Modern Cagin Fetvacilari.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 14:47:34
MODERN ÇAÐIN FETVACILARI
EBUBEKÝR SÝFÝL
Þimdi artýk fetva verilirken delilin kuvvetine bakýlmýyor. Kimse söylediklerinin Kur’an’a, Sünnet’e, Ýcma’a ve Kýyas’a, dolayýsýyla Allah Tealâ’nýn rýzasýna uygun olup olmadýðýný dikkate almýyor, araþtýrmýyor. Dikkate alýnan tek bir husus var: Çaðdaþ deðer yargýlarýyla çeliþmemek…
Fetva vermek, fetva soran kiþiye, sorduðu meselenin dinî hükmünü bildirmek demektir. Hüküm doðrudan doðruya dine mal edildiði için fetva verme iþi son derece hassas ve risklidir.
Bu itibarla fetva ile hükme baðlanan, daha doðrusu hükmü karþý tarafa bildirilen mesele saðlam delillere dayalý olmalýdýr. Zira fetva veren kiþi, “Bu konuda Allah Tealâ’nýn razý olduðu hüküm budur.” demiþ olmaktadýr.
Fetva verme iþinin hassasiyeti, sadece ilgili kaynaklarýn ittifakla naklettiði bu keyfiyetten kaynaklanmamaktadýr. Yüce Rabbimiz’in þu ayetlerde beyan buyurduðu hükümleri “fetva vermek” olarak Yüce Zatý’na izafe ve isnad etmiþ olmasý, fetva iþinin ehemmiyetini ortaya koyan bir diðer önemli noktadýr.
“Kadýnlar hakkýnda senden fetva istiyorlar. De ki: Onlar hakkýnda fetvayý Allah veriyor…” (Nisa, 127)
“Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah kelâle (babasý ve çocuðu olmayan) hakkýnda þöyle fetva veriyor…” (Nisa, 176)
Ýslâm’ýn ilk mübellið ve mübeyyini (teblið edicisi ve açýklayýcýsý) sýfatýyla Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz de peygamberlik görevinin ayrýlmaz bir parçasý olmak üzere fetva verme iþini hem bizzat üstlenmiþ, hem de Sahabe’nin ileri gelenlerini bu konuda eðitmiþtir. Sahabe arasýndan 6 kiþinin, daha Efendimiz s.a.v. hayattayken fetva verdiðini biliyoruz. (Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlât, s.161-162 )
Bu kritik ve hassas görev Sahabe döneminden sonra da kesintisiz olarak sürmüþ, dinî ilimlerin hoca-talebe iliþkisi içinde öðrenilip aktarýlmasý suretiyle fetva vermeye ehil kimseler Rabbimiz’in inayet ve keremiyle hiçbir zaman eksik olmamýþtýr.
Fetva ve sorumluluk
Fetva vermek, din ve Allah adýna konuþmak olduðu için Selef-i Salihin’den pek çok kimsenin, yanlýþ bir fetva vererek hem kendilerini hem de fetva soran kimseyi vebal altýnda býrakmamaya azami dikkat gösterdiðini ve sýrf bu sebeple fetva vermekten sakýndýðýný görmek þaþýrtýcý deðildir.
Aþaðýda vereceðimiz örnekler, konu hakkýnda zikredilebilecek çok sayýda benzerleri içinden seçilmiþtir.
Sahabe ve Tabiûn’un tavrý
Sahabe’nin ilim ve dirayet bakýmýndan önde gelenlerinden olduðu herkesçe kabul edilen Hz. Ebu Bekr , Hz. Ömer, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit (cümlesinden Allah razý olsun), herhangi bir meselede hüküm vermeden önce Sahabe ile istiþare ederlerdi. (Bkz. Kadý Iyâd , Tertîbu’l - Medârik , 1/145; Muhammed Ahmed er- Râþidî, el-Misbâh fî Resmi’l - Müftî ve Menâhici’l - Ýftâ, 1/112)
Keza Sahabe’den Abdullah b. Ömer r.a. kendisinden fetva istendiði zaman nadiren fetva verir, çoðunlukla “Bu konuda bir þey bilmiyorum.” derdi. (Dârimî )
Tabiûn’dan Ebu’l - Minhâl, ticaretle ilgili bir mesele sormak üzere Sahabe’den Berâ b. Âzib r.a.’a gelmiþti. Berâ r.a. ona, “ Zeyd b. Erkam’a sor; o benden daha iyi bilir.” cevabýný verdi. Bunun üzerine Ebu’l - Minhâl , Zeyd b. Erkam’a gitti. Ancak ondan da “ Berâ b. Âzib’e git. O benden daha bilgilidir.” karþýlýðýný aldý…” (Müslim, Nesâî , Ahmed b. Hanbel )
Abdurrahman b. Ebî Leyla þöyle demiþtir: “Þu mescitte Ensar’dan 120 kiþiyle mülaki oldum. Onlardan her biri, bir hadis rivayet etmek veya fetva vermek durumunda kaldýðýnda, baþka bir kardeþinin kendi yerlerinde olmasýný arzu ederlerdi.” (Makâlât, 172)
Yine Tabiûn’dan Said b. el-Müseyyeb, hemen hiç fetva vermez, kendisine fetva sorulduðu zaman da soran kiþiyi kastederek, “Allahým! Beni (bu durumdan) ve onu benden kurtar.” derdi. (Beyhakî, el-Medhal, no: 824)
Daha sonraki imamlarýn tutumu
Ýmam Ebu Hanîfe’nin çaðdaþý, büyük Hadis alimi Þu’be b. Haccâc, “Herhangi bir mesele hakkýnda size bir þey sorulduðunda ne yapardýnýz?” diye sorulduðunda þöyle demiþtir: “Bizim zamanýmýzda bir kimseye bir soru sorulduðunda, arkadaþýna, ‘Sen fetva ver.’ diyerek soru soran kiþiyi ona yönlendirirdi. O öbürüne, o da diðerine… Böylece soru soran kiþi yine döner dolaþýr, soruyu ilk sorduðu kiþiye gelirdi.” ( Makâlât , 172)
Ýmam Mâlik’in hocasý Rebia’ya , hocasýnýn tavsiyesi þöyledir: “Ey Rebia ! Ýnsanlara fetva vermekten uzak dur! Eðer birisi sana fetva sormak üzere gelirse, onu içine düþtüðü durumdan kurtaracak fetvayý bulmak için deðil, sana sorduðu meseleden kurtulmak için gayret göster.” (el- Hatîbu’l - Baðdâdî, el-Fakîh ve’l - Müteffakkih, 2/169)
Hocasýnýn bu tavsiyesinden ömrü boyunca ayrýlmayan Rebia’ya, ölüm döþeðinde iken talebeleri þöyle sordular: “Bizler senden çok þey öðrendik. Sen aramýzdan ayrýlýp gittikten sonra bize fetva sormaya gelenler olacak. Hükmü sorulan mesele hakkýnda senden ve daha öncekilerden herhangi bir þey iþitip öðrenmemiþsek ve bizim vereceðimiz hükmün, o kiþinin kendisi için vereceði hükümden daha hayýrlý olacaðýný da biliyorsak, kendi hükmümüzü söyleyelim mi?” Rebia bu soruya üç kere üst üste “Hayýr!” dedikten sonra þöyle devam etti: “Cahil olarak ölmeniz, herhangi bir meselede ilminiz olmadan konuþmanýzdan daha hayýrlýdýr.” ( Ýbn Hacer, Tehzîbu’t - Tehzîb , 3/224)
Ýmam Malik’in tavrý da farklý deðildir. Biyografisini zikreden kaynaklarda onun fetva vermekten ne kadar sakýndýðýný ve kendisine sorulan pek çok soruyu, yanlýþ cevap vermenin mes’uliyetini düþünerek cevapsýz býraktýðýný gösteren pek çok olay anlatýlmýþtýr. Bir tanesini zikredelim:
Maðrib (Bugünkü Fas) tarafýnda bir yörede yaþayanlar, baþlarýna gelen bir olayýn hükmünü öðrenmesi için aralarýndan birisini görevlendirerek Medine’ye, Ýmam Malik’e gönderdiler. Adamcaðýz o günün þartlarýnda çileli bir yolculuk yaparak o kadar yolu katetti ve Medine’ye gelerek meseleyi Ýmam Malik’e arz etti. Ýmam’ýn cevabý þu oldu:
- Þimdiye kadar memleketimizde böyle bir olay yaþanmadý; hocalarýmýzdan da bu mesele hakkýnda konuþan olmadý. Sen þimdi git, daha sonra gel.
Ertesi gün oldu. Adam cevabý alýp gideceði düþüncesiyle yol hazýrlýðýný tamamlamýþ, yükünü hayvanýna yüklemiþti. Ýmam Malik’e geldi ve sorusunun cevabýný beklediðini söyledi. Ancak Ýmam:
- Sorduðun þeyin cevabýný bilmiyorum, diye karþýlýk verdi. Adam þaþýrmýþtý. Dedi ki:
- Ey Ebu Abdullah!* Geldiðim yerde, yeryüzünde senden daha alim kimse olmadýðýný söylüyorlar.
Ýmam Malik gayet kendinden emin ve sakin bir tavýrla:
- Gittiðin zaman onlara benim bu iþin altýndan kalkamadýðýmý söyle, dedi. (Tertîbu’l - Medârik, 1/ 145-146)
Burada akla þöyle bir soru gelebilir: Eðer Selef-i Salihin’in fetva vermekten bu derece sakýndýðý doðru ise, onlardan nakledilen bu devasa ilmî birikim nasýl oluþmuþtur? Üstelik, mesela Hanefî mezhebinde vuku bulmamýþ meseleler ortaya atýlýr ve nazarî/takdirî olarak tartýþýlýrdý. Bu durum yukarýdaki nakillerle çeliþmez mi?
Bu sorunun cevabýný Ýmam Ebu Hanîfe’den nakledelim. Þöyle diyor büyük Ýmam:
“Eðer ilmin kaybolmasýna yardým eden kiþi durumuna düþmekten ve bunun için Allah’ýn bana azap edeceðinden korkmasaydým, asla fetva vermezdim. Soru soranlarýn iþi kolaylaþýyor (fetva alýp iþlerini çözüme kavuþturmuþ oluyorlar), sýkýntý ise bize kalýyor.” (el- Fakîh ve’l - Mütefakkih , 2/168)
Modern çað ve fetva
Daha fazla örnek zikretmek mümkün ise de, zikrettiklerimizin þu noktayý aydýnlýða kavuþturduðunu söyleyebiliriz: Selef-i Salihin’den , adý “ re’y ehli”ne** çýkmýþ olanlar dahi fetva verirken daima Allah korkusuyla hareket etmiþler, delilsiz-dayanaksýz hüküm vermekten son derece sakýnmýþlardýr. Onlarýn her konuda olduðu gibi fetva verme konusunda da birinci derecede gözettikleri husus Allah rýzasý ve ahiret endiþesi idi.
Selef’in fetva vermenin aðýr sorumluluðuna bu hassasiyetle yaptýðý vurguya mukabil, günümüzde hasbelkader konuþma/yazma mevkiinde bulunanlarýn, muhatap olduklarý herhangi bir soruya “bilmiyorum” diye mukabele ettiklerini görmek hemen hemen imkansýzdýr!
Bu tavýr farklýlýðýnýn temel sebebi, günümüz dünyasýna hakim olan seküler anlayýþýn, din ve ilim telakkimizi de etkisi altýna almýþ olmasýdýr. Selef, ilmi Allah rýzasý için öðrenirken, modernleþmiþ müslüman ilim tahsilinde birinci önceliði “toplumun problemlerini çözme” hedefine tahsis ediyor. Temel kýrýlma da iþte tam bu noktada yaþanýyor.
Elbette olup biten sadece bu deðil. Seküler tavrýn en temel özelliði olan “dünya hayatýný mutlaklaþtýrma” anlayýþý içinde, modernleþmiþ müslüman fetvacý, “her þey gibi din de insan içindir” düsturuyla hareket ediyor ve dinin modern çaðýn deðer yargýlarýyla uyumsuzluk gösteren hükümlerini bir bir askýya alýyor.
Sapanlar ve saptýranlar
Efendimiz s.a.v.’in nübüvvet nuruyla görerek ümmetini yüzyýllar öncesinden uyardýðý büyük tehlike ne yazýk ki günümüzde fiilen yaþanmaya baþlamýþ bulunuyor. Ne buyurmuþtu Efendimiz:
“Yüce Allah, ilmi, insanlardan söküp almak suretiyle kabzetmez. Ancak alimleri almak suretiyle ilmi kabzeder. Alim kalmayýnca da insanlar cahilleri rehber kabul eder ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da bilgisizce fetva verir; hem kendileri sapar, hem de halký saptýrýrlar.” (Buharî, Müslim, Tirmizî, Ýbn Mâce, Ahmed b. Hanbel…)
Hadis metninde açýklanmayan, ancak satýr aralarýndan anlaþýlan bir husus var: Halk tarafýndan rehber kabul edilen cahillerin, kendilerini rehber kabul eden halktan farklý bir özelliði olmalýdýr. Yoksa belli kimselerin rehber kabul edilmesinin bir anlamý olmazdý. Burada anýlan kimseler acaba hangi özellikleriyle “cahil” sayýlmýþ ve hangi özellikleriyle halk tarafýndan rehber kabul edilmiþ olabilir?
Bu sorunun cevabý -Allahu a’lem- þudur: Bunlar, din ve dinî ilimler konusunda yeterli birikim ve vukufiyeti olmayan kimselerdir. Bununla birlikte halk tarafýndan rehber kabul edilmeye yetecek bir özellikleri vardýr. Ýþte o özellik, dini çaðýn deðerlerine uydurmadaki yetenek ve baþarýlarý olmalýdýr. Günümüz fetvacýlarýna ve verdikleri “ibretâmiz ” fetvalara bakýldýðýnda bu husus bariz bir þekilde fark ediliyor.
Þimdi artýk fetva verilirken delilin kuvvetine bakýlmýyor. Kimse söylediklerinin Kur’an’a , Sünnet’e, Ýcma’a ve Kýyas’a, dolayýsýyla Allah Tealâ’nýn rýzasýna uygun olup olmadýðýný dikkate almýyor, araþtýrmýyor. Dikkate alýnan tek bir husus var: Çaðdaþ deðer yargýlarýyla çeliþmemek…
Kadýn imam, tavuktan kurban ve saire…
Kadýnýn imamlýðý meselesindeki dinî hükmün, modern/ seküler dünyanýn temel ilkelerinden biri olan “kadýn-erkek eþitliði” ile baðdaþmadýðý gerekçesiyle “topa tutulmasý”, zikredilebilecek örneklerden biridir.
Dikkat edilecek olursa, bazý modern fetvacýlar tarafýndan bu meselede verilen fetvanýn tek bir dayanaðý vardýr: Kadýn-erkek eþitliði! Bunun dýþýnda zikredilenler “dolgu malzemesi” olmaktan öte özelliði bulunmayan þeylerdir.
Bir diðer modern fetvada da ayný durumu görüyoruz: Tavuktan kurban! Kurban ibadetini “kan akýtmak”tan ibaret gören ve bir ibadetin edasý ve sýhhati için hangi þartlar gerektiði konusu ile ilgilenmeyen anlayýþ için elbette tavuktan kurban olur. Ancak bu “kurban” makbul olur mu? Doðrusu modern fetvacý için bu nokta çok da önemli deðildir. Zira o, bu çýkýþýyla dinin modernizasyonu yolunda bir adým daha atmýþ, bir ibadeti daha “tartýþýlabilir” kategorisine sokmayý baþarmýþtýr.
Bir baþkasý kadýnýn özel hallerinde namaz kýlýp oruç tutabileceðini ya da namazda Kur’an yerine Türkçe meal okunabileceðini, hatta bunlarýn birer “hak” olduðunu söyleyerek reytinglere tavan yaptýrmýþtýr. Öyle ya, kimin haddine düþmüþ modern insaný bir ibadeti yapma hak ve özgürlüðünden men etmek ?!..
Kaybedilen hakikat
Bütün bunlar dinin Allah’ýn emri ve Peygamber’in irþadý doðrultusunda yaþanmasý gerektiði gerçeðini göz ardý etmeden elbette yapýlamaz. Her þeyin merkezinde bulunmasý gereken “din”i oradan çýkarýp yerine “modern deðer yargýlarýný” koyarsanýz, her þey insan için olur. Dolayýsýyla insan dine göre deðil, din insana göre deðerlendirilir, þekillendirilir ve modern deðer yargýlarýna aykýrýlýk gösteren dinî hükümler bir bir iptal edilir.
Bunun bizi götüreceði yer neresidir?
Bu sorunun cevabýný bulmada Hz. Ali r.a.’ýn þu ölümsüz tesbiti bize yol gösterici olacaktýr:
“Ýnsanlarýn, dünya iþlerini yoluna koymak amacýyla dinlerinden terk ettikleri her husus için, Allah onlarýn baþýna, düzeltmek istedikleri o iþten daha zararlýsýný getirir.” (Makâlât, 115)
Huzuruna girdiðinde kendisine “Ne ahvaldesiniz?” diye soran Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansûr’a hitaben:
“Dünyayý yamamak için parçalarýz dini biz,
Sonra ne din kalýr elde, ne yama diktiðimiz.”
diyen Ýbrahim b. Edhem k.s ., bugünleri görseydi ne derdi acaba?!
(*) Ýmam Malik’in künyesidir.
(**) Fýkýh ve Usul-i Fýkýh kaynaklarýnda çokça geçen “ re’y” kelimesi, ayet ve hadisleri hakkýyla anlamak, muhteva ve delaletlerini kavramak maksadýyla üzerinde fikir yürütmek, kýyas yapmak gibi anlamlara gelir. Hanefî mezhebi imamlarý bu meziyet ile temeyyüz ettiði için “ehl-i re’y” tabiri genellikle onlar hakkýnda kullanýlýr.
Kaynak: SEMERKAND DERGÝSÝ
radyobeyan