Allamenin Buyurdugu Gibi Telfik Haramdir.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 01:07:17
ALLAMENÝN BUYURDUÐU GÝBÝ TELFÝK HARAMDIR
Halit ÝSTANBULLU
Nihai sýnýrýný aþan her þey zýddýna inkýlap eder. Hayatýn bütün þubelerinde bu böyledir. Bir hastayý tedavi etmek için belirlenen ilaç eðer hastaya aþýrý dozda verilirse niyette tedavi, hakikatte ise hastalýk üretilir.
Taklit de fert adýna bir kolaylýktýr. Aksi takdirde avamýn mükellef olduðu hükümleri öðrenmesi aþýrý derecede zorlaþýrdý. Büyük çoðunluðu da bunu baþaramazdý. Mukallidin mevcut kolaylýktan istifade edebilmesi için taklidin sýnýr ve þartlarýný bilmesi gerekir; Kimi, niçin, nasýl ve hangi þartlar altýnda taklit edecektir. Hadisenin bu boyutunu fýkhýn temel dinamiklerini dikkate alarak deðerlendiremeyenler için taklit -bir kolaylýktan öte- ciddi manada bir problem olacaktýr.
Hayatýn, Allah ve Rasülü’nün (s.a.v) vaz’ ettiði mutlak hakikat çevresinde cereyaný ve ferde ait teklif-i Ýlahinin anlaþýlýp uygulanmasý taklidin meþru sýnýrlar dahilinde kalmasýyla mümkündür. Aksi bir anlayýþ ameliyesi hayatýn “sapýk” bir zemine oturmasýna ve yapýlan ibadetlerin geçersiz olmasýna yol açar. Kur’an-ý Hakim serabý hakikat niyetine algýlayýp, ibadet yapýyorum zannýyla avunanlarý ifade ederken þunlarý söyler: “De ki; size (yaptýklarý) iþler bakýmýndan en çok ziyana uðrayanlarý bildirelim mi? (Bunlar) Ýyi iþler yaptýklarýný sandýklarý halde, dünya hayatýnda çabalarý boþa giden kimselerdir.”1
Kýrmýzý Çizgiler
Ýnsanlarýn taklitle alakalý hakikati saf haliyle görebilmeleri için fakihler muazzam birikimlerini devreye sokarak bir takým kýrmýzý çizgiler belirlediler. Bunlara taklidin meþruiyetini koruyan önlemler de diyebiliriz. Bu çizgilerin aþýlmasýyla dini hayatta kaoslar zuhur etmiþtir. Batý emperyalizminin yoðun baskýsý altýnda þekillenen Ýslami anlayýþ biçimleri maalesef ki bu kaosun oluþmasý ve devamýnda önemli rol oynamýþtýr.
Müçtehit imamlar devrini takiben baþlayan uzun zaman diliminde ( Hicri dördüncü asýr sonrasý) ulemanýn içtihat kapýsýný kapatýp! taklidi teþvik ettiðini ve bu teþvikle terakkinin de önünü kestiðini iddia eden modernistler, Müslümanlara kolaylýk saðlama adýna her hangi bir konuda mezheplerin farklý hükümlerinin bir araya getirebileceðini ve oluþturulacak yeni hükümle amel edebileceðini (telfik) söylemektedirler. Yani taklitle alakalý hakikatin saf haline (ki o saf hal Allah Resulünden günümüze kadar devam eden þekildir.) müdahele edilmiþtir.
Nedir Ne Deðildir?
Bu makalenin mevzuu taklidin meþruiyeti deðildir. Çünkü telfikin haram olduðunu kabul eden her makale ayný zamanda taklidin gerekli olduðunu benimser.
Makalenin ne ile alakalý olmadýðýný söyledik, neden bahsettiðine gelince; Telfikin menþei, ilk defa ne zaman telaffuz edilmeye baþladýðý, modernitenin önemli temsilcilerinden Reþid Rýza’nýn “Muhâverâtu’l-Muslih ve’l-Mukallid” isimli eserinde telfike dair neler söylediði ve son olarak Sünnet ve Cemaat alimlerinin telfik baðlamýnda nasýl bir mütalaa içerisinde olduklarý, incelenecektir. Bütün bunlardan gaye ise, müçtehit imamlarýn içtihatlarýný arzu ve isteklerine göre yeniden terkip edip hevai bir din/yaþayýþ icat etmenin peþinde olanlarýn gayri meþru bir ameliye içerisinde yer aldýklarýný ispat etmektir.
TELFÝK
L.f.k. kökünden türeyen ve tef’il babýndan mastar olan “telfik” kelimesi, sözlük anlamý itibarý ile; “bir kumaþ parçasýnýn bir ucunu diðer ucuna birleþtirerek dikmek, uydurmak, süslemek, ulaþmak, iltihak etmek, anlamamak, elde edememek” gibi anlamlara gelmektedir.2 Tef’il kalýbýndaki bu kelime, daha çok; “eþya veya iþleri bir araya getirmek, birbirine eklemek, tek bir tarzda yürümesi için aralarýnda uygunluk saðlamak” gibi anlamlarda kullanýlýr. Fakihler, usulcüler ve muhaddisler de telfik kelimesinin bu son anlamýný dikkate almýþlardýr.3
Istýlah anlamý itibariyle telfik; “müçtehitlerin herhangi bir konudaki ifadele-rinden, onlarýn söyleyemediði bir tarz ya da içerikte hükümler çýkarmak” þeklinde tanýmlanmaktadýr.4 Bu tanýmý biraz daha açarsak þunlarý söyleyebiliriz: Telfik; iki ya da daha fazla mezhebin birbirine zýt hükümlerini, bir meselede ya da fýkhi bir konuda bir araya getirerek iki ya da daha fazla müçtehidin görüþünden yeni bir hüküm icat etmektir. Böyle bir ameliye içerisinde olan bir mukallit hiçbir müçtehidin istinbat etmediði bir hükmü söylemiþ olduðundan bir anlamda içtihat etmiþ olur. Ýçtihada ehil olmayanýn içtihat etmesi ise haramdýr.
Muazzam Fýkýh Külliyatý
Hicri ikinci asrýn baþlarýndan dördün-cü asrýn ortalarýna kadar devam eden Müctehit Ýmamlar devrinde muazzam bir fýkýh külliyatý oluþtu. Özellikle Hanefilerin henüz olmayan fakat olmasý imkan dahilinde kabul edilen hadiseler hakkýnda da içtihat etmeleri bu oluþumu müsbet anlamda destekledi. Fýkhi anlamda doyuma ulaþýldý.
Fatimi fitnesinin Ýslam dünyasýný kuþatmasý ve neticede Batini kimliðe sahip insanlarýn içtihat adý altýnda hezeyanlar serdetmeleri, Sünnet ve Cemaat alimlerini yeni içtihatlar yapma yerine mevcut birikimi tedvin-tasnif etmeye yöneltti. Bu baðlamda ta’lilü’l-ahkam (hükümlerin illetlerini belirleme) ve tercih çalýþmalarý kaleme alýndý. Tabakat, münazara, hilaf ve fetva kitaplarý telif edildi. Mevcut fýkhi birikim bir yönüyle sistematize edildi, bir yönüyle de derinlik kazandý.
Taklit devrinde yaþayan fakihlerin müçtehit imamlar döneminden devraldýklarý muazzam miras yeni içtihatlar yapmayý gereksiz kýldý. Taklidin hicri dördüncü asýrdan sonra mezhepler düzeyine kaymasý avamý, müçtehitleri hükümde (delili araþtýrmadan) fakihleri ise delilde (hükmün delilini araþtýrarak) taklit etmeye sevk etti.
Ümmet arasýnda taklidin yaygýnlaþmasý ve Ýslami hükümlerin anlaþýlmasýnýn en güvenilir yolu olarak kabul edilmesi fýkhi mirasýn sistematize edilme sürecini hýzlandýrdý. Bu süreç içerisinde hicri yedinci asrýn baþlarýna gelindiðinde fakihler tarafýndan ilk defa telfikin adý telaffuz edilmeye baþlandý.5 Taklidin kýrmýzý çizgileri belirlendi. Sünnet ve Cemaat an-layýþýnýn yaþayan dört mezhebinden herhangi birine aidiyeti olan bir mukallidin mezhep deðiþtirmesinin cevazý telfikte bulunmamak ifadesi ile kayýt altýna aldý.
Hanefiler bu konuda icmanýn var oldu-ðunu söyledi. Þafilerse bunu kesin bir hüküm olarak kabul etti. Nitekim Ýbn Hacer telfikin caiz olduðunu söylemenin icmaya muhalefet olacaðýndan söz etmektedir.
Telfik Haramdýr
Kasým b. Kutlubuða (ö. 839/1474), Ýbn Hacer Heytemi (ö. 974/1576), Remli (ö. 957/1550), Ömer b. Nüceym (ö. 1005/1596) ve Ýbn Abidin’in (ö. 1252/1836) de aralarýnda bulunduðu çok sayýda muhakkik fakih telfikin mutlak olarak haram addedildiðini, bu noktada icmanýn var olduðunu söylemektedir.6 Onlara göre, telfikin önünün açýlmasýyla büyük günahlara meþruiyet kazandýrýlýr.
Böyle bir ameliye fýkhýn kýsmen ya da tamamen bozulmasýna sebebiyet verir, haramlarýn mübaha dönüþmesine yol açar.7
Örneðin, bekâr bir kadýnla, gayri meþru bir þekilde birleþmek isteyen kiþi teflik yaparak Ebû Hanife’nin nikahta veliyi zorunlu görmemesinden hareketle velisiz, Ýmam Malik’in þahitleri þart koþmamasýný taklit ederek þahitsiz bir nikah akdetse, akdi batýl olur. Çünkü yeni icat edilen bu hüküm, yapýlmak istenen zina için takdir edilen bir meþruiyet kýlýfýdýr. Ve þeri’ hiç bir dayanaðý yoktur. Bu yüzden haramdýr. “Harama götüren her þey haramdýr” ilkesinden hareketle de haram fiillere yol açan telfikin haram olduðuna hükmedilir.8
Telfikin yol açacaðý fýkhi kaosa þöyle bir örnek daha verebiliriz: Ebû Hanife Hazretleri, þýranýn sarhoþ etmemek þartýyla helal, içkinin ise mutlak olarak haram olduðunu söylerken; Ýmam Þafii ayrým yapmadan þýranýn da içki gibi haram olduðu görüþündedir. Þair Ebû Nûvas, þýranýn helal oluþu noktasýnda Ebû Hanife’nin, içki hükmünde olduðu hususunda ise Ýmam Þafi’nin görüþünü alarak þöyle bir kýyas yapar: “Ýçki þýra gibidir (Þafi’ye göre aynýdýrlar), þýra helaldir (Ebû Hanife’ye göre) o halde içki de helaldir.”9 Görüldüðü gibi Ebû Nûvas, telfik yaparken þýrayla içkinin haram oluþlarý açýsýndan ayný olduklarýný söyleyen Ýmam Þafi’yi, þýranýn mubah oluþunda ise (içki ile hükmünün farklý oluþunda deðil) Ebû Hanife’yi taklit etmektedir.
Hadisenin arka planýnda haramlarý mübahlaþtýrma gayretinin olduðunu keþfeden muhakkik alimler, Ýslam’ýn helal ve haram sistemini koruyabilmek için tavýrlarýný telfikin haram oluþundan yana koymuþlardýr.
Hayali Þahýslarýn Konuþtuðu Hayali Eser
Batýnýn buyurgan aklýnýn yönlendirdiði ya da etkilediði Ýslami anlayýþ usullerinin önemli bir kýsmý ýsrarla telfikin meþruiyetinden bahsetmektedirler. Bunlar içerisinde en dikkat çekeni ise Afgani-Abduh-Muhammed Reþid Rýza üçlüsünün temsil ettiði Mýsýr ekolüdür.
“Menar” adýyla þöhret bulan “Tefsiru’l-Kur’an-i’l-Hakîm” adlý natamam tefsirin sahibi Muhammed Reþid Rýza “mukallit” kimliðiyle yargýladýðý, þahsýnda da Sünnet ve Cemaat anlayýþýna sahip bütün alimleri bidat, israiliyat, hurafe ve vehmi, ilmi bir hakikat olarak kabul etmekle itham ettiði, kendini ise “muslih” etiketiyle dini ve dünyevi ilimleri bütün þubeleriyle bilen genç bir alim olarak takdim ettiði, hayali þahýslarýn yer aldýðý hayali eserinin dokuzuncu bölümünde “telfik”in meþruiyetini müdafaa eder.
Yazar “mukallit” kimliðiyle konuþturduðu hayali þahsa önceden tasarladýðý düþüncelerini söyletir. Sonra da kendince izahlar getirir. Konuþmalarýnýn son oturumunda ise “mukallit” ýslah-ý hal eyleyerek Hazret-i Muhteremin safýna katýlýr. Muhakkik alimler nezdinde itibar göremeyen, onlarý hakikaten safýna çekemeyen Reþid Rýza, hayalen ürettiði mukallidi safýna çekerek teselli bulmaya çalýþýr.
Yazar, açýklama yapmak istediði hususlarda konuþturduðu hayali “mukallid”e telfikle alakalý þunlarý söyletir: “ed-Durru’l-Muhtar isimli eserdeki bir söz zihnime takýlýyor, burada ‘telfik yapýlan hüküm, icma ile batýldýr’10 deniliyor, durum böyle olunca üzerinde icma edilen bir konuyu tartýþmanýn ne manasý vardýr?”
“Muslih” etiketli Reþid Rýza “mukallid”in itirazýna cevap sadedinde þunlarý söyler; “Hanefi imamlardan hiç birinin söylemediði böyle bir sözü; ed-Dürrü’l-Muhtar yazarýnýn nakletmesi þaþýrtýcýdýr. Onlar böyle bir sözü nasýl söylesinler ki, mezhepleri bütünüyle telfikten oluþmuþtur; çünkü üç imamýn (Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Ýmam Muhammed) içtihatlarýnýn birleþtirilmesi suretiyle meydana getirilmiþtir. Hanefilerin telfiki reddetmediklerinin bir delil ve iþareti de, orta zaman Hanefi müçtehitlerinden Ýbnu’l-Humam’ýn bu görüþü (telfikin caiz olmadýðý görüþünü) sonradan gelmiþ bir fýkýhçýya ait olarak göstermesi, kitabýný açýklayan zatýn da bu fýkýhçýnýn, Maliki mezhebinden Karafi olduðunu zikretmesidir.
Eðer Hanefi müçtehitleri telfiki reddetselerdi, onlarýn görüþlerini baþkalarýndan daha iyi bilen Ýbnu’l-Humam bu görüþü sonraki müçtehitlerden birine nisbet etmez, ’sonraki fýkýhçýlardan birisi telfiki reddetmiþtir…’ demezdi.”11
Ebu Hanife Niçin Telfikten Bahsetmedi?
Telfikin haram olduðundan Ebu Hanife Hazretleri ve talebelerinin bahsetmemesi buna mukabil asýrlar sonra gelen ed-Dürrü’l-Muhtar müellifi Alauddin Haskefi’nin söz etmesi eðer Reþid Rýza’yý þaþýrtýyorsa O, bunun nedenini kendi tetebbuatýnýn eksikliðinde aramalýydý. Çünkü telfik ilk olarak hicri yedinci asýrda telaffuz edilmeye baþladý. Hicri 150′de vefat eden Ebu Hanife’nin ondan bahsetmesi nasýl mümkün olabilirdi.
Hicri 1088 yýlýnda Þam’da vefat eden Haskefi’12 ise yaþadýðý dönem itibariyle telfike ve onun fezahetine tanýk olduðundan bir fakih olarak hadiseyi tahlil etti, tavrýný koydu ve kendinden önceki alimlerin bu noktada icma ettiðini görünce de olaný olduðu gibi nakletti.
Yazarýn Hanefi mezhebinin Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Ýmam Muhammed’in içtihatlarýndan oluþtuðunu, bunun da telfik anlamýna geldiðini iddia etmesi de doðru bir beyan deðildir. Çünkü telfik; “Vücudundan kan akan, sonra da kadýna dokunan abdestli birisinin bu halde namaz kýlmasý” örneðinde olduðu gibi, bir meselede iki mezhebin (burada Þafii ve Hanefi) abdesti bozmayan hallerinin birleþtirilmesiyle gerçekleþtirilir.
13 Hanefi mezhebinin üç imamýn görüþlerinden müteþekkil olmasý ise telfikten farklý bir durumdur. Fýkhýn mündericatýnda yer alan binlerce meselenin her birinde farklý bir imamýn ictihadý tercihe þayan görülmüþ ve mezhebin temel eserleri bu çerçevede telif edilmiþtir. Bu eserlerin telifinde üç imamýn görüþleri telfik edilmiyor, ya ayrý ayrý naklediliyor yahut ta bir tanesi alýnýyor.
Muhal farz, böyle bir oluþum telfik kabul edilmiþ olsa dahi iddia yine de Hanefi mezhebi için geçerli olmaz. Çünkü mezhebin bütün görüþleri bir noktada toplanýr ki orada Ebu Hanife vardýr. O, ders takrir ederken önce meseleyi anlatýr, delilleri sýralar, hükmü belirtir, huzurda ki talebeler de bu görüþü kabul ederlerdi. Sonra ayný konudaki birinci görüþünden döner, yeniden içtihat yapar, ardýndan bu ikinci ictihadýndan da farklý deliller kullanarak döner üçüncü bir görüþ izhar ederdi. Bütün ameliyelerin neticesinde O ve talebeleri görüþlerinden yalnýzca birini tercih ederlerdi.14 Yani talebelerinin Ebu Hanife’nin hilafýna serdettikleri görüþler gerçekte O’nun önceden söyleyip daha sonra terk ettiði görüþlerdir.15
Telfikin Ýsnadý
Ýbnu’l-Humam’ýn, telfikin haram oluþu ile alakalý görüþü Ebu Hanife ve talebelerine deðil de sonraki fakihlere isnat etmesi telfikin caiz olduðuna iþaret etmez. Çünkü Ebu Hanife’nin teflik hakkýnda konuþmamasý onun cevazýna hükmetmesinden deðil, zamanýnda telfik kapsamýnda deðerlendirilecek bir mesele olmamasýndandýr. O bir fakihti, sihirbaz deðildi ki! Kendi zamanýnda olmayan, ondan asýrlarca sonra ortaya çýkan bir hadise hakkýnda hüküm beyan etsin!
Ýbnu’l-Humam, telfikin haram oluþu ile alakalý görüþün kime ait olduðunu bilmesine biliyordu da, Reþid Rýza, Fethu’l-Kadir müellifinin telfikin ilk olarak hicri yedinci asýrda telaffuz edilmeye baþlandýðýný bildiðini bilmiyordu. Bu yüzden onun isnadýndan telfikin caiz olduðu hükmünü çýkarýyor.
Ýbnu’l-Humam’ýn telfikin haram oluþunu Karafi’ye isnat etmesine gelince; bu isnat O’nun telfikin helal olduðunu kabul ettiði anlamýna gelmez. Çünkü Ýbnu’l-Humam baþta olmak üzere Ýz b. Abdisselam, Ýbn Dakiki’l-Ýyd (ö. 701/1302) gibi muhakkik fakihler telfikin haram olduðunu açýkça belirtmektedirler.
Surette ve HakÝkatte TelfÝk
Telfik üzerine etraflý araþtýrma yapan bazý Sünnet ve Cemaat alimleri hadiseyi iki farklý baþlýk altýnda tahlil etmiþlerdir. Buna göre telfik ya mezhepler icmaýna aykýrý ya da deðildir. Aykýrý olmamasý durumunda caizdir. Hadisenin bu boyutunun mütedavel telfikle münasebeti ise sadece lafýz cihetiyledir. Yani mezhepler icmaýna aykýrý olmayan telfik hakikatte deðil, surette telfiktir. Bu durumda, Reþid Rýza’nýn telfikin cevazýna taraftar gösterdiði Ýbnu’l-Humam gerçekte yazarýn tenkit ettiði Haskefi ve Ýbn Abidin’le ayný þeyleri söylemektedir.
Telfiki, icmaya aykýrý olan ve olmayan diye ikiye ayýrýp caiz olabilmesi için icmaya aykýrý olmamasýný þart koþan16 fakihlerin görüþlerini þöyle izah etmek mümkündür:
Ýcmaya Aykýrý Olan Telfik
Ibnu’l-Humam’ýn da aralarýnda yer aldýðý fakihlere göre telfik, icmaya aykýrý olursa bâtýl olur ve fýkhi hiçbir hüküm ifade etmez. Buradaki icmadan maksat, mezheplerin bir hükümde ittifak ettikleri noktalar ya da çoðunluðun tercih ettiði görüþlerdir.17 Buna göre, sonraki müctehitler tarafýndan bir asýrda yaþayan müçtehitlerin bir meselede yaptýklarý iki farklý içtihadýn ortak noktalarýna aykýrý üçüncü bir görüþün telfik yoluyla ortaya konmasý caiz deðildir.
Mezhepler arasýnda gerçekleþen icmaya aykýrý telfike örnek olarak þunlarý verebiliriz: Kocasýnýn ölümünden dolayý iddet bekleyen hamile kadýnlarýn iddet süresi hakkýnda iki görüþ vardýr: Birincisine göre kadýnýn iddet süresi çocuðunu doðurunca, diðer görüþe göre ise doðumla vefat iddetlerinin daha uzun olanýyla biter. Ýddetin doðumla bitmesi iki içtihadýn ittifak noktasýdýr. Telfik yoluyla iddetin yalnýz ayla hesaplanacaðýný söylemek,18 bu konudaki icmaya aykýrý üçüncü bir görüþ olarak deðerlendirilir ki; mezhepler icmaýna aykýrý olduðundan haramdýr.
Hanefi, Maliki ve Þafii mezheplerinin nikah hakkýndaki görüþleri birleþtirilerek velisiz, þahitsiz ve mehirsiz bir nikah akdedilse, böyle bir akit hiçbir müçtehidin önceden söylemediði mezhepler icmaýna aykýrý telfik kabu edilir. Çünkü velisiz kýyýlan bir nikah Hanefilere göre sahih olsa da, Maliki ve Þafii mezheplerine göre sahih deðildir. Yine þahitsiz bir nikah Maliki’ye göre sahih iken Hanefi ve Þafii mezheplerine göre batýldýr. Ayný þekilde mehirsiz bir nikah Þafii ve Hanefi mezheplerine göre sahihken, Maliki mezhebine göre sahih deðildir.19 Bu þartlar dahilinde gerçekleþen bir nikah, farklý açýlardan üç mezhebin hiç birine göre sahih olmaz. Ayrýca böyle bir nikahýn caiz olacaðýný söyleyen tek bir müçtehit de yoktur. Söz konusu telfikin caiz olmamasýnýn nedeni icmaya aykýrý olmasýdýr.
Ýcmaya Aykýrý Olmayan Telfik
Mezhepler icmaýna aykýrý olmayan telfikin gerçek anlamda telfikle sadece lafýz cihetiyle birlikteliði vardýr. Bu yüzden caiz olduðunu söylemede bir beis yoktur. 20 Çünkü haram olan teflikten muhteva itibariyle farklýdýr. Daha iyi anlaþýlabilmesi için þöyle bir örnek verebiliriz: Maliki mezhebine göre, bir abdestin sahih olabilmesi için, yýkanan uzuvlarý ovalamak þartken, Þafiye göre deðildir. Buna karþýlýk Þafi’ye göre, cinsel istek olmasa bile, bir kadýna dokunmak abdesti bozarken Malik’e göre bozmamaktadýr.
Þu halde bir kiþi, bu iki mezhebin birbirine zýt hükümlerini telfik ederek ayný meselede her iki müçtehidi taklit etse, böyle bir abdestle namaz kýlsa, her iki mezhebe göre de abdesti geçerli olmadýðýndan, namazý bâtýl olur. Fakat bu namaz, Hanefi mezhebine göre caizdir. Çünkü; Ebû Hanife’ye göre abdest alýrken yýkanmasý gereken uzuvlarý ovalamak þart olmadýðý gibi, kadýna dokunmak da abdesti bozmaz. 21 O halde, yapýlan telfik mezhepler icmaýna aykýrý deðildir. Çünkü; iki mezhebe göre sahih olmayan abdest, üçüncü bir mezhebe göre sahihtir.
Konuya iliþkin olarak Ýbnu’l-Humam þunlarý söylemektedir:
“Mukallit, dilediði bir müçtehidi taklit edebilir. Kendisi için en kolay hükümleri seçmesinde onun adýna hiçbir sakýnca yoktur. Bu davranýþýný Ýslam da yermez. Hz.Peygamber (s.a.v.) de ümmeti için hükümleri kolaylaþtýranlarý sevdiðini bildirmektedir. O’nun (s.a.v.) bu ifadesinden, icmaya aykýrý olmayan telfikin caiz olduðu hükmü çýkar.” 22
Doðru Anlayýþ
Ýbnu’l-Humam’ýn da aralarýnda yer aldýðý fakihlerin “Ýcmaya aykýrý olmayan telfik” baþlýðý altýnda verdikleri örnekler gerçekte üçüncü bir müçtehidin görüþü olduðundan mukallidin müçtehidi taklidi þeklinde deðerlendirilmektedirler. Yani burada gerçek anlamda bir telfik yoktur. Fakat Allame Ýbn Abidin’in haram olan telfike verdiði abdest (vücudundan kan akan sonra da kadýna dokunan abdestli birisinin bu halde söz konusu abdestle namaz kýlmasý gibi, bir hadisede Þafii ve Hanefi mezheplerinin abdesti bozmayan hallerinin birleþtirilmesi yolu ile yapýlan telfik… ) örneðindeki hükmü23, bir bütün halinde söyleyen üçüncü bir müçtehit olmadýðýndan bu noktada telfik yapan mukallit bir anlamda içtihat yapmýþ olur. Liyakati olmadýðýndan da içtihadý muteber olmaz.
Telfiki mutlak anlamda haram kabul eden fakihlerin misalleriyle Ýbnu’l-Humam’la ayný yerde duran alimlerin “Ýcmaya aykýrý olan telfik” baþlýðý altýnda serdettikleri örnekler aynýdýr. Bu da göstermektedir ki; telfikin haram oluþunda icma vardýr. Hadiseyi farklý mütalalarla nakletmek Reþid Rýza’yý haklý çýkarmaya yetmemektedir.
Reþid Rýza ve Haskefi
“ed-Dürrü’l-Muhtar” müellifi Haskefi’yi fikhi hiçbir malumata sahip olmamakla itham eden Reþid Rýza Onun telfikin haram olduðuna dair yaptýðý naklin de yanlýþ olduðunu iddia eder. Ýddiasýna delil olarak da Ýbnu’l-Humam’ýn telfike cevaz verdiðini söyler.24 Hakikatte ise yanlýþ olan Reþid Rýza’nýn malumatýdýr. Çünkü bir önceki fasýlda Ýbnu’l-Humam’ýn da diðer fakihler gibi telfiki haram kabul ettiðini ona ait ifadelerle vermiþtik.
Reþid Rýza eserinin dokuzuncu oturumunun sonlarýnda hayalinde ürettiði mukallite mezhep imamlarýný taklit etmenin zararlarýný anlatýr.25
Reþid Rýza’nýn iddialarýnýn aksine müçtehit imamlarý taklit etmek Müslümanlara zarar deðil önemli faydalar saðlamýþtýr. Fukaha, siyasi ve sosyo-kültürel anlamda Ýslam toplumu için koruyucu önlem olarak gördüðü taklidi, ön plana çýkarýp, içtihadý ikinci plana çekerek, fýkhýn derinlik kazanmasýna ve daha sistematik bir yapýya kavuþmasýna katkýda bulunmuþtur. Dört asýrlýk fýkýh külliyatý dýþa karþý etkin bir hale gelmiþtir. Taklidin kurumsallaþmasýyla içe kapanan ve doðal olarak mevcut içtihat Fukaha, siyasi ve sosyo-kültürel anlamda Ýslam toplumu için koruyucu önlem olarak gördüðü taklidi, ön plana çýkarýp, içtihadý ikinci plana çekerek, fýkhýn derinlik kazanmasýna ve daha sistematik bir yapýya kavuþmasýna katkýda bulunmuþtur. Dört asýrlýk fýkýh külliyatý dýþa karþý etkin bir hale gelmiþtir.
Taklidin kurumsallaþmasýyla içe kapanan ve doðal olarak mevcut içtihatlarla yetinme stratejisi izleyen Ýslam toplumu bu tutumuyla, sapýk bir din anlayýþýna sahip olan Fatimi ideolojisine karþý da tavýr almýþtýr. larla yetinme stratejisi izleyen Ýslam toplumu bu tutumuyla, sapýk bir din anlayýþýna sahip olan Fatimi ideolojisine karþý da tavýr almýþtýr.26 Sünnet ve Cemaat alimlerinin teþvikiyle müçtehit imamlarý taklîde yönelen halk, içtihat adý altýnda Fatimiler/Batýniler tarafýndan kendilerine sunulan teklifleri reddetti. Sünni alimlerin halkla oluþturduðu uzlaþý karþýsýnda uzun süre dayanamayan Fatimi idaresi, zamanla siyasi nüfuzunu yitirdi ve Fatimilerin ortaya çýkýþýyla yaygýnlýk kazanan taklit, zamanla hem Fatimilerin çöküþüne hem de Ýslam mede-niyetinin tabii kodlarýnýn korunmasýna yardýmcý oldu.27
Müçtehit imamlar devrini müteakip gelen Sünnet ve Cemaat alimleri dört asýrlýk fýkhi birikimi tedvin/tasnif ettiler. Usta bir nakkaþ gibi fýkhý yeniden iþlediler. Eðer önceki devirlerden aktarýlan fýkhi birikim üzerine; ta’lil, tercih ve tahriç nevinden çalýþmalar yapmamýþ olsalardý, günümüzde fýkýh büyük olasýlýkla usul ve kaideleri tesbit edilmeyen bir hükümler koleksiyonu olarak var olacaktý.
Müçtehit imamlarý taklit etmek siyasi ve ilmi alanda olduðu gibi adli sahada da önemli faydalar saðladý. Ýçtihadi hükümlerin illetlerinin tesbit edilmesiyle hüküm-illet bütünlüðü oluþtu. Böylelikle, farklý görüþler arasýndan en doðru olaný tercih etmek kolaylaþtý. Dört mezhepten her hangi birine aidiyeti olan fakihlerin kadý olarak tayin edilmesi hem yargýyý izafilikten tecrit etti hem de her bölge halkýnýn hak ve ödevlerini önceden öðrenmesine imkan saðladý. Bu da, toplumun daha bilinçli hareket etmesine neden oldu.28
Bütün bunlar göstermektedir ki, yazarýn iddialarýnýn hakikat payý yoktur. Mezhepleri taklit etmek Ýslam medeniyetinin terakkisine, ümmetin bilinçlenmesine katkýda bulunmuþtur.
Müslümanlar için telfikin faydalý, taklidin ise zararlý olduðunu iddia eden Reþid Rýza: “Bir milletin ahirinde gelenlerinin öncekilerden daha ileri olmasý ilahi kanunun gereðidir.” diyerek sonrakilerin önce yaþayan alimleri taklit etmemesine kendince akli gerekçe getirir. Hz Rasulullah (s.a.v.) ise nesiller arasýndaki üstünlük derecesini tayin ederken -yazarýn iddiasýnýn aksine- üstünlüðün maziye doðru gidildikçe irtifa kazandýðýný, kendi devrinin ise ulaþýlmasý mümkün en üst sýnýr olduðunu bildirir:
”Bütün zamanlarýn en hayýrlý nesli Ashabýmdýr. Sonra onlarý takip edenler…”29
Ezcümle, meþhur ve muteber müçtehit imamlarýn içtihatlarýný telfik zarfý içerisinde yeniden terkip edip, hevalarýna göre bir yaþayýþ icat etmek isteyenlerin anlayýþ ve usulleri gayri meþrudur. Son sözleri madem sultanlar söyler. Son iki asrýn fakihlerinin sultaný (Ýbn Abidin) diyor ki; Telfik haramdýr.
* Muhammed Emin Ýbn Abidin
1- Kur’an, Kehf((18): 103-104.
2- Ebu’l-Fadl Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem Ýbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1990, X, 330-331.
3- Muhammed Ýbrahim Hafnâvî, Tabsirü’n-Nüceba bi Hakikati’l-Ýctihad ve’t-Taklîd ve’t-Telfik ve’l-Ýftâ, Darü’l-Hadis, Kahire, 1995, s.261; Muhammed Ahmed Ferec Senhuri, et-Telfik beyne Ahkâmi’l-Mezâhib, Mýsýr, ty, s.68.
4- Cemaluddin Abdurrahim Ýsnevi, Nihâyetu’s-Sûl Þerh-u Minhaci’l-Vusûl ile’l-Usûl, (el-Bedahþi þerhi ile birlikte), Mýsýr, ty, III, 266; Muhammed Saîd el-Bâni, Umdetu’t-Tahkîk fî’t-Taklîd, Dimeþk, 1341, s.91; Muhammed Seyyid Bey, Medhal, Asitane Kitabevi, Ýstanbul, ty, s.312.
5- Vehbe Zuhaylî, Usûli’l-Fýkhi’l-Ýslami, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, II, 1170.
6- Hafnâvî, a.g.e., s.270 vd..
7- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.281.
8- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.282.
9- el-Bâni, a.g.e., s.101; Hafnâvî, a.g.e., s.283.
10- Muhammed Emin Ýbn Abidin, Haþiyetu Reddi’l-Muhtar ala’d-Dürri’l-Muhtar, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1979, I, 75.
11- Muhammed Reþid Riza, Gerçek Ýslam’da Birlik, (ter. Hayreddin Karaman), Ýz Yayýncýlýk, Ýstanbul, 2003, s. 335.
12 Bkz. Muhammed Abdulhayy el-Leknevi, Terabu’l-Emasil bi Teracimi’l-Efadil, Beyrut, 1998, s. 565.
13- Ýbn Abidin, a.g.e., I, 75.
14- Muhammed Ýbrahim Ahmed Ali, el-Mezheb inde’l-Hanefiyye, Mekke, ty, s. 78.
15- Ebu Hanife, talebelerinin fýkhi melekelerini canlý tutabilmek için böyle bir usul benimsemiþtir.
16- Seyyid Bey, a.g.e., s.314.
17- Ýbni Abidin, a.g.e., I, 69; el-Bâni, a.g.e., s.106.
18- Zuhaylî, a.g.e., II, 1172.
19- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
20- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
21- Seyyid Bey, a.g.e., s.313.
22- Ýbn Emiri’l-Hac, et-Takrir ve’t-Tahbir ala Tahrir-i Ýbni’l-Humam ,Bulak, 1317, III, 350 vd; Zuhaylî, a.g.e., II, 1175.
23- Ýbn Abidin, a.g.e., I, 75.
24- Reþid Riza, a.g.e., s. 338.
25- Reþid Riza, a.g.e., s. 344.
26- Ýbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Daru’l-Hadis, Kahire, 1992, XI, 371; Komisyon, Doðuþtan Günümüze Büyük Ýslam Tarhi, Çað Yayýnlarý, Ýstanbul, 1998, V, 204-.205.
27- Bkz Ýbn Kesir, a.g.e., XI, 371; Komisyon, Büyük Ýslam Tarhi, V, 204-205; Muhammed Ali Sayis, Tarihu’l-Fýkhi’l-Ýslami, Daru’l-Kutübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, ty, s.127; Zeydan, Medhal, s.123; Ýbn Haldûn, Mukaddime, s.152; Hafnâvî, a.g.e., s.222.
28- Hafnâvî, a.g.e., s.223. Ayrýntýlý bilgi için bkz. Subhi Mahmesani, Ýslam Hukukunun Tedvini, (ter. Ýbrahim Kafi Dönmez), MÜÝFD, sayý 3, yýl 1, 1985, s.313-328.
29- Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccac el-Kuþeyri Müslim, Sahih-u Müslim, (tah. M. Fuad Abdulbâki), Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, ty., 44/Fedâilu’s-Sahabe, 52 (IV, 1962-1965, H. no: 2532,33,34,35,36); Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvîni Ýbn Mace, Sünen, 13/Ahkâm, 26 ( II, 791, H. no: 2362,2363); Tirmizî, 34/Fiten, 45 ( IV, 94, H. No: 2228,2229).
radyobeyan