Makale Dünyasý
Pages: 1
Peygamber Mirasiyla Var Olmak.. By: ezzehraveyn Date: 04 Kasým 2009, 23:22:28
Peygamber Mirasiyla Var Olmak..



EBUBEKÝR SÝFÝL

 

Peygambersiz dönemde yaþamak “peygambersiz yaþamak” deðildir. Bu, özellikle Ümmet-i Muhammed için son derece önemli bir noktadýr. Zira Efendimiz s.a.v., “Size iki þey býrakýyorum; onlara sýkýca sarýldýðýnýz zaman asla yoldan sapmazsýnýz: Allah’ýn Kitabý ve Rasulü’nün sünneti..” buyurmuþtur.

 

Müminleri diðer insanlardan ayýran en temel özellik, “istikamet üzere” yürüyor olmalarýdýr. Onlara bu farklýlýðý kazandýran ise, peygamberler silsilesinin tarih boyunca insanlýða hatýrlattýðý, uygulamalý olarak gösterdiði ve nihayet Son Peygamber s.a.v.’de ekmel seviyesine ulaþan özelliktir: Hayatý “rabbanî” boyutuyla hissetmek ve yaþamak!..

Ýnsanýn da, evrenin de kaynaðý ayný ilahî irade olduðuna göre, hayatý böyle görmenin ve yaþamanýn þaþýlacak bir durum olmadýðýný, hatta meseleyi böyle deðerlendirmenin esas olduðunu anlamak zor deðil. “Allah’tan geldik ve yine O’na döneceðiz” (Bakara, 156) demek, hayatýn rabbanî yönünü varlýk anlayýþýmýzýn merkezine koymak demektir.

Ýþte bu noktada baþta Efendimiz s.a.v. olmak üzere peygamberler silsilesinin (hepsine selam olsun) insanlýk için arz ettiði önem karþýmýza çýkýyor. Onlar olmasaydý varlýðý ve hayatý bu kývamda kavrayýp hissedebilir miydik?


Peygambersiz dönemde yaþamak

Yüce Rabbimiz tarih boyunca insanlýðý rehbersiz býrakmamýþ, yollarýný her þaþýrdýklarýnda kullarýna, rahmet ve merhametinin bir tecellisi olarak 124 bin peygamber göndermiþtir (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/266). Son Peygamber s.a.v.’in insanlýða getirdiði, hatýrlattýðý, öðrettiði ve yaþadýðý ise, rabbanî hayatýn zirve seviyesiydi.

Burada bizi bekleyen önemli bir soru var: Efendimiz s.a.v.’den sonra peygamber gelmeyeceðine göre, geliþen olaylar ve deðiþen durumlar karþýsýnda Ümmet-i Muhammed rabbanî istikametini nasýl muhafaza edecek?

Þurasý açýktýr ki, peygambersiz dönemde yaþamak “peygambersiz yaþamak” deðildir. Bu, özellikle Ümmet-i Muhammed için son derece önemli bir noktadýr. Zira Efendimiz s.a.v., “Size iki þey býrakýyorum; onlara sýkýca sarýldýðýnýz zaman asla yoldan sapmazsýnýz: Allah’ýn Kitabý ve Rasulü’nün sünneti..” (el-Muvatta, el-Müstedrek) buyurmuþtur.

Efendimiz s.a.v.’in buyurduðu her þey haktýr. Dolayýsýyla Kur’an ve Sünnet’e gereði gibi sarýldýðýmýzda, onlarý hayatýmýzýn merkezine yerleþtirdiðimizde yoldan sapmamýz da, rehbersiz kalmamýz da söz konusu olmayacaktýr.

Ancak Ümmet-i Muhammed’in þu anda içinde bulunduðu ahvale baktýðýmýzda, aklýmýza kendiliðinden bir soru daha takýlýveriyor: Allah ve Rasulü’nün arzu ettiði hayatý yaþamanýn garantisi Kur’an ve Sünnet ise, bu iki temel kaynak þu anda elimizde olduðuna göre, niçin bu durumdayýz? Ýslâm alemi olarak içimize ve dýþýmýza çöreklenmiþ bulunan bunca zilletin, meskenetin, acýnýn ve ýzdýrabýn izahýný nasýl yapabiliriz? Kur’an ve Sünnet hayatýmýzda beklenen dönüþümü niçin gerçekleþtirmiyor?


Miras mevcut, ya vâris?

Efendimiz s.a.v.’in sünnetini Kur’an’ýn hayata indirilmiþ, ete-kemiðe bürünmüþ hali olarak tavsif etmek yanlýþ deðilse, þunu rahatlýkla söyleyebiliriz: Þu anda elimizde Efendimiz s.a.v.’in mirasý olarak Sünnet-i Nebeviyye eksiksiz biçimde mevcut bulunuyor. Zira geriye doðru kaç yüzyýl gidersek gidelim, geçmiþimize hayat verenin de ayný kaynak olduðunu tesbit etmek zor olmayacaktýr. Öyle ise ayný hayat kaynaðýna sahip olduðumuz halde, geçmiþimizi bugünümüzle kýyaslanamayacak þekilde adil, merhametli, dirayetli, seviyeli, bilgili, takvalý ve “muhteþem” kýlan neydi acaba?

Bu sorunun tek cevabý olduðunu düþünüyoruz: Hayatýn merkezinde ulemanýn bulunmasý…

Yani Efendimiz s.a.v.’in mirasý her zamanki zenginlik ve canlýlýðýyla varlýðýný muhafaza ediyor; ancak onu ehliyet ve liyakatle okuyan, deðerlendiren, hayata intikal ettiren ve bize tekrar hayat vermesini saðlayan “Peygamber vârisleri” kadrosunda sýkýntý yaþýyoruz. Bir taraftan bu sýkýntý “kemiyet” boyutunda kendini gösterirken, diðer taraftan da o kadro ile toplumun iliþkilerinde yaþanan arýzalar dikkatimizi çekiyor.

Þu bir gerçek ki, Kur’an’ý ve Sünnet’i hakkýyla anlamak, yaþamak ve topluma aktarmak, her þeyden önce bir birikim, seviye, ehliyet ve liyakat meselesidir. Geçmiþte Kur’an ve Sünnet bizi dünyanýn sayýlý toplumlarýnýn önderi yapmýþsa, bunun temelinde ilim müesseseleri vardýr; toplum ve devlet hayatýmýzýn merkezini teþkil eden ilim müesseseleri…

Bugün yaþadýðýmýz sýkýntýlarýn kaynaðýnda ise, o müesseselerin ve onlara vücut veren “Peygamber vârisi” ulemanýn toplumsal hayatýn merkezi ile irtibatýnýn koparýlmýþ olmasý yatmaktadýr. Hal böyle olunca, Kur’an ve Sünnet adýna konuþan, yazan, toplumu yönlendiren pek çok kimsenin “Peygamber vârisi” olma vasfýndan hayli uzak bulunmasý gibi bir garabetle karþý karþýya gelmemiz kaçýnýlmaz oluyor.

Tam bu noktada biraz durup, Efendimiz s.a.v.’in alimi oturttuðu konuma bir bakalým: Þöyle buyurmuþ Alemlerin Efendisi s.a.v.: “Alimler peygamberlerin vârisleridir.” (Deðiþik rivayet yollarý ve lafýzlarý için bkz. ez-Zeyla’î, Tahrîcu’l-Ahâdîs ve’l-Âsâr, 3/9 vd…)

Bu demektir ki Efendimiz s.a.v.’den bize intikal eden ne varsa hepsi üzerinde söz söyleme ve görüþ beyan etme selahiyeti münhasýran O’nun vârisleri olan ulemanýndýr!


Ýlim, hayatýmýzýn en önemli meselesiydi

Sahabe’den (Allah hepsinden razý olsun) Ebu’d-Derdâ hazretleri bir gün Þam mescidinde talebeleriyle otururken yanýna bir adam geldi. Aralarýnda þu konuþma geçti:

- Ey Ebu’d-Derdâ! Peygamber s.a.v. þehrinden (Medine’den) buraya, senin Rasulullah Efendimiz s.a.v.’den iþittiðini duyduðum bir hadisi senden bizzat dinlemek için geldim.

- Burada baþka bir hacetin yok mu?

- Hayýr.

- Ticaret için de mi gelmedin?

- Hayýr.

- Sadece o hadisi benden dinleme arzusuyla mý geldin yani?

- Evet.

- Ben Rasulullah s.a.v.’in þöyle buyurduðunu iþittim: “Kim ilim talebiyle bir yola girerse, Allah bu sebeple onu cennet yollarýndan bir yola sevk eder. Melekler kanatlarýný ilim yolunda olan kimseye hoþnutlukla sererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, (hatta) sudaki balýklar alim için dua ve istiðfar ederler. Alimin abide üstünlüðü, ayýn ondördündeki dolunayýn diðer yýldýzlara olan üstünlüðü gibidir. Alimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak dinar ve dirhem (mal ve servet) býrakmazlar; ilim býrakýrlar. Kim o ilmi elde ederse, çok büyük bir nasip elde etmiþ olur.” (Ebu Davud, Tirmizî, Ýbn Mâce, Ahmed b. Hanbel)


Peygamber - ilim iliþkisi

Ýlmin hayatýmýzýn en önemli meselesi olduðunu söylerken dikkate aldýðýmýz bir husus var: Allah Tealâ’nýn, artýrmasý için Efendimiz s.a.v.’in kendisine dua ve talepte bulunmasýný istediði tek þey ilimdir. “De ki: Rabbim, ilmimi artýr.” (Tâ-Hâ, 114) emr-i ilahîsi, ayný zamanda Efendimiz s.a.v.’e, ümmetine býrakacaðý mirasýn artmasýný talep etmesi anlamýný da ihtiva etmektedir.

Zikrettiðimiz ayet-i kerime, peygamberleri “ilim sahipleri”nin önderleri olarak görmemizin de normal, hatta gerekli olduðunu göstermektedir. Elbette býraktýklarý tek miras “ilim” olan kutlu peygamberler silsilesi (hepsine selam olsun), bu özellikleri dolayýsýyla ilmin menbaý ve ilim sahiplerinin gerçek üstadlarýdýr.

“Allah þahitlik etti ki, gerçekten kendisinden baþka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaleti ayakta tutarak buna þahitlik ettiler. O’ndan baþka ilah yoktur; O Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Âl-i Ýmran, 18)

Bu ayette “peygamberler”in ayrý bir zümre olarak zikredilmemiþ olmasý, konumuz bakýmýndan dikkat çekici bir durumdur. Allah Tealâ’dan baþka ilah olmadýðýna þahitlik eden meleklerin yanýnda “ilim sahipleri”nin de zikredilmiþ olmasý, peygamberlerin þahitliðinin öncelikle söz konusu olduðunu gösterir. Zira peygamberler dýþýndaki ilim sahipleri, ancak peygamberler vasýtasýyla Allah Tealâ’nýn birliðine “þahitlik edecek” kesinlikte ilim elde edebilirler. Bu ayette peygamberlerin ayrý bir kategori olarak deðil, “ilim sahipleri” zýmnýnda zikredilmiþ olmasýnýn bize verdiði en önemli mesaj, ilmin ve alimin Allah Tealâ katýnda pek büyük bir ehemmiyeti haiz bulunduðudur.


Peygamber - alim karþýlaþtýrmasý

Hakkýnda hadis alimlerinin, “manasý doðrudur, ancak hadis olarak aslý ve senedi yoktur” dediði bir tesbit, konumuz bakýmýndan “kelâm-ý kibar” olarak dahi önemli bir boyuta iþaret ediyor: “Ümmetimin alimleri, Ýsrailoðullarý’nýn peygamberleri gibidir.”

Yukarýda zikrettiðimiz “Alimler peygamberlerin vârisleridir.” hadisi ile birlikte düþündüðümüz zaman görüyoruz ki, alimlerin toplum hayatýnda ifa ettiði fonksiyon, Ýsrailoðullarý’na gönderilen nebilerinki ile aynýdýr.

Bilindiði gibi Ýsrailoðullarý’na Hz. Musa, Hz. Davud (ikisine de selam olsun) gibi kendilerine kitap verilen peygamberler (rasul) gönderildiði gibi, herhangi bir kitap verilmeksizin, sadece Hz. Musa’nýn getirdiði Tevrat’ý ve þeriatý yürürlükte tutmak için gönderilen peygamberler (nebi) de gönderilmiþtir. Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya… bunlardandýr (hepsine selam olsun).

Ýþte bu nebiler, Ýsrailoðullarý’nýn Tevrat’tan ve Hz. Musa a.s.’ýn þeriatýndan unuttuklarý ve terk ettikleri þeyleri hatýrlatmak, dini “tecdid” etmek ve Ýsrailoðullarý’ný istikamet üzere tutmak için gayret göstermiþlerdi.

Ümmet-i Muhammed’in alimleri de Ýslâm tarihi boyunca ayný görevi deruhte etmiþ, dinin tecdidi, halkýn irþadý ve yöneticilerin inzarý konusundaki sorumluluklarýný yerine getirmiþlerdir. Bu sebeple Efendimiz, alim ile abid arasýndaki farkýn, (bize yakýnlýðý ve ýþýðýndan istifademiz bakýmýndan) ayýn ondördü ile yýldýz arasýndaki fark gibi olduðunu belirtmiþtir.

Ulema bu benzetme üzerinde dururken, þu noktaya dikkat çekmiþtir: Abid yýldýz gibidir. Ýbadetinden dolayý elde ettiði kemal ve nur kendisini aydýnlatýr, yüceltir; baþkalarýný ayný seviyeye yükseltmez. Alim ise ay gibidir. Iþýðýný baþkasýndan (Efendimiz s.a.v.’den) alýr ve baþkasýna yansýtýr.

Bununla birlikte, buradaki “alim”i, ilimle iþtigal yönü aðýr basan abid, “abid”i de ibadetle iþtigal yönü aðýr basan alim olarak anlamak en doðrusu olsa gerektir. Zira ilmiyle âmil olmayan kimselere zaten “alim” denmez.


Kemal de zeval de ulemaya baðlýdýr

Ulemanýn hayatýmýzdaki merkezî rolüne iþaret eden iki hadis üzerinde durarak yazýmýzý nihayetlendireceðiz. Bunlardan ilki “tecdid hadisi” diye bilinen rivayettir: “Allah Tealâ bu ümmete her yüzyýlýn baþýnda dinini tecdid edecek kimse(ler) gönderir” (Ebu Davud, el-Hakim, et-Taberanî).

Bu hadisten anladýðýmýz odur ki, bu Ümmet’in dinî hassasiyetinde belli zaman aralýklarýyla bir takým aþýnmalar, eksilmeler olacaktýr. Halk arasýnda çabuk yayýlan ve pek itibar gören “zaman deðiþiyor”, “hangi devirde yaþýyoruz” gibi içi boþ deðerlendirmelerle kaybolmaya yüz tutan dinî kavram, kurum ve anlayýþlar, yüz yýlýn baþýnda yetiþecek ehliyetli ve liyakatli ilim adamlarý eliyle yeniden ihya edilecek, aslî muhtevasýna kavuþturulacaktýr. Bu yönüyle bu Ümmet’in yetiþtirdiði alimler, gerçekten de Ýsrailoðullarý’nýn nebilerinin yaptýðýný yapmýþlardýr, yapacaklardýr.

Zikredeceðimiz ikinci hadis ise, bu Ümmet’in geride býraktýðý devirlere nazaran bize daha yakýn gibi görünen bir durumu tasvir ediyor:

“Muhakkak ki Allah, ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kabzetmez. Fakat ilmi, ulemayý almak suretiyle kabzeder. Ulema kalmayýnca ilim de kalkar. Bu suretle hiç alim kalmayýnca insanlar cahilleri rehber edinir ve (meselelerini) onlara sorar. Onlar da ilimsiz olarak fetva verir; hem kendileri sapar, hem de halký saptýrýrlar.” (el-Buharî, Müslim, et-Tirmizî, Ýbn Mace, Ahmed b. Hanbel…)

Ýþte bu durum Ümmet’in de insanlýðýn da felaketi demektir. Peygamberlere vâris olmaya hiçbir þekilde ehil ve layýk olmayan insanlarýn Din hakkýnda fetva vermeye, görüþ belirtmeye, ahkâm kesmeye baþlamasý, gerçek ilim adamlarýnýn aramýzdan çekilip alýnmasýyla olacaktýr.

Kaynaklarýmýzda ilim öðrenmenin farz-ý kifaye olduðu yazar. Yani toplumda yeterli sayýda kimsenin ilimle iþtigal etmesi, diðerlerini sorumluluktan kurtarýr. Bu doðru bir tesbittir þüphesiz ve bugüne kadar da þöyle veya böyle süregelmiþ bir durumu anlatmaktadýr.

Bir de þu soru üzerinde düþünmeye ne dersiniz: Yeterli sayýda ve gerçek anlamda ilim adamý yetiþmesi için toplum olarak, fert olarak üzerimize düþen sorumluluðu tam olarak yerine getirdiðimiz söylenebilir mi?

Elbette “Hiç Peygamber vârisi alim yoktur!” demek büyük bir yanlýþ olur. Onlar her zaman vardýr ve var olmaya devam edeceklerdir. Problem onlarýn sayýsýnýn ve etkinliðinin artmasý, kendilerinden beklenen irþad, ýslah, ihya, tecdid faaliyetlerini gereði gibi yerine getirmesinin imkânlarýnýn oluþturulmasý noktasýndadýr.

 


Kaynak: SEMERKAND DERGÝSÝ


radyobeyan