Makale Dünyasý
Pages: 1
Ibn Teymiyyenin Itikadi Gorusleri.. By: ezzehraveyn Date: 10 Kasým 2009, 00:30:29
ÝBN TEYMÝYYE’NÝN ÝTÝKADÝ GÖRÜÞLERÝ

 

 

Ýhsan ÞENOCAK


Ýslam düþünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuþulan isimlerin baþýnda Takiyyuddin Ýbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yýlýnda Harran’da doðan Ýbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü alimlerini içerisinde barýndýran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin Ýbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir alimdir. Babasý Abdulhalim’de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir.

Moðollarýn Baðdat’ý iþgal etmeleri ve Baðdat merkezli saldýrýlarýný Harran’a kadar geniþletmeleri üzerine Ýbn Teymiyye ailesi 667/1269 yýlýnda Dýmaþk’a göç eder. Babasý baþta olmak üzere bir çok hocadan ders okuyan Ýbn Teymiyye, 683’te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanýr. Bir yýl sonra da Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye baþlar.

Kýsa zamanda þöhreti Dýmaþk baþta olmak üzere mücavir þehirlere de yayýlan Ýbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyýlýn baþlarýndan itibaren kendisini ilmi ve fikri tartýþmalarýn içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerine özellikle de Eþ’ariliðe sert tenkitler yöneltir. Sýfatlar ve müteþabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediðini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarýnda anlar. Verdiði fetvalarla da bir çok konuda mezhepler arasý icmaya muhalefet eder.

Mevcut Ýslami disiplinlerin hemen tamamýna itirazlarý olan Ýbn Teymiyye en sert eleþtirilerini tasavvufa yöneltir. Ýbn Arabi’yi ve onun görüþlerini benimseyen mutasavvýflarý açýkça tekfir eder.

Çeþitli devlet adamlarý ve kadýlarýn katýldýðý meclislerde çok defa muhakeme edilen Ýbn Teymiyye Kahire’de dört kâdi’l-kudât’ýn katýldýðý bir mahkemede Allah Teala’yý insan suretinde algýlama cürmünden dolayý Kahire kalesine hapsedilir. Ehl-i Sünnet akidesine muhalif görüþlerinden ve icmaya aykýrý fetvalarýndan dolayý farklý zamanlarda defaatle yargýlanýp hapisle cezalandýrýlýr.

Ýbn Battuta, Ýbn Hacer el-Heytemi, Takiyyuddin es-Sübki, Tacüddin es-Sübki, Kemaleddin Ýbnü’z-Zemlekâni, Þihabuddin Ýbn Cehbel ve Ebu Hayyan gibi muasýrý olan alimler tarafýndan görüþleri tenkit edilen Ýbn Teymiyye, hakkýnda yazýlan reddiyelerin de etkisiyle –zamanla- ilk yýllardaki itibarýný kaybeder. Osmanlý’nýn son dönemlerinde Hicaz’da ortaya çýkan Muhammed b. Abdulvahhab’ýn baþlattýðý hareket, Ýbn Teymiyye’nin fikirlerinin yeniden canlanmasýna zemin hazýrlar. Ýbn Abdulvahhab’a nisbetle Vehhabilik olarak tanýnan ve zamanla siyasi bir boyut kazanan hareket Suudi Arabistan Krallýðý’nýn kurulmasýnda da etkili olur.

Kendisini selefiyye olarak tanýmlayan “vehhabilik” hareketi zamanla Suudi Arabistan baþta olmak üzere Ýslam coðrafyasýnýn önemli bir bölümünde nüfuz elde eder.

Selefilere/vahhabilere göre içtihatlarýyla Ýslami ilimlerin geliþmesine katkýda bulunan bir müçtehit olan Ýbn Teymiyye, Ýmam Subki baþta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip bir çok alime göre ise asýrlar sonra teþbih ve tecsim akidesini canlandýran bir Haþevi’dir.

Ýslam düþünce tarihinde derin izler býrakan, günümüz Ýslami anlayýþlarý üzerinde de belirgin etkinliði olan Ýbn Teymiyye’nin itikadi görüþleri sürekli tartýþýlýr olmuþtur. Ýslami anlayýþ ve yaþayýþlarýný onun belirlediði esas ve verdiði fetvalar üzerine bina edenler, Ona dayanarak Maturidi ve Eþari mezhebine müntesib Müslümanlarý “ehl-i zeyð” olarak nitelemekten çekinmemiþlerdir. Bu durum, Ýbn Teymiyye’nin itikadi görüþlerini ve tevhit anlayýþýný tahlil etmeyi gerekli kýlmýþtýr


Ýslam’da Tevhit Tasavvuru

Bölünmeyi kabul etmeyen varlýklara “tek” denir. Allah Teala da zât, sýfat ve fiillerinde “tek”tir. Ýslam dini, O’nun bir olduðunu kabul etme esasý üzerine ibtina etmiþtir. Mümini, kafir ya da müþrikten ayran temel özellik O’nun birliðini kabul etmesi yani muvahhit olmasýdýr.

Müminler yalnýz Allah Teala’ya ibadet ederek ubudiyette, eþi ve benzeri olmadýðýný ikrar ederek de zatýnda O’nun tek olduðuna iman ederler. Rabb’ý, Rabb, insaný da insan olarak algýlarlar.

Cenab-ý Hakký’ýn eþi ve benzerinin olmamasý, yaratýlmýþlar gibi belli bir mekanda bulunmamasý, yönlerle ifade edilmemesi gibi hassasiyetler zâtýndaki vahdaniyetin esasýný teþkil eder.

Ehl-i Kýblenin Kýrýlma Noktasý: Sýfatlar

Ýslam’ýn temelini oluþturan ibadetleri kabul etme noktasýnda birbirlerine yakýn duran “ehl-i kýble”, Allah Teala’nýn zatý ile alakalý meselelerde ayný yakýn duruþu gösterememiþtir.

Ýslam’ýn erken asýrlarýnda baþlayan müteþabihat ve Allah Teala’nýn sýfatlarý ile alakalý tartýþmalar kýsa zamanda mezhepleþerek kurumsal bir statü kazanmýþ ve günümüze kadar devam etmiþtir.

Zaman zaman “tekfir” ifadelerinin de duyulduðu tartýþma sürecinde genellikle taraflar birbirlerini dalalet ve bidat ehli olmakla itham etmiþlerdir.



Ýbn Teymiyye’nin Mezhebi



Ehl-i Sünnet akidesini benimseyen kelam alimlerinin üstün gayretleri sonucu canlýlýðýný yitiren kelami münakaþalar, Ýbn Teymiyye’nin Allah Teala’nýn zatýyla alakalý serdettiði görüþlerin etkisiyle yeniden alevlenmiþtir.

Kendisi gibi inanmayan/düþünmeyen fýrka mensuplarýný “ehl-i zeyð” olarak isimlendiren Ýbn Teymiyye, Allah Teala’nýn zatý ile alakalý meselelerde batini, sufi (Ýbn Arabi çevresi), mu’tezili, eþari kelamcýlarý ve filozoflarý sert ifadelerle tenkit etmiþtir.

Ýbn Teymiyye’ye göre, tevhit akidesini Kur’an ve Sünnet’te var olduðu þekilde anlayanlar yalnýz selef alimleridir. Bu yüzden imani meselelerde de onlarýn görüþleri benimsenmelidir. “Selefin, Cenab-ý Hakk’a, Onun kendisini tavsif ettiði þekilde iman ettiðini” söyleyen Ýbn Teymiyye, isim ve sýfatlar noktasýnda þu ayetlerin selefi akidenin temelini oluþturduðunu ifade eder: “Allah kendisinden baþka ilah olmayandýr. Diridir, kayyumdur.”[1], “De ki: ‘O, Allah’týr, bir tektir. Allah Samet’tir (her þey O’na muhtaçtýr, O hiçbir þeye muhtaç deðildir.). Ondan çocuk olmamýþtýr. Kendisi de doðmamýþtýr. Hiçbir þey O’na denk ve benzer deðildir.”[2]” [3]

Ayet ve hadislerin Allah Teala’nýn zât ve sýfatlarý ile alakalý ayrýntýlý bilgiler verdiklerini, ayrýca temsili/teþbihi de reddettiklerini söyleyen Ýbn Teymiyye, savunduðu akidenin Peygamberlerden tevarüs ettiðini belirtir.[4]

Cenab-ý Hakk’ýn sýfatlarýný reddeden mu’tezile ile, Ona cismiyet isnat eden mücessime arasýnda orta yolu benimsediðini iddia eden Ýbn Teymiyye, mezhebini “münezzihe/tenzih eden” olarak isimlendirir. Seleften tevarüs ettiðini iddia ettiði “Münezzihe” meþrebinin çerçevesini çizerken de þunlarý söyler: “Selefin itikatta mezhebi, sýfatlarý reddetme ile Allah Teala’yý insanlara benzetme arasýndaki orta yoldur. Onlar, Cenab-ý Hakk’ýn zatýný yaratýlmýþlara benzetmedikleri gibi, sýfatlarýný da onlarýn sýfatlarýna benzetmemiþlerdir.[5]

Cenab-ý Hakk’ýn isim ve sýfatlarýný inkar edenlerle, onlarý yaratýlmýþlarýn sýfatlarýna benzeten mücessime ve müþebbihe meþrebi müntesiplerini “Allah’ýn ayetlerini tahrif etmekle” itham eden Ýbn Teymiyye, eserlerinde Cenab-ý Hakk’a mekan isnat ederek inkar ettiði tecsim akidesini savunmuþtur.

Ýbn Teymiyye’nin Uç Görüþleri

Eserlerinde açýk bir þekilde müþebbihenin etkisi hissedilen Ýbn Teymiyye’ye göre Allah’ýn kitabý, Resulü’nün sünneti, sahabe, tabiun ve müçtehit imamlarýn eserleri direkt ya da dolaylý olarak Cenab-ý Hakk’ýn her þeyin üstünde olduðunu anlatmaktadýr. Þu ayetler O’nun (celle celaluhu) mekansal olarak arþ ve semanýn üzerinde olduðunu göstermektedirler: “Güzel sözler ancak O’na yükselir.”[6], “Ey Ýsa! Þüphesiz seni kabz edecek ve kendime yükselteceðim.”[7], “Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceðinden emin mi oldunuz?”[8], “Fakat Allah Onu (Ýsa’yý) kendisine yükseltmiþtir.”[9], “Rahman, Arþ’a istiva etmiþtir.”[10]

Ýbn Teymiyye, “Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldýðýnda (keyfiyeti bize meçhul bir halde) her gece dünya semasýna inerek buyurur ki ‘Bana kim dua eder ki, duasýna icabet edeyim. Kim bir þey ister ki, ona dilediðini vereyim. Kim de affýný talep eder ki, onu maðfiret edeyim.”[11] mealindeki hadisin de açýk bir þekilde Cenab-ý Hakk’ýn semada bulunduðunu ifade ettiðini söyler.[12]

Selefi salihinden hiç kimsenin Allah Teala’nýn semada olduðuna itiraz etmediðini, ne Kur’an-ý Kerim, ne Sünnet, ne sahabe, ne tabiun ve ne de sonraki dönemlerde yaþayan müçtehit imamlarýn bu gerçeðe aykýrý direkt ya da dolaylý tek bir ifadelerinin olmadýðýný söyleyen Ýbn Teymiyye, onlarýn Allah Teala’nýn (mekansal olarak) semada, arþta ve her yerde olduðunu kabul ettiklerini iddia eder.[13]

Selefin Allah Teala’yý Kur’an ve Sünnet’in ifade ettiði þekilde vasýflandýrdýðýný, bu noktada bir deðiþiklik ya da inkar içerisinde olmadýklarýný, sýfatlarýn keyfiyetini açýklama ya da onlarý insanlarýn sýfatlarýna benzetme yoluna da sapmadýklarýný söyleyen Ýbn Teymiyye (te’vil yoluyla) sýfatlarýn bir kýsmýný inkar edenlerin Allah Teala’yý hakkýyla bilemediklerini dolayýsýyla da þu ayetin muhatabý olduklarýný iddia eder[14]: “Allah’ýn kadrini gereði gibi bilemediler.”[15]

Allah Teala’nýn yüzü, eli ve gözü olduðunu iddia eden Ýbn Teymiyye[16] bu anlayýþý, O’nun insana benzetilmesi (teþbih) þeklinde telakki eden Ehl-i Sünnet kelamcýlarýný Cenab-ý Hakk’ýn ezeli sýfatlarýný reddeden “muattýla” ile ayný görüþü benimsemekle itham eder.[17]

Allah Teala’yý yaratýlmýþlara benzetmekten tenzih edebilmek için müteþabih ayetleri te’vil eden kelamcýlarý Yahudilerden daha tehlikeli gören Ýbn Teymiyye[18] savunduðu fikirlerin sahabe, tabiun, hadis hafýzlarý ve Ahmed b. Hanbel’e ait olduðunu söyler.[19]

Müþebbihe ve mücessimeyi “ehl-i zeyð” olmakla itham eden Ýbn Teymiyye, Allah Teala’nýn semada arþ üzerinde oturduðunu söyleyerek Ehl-i Sünnet kelamcýlarýndan ayrýlýr ve tenkit ettiði mücessime ile ayný akideyi paylaþýr.

Ýbn Teymiyye’nin Allah Teala’ya isnat ettiði el ve yüz gibi uzuvlarýn keyfiyetlerinin insanlar tarafýndan bilinmediklerini söylemesi, kendisini teþbihten kurtarmaz. Zira müþebbihe ekolüne müntesip olanlar da Cenab-ý Hakk’a isnat ettikleri uzuvlarýn keyfiyetlerini bilmediklerini söylemektedirler.

Müteþabih ayetleri zahiri anlamlarýnda tefsir eden Ýbn Teymiyye’nin benimsediði tefsir usulünün seleften tevarüs ettiðini söylemesi de iddiadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira Malik b. Enes, Mukatil b. Süleyman, Davud b. Ali el-Isfehani ve Ahmed b. Hanbel’in de aralarýnda yer aldýðý selef alimleri Allah Teala’nýn yaratýlmýþlardan hiçbir þeye benzemediðini söylemektedirler. Aþaðýdaki açýklama Ýbn Teymiyye’nin görüþlerine ittiba ettiðini söylediði selef alimlerinin teþbih noktasýnda ne derece tavizsiz olduklarýný göstermektedir: “Bir kiþi ‘Ey Ýblis! Ellerimle (kudretimle) yarattýðýma saygý ile eðilmekten seni ne alýkoyuyordu?”[20] ayetini okurken elini hareket ettirse ve bu hareketiyle Allah Teala’nýn elinin olduðunu ima etse, o adamýn elini kesmek gerekir.”[21]

Selef, Allah Teala’nýn kudretine iþaret eden “el” kelimesinin okunduðu sýrada karinin parmaklarýný oynatmasýný dahi doðru kabul etmezken, Cenab-ý Hak’a el, ayak gibi uzuvlar isnat eden Ýbn Teymiyye’nin Onlarla ayný esaslarý kabul ettiðini söylemesi güvenilirliðini yaralamaktadýr.

Müfessirler ve Ýbn Teymiyye

Müteþabihat ve sýfatlarla alakalý görüþünün selefe ait olduðunda ýsrar eden Ýbn Teymiyye, okuduðu yüzden fazla tefsirin hiçbirisinde sahabenin sýfatlarla ilgili ayet ve hadisleri zahiri anlamlarýnýn dýþýnda bir mana ile te’vil ettiklerini görmediðini söyler.[22]

Ýbn Teymiyye’nin bu beyaný selefe ait tefsirler içerisinde en güvenilir olduðunu söylediði Taberi’nin nakilleri ile çeliþmektedir.[23] Nitekim Taberi, -Ýbn Teymiyye’nin sýfatlarla alakalý ayetlerin en önemlisi olarak gördüðü- “ayetü’l-kürsi”deki “O’nun -celle celalühü- kürsüsü (ilmi) bütün yerleri ve gökleri kaplayýp kuþatmýþtýr.”[24] kýsmýný tefsir ederken Ýbn Abbas’a -radiyallahu anhuma- isnat ettiði bir rivayette kürsü kelimesinin “ilim” olarak te’vil edildiðini nakletmektedir.[25] Halbuki Ýbn Teymiyye “kürsü” kelimesini –haþa- Allah Teala’nýn üzerinde oturduðu bir mekan olarak anlamaktadýr.

“Tercümanü’l-Kur’an” diye þöhret bulan Ýbn Abbas’ýn müteþabihattan olan “kürsü” kelimesini, “ilim” olarak te’vil etmesi, Ýbn Teymiyye’nin ilk dönem müfessirleri ile alakalý genellemesinin gerçeðe aykýrý olduðunu göstermektedir.



Firavun Örneði

Allah Tela’nýn “yüce/el-Aliyy”[26] olmasýný mekansal olarak semada bulunmak þeklinde anlayan Ýbn Teymiyye, Kur’an-ý Kerim’de zikredilen Firavun’a ait þu sözü iddiasýna delil olarak kullanýr: “Firavun dedi ki: ‘Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarýna eriþirim de Musa’nýn ilahýný görürüm(!) Çünkü ben, Onun yalancý olduðuna inanýyorum.’ Böylece Firavun’a yaptýðý iþ kötü gösterildi ve doðru yoldan saptýrýldý.”[27]

Ýbn Teymiyye’nin ayetten Firavun’un Allah Teala’nýn –haþa- göklerde olduðunu Musa –aleyhisselam-dan öðrendiði sonucunu çýkarmasý gerçeklerle baðdaþmamaktadýr. Çünkü ne ayet ne de hadislerde buna iþaret eden bir kanýt vardýr. Muhal farz, Musa -aleyhisselam- böyle bir þey söylemiþ olsa dahi Onu yalancý olarak gören[28] Firavun’un, Hz. Musa’nýn sözüne itimat etmesi düþünülemez. Ayrýca Firavun Musa –aleyhisselam-ýn sözüne göre amel etseydi öncelikli olarak Allah Teala’ya iman etmiþ olurdu.


Nüzul Hadisi

Allah Teala’nýn semada karar kýldýðýný savunan Ýbn Teymiyye’nin delil olarak kullandýðý “nüzul hadisi” hakkýnda Buhari Þarihi Ayni þunlarý söylemektedir: “Bu hadis ile alakalý dört farklý kanaat oluþmuþtur. Bir grup, bu hadise dayanarak Allah Teala’ya yön isnat etmiþ, Mu’tezile bu bapta rivayet edilen hadisleri inkar etmiþ, baþka bir grup tahrif sayýlabilecek ölçüde te’villerde bulunmuþ, meþhur dört mezhep imamýnýn da aralarýnda yer aldýðý cumhur ise hadisi kabul etmekle beraber þerh ederken Cenab-ý Hakk’ý kullara benzemekten tenzih etmiþtir.

Ehl-i Sünnet kelamcýlarý Allah Teala’yý, “yüksek bir yerden daha alçak bir yere intikal etmek”[29] anlamýna gelen “nüzul” kelimesinin zahiri anlamýyla iliþkilendirmekten sakýnmýþlardýr. Zira hareket, durmak ve intikal gibi fiiller bir yerden ayrýlýp baþka bir yerde bulunmak anlamýna gelir.[30] Ýnsanlarda görülen ve bir yerde olunduðu bir anda baþka bir yerde olamamayý gerektiren bu durumlarýn Cenab-ý Hakk’a isnat edilmesi Kur’an ve Sünnet’e aykýrýdýr. Zira ayetler Onun insanlara benzemesini açýkça nefyetmiþtir: “Onun benzeri hiçbir þey yoktur.”[31], “Allah Samed’dir.(Her þey Ona muhtaçtýr, O hiçbir þeye muhtaç deðildir.)”[32] Buna göre “nüzul” kelimesine zahir anlamý verildiðinde hadis, Kur’an-ý Kerim’le çeliþecektir. Sahih bir hadis için böyle bir durum söz konusu olmayacaðýna göre “nüzul” kelimesi mecaz anlam çerçevesinde anlaþýlmalýdýr.

Þarih Ayni, “nüzul” kelimesinin zahir ve mecaz olarak 5 farklý anlamýnýn olduðunu, Kur’an-ý Kerim ve Arap dilinde hepsinin de kullanýldýðýný ancak hadis baðlamýnda düþünüldüðünde en uygun anlamýn “Allah Teala’nýn rahmetini kullarýna yöneltmesi”[33] þeklinde olacaðýný söylemektedir.[34]

Ayrýca hadisin zahir anlamda anlaþýlmasý coðrafi gerçeklerle de çeliþmektedir. Çünkü bir bölgede zaman, gecenin son üçte birine ulaþtýðýnda baþka bir yerde gündüz vaktidir. Bütün yeryüzü için düþünüldüðünde “gecenin son üçte birleri” 24 saati kaplamaktadýr. Bu durumda, “istiva” ve “semada bulunma” kelimelerini zahir anlamlarýnda kabul eden Ýbn Teymiyye’nin, Allah Teala’ya hangi zamaný tahsis ettiði problemi ortaya çýkmaktadýr. Ayet ve hadislerde bir tahsis söz konusu olmadýðýna göre, bunu yapacak kiþi Ýbn Teymiyye olacaktýr. Sýnýrlý kudrete sahip olan insanýn, Allah Teala’yý belli bir zamanla sýnýrlamasý, sýnýrsýz gücün üzerinde tasarruf iddia etmesi anlamýna gelecektir. Bu ise, tevhit akidesi açýsýndan bakýldýðýnda tehlikeli bir durumdur.

Mecaz ve Hakikat Telakkisi

Ýbn Teymiyye, müteþabihatý mecazi anlamlarýyla tefsir eden Ehl-i Sünnet kelamcýlarýný sert bir üslupla tenkit etmesine raðmen, Kur’an-ý Kerim ve hadislerde adý geçen cennet nimetlerinin tamamýný “mecazi” kabul eder.

“Sadece ben yaparsam olur.” anlayýþýnýn hakim olduðu bu yaklaþýmý daha yakýn bir planda anlayabilmek için Ýbn Teymiyye’nin “mecaz” ile alakalý ifadelerine göz gezdirmek gerekir: “Ýbn Abbas radiyallahu anhuma ‘Cennette olan nimetlerin dünyada sadece adlarýnýn olduðunu’ söylemektedir. Allah Teala cennette þarap, süt, su, ipek, altýn, gümüþ ve diðer nimetlerin olacaðýný haber vermektedir. Bunlarýn, dünyadaki karþýlýklarý ile bir takým benzerlikleri olmakla beraber büyük farklýlýklarý da vardýr.” Nitekim cennette kendilerine nimet verilenler “Bu týpký daha önce dünyada iken bize verilen rýzýk gibidir” dediklerinde “Bu rýzýk onlara dünyadakine benzer olarak verilmiþtir.”[35] denilecektir. Cennet nimetleri dünyadakilere benzeseler de onlarýn aynýlarý deðillerdir. Týpký belli açýlardan bazý unsurlar birbirlerini çaðrýþtýrdýklarý gibi bazý nimetlerin isimleri de birbirlerine benzemektedirler.”[36]

Sonraki dönem alimleri tarafýndan kaleme alýnan tefsirlere bakýldýðýnda Cenab-ý Hakk’ýn zat ve sýfatlarýndan bahseden ayetlerin mecazi anlamlarý çerçevesinde anlaþýldýklarý görülmektedir. Buna göre “istiva” kelimesine kurulmak, galebe çalmak, güç sahibi olmak, “vech”e zat, “el”e güç, kuvvet, “gelmeye” Allah Teala’nýn emrinin gelmesi, “semada/üstte olmaya” derece ve mekan itibariyle yüksekte bulunmak gibi anlamlar verilmiþtir.

Mecaz, Kur’an-ý Kerim’in anlaþýlmasýnda o derece önemsenmiþtir ki ulema, “Eðer mecaz, Kur’an-ý Kerimden gitmiþ olsaydý, Onun güzellik ve i’cazýnýn yarýsý da kaybolurdu.” demiþtir.[37]

Sýfatlar ve müteþabihatýn, zahiri anlamlarý çerçevesinde anlaþýlmalarýnda ýsrar eden Ýbn Teymiyye, aksi bir anlama usulüne (mecazi) dair ne sahabe ne de tabiundan nakledilen bir rivayet olmadýðýný, akýlla bu iþi yapmaya kalkýþmanýn ise onu, nasslar üzerinde bir otorite olarak kabul etmek anlamýna geleceðini söyler.[38]

Müteþabihatý mecazi manada anlamayý aklýn nasslar üzerinde hakimiyet kurmasý olarak algýlayan Ýbn Teymiyye, cennet nimetlerini kýymetlendirme babýnda Ýbn Abbas’tan yaptýðý rivayeti ise aklýyla Ahiret Hayatý’nýn belli bir konusuna tahsis etmekten geri durmaz. Halbuki Allah Teala’nýn sýfatlarý, cennet nimetleri gibi “semiyyat” bahsine dahildirler, dolayýsýyla her ikisi de ayný usul çerçevesinde anlaþýlmalýdýrlar. Ayrýca sahabe, sýfatlar hususunda sessiz kalmýþ, müteþabihata mecazi mana verilmeyeceðine dair de bir kanaat belirtmemiþtir. Onlar müteþabih ayetlerin anlamlarýný Allah Teala’ya havale etmiþlerdir. Ýbn Teymiyye gibi müteþabihatý zahir anlamlarýnda alýp Cenab-ý Hakk’a cihet isnat etme yoluna sapmamýþlardýr.

Tefvîz Ve Te’vil Sistemi

Selef, “Þari’nin kelamýndan neyi kastettiðinin kullara gizli olmasý” anlamýna gelen “müteþabihat”ý anlarken iman ve tasdikle yetinmeyi yeterli görmüþ, keyfiyeti beyan etmekten uzak durmuþtur.[39] Nitekim Ýmam Malik kendisine “Rahman, Arþ’a istiva etmiþtir.”[40] ayetindeki “isteva” kelimesinin tefsirini soran kiþiye, “Ýstiva malumdur. Keyfiyeti ise bilinmemektedir. Bu konuda soru sormak bidattýr. Zannederim ki sen kötü niyetli bir adamsýn.” dedikten sonra çevresindekilere “Onu yanýmdan çýkarýn”[41] diye emretmiþtir. Ýmam Malik, mücessime meþrebinden olduðunu düþündüðü kiþiye “istiva” kelimesinin Arap dilinde hangi anlamlara geldiðinin bilindiðini, fakat Allah Teala’nýn ayetten neyi kastettiðinin meçhul olduðunu, bu noktada sorular sormanýn ise sapýk akidelere bilgi toplama anlamýna geleceðini ihsas etmiþtir.

Ýmam Malik örneðinde de görüldüðü gibi selef, müteþabih ayetlerin manalarýný Allah Teala’ya havale etmek anlamýna gelen “tefvîz” usulünü kullanmýþtýr.[42] Bunu yaparken ayetlere, insanýn uzuv ve hareketlerinin karþýlýðý olan zahir anlamlarý vermekten þiddetle kaçýnmýþlardýr. Onlar, yaþadýklarý dönemin fikri ve itikadi yapýsý gereði müteþabih ayetlerle alakalý derin tefsirlere de girmemiþlerdir.

Farklý ideoloji ve meþreplerin ortaya attýðý þüpheler karþýsýnda müslümanlarýn müstakim kalabilmeleri için sonraki dönem alimleri sýfatlar ve müteþabihat ile alakalý rivayetleri Arap dili ve edebiyatýnýn müsaade ettiði anlam ve kurallar çerçevesinde “te’vil” ederek murad-ý ilahiyi ortaya çýkarmaya çalýþmýþlardýr. Onlarýn yaþanan fikri tartýþmalar ve Ýslam’a yöneltilen eleþtiriler karþýsýnda böyle bir yolu benimsemeleri zorunluluk arz etmiþtir.

Ýmamu’l-Haremeyn, meslekleri her ne kadar farklý görünse de selef ve halef alimlerinin “tefvîz” ve “te’vil” sistemlerinin, Allah Teala’yý tenzih etmeleri ve yaratýlmýþlara benzetmemeleri itibariyle ayný olduklarýný söylemektedir.[43]

“Tefvîz” ve “te’vil” mesleklerinin her ikisini de reddeden, buna mukabil müteþabihatý zahiri anlamlarý çerçevesinde anlayan Ýbn Teymiyye, sözde selefe hakikatte ise mücessimeye yakýn durmaktadýr. Onun, cennet nimetlerini “mecazi”, müteþabihatý ise “zahiri” manalarýyla tefsir etmesi kendi anlayýþ usulü açýsýndan bakýldýðýnda çeliþkilerle doludur. Ýddiasýný desteklemek için kullandýðý Kur’ani deliller ise selef tarafýndan “tefvîz” halef tarafýndan “te’vil” sistemiyle anlaþýlmýþtýr.

Teþbihin Tanýklarý

Ýbn Teymiyye’nin, tecsim akidesini zaman zaman konuþmalarýna taþýdýðý, minber ve kürsülerde savunduðu bilinmektedir. Çaðýnýn tanýklarýndan Ýbn Battuta, Ebu Hayyan ve Ýbn Cehbel’in þahadetleri bu noktada önem arz etmektedir.

Ýbn Battuta’nýn seyahat ettiði ülkelerdeki gözlem ve hatýralarýný anlattýðý “Tuhfetu’n-nuzzar fî ðaraibi’l-emsar” adlý eseri, Ýbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalý ilginç bilgiler vermektedir:

Dýmaþk þehrinde çeþitli konularda konuþan fakat aklýndan zoru olduðu anlaþýlan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takýyyuddin Ýbn Teymiyye adýnda biri vardý. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karþý ileri derecede saygý gösterirlerdi.

Ýbn Teymiyye, yaptýðý bir konuþmadan dolayý fakihlerin tepkisini çekmiþti. el-Meliku’n-Nasýr’ýn huzuruna çýkarýlýp, kadýlar tarafýndan sorgulandý ve hapse atýldý. Yýllarca hapiste kaldý. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluþan ve adýný “el-Bahru’l-muhit” koyduðu bir tefsir kaleme aldý. Annesinin ricasý üzerine sultan Onu serbest býraktý.

Ýbn Teymiyye, Dýmaþk de bulunduðum sýrada –önceden- tutuklanmasýna sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazýr bulunduðum camide, insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aþaðýya inerek “muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiðim gibi dünya semasýna inmektedir.” þeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi Ýbn Zehra söylediklerine karþý çýktý. Cemaatte ayaða kalkýp sarýðý baþýndan düþünceye kadar ona dayak attý. Neticede bir daha tutuklandý ve hapsedildiði kalede ölünceye kadar tutuklu kaldý.[44]

Ýbn Teymiyye’yi ta’dil eden biyografi yazarlarýnýn reddettiði bu ifadeyi, farklý vurgularla müfessir Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît” ve “en-Nehru’l-mâd” adlý tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan bir çok yerde Onun tecsimi çaðrýþtýran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin bir çoðundan tek bir harf bulmak mümkün deðildir. Çünkü baský sürecinde her iki eserden de Ýbn Teymiyye’nin tecsimle alakalý görüþleri çýkartýlmýþtýr. Ýbn Teymiyye’nin açýkça Allah Tealaya cisim isnat ettiðini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada þunlarý söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayýp kuþatmýþtýr.’[46] ayetini tefsir ederken muasýrý olan Ýbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arþ” adlý -kendi el yazýsýyla kaleme aldýðý- eserinde þu ifadeleri okuduðunu nakletmektedir: ‘Allah Teala kürsüde oturmaktadýr. Yaný baþýnda boþalttýðý yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadýr.” Elyazmasý nüshalarda var olan bu ifadeler kitabýn musahhihi tarafýndan matbu nüshalara alýnmamýþtýr. Musahhih, Kevseri’ye, din düþmanlarýnýn hadiseden nemalanmamalarý için böyle bir tercihte bulunduðunu söylemiþtir. [47]

Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarý olan “en-Nehru’l-mâd” adlý tefsirinde de Ýbn Teymiyye’nin tecsimle alakalý görüþlerini tenkit etmektedir. Kitabý tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî Ýbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalý bölümü tefsirden çýkartmýþlardýr.[48]

Ýmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ Ýbn-i zefîl” adlý eserinde, Ebû Hayyan’ýn belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiði Ýbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arþ” adlý eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediðini yazmaktadýr.[49]

Þafii ulemasýndan Þihabuddin Ýbn Cehbel de Ýbn Teymiyye’nin tecsimle alakalý görüþlerini reddeden bir risale kaleme almýþtýr.[50] Ýbn Cehbel eserinin sonunda “Ýbn Teymiyye’nin sapýklýk ve inadýnýn derecelerini açýklamak için tahrif ve fesadýndan kaynaklanan açýklamalarýný bekliyoruz.”[51] demesine raðmen Ýbn Teymiyye Onun bu meydan okumasýna cevap ver(e)memiþtir.


Teþbihin Anlamý

Bir varlýk için “oturdu-kalktý, indi-çýktý, geldi-gitti” gibi fiilleri kullanmak onu bir cisim olarak kabul etmek anlamýna gelmektedir. Çünkü bu fiiller bir halden baþka bir hale intikali gerektirmektedirler. Bu durum, varlýklarýn zât ve fiillerinin hâdis olduklarý anlamýnda da gelir. Zira intikalden önce yoktu, sonra oldu. “Hâdis” olan varlýklar için söz konusu olan bu durumu “yaratýlmýþlara benzemeyen” Cenab-ý Hakk için geçerli kabul etmek açýkça Onu yarattýklarýna benzetmek (teþbih) anlamýna gelmektedir. “Vacibu’l-vucud” olan Cenab-ý Hakk, hâdis olan varlýklar için geçerli olan bu sýfatlardan münezzehtir. Çünkü varlýk itibariyle farklýlýk arz eden þeylerin sýfatlarý da farklýlýk arz etmektedir. Nitekim “alim” ve “cahil” sýfatlarý insanlar için geçerli iken farklý bir varlýk olan “taþ” için geçerli deðildir. Taþ için “alim” ya da “cahil” denmez. Çünkü taþýn kabiliyeti bu sýfatlarý kabul etmez. Ayný þekilde eve “iþiten” ya da “saðýr”, yeryüzüne “konuþan” ya da “dilsiz”, semaya da “evli” ya da “dul” denmez.

Ýbn Teymiyye’nin iddia ettiði gibi, Allah Teala “arþ” ya da “sema” da gerçekten duruyorsa bu durumda, “bu ikisini yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu?!” problemi ortaya çýkmaktadýr. Bu problem ise beraberinde hâdis varlýklarýn özelliði olan “intikal” sorununu getirecektir.

Ayrýca Cenab-ý Hakk’ýn sema ile münasebetinden bahseden ayetler, Onun mekansal olarak her þeyin üzerinde olduðu anlamýnda anlaþýlýrsa bu durumda verilen manalar, “Halbuki O Allah göklerde ve yerdedir.”[52] ayeti ile çeliþecektir. Çünkü yer, göklerin altýndadýr. Bu durumda mekansal üstünlük ortadan kalkacaktýr. O’nun her iki yerde de bulunmasý kabul edilirse, “üst”e “üst” “alt”a da “alt” denmesinin bir anlamý kalmayacaktýr. Çünkü üst, alta, altta üste nisbetle bu isimleri almýþtýr.


Sonuç

Ýslam düþünce tarihinde hakkýnda en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlý Ýbn Teymiyye, Eþariler baþta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcýlara sert eleþtireler de bulunmuþ, ulemanýn hazýr bulunduðu muhakemelerde sorgulanýp teþbih akidesinden ve icmaya aykýrý fetvalarýndan dolayý defaatle cezalandýrýlmýþtýr.

Müteþabihatý tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarýný veren, semada yerleþme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teala’ya isnat eden Ýbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafýndan tenkit edilmiþ, görüþleri hakkýnda çok sayýda reddiye kaleme alýnmýþtýr.

Geçmiþte Takýyyudin es-Subki, Ýbn Cehbel, Ýbn Hacer el-Heytemi, Ýmam Þa’rani, yakýn dönemde Zahid Kevseri, Yusuf en-Nebhani, günümüzde ise Muhammed Ebu Zehre ve Said Ramazan el-Buti gibi muhakkik alimler tarafýndan tenkit edilen Ýbn Teymiyye, uzun bir aradan sonra Muhammed b. Abdulvahhab’ýn faliyetleri ile tekrar ön plana çýkmýþ, günümüzde ise selefiyye adý altýnda Ýslam coðrafyasýnda etkin bir konuma gelmiþtir.

Muhakkak ki her þeyin en doðrusunu bilen Allah Teala’dýr.



------------------------------------------------------------

[1] Kur’an, Bakara(2): 255.

[2] Kur’an, Ýhlas(112): 1-4.

[3] Ebu’l-Abbas Takiyyuddin b. Abdilhalim Ýbn Teymiyye, er-Risaletü’t-Tedmüriyye, Kahire, 1954, s. 7.

[4] Ýbn Teymiyye, et-Tedmüriyye, s. 7.

[5] Ýbn Teymiyye, el-Akidetu’l-Hameviyyetü’l-Kübra, Kahire, 1952, s. 249.

[6] Kur’an, Fatýr(35): 10.

[7] Kur’an, Al-i Ýmaran(3): 55.

[8] Kur’an, Mülk(67): 16.

[9] Kur’an, Nisa(4): 158.

[10] Kur’an, Taha(20): 5.

[11] Buhari, Teheccüd 14, 1145, Müslim, 1769, Ebu Davud, 4733; Tirmizi, 446.

[12] Ýbn Teymiyye, Mecmu’u’l-Fetava, Beyrut, ty., V, 416.

[13] Ýbn Teymiyye, el-Akidetu’l-Hameviyyetü’l-Kübra, 419.

[14] Ýbn Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut, ty., I, 270.

[15] Kur’an, Zümer(39): 67.

[16] Ýbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, Beyrut, 2002, VI, 656.

[17] Saib Abdulhamid, Ýbn Teymiyye Hayatuhu ve Akaiduhu, Beyrut, ty., s. 120.

[18] Ýbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, VI, 647.

[19] Ýbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, VI, 655.

[20] Kur’an, Sad, (38): 75.

[21] Muhammed b. Abdilkerim eþ-Þehristani, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut, 1992, I, 92.

[22] Abdulhamid, a.g.e., s. 121.

[23] Ýbn Teymiyye’ye Kur’an ve Sünnet’e uygun tefsirlerin hangileri olduðu sorulduðunda “saðlam rivayet zinciriyle selefin sözlerini nakleden, içerisinde bidat olmayan Mukatil b. Bekir ve Kelbi gibi itham edilen þahýslarýn rivayetlerine de yer vermeyen, en sahih tefsir Ýbn Cerir et-Taberi’nin ‘Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an’ adlý esiridir.” Demektedir. Bkz. Ýbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir, Beyrut, 1997, s. 110.

[24] Kur’an, Bakara(2): 255.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 2005, III, 11.

[26] Kur’an, Bakara(2): 255.

[27] Kur’an, Mü’min(40): 36-37.

[28] Kur’an, Mü’min(40): 37.

[29] Muhammed b. Ömer ez-Zemahþeri, Esasü’l-Belaða, Beyrut, 1998, s. 822.

[30] Bedruddin Ahmed el-Ayni, Umdetü’l-Kari, Beyrut, Beyrut, 2001, VII, 291.

[31] Kur’an, Þura(42): 11.

[32] Kur’an, Ýhlas(112): 2.

[33] Ayni, a.g.e., VII, 291.

[34] Nüzul kelimesinin anlamlarý: “Gökten tertemiz bir su indirdik.” (Kur’an, Furkan(25): 48) ayetinde intikal, “Onu Cebrail indirmiþtir.” (Kur’an, Þuara(26): 193) ayetinde bildirmek, “Allah’ýn indirdiðinin benzerini ben de indireceðim.” (Kur’an, En’am(6): 93) ayetinde söz söylemek, “falanca üstün ahlakla dünyasýna yöneldi.” ifadesinde bir þeye yönelmek/yöneltmek, “falanca oðullarý baþýmýza geçinceye kadar hayýr ve adalet üzere idik.” cümlesinde idare etmek anlamýnda kullanýlmaktadýr. Dilciler tarafýnda bilinen bu anlamlar içerisinde Cenab-ý Hakk’ýn zat ve sýfatlarýna en uygun olaný “rahmetini kullarýna yöneltmesidir.” Bkz. Ayni, a.g.e., VII, 291.

[35] Kur’an, Bakara(2): 25.

[36] Ýbn Teymiyye, el-Ýklil fi’l-Müteþabih ve’t-Te’vil, Kahire, 1367, s. 12.

[37] Halit Abdurrahman el-Ak, Usulu’t-tefsir ve Kavaiduhu, Beyrut, 2003, s. 287.

[38] Muhammed Ebu Zehre, Ýbn-u Teymiyye, Kahire, 2000, s. 218.

[39] Ýmam Malik’in sözü için bkz. Ebubekir Ahmed b. Huseyn el-Beyhaki, Kitabu’l-Esma-i ve’s-Sýfat, (ta’lik. ve tahk. Muhammed Zahid Kevseri), Kahire, t.y., s. 298.

[40] Kur’an, Taha(20): 5.

[41] Muhammed Abdulazim ez-Zürkani, Menahilu’l-Ýrfan, Beyrut, 2001, II, 231.

[42] Bu yüzden onlara “mufevvida” denir.

[43] Kevseri, el-Esma ve’s-Sýfat, (d. not: 1), s. 377.

[44] Muhammed b. Abdillah b. Muhammed Ýbn Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzar fî Ðaraibi’l-Emsar (Rýhlet-u Ýbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88.

[45] Kevseri, el-Esma ve’s-Sýfat, (d. not: 2), s. 286.

[46] Kur’an, Bakara(2): 255.

[47] Muhammed Zahid el-Kevseri, es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Rreddi alâ Ýbn-i Zefîl, (el-Akidet-u ve ilm’l-kelam min a’mali’l-imam Muhammed Zahid el-Kevseri içerisinde), (d. not: 1), Beyrut, 2004.

[48] Bkz. Abdulhamid, a.g.e., (d. not: 1), s. 125.

[49] Takýyyuddin es-Sübki, a.g.e., s. 477-478.

[50] Bkz. Tacüddin Abdulvahhab b. Ali es-Subki, Tabakatu’þ-Þafiiyyeti’l-Kübra, t.y., IX, 35-91.

[51] Tacüddin es-Sübki, a.g.e., IX, 91.

[52] Kur’an, En’am(60): 3.


radyobeyan