “Ashabým yýldýzlar gibidir hangisine uyarsanýz uyun, sizi doðru yola erdirir.”[13]

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) yakýn bir gelecekte ümmetinin 72 fýrkaya ayrýlan Ýsrailoðullarý gibi, 73 fýrkaya ayrýlacaðýný içlerinde ise sadece “ashabýyla birlikte kendisinin üzerinde olduðu” ehli sünnet ve’l-cemaat yolunu benimseyeceklerin kurtulacaðýný söylemektedir.[14]

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinden, selefîn ilk halkasý olan ashaba uymalarýný istemesi zaman itibariyle önce olduklarýndan deðil, Kur’an’ýn iniþine, Cebrail’in geliþine þahit olduklarýndan yani Kitab ve Sünnet’i diðer kuþaklardan daha iyi bildiklerinden dolayýdýr. Selefîn diðer iki halkasýný teþkil eden tabiun ve tebe-u tabiin de ilmin menbaý olan Allah Resulü’ne sonraki kuþaklara nisbetle daha yakýndýr. Yaþadýklarý dönemde Arap dili saf haliyle korunduðundan selikalarý daha güçlüdür. Bu durum din ve istikamet noktasýnda imam olmalarýna yol açmýþtýr.

Ýslam’ý doðru bir þekilde anlamak için gerekli olan selefe ittiba, sýnýrsýz olmayacaðý gibi kelimeleri bir takým kalýplara hapsetmek þeklinde de olmamalýdýr. Selefe ittibanýn çerçevesi; nasslarý tefsir ve te’vil ederken baþvurduklarý prensiplerle, içtihat yaparken dikkate aldýklarý kriterleri benimsemek olarak anlaþýlmalýdýr.[15] Zira selef, tek bir içtihat usulü benimsememiþtir. Tabiun kuþaðýndan Said b. Müseyyeb “hadis merkezli” fýkhî bir yaklaþýmý tercih ederken, Kûfe’de Ýbrahim en-Nahai “içtihat merkezli” fýkhî bir ameliye içerisinde olmuþtur. Bu durumda kendilerinin selefî olduðunu iddia eden grup içtihat ederken hangi fýkýh mektebinin usulünü takip edecektir?!

Eðer selefe ittiba etmek onlarýn söz, fiil ve adetlerini ilave, eksiltme ve deðiþtirme yapmaksýzýn özümsemek þeklinde anlaþýlacaksa bu, selefîn kabulleriyle çeliþen bir durumdur. Zira onlar kendi söz, fil ve uygulamalarýna sonsuza kadar baki kalacak kutsi unsurlar olarak bakmamýþlardýr. Nitekim sahabenin Mekke’deki örf ve adetiyle Medine’deki örfü arasýnda ciddi derecede farklýlýklar vardýr. Mekke’de bir çoðu dikiþli elbiseyi tanýmazken, Medine’de dikiþli elbiseler giymiþlerdir.[16]

Tabiun dönemi fakihleri de sahabe asrýnda söz konusu olmayan bir çok meselede içtihat etmiþlerdir. Yeni sorunlarý, yeni içtihatlarla çözmüþlerdir. Bu durum müçtehit imamlar devrinde zirveye çýkmýþ, içtihadýn fazlalýðýndan dolayý bu döneme fýkhýn altýn çaðý denmiþtir.

Sonraki dönem alimleri avamýn, ilk kuþakta yer alan selefe doðrudan ittiba yerine onlarýn rivayet ve içtihatlarýný tedvin ve tahlil ederek fýkha altýn devrini yaþatan müçtehit imamlarý taklit etmeyi daha uygun görmüþlerdir.[17] Çünkü müçtehit imamlarýn içtihatlarý mezhep disiplini çerçevesinde tertip, tahkik ve ta’lil edildiðinden farklý görüþler arasýnda tercihte bulunmayý kolaylaþtýrmaktadýr. Ayný sistemin sahabe ya da tabiun içtihadý için geçerli olduðunu söylemek mümkün deðildir

Selefiyye

Ýslam’ýn ilk asýrlarýnda selef denilince Allah Resulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yakýnlýklarýna göre derecelendirilen üç kuþak anlaþýlýrken, daha sonra kelime bu ilk anlamýndan alýnýp belli bir mezhebin adý olarak kullanýlmýþtýr.

Bugün selefiyye dinilince “þer’i hükümleri çýkarma noktasýnda sadece Kitap ve Sünnet’e baþvuran, onlar dýþýndaki hükümleri geçersiz kabul eden oluþum” anlaþýlmaktadýr.

Selefiyye, sahip olduðu nisbesiyle ümmet içerisinde farklý olduklarýný ihsas ederken, aidiyet iddiasýnda bulunduðu selef alimlerinden hiç birisi onlar gibi kendilerini sonraki dönem Müslümanlardan ayýrt edici bir tavýr içerisinde olmamýþtýr. Zira onlar selef kelimesini halefin zýddý olarak kabul etmiþlerdir.

Düþünce ve meyilleri ile “cemaat-ý kübra”dan ayrýlan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklýlýk gösteren[18] bu yeni oluþumun selef-i salihinin devamý olduðunu söylemek ilmi verilerle çeliþmektedir. Zira varlýðýný, bid'at olarak nitelediði söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid'attýr.

Selefilerin mezhepleri devre dýþý býrakarak selefe ulaþma gayretleri ise hem sahih senet sistemine engel teþkil etmekte, hem de onlarýn oluþmasýný gerekli kýlan unsurlara karþý Müslümanlarý savunmasýz bir konuma getirmektedir.

Selefiler kendileri gibi düþünmeyen Müslümanlarý; “Cebrail risaleti Ali’den kaydýrýp Muhammed’e verdi” diyen ve bu yüzden “Cebrail’e söven”[19] “Gulat-ý þia” ile eþdeðer görmekte ve onlarýn adý olan “ehl-i zeyð”[20] kelimesini Maturidi ve Eþariler için de kullanmaktadýr.


Selefin Akidesi

Sýfatlar ve müteþabihatý zahiri anlamda anlayan selefiyyenin itikadi görüþleri ile selef-i salihinin itikadý arasýnda ciddi farklýlýklar vardýr. Nitekim selef, müteþabihat noktasýnda konuþmayý uygun görmezken, selefiler Allah Teala’ya “el”, yüz” gibi insana ait uzuvlarý isnat etmiþlerdir.

Ýmam-ý Gazzali (v. 505/1111) nasslarýn zahirine bakarak Allah Teala’ya el, ayak gibi uzuv, nüzul, intikal ve arþ üzerine oturmak gibi hâdis varlýklara ait fiilleri isnat eden Haþviyye’nin “selef itikadý üzerine olduklarý” iddiasýný çürütmek ve selef akidesinin esaslarýný ortaya koymak için kaleme aldýðý “Ýlcamu’l-avam an Ýlmi’l-Kelam” adlý eserinde 7 ilkeden bahsetmektedir:[21]

Takdis: Allah Teala’yý “cisimlere ait özelliklere sahip olmak” gibi þanýna yaraþmayan hususiyetlerden tenzih etmek.

Tasdik: Ýsim ve sýfatlardan, Allah Teala’nýn þanýna uygun anlamlarýn kastedildiðini, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Cenab-ý Hakk’ý vasfederken de yanýlmadýðýný kabul edip, öylece iman etmek.[22]

Aczi itiraf: Nasslarda bildirilen müteþabihattan kastedilen ilahi muradý bilmenin, kul olarak kendi idrak sýnýrýný aþtýðýný itiraf etmek.

Susmak: Müteþabihatýn anlamýnýn ne olduðunu sorma ve bu konuda fikri tartýþmalara dalmanýn bidat olduðunu kabul etmek.

Ýmsak: Müteþabihat hakkýnda yorum yapmak, onlarý baþka bir dile tercüme etmek, ilave ya da eksiltmede bulunmak, birleþtirme ve ayrýþmaya tabi tutmak da caiz deðildir. Müteþabihat ancak mevcut sîgalarýyla telaffuz edilebilirler.

Keff: Müteþabihat ile kalben meþgul olmamak, haklarýnda fikir yürütmemek.

Ehline havale etmek: Avam, yetersiz olduðundan dolayý anlamaktan aciz kaldýðý müteþabihatý, Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamber, alim ve velilerin bildiðine kanaat getirir.[23]

Ýmam-ý Gazzali söz konusu eserinde müteþabihat baðlamýnda deðerlendirilen ayetlerin nasýl anlaþýlmasý gerektiðini de örneklerle izah eder. Müteþabihattan olan “el” kelimesinin iki anlamýnýn olduðunu et, kemik ve sinirden müteþekkil uzuv anlamýna geldiði gibi, “idare, güç, kuvvet” gibi anlamlarda da kullanýldýðýný söyler. “Bölge emirin idaresi altýndadýr./el-beldetu fi yedi’l-emîr” cümlesinde “yed/el” kelimesinin gerçek anlamýnda kullanýlmadýðýna dikkat çeken Gazzali, Kur’an ve Sünnet’teki her “el” kelimesinden de “et, kan ve kemikten” oluþan bir uzvun kasdedilip sonra da bunun Allah Teala’ya isnat edilmesinin muhal olduðunu söyler. Gazzali’ye göre Allah Teala’nýn uzuvlardan müteþekkil bir varlýk olduðunu tasavvur etmek puta tapýcýlýkla eþ deðerdir. Zira uzuvlardan oluþan cisim mahluktur. Mahluk olan bir varlýða ibadet etmek de küfürdür.[24]

Sýfatlar ve müteþabihat ile alakalý nasslarý zahir anlamlarýnda alan ve Allah Teala’nýn “el” ya da “yüz” gibi uzuvlarýnýn olduðunu söyleyen selefiyye ile haþviyye arasýnda ciddi benzerlikler vardýr. Selefiyyenin Allah Azze ve Celle’yi insanlara benzemekten tenzih etmesine gelince onu Haþviyye’de yapmýþtýr.

Selefiyye’nin Kurucusu

Selefiler amel ve akidede düþüncelerinin Ahmed b. Hanbel ile Ýbn Teymiyye’ye dayandýðýný söylemektedirler.[25]

Ahmed b. Hanbel’in müteþabihat noktasýnda “tefviz” sistemini benimsemesi yani hiçbir yorum yapmadan manayý Allah Teala’ya havale etmesi göstermektedir ki, medresenin kurucusu olarak adýnýn geçmesi meþruiyet kaygýsý ile kurgulanmýþ bir söylemin ürünüdür.

Tanýmlanan anlamda selefiyye’nin kurucusu Ýbn Teymiyye’dir. Yaþadýðý dönemde büyük bir þöhrete kavuþan Ýbn Teymiyye, Takiyyuddin es-Sübki, Ýbn Cehbel gibi alimlerin görüþlerini tenkit etmeleri üzerine itibar kaybýna uðramýþ, Ýbn Kayyým el-Cevziyye (v. 751/1350), Ýbnu’l-Vezir (v. 840/1436) ve Þevkani’nin (1250/1834) gayretleriyle ancak unutulmaktan kurtulabilmiþtir.

Bu isimlerden hiç birisi Ýbn Teymiyye’nin temsil ettiði selefiyyenin geniþ halk kitleleri tarafýndan benimsenmesinde etkili olamamýþtýr. Arabistan çöllerinde Muhammed b. Abdilvahhab (ö. 1787) ortaya çýkýnca selefiliðin rengiyle birlikte toplum nezdindeki itibarý da deðiþmiþtir.

Muhammed b. Abdilvahhab Ýbn Teymiyye’nin eserlerini okudu, inceledi ve düþüncelerini teoriden pratiðe taþýdý.[26] Aslýnda O Ýbn Teymiyye’nin görüþlerine bir þey ilave etmedi. Sadece görüþlerini daha radikal bir forma dönüþtürdü. Muhammed b. Abdulvahhab’ýn mutaassýb bir profil çizmesinde çöl ikliminde yetiþmesi de etkili oldu.

Muhammed b. Abdulvahhab’ýn baþlattýðý yeni Ýbn Teymiyyecilik hareketi kýsa zamanda hýsýmý olan Muhammed b. Suud’un da delaletiyle siyasi bir boyut kazanarak[27] Suud Devleti’nin kurulmasýný temin etti.

Muhammed b. Abdilvahhab’ýn selefiliðe radikal bir kimlik kazandýrmasý hareketinin selefiyye yerine “Vahhabilik/Vehhabiyye” diye þöhret bulmasýna zemin hazýrlamýþtýr.

Sýfat ve müteþabihatý zahiri anlamlarýnda anlayan “vehhabiyye”, tevessül ve kabir ziyareti gibi konularda da genel kabule aykýrý yorum ve uygulama içerisinde olmuþtur. Bunun bir yansýmasý olarak içerisinde 10 bin sahabi kabrinin bulunduðu Cennetu’l-Baki mezarlýðýný yerle bir etmiþlerdir. Yine içerisinde kabir bulunan mescitleri de yýkmýþlardýr. Bu hareketlerinden dolayý bazý yazarlar tarafýndan “mabet yýkanlar” olarak nitelendirilmiþlerdir.[28]

Bidatýn sýnýrlarýný geniþleterek ibadetle baðlantýsý olmayan þeyleri de onun kapsamýna almýþlardýr. Ravza’ya örtü koymayý bidat olarak telakki ettiklerinden can sýkacak derecede eski püskü olan örtülerin deðiþtirilmesine –uzun yýllar- engel olmuþlardýr.

Vahhabiler ameli noktada da aþýrýlýða gitmiþler; sigarayý haram kabul ettikleri gibi, içenleri de müþrik gibi deðerlendirmiþlerdir. Bu cihetle günah iþleyenleri tekfir eden haricilere benzemektedirler.[29] Ýlk yýllarda kahve türü içecekleri de haram görmekte idiler. Ne var ki daha sonra bu görüþlerinde müsamahakar olmuþlardýr.

Günümüzdeki haliyle selefiyye, selef-i salihinin devamý olmaktan ziyade Haþviyye ile Hariciliðin bileþkesi gibi görünmektedir. Her ne kadar düþüncelerini benimsemeyenleri “ehl-i zeyð” olarak isimlendirseler de Ehl-i Sünnet tarafýndan -namazý Mekke-i Mükerreme’de inþa edilen Kabe’ye doðru kýlmayý gerekli gören her müslüman gibi- “Ýslam milletinin”[30] bir parçasý olarak kabul edilmektedirler.



-------------------------------------------------------------

[1] Muhammed Ebu Zehre, Tarihu’l-Mezahibi’l-Ýslamiyy, Beyrut, t.y., s. 12.

[2] Kur’an, Zümer(39): 30.

[3] Abdulkahir b. Tahir el-Baðdadi, el-Fark-u beyne’l-Firak, Beyrut, 1994, s. 19.

[4] Ebu Ýshak Muhammed Ýbrahim b. Musa eþ-Þatibi, el-Ý’tisam, Beyrut, 1997, II, 589; Ayrýca bkz. el-Baðdadi, a.g.e., s. 21.

[5] el-Baðdadi, a.g.e., s. 21.

[6] Kevseri, el-Esma ve’s-Sýfat, (d. not: 1), s. 377.

[7] Mecduddin Muhammed el-Fîrûzâbâdi, el-Kamûsu’l-Muhît, Beyrut, 2003, 820.

[8] Hadisi þerifte geçen “karn” kelimesinin ne kadarlýk bir zaman dilimini kapsadýðý noktasýnda ihtilaf vardýr. Yaþ itibariyle bir birine yakýn insanlarý kapsadýðýný söyleyenler olduðu gibi yirmiden yüz yirmi yýla kadar olan bir zamaný içerdiðini söyleyenler de olmuþtur. Bkz. Bedrüddin el-Ayni, Umdetü’l-Kari, XIII, 203.

[9] Buhari, Þehadat/52, 9, H. no: 2652.

[10] Buhari, Fiten/96, 6, H. no: 6657.

[11] Tirmizî, Ýlim, H. no: 2685; Darimi, Mukaddime, H. no: 95.

[12] Tirmizi, Menakib, H. no: 3663; Ýbn Mace, Mukaddime, H. no: 97; Ahmed, Müsned, V, 382.

[13] Ýsmail b. Muhammed b. Abdilhadi Acluni, Keþfu’l-Hafâ ve Müzilu’l-Ýlbas amma Ýþtehere mine’l-Ehâdisi ala Elsineti’n-Nas, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1997, I, 118.

[14] Hakim, Ýlim, I, 82.

[15] Bkz. Said Ramazan el-Buti, es-Selefîyye Merheletün Zemeniyyetün Mubareketün La Mezhebun Ýslamiyyün, Dýmeþk, 1996, s. 12.

[16] Bkz. el-Buti, a.g.e., s. 15-16.

[17] Müçtehit imamlar sahabenin rivayetlerini esas aldýðýndan onlarý taklit eden avam dolaylý yoldan sahabeye de ittiba etmiþ olmaktadýr.

[18] el-Buti, a.g.e., s. 13.

[19] Abdulmuni’m el-Hafna, Mevsuatu’l-Fýraki ve’l-Camaat, 2005, s. 127

[20] el-Hafna, a.g.e., s. 405.

[21] Ebu Hamid Muhammed el-Gazzali, Ýlcamu’l-Avam an Ýlmi’l-Kelam, ( Mecmûat-u Resaili’l-Ýmami’l-Gazzali içerisinde), Beyrut, 19994, s. 41

[22] el-Gazzali, a.g.e., s. 45.

[23] el-Gazzali, a.g.e., s. 42.

[24] el-Gazzali, a.g.e., s. 43.

[25] el-Hafna, a.g.e., s. 403.

[26] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212.

[27] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212.

[28] Ebû Zehre, a.g.e., s. 213.

[29] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212.

[30] el-Baðdadi, a.g.e., s. 18.


radyobeyan