Makale Dünyasý
Pages: 1
Reenkarnasyon Tartismasi.. By: ezzehraveyn Date: 04 Kasým 2009, 23:16:11
EBUBEKÝR SÝFÝL

Bismillâhirrahmânirrahîm


Ýslam adýna herkesin, aklýna geleni söyleme özgürlüðüne (!) sahip olduðu günümüz Türkiye’sinde, Akait’ten Fýkh’a, Tasavvu’tan Hadis/Sünnet’e kadar her konuda ortaya atýlan bir yýðýn iddia, beyinleri ve kalpleri allak bullak ediyor. Ne gariptir ki, müsbet ilimler konusunda yaþanan uzmanlýk alanlarý ayrýþmasý ve bu alanda genel çerçevede bilgi ve formasyon sahibi olanlarýn dahi, uzmanlýk isteyen noktalarda “bu benim saham deðil” diyerek geri çekilmesi vakýasý, nedense Ýslamî konular söz konusu olduðunda birden kaybolmakta ve herkes uzman kesilmektedir.

 

Hal böyle olunca, Ýslam adýna ortaya konduðu söylenen birbiriyle taban tabana zýt yýðýnla iddia ve tezin dolaþmasý kaçýnýlmaz hale gelmektedir. Ehil kimselerin sürekli olarak susmayý tercih etmesi ya da sesini yeterince yükseltmemesi sonucunda halk, rüzgârýn önündeki kuru ve korumasýz yapraklar misali bir oyana, bir buyana savrulmaktan kurtulamamaktadýr.

Ýslam adýna ortaya atýlan iddialardan birisi de, bir özel televizyon kanalýnýn, ülkemizin güney bölgelerinde yaptýðý çekimlerden oluþan bir seri yayýnýndan sonra bugünlerde gündeme iyice yerleþtiði görülen reenkarnasyon teorisidir. Sözünü ettiðimiz programda, sadece reenkarne olduðu söylenen kimseler deðil, “konunun uzmanlarý” da konuþturuldu. Bu uzmanlar da birbiriyle uzlaþmaz tavýrlar sergileyince, neticede ortada kalan, koca bir soru iþareti oldu.

Hatta yakýn bir zaman önce, yine bir özel televizyon kanalýnda, yanýlmýyorsam Psikoloji alanýnda uzman olan bir Doçent, reenkarnasyon meselesinde Ýslam’ýn ne dediðine bir türlü karar veremediðini söyledi ve programa kendisi gibi konuk olarak katýlmýþ olan Prof. Dr. Süleyman Ateþ’e hitaben,

– “Gerçekten bu konuda teologlar bir kanaate varsalar çok rahatlayacak ve Ýslam’ýn konu hakkýndaki görüþünü kabul edeceðim. Lütfen siz teologlar bu konuda Ýslam’ýn görüþünü artýk ortaya koyun” anlamýnda hafif sitem yollu bir söz söyledi.

Gerçekten de, acaba Ýslam Dini reenkarnasyon konusunda ne diyor? Bu teoriyi bir inanç esasý olarak kabul etmenin Ýslamî açýdan herhangi bir sakýncasý var mýdýr? Kur’an ve Sünnet’te bu teoriye inanmamýzý engelleyen hususlar var mýdýr? gibi sorular, konu hakkýnda yeterli bilgisi olmayan kamuoyunun aklýný iyiden iyiye kurcalamaya baþladý.

Biz, “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi” adýyla neþredilen seri çalýþmamýzý I. cildinde[1] Prof. Dr. Yaþar Nuri Öztürk’ün konuyla ilgili iddia ve yaklaþýmlarýný ayrýntýlý olarak ele almýþ ve meseleyi Kur’an ayetleri çerçevesinde geniþ bir þekilde incelemiþtik. Öztürk’ün reenkarnasyon yaklaþýmýný ve bizim bu yaklaþýma getirdiðimiz eleþtirileri merak edenlerin, bu çalýþmamýzý okumalarýný tavsiye ederiz.

Bu yazýda ise daha ziyade Prof. Dr. Süleyman Ateþ’in konuyla ilgili olarak söyledikleri üzerinde duracak ve perspektifimizi biraz daha deðiþik tutacak, zaman zaman da mezkûr çalýþmamýzda yer verdiðimiz bir kýsým noktalarý –zorunlu olarak– burada da zikredeceðiz.


Reenkarnasyon nedir?

Reenkarnasyon kýsaca, bir insanýn ölümünden sonra ruhun, baþka bir insan bedenine girmesi, ikinci beden öldükten sonra üçüncü, o öldükten sonra dördüncü… bedenlere girerek dünyadaki hayatýna devam etmesi ve bunun böylece sürüp gitmesidir. Yaygýn olarak Hinduizm’den geldiði sanýlmakla birlikte, aslýnda Eski Yunan’a kadar giden Tenasuh inancý ile sýk sýk karýþtýrýlmaktadýr.[2]

Bu düþünce daha sonra Hinduizm’e geçmiþ ve kadim Hint düþüncesindeki “Karma” inancýnýn temelini oluþturmuþtur.

Esasen Hinduizm’de “Avatara” diye ifade edilen “hulûl/tenasuh” inancýna göre tanrý Viþnu, insan þeklinde cisimleþir ve kurtarýcý sýfatýyla yeryüzüne gelir. Nitekim Hinduizm’de temel bir yeri olan Rama ve Kriþna, aslýnda tanrý Viþu’nun iki “avatara”sýndan ibarettir.[3]

Yine “Karma” inancýna göre göre ruh, sonu olmayan bir tenasuh zinciri içerisinde gidip gelir. Ölüm bir son deðil, bir halden diðerine geçiþtir. Her ölümden sonra, kendi derecesine göre yüksek veya alçak olarak yeniden doðar. Bir önceki hayatýnda iyilik özellikleri aðýr basmýþ ise, daha sonraki hayatýnda tanrý olarak bile dünyaya gelebilir. Bu onun mükâfatýdýr. Ancak daha önceki hayatý kötülüklerle geçmiþse, sonraki hayatlarýnda bitki veya hayvan olarak dünyaya gelir. Bu da onun cezasýdýr.[4]

Zaman içinde farklý kültür ve inanç havzalarýnda deðiþik inanýþ biçimleri ve tezahürler ile kendisini gösteren –örneðin eski Mýsýr’da ölülerin mumyalanmasýnýn sebebi, ruhun, eski bedenine yeniden döneceði inancýdýr– reenkarnasyon düþüncesi, modern zamanlarda farklý tez ve iddialarla dile getirilmeye baþlamýþtýr.

Burada þunu da zikretmeliyiz ki, reenkarnasyon ile tenasuh, birbirinden farklý þeylerdir. Tenasuh, insan ruhunun, insanlara geçebileceði gibi –kiþinin hayattayken yaþadýðý hayat tarzýna baðlý olarak– hayvanlara, hatta bitkilere dahi geçtiðini kabul eden inancýn adýdýr. Buna “transmigration” (ruh göçü) de denir.

Reenkarnasyonda ise insan ruhunun, insandan baþka varlýklara geçmesi sözkonusu deðildir. Tenasuh inancý ile reenkarnasyonun ortak yaný, her iki inanýþta da ruhun, bir beden öldükten sonra baþka bir bedene geçtiðinin kabul edilmesidir. Ancak reenkarnasyonda ruh, sadece insanlarda reenkarne olur; insan dýþýndaki varlýklarda bedenlenmez.

Týpký tenasuh inancý gibi, özellikle ahiret inancý olmayan kültür ve inanýþ biçimlerinde kendisine yer bulan reenkarnasyon; düþüncesi ve bu düþüncenin niteliði konusunda ileri sürülen tezlerin kendi içinde taþýdýðý tutarsýzlýk, çatýþma ve baðdaþmazlýðýn, bu tezin ciddiye alýnma þansýný kendiliðinden sýfýra indirdiði vakýasý bir yana, bu tezin savunucularýnýn cevaplandýrmasý gereken ve fakat þu ana kadar tatminkâr bir biçimde cevaplandýrýlamamýþ olan pek çok sorunun hâlâ ortada býrakýlmasý ilgi çekici bir husustur.

Reenkarnasyona iliþkin olarak bu teoriyi savunanlar arasýndaki görüþ ayrýlýklarý, neticede þu paradoksal manzarayý ortaya koymaktadýr:

Kimilerine göre bir beþer varlýðý, deðiþmez biçimde hep ayný cinsiyette bedenlenirken diðerlerine göre bu konuda herhangi bir kural yoktur ve ruh, kimi kez erkek, kimi kez de diþi olarak bedenlenebilir.

Yine kimilerine göre bu erkek ve diþi olarak bedenlenmelerde az ya da çok muntazamlýk arz eden bir dönüþümlülük vardýr. Bazýlarý insanýn sürekli olarak yeryüzünde reenkarne olduðunu söylerken, diðer bazýlarý insanýn güneþ sisteminin diðer gezegenlerinde ve hatta herhangi bir yýldýzda da bedenlenebileceðini söylemektedirler. Yine bazýlarý, baþka bir gezegene geçmeden önce, yeterince tekâmül etmek için yeryüzünde ardarda pek çok kez bedenlenildiðini kabul ederler.

Kimilerine göre yeryüzündeki bedenlenmelerin son derece uzun bir süre boyunca gerçekleþmesi söz konusudur; bir beþer ýrký bu devreyi tamamladýktan sonra baþka bir kürede yeni bir “bedenlenmeler dizi”sine baþlar ve bu böylece devam edip gider.

Yine kimileri, yeniden bedenlenmenin hemen ya da çok kýsa bir süre sonra gerçekleþtiðini söylerken; kimileri de bedenlenmeler arasýnda çok uzun süreler bulunmasý gerektiði kanatindedirler. Bir kýsým teorisyenler ise önceleri bu sürenin on iki ile on beþ yüzyýl arasýnda deðiþtiðini ileri sürerken, daha sonralarý görüþ deðiþtirerek bu rakamlarý önemli ölçüde küçültmüþler ve bu baðlamda kiþilerin tekâmül sürelerine göre ayrým yapmayý daha uygun bulmuþlardýr. Bazýlarýna göre ise bir ruh, çocukken ölme, ani ölüm gibi istisnaî durumlar dýþýnda ancak yaklaþýk onbeþ yüzyýl sonra reenkarne olabilir.[5]

Yine reenkarnasyon teorisini benimseyenler arasýnda þu nokta da ihtilaflýdýr: Daha önceki bir bedende yaþamýþ olan bir ruhun, o beden öldükten sonraki bedenlenmelerinde, ayný anda birden fazla kiþide bedenlenmemesi bir kural mýdýr, yoksa ayný anda birden fazla bedende enkarne olabilir mi? Nitekim Batý’da, bundan önceki hayatýnda Marie Antoinette olduðunu söyleyen ayný anda en az oniki kadýna, Maria Stuart olduðunu söyleyen altý ya da yeti tane kadýna ve Ýskender ve Sezar olduðunu söyleyen yirmiye yakýn kiþiye, hatta Hz. Ýsa olduðunu iddia eden pek çok kimseye rastlanmýþtýr. Bunlarýn hepsi de ayný anda hayatta olan kimselerdir.[6]

Bu ve benzeri çeliþkili görüþler arasýnda tercih yapmak ve “doðrusu budur” demek þu ana kadar mümkün olmadýðý gibi, bundan sonra da mümkün olmayacaktýr. Zira konu tamamen teorik planda tartýþýlmaya mahkûmdur ve reenkarnasyona inanan farklý görüþ sahiplerinden hiç birisinin, sölediklerinin doðruluðunu ispatlama þansý mevcut deðildir.

Zira reenkarnasyon inancýnýn, reenkarne olduðunu söyleyen insanlarýn iddialarýndan baþka bir delili yoktur. Bu iddialar ise hiçbir zaman birbiriyle baðdaþtýrýlmasý mümkün olmayan vehim, hayal, halisünasyon ve zanlardan ibarettir. Bu demektir ki, aslýnda reenkarnasyon teorisinin esasen hiçbir delili yoktur.

Modern zamanlarda bu inanca teorik bir temel oluþturulmaya çalýþýlmýþ, hatta Tevrat ve Ýnciller’deki kimi ifadelerden yola çýkýlarak, Yahudilik ve Hristiyanlýðýn temel metinlerinde de bu inancýn mevcut olduðunu gösteren deliller bulunduðu ileri sürülmüþtür.[7]

Reenkarnasyon inancýnýn teorik temeli, insanlar arasýnda maddî, fiziksel ve ahlakî bakýmdan eþit bir olgunluk seviyesi bulunmasý gerektiði düþüncesine dayanmaktadýr.

Modern anlamda reenkarnasyon düþüncesinin savunucularýndan Allan Kardec bu konuda þunlarý söyler:

“Ruhlar doðuþtan ya eþittirler, ya da eþit deðildirler, bu hususta kuþkuya gerek yoktur. Þayet (doðuþtan) eþit iseler, bu çeþitli eðilimler niçin?Eþet deðilseler, o zaman da onlarý Tanrý öyle yaratmýþ demektir, fakat niçin bazýlarýna doðuþtan bir üstünlük verilmiþtir? Böyle taraf tutmak, onun adaletine ve tüm yarattýklarýna karþý duyduðu eþit sevgiye yakýþýr mý? Tersine, tekâmüle yönelik bir geçmiþ varoluþlar sürecini kabul ettiðimizde herþey açýklanmýþ oluyor. Ýnsanlar doðarken (daha önceki bedenlenmelerinden) edinmiþ olduklarý eðilimleri de beraberlerinde getirirler; geçirdikleri yaþam sayýsýna göre , çýkýþ noktasýndan az ya da çok uzaklaþmýþlýklarýna göre az ya da çok tekâmül etmiþlerdir. (…) Tanrý, adaletinde, ruhlarý birbirlerinden farklý tekâmül düzeylerinde yaratmamýþtýr; ruhlarýn geçirmiþ olduklarý yaþam sayýlarýyla iliþkili az ya da çok tekâmül etmiþlik, en kesin bir hakkaniyettir.”[8]


Yine bu konuyla ilgili olarak Leon Denis de þöyle der:

“Karakterlerin farklýlýðý, tutumlarýn çeþitliliði, ahlakî niteliklerdeki oransýzlýk (ya da bu niteliklerin kiminde az, kiminde çok olmasý), tek kelimeyle gözümüze çarpan eþitsizlikler ancak “tekrar tekrar pek çok kez bedenlenme” olayýyla açýklanabilir. Neden bazý kiþiler yeteneklere, asil duygulara, yüksek özlemlere sahip iken bazýlarýnýn da budalalýklar, aþaðýlýk tutkular ve bayaðý güdülerden baþka birþeye sahip olmadýklarý sorusuna bu yasanýn dýþýnda herhangi bir açýklama aramak boþunadýr. Bize bir tak bedensel yaþam verip, bu denli eþitsiz parçalara bölmüþ ve vahþiden uygura, bu denli farklý ahlakî düzeyler ve yine bu denli farklý maddî zenginlikler vermiþ olan bir Tanrý hakkýnda ne düþünülebilir? Reenkarnasyon yasasý diye bir þey söz konusu olmasaydý, dünyada büyük bir haksýzlýk egemen diye düþünülebilecekti… Tüm bu karanlýklarý tekrar bedenlenme (reenkarnasyon) öðretisi aydýnlýða kavuþturuyor. Entellektüel güçleri ya da yetenekleri daha fazla olan varlýklar daha fazla sayýda yaþamlar yaþamýþ, (dolayýsýyla) daha çok çalýþmýþ, daha geniþ bir deneyim ve yetenekler elde etmiþ olan varlýklardýr.”[9]

Örnekleri artýrmak mümkün. Ancak bu kadarýnýn, yukarýdaki tespitimizi doðrulamaya yeterli olduðu söylenebilir.

Rene Guenon’un ifadesiyle “tam anlamýyla saçma”[10] olan bu teorinin, cevap vermesi gereken önemli sorular bulunmaktadýr. Bu sorularý þöyle sýralayabiliriz:

1- Eðer ruhlar baþlangýçta hep birlikte ve her bakýmdan eþit olarak yaratýlmýþ iseler, daha sonra bu dünyada neden bir kýsmý üstünlük elde ederken, diðer bir kýsmý süflî varlýklar olarak yaþamayý seçmiþlerdir?

2- Yoksa bu durum, onlarýn bir seçimi olarak deðil de, “kaderin bir tecellisi” olarak mý ortaya çýkmýþtýr.

3- Eðer bu durum, kaderin bir tecellisi olarak ortaya çýkmýþ ise, sözkonusu ruhlar, daha sonraki bedenlenmelerinde bu tecelliyi ve ilahî takdiri nasýl deðiþtireceklerdir?

4- Eðer bu dünyadaki bedenlenmelerinin belli bir aþamasýnda þu ya da bu sebeple bir kýsým ruhlar, süflî yaþamayý özgür iradeleriyle kendileri seçmiþ iseler, daha sonraki bedenlenmelerinde bu seçimlerini niçin deðiþtirsinler?

5- Þayet ruhlar baþlangýçta hep birlikte var olmamýþ iseler, bir kýsmý daha sonra var olmuþ demektir. Dolayýsýyla da, önce var olan ruhlar, tekrar bedenlenme sayýlarýnýn fazlalýðý dolayýsýyla tecrübeleri artmýþ olarak “olgun insanlar” seviyesinde bedenlenme safhasýna ulaþmýþlar demektir. Peki daha sonra var olan ruhlarýn durumu nasýl açýklanacaktýr? Bunlarýn daha sonra var olmalarý, dolayýsýyla olgunluða eriþmelerinin gecikmesi ilahî adalet ile baðdaþýr mý?

Reenkarnasyon teorisyenlerinin mantýðýna baðlý kalarak sorduðumuz bu sorular, ayný mantýk çerçevesinde cevap beklemektedir.


Prof. Dr. Süleyman Ateþ’in Yaklaþýmý

Burada konuyu daha fazla uzatmýþ olmamak için, hemen “Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsiri” adlý tefsirin sahibi Prof. Dr. Süleyman Ateþ’in söylediklerine bakalým:

Ateþ, adý geçen tefsirinde, 56/el-Vâkýa, 60-2. ayetleri üzerinde dururken þunlarý söyler:

“Birinci âyette, yeniden yaratýlacak insanýn bedeninin, bu bedenin ayný deðil, benzeri olacaðý, “Sizi bilmediðiniz bir biçimde yapalým” anlamýndaki ikinci cümleden de yeniden yaratýlacak insanýn, bilinmeyen bir biçimde yaratýlacaðý anlaþýlýr. Daha önce geçen benzeri âyetlerle karþýlaþtýrýlýrsa bu âyetlerden de kemal bulmadan ölmüþ insan ruhunun, bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir biçimdeki yeni bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceði mânâsý çýkarýlabilir.

“Bu âyetler, olgunluk kazanmýþ mü’min insanlara deðil, âhireti inkâr eden kemâl bulmamýþ cehennem halkýna hitaptýr. Bundan, kemâl bulmamýþ inkârcý insanlarýn, kemâl bulmak üzre tekrar bedenlere sokularak yeniden yaratýlacaðý anlaþýlýr. Bu takdirde ba’s (yeniden bedensel hayâta çýkarma, öldükten sonra diriltme) olayý, kemâl bulmamýþ ruhlara mahsus olabilir. Kemâl bulmuþ ruhlar huld cennetine gittiklerinden, bedensel hayâta dönmezler. Ba’s, kemâl bulmamýþ ruhlarýn kemâl bulmak üzere bedensel hayâta getirilmesidir ki, bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyânýn ýzdýrabýný, sýkýntýlarýný çekerek olgunlaþýr. Ýþte bu gelip gitmeler ruhu piþirip olgunlaþtýracak olan cehennem hayâtýdýr. Her bedensel hayâtta yapýlanlar, ruhun daha sonraki hayâtýnýn mahiyetini çizer. Kötülüklerden korunan ve Allah’a ibadetle olgunlaþan rûh, ebedîlik cennetine girer, bir daha, gerçekte azâb olan bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaþmayan ruhlar, olgunlaþýncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyâya getirilirler. Olgunlaþmanýn tek yolu da Allah’a ibâdet ve güzel ahlâktýr.”

“Âyetlerden bu mana anlaþýlabilir ama tenâsüh (reenkarnasyon) demek olan bu açýklama, cumhûrun anlayýþýna aykýrýdýr. Bu bakýmdan bu mânânýn muhtemel olmakla beraber, cumhûrca âyetlere böyle bir mânâ verilmediðini belirtmemiz gerekir.”[11]

Þimdi burada yer alan ifadeleri –eleþtiriyi daha sistematik bir þekilde yapabilmek için– maddeler halinde sýralayalým:

Þimdi bu pasajlarda yer alan hususlarý maddeler halinde ele alalým:

1- 56/el-Vâkýa, 60-2. ayetler bizzat Ateþ’in hazýrladýðý mealde þöyle verilmektedir:

“Aranýzda ölümü takdir eden (ne zaman öleceðinizi belirleyen) biziz. Ve bizim önümüze geçilmiþ deðildir. (Kimse bizim tayin ettiðimiz vakti geçemez). (Size böyle ölümü takdir ettik) ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizin bilmediðiniz bir biçimde yeniden inþa edelim. Andolsun ilk yaratmayý bildiniz, (bunu) düþünüp ibret almanýz gerekmez mi? (Sizi ilk defa yarattýðýmýzý gördüðünüzden dolayý yeniden yaratabileceðimizi de anlamanýz icabeder).”[12]


Þimdi bu ayetleri tek tek ele alalým:

– “Nahnu kaddernâ beynekumu’l-mevte ve mâ nahnu bi mesbûkîn.” (Aranýzda ölümü biz takdir ettik ve bizim önümüze geçilmez.)

– “Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunþiekum fîmâ lâ ta’lemûn.”

Cümle yapýsýndaki birkaç nokta sebebiyle bu ayete birkaç anlam vermek mümkündür. Bunlarý þöyle sýralayabiliriz:

i- Bu ayetin baþýndaki “alâ” harfi, bir önceki ayetteki “ve mâ nahnu bi mesbûkîn” (bizim önümüze geçilmez) ifadesine müteallik olabilir. Bu durumda anlam þöyle olur: “Yerinize benzerlerinizi getirme konusunda bizim önümüze geçilmez.”

ii- Bu harf, yine bir önceki ayette yer alan “Nahnu kaddernâ”ya müteallik olabilir. Bu durumda da anlam þöyle olur: “Biz, týpký aranýzda ölümü takdir ettiðimiz gibi sizi ortadan kaldýrýp yerinize emsalinizi getirmek suretiyle tebdile de kadiriz.”

iii- Bu ayette geçen “emsâlekum” ifadesindeki “emsâl” kelimesi, “misl”in çoðulu olabileceði gibi, “mesel”in çoðulu da olabilir.

Bunlardan ilki tercih edilir ve bu cümledeki “alâ” harfi, ilk cümledeki “kaddernâ”ya gönderilirse anlam þöyle olur: “Biz aranýzda ölümü, neslinizi kesmek üzere deðil, sizi emsal ve benzerlerinizle deðiþtirmek, sizi ortadan kaldýrýp yerinize onlarý getirmek üzere takdir ettik.” Nitekim “Ey insanlar! Allah dilerse sizi (ölümle bu hayattan alýp) götürür ve baþkalarýný getirir”,[13] “Rabbin ganîdir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi (ölümle bu hayattan alýp) götürür ve sizi baþka bir kavmin zürriyetinden yarattýðý gibi, sizden sonra yerinize dilediði bir kavmi yaratýr”[14] ayetleri de bu manayý teyit etmektedir.

Ýkincisi, yani “emsâl” kelimesinin “mesel”in çoðulu olduðunun kabul edilmesi halinde ise anlam þöyle olur: “Gerek düþünce ve ahlakça, gerekse þekil ve suret bakýmýndan þu anda bulunduðunuz ve bildiðiniz biçimlerinizi deðiþtirmeye “ve nunþiekum fî mâ lâ ta’lemûn” ve sizi þimdi bilemeyeceðiniz bir neþ’ette inþa etmeye kadiriz.”

Elmalýlý merhuma göre bu anlam tercihe daha þayandýr. el-Hasanu’l-Basrî de, bu anlamý esas kabul etmekle ayetin, “sizi maymunlara, domuzlara çeviririz” tarzýnda bir tehdit ifade ettiðini söylemiþtir.

Bu tefsir tarzý, “Ey kendilerine Kitap verilenler! Biz bazý yüzleri silip arkalarýna döndürmeden, ya da Cumartesi adamlarýný lanetlediðimiz gibi onlarý da lanetlemeden önce, yanýnýzdakileri tasdik edici olarak indirdiðimiz (Kur’an)a inanýn. Allah’ýn emri mutlaka yerine gelecektir”[15] ayeti ile, mesh konusundaki ayetlerin –bazý kavimlerin maymuna vs. çevrildiðini bildiren ayetler– anlamýný destekleyici mahiyettedir.

iv- “ve nunþiekum fîmâ lâ ta’lemûn.” (Ve sizi, þimdi bilemeyeceðiniz bir neþ’ette (yaratýlýþta) inþa etmeye kadiriz.)

Bu ayet, öncesiyle birlikte ele alýndýðýnda –ve Elmalýlý merhumun, tercihe þayan olduðunu belirttiði mana göz önünde bulundurulduðunda– görülmektedir ki, ayetin hitap ettiði insanlara Allah Teala (celle celaluh), kendilerini ölümle ortadan kaldýrmaya, yerlerine yeni insanlar getirmeye ve öldürülen insanlarý da bilmedikleri bir yaratýlýþla tekrar inþa etmeye kadir olduðunu bildirmektedir. Bu anlam esas alýnacak olursa denebilir ki, burada zikredilen bu hususlarýn bir vakýa olarak gerçekleþtiðini ya da ileride gerçekleþeceðini bildiren herhangi bir ifade bulunmamaktadýr.

v- Yine mezkûr “alâ” harfi, “ve mâ nahnu bi mesbûkîn” cümlesinin anlamýnda saklý bulunan “kaadirîn” kelimesine –zira “vemâ nahnu bi mesbûkîn” (bizim önümüze geçilmez) demek, “biz herþeye kadiriz” demektir– müteallik kabul edilirse anlam þöyle olur: “Aranýzda ölümü takdir ettiðimiz gibi, sizi ortadan kaldýrýp, yerinize emsalinizi getirmek suretiyle tebdile de kadiriz.” Bu anlam kabul edildiðinde bu ayet, “Dilerse sizi götürür (ortadan kaldýrýr) ve (yerinize) yeni bir halk getirir”[16] ayeti ile ayný anlamý ifade eder.[17]

– “Ve lekad alimtumu’n-neþ’ete’l-ûlâ felev lâ tezekkerûn.” (Andolsun ilk inþa (yaratma)yý bildiniz. O halde öðüt alýp düþünmeniz gerekmez mi?)

Sizi dünya hayatýna nasýl getirdiðimizi, anne karnýnda geçirdiðiniz safhalarý, dünyaya geldikten sonra geliþme ve büyüme çaðýnda bedeninizin geçirdiði deðiþimleri çok iyi biliyorsunuz. Bunu düþünerek sizin beden ve suretlerinizi bilmediðiniz þekillere sokmya kadir olduðumuza da akýl erdirmeniz gerekir (mesh veya ahiretteki ba’s).

2- Ateþ’e göre, 56/el-Vâkýa, 61. ayetinin ikinci cümlesinden, yeniden yaratýlacak olan insanýn, bilinmeyen bir bedende yaratýlacaðý anlaþýlýr. Daha önce geçen bazý ayetlerle karþýlaþtýrýlýrsa, bu âyetlerden de kemal bulmadan ölmüþ insan ruhunun, bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir biçimdeki yeni bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceði mânâsý çýkarýlabilir.

Gerek Ateþ’in bu ayet hakkýnda söylediklerinden hareketle, gerekse diðer bir kýsým müfessirlerin ortaya koyduðu ihtimalli manalar içerisinde tercihe þayan olmayan vecih esas alýndýðýnda ortaya iki ihtimal çýkmaktadýr:

A- Yeniden yaratýlacak insanlarýn bu yeni hayatlarýndaki “bilinmeyen” þekil ve suretleri, bildiðimiz insan nesline ait þekil, suret ve bedenlerdir; ancak bu bedenler, inkârcýlarýn tanýmadýklarý insanlarýn yüz hatlarý, vücut biçimleri ve karakter yapýlarýnda olacaklardýr. Bugün dünya üzerinde, tek tek bireyler olarak bizim yaþadýðýmýz çevre dýþýnda milyonlarca, milyarlarca insan yaþamaktadýr. Ancak biz onlarýn hepsini tanýmýyoruz. Ýþte týpký bunun gibi, inkârcýlarýn yeni bedenleri de, ilk hayatlarýnda tanýmadýklarý insanlarýn beden ve karakter özelliklerini taþýyacaktýr.

Eðer ayetin muhtemel anlamýnýn bu olduðu ileri sürülecek olursa þunu söylemeliyiz ki, bu ifade, Allah Teala’nýn kudretini ifade etmek için delil olarak kullanýlmaya hiç de elveriþli deðildir. Çünkü inkârcýlarýn, temel beden ve karakter özellikleri bakýmýndan týpký kendileri gibi olan, ancak baþka memleketlerde yaþayan, tanýmadýklarý insanlar bulunduðunu inkâr ettiklerini ileri sürmek mümkün deðildir.

Ayetin bu anlama ihtimalli olduðunu kabul etmek, Allah Teala’nýn, kudretini ifade etmek ve kâfirleri tehdit etmek üzere þöyle dediðini iddia etmek demektir: Ey kâfirler! Benim gücüm ve kudretim, beden ve kiþilik özellikleri bakýmýndan þu anda yeryüzünde yaþayan insanlarýn týpkýsýnýn aynýsý baþka insanlar yaratmaya da yeter!

Peki bu, malumun ilamý olmaz mý? Ýnkârcýlar, “Yeryüzünde bizden ve bizim tanýdýðýmýz, bildiðimiz insanlardan baþka insan yaþadýðýna inanmýyoruz” mu demiþlerdir de Allah Teala onlara, kendilerini öldürdükten sonra tanýmadýklarý, bilmedikleri insanlar suretinde yeniden bedenlemeye kadir olduðunu söylemektedir?! Yeryüzünde yaþamýþ ve yaþamakta olan herhangi bir insanýn, “Allah Teala sadece benim dar çevremde tanýdýðým insanlarý yaratmaya kadirdir. Yeryüzünün baþka herhangi bir bölgesinde benim tanýmadýðým baþka insanlar yaþamýþ veya yaþýyor olamaz” dediði vaki midir, ya da normal bir insanýn böyle bir iddia öne sürebileceðini düþünmek mümkün müdür?

B- Yeniden yaratýlacak olan insanlarýn bu yeni bedenleri, insan sýnýfýna girmeyen herhangi bir varlýðýn beden özelliklerinde olacaktýr.

Burada da iki ihtimal bulunmaktadýr:

a- Bu, herhangi bir hayvanýn bedeni olabilir.

b- Baþka gezegenlerde eðer varsa insan veya hayvan benzeri olmakla birlikte bizim bilmediðimiz yapýda bulunan, yahut yarý insan yarý hayvan olan þuurlu, iradeli baþka herhangi bir canlýnýn bedeni olabilir.

Ancak ayette, buradaki iki ihtimali de baðlayan bir kayýt vardýr: Bu yeni beden, inkârcýlarýn tanýmadýðý, bilmediði þekil, beden ve karakter özelliklerine sahip olacaktýr.

Ne var ki, bu þýklardan herhangi birisini kabul etmemiz de mümkün görünmemektedir. Çünkü;

a- Ýnkârcýlarýn herhangi bir hayvan bedeninde reenkarne edilmesi, onlarýn tekâmülünü deðil, tereddisini getirir. Bu ise, Ateþ’in “yeniden bedenlenmenin maksadý” olarak ileriye sürdüðü gerekçe ile, yani ruhlarýn olgunlaþmasý amacý ile taban tabana zýt bir durumdur. Ýlk hayatýnda insan iken, daha sonraki hayatýnda veya hayatlarýnda hayvan bedenine sokulan bir ruh nasýl olgunlaþýp geliþecektir?

b- Kur’an’da, herhangi bir kavmin veya kiþinin, baþka gezegenlerden yaþayan ve bizim bilmediðimiz beden özelliklerine sahip insan veya yarý insan yarý hayvan varlýklara çevrildiðini açýkça bildiren herhangi bir ayet bulunmamaktadýr.

Esasen Ateþ’in de böyle bir iddiasý yoktur. Zira Ateþ, “Ba’s, kemâl bulmamýþ ruhlarýn kemâl bulmak üzere bedensel hayâta getirilmesidir ki, bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyânýn ýzdýrabýný, sýkýntýlarýný çekerek olgunlaþýr” demek suretiyle, yeniden bedenlenmenin de bu dünyada olacaðýný açýk bir þekilde dile getirmektedir.

Þu da var ki, içinde bu ayetlerin de yer aldýðý ayetler grubu bir bütün olarak ele alýndýðýnda, hitabýn inkârcýlara ve yalancýlara/yalanlayanlara yönelik olduðu görülecektir. Þu halde bu ayetteki hitap da onlaradýr. Ayrýca bu ayetler grubuna hakim olan üslup, tehditvari bir meydan okumayý ve Allah’ýn kudretini ispatlama kastýný ifade etmektedir. Bu üslup, sadedinde bulunduðumuz ayetlere de hakimdir. Dolayýsýyla burada rahatça þunu söyleyebiliriz ki; tehdit ve meydan okuma üslubunun hakim olduðu bir baðlamda reenkarnasyonu gündeme getirerek insanlara Allah’ýn rahmetinin bir eseri olarak yeni bir hayat fýrsatý daha verilebileceðinden bahsetmek bu ayetlerin akýþýna ve Kur’an’ýn üslubuna hiç de uygun düþmemektedir. Burada olsa olsa sözkonusu tehdit meyanýnda meshten bahsedildiði söylenebilir. Mesh ise reenkarnasyondan tamamen farklý bir hadisedir.[18]

Þu halde bu ayetten reenkarnasyon çýkarmak, ya da bu ayetin reenkarnasyonu anlatmaya ihtimalli olduðunu söylemek kabul edilebilir bir davranýþ deðildir.

3- Ateþ’e göre “Bu âyetler, olgunluk kazanmýþ mü’min insanlara deðil, âhireti inkâr eden kemâl bulmamýþ cehennem halkýna hitaptýr. Bundan, kemâl bulmamýþ inkârcý insanlarýn, kemâl bulmak üzre tekrar bedenlere sokularak yeniden yaratýlacaðý anlaþýlýr. Bu takdirde ba’s (yeniden bedensel hayâta çýkarma, öldükten sonra diriltme) olayý, kemâl bulmamýþ ruhlara mahsus olabilir. Kemâl bulmuþ ruhlar huld cennetine gittiklerinden, bedensel hayâta dönmezler. Ba’s, kemâl bulmamýþ ruhlarýn kemâl bulmak üzere bedensel hayâta getirilmesidir ki, bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyânýn ýzdýrabýný, sýkýntýlarýný çekerek olgunlaþýr. Ýþte bu gelip gitmeler ruhu piþirip olgunlaþtýracak olan cehennem hayâtýdýr.”

Eðer ayet böyle bir manaya ihtimalli ise, Ateþ’e þunu sormamýz gerekmektedir:

Yukarýya aldýðýmýz sözlerden hemen iki sayfa önce, 56/el-Vâkýa, 81-94. ayetlerinin tefsiri esnasýnda söylenen aþaðýdaki sözlerin sahibi sizden baþkasý mýydý acaba?

“(…) Peki ama sizin gözünüzün önünde birinizin can çekiþtirdiðini gördüðünüz zaman ne yaparsýnýz? Siz de birgün o duruma gelince haliniz nice olur? Siz bizi göremezsiniz ama biz o zaman o can çekiþtiren insana sizden daha yakýnýz. Ýþte çýkmakta olan can, yaptýklarýndan hesap vermek, yaptýklarýnýn karþýlýðýný görmek üzere bizim huzurumuza gelir. Öldükten sonra hesap yok, ceza görmeyecek iseniz o caný geri döndürsenize! Hayýr, bunu yapamazsýnýz, o can bize gelir, yaptýklarýnýn hesabýný verir.

“(…) Bu âyetlerde, önce can çekiþtiren kimsenin ruhunun geri döndürülemeyeceði ve Allah’ýn ona, çevresinde toplanan insanlardan daha yakýn olduðu, kimsenin o caný geri döndüremeyeceði belirtildikten sonra…”

“Ama –Allah göstermesin– üçüncü gruptan ise o da 41-56. âyetlerde durumlarý açýklanan solcularla birlikte cehennem azâbý içindedir. Ýþte çýkan her can, bu üç zümreden birine katýlýr. Hiç kimse onun sonucunu deðiþtiremez, onu bedenine geri döndüremez…

“(…) Kur’an’ýn anlattýðý âhiret hayâtý, hesâp ve cezâsý kesin gerçektir…”[19]

Yine cehennem azabýnýn ebedî olduðunu ve inkârcýlarýn oradan bir daha çýkamayacaklarýný açýk bir þekilde bildiren ayetlere ne olmuþtur?

“Suçlular sürekli cehennem azâbý içinde kalýrlar. Azâplarý hiç hafifletilmeyen suçlularýn kurtuluþ umutlarý da yoktur…”[20] ifadesi kime aittir?

Keza, peygamberlerini yalanlamakta ve Tevhid’i kabul etmemekte direnen birtakým kavimlerin çeþitli þekillerde helak edilmesi –haþa– masal mýdýr?

“O eski milletlerin hikâyelerini gaflet içinde deðil, dikkat içinde dinleyen, onlarýn sonucundan ibret aylýp yolunu düzeltir. Hiç kimse ölümden kaçamamýþtýr. Ölümden kurtulmak mümkün deðildir. Ölüm, insan ruhunun Allah’ýn yüce Divanýna geçiþ kapýsýdýr. Ruh o Divân’da yaptýklarýndan hesap verecektir. Öyle ise kiþi kendisini oraya hazýrlamalý, âhirette periþan olmamak için dünyâda yolunu düzeltip Allah’a yönelmelidir.

“O helâk edilmiþ milletler vaktiyle bunlardan daha güçlü idiler. Þehirlerde tenkîb etmiþlerdi. Yani daðlarý eþerek yollar açmýþlar, kayalarý oyup evler yapmýþlar, yahut þehirler arasýnda dolaþmýþlar, seferler yapmýþlardý, yâhut þehirlerde nakîb olmuþlardý. Ölümden kurtulmanýn çaresini aramýþlardý ama bir mahîs yani bir kaçamak bulamamýþlar, sonunda helâk olup gitmiþlerdi…”[21] cümleleri size ait deðil midir?

Yina ayný konuda, “Cehennemde baðýrýp; yâ Rabbi sizi çýkar, dünyâya gönder, daha önce yaptýðýmýz gibi deðil, güzel iþler yapalým”[22] ayetinin tefsirini yaparken, “Bunlar cehennem ateþinde yanýp dururlar. Baðýrýrlar, Allah’a yalvarýrlar: “Rabbimiz bizi buradan çýkar, dünyâya gönder de artýk güzel iþler yapalým” Derler. Ama çare yoktur. Yüce Allah, onlarýn bu sözlerini reddeder…”[23] diyen kimdir?

Ayný þekilde ahiret, hesap, mizan, ceza ve mükâfat ile ilgili ayetler nereye gitmiþtir? Hakk’ý kabul etmeyip direnen kâfirlere en aðýr tehditler içeren ifadelerle dolu ayetlerin baþýna ne gelmiþtir?

Evet, yukarýda dile getirdiðiniz hususlar, bir ihtimal olarak dahi dikkate alýnmaya deðer ise, bütün bu sorularýn cevabýný nasýl verebiliriz? Siz ki, “Kur’an’ý Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin anlayýþiyle” insanlara sunma iddiasýnda olan birisiniz;[24] yukarýdaki ayetleri Hz. Peygamber (s.a.v)’in hangi hadisinden yahut hangi sahabî kavlinden hareketle –bir ihtimal olarak dahi olsa– gündeme getirdiniz?

4- Yine Ateþ’e göre “Bu takdirde ba’s (yeniden bedensel hayâta çýkarma, öldükten sonra diriltme) olayý, kemâl bulmamýþ ruhlara mahsus olabilir. Ba’s, kemâl bulmamýþ ruhlarýn kemâl bulmak üzere bedensel hayâta getirilmesidir ki, bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyânýn ýzdýrabýný, sýkýntýlarýný çekerek olgunlaþýr. Ýþte bu gelip gitmeler ruhu piþirip olgunlaþtýracak olan cehennem hayâtýdýr. Kötülüklerden korunan ve Allah’a ibadetle olgunlaþan rûh, ebedîlik cennetine girer, bir daha, gerçekte azâb olan bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaþmayan ruhlar, olgunlaþýncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyâya getirilirler.”

Demek ki ba’s, sadece inkârcýlara mahsustur ve kemal bulmuþ ruhlar (:burada bu ifadenin tercümesi “mü’minler” oluyor) bir daha diriltilmeyecektir. Bu ruhlar ölür ölmez, hemen huld cennetine gidecekler. Buna mukabil olgunlaþmamýþ ruhlar reenkarne olacak ve “adam olana kadar” bu dünyaya tekrar tekrar gönderilecekler. Onlarýn çekeceði cehennem azabý, bu dünyaya tekrar tekrar gönderilmektir. Ne zaman ki “adam olacaklar”, o zaman onlar da kemale ermiþ ruhlarýn gittiði huld cennetine gitmeyi hak edecekler.

Þüphesiz Ateþ’in burada söyledikleri ile tefsirinin muhtelif yerlerinde sarf ettiði sözler arasýnda da çeliþkiler mevcut. Üç örnek vererek geçeceðiz:

1- “12-14 ncü âyetlerde (32/es-Secde, 12-4) bir kýyâmet sahnesi sunulmaktadýr. 13 ncü âyet de sahne ortasýnda bir açýklama cümlesidir.

“Dünyada baþlarý kalkýk, burnu büyük kimseler suçlu olarak Allah’ýn huzuruna getirilmiþlerdir. Orada gerçeði gören suçlular, artýk dünyâdaki davranýþlarýnýn tersine, yaptýklarý iþlerin verdiði utanç ile baþlarý öne eðik olarak Allah’a yalvarýrlar. Ýnanýp güzel iþler yapmak için kendilerini yeniden dünyâya göndermesini isterler. Bu sahneyi sunan Allah, ezelî kararýný açýklýyor:

“Biz dileseydik, herkese hidâyetini verirdik. Fakat bir kýsým cin ve insanlarla cehennemi dolduracaðým hakkýndaki sözümün yerine gelmesi için (herkesi zorla) yola getirmedik.”

“(…) Yüce Allah, bu ezelî hükmünü açýklayýp cehenneme girenlerin, kendi yaptýklarýnýn cezâsýný çektiklerini bildirdikten sonra âhiret hayâtýný kabul etmeyip bu duruma düþen suçlularý azarlýyor: “Bugününüzü unuttuðunuzdan dolayý þimdi azâbý tadýn! Siz nasýl bizi unuttunuzsa þimdi biz de sizi öyle unuttuk. Artýk sizi kurtaran olmaz. Böyle sürekli azâb içinde kalýrsýnýz. Yaptýklarýnýza karþýlýk olarak azâbý tadýn!” buyuruyor. Suçlularýn çektiði azâba bir de umutsuzluk katan bu azar, azâbý daha dayanýlmaz hale getiriyor.”[25]

2- “Ruhun, bedenden ayrýldýktan sonraki hayâtýna berzâh hayâtý denir. Berzah hayâtýnda ruh, beden içinde yapmýþ olduðu amellerine uygun bir durumda bulunur. Güzel iþler yapmýþ olanlar cennet gibi; kötü iþler yapmýþ olanlar da cehennem gibi bir hayât içinde olurlar. (…) Dünyâda kötü iþler yapmýþ olanlar da fiillerine uygun azâblarý tadarlar…”[26]

3- Bir baþka yerde de, týpký yukarýdaki iktibaslarda olduðu gibi reenkarnasyon konusunda bütün söylediklerini mahkûm eden þu ifadeleri kullanýyor:

“9 ncu âyetten (16/en-Nahl, 9) insanýn önünde iki yol bulunduðu; doðru yolun, Allah’a giden ve O’nun gösterdiði yol olduðu, bu yoldan ayrýlanlarýn eðri yollara girdiði; Allah istese, insanlarýn hepsini doðru yola ileteceði belirtilmektedir. Allah, insanlarýn hepsini doðru yola sürebilir, buna gücü yeter. Ama bu zorlama olur. O zaman insanýn özgürlüðü kalmaz. Onun için Allah bunu yapmaz. Ýnsanlarý düþüncelerinde serbest býrakýr, yollarýný kendi iradeleriyle seçmelerini ister.

“Kaldý ki herkes doðru yolda olsa, insanlar arasýnda mücadele de olmaz. Mücadele olmayýnca kalkýnma da olmaz. Çünkü mücadele kalkýnmanýn kamçýsýdýr. Demek ki Allah, hikmeti gereði, bazý kimselerin doðru yolda, bazý kimselerin de eðri yollarda gitmelerini dilemiþtir. Fakat onlarý buna zorlamamýþtýr. Ýnsan, önünde doðrusu ve eðrisi gösterilen yollardan birini seçmekte serbesttir. Hangi yolu seçerse Allah ona o yolda yürüme gücü verir…”[27]

Dediðimiz gibi, yukarýdaki ifadeleri ile burada alýntýlanan sözler arasýnda hatýrý sayýlýr bir uyuþmazlýk mevcut.

Ýþin bir de þu yönü var: Ateþ’in yukarýdaki ifadeleri, ba’s dediðimiz “öldükten sonra dirilme” olayýnýn, sadece olgunlaþmamýþ ruhlara mahsus olduðunu söylüyor ve “ba’s” kelimesinin, bizim anladýðýmýz gibi dünya hayatý sona erdikten sonra bütün insanlarýn diriltilmesi deðil, olgunlaþmamýþ ruhlarýn bu dünya hayatýnda yeniden bedenlendirilmesi olduðunu ileri sürüyor.

Oysa Kur’an, býrakalým sýradan mü’minleri (Ateþ’in ifadesiyle “kemâle ermiþ ruhlarý”), ba’s olayýna peygamberlerin bile dahil olduðunu söylemektedir.[28] Peygamberlerin ruhlarýnýn kemale ermemiþ ruhar cümlesinden olduðu söylenemeyeceðine göre, buradan, peygamberlerin ba’sinin, onlarýn ruhlarýnýn da bu dünyada baþka bedenlere girmesi olarak mý anlamalýyýz?

Ancak burada daha egzantrik bir problem var. Problemi zikretmeden önce Ateþ’i dinleyelim:

“Yapýlan iþler, yeteneklerin oluþmasýna neden olduðuna göre her organýn yaptýðý iþ, o organda bir alýþkanlýk meydana getirir. Meselâ el ile yapýlan iþ, el alýþkanlýðýna, ayak ile yapýlan iþ, ayak alýþkanlýðýna neden olur. Ruhtaki izler, bu organlarýn yaptýðý iþlerle oluþur. Bunlarýn her biriyle oluþan izlerin ayrý bir niteliði vardýr. Ruhta meydana gelen lekenin hangi organdan geldiði…”[29]

Demek ki insanýn bu dünyada her azasýyla yaptýðý her iþ, ruhta bir iz ve leke meydana getiriyor. Þu halde ömrünü türlü kötülükler yapmakla geçirmiþ, dolayýsýyla kemale ermemiþ bir kimsenin ruhu, bu beden öldükten sonra yeni bir bedene girerken, eski bedenindeyken iþlemeyi alýþkanlýk haline getirdiði türlü kötülükler sebebiyle esasen lekelidir ve kötülük iþlemeye hazýrdýr.

Öyle ise daha baþlangýçtan lekeli ve kötülük iþlemeye hazýr bir vaziyette iken ikinci kere reenkarne olan bu ruh, kemale erme þansýný daha baþlangýçta kaybetmiþtir. Zira ilk hayatýnda lekesiz ve tertemiz bir ruha sahip olduðu halde kötülük iþlemeyi alýþkanlýk haline getirmiþ olan bir kimseye kýyasla, zaten lekeli bir bir ruha sahip olan bir kimsenin, kötülük iþlemekte ilk bedeni fersah fersah geride býrakacaðý izahtan varestedir.

Bu ruh bu durumda daha da lekeli bir hal almayacak mýdýr? Daha ikinci hayatýnda böyle bir dezavantaj taþýyan bir ruhun üçüncü, dördüncü… hayatýnda nasýl bir hal alacaðýný varýn siz hesap edin!

Peki bu ruh, böyle bir süreç içinde nasýl kemale erecektir? Yoksa týpký bilgisayar disklerinin formatlanmasý gibi Yüce Allah da da her bir hayatýna baþlarken bu ruhu her defasýnda yeniden formatlayacak mýdýr?..

Bakýn Ateþ, bazý insanlarýn, kendi tercihleri sonucu hidayete gelmek istemedikleri ve bunun sonucu olarak da Allah Teala’nýn (celle celaluh), onlarý sapýklýk içinde býrakacaðýný ne kadar sarih bir þekilde ifade ediyor:

“Allah’ýn þaþýrttýðýný kimsenin doðru yola getiremeyeceði de kötü niyetlerini býrakmayan kimselere Allah’ýn hidâyetinin eriþmeyeceðini ifade eder. Çünkü Allah’ýn gönderdiði hidâyete gelmeyen, asla hidayet bulamaz. Tek doðru yol, Allah’ýn gösterdiði yoldur. O’nun gösterdiði yola gelmeyen, hangi yola gitse sapýktýr. Allah, ancak iyi niyetli, saðduyu sahiplerini doðru yola iletir. Yalnýz onlar Allah’ýn gösterdiði yola girerler. Allah zalimleri doðru yola iletmez, onlarý kendi hallerine býrakýr. Zira onlar zaten Allah’ýn gösterdiði yola girmezler.Onlar girmeyince de Allah zorla onlarý yoluna sokmaz, kendi hallerine býrakýr. Allah’ýn hidâyet etmesi için kulun, aklýný kullanarak iyiyi seçmesi ve iyiye yönelmesi gerekir. Kul bu eðilimi göstermez, þirkinde direnirse Allah onu doðru yola iletmez. Ýþte âyette (39/ez-Zümer, 36. ayeti), bu psikolojik gerçektir.”[30]

Eðer gerçek buysa, birtakým ruhlarý yeniden ve yeniden bedenleyip bu dünyaya göndermek “abesle iþtigal” deðilse nedir?

Öte yandan, görüldüðü gibi burada “güdük” bir ahiret inancý bulunmaktadýr. Yani cenneti olan, ama cehennemi olmayan bir ahiret!

Böyle bir ihtimali gündeme getirmek suretiyle meseleye en küçük bir þüphe veya kapalýlýk gölgesi düþmesine mahal vermeyen açýk ve kesin nasslarýn karþýsýnda yer alma konusunda gösterilen cür’et ve cesaret, bizzat o nasslarýn tefsiriyle iþtigal etmiþ olan kiþinin Kur’an’dan aldýðý nasip ile mi, yoksa “fikir özgürlüðü” ile mi açýklanmalýdýr, bilemiyoruz; ama bildiðimiz birþey var: Pek çok meselede ulemamýzýn ortaya koyduðu görüþlerin karþýsýnda yer almakta ve kiþisel tercihini ortaya koymakta tereddüt etmeyen birisinin, böyle önemli bir konuda “tarafsýzlýk” görüntüsü sergileme gayretiyle susmasý ve “böyle düþünenler de var; varýn doðrusunun hangisi olduðuna siz karar verin” tavrýyla açýk nasslar üzerinde ileri geri konuþulmasýna zemin hazýrlamasý bizzat Kur’an’ýn tavrýna hiç mi hiç uymamaktadýr. Eðer bizler, Kur’an’ýn açýk nasslarý söz konusu olduðunda “taraf” olmayacaksak, hangi konuda sergilediðimiz tavýr Kur’an’ým mü’minleri olduðumuz iddiasýnýn delili olacaktýr?

Bir diðer çeliþki: Ateþ’in kullandýðý ifadelerden çýkan netice odur ki, bu dünyada kemale ermiþ olan ruhlar (daha doðrusu bu ruhlarýn bu dünyadaki bedenleri) için ba’s söz konusu deðildir. Ba’s, tekrar bedenlenme olduðuna göre ve bu da bu dünyada gerçekleþeceðine göre, bu durum sadece kemale ermemiþ ruhlar için söz konusudur.

Eðer bu doðruysa, Ateþ’in 40/el-Mü’min, 11. ayetin tefsiri esnasýnda söylediði þu sözler yanlýþtýr:

“Birinci ölüm, insanýn dünyâya gelmezden önceki durumudur. Meni hayvancýðý iken insan, ölmüþ gibi kendinden habersizdir. Meni hayvancýðý haline gelmezden önce hiçbir þey deðildi. Demek ki dünyâya gelmezden önceki durumu ölü sayýlmaktadýr. Dünyâ hayâtý, birinci hayattýr. Dünyadaki ömrünü tamamladýktan sonra ruhun bedenden ayrýlmasý ikinci ölümdür. Kýyâmette ruhun tekrar bedene girmesi de ikinci hayâttýr.

“En doðru, sahâbî ve tâbiîlere dayanan açýklama budur…”[31]

Peki en doðru görüþ bu ise þu ifadeler hakkýnda ne demeliyiz:

“Reenkarnasyona cevaz verdiðim iddiasýna gelince: Bu mânâya gelebilecek âyetler vardýr. Geleneksel yorumlarý býrakýp âyetler üzerinde düþünürsek, bu mânânýn muhtemel olduðu anlaþýlýr. Zaten öyle olmasaydý, Ýhvân-ý Safâ gibi bâzý felsefî akým mensuplarý sözkonusu âyetlerden bu anlamý çýkaramazlardý….

“Ama bu, sadece bir ihtimaldir. Biz, kesinkes böyledir, demedik, emin olmadýðýmýz bir þeyi söylemeyiz. Bu konuda kesin bir yargým yok. Yalnýz önemli olan kýyâmet’i inkâr etmemektir. O inanç esasý olduktan sonra bir insanýn tekrar denenmek üzere bir kez daha bedenlendirilmesi, inanca aykýrý olmayabilir.

“Esasen anne karnýndaki cenîne üç aylýk olduktan sonra ruhun üflendiði , sahih hadîslerde açýkça belirtilmiþtir. Demek ki insanýn ruhu daha önce vardýr. Ba’s de ruhun bedene girip yeniden bedenlenmesinden baþka bir þey deðildir.

“Bütün ruhlarýn, bedenlerden önce ruhlar âleminde var olduðu düþüncesi, Kur’ân’dan alýnmýþ bir düþünce deðildir. Sahîh hadîslerde de bu konuda açýk bir delîl yoktur. Ýbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbu’r-Rûh’unda bunu izah etmiþtir…

“(…) Âlem-i ervâh vardýr ama, bu, henüz bedenler yaratýlmadan önce yaratýlmýþ olan insan ruhlarýnýn bulunduðu bir yer deðil, bedenlerden ayrýlan ruhlarýn gittiði yerdir.

“(…) Bedenlerden önce (mevcut olduðu söylenen) âlem-i ervâh konusu delîle dayanmadýðýna göre, eðer hadîsler sahih ise –ki sahihtir– cenîne üflenen ruh, bedenlerden ayrýlan ruhlarýn oluþturduðu âlemden alýnmaktadýr. Ya böyledir, ya da cenîne ruhun üflenmesi, ona bilincin verilmesi anlamýný taþýr…

“Eðer hadîslerde anlatýlan, ruhun üflenmesiyle kasýt, insana bilinç verilmesi deðil de cenîne insan ruhunun üflenmesi ise bu, ruhun, bedenden önce var olduðunu gösterir. Ama ruh, bedenle birlikte yaratýldýðýna göre nereden üflenecektir? Bu durumda bedenden ayrýlmýþ bir ruhun üflenmesi hatýra geliyor. Hatta … ayetlerinde (Ateþ burada 2/el-Bakara, 28 ve 67/el-Mülk, 2 ayetlerini zikretmektedir) âyetlerinde ölümün hayattan önce zikredilmesinde buna iþâret görülmektedir…”[32]

Burada yer alan hususlar üzerinde de ayrýntýlý olarak durmaya deðer doðrusu:

1- Ateþ’e göre “Geleneksel yorumlarý býrakýp âyetler üzerinde düþünürsek, bu mânânýn muhtemel olduðu anlaþýlýr. Zaten öyle olmasaydý, Ýhvân-ý Safâ gibi bâzý felsefî akým mensuplarý sözkonusu âyetlerden bu anlamý çýkaramazlardý.”


Ýhvan-ý Safa ve Reenkarnasyon

Gönül isterdi ki Ateþ, Ýhvan-ý Safa’nýn, ilgili ayetler konusundaki tavrýný kendisine dayanak almadan önce, onlarýn konuyla ilgili görüþlerini iyice araþtýrmýþ ve netleþtirmiþ olsun.

Hemen belirtelim ki, Ýhvan-ý Safa’nýn herhangi bir Kur’an ayetini her hangi bir þekilde anlamýþ olmasý, “Geleneksel yorumlar”ý bir kalemde silebilen birisi için hangi noktada dayanak teþkil edebilmiþtir, doðrusu merak ediyoruz. “Bakýn ben bu konuda yalnýz deðilim; tarihte de benim gibi düþünenler olmuþtur” diyebilmek kendisine avantaj saðlar düþüncesiyle Ateþ, görüþünü mutlaka birilerine dayandýrma ihtiyacý içinde olmalýdýr.

O Ýhvan-ý Safa ki, dinler ve inançlar konusunda günümüzün birçok sapýk akýmýný geride býrakacak bir çizgidedir. Ýþte Ýhvan-ý Safa’nýn bu konudaki kanaatine küçük bir örnek:

“… Anlayýþý, ma’rifeti ve hakikati noksan olan kimseler için ise, Allah’ýn peygamberlerinden baþka Allah’a götürecek bir yol yoktur. Allah’ýn peygamberleri konusunda anlayýþý ve ma’rifeti noksan olan kimselere gelince, bunlarý Allah’a götürecek tek yol, peygamberlerin halifelerinden ve vasilerinden olan imamlar ile Allah’ýn salih kullarýdýr. Bunlarý yeterince anlayýp tanýyamayan kimseler için, bunlarýn yollarýna uymak, açtýklarý çýðýrlarda yürümek ve tavsiyeleriyle amel etmekten, onlarýn mescid ve meþhedlerine gitmekten, onlara benzetilerek yapýlan resimlerin yanýnda onlarýn ayetlerini hatýrlamak ve putlar vasýtasýyla onlarýn hallerine vakýf olmak için dua etmek, namaz kýlýp oruç tutmak ve kabirlerinin baþýnda istiðfar edip baðýþlanma ve rahmet istemekten ve Allah’tan, kendisine yakýnlýk talep etmek maksadýyla buna benzer þeyler yapmaktan baþka yol yoktur.

“Bil ki, her halukârda eþyadan herhangi birþeye kulluk eden ve herhangi bir kimse vasýtasýyla Allah’a yaklaþan kimsenin durumu, herhangi bir dinî inanca sahip olmayan ve (böylece) Allah’a yaklaþmayan kimseden elbette daha iyidir. (…)

“Sonra bil ki, böyle (:herhangi bir dinî inanca sahip olmayan) kimselerin durumu, putlara tapanlarýn durumundan her halukârda daha kötüdür. Çünkü putlara tapanlar, birþeyi din edinmiþlerdir, (onunla) Allah’a yakýnlaþýr ve Allah’tan korkarlar ve O’na rücu ederler….”[33]

Yine o Ýhvan-ý Safa ki, Sokrat felsefesi ile Hristiyanî ruhbanlýðý, Ýslam ile ayný çizgide görme pervasýzlýðýný gösteren bir gruptur.[34]

Ancak Ateþ, ille de Ýhvan-ý Safa’nýn reenkarnasyon konusundaki anlayýþýný tervic etmek istiyorsa, kendisine “Resâilu Ýhvâni’s-Safâ”yý iyice gözden geçirmesini tavsiye etmemiz gerekiyor. Zira Ýhvan-ý Safa’da, Ateþ’in anladýðý reenkarnasyonun “izini” bile bulmak mümkün deðildir.


Ýþte Ýhvan-ý Safa’nýn konuyla ilgili görüþü:

Ýhvan-ý Safa, kemale ermiþ ruh ile kemale ermemiþ ruhu, anne karnýndaki ceninin durumuna benzeterek, týpký hilkati tam ve azalarý eksiksiz olan ceninin, oluþumunu tamamlayýp dünyaya geldiken sonra dünyanýn nimetlerinden istifade etmesi gibi, olgunluðunu tamamlamýþ ruhlarýn da (ölümle) bedenden ayrýlýnca Mele-i A’lâ’ya yükselip melekler zümresine dahil olacaðýný vs. söyledikten sonra þöyle der:

“Rahimde ceninin hilkati tamam olmadýðý ve sureti istikmal etmediði yahut nefisten ona bir eksiklik arýz olduðu ve uzuvlarýndan birisinde bir eðrilik meydana geldiði zaman ise, bu dünya hayatýndan tam bir þekilde menfaatlenemez, bu dünya nimetlerinden mükemmel bir þekilde istifade edemez. Kör, dilsiz, kötürüm, felçli vb. kimseler böyledir. (Kemalini tamamlamamýþ) cüz’î ruhlarýn (en-Nufûsu’l-Cüz’iyye) beþerî bedenlerinden ayrýlmasý esnasýndaki durumu da böyle olur.

“Bu þöyle olur: Cüz’î ruhlar ulûm ve maarif ile kendilerini tamamlamadýklarý zaman, her ne kadar beþerî bedenlerle irtibatlý haldeyken duyularla bilinebilen þeyleri idrake hazýr bir halde iseler de, eþyanýn hakikatlerini bilmek suretiyle kemale ulaþamazlar. Yine her ne kadar onlarýn akýl, temyiz yeteneði ve görme kabiliyetleri var ise de, güçel ahlak ile kendilerini ýslah etmemiþler, gayret etme ve karar verme imkânlarý var ise de, fasit görüþlerden ibaret olan eðriliklerini düzeltemezler. Kötü amelleri onlarý günaha daldýrmýþ, çirkin fiilleri onlarý aðýrlaþtýrmýþtýr.

“Dolayýsýyla bu ruhlar, cesetlerden ayrýldýktan sonra cevherlerinin onlara bir faydasý olmaz ve kendi zatlarýyla yükselemezler; onlar için –günahlarýnýn aðýrlýklarý sebebiyle– Mele-i A’lâ’ya yükselmek mümkün olmaz. Onlar göðün melekûtuna yükseltilmezler, melekler zümresine dahil olma liyakatini elde edemezler. Gök kapýlarý önlerine kapanýr, o neþ’e ve rahatý elden kaçýrýrlar. Nitekim Allah Teala þöyle buyurmaktadýr: “onlara gök kapýlarý açýlmayacak ve onlar, deve iðne deliðine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Suçlularý iþte böyle cezalandýrýrýz.”[35] Çünkü ruh, bu sýfatlarla mezmum olduðu, güzel ahlak ile süslenmemiþ, kötü ahlak ile, zulümkâr/sapkýn yaþantý ile, bayaðý alýþkanlýklar ile, bozuk itikatlar ile, katmerli cehaletler ile ve kötü ameller ile mukayyet bulunduðu sürece o þerefli mekâna layýk deðildirler; (Mele-i A’lâ’ya yükselemeden, gök kapýlarýnýn önünde) baðlanmýþ ve hapsedilmiþ olarak kalýrlar. Zira týpký kör, kötürüm, cahil ve dilsizler, noksanlýklarý sebebiyle hükümdarlarýn meclislerine ve iþretlerine layýk deðiller se, bu ruhlar da o nuranî menzile ve ruhanî aleme layýk deðildirler.

“Bu ruhlar, o þerefli ve yüce mekâný elden kaçýrýnca, boþlukta mukayyed bulunur ve göðün altýnda düþüp kalýrlar. Bunun üzerine kendileriyle baðlantýlý olan cismanî þehvetler, fasit görüþler ve heyülanî iþlere olan ihtimamlarýndan ibaret þeytanlarý onlarý geriye, karanlýklar içindeki ve derinlerdeki/aþaðýlardaki cesetlerin çukuruna, bedenî tabiatýn baðlarýna çekerek götürüp yakýcý ve cehennem vadilerine sürükleyici þehvet dalgalarýna atarlar. Orada onlarýn hiçbir yakýnlarý/arkadaþlarý yoktur. Týpký körlerin ve kötürümlerin, insanlarýn gelip geçtiði yollardan baþka yollarda çekilip götürüldüðü gibi, þeytanlarý da onlarý çekip götürür. Nitekim Allah Teala þöyle zikretmektedir: “Ve her kim o Rahman’ýn zikrinden körlükte bulunursa ona bir þeytaný musallat ederiz. Artýk bu, onun için bir refiktir.”[36] Yine þöyle buyurmaktadýr: “Biz onlara birtakým arkadaþlar musallat ettik de onlar, önlerinde ve arkalarýnda ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler.”[37] Yine þöyle buyurmaktadýr: “Yanýndaki arkadaþý, “Ýþte yanýmdaki hazýrdýr” der.”[38] Ýþte bu durumda o ruhlara kýyamet kopana kadar kâh esîr[39] ateþi, kâh zemheri soðuðu, karanlýðýn korkutuculuðu, elem ve azap isabet eder. Bu ruhlarýn bu esnadaki durumu, Allah Teala’nýn zikrettiði gibi olur: “Ateþ ki, sabah ve akþam onun üzerine arz olunurlar ve kýyamet kopacaðý gün de, “Firavun ailesini azabýn en çetinine sokun” denilecek.” Ve yine þöyle olur: “Onlarýn gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardýr.”[40]

“Bütün bunlar, o nefislerin, alýþtýklarý ve fakat ayrýldýklarý bedensel özelliklere duyduklarý þiddetli þevk ve arzu sebebiyledir. Onlar ruhanî lezzetleri de elde edemezler. Onlar için dünya da ahiret de hüsran olmuþtur. “Ýþte bu, apaçýk hüsranýn ta kendisidir.”[41] [42]

Yine bu konuyla ilgili olarak Ýhvan-ý Safa, hayatta yiyip içmekten ve dünya zevklerini tatmaktan baþka bir emeli olmamýþ, ilimsiz, yahut birþeyler bildiði halde gereðini yerine getirmemiþ kimselerin ruhlarý hakkýnda þunlarý söyler:

“… Sonra kendisine ölüm sarhoþluðu hak olarak geldiði zaman –ki o, ruhun bedenden zorla ve icbarla ayrýlmasýdýr–, bedensel aleme ve tabiî maddî cisimler dünyasýna gelen herkesin içmek zorunda bulunduðu bir þerbettir bu. O esnada ruh cesetsiz kalýr. Kiþinin, kendisiyle cismanî lezzetlere ulaþtýðý ve uzun zaman elde ettiði için alýþkanlýk haline getirdiði –bu suretle onlarý elde etmek artýk onun tabiatine yerleþmiþtir – duyu araçlarý kendisinden alýnýr. Kiþi için bu lezzetlere ulaþmak, ancak o bedenin azalarý ile mümkündür. Ancak ruhun bedenden ayrýlmasýyla kiþi, artýk bu lezzetlerinden men edilir. Bu durum, gözleri kör olan, kulaklarý saðýrlaþan, elleri kötürüm olan, ayaklarý kesilen, dili tutulan, burun delikleri týkanan, kalbi körleþen, ahbaplarý kendisinden ayrýlan ve arkadaþlarýndan cefa gören, kardeþleri tarafýndan terk edilen, komþularý tarafýndan yalnýz býrakýlan, düþmanlarýnýn kendisine galebe çalmaya yol bulduðu ve kendisini çekemeyenlerin sevindiði kimseye benzer ki, böyle kimsenin yanýnda kalan, sadece cesedinde azap çeken bir ruhtur. Dolayýsýyla bu kimse, yaþamaktan zevk alan diri olmadýðý gibi, azaptan müsterih olan ölü de deðildir. Nitekim Allah Teala þöyle buyurur: “O orada ne ölür, ne de yaþar.”[43]

“Böyle ruhlar o durumda þaþkýn ve ve duyular aleminde alýþtýklarý ve artýk ellerinden kaçýrdýklarý o lezzetleri yeniden elde etme gayreti ile çaresiz bir þekilde kalýrlar. Oysa artýk onlara ulaþmaktan ve onlara geri dönmekten men edilmiþlerdir. Bu durumdayken arzu ve temenni içinde þöyle derler: “Keþke geri çevrilsek de, yapmýþ olduðumuz þeylerden baþkasýný (iyi ameller) yapsak”[44], “Keþke toprak olsaydým”[45], “Bize þefaat edecek þefaatçiler yok mu?”[46] Sonra Allah Teala þöyle buyurur: “Eðer geri gönderilseler,. yine kendilerine yasak edilen þeylere döneceklerdir.”[47]

“Bu ruhlar, bu durumda iken hüsran ve piþmanlýk içinde, kendi zatlarý ile acý çekerek ve kötü adetlerinden dolayý azaplanarak, cehaletleri içinde kör olarak ayýn bulunduðu gök tabakasýnýn altýnda öylece kalýrlar. Karanlýktaki cesetlerin çukurunda dolaþýrlar. Geçmiþ ümmetlerden kendileri gibi olanlarla, þeytan kardeþleri ve iblis askerleri ile birlikte hepsi beraber heyulâ denizine batmýþtýrlar; oluþ ve bozuluþ aleminde þaþkýnlýk ve hasret içindedirler.

“Nitekim Allah Teala þöyle buyurur: “Her ümmet girdikçe yoldaþlarýna lanet edecekler…”[48] Onlar, kendileri gibi olan (ancak) cesetlerde bulunan ruhlar ile irtibatlýdýrlar. Onlara, vesvese vererek kendi tabiatlarýnda bulunan ve duyularla hissedilen þu lezzetlerin arzularýný aþýlarlar. Kendileri de sapmýþ, onlarý da içinde ebedî kalmak üzere cehenneme saptýrmýþlardýr. Nitekim Allah Teaya þöyle zikretmiþtir: “Artýk onlar, o azgýnlar ve iblis ordularý, toptan oraya (cehenneme) tepetaklak atýlýrlar.”[49] Þerir, cahil ve hakikatlerden ve þer’î ilimlerden gafil olan ruhlarýn ceza, ikap ve elim azabý iþte budur.”[50]

Ýþte Ýhvan-ý Safa’da bulunduðu söylenen reenkarnasyon budur. Burada söylenenler, Ýbnu’l-Kayyým’ýn “Kitâbu’r-Rûh”da söyledikleri ile hemen hemen ayný þeylerdir.[51] Biz, Ýhvan-ý Safa’nýn risalelerinde, Ateþ’in anlattýðý þekilde her hangi bir reenkarnasyon inancýna rastlamadýðýmýz gibi, reenkarnasyon konusunda ileri sürülen diðer teorilerin herhangi birisine uyan bir görüþ de tesbit edemedik. Eðer bu konuda yanýldýðýmýzý gösteren –en az yukarýdaki alýntýlar kadar net– bir delil gösterilirse seve seve kabul etmeye hazýrýz.

Kýyamet ve ahiret inancýna uygun bir reenkarnasyon inancý olabilir mi?

2- Ateþ þöyle diyor: “…Ama bu, sadece bir ihtimaldir. Biz, kesinkes böyledir, demedik, emin olmadýðýmýz bir þeyi söylemeyiz. Bu konuda kesin bir yargým yok. Yalnýz önemli olan kýyâmet’i inkâr etmemektir. O inanç esasý olduktan sonra bir insanýn tekrar denenmek üzere bir kez daha bedenlendirilmesi, inanca aykýrý olmayabilir.”

Demek ki kendisi, bir ihtimal olarak gündeme getirdiði bu hususun gerçek olup olmadýðý hakkýnda kesin bir kanaat sahibi deðildir. Yani kýyamet ve ahiret inancý reddedilmediði sürece reenkarnasyona inanmak mümkün olabilir.

O zaman soralým: Eðer reenkarnasyon size göre kemale ermemiþ ruhlarýn, kemale erme sürecini tamamlayana kadar bu dünyaya baþka baþka bedenlere yeniden gönderilmesi ise –ki söylediklerinizin özeti budur– neticede ortaya çýkan þu olacaktýr: Yukarýda mahiyeti özetlenen reenkarnasyon süreci ile, önceden kemal bulmamýþ olan ruhlar da sonunda kemal bulacak, dolayýsýyla onlar da cennete gidecektir. Yani dünyaya gelen bütün insanlar sonunda ne yapýlýp edilip cennete sokulacaktýr!

Peki cehenneme kim gidecektir? Daha önce de zikrettiðimiz gibi, cehennemi olmayan, yalnýzca cennetten ibaret olan bir ahiret inancý “güdük”, hatta “yanlýþ” bir inanç deðil midir?

Eðer Ateþ burada, “Cehennem, aslýnda türlü eziyet ve sýkýntýlarýn yaþandýðý bu dünyadýr” diyecek olursa, karþýsýna kendi ifadeleri ile çýkar ve sorarýz: Aþaðýdaki sözler kime aittir:

“Biraz önce temiz Kitâb ehli kimselerin cennete girecekleri belirtildikten sonra bu âyetlerde de: nankörlerin ne mallarýnýn, ne de çocuklarýnýn, kendilerine bir yarar saðlamayacaðý, ateþ halký olan o kimselerin sürekli cehennemde kalacaklarý, dünyâda onlarýn yaptýklarý hayýrlarýn da boþa çýkacaðý; zira küfürlerinin, týpký bir kavmin ürününü mahveden dondurucu soðuk gibi bütün iyiliklerini mahvedeceði bildirilmektedir.”[52]

“… 13 ve 14 ncü âyetlerde de (4/en-Nisâ, 13-4) izah edilen bu miras hukukunun, Allah’ýn çizdiði sýnýrlar olduðu belirtilmekte, Allah’a ve Elçisine itaat edip O’nun belirlediði sýnýrlar içinde duranlarý, yüce Allah’ýn ebedi kalýnacak cennetlere sokacaðý, en büyük kurtuluþun bu olduðu; Allah’a ve Elçisine isyan edip Allah’ýn koyduðu sýnýrlarý aþanlarý da yüce Allah’ýn, ebedi kalýnacak ateþe sokacaðý, orada kendileri için alçaltýcý bir azâp bulunduðu ihtar edilmektedir!”[53]

“35-36 ncý âyetlerde (7/el-A’râf, 35-6) de Allah’ýn âyetlerini anlatan peyðamberlere uyup Allah’ýn buyruklarý dýþýna çýkmaktan sakýnan kimselerin korku ve üzüntü çekmeyecekleri: Allah’ýn âyetlerini yalanlayýp, onlarý kabule tenezzül etmeyenlerin de cehennemde ebedî kalacaklarý vurgulanmaktadýr.”[54]

Görüldüðü gibi Ateþ, mü’min olmayanlarýn akýbetini anlatan birtakým ayetlerin tefsirinde, onlarýn cehennemde sürekli/ebedî kalacaklarýný söylemektedir.[55]

O zaman yukarýdaki soruya paralel olarak þunu sormak durumundayýz: Eðer bu kimseler için cehennemde ebedî kalmak kaçýnýlmaz bir akýbet ise –ki yukarýdaki iktibaslar bunu net bir þekilde göstermektedir–, o zaman þu iki ihtimal ortaya çýkmaktadýr:

A- Kemal bulmamýþ ruhlarýn cehenneme gönderilmesi demek, onlarýn yeniden bedenlenmesi, sýkýntý ve çileden ibaret olan bu dünya hayatýna tekrar gönderilmesi demektir. Burada dünya hayatý cehennem olarak yorumlanmaktadýr. Bu da bizi þu neticeye götürür: Bu dünya hayatý ebedîdir.

B- Cehennem, kýyamet koptuktan sonra mücrimlerin azap göreceði bir yerdir ve kemal bulmamýþ ruhlar da birer mücrim olarak burada azap görecektir. Mü’minler sýnýfýna girmeyen mücrimlerin azabý ebedî olacaðýna göre, cehennem de ebedî demektir. O halde Ateþ’in, cehennemin çile ve sýkýntýlarla yaþanan dünya hayatý olabileceði þeklindeki ifadesi doðru deðildir.

Öte yandan Ateþ’in, “önemli olan kýyameti inkâr etmemektir” cümlesi de aslýnda kendisine bir avantaj saðlamak yerine, baþýna daha büyük sýkýntý açacaktýr. Zira –týpký cehennemi dünya hayatýnýn sýkýntýlarýyla tefsir etmek gibi– son derece zorlama, akla ve nakle aykýrý tevillere sapmadýkça Kur’an’ý Kerim’in ve sahih hadislerin kýyamet ahvali hakkýnda verdikleri haberlerden kaçýp kurtulma imkâný yoktur. Haþr’i, hesabý, mizaný –ki bütün bu konulardaki ayetleri sýralayarak yazýyý daha da uzatmak istemiyoruz– nereye koyacaðýz? Kýyamete inanmak demek, Allah Teala’nýn ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in kýyamet hakkýnda verdikleri haberlere eksiksiz olarak inanmak demektir. Kur’an nassýyla sabit olan herhangi bir hususun inkârýnýn kiþiyi nerelere sürükleyeceðini Ateþ’in çok iyi bildiðinden þüphemiz yok.

O zaman Ateþ’ten, bütün bu konulardaki ayet ve hadislerin muhtevasý hakkýnda ne düþündüðünü sormak durumundayýz. Mesela bir kimse, “ben kýyamete ve ahirete inanýyorum, ama orada cennetin veya cehennemin, haþrin, hesabýn ve mizanýn bulunduðuna inanmýyorum” diyecek olursa, Ateþ’e göre bu kimsenin kýyamet/ahiret inancý makbul ve sahih midir?

3- Ateþ yine þöyle demektedir:

“(…) Bedenlerden önce (mevcut olduðu söylenen) âlem-i ervâh konusu delîle dayanmadýðýna göre, eðer hadîsler sahih ise –ki sahihtir– cenîne üflenen ruh, bedenlerden ayrýlan ruhlarýn oluþturduðu âlemden alýnmaktadýr. Ya böyledir, ya da cenîne ruhun üflenmesi, ona bilincin verilmesi anlamýný taþýr…

“Eðer hadîslerde anlatýlan, ruhun üflenmesiyle kasýt, insana bilinç verilmesi deðil de cenîne insan ruhunun üflenmesi ise bu, ruhun, bedenden önce var olduðunu gösterir. Ama ruh, bedenle birlikte yaratýldýðýna göre nereden üflenecektir? Bu durumda bedenden ayrýlmýþ bir ruhun üflenmesi hatýra geliyor. Hatta … ayetlerinde (Ateþ burada 2/el-Bakara, 28 ve 67/el-Mülk, 2 ayetlerini zikretmektedir) âyetlerinde ölümün hayattan önce zikredilmesinde buna iþâret görülmektedir…”

Ateþ burada, Ýbnu’l-Kayyým’ýn alimler arasýnda ihtilaflý bir mesele olarak aktardýðý bir husustan hareket ediyor.

Mesele þudur: Ýbnu’l-Kayyým’ýn naklettiðine göre bir kýsým alimler, ruhun bedenden önce yaratýlmýþ olduðu görüþünü benimserken, diðer bir kýsým alimler de ruhun bedenden sonra yaratýldýðý görüþünü savunmuþlardýr.[56]

Ancak Ateþ’in bu ihtilaflý meselede de çeliþkili görüþler serdediyor ve mesela 1979′da kaleme aldýðýný söylediði bir kitabýndan þu sözlerle baþlayan bir alýntý yapýyor:

“Bedenden ayrýlan ruh, baþka bedenlere girmez. Ruhun baþka bedenlere girmesine tenâsüh denilir.”[57]

Daha sonra da tenasuhun, insan bedenindeki ruhun, bilahare hayvan bedenide girmesi veya hayvan bedeninde olan ruhun bilahare insan bedenine girmesi olduðunu söylüy


  Kaynak: BEYAN DERGÝSÝ


radyobeyan