Modern Islam Dusuncesi Uzerine.. By: ezzehraveyn Date: 09 Kasým 2009, 22:32:17
MODERN ÝSLAM DÜÞÜNCESÝ ÜZERÝNE
EBUBEKÝR SÝFÝL
Altýnoluk: Ýslâm içerisinde Modernist çizgi deyince neyi anlamak lâzým, isterseniz buradan baþlayalým.
E.S: Ýslam dünyasýnda tarihin muhtelif dönemlerinde fikrî ve toplumsal anlamda bir takým inkýta dönemleri var. (Felsefe ve tercüme hareketleri ve) Moðol istilasý vb. gibi. Bu inkýta dönemlerinin her birinden sonra Ýslam Ümmeti sahip olduðu dinamikler sayesinde yeniden toparlandý; yeniden selefî anlamda Ýslamî öze dönüþü hedefleyerek, bunu kýsmen tarihî süreç içerisinde gerçekleþtirdi. Fakat Ýslam dünyasý tüm bu fetret dönemlerinin sonunda ve belki de son ve en önemli ayaðý olarak modern zamanlarýn getirdiði bir retorikle karþýlaþtý. Bu, ayný zamana Ýslam dünyasýnýn fikrî, siyasî, ekonomik, askerî anlamda ve hayatýn her alanýnda Batý karþýsýnda zayýfladýðý bir döneme tekabül ediyordu. Fakat, çok enteresandýr; Ýslam dünyasýnýn tarihte gerçekleþtirdiði "Selef'e dönüþ, "öze dönüþ, "Sadr-ý Ýslam'a dönüþ" hareketi modern zamanlarda bir türlü kendini gösteremedi. Bunda Batý'da geliþtirdiler, modern zamanlarýn teknikleri, ilmî faaliyetleri, bilinç süreçleri çok etkin bir rol oynadý. Çünkü artýk Müslümanlar, "Neden Sadr-ý Ýslam'a dönmeliyiz?" sorusunu da sormaya baþladýlar. O zaman (tarihte) bu soru sorulmuyordu. "Ýdeal Ýslam orasýdýr, oraya dönmeliyiz" deniyordu. Ama bugün, daha doðrusu bizim, Modernite'yle baþlayan serüvenimiz, bu anlayýþý da sorgulayarak baþladý. "Neden Sadr-ý Ýslam?" "Neden Asr-ý Saadet?"
Ýslam dünyasýnýn yaþadýðý ekonomik ve sosyal zaafiyetler, belki siyasî karmaþalar, dünyanýn yaþadýðý konjonktür, Ýslam dünyasýný, Ýslam'ý sorgulamak gibi bir konuma getirdi. Bunda klasik oryantalist hareketin rolü çok büyük. Ayný zamanda Müslümanlar'ýn kendi dinamiklerinden haberdar olamamalarýnýn ve bu dinamikleri saðlýklý bir þekilde iþletebilen otoritelerden yoksun bulunmalarýnýn getirdiði çok büyük bir dezavantaj da var.
Yani tarihte bir Mu'tezile hareketi var idiyse, bunun karþýsýnda el-Hasanü'l-Basrî var idi, veyahut Ýmam el-Eþ'arî, Ýmam el-Mâturîdî var idi. Dengelemek kolay oluyordu o zaman. Yahut bir Felsefe hareketi vardý, ama bu Felsefe hareketinin karþýsýnda bir el-Gazzâlî vardý.
Bugün topyekün bir fikrî tasallut ve taarruz karþýsýndaki Ýslam dünyasý kendini gerçekleþtirebilecek bu tür otoritelerden mahrum bulunuyor. Dolayýsýyla Ýslam dünyasý, klasik Oryantalizm'in dayattýðý sorularý sorgulayamadý. Yani "Niye bu sorularý sormalýyýz?" sorusunu soramadý. Böyle olunca da o sorularý bir "fenomen" olarak kabul etti. Bu sorular üzerine bilincini ve zihnî faaliyetini inþa etmeye baþladý. Ýþte Ýslam dünyasýna Modernizm'in giriþi kýsaca böyledir diyebiliriz.
Altýnoluk: Yani Modernizm, Oryantalizm'in Ýslam'ýn önüne koyduðu sorular üzerindeki zihnî mesai ile baþlýyor.
E.S: Bu sorular sorgulanmadý. Bu sorularýn tarihsel, felsefî, sosyal arka planý sorgulanmadý. Çünkü bunu yapacak birikimden, tecrübeden ve derinlikten mahrumdu Ýslam dünyasý. Zaten dikkat edilirse Ýslam dünyasýnda ilk uç veren Modernist hareketler, Ümmet'in Batý karþýsýnda derlenip toparlanmasý gibi son derece yüzeysel argümanlara dayanýyordu.
Altýnoluk: Modernist hareketin ilk çýkýþýnda bir bakýma kendini savunma içgüdüsü var. Yani "Ýslam Ümmeti nasýl toparlanýr" sorusu var.
E.S: Fakat bu, çok donanýmlý bir arka plana sahip olmayan bir tavýr. "Batý bizi teknolojide geçtiyse, biz de bunu yapabiliriz; Batý bugün bize fizik olarak hegemonya kurmuþsa, bu hegemonyayý biz Müslümanlar olarak dengeleyebiliriz" þeklinde. Bu, fiziksel planda böyle. Bunun felsefî, tarihsel, sosyal arka planý sorgulanmadý, araþtýrýlmadý; belki dikkat bile edilmedi. Dolayýsýyla bu çabalar Oryantalizm'in bilimsel verileriyle desteklenen Batý hegemonyasý karþýsýnda en küçük bir direnme dahi gösteremedi. Ve Ýslam dünyasý bugün müþahede ettiðimiz noktaya geldi.
Altýnoluk: Oryantalizm o dönemde Ýslam dünyasýnýn önüne ne tür sorular koydu?
E.S: Hristiyanlýk sistemleþtirilmiþ bir teoloji ve bunun uzantýsý olarak sistemli bir yapý arz eden normatif kurallar bütünü olmaktan uzaklaþtýrýldýðý için her türlü felsefî harekete, her türlü dýþ müdahaleye açýk bir yapý arz ediyordu. Bu süreç özellikle Hristiyanlýk baðlamýnda Protestan hareketin uç vermesiyle birlikte müthiþ bir hýz kazandý. Daha önce Kilise'nin bir tekeli söz konusuydu. Kilise belli bir çerçeve içerisinde tutarak Hristiyanlýk üzerindeki egemenliðini, belirleyiciliðini sürdürüyordu. Fakat Protestanlýk'la birlikte Hristiyanlýk üzerine söz söyleme yetkisi Kilise'nin elinden alýndý; kitlelere yayýldý. Bunda Ýncil'in orijinal dilden tercüme edilmesinin çok büyük bir etkisi var þüphesiz.
Hristiyanlýk, var olmak amacýný gerçekleþtirmek uðruna kendisini her türlü müdahaleye açýk tuttu. Hristiyanlýðýn Roma hukuku ile gerçekleþtirdiði izdivaç, evet onu bir büyük medeniyetin dini yaptý; ama o, artýk kendisi olmayan bir dindi.
Batý'da, özellikle Aydýnlanma'dan sonra bilimsel bilginin arz ettiði önem ve aðýrlýk, dolaysýz bir þekilde Hristiyanlýðý da cazibe alaný içinde, etki alaný içinde tuttu. Ve Hristiyanlýk, bilimsel bilginin verileri ýþýðýnda sorgulanmaya baþladý. Protestanlýk buna uygun bir ortam hazýrladý. Rasyonel akýl Hristiyanlýðý insan aklýnýn verilerini ve pozitif verileri mihenk alarak sorgulamaya baþladý. Hristiyanlýðýn, felsefî arka planý da olan bu sorulara ve sorgulamalara verebileceði hiç bir cevap yoktu. Onaylamak dýþýnda pek bir tavrý da söz konusu olmadý. Böyle olunca da Batý'nýn Ýslam dünyasý üzerinde kültürel, sosyal, ekonomik... hegemonya kurma arzusu, hiç bitmeyen bu arzu Oryantalist çalýþmalarý da yedeðine alarak Hristiyan dünyasýnda yaþanan ve kýsaca arz etmeye çalýþtýðým bu tecrübeyi Ýslam dünyasýna ihraç etmeye kalkýþtý. Ayný zamanda bu, Ýslam dünyasýnýn askerî, kültürel, ekonomik ve zihnî anlamda zayýf olduðu bir döneme tekabül ediyordu.
Altýnoluk: Oryantalizm'in sömürgeci çizgi içerisindeki faaliyetini biraz vurgulayabilir miyiz? Yani kolonyalist, sömürgeci hareket oryantalist hareketlere nasýl baktý?
E.S: Oryantalist hareketleri besleyen arka plan þüphesiz bu koloniyalist mantýk idi. Ýslam dünyasý fizik anlamda yeterince sömürülemiyor ve kontrol altýnda tutulamýyorsa, o zaman bilinç düzeyine inilmeli ve bu seviyede yeni bir hareket baþlatýlmalýydý. Aslýnda Oryantalistler'in yaptýklarý da bu "yeni bilinc"i oluþturmaktan ibarettir. Buradan, Oryantalistler'in yaptýðý Ýslamoloji çalýþmalarýný küçümsemek gibi bir sonuç çýkarýlmamalý. Müslümanlar'ýn, özellikle modern dönem Müslümanlarý'nýn belki havsalalarýna sýðmayacak çalýþmalar yaptýlar.
Altýnoluk: Bu hakikaten Ýslamî ilimlere katký amacýný mý taþýyordu? Burada bir sorgulama yapmak gerekmiyor mi?
E.S: Tabii ki hayýr. Bu çalýþmalar belli bir ideolojiyi gerçekleþtirmek için yapýldý. Belli bir amaca hizmet etmek için yapýldý. Ýslam dünyasýnýn fizik anlamda ulaþýlamayan yerlerine bilinç anlamýnda ulaþmak için, yani bu faaliyetler Müslüman'ýn bilincini çözümlemek için yapýldý.
Modern Ýslam anlayýþýnýn kendi geleneðine –bu tasnif üzerinde de belki ileride durmak lazým– gönderdiði sorgulamalardan iki tanesi dikkatimizi çekiyor. Birincisi teolojik tartýþmalar baðlamýnda Ýmam el-Eþ'arî'nin pozisyonu, kincisi fýkhî tartýþmalar ve hadis tartýþmalarý baðlamýnda Ýmam eþ-Þâfi'î'nin pozisyonu. Rasyonalist akým, Allah'ýn iradesinin insanýn iradesi ile arz ettiði durum konusunda yeteri açýklamayý getiremiyor. Mesela modernist Müslüman, Ýmam el-Eþ'arî'nin determinizminden ve Ýmam eþ-Þâfi'î'nin hadisçiliðinden sürekli þikâyet eder durur. Modern Müslüman için bunu açýklamak gerçekten zordur.
Bunu niçin söyledim? Batý'daki Modernist çalýþmalarýn bize sunduðu veriler bu türlü özel konularda gerçekten problem arz ediyor. Eðer Allah'ýn iradesi söz konusuysa, o zaman insan aklýnýn belirleyiciliðinden, fonksiyonundan ve gücünden eni konu þüphe etmemiz gerekecek. Oysa Modernizm baþlý baþýna rasyonalist bir arka plana dayanýyor. O zaman bu arka plana ve bu arka planýn sunduðu verilere zýtlýk teþkil eden argümanlar ve kiþiler kötüdür, zararlýdýr gibi bir þey ortaya çýkýyor. Ýþte Modernizm'in Ýslam dünyasýna ihraç ettiði ya da Ýslam dünyasýnýn Modernist jargondan ithal ettiði sorular Ýslam dünyasýnýn kendi geçmiþine ve tarihine yönelik, ama oryantalist orijinli sorular. Bunu açmamýz gerekecek, çünkü bu önemli.
Bir kere en temelde vahiy üzerinde eni konu bir belirsizlik var. Daha doðrusu bu belirsizlik üzerine inþa edilmiþ sorular var. Vahiy süreci nasýl geliþiyor, nasýl oluþuyor; bunu bir fenomen olarak kabul etmek doðru mudur? Akýl bu vahiy olgusunu nasýl açýklayabilir? Hz. Peygamber (s.a.v)'in, ya da genelde peygamberlerin vahiy sürecine bir katkýsý var mýdýr, bir dahli var mýdýr, varsa ne boyuttadýr? Yoksa peygamber-vahiy iliþkisini nasýl anlamlandýrabiliriz? Bu çok temel sorular üzerine diðer sorularý bina ettiler. Kur'an'ýn, bugün de yoðun olarak tartýþýldýðýný gözlediðimiz tarihsellik problemi baðlamýnda arz ettiði durum nedir? Özellikle normatif hükümler söz konusu olduðunda Kur'an'ýn tarihselliði, Kur'an'daki normatif hükümlerin tarihselliði ne ölçüde doðrudur, ne ölçüde kabul edilmelidir? Ardýndan Sünnet ve Hadis üzerindeki sorular... Temelde Hadis ve Sünnet, Batýlý araþtýrmacýnýn gözünde "tradition"dan ibaret olduðu için Batýlý buna, her türlü baðlayýcýlýktan ve yazýlý hale getirilmiþ kurallar bütün olmaktan uzak bir "gelenek" olarak bakar.
Altýnoluk: Oryantalizm Kur'an'a nasýl bakýyor? Resulullah (s.a)'a nasýl bakýyor? Oryantalizm'in bu alanlarda getirdiði sorular nedir? Bunlarýn bizdeki modernist çizgiye taþýnan boyutlarý nelerdir?
E.S: Oryantalist hareket dediðimiz þey, temel argümanlarý itibariyle yeknesak bir yapý gibi görünüyor; ama böyle olmadýðý için temel argümanlar üzerinde konuþmak daha tutarlý olacak.
Buna göre Kur'an, büyük ölçüde Hz. Peygamber (s.a.v)'in tecrübî sezgilerinin bir sonucudur. Dolayýsýyla Kur'an'ýn normatif özelliði, ahlakî prensipler vaz eden nasslarý tamamen Hz. Peygamber (s.a.v)'in sezgisel duyuþlarýndan kaynaklanan birer veridir. Tabii ki Peygamber (s.a.v) çok zeki birisidir. Gözlemler yapan, belli bir birikimi olan, ilk dönemlerde ticaret yapmasý hasebiyle farklý kültürlerle temaslarda bulunan, böyle bir imkâna sahip olmuþ birisidir. Dolayýsýyla, çok genel hatlarýyla O'nun Kur'an diye insanlara ilettiði þey, bu derin tecrübelerin ve derin sezgilerin sonucudur. Sünnet bunlarýn pratiðe yansýmýþ halidir; bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tarafýndan pratize edilmiþ halidir. Yani "ben size þunlarý þunlarý söylüyorum; ama bu teorinin pratiði de þudur" þeklinde... Amelî Sünnet olarak Sünnet'in arz ettiði durum budur.
Oryantalist çalýþmada Hadis çok enteresan bir durum arz ediyor. Müslümanlar'ýn, üzerine sistem oturttuklarý, inþa ettikleri bir "ruh" var. Bu ruh, Kur'an ve Sünnet, yani Amelî Sünnet. Kur'an ve Sünnet insanlara bir bakýþ açýsý kazandýrýyor; bir meleke kazandýrýyor. Ve insanlar bu melekeyi iþleterek karþýlaþtýklarý nev-zuhur olaylarda tavýr ortaya koyuyorlar; sonra bu tavýr hadisleþtiriliyor. Zamanla bir Talmud tecrübesi yahut Miþna tecrübesi gibi gelecek nesilleri baðlayýcý bir karakter kazanýyor. Yahut istikrar kazandýrýcý bir unsur olsun diye bunlarý hadisleþtiriyor; bu, kültür tarafýndan otomatik olarak hadisleþtiriliyor. Yazýlý hale dönüþtükten sonra da belli bir kutsallýk kazanýyor. Tabii buna dokunmak mümkün olmuyor. Olsa olsa bunu "yorumlamak" söz konusu oluyor; o da ehil bir zümreyle sýnýrlý kalmak þartýyla.
Oryantalistler'in bu bakýþýna yardýmcý olabilecek gibi görünen; ilk anda hadisler ya da uygulamalar arasýndaki farklýlýklar, teolojik yaklaþýmlar arasýndaki ayrýþmalar, Kelam ekollerinin mücadeleleri, hatta ayný ekole mensup insanlarýn birbirleriyle mücadeleleri, ihtilaflarý gibi konulardýr. Daha doðrusu bu konular öyle deðerlendirilmeye müsait gibi algýlanýr. Tabii bu, ayný zamanda müslüman Modernistler'in çok iþtiyakla, iþtahla kullandýklarý bir argümandýr. Eðer Batý'daki modern oryantalist hareket hakkýnda bu söylediklerimiz bir taban oluþturabilecekse, bunun üzerine müslüman Modernistler'in söylediklerini tahlil edebiliriz.
Ýslam dünyasýndaki modernleþme faaliyetleri, ne gariptir ki önce zihnî olarak baþlamadý; önce pratik olarak baþladý. Osmanlý'daki askerî teþkilatýn düzenlenmesi, belki idari yapýda bazý düzenlemeler... Belki burada þunu da tespit etmemiz gerekiyor: Batý'nýn fiilî hegemonyasý altýnda bulunan bölgelerdeki modernist faaliyetlerle, Batý'nýn fiilî tasallutu altýnda bulunmayan bölgelerdeki faaliyetler birbirinden farklý. Yani bir Hindistan'ýn Seyyid Ahmed Han'ý ile Türkiye'nin Ziya Gökalp'i, Namýk Kemal'i, Mýsýr'ýn Muhammed Abduh'u, Reþid Rýza'sý Ýslam Modernizmi adýna birbiriyle kimi noktalarda baðdaþmaz tavýrlar gösterebiliyorlar. Bu, muhatap olduklarý Batýlý tasallutun doðrudan ya da dolaylý olmasýyla olduðu kadar, yaþanan modernleþme tecrübelerinin yerel bazlarda arz ettiði deðiþikliklerle de iliþkilidir. Dolayýsýyla müslüman Modernistler'in Ýslam dünyasýna getirdiði yaklaþýmlar da birbirlerinden farklýlýklar arz ediyor.
Az önce bir kaç isim saydýk; bunlara Mýsýr'da Ali Abdürrâzýk'ý, eklemek mümkün, Muhammed Hüseyin Heykel'i eklemek mümkün, Kazan'lý Musa Carullah Bigiyef'i eklemek mümkün, Hindistan ve Pakistan'dan (pek çok isim yanýnda) Muhammed Ýkbal ve Fazlur Rahman'ý ve de Türkiye'deki son dönem hareketleri eklemek mümkün.
Modernizm'in belki de en trajik tarafý, çok önemli, çok büyük, çok temelli iddialara sahip olmasýna karþýn bunlarý ve çözüme iliþkin teklifleri bütüncül bir yapýya kavuþturamamýþ olmasýdýr. Bu, her bölgenin Modernizm'ine göre böyledir, hatta tek tek her bir moderniste göre böyledir. Bu, bana göre çok doðru bir ifadedir. Dünyada yeknesak bir Modernist Ýslam hareketi yok; her bölgenin, hatta her þahsýn kendine özgü bir Modernist Ýslam anlayýþý var.
Altýnoluk: Oryantalizm'in Ýslam dünyasýnýn önüne koyduðu sorular Ýslamî alandaki Modernist çizgiye hangi çerçevede yansýdý? Yani bunlar Ýslamî modernist çizgide nasýl þekillendi, nasýl formüle edildi? Diyelim ki Oryantalist çizginin vahiy ve Kur'an deðerlendirmeleri var; o nasýl formüle edildi?
E.S: Kur'an vahyi baðlamýnda Modernizm'in en gözde temsilcisi Fazlur Rahman söz konusu olduðunda çok enteresan bir durum çýkýyor karþýmýza. Fazlur Rahman'a göre vahyin ilahî kaynaklý olduðu kesin.
Altýnoluk: Bu noktada Oryantalistler'den ayrýlýyor...
E.S: Evet ayrýlýyor. Fakat vahyin Hz. Peygamber (s.a.v)'de zuhur ediþ biçimi çok eksantrik bir durum arz ediyor.
Fazlur Rahman diyor ki: Eðer Kur'anî ifadesiyle vahiy Hz. Peygamber (s.a.v)'in "kalbine" gönderilmiþse, bu bize, vahyin Hz. Peygamber (s.a.v)'in kalbine gelinceye kadar linguistik bir boyutu olmadýðýný gösterir. Belki vahiy kelimelerle iþitiliyordu, ama bunlar mental [zihnî] kelimelerdir. Tamamen Hz. Peygamber (s.a.v)'in sezgisel tecrübesiyle, ruhî dünyasýyla ilgili bir süreç ve vahiy Hz. Peygamber (s.a.v)'in dilinde kelimelere dökülüyor.
Altýnoluk: Fazlur Rahman'a göre kelime kalýbýna Hz. Peygamber (s.a.v)'in dilinde dökülüyor...
E.S: Evet, Fazlur Rahman'ýn bu konudaki görüþleri arasýnda bir çeliþki de her ne kadar söz konusu edilebilirse de, çok net olmamakla birlikte tebellür eden görüþüne göre vahiy bizim Kelam ulemasýnýn Kelam-ý Nefsî dediði baðlamda Allah Teala'ya aittir; ama iþin lafzî boyutu, Kelam-ý Lafzî seviyesi Hz. Peygamber (s.a.v)'de vücut bulmaktadýr. Bu beni epey düþündürdü.
Altýnoluk: Fazlur Rahman Oryantalist çizgiyle sentez yapýyor yani...
E.S: Evet (bir anlamda) sentez yapýyor. Þimdi bu Kelam-ý Nefsî - Kelam-ý Lafzî tartýþmasý aslýnda ilk bakýþta miadýný doldurmuþ, modasý geçmiþ bir tartýþma. Fazlur Rahman gibi pratikle [aktüel olanla] ilgilenmekten baþka bir þey için vakti olmamasý gereken birisi niye bu tartýþma ile ilgilendi diye doðrusu epey düþündüm. Vardýðým sonuç þu oldu: Fazlur Rahman'ýn bu yaklaþýmýný çaðdaþ anlama yöntemleri ile, hermenötik teknikleri ile irtibatlandýrdýðýmýzda ortaya þu çýkýyor: Fazlur Rahman'a göre "anlama" faaliyeti –belki teknik bir detaya iniyoruz ama bu, konuyu netleþtirmek bakýmýndan önemli– metnin sahibini tanýmak kadar, metnin oluþtuðu sosyal ve tarihî çevreyi tanýmakla da doðrudan ilgilidir.
Bunu Kur'an'a uyarlarsanýz Allah Teala'nýn vahyi gönderdiði zamandaki sosyal ve kültürel arka plan çok önemli. Fazlur Rahman "murad-ý ilahî"den çok fazla bahsetmez. Özellikle normatif hükümler baðlamýnda böyle bir tabir kullanmaz. Yani "Allah bu ayetle þunu murad etmiþtir" veya "Allah'ýn muradýný gerçekleþtirmek için þunlar þunlar olmalýdýr" gibi bir mantýk yok. Ýþte bu, çaðdaþ hermenötik veyahut yorumsama yöntemleri ve teorileri karþýsýndaki tavrýný yansýtýyor onun. Eðer bir metni ideal bir biçimde anlamak istiyorsak, metin sahibini ve metin sahibinin içinde bulunduðu sosyo-kültürel þartlarý ve metnin oluþtuðu sosyo-kültürel þartlarý –"çevresel þartlar" diyor buna– bilmemiz gerekiyor.
Altýnoluk: Diyorsunuz ki, Fazlur Rahman'da "murad-i ilahî" kavramý yoktur. Metin sahibi Allah Teala olduðuna göre O'nun muradýný anlamak gerekmiyor mu?
E.S: Ýþte bu problemi vahiy kavramýna getirdiði açýklamalarla çözüyor Fazlur Rahman. Vahiy potansiyel olarak Hz. Peygamber (s.a.v)'in içinde, ruhunda, kalbinde mevcuttur. Ýhtiyaç hasýl olduðunda, hadise meydana geldiðinde bu Hz. Peygamber (s.a.v)'in bilincinde yahut ruhunda kelimelere dönüþüyor ve kelimeler halinde dýþarýya aksediyor diyor.
Altýnoluk: Peki o zaman Peygamberimiz'in içinde kalan vahiy de vardýr...
E.S: Potansiyel olarak evet.
Altýnoluk: Potansiyel olarak... Yani yeni deyimle "güncelleþmeyen" vahiy de var...
E.S: Aslýnda ben ikinci çalýþmamda bu soruyu sýk sormaya çalýþtým. Bu, çok önemli bir noktadýr; açýlmasý gerekir. Eðer Hz. Peygamber (s.a.v) vahyin her hangi bir yerinde, vahiy sürecinin her hangi bir noktasýnda bir belirleyiciliðe sahipse bu nedir ve boyutlarý ne kadardýr? Hz. Peygamber (s.a.v) vahyi mental anlamda, linguistik anlamda belirliyorsa bu bir "yetki" midir, "sorumluluk" mudur? Eðer "yetki" ise onda artýrma, eksiltme olmasý da gerekir. Çünkü doðrudan vahyi O belirlemektedir. Eðer bu bir "sorumluluk" ise, bunu Hz. Peygamber (s.a.v)'in murad-ý ilahî'ye uygun belirlediðinden nasýl emin olacaðýz? [Ýlahî kontrol bu sürecin neresinde ve ne þekilde devrededir?] Bunun gibi temel sorular Fazlur Rahman'da karþýlýksýz kalýyor. Bu konuyu özellikle böyle muðlak býrakýyor.
Altýnoluk: Niye muðlak býrakýyor?
E.S: Kanaatime göre çözümleyemediði için.
Altýnoluk: Acaba bunun için mi, yoksa Fazlur Rahman'ýn bu tarz bir vahiy yorumundan varmak istediði bir sonuç var da onun için mi? Diyelim ki normatif kurallarý tarihteki þartlara indirgiyor. O zaman Fazlur Rahman zamanýna Kur'an'dan sarf-ý nazar edilerek çok geniþ bir deðerlendirme alaný kalýyor. Fazlur Rahman bunu düþünmemiþ olabilir mi?
E.S: Kanaatime göre ya Fazlur Rahman bu konudaki fikirlerini netleþtiremeden dünyadan ayrýldý, ya da bunu Fazlur Rahman uzmanlarýna býraktý. Onun çeþitli vesilelerle ifadeye koyduðu görüþleri Fazlur Rahman uzmanlarý belki bir senteze ulaþtýrabilirlerse bunu netleþtirebileceklerdi. Aslýnda çok enteresandýr; Fazlur Rahman Ehl-i Sünnet'in bu konudaki görüþüne de her fýrsatta çatar. Mesela bir yerde der ki: Ehl-i Sünnet vahyin Hz. Peygamber boyutunu küçümsemiþtir. Bu, üzerinde çok durulmasýný hak eden bir ifade. Eðer Ehl-i Sünnet vahyin Hz. Peygamber (s.a.v) ile ilgili boyutunu "küçümsemiþ"se bunun sebebi ve sonucu nedir; aksi halde ne olurdu? Bu sorular açýk deðil.
Altýnoluk: Konu biraz mücerret kalýyor. Yani Fazlur Rahman diyor ki: Vahyin insana ulaþmasýnda Hz. Peygamber (s.a.v)'in –seçici belki deðil mi?– somutlaþtýrýcý, belirleyici bir rolü var. O günün þartlarýna uygun düþecek vahyi kalbinden Rasulullah çýkarýyor. Bir bakýma böyle. Ehl-i Sünnet Rasulullah'ýn bu rolünü görmezden geliyor diyor Fazlur Rahman.
E.S: Tabii burada Fazlur Rahman'ýn savunacaklar için bir hareket alaný mevcut. O da þu: Fazlur Rahman hiç bir zaman vahiy Hz. Peygamber (s.a.v)'in belirleyiciliðinde ifadeye dökülüyor demiyor. Þunu diyor: Vahiy Allah kelamýdýr; ama ayný zamanda normal olarak Hz. Peygamber (s.a.v)'in de kelamýdýr. Bu kadar karmaþýk, bu kadar belirsiz ve bu kadar muðlak býrakýyor.
Altýnoluk: Peki Ehl-i Sünnet'e yönelik suçlama yerinde bir suçlama mý?
E.S: Bana göre deðil. Bu tartýþma o zaman vahiy konusunun sýnýrlarýný aþar ve bütünüyle "din" olgusunu tartýþma gündemine getirir. O zaman oturup dini yeniden tanýmlamamýz gerekir. Dolayýsýyla Ehl-i Sünnet'in bu konudaki tavrý Hz. Peygamber (s.a.v)'in vahiy karþýsýndaki konumunu "küçümsemek" deðil, tamamen "nötralize" etmektir. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine vahiy geldiði anda nötrdür. Bu o kadar böyledir ki, ayette, "Vahiy geldiði zaman onu hemen kapývermek [ezberlemek] için acele edip dilini oynatma. Çünkü onu senin (kalbinde) toplamak ve (dilinde) okutmak bize aittir" buyuruluyor.[1] çok enteresan. Bu, Ehl-i Sünnet'in hem Kur'an vahyi, hem de Sünnet'in kaynaðý konusundaki görüþlerini temellendiren belli baþlý ayetlerden birisidir.[2]
Altýnoluk: Rasulullah'tan ayrý bir Kur'an gerçeði, vahiy gerçeði var.
E.S: Ve bu, Resulullah'a kelimeler halinde geliyor. Resulullah bunu almak için dudaklarýný kýpýrdatýyor.
Altýnoluk: Yani Kelam-ý Nefsî de Kelam-ý Lafzî de ilahîdir...
E.S: Bu o kadar net ki!.. Buna benzer baþka ayetlerden de ayný hüküm çýkýyor.
Altýnoluk: Peki Fazlur Rahman'ýn bundan vardýðý sonuç ne? Rasulullah'ýn vahyi belirlemesinden nereye gelmek istiyor? Ve kendi bulunduðu zamanda bunu gündeme getirmesinin sebepleri ne olabilir?
E.S: Bu sonucu kendisi çok net bir biçimde ifade etmiyor. Ama az önce de dediðim gibi çaðdaþ anlama ve yorumsama teknikleri ile bunu iliþkilendirdiðimiz zaman ortaya þu sonuç çýkýyor: Kur'an tamamen indiði dönemin sosyo-kültürel sorunlarýna çözüm getirmiþtir. Hatta Kur'an vahyini belirleyen bir müþrik Mekke arka planý vardýr. Kur'an vahyini bunlardan soyutlayarak anlamanýz mümkün deðildir; bunlarý bilmeniz gerekir. Kur'an, geldiði dönem için hem ahlakî hem de normatif hükümler içeren bir kitaptýr. Ama bizim için ne ahlakî ne de normatif hüküm içerir; prensip de içermez.
Altýnoluk: O zaman baðlayýcýlýðý da ortadan kalkýyor...
E.S: Tabii.
Altýnoluk: Esasýnda Batý'ya karþý bir eziklik duyan Ýslam dünyasý böylece Kur'an'ýn, yollarýný týkadýðý fikrinden kurtulacak, önlerine bir özgürlük alaný çýkacak; orada istedikleri gibi, kendi aklî ölçülerinde bir alan meydana getirecekler.
E.S: Kur'an'ýn baðlayýcýlýðýný ilahî vasfýyla bütünleþtirerek baþka türlü aþmanýz mümkün deðil çünkü.
Altýnoluk: Bu, Kur'an'ýn var oluþunu çok anlamsýz hale getiriyor. Diyelim ki Kur'an'ýn Asr-ý Saadet için var oluþu anlamlý; çünkü o tarihsel zeminde bir anlam ifade ediyor. Peki Fazlur Rahman için ne anlam ifade ediyor Kur'an?
E.S: Fazlur Rahman için Kur'an'ýn ifade ettiði anlam þu: Bunu çok net söylüyor, hatta bu konuda bazý Modernistler'e de sitem ediyor. Diyor ki: "Bazý Modernistler, Kur'an'dan doðrudan ahlakî prensipler çýkarabileceðimizi zannettiler. Aslýnda Kur'an ahlakî hükümler baðlamýnda bize prensipler dahi sunmaz. Çok genel ve soyut bazý yönlendirmelerde bulunur. Biz, ondan hareketle önce ahlakî ilkeleri çýkarmalýyýz." Bu, Fazlur Rahman'ýn düþünce dünyasýnýn da bir özeti aslýnda. Kur'an'a, ondan genel ahlakî prensipler çýkarmak için baþvurmalýyýz. Bu konuda Kur'an bize rehberlik eder. Bu ilkeleri çýkardýktan sonra Kur'an'ýn kapaðýný kapatýrýz. Bu ilkeler üzerine bir Teoloji kurarýz. Ve yine bu ilkeler ve Teoloji üzerine de Hukuk inþa ederiz. Formül bu.
Altýnoluk: Hangi dönemde yaþanýyorsa, o dönemin insanýnýn inisiyatifine býrakýyor...
E.S: Ahlakî ilkeler evrenseldir, tarihler ve coðrafyalar üstüdür diyor. Bu, Fazlur Rahman'a bir hareket alaný açýyor gibi gözükse de, belki burada o büyük bir handikapa düþüyor. Bir þey daha diyor: Bu ahlakî ilkelere ulaþmak için iman þart deðildir. Yani ahlakî ilkelere, iman olmadan da, objektif bir zihnî faaliyetle ulaþabilirsiniz.
O zaman bir insaný Müslüman ve bir toplumu Ýslamî kýlan nedir? Yahut Müslüman'ýn bilincindeki Allah, yetkileri elinden alýnmýþ, sadece Tabiat olaylarýna hükmeden bir muktedir midir, sorularý çýkýyor ortaya. Bütün bunlarý düþünürken benim aklýma þu hadis-i þerif geliyor: "Sizden öncekilerin yollarýna, ["sünnet"lerine] tabi olacaksýnýz..."[3] Dikkat edilirse Yahudiler'in Talmud, Hristiyanlar'ýn Ýncil tecrübesi, sonunda Müslümanlar baðlamýnda Kur'an'a uygulanýr oldu.
Altýnoluk: Yani insanýn Allah ile olan vahiy iliþkisini koparmýþ oluyorlar.
E.S: Elbette.
Altýnoluk: Ve Kur'an, isterseniz, dilerseniz bir baþvuru kitabý öyle mi?
E.S: Fazlur Rahman'a göre Kur'an bir "baþvuru kitabý" deðil; sadece ahlakî ilkeleri bulup çýkarmak için kendisine baþvuracaðýmýz bir rehberdir. Onun dýþýnda Kur'an'ýn insan hayatý bakýmýndan hiç bir belirleyiciliði yoktur.
Altýnoluk: Peki Rasulullah'a nasýl bakýyor?
E.S: Hz. Peygamber (s.a.v) her þeyden önce tarihsel bir þahsiyettir. Fakat burada þunu söylememiz lazým: Bu söylediklerimiz Fazlur Rahman'a özel düþüncelerdir. Baþka Modernistler baþka türlü düþünebiliyor. Ama zannediyorum ülkemizde bugün tartýþýlmakta olan konularda belirleyicilik þansý aðýrlýklý olarak Fazlur Rahman-Efganî-Abduh çizgisinde yoðunlaþýyor.
Hz. Peygamber (s.a.v), Fazlur Rahman'a göre belli bir sosyo-kültürel ortamýn nesnesidir. Dolayýsýyla Kur'an vahyini pratiðe aktarýrken ortaya koyduðu Amelî Sünnet –ki Fazlur Rahman buna "Nebevî Sünnet" der–, Müslümanlar için bir modeldir. Fakat hemen arkasýndan þöyle ekler: Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait olan bu davranýþlar ve bunlarýn sözel ifade biçimleri olan Hadisler nicelik olarak çok fazla deðildir. Ýlk dönem Müslümanlarý Hz. Peygamber (s.a.v)'in hakemliðine, belirleyiciliðine çok fazla, sýkça baþvurmamýþlardýr. Hz. Peygamber (s.a.v) de her þeye öyle çok fazla karýþmamýþtýr.
Devam ediyor: Hz. Peygamber (s.a.v)'in hem hadisi, hem sünneti nicelik olarak azdýr; nitelik olarak da Müslümanlar için baþvurulmasý gereken o zamana özgü bir numunedir. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v)'in irtihalinden sonra Ümmet, Kur'an'dan ve Nebevî Sünnet'ten aldýðý ruhla karþýlaþtýðý olaylarý çözmeye baþladý. Her yörenin –bu ruhun farklý tezahürleri, farklý yansýmalarý dolayýsýyla– farklý sünnetleri oldu. Medine'nin, Kûfe'nin bir sünneti oldu; Basra'nýn, Þam'ýn birer sünneti oldu. Ýþte bunlar "Yaþayan Sünnet"tir. Bu Yaþayan Sünnetler içerisinde ilk dönem Fýkýhçýlarý'nýn içtihadlarý vardýr, örf vardýr ve bu içtihadlar Yaþayan Sünnet ruhuyla yoðrulup neticede Ýcma'ý meydana getiriyor. Fakat bu, duraðan bir süreç deðil. Ýcma olduðu zaman orada bitmiyor; yeni süreçler yeni ihtilaflarý, yeni içtihadlarý ve yeni icmalarý oluþturuyor.
"Bu süreç, Hadis hareketi ile varlýðýný ve hayatiyetini yitirmiþtir. Hadis, istikrarý saðlamak amacýyla üretilmiþ, formüle edilmiþ; dolayýsýyla yeni içtihada alan kalmamýþtýr. Her þey artýk Hadis kriterine göre belirlenmek zorunda kalmýþtýr. Bu, eþ-Þâfi'î ile baþlayan ve Ýslam dünyasýnýn geneline hakim olan, ezici bir üstünlük saðlamýþ bir harekettir. Artýk Ýçtihad'dan ve Ýcma'dan söz etmek mümkün deðildir; ortada Hadis vardýr ve herkes görüþünü ona dayandýrmak zorundadýr."
O halde Hadis nedir? Ýþte "Hadis, ilk dönem Hukukçularýnýn içtihadlarýnýn, arkasýna senet zincirleri eklenmek suretiyle Hz. Peygamber (s.a.v)'e atfedilmiþ bir þeklidir."
Fazlur Rahman burada özellikle "Mevzu [Uydurma] Hadis" tabirini kullanmýyor. Buna "ifade etme" ya da "formüle etme" diyor. "Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait olan hadisler [Nebevî Hadis ] çok azdýr" diyor. Bu ne ifade eder, çok net deðil, ama "azdýr" diyor.
Altýnoluk: Rakam veriyor mu?
E.S: Hayýr.
Altýnoluk: Ama rakam verenler var. 17 tane diyorlar. 19 diyenler var.
E.S: Farklý modernistlere göre Hadis'in aðýrlýðý farklý önemler arz edebiliyor. Söz gelimi kimilerine göre "el-Muvatta" yeterli ve belirleyicidir; öbürlerine itibar etmek gerekmez; kimilerine göre ise dediðiniz gibi rakamlar söz konusudur.
Eðer Müslüman Hukukçu, Müçtehid, Fakih Kur'an'dan ve Nebevî Sünnet'ten aldýðý ruhla bir içtihadda bulunuyorsa, bu içtihadý, arkasýna bir senet zinciri ekleyip Hz. Peygamber (s.a.v)'e atfetmek ahlakî bir problem arz etmez. Belki bu bir gerekliliktir. Dolayýsýyla alýþýlagelmiþ þekliyle bu, bir "hadis uydurma" faaliyeti olarak gözüküyor ve bizim için karanlýk ve lekeli bir faaliyet. Ama Fazlur Rahman'a göre bu böyle deðil.
Peki Fazlur Rahman'ýn düþünce dünyasýnda, Hadis konusunda söyledikleri arasýnda "uydurma hadis" nerede duruyor? Bir yerde durmuyor. Çünkü uydurma hadis diye bir þey yok. Uydurma hadis tarihte hangi mantýkla ortaya çýktý, Hadis ulemasý bu iþe nasýl baktý yahut Hukukçular, Müçtehid Ýmamlar bu iþe nasýl baktý gibi konularý Fazlur Rahman'da aramak beyhude. Çünkü cevabý yok.
Altýnoluk: Bu görüþe göre hepsi uydurma gibi gözüküyor.
E.S: "Uydurma" demiyor, "formüle edilmiþ" diyor.
Altýnoluk: Kur'an-ý Kerim'de bizzat vahyin Hz. Peygamber (s.a.v)'e verdiði yetkiler var. Bu yetkilere Fazlur Rahman nasýl bakýyor?
E.S: Evet, sorulmasý gereken temel soru budur. Fazlur Rahman için "din" ya da Ýslam insanlara temelde ahlakî bir yol göstericilik maksadýyla gönderilir. Bunu gerçekleþtirmek için vahye ilk muhatap olan toplum için normatif hükümleri uygulamak kaçýnýlmazdýr. Vahyin gerçekleþtirmek istediði þey ancak böyle mümkündür. Ama bu, ayný kalýplarýn her hangi bir zaman diliminde her hangi bir topluma aynen uygulanabileceðini göstermez. Böyle düþünmek saçmalýktýr. Yani sizin, 1400 sene önceki bir kalýbý alýp her hangi bir topluma uygulamaya kalkmanýza Sosyoloji de müsaade etmez, insan fýtratý da müsaade etmez. Esasen Kur'an da insanlardan böyle bir þey istemior deniyor.
Altýnoluk: Peki Fazlur Rahman "insan fýtratý" diye bir þey kabul etmiyor mu?
E.S: Ahlakî ilkeler evrensel olduðu için bu ilkelerin kabulü ayný zamanda insan fýtratýný tanýma anlamýna geliyor. Dünyanýn her hangi bir yerinde her hangi bir insan içkinin haram olduðunu, hýrsýzlýðýn yasak olduðunu, adaletsizliðin,.hakkaniyetsizliðin kötü olduðunu, yardým severliðin iyi olduðunu kabul ediyorsa, bu, aslýnda Ýslam'ýn gerçekleþtirmek istediði þeyden çok farklý deðildir.
Ama burada karþýmýza bir problem çýkýyor: Neden o zaman Kur'an'a bir takým ahlakî ilkeler çýkarmak için baþvuracaðýz? Eðer ahlakî ilkeler evrenselse, neden kendimizi Kur'an'la sýnýrlayalým ki? Bu sorunun cevabý yok.
Ahlakî ilkeler üzerine inþa ettiðimiz Teoloji ve Hukuk neticesinde öyle bir pratik ortaya çýkýyor ki, –biraz daha somuta indirgemek gerekirse– halk, belli bir Ýslamî bilinç seviyesine ulaþmýþ insanlardan oluþuyor.
Bu, Fazlur Rahman'ýn "el-Medînetu'l-Fâzýla"sýdýr. Ulema bu seviyenin tutturulmasýnda önemli bir rol oynar. Halk kendi temsilcilerini seçer; bir meclis oluþturur. Çok enteresan argümanlar var burada, onun için söylüyorum. Bir kanunun doðru veya yanlýþ olduðunun tek kriteri "halkýn iradesi"dir. Halkýn iradesi bir kanunu kabul ettiði zaman bu kanunun doðruluðu ya da yanlýþlýðý tartýþýlmaz; o, tümüyle Ýslamî'dir. Halk iradesine dayanmasý yeterlidir. Hatta halkýn temsilcilerini göndererek oluþturduðu meclis öyle bir yetkiye sahiptir ki, "ne Allah bu meclise hangi kanunu çýkaracaðýný söyler, ne de Ulema ona her hangi bir þeyi dikte edebilir." Bu, aynen kendi tabiriyle böyle. Burada tek belirleyici halkýn iradesidir. Hatta diyor ki: Eðer bir halk, kendi iradesiyle Ýslamî olmayan[4] bir sisteme geçmek istiyorsa, kimsenin bunu engellemeye kudreti de yoktur, yetkisi de yoktur.
Altýnoluk: Fazlur Rahman'ýn düþünce dünyasýnda "baðlayýcý ilkeler" nedir?
E.S: Ahlakî ilkelerdir.
Altýnoluk: Ahlakî ilkelerin kaynaðý nedir? Mesela aklýn baðlayýcýlýðý nedir? Akýl baðlayýcý mýdýr? Vahiy baðlayýcý deðil, Peygamber baðlayýcý deðil; akýl baðlayýcý mýdýr?
E.S: Fazlur Rahman'ýn Teolojik sisteminde önerdiði þu: Yaþayan Sünnet'i oluþturan mantýk, yani Nebevî Sünnet ve Kur'an vahyinin oluþturduðu ruha geri dönülmelidir. "Yaþayan Sünnet'in, Örf'ün, Ýçtihad'ýn kendini Hadis barajýna döktüðü o noktaya yeniden dönmeliyiz" diyor. Yani kendi Yaþayan Sünnet'imizi oluþturmalýyýz. Bunu da Nebevî Sünnet'ten ve Kur'an vahyinden çýkardýðýmýz ahlakî ilkelerden hareketle yapmalýyýz. Buradaki temel faaliyeti aklýn gerçekleþtireceðinde kuþku yoktur.
Peki Kur'an vahyinden hareketle ahlakî ilkeleri nasýl tespit edeceðiz? Buna Fazlur Rahman'ýn çok meþhur "iki yönlü bir hareket" teklifi var. Birinci hareket vahyin nazil olduðu döneme gitmek ve o dönemin sosyo-politik, sosyo-kültürel þartlarýný tahlil etmek; yani arka plana inmek. Burada sebeb-i nüzul rivayetlerinden istifade edebiliriz diyor. (Oysa diðer konulardaki rivayetlerin "formüle" edilmiþ olduðunu kabul edersek, sebeb-i nüzul'e iliþkin rivayetlerin bunun dýþýnda tutulmasýný makul ve gerekli gösterecek bir dayanak bulmak mümkün olmayacaktýr.) Vahyi oluþturan mantýðý anladýktan sonra ikinci hareket olarak tekrar günümüze dönüp, somut olayý inceleyip, o olaya bu mantýktan hareketle nasýl bir çözüm getirebiliriz, bunu araþtýrmalýyýz, diyor. Böyle iki yönlü bir hareket teklif ediyor.
Altýnoluk: Burada yine Kur'an'ý temel alan bir yaklaþým mý var?
E.S: Hayýr, tam olarak öyle deðil. Kur'an vahyinin somut olaya getirdiði çözümün mantýðýný ve ruhunu temel alan bir yaklaþýmdan söz etmek daha doðru. Zira kendisi bir yerde þöyle der: Deðiþim ilkesi kabul edilirse bu faaliyet hiç bir þeyle sýnýrlandýrýlamaz; hatta Kur'an'ýn kanun koyan ayetleri bile bu deðiþimin kapsamýndadýr."
Altýnoluk: Peki Türkiye pratiðine baktýðýmýzda Modernist çizgide daha Kur'an aðýrlýklý, Kur'an'ý her þeyin önüne koyan, ama o çerçevede diðer kaynaklarý sorgulayan bir yaklaþým var. Fazlur Rahman çizgisinden bu dönüþümün nedeni nedir? Kur'an'ý tekaddüm etmeye yönelik bu çaba neden?
E.S: Þimdi ben bu ikisini birbirinden çok farklý, çok baðýmsýz, çok ayrý çabalar olarak göremiyorum. Baþta da söylemiþtik, Modernist hareket, temsilcilerine göre deðiþiklikler arz eden bir mahiyet gösteriyor. Belirgin, dört baþý mamur, çerçevesi çizilmiþ sistemli bir Modernizm hareketi yoktur; "Modernist hareketler" vardýr.
Ýkinci olarak, Kur'an'ý önceleyen bu mantýðý da sorguladýðýmýz zaman aslýnda Fazlur Rahman'dan çok farklý bir manzara çýkmýyor karþýmýza. Kur'an'ý öncelediðini ve "sadece Kur'an baðlayýcýdýr" teziyle hareket ettiðini gördüðümüz insanlarýn, "Peki Kur'an'ý nasýl anlamalýyýz?" sorusuna verdikleri pratik cevaplara bakýyoruz.
Ýþte ekstrem örnek, hýrsýzýn elinin kesilmesi meselesi. Burada çok rahat þunu söyleyebiliyor insan: Hýrsýzýn elinin kesilmesi gerekmez. Onu toplum önünde kýnamak yahut faþ etmek için eline bir çizik atarsýnýz; o çizik o insanýn sosyo-kültürel konumunu etkiler, dolayýsýyla kat-ý yed'den murad hasýl olmuþ olur." Kur'an ve sadece Kur'an sloganýnýn kapaðýný kaldýrdýðýmýz zaman bunun altýndan çok somut makul þeyler çýkmýyor. Daha doðrusu bizim anladýðýmýz þeyler çýkmýyor. Eðer öyle olsaydý, Hz. Peygamber (s.a.v)'e itaati vurgulayan onlarca ayeti nereye koyacaktýnýz? Nitekim bunun da cevabý þöyle veriliyor: Hz. Peygamber (s.a.v)'e itaati vurgulayan ayetler onun saðlýðýyla [hayatta olduðu dönem ile] sýnýrlýdýr. Çünkü sonra araya çok farklý beþerî unsurlar girdi, kötü kasýtlar girdi ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in ortaya koyduðu model, güvenilemez kaynaklar vasýtasýyla bize intikal etti. Buna güvenemeyiz. Ýþte Sünnet böyle; ama Kur'an'ýn arz ettiði durum da (ayetlerden çýkarýlan neticelerin birbirine uymamasý bakýmýndan) bundan çok farklý deðil.
Altýnoluk: Fazlur Rahman niye böyle bir þeye yöneldi? Niye böyle Kur'an'ýn etki alanýný sýnýrladý? Niye Hz. Peygamber (s.a.v)'in etki alanýný sýnýrladý? Niye böyle bir þeye ihtiyaç duydu?
E.S: Bu, aslýnda Modernizm'i anlatýrken en baþta vurgulanmasý gereken bir noktadýr. Modernizm yeni bir bilinç oluþturma peþindedir. Alýþýlagelmiþ kabullerden, düþünce kalýplarýndan tamamen azade, yeni bir bilinç oluþturma peþindedir. Bunu oluþtururken aslýnda nötr bir noktadan hareket etmiyor. Ýstiþrak faaliyetinin kendisine saðladýðý arka plandan faydalanarak yapýyor bunu. Bu nokta, Modernist hareketin ortaya çýkýþýný hazýrlayan en temel hususlardan birisi olmasý bakýmýndan son derece önemlidir. Yani Müslümanlar'ý "bu kötü durumdan kurtarmak" için Ýslam'ý yeniden "okumak."
Yani siz 20. yüzyýl insanýna el kesme hadisesini anlatamazsýnýz. Bu, o dönem bedevilerini "yola getirmek" için öngörülmüþ bir ceza türüdür. Hatta kendi ifadesiyle "o toplum bu kanunlarla ancak o kadar ileri götürülebilirdi, fazla deðil." Dolayýsýyla Allah o toplumu o kadar ileri götürmek için o kanunlarý o topluma vaz etmek durumundaydý.
Þimdi modern insanýn ufku geniþlemiþ, eski düþünce kalýplarýný yýkmýþ, "bilim" gibi kendisine çok korkunç imkânlar saðlayan bir fenomene sahip olmuþ, bu bilimin verilerine sahip olmuþ. Doðanýn yapýsýna ait, keþfedemediði, söz edemediði hemen hemen hiç bir alan kalmamýþken kendimizi neden 1400 sene öncesinin kalýplarýyla sýnýrlý tutalým? Bu, modern insanýn þanýna yakýþmaz.
Altýnoluk: Batý'nýn meydan okumasýna karþý bir savunma psikolojisi var. "Biz el kesmeyi anlatamayýz insanlýða; ahlakî deðil bu; öyleyse bunu unutalým. Bunu unutacak bir sistem geliþtirelim. Vahye böyle bir bakýþ geliþtirelim. O zaman daha iyi savunuruz" gibi bir psikoloji bu...
E.S: Tabii. Bir de iþin ilginç bir boyutu daha var. Bu, aðýrlýklý olarak Modernist düþüncenin temsilcilerinin çoðunda var. Kur'an ve Sünnet nasslarý bizim için (birincisi baðlamýnda) baðlayýcý ve (ikincisi baðlamýnda) güvenilir olmadýklarý için elimizde kala kala Kur'an'ýn çok temel ahlakî ilkeler i ihtiva eden nasslarý kalýyor.
Ýþte buradan Ýbrahimî dinlerin diyaloðu yahut Tevhidî dinlerin birlikteliði gibi hareketler zuhur ediyor. Bu konuda Modernist Müslümanlar'ýn yaklaþýmlarý oldukça ilginçtir. Belki de hiç üzerinde durulmayan bir taraflarýdýr bu. Yani "Cennet'i kimse tekelinde tutamaz. Yahudiler nasýl "Biz Allah'ýn sevgili kullarýyýz" diye yanlýþ söylüyor idiyseler, Müslümanlar da bugün ayný þeyi yapýyorlar; "Allah'ýn sevgili kullarý sadece biziz" diyorlar, "Cennet sadece Müslümanlar'a aittir" diyorlar. Ancak yanýlýyorlar. Meþhur el-Bakara, 62, el-Mâide, 69. ayetleri bu tür "tekelci" bir zihniyeti kýrýyor. O halde her din, her kültür, her medeniyet, kendi istikametiyle doðruya ulaþma çabasýndadýr ve bu çabalarýn hepsi aslýnda ayný noktaya çýkar; ayný derecede önemsenmelidir, ayný derecede kutsal ve doðru hareketlerdir."
Bu bizi oldukça farklý bir noktaya götürüyor. Sadece Modernistler'in Ýslam dünyasýna yönelik çabalarýyla sýnýrlý deðil mesele. Ýslam dünyasýnýn gayri Ýslamî dünya ile irtibatýný, iliþkilerini, medeniyetler arasý iletiþimi Modernist müslüman çok farklý bir baðlamda kurmaya çalýþýyor. Ortada Ýslam diye baðlayýcý olmasý gereken bir þey yok.
Altýnoluk: Kur'an'ý yonta yonta küçülttüðünüzde Hz. Peygamber (s.a.v)'i neredeyse devre dýþý býraktýðýnýzda bir dünya dininde birleþmek kolaylaþýyor. Peki kendi dünyamýzý savunalým derken bütün setleri sýfýrladýklarýna dair bir kanaat, bir þüphe olmamýþ mý Modernist çevrelerde?
E.S: Böyle bir endiþe yok ki. Doðru olan bu çünkü. Bugün bize Modernizm'in yol açtýðý sistem siyasî anlamda laikliði iþaret ediyor. Bu, bu anlamda tartýþmalýdýr, maluldür. Ama bu, Modernist için böyle deðil. Doðru olan budur. Dünya sistemi baðlamýnda da böyledir, yerel baðlamda da böyledir.
Altýnoluk: Sekülarist bir yaklaþýmýn fikrî zeminini hazýrlayan bir geliþme bu. Þimdi Ýslam ülkelerinde Batý'nýn bir dayatmasý var. Ýslam'ýn ikinci plana itildiði bir sistem yapýlanmasý bu... Türkiye gibi örneklerde çok somut biçimde görüyoruz bunu. Laikliðin egemen olduðu, dinin sadece kul ile Allah arasýna indirgendiði bir yapý. Burada hakim sistem dinin normatif yapýsý bir kenara býrakýlsýn; din o alanlardaki iddiasýný býraksýn diyor. Ýslam dünyasýnda böyle bir yapýnýn egemen olmasý isteniyor. Bir bakýma bunun fikrî zemini mi hazýrlanmýþ oluyor böylece?
E.S: Elbette. Dikkat edilirse Ýslam dünyasýna yönelik Hristiyanlaþtýrma çabalarý [Misyonerlik faaliyetleri] –özellikle son yüzyýlda– eski önemini kaybetmiþ gözüküyor. Yani insanlarý, toplumlarý Hristiyanlaþtýrma propagandasý ile yüz yüze býrakýp tepki toplamaya artýk lüzum yok ki... Çünkü Müslüman eðer "dinlerin diyaloðu" noktasýna gelmiþse, ona ille de Hristiyan etiketi vurmanýz gerekmez artýk. Çünkü maksat hasýl olmuþtur. Bu baðlamda Kur'an'ýn ve Sünnet'in baðlayýcý, normatif hükümleri tarihsel olduðuna göre, Kur'an'ýn bizden istediði sadece ahlakî nitelikleri haiz insan olmamýz olduðuna göre, hangi yasayý ne þekilde yapacaðýmýz, nasýl uygulayacaðýmýz, diðer toplum ve dinlerle iliþkilerimizin hangi zeminlerde geliþeceði sadece bizi ilgilendirir. Tarihin her hangi bir döneminde bu hususlarýn her hangi bir þekilde zuhur etmiþ olmasý, tamamen tarihin o dönemiyle ilgilidir. Buna parça konular [cüz'iyyat] da dahil edilir.
Diyelim ki bir seküler yapý oluþturdunuz. Bu yapý içerisinde Kur'an'ýn "haramlar"ý ve "helaller"i nereye oturacak? Bunlar da tarihsel. Ýþte çok spesifik ve spekülatif faiz tartýþmasý. Fazlur rahman diyor ki: "Eðer dünya toplumlarý ile yarýþ eden geliþmiþ, ilerlemiþ bir toplum olmak istiyorsanýz ve bu toplumun oluþturulmasý için (ekonomik açýdan) olmazsa olmaz bir þart ise faiz, o zaman siz bunun gayr-i Ýslamî olduðunu söyleyemezsiniz." Çünkü mantýk þu: "Kur'an bizden, faizi yasaklamamýzdan önce "ileri bir toplum" olmamýzý istiyor." Mantýk bu olunca haramlar da helaller de birden buharlaþýyor.
Altýnoluk: Aslýnda "Kur'an bizden þunu istiyor" gibi sözlerin de pek bir tabaný yok buna göre. Bu noktada laiklik konusunu, hakim sistemle Ýslam'ýn iliþkisini biraz daha açabilir miyiz?
E.S: Genelde Modernist müslüman, özelde Fazlur Rahman Ýslam Ümmeti'nin Batý karþýsýndaki yenilgisinden hareket ettikleri için, bu yenilginin nasýl dengeleneceðine dair verdikleri cevaplar da üç aþaðý beþ yukarý benzerlik arz ediyor. Bir kere teknolojik modernizme hiç bir itiraz yok. Sosyal ve siyasal modernizme de hiç bir itiraz yok. Aslýnda Modernistler'in kendi aralarýndaki ihtilaflar aðýrlýklý olarak fikrî nedenlerden kaynaklanýyor.
Fazlur Rahman özelinde ise durum þu: Ümmet'i baðlayan tek þey "ahlakî ilkeler" olduðu için bu ahlak vurgusu son derece önemli. Bu belki Modernistler'in temel kimlik tespitinde bize yardýmcý olabilecek temel unsurlardan birisi. Ahlakîlik, dinin basitleþtirilmesi ve rasyonalite...
Zaten Modernistler'de Ulema'ya bakýþ da net bir þekilde ortadadýr. Ýslam, Ulema'nýn "tekelinden" alýnmalý –özellikle Fazlur Rahman'da–, halka yayýlmalýdýr. Dolayýsýyla halkýn iradesi neyse, Ýslamî olan da odur. Bu aslýnda yüzdeyüz demokratik bir yapýdýr. Ama bu, Batý'dan ithal bir demokrasi deðil, bir "yeniden keþif"tir. Ýslamî dinamiklerle demokrasinin yeniden keþfi anlamýna gelir.
Dolayýsýyla eðer þu anda içinde bulunduðumuz fizik þartlarda Ümmet'in menfaati veya Ýslam ulusunun menfaati geliþmeye, ilerlemeye baðlýysa –ki bu, Modernistler'in vazgeçilmez hareket noktalarýndandýr– ve bunlarýn ucu da laikliðe çýkýyorsa mesele yoktur. Esasen Kur'an'dan çýkarýlacaðý söylenen ve bizim için bugün biricik kurtarýcý unsur olan "ahlakî ilkeler bütünü", pratik uygulamalar baðlamýnda Kur'an ve Sünnet'in öngördüðü belli normatif hükümlerle pekala çeliþik sonuçlar getirebilir. Zira aslolan bu parça hükümlerin uygulanmasý deðil –nitekim laiklik ile Ýslam arasýndaki iliþki bu noktada çýkmaza girmektedir– bu genel-evrensel ahlakî ilkelerden hareketle oluþturulacak hukuk sisteminin uygulanmasýdýr. Ve yine esasen bu parça hükümler tarihsel olduðu için laiklik tartýþmasý da pratik olarak önemini yitirmektedir. Çünkü artýk elimizde elkol kesme, kýsas gibi "tarihsel çözümler" deðil, bu çözümlerle varýlmak istenen gayeyi yakalamýþ bulunan "ilkeler" bulunmaktadýr. Bu ilkelerle söz konusu tarihsel çözümler arasýnda da karþýlýklý bir "zorunluluk" yoktur.
Geriye, Kur'an'dan çýkarýlacak ahlakî-evrensel ilkelerin laiklijle baðdaþýp baðdaþmayacaðý problemi kalmaktadýr. "Sosyal adalet", "yardýmlaþma", "eþitlik" gibi ahlakî-evrensel ilkelere her hangi bir sistem itiraz etmeyeceðine göre, ortada Ýslam-laiklik çatýþmasý gibi bir problem de kalmayacaktýr...
Altýnoluk: Batý Ýslam ülkelerinde laikleþmeyi özendiriyor. Laik yönetimleri seviyor Batý. Laikler din alanýný sýnýrlandýrmayý seviyor. Daha doðrusu kendi iktidarlarýnýn bu sýnýrlamaya baðlý olduðunu biliyorlar. Laikliðin öngördüðü husus þu: "Tanrý belirlemesin normatif kurallarý; insan belirlesin." Dolayýsýyla Tanrýsal kaynaklar, diyelim ki vahiy, insan için kural koyma yetkisine sahip bir kurum olmamalý. Laik yönetimler bunu seviyor. Modernistler de böyle bir din çerçevesi oluþturuyorlar. Böylece Batý Modernistler'i seviyor. Böyle bir denklem çýkýyor ortaya. Ýþin baþýna dönersek; Modernist çizgi aslýnda Batý'nýn Ýslam alemine yönelik meydan okumasýna cevap kaygýsý ile ortaya çýkmýþtý. Ortaya böyle bir trajik sonuç mu çýkýyor? Meydan okumaya cevap olsun diye çýktýnýz ama, sonunda köle oldunuz, dini de kendinizle beraber köle yaptýnýz gibi bir sonuç mu çýkýyor?
E.S: Bunu belki genel olarak tüm Modernist hareketlere þamil kýlmak doðru deðil; ama Modernist hareket dendiði zaman akla gelen temsilciler baðlamýnda bu pekala anlamlý bir netice. Çünkü eðer siz þu ya da bu þekilde Kur'an ve Sünnet nasslarýnýn tarihsel olduðunu söylüyorsanýz, bunun sizi götüreceði nihai nokta laikliktir, sekülarizmdir. Doðru olan, toplum iradesidir; kendinizi Kur'an ya da Sünnet'in her hangi bir nassýyla sýnýrlandýrmanýz gerekmiyor.
Altýnoluk: Bir bilim adamý olarak pek çok tahlil yapýlabilir, ama kendinizi sade bir müslüman olarak telakki edip Modernist çizgiye baktýðýnýzda ne hissediyorsunuz?
E.S: Bunu, Türkiye'de yetkili bir aðýz olarak gördüðüm birisinin ifadesi ile söyleyeyim: "Modernizm bir "sapma"dýr." Fikrî anlamda bir sapmadýr; hatta zaman zaman imana taalluk eden handikaplarý vardýr. Dolayýsýyla sokaktaki insanýn bu akýma paçayý kaptýrmamasý lazýmdýr. Bizim için önemli olan, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akidesinde oluþturulmuþ sisteme olabildiðinde sýkýca yapýþmaktýr. Karþýlaþtýðýmýz problemleri bu sistemin bize verdiði ruhla çözmeye yönelmeliyiz. Sistemimizi, kültürümüzü, marifetimizi oluþturan ruhu yeniden keþfetmemiz lazým. Burada özellikle Ýslamî alanda çalýþan ilim adamlarýna çok büyük görev düþüyor. Bu ruhu yeniden keþfedip ortaya koymamýz gerekiyor.
Altýnoluk: Þöyle düþünülebilir mi? Mesela Fazlur Rahman'ýn getirdiði çerçeve, Fazlur Rahman'ýn dinle iliþkisini çok yaralamýyor olabilir. Ama o kamuya yansýdýðýnda, din ile ilgili temel koordinatlarý oluþmamýþ insana yansýdýðýnda dini ortadan kaldýrýyor; vahyi ortadan kaldýrýyor.
E.S: Tabii ki bizim gibi düþünce/inanç dünyasý paramparça olmuþ bir toplum için bu türlü kalýp yargýlarý ortaya koymak çok zordur.
"Ýslam düþüncesi" diye bir fenomen var ortada. "Ýslam düþüncesi" hadisesi, bizim þuurumuzun, bilincimizin gerçekten yabancýsý olduðu bir þey. "Düþünce" faaliyeti aklî bir faaliyettir. Bizim literal dünyamýza bakýyorsunuz, düþünce faaliyetini anlatan bir kaç kavram var; "taakkul" var, "tefekkür" var, "teemmül" var, "tedebbür" var. Fakat bunlardan hiç birisi "düþünce" kelimesinin yüklendiði anlamý ifade etmiyor. Çünkü bizim geçmiþimizde böyle bir faaliyet yok. "Düþünce adamý", "düþünür" kelimelerinin karþýlýðý yok. Bir "mütefekkir" var; "tefekkür"den türemiþ. O da modern zamanlara ait. Bizde "düþünce" kalp ile ilgili bir hadisedir.
Altýnoluk: Ýmana baðlý bir hadisedir. Son söylediðiniz "düþünce", sorgulayýcý boyutu olan düþünce...
E.S: Baðýmsýz, aklî bir faaliyet. Bugün hemen her Ýslamî metinde bir "Ýslam düþüncesi" vurgusu var. Bunu modern bir duruþ olarak tespit etmek zorundayýz. Dolayýsýyla Ýslam düþüncesi dediðimiz þeyin ürettiði her bilgiye ihtiyatla yaklaþmak zorundayýz. Sokaktaki insan için böyle bir durum söz konusu.
Altýnoluk: Son günlerde yapýlan tartýþmalarda her þey Kuran'a dayandýrýlýyor; oraya dayandýrýlýnca da iþ bitiyormuþ gibi görüntü oluþuyor. Ama temel dayanaklar yine ortada yok.
E.S: Kur'an'ý anlama ve yorumlama hususunda "Önce Kur'an" çaðrýsý yapanlarýn, öncelikle bütüncül bir sistem ortaya koymalarý gerekiyor. Kur'an'ý nasýl anlayacaðýz, ilkelerimiz nedir, hareket tarzýmýz ne olmalýdýr? Böyle bir sistem yok. Böyle bir sistemin olmayýþý aslýnda belki –en azýndan bazýlarý için– bilinçli bir durumu iþaret ediyor. Çünkü böyle bir sistem olduðunda ilmî olarak kendisini onunla sýnýrlandýrmak zorunda. Bunu yaptýðý zaman da Kur'an'ý kendi içinde ve sadece Kur'an ile sýnýrlý kalarak anlamanýn güçlükleriyle karþýlaþacak. (Fazlur Rahman'ýn sebeb-i nüzul bildiren rivayetlere yeþil ýþýk yaktýðýný hatýrlayalým.) Zorunlu olarak bir baþka merciye, –mesela Sünnet'e– baþvurmaya kalkýþacak. O zaman da kendi söylemiyle çeliþecek. Dolayýsýyla bence bu, özellikle Türkiye'deki kimi isimler tarafýndan bilinçli olarak yapýlýyor. Yýllardýr bu çaðrýyý yapan insanlar var. Ortaya koyduklarý belki somut çalýþmalar var. "Kur'an'dan yola çýkarsanýz bunlar olur" deniyor. Ama Kur'an'dan yola çýkmak nedir, Kur'an'a baþvurmak nedir, bunun yolu yöntemi nedir, bu konuda bir faaliyet yok.
Altýnoluk: Kur'an'a kim baþvuracak? Kur'an'a baþvuran kimsenin sübjektivitesi nasýl ortadan kaldýrýlacak? Her baþvuran farklý sistemler ortaya koyarsa, ortaya bir din karmaþasý çýkmayacak mý? Bu tür sorular da cevapsýz kalýyor.
E.S: Evet. Bunlarýn zaman zaman cevaplandýrmak zorunda kaldýklarý bazý sorular oluyor. "Kur'an baþucu kitabýdýr dediysek de, bunu da belli bir birikime, tecrübeye sahip olanlar yapabilir, iþte Arapça'yý bileceksiniz, Arap dilinin özelliklerini bileceksiniz..." þeklinde kendi rezervlerini de zaman zaman ifade etmek zorunda kalýyorlar. Bence bu bilinçli bir harekettir. Böyle bir metodoloji, yetersizliklerini gösteriyor. Çünkü sýfýrdan bir metodoloji oluþturmak kolay bir þey deðil. Þu hadisin þu þu nedenlerle zayýf olduðunu söylemeye benzemez bu. Baþlý baþýna bir anlama ve yorumlama sistemi. Bir ömrün deðil, bir kaç neslin geçmesi lazým böyle bir faaliyetin oluþmasý için.
Altýnoluk: Verdiðiniz bilgiler için teþekkür ederiz.
E.S: Ben teþekkür ederim.
-
-------------------------------------------------------------------------
[1] 75/el-Kýyâme, 16 vd.
[2] Bu ayetin ifadesi hakkýnda bizim, "Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi" adlý seri çalýþmamýzýn II. cildindeki 1/I numaralý yazýya bakýlabilir.
[3] el-Buhârî, "Enbiyâ", 5; "Ý'tisâm", 14; Müslim, "Ýlim", 6; Ýbn Mâce, "Fiten", 17; Ahmed b. Hanbel, II, 327, 450, 511, 527, III, 84, 89, 94.
[4] Fazlur Rahman'ýn, "Ýslamî olan"dan neyi kasdettiði, yukarýdaki ifadelerden anlaþýlmýþ olmalýdýr.
Kaynak: ALTINOLUK DERGÝSÝ
radyobeyan