Makale Dünyasý
Pages: 1
Ebubekir Sifil Ile Soylesi.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 18:26:49




EBUBEKÝR SÝFÝL ÝLE SÖYLEÞi

 

Ebubekir Sifil Bey, Ýslami Camia’da nazarýný “Ehl-i Sünnet” ölçülerinden ayýrmadan dik durabilen bir yazarýmýz. Hak bahis olunca ve deliller ortaya konunca fikrinden dönme faziletini gösteren insanlardan..

 

Bize sýkça gelen sorulardan bir derleme hazýrlayarak röportaj teklifimizi iletince kýrmadýlar, kendilerine teþekkür borçluyuz..Sorulara dokunmadýk, Sorular ziyaretçilerimizin ifadesi ile soruldu, bu da bizim için bir ilk oldu.

 

Ebubekir beyin bazý fikirlerinden rahatsýz olanlara da tavsiyemiz, hakikatleri þahýslarla tanýmaya kalkmayýnýz ve adaletli düþünmeyi öðreniniz. Bâkisi hayal ve hüsran..

Soru: Miraç’ta Allah Resulünün(SAV) Hz.Musa ile konuþmasý ve namazlarý elli vakitten beþ vakte indirmesi hadisesinin aslý var mýdýr?

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in Miraç'ta birçok peygamberle (hepsine selam olsun) ve bu arada Hz. Musa (a.s) ile konuþmasý ve onun önerisi doðrultusunda namazlarýn 50 vakitten 5 vakte kadar indirilmesi için Rabbü'l-alemin'e (c.c) niyazda bulunmasý rivayeti sahihtir. Baþta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok hadis imamý Miraç rivayeti meyanýnda bu hadiseyi de aktarmýþtýr.

Soru: Bilindiði üzere, kandil gecelerinde fazla ibadet yapmaktayýz. Bu gecelerde fazladan ibadet yapmamýzý gerektiren bir iþaret, hadis veya ayet var mýdýr? Eðer böyle bir iþaret yoksa bu günleri özelleþtirmek bidat olur mu?

 

Üç aylarýn ve kandil gecelerinin faziletleri hakkýnda birçok hadis varit olmuþtur. Dolayýsýyla bu aylarý ve geceleri ihya etmek, daha doðrusu bu zaman dilimlerinde "ihya olmak" mü'minler için son derece önemlidir.

 

Bu aylarda ve gecelerde Efendimiz (s.a.v) tarafýndan belirlenmiþ, bu zaman dilimlerine mahsus ibadetler yoktur. Bazý kitaplarda bu konuda nakledilmiþ olan rivayetlerin hadis imamlarý tarafýndan sahih bulunmadýðýna dikkat edilmelidir. Ancak bu durum, bu zaman dilimlerinde herhangi bir þekilde ibadet yapmanýn bid'at olduðu anlamýna gelmez. Namaz kýlmak, Kur'an okumak, iyilikte, ihsanda, tasaddukta bulunmak bu zaman dilimlerinde yapýlabilecek ibadetler cümlesindendir. Burada dikkat edilecek husus þudur: Bütün bu ibadetleri yaparken bunlarýn Hz. Peygamber (s.a.v)'den sahih yollarla nakledilmiþ, sabit olmuþ hususlar olduðu düþünülmemelidir. Allame el-Leknevî'nin de Ýkâmetu'l-Hücce alâ enne'l-Ýksâr fi'Ta'abbüd Leyse bi Bid'a isimli eserinde tahkik ettiði gibi, "çok ibadet yapmak" bid'at deðildir. Tam aksine belli zaman dilimlerini fýrsat bilerek ibadeti çoðaltmak, merðub ve mendub bir davranýþtýr.

 

Soru: Dinimize göre Tevrat ve Ýncil’in tahrif edildiði kesin midir? “Zikri biz indiriyoruz, Onu koruyacak olan da biziz” ayeti bu kitaplarý da kapsamýyor mu? Onlarýn tahrifine nasýl izin verilmiþ? Tirmizi de "bu kitaplarda ilim vardýr, fakat Yahudiler ve Hýristiyanlar onlardan faydalanamýyor" ifadesi nasýl anlaþýlmalý?Tahrif iddiasý Allah’ýn kendi indirdiði kitaplarda bir ayýrým’a gittiði anlamýna gelmez mi?

 

Bu soruya verilecek cevabý maddeler halinde þöyle tadad edebiliriz:

A. Dinimizde Tevrat ve Ýncil'in tahrif edildiði konusunda bir ifade bulunmadýðýný düþünmek doðru deðildir. Kur'an ve Sünnet'te Tevrat ve Ýncil'in tahrif edildiðine dair pek çok nass bulunmasý (mesela bkz. 2/el-Bakara, 75, 79, 211; 3/Âl-i Ýmrân, 78; 4/en-Nisâ, 46; 5/el-Mâide, 13, 41…) bir yana, bu iki kitabýn tahrif edilmediði düþüncesinin doðru kabul edilmesi, Kur'an'ýn ya "gereksizliði"ni ya "baðlayýcýlýðýnýn sýnýrlýlýðýný" intaç eder. Yani eðer Tevrat ve Ýncil orijinal halleriyle mevcut iken Kur'an gönderilmiþse, bunun makul izahý ancak Kur'an'ýn sadece Araplar'a gönderildiði, Yahudi ve Hristiyanlar'ýn Kur'an'a ve Efendimiz (s.a.v)'e iman etme yükümlülüðünün bulunmadýðý düþüncesiyle yapýlabilir. Oysa Kur'an kendisinin ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in "bütün insanlýða" gönderildiðini açýk bir þekilde beyan etmekte (34/es-Sebe', 28; 2/el-Bakara, 185…) ve pek çok ayetinde Ehl-i Kitab'ý Kur'an'a ve Efendimiz (s.a.v)'e iman etmeye çaðýrmaktadýr.

 

Belki bunlardan önce, "Tevrat tahrif edilmediyse, Ýncil niçin gönderildi?" sorusuna cevap vermek gerekir. Hz. Ýsa (a.s) da bir Ýsrailoðullarý peygamberi olduðu halde onlarý Ýncil'e iman etmeye niçin çaðýrmýþ olabilir?..

 

Öte yandan Ýncil'in, Tevrat'taki bazý hükümleri nesh ettiði bizzat Kur'an tarafýndan bildirildiðine göre (3/Âl-i Ýmrân, 50), Tevrat'ýn o mensuh hükümleriyle amel etmek Ýncil inzal buyurulduktan sonra mümkün olmamak gerekir.

 

Ayný durum Kur'an için de söz konusudur. Yani Kur'an, daha önceki kitaplarla getirilmiþ bazý yasaklarý nesh etmiþtir (mesela bkz. 7/el-A'râf, 1157). Dolayýsýyla Kur'an inzal buyurulduktan sonra artýk o kitaplardaki hükümlerle amel edilmesi söz konusu olamaz.

 

Hz. Ýsa (a.s)'ýn, kendisinden sonra gelecek, adý Ahmed olan bir peygamberi, yani Efendimiz (s.a.v)'i müjdelediði Kur'an'da zikredildiði halde mevcut Ýnciller'de bu noktaya rastlamýyor oluþumuz, Ýnciller'in kendi aralarýndaki farklýlýk ve çeliþkileri, keza mevcut Tevrat metinlerinin Hz. Musa (a.s)'a nazil olan metnin (birinci sürgün sýrasýnda, yani M.Ö. 7-5. yüzyýllar arasý) kayboluþundan yüzyýllar sonra oluþturulduðu gerçeði, Yahudi Tevratý ile Samirî Tevratý arasýndaki 6 bin fark… gibi hususlar Tevrat ve Ýncil üzerinde inkâr edilemeyecek bir tahrif faaliyetinin gerçekleþtirildiðinin en açýk tarihsel belgeleridir. Bütün bu hususlar ilmî çalýþmalarla, müstakil araþtýrmalarla belgelenmiþtir. Þaban Kuzgun'un Dört Ýncil Farklýlýklarý Çeliþkileri isimli çalýþmasý ile Baki Adam'ýn Yahudi Kaynaklarýna Göre Tevrat adlý kitabý sadece birer örnektir… Esasen bu kitaplara insan eli ve sözü karýþtýðýný fark edebilmek için yüzeysel bir bakýþ ile okunmalarý dahi yeterli olacaktýr.

 

Tevrat ve Ýncil üzerindeki tahrif faaliyetinin, metinde eksiltme-artýrma, kelimelerin ve cümlelerin yerlerini deðiþtirme, yorum yoluyla maksadýn çarpýtýlmasý… gibi yöntemlerle yapýldýðý vakýasý ayrý bir baþlýk altýnda müstakil olarak ele alýnmasý gereken bir husustur ki, burada buna sadece iþaret etmekle yetinmek durumundayýz…


B. et-Tirmizî'nin Sünen'inde yer aldýðý söylenen "Bu kitaplarda ilim vardýr; fakat Yahudiler ve Hristiyanlar onlardan faydalanmýyor" rivayetine gelince, bildiðim kadarýyla mezkûr kaynakta bu anlama gelebilecek bir rivayet vardýr ve muhtevasý kýsaca þöyledir:

 

Bir keresinde Efendimiz (s.a.v) ilmin insanlardan alýnacaðýný haber vermiþ, yanýnda bulunan bir sahabî, Kur'an aramýzda iken bunun nasýl olacaðýný sorduðunda, "Tevrat ve Ýncil Yahudi ve Hristiyanlar'ýn yanýnda olduðu halde onlara ne fayda saðlýyor?" buyurmuþtur (et-Tirmizî, "Ýlim", 5). Bu rivayet birbirine yakýn lafýzlarla Ýbn Mâce ("Fiten", 26), Ahmed b. Hanbel (IV, 160, 218; VI, 26), ed-Dârimî ("Mukaddime", 29), el-Hâkim (I, 180; III, 281) ve daha baþkalarý tarafýndan da aktarýlmýþtýr.

 

Efendimiz (s.a.v)'in buradaki kastý –Allahu a'lem– þudur: Tevrat ve Ýncil'in tamamý tahrif edilmiþ deðildir. "Tevrat" ve "Ýncil" adýyla bugün elde bulunan kitaplarda vahiy mahsulü yerler de vardýr. (Biz de zaten bu iki kitabýn tamamýnýn tahrif edildiðini söylemiyoruz.) Böyleyken Yahudiler ve Hristiyanlar mezkûr kitaplarýn tahrif edilmemiþ bu kýsýmlarýndan bile istifade etmiyor.

C. "Muhakkak ki Zikr'i biz indirdik ve onun koruyucularý da elbette biziz" (15/el-Hicr, 9) ayetinde geçen "Zikr"in Tevrat ve Ýncil'i kapsamadýðýnýn en önemli delillerinden birisi "vakýa"dýr. "Tevrat" ve "Ýncil" adýyla bugün elimizde bulunan kitaplarýn kimler tarafýndan hangi þartlarda kaleme alýndýðý tarihsel olarak sabit olduðu gibi, muhtevalarý da ortadadýr.

 

Allah'ýn peygamberlerinden birine içki içerek kýzlarýyla zina ettiði (!!) iftirasýný atan, Hz., Yakub (a.s)'ý Allah Teala ile güreþtirip galip getiren ve Hz. Musa (a.s)'a indirildiði halde O'nun ölümünden sonrasýný da anlatan bir kitabýn tahriften korunduðunu söyleyebilmek için ya taassupla kaskatý kesilmiþ bir önyargýnýn ya da cehaletin esiri olmak gerekir!

 

Ayný durum Ýnciller için de fazlasýyla geçerlidir. "Ýncil" dendiði zaman niçin bugün Kilise'nin "kanonik" olarak kabul ettiði 4 Ýncil'i anlýyoruz? 325 Ýznik Konsili'ne gelene kadar ortada yüzlerce Ýncil metni vardý. Bunlarýn küçük de olsa bir kýsmý bugün neþredilmiþ durumdadýr. Niçin diðer Ýnciller deðil de 4 Ýncil?

 

Kaldý ki bu 4 Ýncil arasýnda da "korunan" bir kitapta bulunmamasý gereken çeliþki ve ihtilaflar vardýr. En azýndan "sinoptik" denen 3 Ýncil ile Yuhanna Ýncili arasýndaki farklýlýðý bizzat Hristiyanlar bile itiraf edip dururken bizler bunu ne adýna görmezden geleceðiz? Ýncillerde Hz. Ýsa (a.s)'dan "Rabb" olarak bahsedilmesi, "korunmuþ" kitap telakkisiyle ne kadar baðdaþtýrýlabilir?

 

Dolayýsýyla yukarýda da söylediðim gibi, bu kitaplarýn tahrif edilmediðini söyleyebilmek için kapaðýný kaldýrýp içine bakmamýþ olmak gerekir. Kur'an'ýn ise bu türlü tahriflerden mutlak surette korunmuþ olarak, 1400 küsür yýldýr bir tek harfinde bile deðiþiklik olmadan bugüne kadar geldiði, yine "vakýa"nýn þahitlik ettiði bir diðer gerçektir. Aksini iddia eden varsa buyursun.

 

Dolayýsýyla mezkûr ayetin Kur'an'ýn korunmuþluðunu anlattýðýný söylemek kesinlikle gerçeðin ifadesidir.


D. Bu durum, Allah Teala'nýn kendi kitaplarý arasýnda bir ayrým yaptýðýný niye anlatsýn ki? Eðer murad-ý ilahi, daha önceki kitaplarýn tahriften korunmasý doðrultusunda tecelli etmiþ olsaydý, bu elbette gerçekleþirdi. Ancak ilahî irade, Kur'an'ýn en son Kitap ve Ýslam'ýn en son Din olmasýný istemiþtir ve vakýa da bu doðrultuda cereyan etmiþtir. Bu durumu "ayrým" kelimesiyle ifade etmek ne kadar isabetlidir?

 

Kaldý ki "Eðer ayette geçen "Zikr" kelimesini diðer kitaplara da teþmil etmek doðruysa, bunu niçin Hz. Adem (a.s)'a indirilen "suhuf"tan baþlatmayalým? Sorusu son derece anlamlýdýr. Eðer Hz. Adem'e ve diðer peygamberlere (hepsine selam olsun) indirilen "sayfalar"ýn bugün elde mevcut olmadýðý realitesini inkâr edecek kadar akýl fukarasý deðilsek, yukarýdaki mantýða göre þunu itiraf etmek zorundayýz demektir: Allah Teala, bu "suhuf"un korunmasýný murad etmemekle, onlarla diðer kitaplar arasýnda ayrým yapmýþtýr!!

 

Bu, "Hz. Muhammed (s.a.v)'in "son peygamber" olmasýný dilediði için Allah Teala O'nunla diðer peygamberleri arasýnda ayrým yapmýþtýr" demeye benzer. Bu ne kadar saçma ise, öteki de o kadar anlamsýzdýr.

 

Allah Teala'nýn bizden, peygamberleri ve melekleri arasýnda ayrým yapmamamýzý istemesi ile bu durumun ne ilgisi bulunduðunu doðrusu anlayamadým. Önceki kitaplarýn, yollarýný þaþýrarak Hak'tan sapmýþ insanlar tarafýndan tahrif edilmiþ olmasý, özellikle itikadî sahada içerdikleri mesajlarýn orijinal halinin birbirini teyit etmesine niye engel teþkil etsin ki? Allah Teala indirdiði bütün kitaplarda peygamberleri vasýtasýyla insanlýða ayný inanç ilkelerini iletmiþtir. Zaman içinde bunlarýn dejenere edilmiþ, çarpýtýlmýþ ve unutulmuþ olmasý mesajlarýn özüyle alakalý deðildir. Mesele bundan ibarettir!

 

Soru; Kur’an’da Hz. Ýbrahim ile Nemrut arasýnda geçen bir hadiseden bahsediliyor. Tarih kitaplarý ise Nemrut’un Hz. Ýbrahim’den 400 sene evvel yaþadýðýný söylüyorlar. Bu mesele nasýl izah edilebilir?

 

Kur'an'da ilahlýk taslayarak Hz. Ýbrahim (a.s) ile çekiþen ve O'nu ateþe atmak suretiyle ortadan kaldýrmak isteyen kimsenin "Nemrut" olduðuna dair en küçük bir tasrihat yoktur. Dolayýsýyla acemice ve aceleyle kurgulanmýþ bu sorunun muhatabý Kur'an deðildir.

 

Bu kiþinin Nemrut olduðu, Tabiun kuþaðýndan gelen rivayetlerde yer alan bir husustur. Bildiðim kadarýyla bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen bir þey olmadýðý gibi, Sahabe'den gelen bir þey de yoktur.

 

Öte yandan söz konusu kiþinin Nemrut olmadýðý ve Nemrut'un Hz. Ýbrahim (a.s)'dan 400 yýl sonra yaþadýðý iddiasý, en fazla bir "tez" kýymeti taþýyabilir. Zira o döneme iliþkin yazýlý tarihin bu tarz bir "nokta tesbiti" yapmasý çok da inandýrýcý deðildir. Sözgelimi gerek Yahudi, gerekse Roma kaynaklarý, Dinler Tarihi'nin önemli kýrýlma noktalarýndan ve Kur'an'da adý en sýk zikredilen peygamberlerden (hem de "ulu'l-azm" peygamberlerden) birisi olan Hz. Ýsa (a.s)'ýn hayat hikâyesi, hatta yaþayýp yaþamadýðý konusunda dahi suskundur. Bu sebeple kimi araþtýrmacýlar "Ýsa" adlý tarihsel bir þahsiyetin hiçbir zaman var olmadýðýný, bunun Pavlus Hristiyanlýðý'nýn bir kurgulamasýndan ibaret bulunduðunu söylerler.

 

Þu hususa dikkat edilmelidir: Hz. Ýsa ile Hz. Musa arasýnda 800 ila 1200 yýllýk bir zaman dilimi bulunduðu sanýlmaktadýr. Hz. Musa ile Hz. Ýbrahim (hepsine selam olsun) arasýnda ise en az 6 kuþak vardýr. Hz. Ýbrahim'den en az 1000 yýl (ki bu rakam deðiþik itibarlara göre 1500'e de çýkabilir) sonra yaþadýðý kesin olan Hz. Ýsa hakkýnda bu derece güvenilmez bir durumda bulunan yazýlý tarih kaynaklarýnýn, ondan daha eski zaman dilimleri hakkýnda verdiði malumat elbette daha fazla kuþku ve ihtiyat ile karþýlanmak durumundadýr.

 

Soru; Efendimizin(ASM) anne babasýnýn azapta olduðuna dair rivayetler nasýl anlaþýlmalýdýr?
 

Bu, ulemanýn üzerinde hayli ihtilaf ettiði bir meseledir. Abdülhayy el-Leknevî'nin 7 adet olduðunu söylediði ("Zaferu'l-Emânî", 424), ancak benim 6'sýndan haberdar olduðum risalelerinde es-Süyûtî, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ebeveyninin cennetlik olduðunu izah sadedinde gerçekten büyük bir çaba sarf etmiþtir. Bu görüþte o yalnýz deðildir. es-Süyûtî'nin "er-Resâilu't-Tis'"i içinde basýlmýþ bulunan mezkûr 6 risalenin (bunlardan sadece birisi "el-Hâvî" içinde (II, 353 vd.) yer almýþtýr) incelenmesiyle de anlaþýlacaðý gibi, kendisinden önce ve sonra yaþamýþ pek çok alim ayný kanaattedir. Çaðdaþý el-Kastallânî de bu meselede es-Süyûtî'nin çizgisindedir. (Bkz. "el-Mevâhibu'l-Ledünniyye", I, 171-83.)

 

Ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in kurtuluþa erenler zümresinden olduðunu söyleyenler çeþitli noktalardan hareket etmiþlerdir. Kimi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in duasý üzerine ebeveyninin geçici bir süre için diriltilip kendisine iman ettikten sonra tekrar öldüðünü anlatan rivayetlere –ki bunlarýn uydurma olduðunu söyleyenler bulunduðu gibi, zayýf olduðunu söyleyen Hadis alimleri de vardýr–, kimi de fetret ehlinden olmalarý hasebiyle Hz. Peygamber (s.a.v)'in davetinden haberdar olamadýklarý, dolayýsýyla ahirette sorumlu tutulmayacaklarý görüþünden hareketle bu neticeye varmýþtýr.

 

Ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in, davetten haberdar olamadýklarý için tafsilî iman üzere olmasalar bile "muvahhit" olduklarýný gösteren rivayetlerin mevcudiyeti de burada anýlmalýdýr. (Konuyla ilgili rivayetler yukarýda iþaret ettiðim eserlerde zikredildiði için burada onlarýn ayrýntýsýna girmeyeceðim.)

 

"el-Fýkhu'l-Ekber"inin bazý nüshalarýnda Ýmam Ebû Hanîfe'nin bu konuda "Onlar küfür üzere ölmüþtür" (mâtâ ale'l-küfr) dediði kayýtlýdýr. Ali el-Karî þerhinde de (310) bu þekilde yer almýþtýr. Ancak el-Kevserî merhum, bu eserin çoðunluðu teþkil eden yazma nüshalarýnda bu ifadenin "Onlar küfür üzere ölmemiþtir" (mâ mâtâ ale'l-küfr) veya "Onlar fýtrat üzere ölmüþtür" (mâtâ ale'l-fýtra) tarzýnda olduðunu belirtmekte ve þöyle demektedir: "Allah'a hamd olsun, ben bu "mâ mâtâ ale'l-küfr" ifadesini "el-Fýkhu'l-Ekber"in Dâru'l-Kütübi'l-Mýsriyye'deki iki eski yazma nüshasýnda bizzat gördüm..."

 

Muhtemeldir ki "el-Fýkhu'l-Ekber"i istinsah eden bazý müstensihler, "mâ mâtâ..." ifadesinde peþ peþe gelen "mâ" harflerinden birini fazla zannederek iskat etmiþ, böylece anlam tam tersi istikamette bozulmuþtur. Yahut "mâtâ ale'l-fýtra" cümlesindeki "fýtra" kelimesi, kûfî hatta kullanýlan harf karakterlerinin yapýsý sebebiyle "küfr" kelimesini andýrdýðý için "küfr" kelimesine çevrilmiþ olabilir...

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in anne-babasýnýn cehennemlik olduðunu ifade eden rivayetler içinde en saðlamý, Müslim tarafýndan rivayet edilmiþtir. Orada da sadece "babasýnýn" ateþte olduðu zikredilmektedir.

 

Bu rivayete –ve benzer doðrultudaki diðerlerine– çeþitli açýlardan cevaplar verilmiþtir. Burada ayrýntýsýna giremeyeceðim bu cevaplar için de yukarýda adýný verdiðim eserlere bakýlmalýdýr.

 

Ali el-Karî bu meselede müstakil bir risale kaleme alarak ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in cehennemlik olduðunu savunmuþ, kendisine yine bir baþka Hanefî alim tarafýndan reddiye yazýlmýþtýr. Yukarýda da iþaret ettiðim gibi bu mesele ulema arasýnda hayli tartýþmalara sebep olmuþtur.

 

Son söz olarak Abdülhayy el-Leknevî merhumun, "Bu meselede en saðlam yol, tevakkuf etmek ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in ruhunu incitecek tavýrlardan kesinlikle sakýnmaktýr" þeklindeki tavsiyesini hatýrlatmak yerinde olacaktýr. es-Sehâvî de el-Ecvibetu'l-Mardýyye'sinde bu mesele hakkýndaki bir soruya verdiði 15 sayfalýk detaylý cevabýn sonunda (III, 969 vd.) ayný noktaya parmak basar.

 

Zira Hz. Peygamber (s.a.v)'in ebeveyninin ateþte olduðunu ifade eden rivayetler neticede birer "haber-i vahid"dir ve ancak "zan" ifade ederler. Dolayýsýyla zannî bir delilden hareket ederek Hz. Peygamber (s.a.v)'i incitecek tutum ve sözlerden uzak durmak gerekir.

 

Soru: Ýmam-ý Gazali’nin ifadesine göre hesap gününde 1000 kiþiden 999’u cehenneme gider diyor. Bu Allahu Teala’nýn rahmetiyle çeliþen bir ifade deðil midir?

 

Ýmam el-Gazzâlî'nin böyle bir ifadesinin mevcut olup olmadýðýný, mevcutsa nerede geçtiðini bilmiyorum. Bu sebeple bu hususta bir yorum yapmanýn doðru olmayacaðýný düþünüyorum.


Soru: Burçlarýn insan üzerinde etkisi var mýdýr?

 

Burçlarýn insan üzerinde herhangi bir etkisinin bulunduðuna inanmanýn doðru olmadýðý kanaatindeyim. Bu hususta ayrýntýlý bilgi edinmek isteyenler Semerkand Dergisi'nin Mart 2006 sayýsýnda kaleme aldýðým yazýya bakabilirler. (bkz.http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=dergi&no=90)


Soru: Bir insanýn ölen kiþiye “meded” diye yalvarmasý þirk deðil midir?

 

Ölüden medet isteme meselesi genellikle "tevessül", istiðase" gibi baþlýklar altýnda ele alýnýr. Üzerinde hayli söz söylenmiþ olan bu meselede detaya girmeden þu kadarýný söyleyebiliriz:

 

Ölüp gitmiþ bir kimsenin, kendi irade ve kudretiyle dirilere cevap vereceðini ve dirilerin isteðini, kendisinde bulunan tasarruf gücüyle mutlak olarak yerine getireceðini düþünmek son derece yanlýþtýr. Ölünün, bizatihi kendisiyle kaim, kendisinden kaynaklanan bir kudrete sahip olduðunu ve bu kudretle dilediði iþi yapabileceðini düþünmek Ýslam inancýyla baðdaþmaz. Bu cümleden olarak, sýk sýk örnek verildiði gibi, "Ya Þeyh Abdülkadir Geylânî! Benim þu hacetimi gider" diye nida etmek, eðer böyle bir düþüncenin ürünü ise, son derece tehlikelidir.

 

Ancak ölüye böyle bir kudreti Allah Teala'nýn bahþetmesi durumu hakkýnda ne demeliyiz? Doðrusu, ölülerin de dirilerin de tasarrufta bulunmasýný saðlayan Allah Teala'dýr. Ölüler kendiliklerinden herhangi bir tasarrufta bulunamaz da diriler bulunabilir mi? Þüphesiz hayýr! Þu halde hastalandýðýnda doktora gidip "beni iyileþtir" diyen bir kimse, eðer kendisini iyileþtirme kudretinin doktorda veya "ilaç içtim, beni iyileþtirdi" diyen kimse, kendisini iyileþtirme kudretinin doktorda veya ilaçta "kendiliðinden" bulunduðunu düþünüyorsa þirk tehlikesi onun için de söz konusudur.

 

Bununla birlikte günlük konuþmalarýmýzda "doktora gittim; beni iyileþtirdi" yahut "ilaç içtim; hastalýðýmý geçirdi" tarzý ifadeleri "mecaz" anlamda kullanmakta bir beis görmediðimiz de bir gerçektir. Öyleyse þifanýn gerçek kaynaðý ve "iyileþtirme" fiilinin gerçek faili olan Allah Teala'yý unutmadan bu türlü ifadeleri mecaz olarak kullanmakta bir sakýnca olmamak gerekir.

 

Bu demektir ki, Þeyh Abdülkadir-i Geylanî hazretlerinin bizzat kendisinde, kendisiyle kaim olarak bulunan ve kendisinden kaynaklanan bir kudret bulunduðu düþüncesine kaymadan, onun Allah Teala indindeki mevki ve makamý hatýrýna Allah Teala'dan bir þey istemekte bir sakýnca olmamalýdýr. Zira salih ve muttaki insanlarýn Allah Teala indindeki mevkii, ruhunun bedeninden ayrýlmasýyla sona ermez; o kimse ölmekle salih, muttaki, veli sýfatlarýný kaybetmez. Dolayýsýyla onun bu makam ve mevkii hatýrýna Allah Teala'dan dua ve niyazda bulunmakta bir sakýnca yoktur.

 


Soru: Þehidler öldüklerini bilirler mi?

 

Þehitler öldüklerini elbette bilirler. Zira bu dünyadan ayrýlmakla, baþka bir aleme intikal etmekle ölüm hadisesi fiilen gerçekleþir ve onlar da bunu yaþamýþlardýr. Bahsi geçen hadiste anlatýlan ise –bildiðim kadarýyla– þudur: Allah Teala þehitlere bir arzularýnýn olup olmadýðýný sorar; onlar da tekrar dünyaya gönderilmek ve savaþýp tekrar þehit olmak, þehitliði tekrar tatmak istediklerini söylerler. Buradan, þehitlerin bu dünyaya tekrar gönderilip burada savaþtýklarý sonucunu çýkarmak doðru deðildir.

 

Soru: Sahabiler arasýnda üstünlük sýralamasý hangi ölçüye dayanmaktadýr?


 

Sahabîler arasýndaki üstünlük sýralamasý, bizzat Efendimiz (s.a.v)'den sahih senedlerle nakledilmiþ hadislere dayanýr. Hadis kitaplarýnýn "Fedâil" bölümlerinde bu rivayetlere muttali olmak mümkündür. Bu rivayetlerin kimisinde sarih ve doðrudan ifadeler, kimisinde ise dolaylý ifadeler kullanýlmýþtýr. Bahsi geçen üstünlük sýralamasý, bu rivayetlerden istinbat edilmiþtir.

 


Soru: Peygamberimiz(s.a.v.) Hz.Aiþe ile evlendiðinde Hz.Aiþe söylenildiði gibi 9 yaþýnda mýydý?

 

Doðrudur. Bu hususta daha önce sorulmuþ bir soruya verdiðim cevap aþaðýdadýr:

 

A. (…) Herþeyden önce farklý bir kültür hakkýnda konuþtuðumuzu bilmek durumundayýz. Kültürden kültüre ve toplumdan topluma deðiþkenlik gösteren son derece þaþýrtýcý hususlar vardýr. Aileye ve insana bakýþ da bu deðiþkenler arasýndadýr. Asr-ý saadette, þimdi bize "sabi" gibi gelen nice genç insan savaþlarda Efendimiz (s.a.v)'in müsaadesi ile savaþmýþ, gazi veya þehid olmuþtur! Hatta Milli Mücadele'de de bunun örneklerini görürüz. Geçenlerde televizyonlara da yansýdý. Bir okuldaki talebelerin tamamý Milli Mücadele'ye iþtirak ettiði için okul öðrencisiz kalmýþ. Þimdi o okula "Gazi" ünvaný verilmesi için çalýþýyorlar!!

 

Dolayýsýyla 1400 sene öncesinin Arap toplumu hakkýnda konuþurken bugün "modernleþmiþ" (yani deðer erozyonuna uðrayarak Batýlý gibi düþünmeye/algýlamaya baþlamýþ) bir toplumun bireyleri olduðumuzu akýldan çýkarmamalý. Dünya bizim yaþadýðýmýz coðrafya ve tarihten ibaret deðil.

 

B. Bilindiði gibi sýcak ülkelerde kýz çocuklarýnýn büluða erme ve geliþme yaþý soðuk memleketlere göre daha erkendir. Bugün bile Afrika ülkelerinde kýz çocuklarý bize göre "erken/küçük" sayýlabilecek yaþlarda geliþimini tamamlamakta ve evlenmektedir. Bu, yaþý ifade eden rakamdan ziyade geliþme durumuyla ilgili bir olaydýr. Muhatabýnýz et-Tehânevî (Tanvî)'nin "Keþþâfu Istýlâhâti'l-Funûn"una bakacak kadar Arapça bilen birisiyse gerçekten, orada Ýmam Muhammed'in, "Dokuz yaþýndaki kýz iri yapýlý ise müþtehat sayýlýr" dediðini de görmüþ olmasý gerekir ki, bu ayrýntý son derece önemlidir. Demek ki önemli olan yaþ deðil, bedensel geliþim durumudur. Fýkýh kitaplarýnda müþtehat ile ilgili olarak zikredilen rakamlar tamamen yöresel özellikler dikkate alýnarak verilmiþtir.

 

Öte yandan eðer Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde ve o toplumda böyle bir evlilik "anormal" olsaydý, Efendimiz (s.a.v)'in düþmanlarýnýn bu durumu mutlaka "malzeme" olarak kullanmýþ olmalarý gerekirdi. Ancak böyle bir þey göremiyoruz. Þayet araþtýrýlýrsa, o dönemde ve benzeri iklim özelliklerine sahip coðrafyalarda Efendimiz (s.a.v) ile Hz. Aiþe (r.anha) validemizin evliliðine benzer birçok evlilik vakasýyla karþýlaþýlacaðýný söylemek yanlýþ olmaz.

 

Söz gelimi kaynaklar, (Hayber Yahudilerinden iken, Hayber'in fethi akabinde Müslüman olup Efendimiz (s.a.v) ile evlenerek "mü'minlerin annesi" ünvanýný alan) Hz. Safiyye (r.anha)'nin, Efendimiz (s.a.v) ile evlendiðinde 17 yaþýnda olduðunu kaydeder. Ýlginç olan þudur ki, o, Efendimiz (s.a.v) ile evlenmeden (yani Ýslam'a girmeden) önce ikinci evliliðini yapmýþtý. Demek ki o dönemde ve o coðrafyada kýz çocuklarýnýn bugün bize hayli "erken" gibi gelen çaðlarda evlenmesinde garipsenecek bir durum yoktu.

 

Vallahu a'lem


radyobeyan