Mezhepsizlik Nicin Dinsizligin Koprusu''dur_? By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 14:43:11
MEZHEPSÝZLÝK NÝÇÝN “DÝNSÝZLÝÐÝN KÖPRÜSÜ”DÜR?
EBUBEKÝR SÝFÝL
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bilindiði gibi “Mezhepsizlik Dinsizliðin Köprüsüdür” sözü, yirminci yüzyýlýn yetiþtirdiði en büyük alimlerden ve son Osmanlý Þeyhülislam vekillerinden biri olan merhum Muhammed Zâhid el-Kevserî’ye aittir ve merhumun “Makâlât” adlý eserinde yer alan makalelerden birisinin baþlýðýdýr.[1] Bu hikmetli söz, bahse konu makale neþredildikten sonra adeta darb-ý mesel haline gelmiþ ve dilden dile yayýlmýþtýr.
Bu yazýda, bu sözün ne anlama geldiði ve Ýslam Dünyasý’nýn yaþadýðý ilmî ve fikrî tecrübeye ne ölçüde denk düþtüðü gibi hususlarý irdelemeye çalýþacaðýz.
Öncelikle bu þaklýkta geçen iki kavramýn, “mezhepsizlik” ve “dinsizlik” kavramlarýnýn nasýl anlaþýlmasý gerektiði üzerinde duralým.
Buradaki “mezhepsizlik”, hem hiçbir mezhebi tanýmamayý, hem de klasik tabiriyle “telfik”i, yani mezheplerin hükümleri arasýndan bir derleme ve seçme yaparak karma bir mezhep oluþturmayý anlatmaktadýr. Zira her birinin ayrý bir usul ve metodu olan mezheplerden hiçbirisini tanýmamakla, aralarýndaki ihtilaflarý ve bunlarýn sebeplerini görmezden gelerek bu metot ve usuller doðrultusunda konmuþ olan hükümleri birleþtirme giriþimi arasýnda netice olarak hiçbir fark yoktur. Çünkü son tahlilde her iki davranýþ þekli de, belli bir metodu iltizam etmeme noktasýnda buluþmaktadýr.
Baþlýktaki cümlede yer alan “dinsizlik” ise, hiçbir dini tanýmamaktan ziyade, dinler arasýnda herhangi bir fark gözetmemek ve muhtelif dinlere mensup insanlarý ayný kategoride deðerlendirmek anlamýna gelmektedir.
Bilindiði gibi Ýslam Dünyasý’nda baþgösteren –ve genellikle Cemaleddin Efganî ile baþlatýlan– “yenilikçi” hareketin en önemli taleplerinden birisi ve belki de birincisi, Müçtehit Ýmamlar’ýn içtihatlarýnýn artýk eskidiði, miadýný doldurduðu ve bugünün meselelerine çözüm getirmekten uzak kaldýðý gerekçesiyle yeni içtihatlar yapýlmasýdýr. Ýslam Hukuku’nun (Fýkýh) modernize edilmesi ve çaða uydurulmasý için, içtihat mekanizmasýnýn temel unsurlarý ve belirleyicileri olan Kitap, Sünnet, Ýcma ve Kýyas’ýn yeniden gözden geçirilmesi ve akýlcý bir bakýþ açýsýyla yeni yorumlara ve fonksiyonlara kavuþturulmasý þeklinde baþlayan bu hareket, geçen zaman içinde muhtelif veçhelere büründü ve farklý yöneliþlere teþne oldu.
Her ne kadar yenilikçilerin muhtelif konularda birbiriyle baðdaþmayan çeþitli görüþleri ve bu görüþler etrafýnda –taraftarlarý ve karþýtlarý arasýnda– cereyan eden tartýþmalar konumuzla yakýndan iliþkili ise de, bu yazýnýn amacý bu ayrýntýya girmek olmadýðýndan, burada sadece yukarýdaki kuþbakýþý tesbite þu noktayý eklemekle yetineceðiz: Az önce “yenilikçi hareket” þeklinde ifade ettiðimiz reformist/modernist yaklaþýmýn talepleri ve teklifleri elbette Fýkýh ve Ýçtihat sahalarýna münhasýr deðildi. Bu hareketin boyutlarýnýn kaçýnýlmaz olarak Akait alanýna da uzandýðýný müþahede etmekteyiz.
Nitekim Cemaleddin Efgânî’den baþlayarak Fazlur Rahman’a ve oradan da günümüz Türkiye’sindeki bazý isimlere uzanan “Ýbrahimî dinlerin diyaloðu” söylemi, (kimi zaman bu dinlerin esasta bir olduðu, kimi zaman da Ehl-i Kitab’ýn da cennete gideceði þeklindeki iddialarla) reformist/modernist çevrelerin üzerinde ýsrarla durduklarý bir tez olarak canlýlýðýný muhafaza etmektedir.[2]
Her ne kadar meselenin bu boyutu konumuz ile yakýndan iliþkili deðilmiþ gibi görünse de, bu yazýnýn baþlýðý, bu boyutu da ilgi alanýmýz içine sokmaktadýr. Zaten aþaðýda izleyeceðimiz 4 merhalenin sonuncusu üzerinde dururken bu nokta kendiliðinden tebellür edecektir…
Evet, reformist/modernist çevrelerin talepleri “yeni içtihatlar yapýlmalýdýr” söylemiyle, aslýnda “eski” içtihatlarýn Kur’an, Sünnet, Ýcma ve Kýyas hakkýndaki deðerlendirmelerinin geçersizliðini dile getirmiþ oluyordu. Peki bu 4 asl hakkýnda reformist/modernist çevrelerin yaklaþýmý genel olarak nasýldýr?
Bu sorunun cevabýný, söz konusu 4 aslýn sonuncusundan baþlayarak verecek olursak:[3]
1- Kýyas: Kýyas, nasslardaki hükmün dayandýðý illetin tesbitine dayanan bir faaliyettir.[4] Dolayýsýyla tabiatý gereði, ahkâma iliþkin nasslarýn tek tek ele alýnmasý ve hükme temel yapýlmasý esasýna dayanýr.[5]
Oysa nasslarýn tümünün bir arada deðerlendirilmesi (tümevarým) yoluyla mesajý özü/ruhu yakalanarak buradan bütünlük arzeden bir metodoloji geliþtirilmeli ve çözüm bekleyen meselelere bu metodoloji esas alýnarak cevap verilmelidir.
Reformist/modernist çevreler, bu yaklaþýmlarýna, Malikî mezhebinde tali (ikincil) bir delil olan “maslahat” unsurundan ve özellikle Endülüs’lü Malikî fakihi eþ-Þâtýbî’nin bu unsur hakkýndaki deðerlendirmelerinden de destek aramayý ihmal etmediler.
Çerçevesi þu ana kadar net olarak çizilememiþ olan “Kur’an’ýn ruhu” söylemi ve maslahat prensibinin –belirleyicilik alaný Malikî mezhebinin yaklaþýmýný çok daha fazla aþacak þekilde[6]– devreye sokulmasý sonucu Kýyas prensibi devre dýþý býrakýlmýþ oluyordu.
2- Ýcma: Sahabe’nin ileri gelenleri tarafýndan iþletilmeye baþlanmýþ bulunan Ýcma prensibi, fer’î bir mesele hakkýnda bir dönemde yaþayan bütün müçtehit imamlarýn içtihatlarýnýn ayný doðrultuda oluþmasý demektir. Tafsilatýný yine Usul-i Fýkýh kitaplarýna havale edeceðimizbu prensip de reformist/modernist çevreler tarafýndan aþýndýrýlmaya çalýþýlmýþtýr. Ýcma’ýn vukuunun mümkün olmadýðý; hakkýnda icma bulunduðu söylenen meseleler hakkýnda, iyi araþtýrýldýðýnda aslýnda ihtilaf bulunduðu, tarihin bir döneminde meydana gelmiþ bir icmaýn, baþka bir dönemde aynen kabul edilmesinin, insan akylýnýn dondurulmasý demek olacaðýndan, böyle birþeyin kabul edilemeyeceði gibi bir çok gerekçeye dayandýrýlan Ýcma itirazlarý, Ýmam eþ-Þâfi’î’nin konu hakkýndaki bazý deðerlendirmeleri de istismar edilmek suretiyle[7]
Oysa Ýcma, fer’î bir hüküm hakkýndaki bir nassa dayanýyorsa, o nassýn bildirdiði hükmü zannî olmaktan çýkarýp kat’î kýlmasý ve Ýslam Hukuku alanýnda derin vukufiyet sahibi Müçtehit Ýmamlar’ýn konsensüsü olmasý bakýmýndan Ýlahî Ýrade’nin tesbitinde elbette belli bir fonksiyon icra etmektedir.
Üstelik reformist/modernist çevreler, Ýcma hakkýndaki deðerlendirmelerinde yukarýda söylediðimiz noktada da durmadýlar. Birtakým hadislerde geçen “ümmet” kelimesinin, Ümmet-i Davet dediðimiz gayri müslimler ile Ümmet-i Ýcabet dediðimiz müslümanlar arasýnda herhangi bir ayrým yapmadan tümünü, yani bütün insanlarý kapsadýðýný ileri sürerek, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetinin bütün insanlýk olduðunu söylediler.[8]
Bizzat Allah Teala’nýn Kitabý’nda ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sünneti’nde en keskin hatlarla çizilmiþ olan iman-küfür sýnýrý, reformist/modernist çevreler tarafýndan böylece ortadan kaldýrýlmýþ ve bunun yerine, özellikle masonik çevrelerin dillendirdikleri “insanlýk dini”, “tüm insanlarýn kardeþliði” sloganlarý, Ýslamî kýlýflara büründürülerek yeniden ifade edilmiþ oluyordu.
3- Sünnet: Mezhep Ýmamlarý’nýn içtihatlarýnýn büyük bir kýsmýnýn Sünnet’e dayanýyor olmasý ve Sünnet’in ve hadislerin birçok noktada rasyonel bakýþ açýsýna aykýrýlýklar arz ettiðinin kabul edilmesi, temelde akýlcýlýða (rasyonalizm) dayanan reformist/modernist hareketi, Sünnet’i ve hadisleri de “sorgulamaya” itmiþtir. Tabiatiyle modern akla ve bugünkü bilimsel verilere uymadýðý kabul edilen birçok hadis, bu bakýþ açýsý tarafýndan “uydurma” olarak kabul edildi.
Bu yaklaþýmý desteklemek için, sadece Kur’an’ýn ilahî garanti altýnda olduðu ve Sünnet için böyle bir garantiden söz edilemeyeceði temel bir tez olarak ýsrarla iþlendi. Zira iþin içine beþer unsuru girdiði anda þüpheci davranmak “bilimsel” davranýþýn bir gereði idi. Geçmiþ alimler tarafýndan sahih olarak kabul edilmiþ olsa da, pek çok hadis, reformist/modernist çevreler tarafýndan “uydurma” olarak damgalandý. Böylece Sünnet’in büyük bir kýsmýndan kurtulma imkâný doðmuþ oluyordu.
Burada, alimlerin (buradaki “alimler”den kastýmýz, özellikle Fýkýh ve Usûl-i Fýkýh alimleridir), mütevatir ve meþhur kategorisine girmeyen hadisleri “ahad hadis” (veya “haber-i vâhid”) olarak deðerlendirmeleri ve bu tür hadislerin ilim bildirmeyeceðini söylemeleri de, reformist/modernist çevreler tarafýndan iddialarýný destekleyici bir unsur olarak kullanýldý.
Burada üzerinde durulmasý gereken bir diðer nokta da, “Kur’an’a aykýrý hadis olamayacaðý” söylemidir. Bu söyleme göre eðer herhangi bir hadis –isterse eski alimler tarafýndan mütevatir olduðu söylenmiþ olsun– Kur’an’a aykýrýlýk teþkil ediyorsa, onun sahih olarak kabul edilmesi söz konusu olamaz.
Oysa Kur’an’a aykýrý görüldüðü gerekçesiyle uydurma olduðu söylenen hadisler hakkýnda, meseleyi bütün veçheleriyle araþtýrmadan verilen bu hükümler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sünneti’nin büyük bir kýsmýnýn iptal edilmesinden baþka bir anlama gelmemektedir.
Meselenin bir diðer yönü de, Sünnet’in yol göstericiliðine baþ vurmadan Kur’an’a doðrudan gitme söyleminin bünyesinde barýndýrdýðý tehlikeler ile karþýmýza çýkmaktadýr. Tam bu noktada 4. merhale ile karþý karþýya geliyoruz ki, meselenin en can alýcý noktasýný da burasý oluþturmaktadýr.
4- Kur’an: Kur’an ayetlerinin anlamý ve ihtiva ettiði hükümlerin anlaþýlýp uygulanmasý noktasýnda Sünnet’in otoritesi de dahil olmak üzere hiçbir vasýta kabul etmeye yanaþmayan reformist/modernist anlayýþ, bu aþamada artýk önünde uçsuz bucaksýz bir hareket alaný bulmaktadýr. “Fikir hürriyeti”, “Allah’ýn Kitabý’na aracýsýz olarak baþ vurmak”, “Kur’an’ýn, kendisini “açýk/anlaþýlýr” bir kitap olarak nitelendirmesi”… gibi pek çok söylem burada devreye girdi ve artýk her isteyen, Kur’an ayetlerinden istediði hükmü çýkarma “özgürlüðüne” kavuþmuþ oldu. Yüzyýllar içinde bitmez tükenmez samimi çabalarla ve tam bir ehliyetle vücuda getirilmiþ olan Tefsir ve Fýkýh kitaplarý, Müfessirler, Fakihler ve diðer ulema, binbir ithamla töhmet altýnda býrakýldý ve asýrlarýn bilgi birikimi hoyratça çiðnenerek devre dýþý býrakýldý.
Oysa Kur’an’ýn doðru anlaþýlmasý ve tefsiri[9] için öncelikle ilmîliði ispatlanmýþ bir metot geliþtirilmesi gerekir. Böyle bir metot olmadan Kur’an’dan hüküm çýkarmak, onu tahrif etmekle eþ anlamlýdýr.
Nitekim günümüzde bunun büyük bir rahatlýkla yapýldýðýný görmekteyiz. Her isteyen, Kur’an’dan istediði hükmü çýkarmakta ve “ben böyle anlýyorum” diyerek iþin içinden sýyrýlmaktadýr.
Tevrat ve Ýncil’in aslýnda çok da fazla tahrife uðramadýðý, dolayýsýyla bu kitaplara inanan Yahudi ve Hristiyanlar’ýn da “hak din” ve “tevhid dini” üzere olduðu hükmünden tutunuz, Kur’an’da yer almayan bir hükmün Hz. Peygamber (s.a.v) de olsa hiç kimse tarafýndan konamayacaðý tesbitine kadar, aslýnda Ýslamî olmayan pek çok anlayýþ, güya Kur’an merkeze alýnarak vaz edildi. Kur’an ve Sünnet tarafýndan konmuþ olan en temel sabiteler bile yýkýlýp geçildi ve ortaya ne idüðü belirsiz bir din çýktý. Her ortama ayak uyduran, her anlayýþa uyan, hiç kimsenin hiçbir anlayýþ ve hareketine müdahale etmeyen, uyulsa da olur uyulmasa da kabilinden varla yok arasý bir din!
Ýþte bu yazýnýn baþýndan beri 4 merhale halinde sýralamaya çalýþtýðýmýz bu hareket, aþama aþama bu noktaya geldi. Din’de Mezheb’in niçin önemli olduðu, tam bu noktada kendisini bütün aðýrlýðýyla hissettirmektedir. Çünkü Mezhep, dinî hassasiyettir, din hakkýnda konuþmanýn ve dinî bir hüküm vermenin kuralý, çerçevesi ve sistemidir. Mezhep, metot demektir; mezhepsizlik ise metotsuzluktur. Metotsuz, kaidesiz yapýlan her türlü faaliyet ise karmaþaya ve yanlýþlýða düþmeye mahkûmdur. Mezhep tanýmayan insan, kendisini metotsuzluða, karmaþaya ve belirsizliðe atmýþ demektir. Dolayýsýyla onun, Allah’ýn dini hakkýnda söylediði her söz ve ile sürdüðü her görüþ, daha baþtan yanlýþ olarak damgalanmayý hak etmiþtir.
Kendisini mezhep imamlarýndan üstün görerek onlarýn kurduklarý sistemleri yýkma selahiyetinde gören kimseler, aslýnda dinî bir kurumu tahrip etmiþ olmaktadýrlar. Bunun neticesi ise, yukarýdan beri gördüðümüz gibi sonunda zarûrât-ý diniyye dediðimiz alana kadar gitmektedir. Zira bu hareket, nerede duracaðý –onu yürütenler tarafýndan bile– önceden kestirilemeyen bir “kör gidiþ”i ifade etmektedir.
Mezhep tanýmadýðýný söyleyenlere sorunuz: Bugüne kadar Kur’an ve Sünnet’i anlama ve onlardan hüküm çýkarma konusunda geliþtirdiðiniz dört baþý mamur bir usûl/metot var mýdýr?
Bu soruya verebilecekleri en küçük bir olumlu cevap yoktur. Mezhep ve metot tanýmadýðýný, geçmiþ ulemanýn bize býraktýðý devasa ilmî mirasý yýkmakla, yýpratmakla meþgul olmaktan baþka bir mahareti olmayan böyle kimseler, kendi içlerinde korkunç çeliþkilere düþmekten kurtulamýyorlarsa, sebebi burada aranmalýdýr.
Her ne kadar hiçbir mezhebe baðlý olmama düþüncesi mutlak olarak ve her zaman yukarýda çerçevesini çizdiðimiz “dinsizlik” vakýasýna götürmese de, bu baþlangýcýn, genellikle bu sona götürdüðünü de görmezlikten gelmemiz mümkün deðildir.
Ýþte bugün aþama aþama gelinen noktada bizzat Allah Teala ve O’nun Resulü tarafýndan çizilmiþ olan iman-küfür sýnýrýnýn pek çok reformist/modernist tarafýndan ortadan kaldýrýlmasý, Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun, bu yazýya baþlýk olarak seçilen sözünün ne kadar doðru ve hikmetli bir söz olduðunu en anlýþýlýr biçimde ortaya koymaktadýr.
Selam, hidayete tabi olanlara…
DÝPNOTLAR
[1] “Makâlât”, el-Kevserî merhumun, Mýsýr’daki muhtelif dergi ve gazetelerde neþredilmiþ olan ve her biri ayrý bir ilmî kýymeti haiz bulunan makalelerinin, vefatýndan sonra sevenleri ve talebeleri tarafýndan derlenerek bir kitap haline getirilmesiyle oluþturulmuþtur. Fýkýh ve Usul-i Fýkýh’tan Hadis ve Usul-i Hadis’e, Kur’an ilimlerinden Akaid ve Tarih’e kadar pek çok konu yanýnda güncel meselelerin de derin bir vukufiyet ve kuvvetli bir ilmî dirayet ile ele alýndýðý “Makâlât”, günümüzde de kaynak eser olma özelliðini sürdürmektedir. Tarafýmýzdan tercüme edilmiþ olan bu kýymetli eser, inþâallah yakýnda neþre hazýr hale getirilecektir.
el-Kevserî merhumun hayatý, þahsiyeti ve ilmî yönü hakkýnda geniþ malumat edinmek isteyenler, 9-10 Aralýk 1995 tarihinde Düzce’de düzenlenen Muhammed Zâhid el-Kevserî Sempozyumu’nda sunulan tebliðlerin bir araya getirildiði “Muhammed Zâhid el-Kevserî –Hayatý-Eserleri-Tesirleri-” adlý kitaba (Seha neþriyat, Ýstanbul-1996); “Makâlât”ýn muhtevasý konusunda da adý geçen kitabýn 147-151. sayfalarý arasýnda yer alan “Makâlâtu’l-Kevserî’nin Deðerlendirilmesi” adlý tebliðimize bakabilirler.
[2] Bkz. Mustafa Fevzî, “Da’vetu Cemâliddîn el-Efðânî”, 241 vd.; Fazlur Rahman, “Allah’ýn Elçisi ve Mesajý”, 123; “Ýslam”, 36; “Ana Konularýyla Kur’an”, 317.
Fazlur Rahman, “Ýslam Geleneðinde Saðlýk ve Týp”ta da (8) þöyle der: “Sufîler, geniþ bir insancýllýk ve hoþgörüyü yerleþtirmiþler; inançlarýna bakmaksýzýn bütün insanlýða yardým etmiþlerdir. Onlarýn bu tutumlarý ayný zamanda ahlakî ve manevî göreceliðe de katkýda bulunmuþtur. Böylelikle onlar, tarih boyunca karþýlaþlan bütün dînî ve beþerî inanç ve düþünce sistemlerini meþru göstermiþlerdir. Her ne kadar bu tutum Ehl-i Sünnet tarafýndan hoþ karþýlanmamýþsa da, yakýndan bakýldýðýnda bizzat Kur’an’ýn öðretisinden o kadar da uzak deðildir. Çünküa Kur’an-ý Kerim; yeryüzünde hiçbir millet ve toplumu rehbersiz býrakmadýðýný ve Ýlâhî rehberliðin Yahudiler’in, Hristiyanlar’ýn ve Müslümanlar’ýn özel imtiyazý olmadýðýný devamlý surette vurgular. Bununla birlikte, Kur’an, dinde bir evrimin olduðunu ve kendisinin ilâhî rehberlik ve vahyin en yüksek ifadesi olduðunu, diðer taraftan öbür dinlerin isetemel hakikatleri ihtiva etmelerine raðmen, yer yer tahrif edildiklerini ve yanlýþ yorumlarla bezendiklerini ifade eder.” Benzeri ifadeler için ayný eserin 34. sayfasýna da bakýlabilir.
Bu düþünce ve iddialarýn eleþtirisi için bizim “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi” adlý çalýþmamýzýn I. cildine (16 ve 17 numaralý yazýlar) bakýlabilir.
[3] Burada bu yaklaþýmýn sadece teorik olarak mantýk yapýsý verilmektedir. Bunlara cevap verilmesi bu yazýnýn amacýnýn dýþýndadýr.
[4] Ýlletlerin tesbiti, Usul-i Fýkýh kitaplarýnda “mesâliku’l-ille” diye isimlendirilen metotlarla yapýlýr. Ýbarelerin gramatik yapýsýndan, baþka birtakým özelliklerine kadar birçok husus burada belirleyici rol oynar. Ayrýntý için Usul kitaplarýna baþvurulabilir.
[5] “Yenihlikçi” yaklaþým tarafýndan “parçacý” olmakla suçlanan bu metot, aslýnda hükme medar olan illetin tesbitine dayanmasý bakýmýndan ahkâmýn dayandýðý temelin belirlenmesinde en saðlam metottur. Zira bu metot sayesinde bir hükmün niçin vaz edildiði tesbit edilir ve ayný özellikteki diðer konular hakkýnda da rahatça ayný hükmün yürütülmesi temin edilir. Hz. Peygamber (s.a.v) de dahil olmak üzere Ýslam’ýn ilk dönemlerinden itibaren kullanýlmýþ olan Kýyas metodu, ehil kimseler tarafýndan uygulandýðýnda nasslarýn lafzýna ve ruhuna en uygun hükümlerin verilmesinin de bir garantisidir.
[6] Zira Malikî mezhebinde tali bir delil olarak kabul edilen “maslahat”, hiç bir zaman nasslarýn önüne geçirilmemiþtir. Ýslam aleminde ilk defa Hanbelî mezhebine baðlý olduðu söylenen ve hakkýnda pek aðýr ithamlar yapýlmýþ bulunan Necmuddîn Süleyman b. Abdilkavî et-Tûfî tarafýndan nasslarýn önüne geçirilecek derecede çerçevesi geniþ tutulmuþ olan maslahata böyle bir fonksiyon tanýnacak olursa, insanlarýn faydasý, Yüce Allah’ýn, nasslarda ifadesini bulmuþ olan iradesinin önüne geçirilmiþ olur. Bu da, Yüce Allah’ýn, insanlarýn maslahat ve menfaatini bilemediði gibi çok tehlikeli bir sonuca kapý açar. Oysa kullarýn gerçek maslahatý, nasslarýn belirlediði hükümlere aynen uymakta saklýdýr.
Öte yandan burada, insanlarýn maslahat ve menfaatini tesbitte, bilgi ve faaliyet alaný sýnýrlý olan insan aklýndan baþka hiçbir belirleyici yoktur. Yanýlmak ve hata yapmakla malul olan insan aklýnýn tesbit ettiði maslahat, özellikle modern dünyaya hakim olan “deðiþim” anlayýþý doðrultusunda sürekli olarak deðiþik veçheler gösterecektir. Dolayýsýyla bu noktada bugün doðru dediðimize yanýn yanlýþ deme garabetine düþmekten bizi kim koruyabilir?
[7] Biz, Ýmam eþ-Þâfi’î’nin Ýcma konusundaki görüþünü ve Ýcma hakkýndaki spekülasyonlarý, “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi” adlý çalýþmamýzýn I. (19 numaralý yazý) ve II. ciltlerinde (10 numaralý yazý) etraflýca ele almýþtýk. Dileyen oralara baþvurabilir.
[8] Bkz. Yaþar Nuri ÖZTÜRK, “Kur’an’daki Ýslam”, 224; Hasan Hanefî, “Ýslâmiyât” dergisi, 1/4, Ekim-Aralýk, 1998, 224.
Yaþar Nuri öztürk, Ümmet hakkýndaki bu görüþünü Ýbn Manzûr’un “Lisânu’l-Arab”ýna (”Ümmet” maddesi) dayandýrmaktadýr. Oysa adý geçen eserde Ümmet’in Ýslamî literatürde bu anlama geldiðini gösteren herhangi bir ifade mevcut deðildir.
[9] Burada “yorum” kelimesini bilinçli olarak kullanmýyoruz. Bkz. “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi”, II, 68 (3 numaralý yazý, 27 numaralý dipnot).
Kaynak: BEYAN DERGÝSÝ
radyobeyan