Makale Dünyasý
Pages: 1
Nuzul-i Isa (a.s) Uzerine.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 15:08:43

NÜZUL-Ý ÝSA (A.S) ÜZERÝNE

 


Dâru’l-Hikme - Þubat 2006
Talha Hakan Alp:


Hocam memleketimizde son günlerde Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü konusu, Ehl-i sünnet itikat esaslarýndan önemli birini teþkil eden Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü konusu maalesef tartýþma konusu yapýldý. Çok yakýn bir tarihte de bir televizyon kanalýnda bu konuyla alakalý olarak seviyesiz ciddi bir tartýþma sergilenmiþ oldu. Bunun üzerine Ehl-i sünnet’in bu derece önem verdiði bir konu ile ilgili olarak konunun gerçek ve sahih olan tarafýný insanlara aktarmak amacýyla, mesuliyetimizi ifa hususunda az da olsa bir katký olsun diye bu konuda sizinle bir söyleþi yapmayý planladýk.

 

Öncelikle hocam Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü diye bilinen Ehl-i sünnet inanç esaslarýndan biri olarak tarih boyu kabul edilmiþ, ispatlanmýþ ve belgelenmiþ bir konu etrafýnda konuþuyoruz. Genelde insanlarda bu tartýþmalar neticesinde oluþan bir þey var… þöyle bir yanlýþ kanaat var, þöyle bir tereddüt var. Sanki Ehl-i sünnet alimleri Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü konusunu böyle çok zayýf bir takým emareler, deliller üzerine bina etmiþ gibi; bu konuda eskiden beri kabul edilmiþ bir fikir varmýþ da, iþte geleneksel kabule aykýrý davranmamak adýna insanlar bunu kabul ediyormuþ gibi, böyle bir tevehhüm var. O yüzden ben öncelikle Kuran-ý Kerim’den ve hadis metinlerinden ve bugüne kadar Ehl-i sünnet itikadýna dair yazýlan eserlerden Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü ile ilgili olan kýsýmlarý önce bir gözden geçirmeyi düþünüyorum. Bu meyanda Hazret-i Ýsa’nýn nüzulü veya Hazret-i Ýsa’nýn dünyadaki ömrünün sonlarýna yakýn yaþanan olaylarla ilgili Kuran-ý Kerim’de geçen bazý ayetler var. Bu ayetlerle ben söze baþlamak istiyorum.

Mesela meþhur, genelde bu konu konuþulurken, tartýþýlýrken hemen ilk sýrada gündeme getirilen ayetler Nisâ suresi 157, 158, 159. ayetler. Bu ayet-i kerimeler þöyle baþlýyor.


وقولهم إنا قتلنا المسيح عيسى ابن مريم رسول الله وما قتلوه وما صلبوه ولكن شبه لهم وإن الذين اختلفوا فيه لفي شك منه مالهم به من علم إلا إتباع الظن وما قتلوه يقينا * بل رفعه الله إليه وكان عزيزا حكيما*

Mealen hocam, ayet-i kerimede þöyle buyuruluyor. Ben bunu muteber bir mealden nakledeyim. “Bir de inkar etmeleri ve babasýz çocuk doðurmasý üzerine Meryem’e karþý büyük bir iftirada bulunmalarý ve doðrusu biz Allah’ýn elçisi Meryem oðlu Ýsa Mesih’i öldürdük demeleri sebebiyle onlara, yani Yahudilere lanet ettik. Halbuki onu ne öldürdüler ne de onu astýlar; fakat öldürdükleri kiþi kendilerine ona yani Ýsa’ya benzer gösterildi. Þüphe yok ki onun hakkýnda ihtilafa düþenler bundan dolayý gerçekten bir þüphe içindedirler. Zanna tabi olmaktan baþka onlarýn bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onu o öldürdükleri þahsýn Ýsa olduðunu iyice bilerek öldürmemiþlerdir. Bilakis Allah onu kendi katýna yükseltti. Doðrusu Allah Azizdir, yani kudreti daima galip gelendir. Hakîmdir, her iþi hikmetli olandýr.”

159. ayet:

وإنْ من أهلِ الكتابِ إلاَّ لَيُؤمِنَنَّ به قبل مَوتِهِ ويومَ القيامةِ يكون عليهم شهيداً


“Ehl-i Kitaptan hiçbir kimse yoktur ki ölümünden önce mutlaka ona iman edecek olmasýn. Kýyamet gününde ise onlarýn (kendisine iman etmeyenlerin) aleyhine þahitlik edecektir.”

Mealen ayetler bunlar hocam. Burada Yahudilere lanet ediliyor. Lanetin bu ayetten önce birkaç sebebi anlatýlýyor. Bu okuduðum ayetlerde de Hazret-i Ýsa ile ilgili olan boyutuna deðiniliyor. Ve burada Yahudilerin Hazret-i “Ýsa’yý öldürdük” demelerine adeta bir red tarzýnda açýk bir ibare, yani onlarýn Ýsa’yý öldürdüðünü yalanlayan açýk ifadeler var. Ýsterseniz önce bu ayet-i kerimelerden baþlayalým.



Ebubekir Sifil Hoca:


Bismillâhirrahmânirrahîm. Yahudilerin bir iddiasý var: Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) –Yahûdîlere göre– Hz. Musa (aleyhi’s-selâm)ýn þeriatýný bozmayý amaçlayan bir anarþist. Dönemin Yahudîleri Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ý böyle tasvir ediyor. Ve bildiðimiz gibi Yahudîler ve dönemin Roma valisi Yahudilerden bir grup fedaiyle birlikte havarilerden olup da bilahare ihânet eden ve Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ý ihbar eden Yahuda Iskariot’un delaletiyle Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)’ýn bulunduðu eve gidiyorlar. Bundan sonrasýný Kur’ân ve Hristiyan kaynaklarý iki farklý þekilde veriyor.

Hristiyan kaynaklarý, resmî Hristiyanlýk kaynaklarý diyor ki: “Ýsa’yý aldýlar, tuttular, götürdüler, muhakeme ettiler, yargýladýlar, bu süreç içerisinde ona çok hakaretler ettiler. Biliyorsunuz “The Passion of the Christ (Tutku)” filmi yapýldý bu konuyu iþleyen. Ve sonunda adi bir suçluyla, bir hýrsýzla birlikte çarmýha gerdiler. Çarmýhta bir süre kalýp can verdikten sonra indirdiler. Önceden hazýrlanmýþ olan mezara gömdüler. Üç gün sonra Hz. Ýsa oradan dirildi. Bu diriliþ esnasýndan itibaren Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn kimliði hakkýndaki Hristiyan telakkîsi farklý bir sürece giriyor. Bundan sonra tarihsel olarak, bir beþer olarak yaþamýþ Ýsa devri kapanýyor; Mesih devri baþlýyor. Bu, yeniden bedenlenen, “babanýn kelimesi”, “babanýn bedenlenmiþ kelimesi”: Mesih. Bundan sonra bildiðimiz Pavlus Kristolojisi denen ya da Mesih Kristolojisi denen itikat sisteminin, teolojinin argümanlarý sahneye çýkýyor.

Kuran ne diyor bu iþe? Kur’ân-ý Kerim az önce okunan âyet-i kerîmede

“وما قتلوه وما صلبوه ولكن شبه لهم”


buyuruyor. Yani “Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ý öldürmediler. Çarmýha da asmadýlar. Fakat astýklarý kiþi ona benzetildi. Baþka birini ona benzettiler.” Bu noktada Barnaba incili diyor ki Yahuda Iskariot Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn bulunduðu eve doðru Romalý askerlere delâlet etti ve içeri girdiler. Hz. Ýsa’nýn bulunduðu odaya önce kendisi girdi. Hz. Ýsa o esnada pencereden çekilip alýndý. Yahuda Iskariot Hz. Ýsa’ya benzetildi. Romalý askerler onun peþinden içeri girdiler batkýlar ki Ýsa orada. Aldýlar, vura vura, döve döve, hakaret ede ede götürmeye baþladýlar. Bu baðýrýyor: “Yapmayýn ben Ýsa deðilim. Ben Yahuda Iskariot’um, beni tanýmýyor musunuz?” Çok canlý tasvir eder bu hadiseyi Barnaba incili. Fakat Iskariot’un bu feryadýný kimse kaale almýyor. Dalga geçerek, döverek alýp götürüyorlar mahkemeye. Yani asýlan Yahuda Iskariot’tur diyor Barnaba incili.

Burada, Kur’ân âyetiyle yaklaþýk olarak bir paralellik vardýr. Her neyse biz hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn Yahudiler tarafýndan öldürülmediðini, asýlmadýðýný biliyoruz. Ve buna iman ediyoruz. Peki Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)’a ne oldu?

“بل رفعه الله إليه”

buyuruluyor âyet-i kerîmede. 158. âyette. Yani “onu yakînen, kesinlikle öldürmediler. Aksine, Allah onu kendisine yükseltti.”

Þimdi ortada bir Yahudi iddiasý var. Yahudiler diyor ki “biz Ýsa’yý çarmýha gerdik”. Hristiyanlar da bunu kabul ediyor. Resmi Hristiyanlýðýn çok büyük bir kýsmý bunu kabul ediyor. Allah Teâlâ da bu iddia karþýsýnda “بل” diye bir ifade kullanýyor; “tam aksine” diyor. Buradan ne anlaþýlmak lâzým gelir. “Siz onu öldürdük diyorsunuz ama, tam aksine siz onu öldürmediniz.” Bundan sonrasýnda “رفعه الله إليه (Allah onu kendi katýna, kendine yükseltti)”, ne anlamamýz lâzým buradan? Þöyle anlayabilir miyiz? “Siz onu öldürmediniz ama Allah onu öldürdü ve katýna yükseltti.” Böyle anlayabilir miyiz? Böyle anlamamýzý mümkün kýlacak bir ifade var mýdýr âyette? Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn öldürülmesinden söz edilmiyor. Sadece “kaldýrýldý, ref‘ edildi” deniliyor. O halde âyet-i kerimeye Hz. Ýsâ’nýn öldürüldüðü anlamýný yükleyemeyiz.

Buradaki “kaldýrma” üzerinde durmamýz lazým. Nedir bu? Yahudilerin iddialarýna bir cevap olmak üzere bu ifade zikredildiðine göre bunu biz Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn Allah Teâlâ nezdine diri olarak kaldýrýldýðý tarzýnda anlamak zorundayýz. Neden? Eðer “evet onu siz öldürmediniz, ama Allah Teâlâ çarmýh hadisesinde, öncesinde veya sonrasýnda onu tabii bir ölümle öldürdü ve katýna yükseltti” tarzýnda anlayacaksak, burada gözden kaçýrdýðýmýz bir þey var demektir. O da þudur: Zaten her öleni Allah Teâlâ öldürür. Yani uçurumdan yuvarlananý da O öldürür, kalp krizi geçireni de O öldürür. Kaza geçireni de O öldürür. Dolayýsýyla Yahudilerin öldürdüðünü de aslýnda Allah Teâlâ öldürmüþtür. Gerçek anlamda ruhu kabzeden O’dur. Biz ikinci derecedeki faillere fiili mecâzen atfediyoruz. “O öldürdü”, “bu öldürdü” diyoruz ama esas müsebbibe baktýðýmýz zaman Allah Teâlâ’dýr.

Dolayýsýyla burada “hayýr siz öldürmediniz ben öldürdüm” denmesinin bir anlamý yok. Bunu böyle anlayamayýz. Hiçbir þekilde bunu böyle anlayamayýz. Allah Teâlâ herhangi bir mahluk ile –hâþâ– böyle bir diyaloða girmez. “Sen öldürmedin ben öldürdüm” demez. Amennâ tabii ki herkesi Allah öldürür. Ve Yahudilerin bu iddiasýna da böyle bir cevap olmaz. Yahudiler buna zaten inanýyordur: “Yani ister Allah öldürsün, ister baþkalarý öldürsün. Öldürdük mü; mesele yok!” O halde oradaki öldürme iddiasýna burada bir cevap var. “Hayýr onu öldürmediniz. Onu Allah kendi katýna yükseltti.” Âyet-i kerimeden anlaþýlmasý gereken budur.

Burada Allah Teâlâ’nýn onu kendi katýna yükseltmesinden ne anlayacaðýz? Bunun anlaþýlmasý için konuyla ilgili diðer âyet-i kerîmeleri de ele almamýz lâzým.

Talha Hakan Alp:

Bu meyanda Hz. Ýsâ’nýn dünyada iken öldüðünü ya da öldürüldüðünü savunanlar Âl-i Ýmrân sûresi 55: âyet-i kerimesinde geçen þu ifadeyi delil olarak ileri sürüyorlar. Diyorlar ki:

(إذ قال الله يا عيسى إني متوفيك ورافعك إليّ ومطهرك من الذين كفروا، وجاعل الذين اتبعوك فوق الذين كفروا إلى يوم القيامة، ثم إليّ مرجعكم فأحكم بينكم فيما كنتم فيه تختلفون) آل عمران/ 55.


buradaki “إني متوفيك” cümlesini Hz. Ýsâ’nýn öldüðünü ya da öldürüldüðünü savunanlar delil olarak kullanýyorlar. “إني متوفيك” doðrudan “biz seni öldüreceðiz” anlamýna mý geliyor ki böyle bir iddiaya mesnet olarak kullanýlýyor?

Ebubekir Sifil Hoca:

Daha önce de bu konuda yazdýk, konuþtuk, söyledik. Özeti þu: “Vefât” kelimesini, “teveffî” kelimesini “mevt” anlamýnda ilk defa Kur’ân kullanmýþtýr. Ýþte Ýbn Sîde’nin el-Muhassas isimli sözlüðü açýkça ortaya koyuyor ki câhiliye Araplarý “mevt” karþýlýðý pek çok kelime kullanmýþlar. Bunlarýn arasýnda vefât, teveffî yok. Teveffî kelimesini “ölüm” yerine, “mevt” yerine mecâzen ilk defa Kur’ân kullandýðýna göre ve bu kelimenin hakiki anlamýnda mevt, imâte olmadýðýna göre Kur’ân bu kelimeyi nerde aslî anlamda nerde mecâzî anlamda kullanmýþtýr, buna çok iyi bakmamýz lâzým. Kur’ân’da her yerde ayný anlamda kullanýlmýyor çünkü bu kelime. Yani “الله يتوفى الأنفس حين موتها” âyet-i kerimesinde hem “mevt” hem “teveffî” birlikte kullanýlýyor. Demek ki bu iki kelime arasýnda motamot bir benzerlik, aynîlik, müþtereklik yok. Biri hakîkî anlam: mevt; diðeri mecâzî anlamda. “Teveffî”nin, “vefât”ýn hakiki anlamý, “almak, kabzetmek”tir. Yani eceli gelen ruhu Allah Teâlâ teveffî ettirir, alýr ve ruh ölür: mevt. Yani teveffî sonucu ölme var. Alma, kabzetme sonucu ölme var. Eceli gelmemiþse onun ruhu tekrar iade edilir. Eðer vefat kelimesinde, gerçek anlamda, bizim Türkçede kullandýðýmýz gibi “ölüm” olsaydý bu âyet-i kerîmede eceli gelmemiþ insanlara ruhun yeniden iadesi söz konusu olmazdý.

Muhammed Aydemir:

Hocam burada

“والتي لم تمت في منامها فيمسك التي قضى عليها الموت ويرسل الأخرى”âyet-i kerîmesi de var.

Ebubekir Sifil Hoca
:

Evet çok irtibatlý konumuzla.

Talha Hakan Alp:

Yani önce Allah onlarý teveffî ediyor

Ebubekir Sifil Hoca
:

Her ikisini teveffî ediyor: Uyuyanlarý ve eceli dolanlarý.

Talha Hakan Alp:

Yani eceli dolanlarý mevt, imâte ediyor, öldürüyor, ruhunu alýyor bir daha göndermiyor. Eceli gelmeyenleri “ويرسل الأخرى” salýyor. Öyleyse demek ki teveffi kelimesinde, bu âyet-i kerimede sadece kabzetmek, almak mânâsý var.

Ebubekir Sifil Hoca:

Burada mutlak ölüm yok. Dilimizde vefat, ölüm anlamýnda kullanýlýyor ama, burada mutlak ölüm anlamýnda kullanýlmýyor. “Vefat” var ama “ölüm” yok.

Talha Hakan Alp:

Zaten “حين موتها” diye hemen peþinden ölüm kelimesi geliyor. Peki hocam o halde “إني متوفيك” cümlesini illâ ölüm anlamýnda anlamanýn herhangi bir gerekçesi yok

Ebubekir Sifil Hoca:

Evet bunun için ayrý bir delil gerekiyor. Burada mecaz mý kullanýldý? Hakikat mi kullanýldý? Bunu anlamak için –zaten onun için bu mukaddimeyi yaptýk– ayrý bir delil gerekiyor.

Talha Hakan Alp:

Bu meyanda delil olarak þöyle bir þey sunuluyor. Elimde “Ýslamda Ýnanç Esaslarý” adýnda bir kitap var. Doç Dr. Ýlyas Çelebi yazmýþ. Aynen ifadeyi bulup aktarayým size. Diyor ki: “Ayrýca hala yaþayan bir Ýsa düþüncesi sünnetullaha da aykýrýdýr. Çünkü Allah’ýn koyduðu hayat kanunlarýna göre beþerin yemeden içmeden bu kadar uzun süre yaþamasý imkânsýzdýr”. Yani birisi –doçent bu þahýs, Ýlyas çelebi– delil olarak bunu ileri sürebilir mi? Hz. Ýsa mutlaka ölmüþtür. “إني متوفيك”ye biz “öldürdü” anlamýný vermeliyiz. Çünkü o günden bu güne Hz. Ýsâ’nýn yemeden içmeden yaþamasý mümkün deðildir. O halde ölmüþtür.” demek mümkün müdür?


Ebubekir Sifil Hoca:

Þimdi bu “hayat kanunu” dediðiniz þey nedir? Nasýl bir þeydir? Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn babasýz dünyaya gelmesi hayat kanununa uygun mudur aykýrý mýdýr?

Talha Hakan Alp:

Yemek ve içmeye kýyas edilecekse aykýrýdýr.

Ebubekir Sifil Hoca:

Aykýrýdýr ama biz Kuran’da zikredildiði için buna inanýyoruz. Hayat kanunu “postülatýný” burada çiðniyoruz. Bu þu demektir. Biz naklî bir bilgiyle bu hayat kanununu parçalayan, bu hayat kanununa istisna teþkil eden hususlar gördüðümüzde, naklî sarih-sahih bir bilgi gördüðümüzde hayat kanunu bir tarafa býrakýyoruz. Çünkü o kanunu koyan da Allah Teâlâ’dýr, lüzum olduðunda, gerek gördüðünde, irade buyurduðunda onu kaldýran da O’dur. Kanun O’nundur, kaldýraný da O’dur. Böyle bakmamýz lâzým.

Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) meselesinde sýk sýk gündeme getirilen “göðe çekilmesi, kýyamete yakýn yere indirilmesi, nüzûlü… bunlar akla aykýrý rivâyetlerdir” falan tarzý sözleri duyuyoruz. Buradaki akýl hangi akýldýr?

Bu akla iþlevselliðini veren, çalýþmasýný temin eden sistem, yasa hangi yasadýr? Bu Hristiyan aklý mý, bu Müslüman aklý mý, bu modern akýl mý, bu felsefî akýl mý, bu Yunan aklý mý?.. Hangi akýl? Biz diyoruz ki bu “mümkin”dir. Niye mümkindir? Çünkü Allah Teâlâ Kur’ân’da “babasýz doðmuþ bir Ýsa” haberini bize verdiðine göre bu, Allah Teâlâ için, zaten O’nun iradesi bakýmýndan, kudreti bakýmýndan asla tartýþma konusu yapýlamaz, ama naklî bir haberde bize bu þekilde geldiyse mükinâttandýr. O halde yaratýlýþ kanununu, tabiat kanununu parçalayan, ona istisna teþkil eden böyle bir olay varsa bunu bize ayný düzeyde bilgi veren naklî unsurlar için bu þekilde bir muttarid kaide olarak kabul etmemiz lâzým. Nedir o? Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn diri olarak göðe çekilmesi mümkin midir deðil midir? Ýslâmî akýl bize diyor ki eðer bu bize sahîh, sarih ve yakîni bir bilgi ifade eden bir haber kaynaðý tarafýndan iletilmiþse, haber verilmiþse biz buna inanýrýz. Böyle bir þey mümkün müdür, olabilir mi? diye sormayýz. Babasýz doðuyorsa mümkündür, kabul ederiz ama Allah Teâlâ nezdinde ne yer, ne içer; üþür mü, yatar mý, uyur mu, kalkar mý… “bunlar akla aykýrý olduðu için kabul etmeyiz” demeyiz. Çünkü babasýz doðum için de pek çok soru sorulabilir bu þekilde.



Muhammed Aydemir
:

Hocam bu arada belki geleceksiniz ama Þeltut’un ref konusunda “bu bir “ref-i mekânî” deðildir, “ref-i menzile”dir. Allah Teâlâ Hz. Ýsâ’nýn derecesini yükseltmiþtir. Yoksa onu cismanî olarak kaldýrmamýþtýr” tarzý yaklaþýmlarý nasýl deðerlendiriyorsunuz?

Ebubekir Sifil Hoca:

Her þeyden önce bu bir yorum. Bunu böyle belirlemek gerekiyor. Kuran-ý Kerim’de “Biz onun þerefini, þanýný, mevkiini, makamýný yükselttik” demiyor. Ref kelimesi kullanýlýyor, bu kelimenin hakiki anlamdan mecazi anlama sarf edildiðini gösteren ayrý bir delil gerekir ki biz bunu kabul edebilelim. Ayrýca Hz. Ýsâ zaten þaný yüce bir peygamberdir. Bütün peygamberlerin þaný yücedir. Onlarý bir þekilde öldürüp, yani normal bir þekilde, herhangi bir insanýn ölmesi gibi öldürüp, arakasýndan da onun derecesinin yükseltildiðini söylemek anlamsýzdýr. Zaten Kuran-ý Kerim’de hakkýnda böyle bir ifade kullanýlmayan her peygamber için de böyledir. Her peygamberin þaný yücedir. Ýster birileri tarafýnda katledilmiþ, þehid edilmiþ olsun, ister eceli gelmiþ normal bir ölümle ölmüþ olsun, bütün peygamberler kadri yüce insanlardýr. Onlar için ayrýca bu kelimenin kullanýlmamýþ olmasý bu mantýk için bir problemdir.

Ýkinci olarak, ref kelimesinin buradaki anlamýnýn hakiki mi, mecazi mý olduðunu anlamak için “Kur’an’da bu kelime her yerde mecâzdýr” diye bir genelleme yapmamýz lazým. Oysa her yerde mecaz deðildir. Bunun örnekleri Kuran-ý Kerimde çok, Hz. Yusuf’un Mýsýr’ýn ikinci adamý olduktan sonra babasý ve kardeþleri yanýna geldiðinde onlarý tahtýn bulunduðu yere yükselttiðini “ورفع أبويه على عرشه” âyetinde de ayný kelime kullanýlýyor. Onlarýn mekanýný, þanýný, þöhretini mi yüceltti? Hayýr. Ýbare o kadar açýk ki: “Onlarý tahtýn bulunduðu yere çýkarttý/yükseltti” anlamýndadýr. Dolayýsýyla bu zayýf ve geçersiz bir tevildir.

Talha Hakan Alp:

Bir de bunun sizin de ifade ettiðiniz üzere,

“وما قتلوه وما صلبوه”

“Onlar onu ne öldürdüler, ne de astýlar; bilakis Allah onu kendine yükseltti.” Bu siyak-sibak içerisinde “þanýný yüceltti” anlamý da biraz uzak kalmýþ oluyor.

Dolayýsýyla o zaman

“إذ قال الله يا عيسى إني متوفيك و رافعك إلي ومطهرك وحاعل الذين التبعوك فوق الذين كفروا”

âyet-i kerimesindeki teveffî kelimesi normalde kabz mânâsýna geliyor þeklinde ale’l-itlak bir mânâ vermemiz gerekiyor. Aksine ölüm mânâsýný vermek için baþka bir delile ihtiyaç var ki, herhalde muârýzlarýn az evvel aktarmýþ olduðum delilleri delil olacak evsafta olmayýp bir þüphedir. Ýnsan bu þüpheyle hareket edecek olsa mucizelere de inanmak mümkün olmaz. Hatta Hz. Ýsâ’nýn babasýz varlýðýna bile inanmak söz konusu olmaz.

Ebubekir Sifil Hoca:

Ayrýca, Allah Teâlâ’nýn bunu gelecekte vuku bulacak bir ifade kipinde ifade buyurmasý, “Ben seni vefat ettireceðim ve nezdime yükselteceðim (إني متوفيك و رافعك إلي)” “bunu yapacaðým” buyurmasý böyle bir baðlamda, bir de bu –ilerde eðer ille bu “müteveffîke”yi, “vefât”ý “ölüm” anlamýnda alacaksak– ilerde vuku bulacaðýný gösteren delillerden birisi olur. Bir takým ulemâ bunu, “Burada bir takdim-tehir var. Önce Allah Teâlâ Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)’ý – biraz önce zikrettiðimiz âyette geçtiði gibi– onu kendi katýna yükseltecek sonra yeryüzüne indirecek ve arkasýndan vefat ettirecek. Bu âyette bu minvalde bir takdim-tehir olmuþ” diyorlar. Bunu kabul ederiz ya da etmeyiz, bu çok önemli deðil, çünkü netice itibariyle Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn vefatýný “mevt” olarak alýrsak bu kelimeden hareketle, arkasýndan “رافعك إلي” ifadesini anlamlandýrmamýz mümkün olmaz. Buradan hareketle diyoruz ki, takdim-tehir ister kabul edilsin, ister edilmesin, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)’ýn bedenen ve ruhen kabzedilmesi, göðe alýnmasý anlamýna gelir. Burada takdim-tehir bulunduðunu söylersek ne demiþ olacaðýz? Allah Teâlâ Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ý önce göðe yükseltti ve vefat kelimesi de burada mecâzî anlamda ölümü ifade eder. Dolayýsýyla indiði zaman onu öldürecek, ruhunu kabzedecek anlamý çýkar. Takdim-tehir yoktur dersek “ben seni yeryüzünden alacaðým ve katýma yükselteceðim” anlamý çýkar. Takdim-tehir olduðunu söylesek de söylemesek de bizim bakýþ açýmýzdan burada bir problem gözükmüyor

Talha Hakan Alp:

Bir de konuyla ilgili kaynaklarda Hz. Ýsâ’nýn nüzûlünü anlatan Ehl-i Sünnet kaynaklarýnda, “وإنه لعلم للساعة فلا تمترن بها والتبعون” âyet-i kerimesine deðiniliyor. Bu âyet-i kerimede “إنه”deki “هو” zamirinin Hz. Ýsa’ya raci olduðu söyleniyor. Bazýlarý bu zamirin Kur’ân’a racî olduðunu söylüyorsa da, bir çok müfessir, “geride Kur’ân-ý Kerim lafzý geçmediði için zamiri Kur’ân kelimesine göndermenin bir anlamý yoktur” þeklinde bir açýklamada bulunuyorlar. Bu âyet-i kerimenin öncesine, sibâkýna baktýðýmýz zaman burada da


“ولما ضرب ابن مريم مثلا إذا قومك منه يصدون”

diye baþlayan, üç-dört âyet öncesinden baþlayan bir þey var, Hz. Ýsâ’dan bahis var. Ýþte Mekkeli müþriklerle Hz. Peygamber Efendimiz’in Hz. Ýsâ merkezli tartýþmasýna deðiniliyor âyet-i kerimede ve ondan sonra hemen ardýndan, birkaç âyet sonra henüz daha o bahis tamamlanmadan ” وإنه لعلم للساعة (o, kýyâmet için bir alâmettir, bir iþârettir, bir bilgidir.)” buyruluyor. ” فلا تمترن بها والتبعون(kýyametten þüpheye düþmeyin ve bana tâbi olun)” buyruluyor. Hocam siz bu âyeti nasýl açýklýyorsunuz?

Ebubekir Sifil Hoca:

Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a bu zamiri göndermek zorundayýz. Baðlam bunu icab ettiriyor. Zannediyorum müfessirlerin ekseriyeti de bu konuda ayný þeyi söylüyor. Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a bu zamiri gönderdiðimizde Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn kýyamet için bir bilgi olmasý ne demektir? Bunun üstünde durmamýz lazým. Efendimiz ile Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) arasýnda 600 yýllýk bir süre var. Hz Ýsâ (aleyhi’s-selâm) Efendimiz’e kýyasla kýyâmetten daha ötede, daha uzakta. Efendimiz kýyâmete daha yakýn. Böyle olduðu halde Hz. Ýsâ neden “Kýyâmetin bilgisi” olarak zikredilmiþ olabilir? Bu noktanýn cevabý olarak müfessirler diyorlar ki: “Ýþte bu, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) ýn kýyâmet öncesi yeryüzüne ineceðine iþaret eder.

Bir diðer kýraatte de ” لَعَلَمٌ للساعة” þeklinde geliyor. Sahih bir rivâyettir bu. Bu taktirde anlam daha açýk oluyor. Hz. Ýsâ kýyâmete alâmet, iþâret oluyor. Daha açýk ve daha doðrudan bir anlam oluyor bu durumda. Bazý müfessirler bunu Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn babasýz doðmasýnýn bir kýyamet alameti olduðu þeklinde anlýyor ama, Allâhu a‘lem bunu Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn doðumu esnasýnda, Âl-i Ýmrân sûresinde Hz. Meryem etrafýnda geliþen tartýþmalar baðlamýnda zikredilmesi gerekir gibi geliyor insana. Tabii ki Allah Teâlâ dilediði âyeti dilediði yerde zikreder. Efendimiz bunlarý tevkifî olarak tesbit etmiþ. Ama burda bu yorum, baðlama uymuyor. Bunu söylememiz lâzým. Yani Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn kýyamet için “bilgi” olmasý ne demek? Babasýz doðmasý demek? Nasýl bir bilgi olabilir bu? Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) “babasýz doðdum diye ben bir kýyamet alametiyim” demiþtir þeklinde bir bilgi var mý elimizde? Veya o zaman doðduðu dönemde o tarihsel çevreyi düþünelim Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) babasýz doðdu diye “kýyamet yaklaþýyor” diyenler oldu mu? Hz. Ýsa’yý kýyâmete alâmet sayanlar oldu mu? Tarihsel olarak böyle bir zemin de yok yani. Dolayýsýyla Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn kýyamet için bir bilgi veya alâmet teþkil etmesi, onun nüzûlüyle söz konusu olacaktýr. Böyle kabul ettiðimizde, böyle baktýðýmýzda âyet-i kerîmenin anlamý daha bir yerli yerine oturuyor.


Talha Hakan Alp:


Teknik olarak da zâten kýraatler birbirlerini tefsir etmezler mi hocam? Dolayýsýyla ” لَعَلَمٌ للساعة” kýraati “لَعِلْمٌ” kýraatinin de kýyâmet alâmeti anlamýna gelebileceðini gösteriyor.

Hocam konuþmamýzýn baþýndan itibaren birinci sýrada Nisâ sûresinde geçen, Hz. Ýsâ’nýn yeryüzünde Yahûdîler tarafýndan öldürüldüðü, asýldýðý iddiasýna cevap mahiyetindeki âyetleri gördük. 157. 158 ve 159. âyet-i kerîmeler. Bu âyetlerden açýkça þu anlaþýlýyor: “Hz. Ýsâ’yý Yahudiler ne öldürdüler, ne de onu astýlar; bilakis Allah onu katýna yükseltti” Yalnýz burada âyetin devamýnda bir þey daha geçiyor. Az evvel okumuþ olduðum Zuhruf sûresinden okuduðum, Hz. Ýsâ’nýn kýyametin bilgisi veya alâmeti olduðuna dâir bu âyet-i kerîmenin dýþýnda, yine tekrar Nisâ 159. âyet-i kerîmesine gelirsek bu âyette de þöyle geçiyor

“وإن من أهل الكتال إلا ليؤمنن به قبل موته ويوم القيامة يكون عليهم شهيدا”

bu âyet-i kerime de yine Ehl-i Sünnet kaynaklarýnda, tefsirlerde, çoðunluk Hz. Ýsâ’nýn tekrar, kýyâmetten önce yeryüzüne ineceðine dair bir iþaret, bir delil olarak kullanýyor. Bu konuda ekleyeceðiniz bir þey var mý?


Ebubekir Sifil Hoca:

Bu konuda tefsirlerde iki farklý görüþ var. Birisi diyor ki:

” وإن من أهل الكتال إلا ليؤمنن به قبل موته”


” قبل موته”deki “هو” zamiri Ehl-i Kitâba gider; ” ليؤمنن به”deki “هو” zamiri ise Hz. Ýsâ’ya gider. Dolayýsýyla anlam þöyle olur: “Ehl-i Kitaptan hiçbir fert yoktur ki, ölüm kendisine geldiði zaman Ýsâ’ya imân etmiþ olmasýn.” Hatta rivâyet tefsirlerinde Ubeyy b. Ka‘b (radýyallâhu anh)tan da ” إلا ليؤمنن به قبل موتهم” tarzýnda çoðul bir ifade kullanýlýyor. Ancak belirtmemiz lazým ki bu kýraatin senedi zayýftýr. Dolayýsýyla bunu biz âyetin mütevâtir kýraat þeklini tefsir eden bir mütevâtir kýraat veya meþhur bir kýraat ya da sahih bir kýraat olarak kabul edemeyiz. Zira senedi zayýftýr, bunu bilelim.

Þimdi, “Ehl-i Kitaptan her bir fert ölüm kendisine geldiði zaman Ýsâ’ya iman edecek” böyle olsa, böyle kabul etsek, bu ne anlama gelir? Hristiyanlar zaten Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)’a iman ettiklerini söylüyorlar. Yahudiler de onu öldürdüklerini söylüyorlar. Burada belki o zaman Ehl-i Kitap ifadesini tahsis edip, “ona inanmayan Ehl-i Kitap” þeklinde anlamamýz gerekecek.

Ýki: Ehl-i kitaba mensup her bir fert Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)a iman edilmesi gerektiði gibi iman edecek.

Þimdi bunlardan ilk ihtimal üzerinde biraz sonra duralým. Ýkinci ihtimale bakalým:

“Ehl-i Kitaptan her bir fert kendisine ölüm gelmeden önce Ýsâ’ya iman edilmesi gerektiði gibi iman edecek.” Bu neyi gösteriyor? Yani Ehl-i Kitaptan her bir fert Hz. Ýsâ’ya bihakkýn, gereði gibi iman edip ölse ne olur? Ýman etmiþ, mümin olarak mý ölmüþ olur? Hayýr. Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)a iman etmeden, —ki peygamber olarak geldi. Ve bu âyet-i kerîmenin ifadesi de umûmîdir; âyet-i kerîme Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn zamanýndan tutun ilâ yevmi’l-kýyâme bütün ehl-i kitabý kapsýyor. Bu arada peygamber olarak Efendimiz (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm) geldi. Ehl-i Kitap Hz. Ýsâ’ya iman etti, ama Efendimiz’e iman etmedi.— Bunun bir anlamý yok.

Ýkinci olarak, Hz. Ýsâ’ya diyelim ki gereði gibi iman etmek Efendimiz’e imaný da getirir, çünkü Hz. Ýsâ, Efendimiz’in geleceðini söylüyor. Kur’ân’ýn bu husustaki beyâný malum. O zaman burada Hz. Ýsâ’ya imanýn zikredilmesinin manasý nedir? Ne getirir bu? Hz. Ýsâ’ya Ehl-i Kitaptan her biri ölmeden önce iman etti; yani Hz. Ýsâ’nýn müjdelediði peygambere iman etmiþ oldu. Böyle bir ifade çýkýyor buradan sonuç olarak. Ama o zaman Ehl-i Kitaptan her bir ferdin doðrudan Efendimiz’e iman etmesi Hz. Ýsâ’ya ve diðer bütün peygamberlere imaný da tazammun edeceðinden daha garantili, daha kestirme, daha Kur’ânî bir ifade olmaz mý? Olur. O halde bunu biz, “Ehl-i Kitaptan her bir fert Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a bihakkýn iman edecek” tarzýnda anlayamayýz. Bu zorlama bir yorum olur yani.

Peki Ehl-i Kitapdan her bir fert demeyelim de buna; birinci ihtimalden hareketle Yahudilere tahsis ederek bunu söyleyelim: “Yahudilerden her biri ölmeden önce Hz. Ýsâ’ya iman edecek… Ölüm kendisine gelmeden önce Hz. Ýsâ’ya iman edecek ve sonra ölecek.” Peki bir Yahudiye Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a bu þekilde iman etmek ne kazandýrýr?

Yani þimdi yine ayný yere geliyoruz. Burada ister Hristiyanlarýn imanýný devre dýþý tutalým, istisna edelim, tahsis harici tutalým; ister hepsini birden anlayalým, Ehl-i Kitapdan her bir ferde ölüm gelmeden önce onlarýn Hz. Ýsâ’ya iman etmesinin bir anlamý, bir hükmü, bir neticesi, bir müteallaký yok. Çünkü ortada Efendimiz var. Böyle bir vakýa var. Son Peygamber var. Ehl-i Kitap için de, diðer insanlar için de ona iman etmek bir zorunluluktur.

Þimdi Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a ehl-i kitabýn iman etmesi burada eðer söz konusu olacak ise diðer insanlarýn durumu ne olacak? Yani Efendimiz (aleyhi’s-sâlâtu ve’s-selâm) gelmeden önce Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) döneminde, bu altý yüz yýllýk dönem içerisinde diðer insanlar neye inanacak? Bu süre zarfýnda yaþayan Brahmanistler, Budistler, Konfiçyanistler, ateistler… Bunlarýn iman durumuna âyet-i kerime deðinmiyor. Sadece Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)la sýnýrlý bir anlatým var âyet-i kerimede. Dolayýsýyla burada Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) etrafýnda, onun merkez teþkil ettiði bir anlam, bir baðlam düþünmemiz lâzým. Ýþte bu baðlam âyet-i kerîmeyi öbür türlü anladýðýnýz zaman tahakkuk ediyor. Nedir o? Hz. (aleyhi’s-selâm) ölmeden önce, ehl-i kitaba mensup her bir fert, Hz. Ýsâ’nýn ölümünden önce kendisine iman edecek.

Þimdi bakalým. Bu âyet-i kerime Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) hakkýnda mevt kelimesinin kullanýldýðý ikinci âyettir. Fakat Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn çarmýh hadisesi etrafýnda, o tarihsel durumun öncesinde veya sonrasýnda öldüðüne delâlet etmiyor bu âyet. Doðrudan, açýk “mevt” kelimesi var burada, ama Hz. Ýsâ’nýn ölüm zamanýyla ilgili, o çarmýh hadisesine bir atýf yok. Mutlak bir ifade var. Buradan biz þunu anlýyoruz: “Müteveffî, vefat, teveffî” kelimeleri hakkýnda yaptýðýmýz izahatý da hesaba katarak düþünürsek, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn ne zaman ki gerçek anlamda ölüm/mevt zamaný gelecek, iþte o ölümü/mevti tatmadan önce, o hadiseyi yaþamadan önce mevcut ehl-i kitabýn hepsi ona iman edecek. Anlamý bu þekilde kabul edersek saðlamasýný nasýl yapabiliriz?

Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) kýyâmete yakýn yeryüzüne nüzûl edecek, onu kabul edenlerle zaten mesele yok anlaþacak, onu kabul edenler ona ittiba edecek, etmeyenlerle savaþacak ve bu savaþ neticesinde hayatta kalan ehl-i kitabýn her bir ferdi Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a iman edecek. Ýþte bu, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a, bu zaman diliminde getirilen iman ve inkiyâd Efendimiz’e imân ve inkiyâdý da doðrudan tazammun eder. Hem zamansal olarak, hem mefhum olarak. Çünkü Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) kýyamete yakýn geldiðinde Efendimiz’in getirdiði þeriatla amel edecek. Ona tâbi bir insan olacak. Dolayýsýyla Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) etrafýndaki tartýþmalar, ondan sonra ehl-i kitabýn Müslümanlarla olan münakaþalarý, ihtilaflarý onlarýn Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn o konumuna iman etmeleriyle son bulacak. Her iki peygambere de imaný tazammun eden bir þey bu. Dolayýsýyla biz bu âyet-i kerimeyi Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn kýyamete yakýn yeryüzüne tekrar geleceðini ve kendisine iman etmeyenlerle savaþmasýndan, deccalla mücadelesinden sonra hayatta kalan Ehl-i Kitapdan her bir ferdin ona iman edeceði þeklinde anlýyoruz


Talha Hakan Alp:

Öbür türlü anlamak da mümkün deðil zaten, çünkü vakýa ters düþer. Zira Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) onlarýn dediði gibi çarmýha gerilerek öldürülmüþ olsaydý o anda bütün Ehl-i Kitap ona iman etmiþ deðildi. Nitekim öldürenler de Ehl-i Kitap olmuþ olurdu.

Muhammed Aydemir:

Hocam sizin bu anlattýklarýnýzdan ben þöyle bir þey anladým: Onun geleceðinden þüphe edenler dahi onun gerçekten insan olduðuna inanacaklar. Ehl-i Kitaptan ya da diðer insanlardan olsun. Diyelim ki geldi ancak kimileri þüphe edecek ama ennihâye onun Hz. Ýsâ olduðunu kabul edecekler



Ebubekir Sifil Hoca:


Buradaki incelik þu. Hz. Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn mevtinin, ölümünün öncesine atýf yapýlýyor âyet-i kerîmede. Yani “o nüzul ettiðinde, dünyaya geri döndüðünde” demiyor; “o ölmeden önce” diyor. Yani demek ki onun nüzûlüyle ölmeden öncesi arasýnda bir þeyler yaþanacak. Nedir o? Demin söylemeye çalýþtýðýmýz þey. Ehl-i Kitaptan her bir fert ya ona iman edecek, o nüzulden sonra; ya da karþý çýkacak. Karþý çýkanlarla savaþacak, bunlarýn bir kýsmý da (ölümden kurtulanlar) –Allâhu a‘lem– maðlubiyetten sonra Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a iman edecekler ki ” قبل موته”deki espri burada zaten

Talha Hakan Alp:

Hocam sonuç olarak ayetlerle ilgili tahlillerden ve açýklamalardan sonra þu ortaya çýkýyor: þu halde Nisâ Sûresi 157,158 ve 159. âyetlerde açýkça Hz. Ýsâ’nýn öldürülmediði, asýlmadýðý, Allah katýna yükseltildiði bildiriliyor. Yine bu âyetlerin sonunda, 159. âyette zâhir açýklamaya/tefsire göre Hz. Ýsâ’nýn kýyametin eþiðinde bir kýyamet alameti olarak yeryüzüne tekrar indirileceði, ve ehl-i kitabýn bütünüyle kendisine sahih anlamýyla iman edeceði belirtilmiþ oluyor. Bunu teyîden yine Zuhruf sûresinin 61. âyet-i kerîmesinde de Hz. Ýsâ’nýn yine zahir tefsire göre, kuvvetli tefsire göre Hz. Ýsâ’nýn kýyâmetin bir bilgisi veya alâmeti olduðu bildirilmiþ oluyor. Ayrýca þunu görmüþ olduk: Âl-i Ýmrân sûresi 55. âyet-i kerîmesinde geçen ” “إني متوفيك cümlesini, Hz. Ýsâ’nýn dünyadayken vefat ettirildiði, canýnýn alýndýðý anlamýna yoranlarýn bu tefsir ve tevillerinin de çok açýk olmadýðý burada geçen “teveffî” kelimesinin “kabzetmek, almak, katýna almak” anlamlarýna gelebileceði mümkündür, hatta diðer âyetler de bunu desteklemektedir. Âl-i Ýmrân 55. âyet-i kerîmesi de diðer âyetlerden çýkarmýþ olduðumuz bu sonuçla çeliþmemektedir. Konunun âyetlerle ilgili boyutu kýsaca, özetle bunlardan ibaret.

Hocam þimdi uygun görürseniz konuya teknik olarak, Ehl-i Sünnet ulemâsýnýn herhangi bir itikadî esasý, hatta herhangi bir fýkhî esasý bile, haram-helâl meselesini bile isbat ederken, ortaya koyarken takip ettikleri bir metot söz konusu. Önce konuyu Kur’ân-ý Kerim âyetiyle ortaya koyuyorlar. Âyet-i kerimenin o konuya temâsý ama açýktýr, ama kapalýdýr, ama iþârî bir ifade vardýr, ama sarih bir ifade vardýr. Daha sonra konu hadislerle desteklenir, teyit edilir. Daha sonra sahabenin, tâbiînin, müctehid imamlarýn konuyla ilgili icmaýna, ittifakýna yer verilir. Biz de bu metodu takip etmek sûretiyle âyetlerden çýkan bu sonucu bir de Hz. Peygamber Efendimizden nakledilen hadisler baðlamýnda ele almak istiyoruz.

Ebubekir Sifil Hoca:

Ben burada bir saplama yapayým. Bu yaptýðýmýz izahat aslýnda, insafla düþünenler için Kur’ân’da Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn ref edildiðine ya da kýyamete yakýn nüzul edeceðine hiçbir þekilde delâlet, imâ tarzýnda dahi bir anlatým olmadýðýný söyleyenlerin çok da isabetli olmadýklarýný gösteriyor. Ale’t-tenezzül þöyle diyelim:

“Kur’ân’da bu üstünde durduðumuz âyet-i kerîmelerde Hz. Îsâ (aleyhi’s-selâm)ýn yeryüzüne nüzûlü ve sað olarak ref‘i çok açýk deðil, çok net deðil. Bir ihtimal olarak beliriyor.” Yani ale’t-tenezzül böyle söylüyoruz. Diyelim ki böyledir yani. Peki bu durumda ne yapmamýz lazým? Bu meseleyi netleþtirmenin yolu nedir? Bir ihtimal var ortada: Öyle anlamak da mümkün, böyle anlamak da mümkün. Bir mümin ne yapmalýdýr bu durumda? Kur’ân’ýn birincil, en yetkili, en kudretli müfessiri, mübeyyini sünnete baþvurmak lâzým. Yani bunun için ayrýca yeni bir metodoloji keþfine falan lüzum yok. Bu en basit bir usûl-i fýkýh kitabýnda da bu þekilde ele alýnýr. Bir müminin normal iþleyen bilinç durumunda da bu þekildedir. Yani Kur’an bu âyette ne diyor? Þu konuda Kur’an’ýn hükmü, ilâhî irâde, murâd-ý ilâhî nedir? diye bir insan tereddütte kaldýðýnda hemen müracaat edeceði kaynak Sünnet’tir. Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)dýr. O zaman dönüp bakalým. Diyelim ki biz burada tereddütte kaldýk meselâ. Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) vefât etti mi? Öldü mü ölmedi mi? Tereddütte kaldýk. Acaba Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) ne demiþ? Dönüp buraya bakmak lâzým. Buyurun bakalým þimdi.

Talha Hakan Alp:

Buyurun bakalým hocam. Bu konuyla ilgili, insan dýþardan baktýðý zaman konu hep âyetler merkezinde tartýþýlýyor. Hiç hadislere getirilmiyor. Getirilse bile bir þüphe îrâs ediliyor. Konuya yabancý birisi þöyle bir düþünceye kapýlabilir: Bu konuyla ilgili acaba hadis var mý yok mu? Ben de bir yabancý gözüyle size soruyorum: Konuyla ilgili Hz. Ýsâ’nýn yeryüzüne ineceðine dâir hadis var mý yok mu hocam

Ebubekir Sifil Hoca:

Þimdi ben þu kadarýný söyleyeyim: Bu þekilde tereddütte kalan bir insan, Kur’ân’ýn konuyla ilgili ifadeleri, âyetleri tam olarak ne anlatýyor bu konuda karar veremeyen bir insan Sünnet’e baktýðýnda þundan emin olur. Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn çarmýh öncesi ya da sonrasý “öldüðünü” anlatan bir tek rivâyet yoktur!

Þimdi düþünün, bir tarihsel durum var: Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) dönemi… Bu dönemde Hristiyanlarla münasebetler var, iliþkiler var. Ardýndan Sahâbe dönemi… Fütûhât… Hristiyan kültürüyle, Hristiyan din adamlarýyla, keþiþleriyle, rahipleriyle bilfiil münâsebetler var. Bu münasebetlerden doðan münazaralar, münakaþalar, tartýþmalar var. Þimdi bütün bunlar olup biterken Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn öldüðüne dair bir tek hadis rivâyeti, bir tek sahâbî sözü varit mi?

Çünkü hristiyanlar ýsrarla diyorlar ki: –bu bizzat elimizdeki Ýncil’de de geçen bir ifadedir–: “Ýsâ dönecek.” Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)den, “Hayýr siz yalan söylüyorsunuz Ýsâ dönmeyecek” þeklinde nakledilmiþ bir ifade yok. Sahâbe’den de yok. Bu bize bir þey anlatmalý. Yani tarihsel durum odur ki, realite onu icab ettirir ki, böyle bir münazara, Ehl-i Kitap’la, Hristiyanlar’la temaslar sýrasýnda, –fikir alýþveriþi deyin, münâkaþa deyin, münâzara deyin, ne derseniz deyin– cereyan ettiði esnada Ýslam’ýn bu konudaki hükmü, Kur’ân’ýn bu konudaki iktizâsý veya Sünnet’in bu husustaki beyâný mutlak sûrette aksetmiþ olmalý, bize bir veri olarak gelmiþ olmalý.

Biz bu baðlamda Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn öldüðünü ifade eden hiç bir þey görmüyoruz. Tama aksini ise görüyoruz. Bu bize bir þey anlatýyor. Sahabeden otuz civarýnda insan Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)a ref‘ ederek, ona dayandýrarak Ýsa (aleyhi’s-selâm)ýn kýyamete yakýn yeryüzüne ineceðini çeþitli baðlamlarda nakletmiþler. Kimi uzun, kimi kýsa. Kimi olayýn þurasýný anlatmýþ, kimi burasýný… Ama bütün hepsinin müþterek noktasý odur ki Ýsâ (aleyhi’s-selâm) kýyâmete yakýn yeryüzüne inecek. Bunun dýþýndaki detaylarda, ayrýntýlarda, anlatýlarda yer yer çeliþkiler olmasý bile –aslýnda çeliþki de yok, ama olsa bile– bu ortak müþterek noktanýn sýhhatine ve kuvvetine zarar vermez. Otuz küsür sahâbî ve yetmiþ küsür merfû‘ hadis, otuz küsür de sahâbî sözü olarak nakledilmiþ rivâyet. Yüz küsür rivayet bugün elimizde saðlam olarak mevcut ki, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) yeryüzüne kýyâmete yakýn inecek, –þöyle yapacak, böyle yapacak, þu olacak, bu olacak.. iþin bu detay kýsmýyla þu anda, þu aþamada ilgili deðiliz–. Otuz küsür sahâbî râvî… bu Sahâbe’den bize doðru gelirken her tabakada artarak, kabararak gelen bir silsile.. Yani Sahâbe tabakasýnda otuz ise bu rakam, onlardan nakleden Tâbiûn sayýsýnda biraz daha artacak, râvî sayýsý artacak. Onlardan nakleden Tebe-i tâbiîn sayýsý daha artacak, derken bize kadar þüphenin gölgesinin bile düþmediði bir tevâtür olarak gelecek.

Tevatürü biz, aklen ve âdeten yalan söylemesi, yalan üzerine birleþmesi düþünülemeyecek sayýdaki kalabalýklarýn birbirine nakli sûretiyle bize kadar gelmiþ rivayet þeklinde tanýmlýyoruz. Hemen bir parantez açayým. Biz burada lafzî bir tevâtürden bahsetmiyoruz nüzûl-i Ýsâ baðlamýnda. Bu, demin arz ettiðim müþterek nokta dolayýsýyla manevî tevâtürdür.

Akýl bize þunu söyler mi: Otuz tane sahâbî bir araya gelip yalan uydurabilir? Akýl bunu söyler mi bize? Belki bir sahâbî, iki sahâbî, üç sahâbî olsa bunlarýn yanýlma ihtimâlinden söz edebiliriz. Hata yapma ihtimalinden söz edebiliriz; ama otuz tane olunca ve bu otuzu da farklý baðlamlarda “nüzûl-i Ýsâ” diye bir olaydan bahsedince, en azýndan bu müþterek noktada bir yanýlmadan, bir yalandan, bir unutmadan, bir hatadan söz edilemeyeceðini söylememiz lâzým.

Adeten de Sahabe’den otuz kiþinin, hatta 20, 10 veya daha az sayýda kiþinin yalan, ya da hata üzerinde söz birliði ettiði görülmüþ müdür? Bunun bir örneði var mýdýr?

Hem akýl, hem de adet merkezli bu izah tarzýný alýn, Tabiun halkasýna uygulayýn. Bu halkada sayý daha da arttýðý için, daha büyük bir “hayýr” cevabýyla karþýlaþýrsýnýz. Derken Tebe-i tabiîn ve diðer halkalar… Tevatürün hasýl ettiði itmi’nan ve yakin büyüyor, yalan/hata üzerinde birleþme, söz birliði etme ihtimali ise sýfýrýn da altýna düþüp, adeta eksilerde seyrediyler… Üstelik bunun yanýnda aksini gösteren bir tek rivâyet yok. Ýhtimalli, tearuz þeklinde bile aykýrý bir rivâyet yok.

Öte yandan, malumdur ki, hâkim kültür, egemen kültür, belirleyen kültür, baskýn kültür her yerde kendi deðerlerini dayatýr. Bu her yerde böyledir. Günümüzde de böyledir. Tarihte de böyledir. Kendisini, kendi deðerlerini dayatýr. Dayatýr derken maðlubiyet psikolojisi içinde olanlar, maðlup olanlar, maðlup milletler, kültürler, kavimler daima diðerlerine aþaðýdan bakarlar. Empoze eden gâliplerdir. Etkileme konumunda olan, þansýnda olan, avantajýnda olan daima galiplerdir. Þimdi Ýslâm’ýn ilk asýrlarýna bakýyoruz. Tedvin dönemi ve daha sonrasýna; ama bizim için önemli olan tedvin dönemidir. Ýslam’ýn ilk asýrlarýndan tedvin dönemine kadar yukarýdan bakan kültür kim? Müslümanlar. Fetheden, cizyeye baðlayan kim? Müslümanlar. Belirleyen kim? Müslümanlar. Böyle bir durumda Ýslam kültürüne bu kadar sayýda rivâyetin Ehl-i Kitap tarafýndan sokuþturuluverdiðini düþünmek aklî midir? Deðildir. Yani bu ne aklen mümkün, ne âdeten mümkün. Âdeten mümkün deðil, zira maðlup kültürün galip kültüre bir þey dayatmasý, bir þey empoze etmesi, bir þey zerketmesi âdeten görülmüþ bir þey deðil.

Bunu neden söyledim. “Bu rivâyetler Ýsrâiliyâttýr.” tarzýnda bir iddia var. Özellikle günümüzde tartýþýlan nüzûl-i Ýsâ baðlamýnda çok sýk gündeme gelen bir iddia. Allah aþkýna bir iddiayý söylediðinizde altýnda kalmamak için, inandýrýcý olmak için bunun gerekçelerini, bunun ikna edici gerekçelerini de söyleyin. Yani ben size desem ki bu rivayetleri kim hangi gerekçelerle kabul etti Ýslam kültürüne? Hiristiyanlar’la aramýzdaki iliþkilere, uygulamaya bakýn. Onlardan cizye almak, onlarý ikinci sýnýf görmek… Diðer Ehl-i Kitap için de bu böyle. Yani cizye alýyorsunuz ve uygulamalar onu gösteriyor ki cizye aldýðýnýz zaman siz gidip almayacaksýnýz. Oturacaksýnýz o getirip verecek. Bu tarz uygulamalar dahi var. Þurût-i Omeriyye diye literatüre geçmiþ uygulamalara bakýyorsunuz. Kiliselerin görünen yerlerine haç asamazsýnýz. Yeni kilise binasý yapamazsýnýz. Sokaklarda haç taþýyamazsýnýz. Bayramlarýnýzý sokaklara taþýyamazsýnýz. Bunun gibi böyle lokalize eden, belirli bir yerde tutan bir anlayýþ, bir uygulama söz konusu. Böyle bir uygulama esnasýnda Ehl-i Kitap uyduracak, Müslüman kabul edecek, bunu hadis kitabýna yazacak, bilahare akaid kitabýna geçecek. Bu, imkânsýzdan da imkânsýz bir þey.

Muhammed Aydemir:

Hocam bu arada Hz. Ömer’in bundan çok daha basit durumlar karþýsýnda bile takýndýðý o sert tutumu hatýrlýyorum. Sözgelimi o muharref kitaplarý okuyanlarý cezalandýrmasý meselesi. Bu rivâyetler Ýslam kültürüne sokuþturulmuþtur diyenler bir anlamda sahâbeye de hakaret etmiþ olmuyorlar mý?


Ebubekir Sifil Hoca:


Bu noktaya gelecektik zaten. Bu rivâyetlerin uydurularak Ýslam kültürüne sokuþturulduðunu söyleyenler farkýnda olmadan þunu söylüyorlar: Tedvin dönemine kadar yaþamýþ, Ýslâm toplumu içinde yaþamýþ gayr-i Müslimler, zahiren Müslüman olmuþ gibi görünüyor bunlar, Ka‘b el-Ahbâr’dýr… Vehb b. Münebbih’tir… Abdullah b. Selâm (radýyallâhu anh)týr. Ehl-i kitâp iken bilahare Ýslâm’a dönmüþ, Ehl-i Kitap kültürüne vâkýf, bilgin insanlar, âlim þahsiyetler. “Bunlar Ýslâm kültürüne bu türlü rivâyetleri sokuþturdular.” Peki ale’t-tenezzül bunu da kabul ettiðimizi düþünelim. Diyelim ki bütün bu imkânsýzlar, olmazlar arasýnda bir þekilde oldu ve nüzûl-i îsâ rivâyetleri geldi bizim rivâyet kitaplarýmýza girdi, oradan da akâid kitaplarýmýza girdi. Peki bu rivâyet kitabý, bu rivâyetler ne diyor bize? “Ýsâ kýyamete yakýn inecek, haçý kýracak, domuzu öldürecek ve vad-ý cizye yapacak” diyor. “Hristiyanlarla diyalog kuracak, Yahûdîleri benimsetecek, Ýslâm ümmetiyle onlarý bir potada eritecek” demiyor. “حَكَََماً مُقْسِطاً” inecek, Ehl-i Kitap’la aramýzdaki problemleri âdil bir hakem olarak çözecek|; ya vad-ý cizye yapacak, ya savaþacak.

Buradaki vaz-ý cizyeyi ulemâ iki türlü anlamýþ: Bir: cizyeyi kaldýrýp kenara koyacak, cizye uygulamasýný kaldýracak. Böyle dediðimiz zaman olayý þöyle anlamamýz lâzým: Ehl-i Kitap’la, kendisine iman etmeyenlerle savaþacak; öyle bir aþama olacak ki hayatta kalanlar ya ona inanacak ya da savaþýp ölecek, cizye uygulanacak kimse kalmayacak. Öyle bir Ehl-i Kitap olmayacak. Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)a iman etmemiþ, tâbi olmamýþ ve kurtuluþu cizye vermeye baðlý olan bir kitle kalmayacak. Yani “vaz-ý cizye”yi “raf‘-i cizye” olarak anlarsak –ki bu anlama da geliyor. Kâdî ‘Ýyâd buna iþâret ediyor– hadise böyle anlaþýlýr.

Peki bu ifadeyi, “cizyeyi koymak” olarak anlarsak? O zaman diyeceðiz ki, Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) ile Ehl-i Kitap, Yahûdîler veya ona iman etmeyen Hristiyanlar savaþacak ve Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) onlara cizye diye bir vergi koyacak.

Þimdi az önceki âyet-i kerîmeler üzerinde dururken söylediklerimiz buradaki birinci ihtimâli tekit ediyor. Buradaki “vaz-ý cizye”den kasýt, Ýslâm ulemâsýnýn bir çoðunun hilâfýna “ref‘-i cizye”dir. Çünkü

“وإن من أهل الكتال إلا ليؤمنن به قبل موته”

yi nasýl anladýk biz? Þöyle: Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) kýyamete yakýn gelecek, savaþtýðýyla savaþacak, öldürdüðünü öldürecek, kalan Ehl-i Kitap iman edecek.” Böyle anladýk. Dolayýsýyla “cizye vergisine muhatap Ehl-i Kitap” diye bir kategori kalmayacak. Þu halde “vaz-ý cizye”yi “ref‘-i cizye” olarak anlamamýz lazým bu âyet-i kerime doðrultusunda.

Þimdi Ehl-i Kitab’ýn bizim kültürümüze, kitaplarýmýza sözümona sokuþturduðuna bakýn!. Bu Ehl-i Kitap –çok özür dilerim ama– aptal mý? Nüzûl-i Ýsâ diye bir itikat sokacak bize ve diyecek ki: “Ýsâ gelecek, sizin safýnýzda yer alacak, bize karþý savaþacak, biz hepimiz sizin istediðiniz gibi iman edeceðiz.” Yani bir insan bir þey söylerken, bir iddiada bulunurken, bir tez ileri sürerken bunun gerekçelerini, melhuz/muhtemel sorularýný tasavvur edip ona göre de bir cevap hazýrlamasý lâzým. Nereden bakarsanýz bakýn bu rivâyetlerin uydurulduðunu, sokuþturulduðunu falan söyleyen insanlarýn ya aptallýðý ya da hinliði çýkýyor ortaya. Konuyla ilgili kafa yormamýþ, sýradan insan, sokaktaki insan için bu rivâyetlerin uydurulmuþ olma ihtimali hep gündemdedir ya! Her meseleyle, her vesileyle ilgili olarak gündeme getirilir ya! Bu da o baðlamda oluþturulan bilinç bulanýklýðýndan istifadeyle “acaba maya tutar mý” kabîlinden bir çaba.

Talha Hakan Alp:

Hocam sözlerinizin baþýnda dikkat çektiðiniz bir husus vardý. Çok ilginçti ayný zamanda çok önemli bir argümandý. Yani böyle bir inancýn bize Ehl-i Kitaptan geçmiþ olabileceði iddiasý o tespitiniz sayesinde çürümüþ oluyor. Gerçekten de öyle… Bende de çaðrýþýmlar oldu. Eðer bu, Ehl-i Kitaptan bize intikâl etmiþ olsaydý ehl-i kitâbýn Ýslâm itikadýna sýðmayan, tevhide aykýrý bir çok inancý vardý. Ýsâ Mesih’in Allah gibi kabul edilmesi veya Allah’ýn oðlu kabul edilmesi, Yahudilerin Uzeyr’i Allah’ýn oðlu kabul etmesi gibi ehl-i kitabýn bâtýl inançlarý, yanlýþ inançlarý Kur’ân-ý Kerim’de þiddetle reddediliyor. Hz. Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) þiddetle reddediyor. Sadece itikadî konularda deðil; amelî konularda da Hz. Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) mümkün mertebe ehl-i kitâb’a muhâlefet tarzýný benimsiyor. Hal böyleyken, eðer ehl-i kitab da buna inanmýþ olsaydý –ki öyle inanýyorlar– Hz. Ýsâ’nýn kýyamete yakýn döneceði itikadý yanlýþ olsaydý Hz. Peygamber Efendimiz ve âyetler bunu reddederdi. Bunun reddedilmemiþ olmasý da –sizin de ifade ettiðiniz üzere– gösteriyor ki Hz. Ýsâ’nýn nüzûlü meselesi sabittir, hak olan bir inanç ilkesidir.

Hocam demek ki hadisenin hadislerle alâkadar tarafý da böyle. Yani “haber-i vahiddir, mütevâtir deðildir veya bunlar Ehl-i Kitap tarafýndan Ýslam kültürüne sýzdýrýlmýþtýr, isrâiliyattýr” vb. sözler aslýnda bedeli ödenmemiþ, altý doldurulmamýþ birer yaygara. Zaten önümde de Enver Þah Keþmîrî’nin “et-Tasrîh bimâ Tevâtera fî Nuzûli’l-Mesîh” isimli eseri var. Burada sizin da bahsettiðiniz gibi Hz. Ýsâ’nýn nüzûlü ile ilgili hadîslerin mütevâtir olduðunu bizzat ispatlýyor. Onlarca rivâyet veriyor.

Ebubekir Sifil Hoca:

Burada bir iki noktanýn üzerinde duralým isterseniz. Birincisi, bu rivâyetlerin tevâtürü meselesi. Ýkincisi de bu rivâyetler arasýnda mevcut olduðu söylenen çeliþkiler.

Tevâtür meselesinde özellikle Usûl-i fýkýh ulemâsýnýn tarifini esas alarak –ki bilâhare usûl-i hadis ulemâsý da bu tarife gelmiþ– “Yalan üzerine ittifaký söz konusu olmayan râvilerin, kitlelerin birbirlerine aktarmalarý sûretiyle bize kadar gelmiþ rivâyetler”e mütevâtir diyoruz. Peki, bu yalan üzere ittifak etmesi mümkün olmayan, sözbirliði etmesi mümkün olmayan insanlarýn sayýsý kaçtýr? 5 midir? 10 mudur? 50 midir? 100 müdür? 500 müdür? Kitaplarda bu konularda bazý rakamlarýn zikredildiðini görüyoruz. Ama el-Leknevî merhumun tahkik ettiði gibi –galiba, Allahu a‘lem doðrusu o ki– bizde bilgi hâsýl eden, ilim hâsýl eden itmi’nân hâsýl eden her rivayet mütevâtirdir. Tevâtürde esas olan nedir? Kiþide ilim hâsýl etmesidir. Biz bu kadar sayýda bir kalabalýðý bir þart olarak neden gündeme getiriyoruz? Bizde herhangi bir þüpheye, tereddüde, kuþkuya mahal býrakmayacak kesin bilgi hâsýl etsin diye.

O halde sonuçtan sebebe gidersek, bizde kesin bilgi hâsýl etmiþ/eden her rivâyet mütevâtirdir. Bu, kitlesel rivâyet yoluyla da gelmiþ olabilir, 10 kiþi yoluyla da gelmiþ olabilir. Ya da daha az sayýda insan kanalýyla da gelmiþ olabilir. Bizde bilgi hâsýl ediyorsa o rivâyet mütevâtirdir.

Rivâyetler arasýndaki çeliþki meselesine gelince, iþte Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm) þuraya mý inecek buraya mý inecek? Ýndiðinde þu mu olacak bu mu olacak? Þu olayýn üstüne mi gelecek?… tarzýnda olaylarýn detaylarýna iliþkin, rivâyetlerde yer alan hususlar arasýnda bir çeliþki bence yok. Niye yok? Hz. Ýsâ (aleyhi’s-selâm)ýn ineceði yeri belirten rivâyetler arasýnda Mescid-i Aksa deniyor, Þam deniyor, Ürdün deniyor. Bunlar bir bölge isminin muhtelif parçalarýný ifade ediyor. Oranýn en genel adý esasen Þam bölgesidir. O bölge içerisinde bazen Þam’ýn doðu kýsmý diye ifade ediliyor. Bazen Ürdün diye ifade ediliyor. Bazen Mescid-i Aksâ diye ifade ediliyor. Bunlarý hakîkaten böyle coðrafî olarak gözümüzün önüne getirdiðimizde aslýnda ayný mýntýkanýn kastedildiðini görürüz.

Bu günkü coðrafi bölümlemeyi, taksimatý göz önünde bulundurursak yanýlýrýz. O dönemki taksimatý dikkate almamýz lazým. Þam bölgesi o dönem için Ýslâm fütûhâtýnýn yapýldýðý döneme bakýn, orada “ecnâdü’þ-þâm” diye bir ifade var. Þam bölgesinin ordugâh þehirlerini ifade eder. Mescid-i Aksâ da buradadýr ve bölgeye dâhildir. Bunlarýn her biri –bir yazýmda da belirtmiþtim– hacc görevi için Mekke’ye giden insan der ki “ben Hicaz’a gidiyorum.” Söylediði doðrudur. Hicaz’a gidiyordur. Hicaz’da Mekke’ye gidiyordur. Bu ikisi arasýnda bir çeliþki yoktur. Bu da bunun gibi bir þeydir.

Diðer meseleler, diðer detaylar arasýnda çeliþki olsa bile bizim bütün bu rivayetleri tevâtür vasfýyla tavsif etmemizin önünde engel teþkil etmez. Zira biz o detaylarla ilgilenmiyoruz. Hangi noktada? Tevâtür noktasýnda. O detaylarda râvîler yanýlmýþ olabilir. Raviler birbirinden eksik ya da fazla nakletmiþ olabilir. Biz burada o rivâyetlerin her birinde anlatýldýðý gibi gelecek, þöyle yapacak, böyle yapacak demiyoruz; tartýþma konusu, Hz. Ýsâ gelecek mi gelmeyecek mi? Önemli olan budur. Diðer detaylarda çeliþki olsa bile bunun tevâtüre bir zararý yoktur.

Talha Hakan Alp:

Talha Hakan Alp:

Þimdi hocam hadislerde meselenin izahý böyle. Nitekim bakýyoruz konuyla ilgili âyetler, daha sonra Hz. Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)ýn konuyla ilgili beyanlarý, mütevâtir derecesine varmýþ beyanlarý sahâbe döneminde, tâbiîn, tebe-i tâbiîn dönemlerinde ve günümüze kadar, bu modern Ýslam düþüncesinin ortalýðý velveleye verdiði, zihinlerde þüphe uyandýrmýþ olduðu son iki yüz yýllýk veya yüz elli yýllýk döneme kadar bu konuda hemen hemen bir icmâ var, bir ittifak var. Hemen her ehl-i sünnet itikâdýný anlatan eserde, Ýmâm-ý Azam’ýn kitabý el-Fýkhu’l-Ekber’den tutun da, yine Ýmâm-ý Azam’ýn, Hanefî mezhebinin itikâdî esaslarýný anlatan el-Akîdetü’t-Tahâviyye’den devam edin, daha sonra hicrî yedinci, sekizinci asýrlarda kaleme alýnmýþ gerek Mâtürîdî gerek Eþ‘arî Kelam kitaplarýna bakýn, itikad esaslarýndan olan kýyamet alâmetlerinden bahseden bölümlerde hemen her birinde Hz. Ýsâ’nýn nüzûlü de geçiyor.


Meselâ el-Fýkhu’l-Ekber’den ben özellikle iþaretledim, ifade aynen þu:

“و خبر المعراج حق فمن رده فهو ضال مبتدع وخروج الدجال و يأجوج و مأجوج وطلوع الشمس من مغربها ونزول عيسى عليه السلام من السماء حق”

Ýþte kýyâmet alametleri sadedinde Hz. Ýsâ’nýn gökten inmesine temas ediyor Ýmam-ý Azam Ebu Hanife el-Fýkhu’l-Ekber adlý kitabýnda.

Yine Ýmâm-ý Azamýn, talebeleri Ýmâm Ebû Yusuf ve Ýmam Muhammed Þeybânî’nin görüþlerini, itikâdi görüþlerini nakleden Ýmâm Tahâvî’nin el-Akîdetü’t-Tahâviyye’sinde ifade aynen þöyle:

“ونؤمن بأشراط الساعة من خروج الدجال ونزول عيسى بن مريم عليه السلام من السماء .”

“Biz kýyamet alâmetlerine inanýrýz. Bunlar nelerdir? Deccal’ýn çýkmasý, Hz. Ýsa’nýn gökten inmesi”.

Hatta günümüzde yazýlmýþ bir Kelâm kitabý olarak Þerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak’ýn birlikte yazdýðý bu kitapta da yine bir inanç esasý olarak kýyâmet alâmetleri sayýlýyor. Burada beþinci maddede Hz. Ýsa’nýn iniþi anlatýlýyor ve dipnotta da kaynaklarýna temas ediliyor. Yani baþlangýçtan modern dönemlere kadar, Hz. Ýsa’nýn nüzûlü konusu bir itikat esasý olarak Ýmâm-ý Azam’dan tutun da daha sonraki devirlere kadar benimsenmiþ kabul edi


radyobeyan