Yaþamdan Seçmeler
Pages: 1
Fatiha suresinin tefsiri By: halim Date: 14 Nisan 2017, 22:59:26
Fatiha'nýn ve surelerin baþýnda geçen besmele Kuran'dan ayet midir? Fatiha suresinin tefsirini gönderir misiniz?

Sure baþlarýnda yazýlý bulunan besmelenin, Kur'ân'dan bir âyet olup ol­madýðý üzerinde ihtilâf edilmiþtir. el-Mushafu'l-imâm (ilk ve esas Kur'ân nüs­hasý) yazýldýðý zaman Berâe (Tevbe) sûresi dýþýnda kalan sûrelerin baþýna besmele yazýlmýþtý. O ana nüshadan istinsah edilen bütün nüshalarda da sûre baþla­rýna besmele yazýlmýþtýr. Sahâbîler, Mushaf'tan olmayan bir þeyi Mushafa yazmazlardý. O zaman Kur'ân'da nokta ve öteki iþaretler de yoktu. Daha sonra konan nokta ve diðer iþaretler, Kur'ân'ýn metninden ayrýlsýn diye, metin mürekkebinden ayrý mürekkeple yazýlmýþtý.

Ebû Davud'un ibn Abbâs'tan rivayetine göre:

"Peygamber (s.a.v.), kendisine "Bismillahirrahmanirrahim" ininceye dek bir sûreyi diðerinden ayýrmayý veya bir rivayete göre sürenin bittiðini bilmezdi."(1)
Ümmü Seleme'nin de "Peygamber (s.a.v)in, besmeleyi Fâtiha'dan bîr âyet olarak okuduðunu söy­lediði rivayet edilir.(2) Ebû Hüreyre'nin rivayetinde ise Peygamber (s.a.v):

"Fâtiha'yý okuduðunuz zaman 'bismillâhirrahmânirrahîm'i de okuyunuz. Çünkü Fatiha Kur'ân'ýn anasý, Kitabýn anasý, yediþerli iki (es~Seb'u'l-mesâni)dir. Bismillâhîrrahmânirrahîm de onun âyetlerinden biridir." de­miþtir.(3)"
Ýþte bu kanýtlara dayanan Þafiî, Besmele'yi Fâtiha'dan bir âyet saymýþ­týr, Öteki sürelerdeki besmeleler hakkýnda tereddüdlü bulunan Þafiî, kâh Bes­mele her sûrenin âyetidir, kâh yalnýz Fâtiha'dan bir âyettir, demiþtir.(4)"

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Fâtiha'dan önce Besmeleyi okuduðu hakkýnda ha­disler varsa da bu hadisler, Besmelenin, Fâtiha'dan bir âyet olduðunu kanýt­lamaz. Peygamber (s.a.v.), her iþe Besmele ile baþlamanýn, Ýslâmýn bîr þiarý olduðunu belirtmek için Fâtiha'ya baþlarken de Besmele okumuþtur. Kaldý ki Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Besmele çekmeden Fatiha okuduðu hakkýnda da ha­disler vardýr-Hz., Ayþe'nin:

"Allah'ýn Elçisi (s.a.v.) namaza tekbîr ile, okumaya da (elhamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn) ile baþlardý."
dediði rivayet edilir. Enes Ýbn Mâlik de þöyle demiþtir:

"Peygamber (s.a.v.)'in, Ebubekir'in, Ömer'­in ve Osman'ýn arkasýnda namaz kýldým. Bunlar (elhamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn) ile baþlardý, namazýn ne önünde, ne de sonunda (bismillâhirrahmânirrahîm) demezlerdi."(5)

"Onlardan hiçbirinin, (bismillâhirrahmânirrahîm) dediðini duymadým.(6)" "Onlar okumaya (elhamdülillâhi rabbi'l-âlemîn) ile baþlardý."(7)
Hz. Ebû Hüreyre, Peygamberimiz (s.a.v.)'den þu hadisi nakletmiþtir:

"Yüce Allah buyurdu ki: Namazý benimle kulum arasýnda ikiye ayýrdým. Yarýsý benim için, yarýsý kulum içindir. Kulumun dilediði, kendisine verilecektir. Kul, elhamdu lillâhi rabbi'l âlemin dediði zaman Allah: Kulum bana hamdetti, der. Kul, ar-Rahmâni'r-rahîm dediði zaman Allah: Kulum benim þerefimi andý, der. Kul, mâliki yevmi'd-din dediði zaman Allah: Kulum iþini bana havale etli, der. Kul, iyyâke na'budu ve iyyâke nesta'în dediði zaman Allah: Bu, benim­le kulum arasýnda (bir sýr)dýr. Kulumun istediði kendisine verilecektir, der.(8) Kul, ihdinâ's-sýrâta'l-mustakîm... dediði zaman Allah: Kulum dilediði ve­rilecektir, der. "
Burada Hz. Peygamber (s.a.v.), Fâtiha'nýn âyetlerini sa­yarken besmeleyi zikretmemiþtir.

Ýþte Ýmam Mâlik, bu delillere dayanarak Neml suresinin 30'ncu ayeti dýþýndaki besmelenin, âyet olmadýðý kanâatine varmýþtýr. Ona göre besmele­nin sûre baþlarýna yazýlmasý, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in böyle emretmesi ve her iþe besmele ile baþlanmasýný buyurmasý yüzünden olabilir. Gerçi besmelenin, sûre baþlarýna yazýlmasý mütevatir olarak nakledilmiþse de besmelenin Kur'ân ol­duðuna dair tevatür yoktur.

Peygamberimizin (s.a.v.), namazda besmeleyi okumadýðýna dair hadîsler de, oku­duðuna dair hadîsler de vardýr. Fakat okuduðuna dair hadîsler daha kuvvet­lidir. Kendisinin ve sahâbîlerinîn, namazda besmeleyi gizli okuduðuna dair hadîsler de mevcuttur. Bu rivayetlerden, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, namazlarýnda bazan besmeleyi açýk, bazan gizli okuduðu anlaþýlýr.

Yüce Allah:

"Allah'ýn adý anýlarak kesilen hayvanlarýn etinden yeyin."(9)
buyurmuþtur. Hz. Nuh (as), mü'minlere:

"Bismillâhi mecrâhâ ve mursâhâ inne rabbî leðafûru'r-rahîm: Gitmesi de, durmasý da Allah'ýn adiyledir, kuþkusuz Rabbim, baðýþlayan, esirgeyendir."
diyerek gemiye binmelerini em­retmiþ, Hz. Süleyman (as) da mektubunun baþýna "Bismillâhirrahmânirrahîm"(10) yazmýþtýr. Allah, Peygamberine;:

"Onlarýn yoluna uy..."(11)
buyurduðuna göre yeme, içme, çýkma, girme gibi her mubah iþe, "Bismillâhirrahmânirrahîm" diyerek baþlamak kuvvetli sünnettir.

Hanefilere göre besmelenin Kur'ân'a yazýlmasý, onun Kur'ân olduðu­nu gösterirse de her sureden bir âyet olduðunu göstermez. Besmelenin, na­mazda Fatiha ile bareber açýktan okunmadýðýna dair hadisler de onun, Fâtiha'dan bir âyet olmadýðýna delildir. O halde her sûre baþýnda bulunan besmele, müstakil bir âyettir, sûreye dâhil deðildir. Yalnýz Neml Sûresinin ortasýnda geçen besmele, o sûrenin bir âyetidir.

En doðru görüþün, bu görüþ olduðu anlaþýlmaktadýr. Zira sahâbiler dev­rinde Kur'ân'dan olmayan hiçbir þeyin Kur'ân metniyle yazýlmadýðý halde besmelenin yazýlmýþ olmasý, onun Kur'ân olduðunu gösterir. Besmelenin, Fa­tiha ile beraber açýktan okunmadýðýný belirten hadisler de besmelenin, Fâtiha'nýn bir parçasý olmadýðýný gösterir. Ayrýca bu görüþü destekleyen baþka deliller de vardýr.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Mülk Suresinin otuz âyet olduðunu söylemiþ­tir. Kurrâ' ve âyet sayýcýlar, "Mülk Sûresinin, besmele hariç otuz âyet oldu­ðunda birleþmiþlerdir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), Kevser Suresinin üç âyet olduðunu söylemiþtir. Kevser Sûresi de besmele hariç, üç âyettir. Eðer bes­mele bu sûrelere dahil olsaydý, Mülk Sûresinin otuz bir, Kevser Süresinin de dört âyet olmasý lâzým gelirdi. Demek ki besmele, sürelere dahil deðil, müstakil âyettir.

Kur'ân olduðu hakkýnda tevatür bulunmadýðýndan besmeleyi Kur'ân'­dan saymamak doðru olamaz. Zira her âyet için "Bu Kur'ân'dýr" denmesi ve bu sözün tevâtüren nakledilmiþ olmasý gerekmez. Bu hususta hal karinesi (durum delili) kâfidir. Peygamberimizin (s.a.v.), vahiy kâtiplerini çaðýrýp bir þeyi Kur'ân'ýn falan yerine yazmalarýmý emretmesi, onun Kur'ân olduðunu gösterir.

Besmele de böyle yazýlmýþtýr. Hz. Peygamber (s.a.v.) "Onu her surenin ba­þýna yazýn" demiþtir.

Besmelenin âyet olup olmadýðý, âyet ise sürenin bir parçasý olup olma­dýðý hakkýndaki bu görüþ farklarý yüzünden besmelenin namazda okunmasý meselesinde de görüþ ayrýlýklarý doðmuþtur:

Ýmam Mâlik, besmeleyi âyet kabul etmediði için farz namazlarda ne açýk­tan, ne de gizli olarak besmele okunmasýný caiz görmemiþtir. Ýmam Þafiî ve Ýmam Ahmed de besmeleyi, her sûreye dahil bir âyet gördükleri için açýk okunan namazlarda açýktan, gizli okunan namazlarda gizliden besmele okun­masýnýn farz olduðunu söylemiþlerdir. Ebu Hanîfe ise besmeleyi müstakil âyet kabul ettiði için Fâtiha'dan önce gizli olarak besmele çekmenin sünnet oldu­ðunu söylemiþtir.

Kaynaklar:

1- Ebu Davud, Salat, 122
2- el- Fethurrabbani, 3/189
3- Darekutni, Salat, babu vucubi kýraati bismillah
4- el- Cami’li Ahkamil-Kur’an 1/93
5-Müslim, Salât 52; Nesâ'î, Iftitâh 20.
6-Müslim, Salât 51.
7-Dârimî, Salât 34.
8-Ebü Dâvûd, Salât: 132; TirmÝzî, Tefsir, ; Nesâ'î, Ýftitlih 23; Jbn Mâce Edeb 52.
9-En'âm Süresi: 118.
10- Nuh Sûresi: 41.
11-Nemi Sûresi: 30.
12-En'am Sûresi: 90.

FATÝHA SURESÝ TEFSÝRÝ

Ýndiði Yer: Mekke

Ýniþ Sýrasý: 5

Âyet Sayýsý : 7

Nüzulü:

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliðinin ilk yýllarýnda Mekke'de nazil olduðu hususunda ittifak vardýr. Kaynaklarda nüzul sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Mushafýn baþ tarafýna konmak üzere vahyedilmiþtir; Kur'an'in hem bir mukaddi­mesi hem de özeti gibidir. Ayrýca her müminin kýldýðý namazýn bütün rek'atlarýnda rabbi ile konuþurcasýna okumasý ve bu sayede O'na yaklaþmasý murat edilmiþ­tir.(1)

Adý ve Âyet Sayýsý

Kur'an ilimlerine dair kaynaklarda birden fazla adý vardýr; ancak bunlardan "Fatiha, es-Seb’u’l-mesânî, Ümmü'l-kitâb" adlarý hadislerde geçmektedir.(2)

Fatiha "ilk, evvel, baþlangýç" demektir. Bütün olarak gelen ilk sûre olduðu, Kur'ân-ý Kerîm'i okumaya ve yazmaya onunla baþlandýðý için bu adý almýþtýr. Fa­tiha sûresinden önce gelen (nazil olan) âyetler, ait olduklarý sûrelerin parçalandýr ve bu sûrelerin nüzulü Fâtiha'dan sonra tamamlanmýþtýr.

es-Seb'u'l-mesânî "ikilenen, tekrarlanan yedi" demektir. Bu sûre yedi âyet­ten oluþtuðu ve namazda en az iki kere okunduðu ya da her rek'atta ona bir baþka sûre veya birkaç âyet eklendiði Ýçin bu ismi almýþtýr.

Ümmü'l-kitâb "kitabýn aslý, temeli, anasý" demektir. Bazý hadislerde "Ümmü"l-Kur'ân" (Kur'an'ýn anasý) þeklinde ifade edilmiþtir. Fatiha sûresine bu ismin verilmesi, yukarýda iþaret edilen ve az sonra açýklanacak olan içeriði sebebiyledir.

Fatiha'nýn yedi âyetli bir sûre olduðunda görüþ birliði vardýr. Bu yedi âyetin sayýmý, besmelenin Fatiha sûresine dahil bir âyet olup olmadýðý konusundaki gö­rüþ ayrýlýðý sebebiyle farklý olmuþtur. Mekke ve Kûfeli kýraat âlimlerine (kurrâ) ' göre besmele Fâtiha'ya dahil bir âyettir, "el-hamdü" ile baþlayan ise Ýkinci âyettir. Medine, Basra ve Þam kurrâsýna göre besmele, Fâtiha'ya dahil bir âyet deðildir, "el-hamdü..." birinci âyettir. Bu konuya besmelenin tefsirinde tekrar dönülecektir. Besmeleyi Fâtiha'dan saymayanlara göre "en'amte aleyhim" den sonrasý ayrý bir âyettir ve yedi rakamý böyle tamamlanmaktadýr. (3)

Konusu

Bu sûre ilâhî kitabýn bütün amaçlarýný; getirdiði mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur'ân-ý Kerîm'in gönderiliþ amacý insanlarýn dün­ya hayatýný düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, nzâ ve düzene uygun) bir dünya ha­yatýndan sonra ebedî saadeti saðlamaktýr. Bu amaca ulaþabilmek için:

1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardýr.

2. Bu emir ve yasaklarýn hayata geçmesi, bunlarýn kayna­ðýnýn "yaratýcý, varlýðý zaruri, kemal sýfatlarýna sahip, her çeþit eksiklik ve kusur­dan uzak bulunan Allah" olduðunun bilinmesine baðlýdýr.

3. Bu imaný, bu bilgi ve þuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin baþýndan "yev-mi'd-dîn"e kadar birincisi, "müstakîm"e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile -konulan desteklemek, canlý bir þekilde tasvir etmek ve geçmiþten ibret alýnmasýný saðlamak üzere verilen- Kur'an kýssalarýnýn özü ve­ciz bir þekilde ifade edilmiþtir. Kur'ân-ý Kerîm'in bilgi, irþad ve talimatla ilgili bü­tün muhtevasý "bilinmesi ve inanýlmasý gerekenler" ve "yapýlmasý gerekenler" di­ye ikiye ayrýlabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkýnda bilgi­ler, öðütler, misaller, hikmetler ve kýssalar vardýr. Ýkincisinde ise ibadetler ve ha­yat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öðretiler vardýr. Fatiha sûresi bütün bun­larý ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda akim önünü açarak ona ýþýk tutmaktadýr.

"Hamd Allah'a mahsustur" cümlesi Allah Teâlâ'nýn kendisini hamde (övgü­ye, yüceltmeye) lâyýk kýlan bütün yetkinlik sýfatlarýný; "âlemlerin rabbi" ifadesi di­ðer yaratma ve fiil sýfatlarýný; "rahman ve rahîm" isimleri Allah'ýn insanlara rah­met ve merhametinden kaynaklanan din kurallarýný; "ceza ve hesap gününün sahi­bi" nitelemesi kýyamet hallerini ve âhiret âlemini; "Yalnýz sana kulluk ederiz" kýs­mý iman, ibadet ve sosyal düzeni; "Yalnýz senden yardým dileriz" cümlesi ameller­de Ýhlâsý (ibadetlerin yalnýzca Allah rýzâsý için yapýlmasýný) ve tevhidi (O'ndan baþkasýna kul olarak boyun eðilmemesini, Tanrý'ya mahsus sýfat ve etkilerin O'ndan baþkasýna tanýnmamasýný) ifade etmektedir. "Bizi doðru yola ilet" cümle­si ibadet, nizam, düþünce ve ahlâk çerçevesini, "nimete erdirdiklerinin yoluna..." kýsmý gelip geçmiþ örnek nesilleri, millet ve topluluklarý; "gazaba uðramýþlarýn ve sapmýþlarýn yolunu deðil" bölümü ise kötü örnek teþkil eden ve hallerinden ibret alýnmasý gereken geçmiþ topluluklarý içine almaktadýr.

Denebilir ki besmelenin baþýndaki "bi" edatýndan baþlayarak besmeleye, sonra Fâtiha'ya ve devamýnda bütün Kur'an'a doðru ilâhî sýrlar perde perde açýlmak­ta; yoðunlaþtýrýlmýþ dar hacimden, yoðunluðu gittikçe hafifleyen geniþ hacimlere doðru yansýyan ilâhî irþadýn ýþýðý âlemlere yayýlmaktadýr. "Bi" edatýndaki "musa­habe" (beraberlik) ve " istiâne" (yardým dileme) mânalarý, kul ile Allah iliþkisinin ve dolayýsýyla dinin amacýnýn bütününü Ýhtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kýsmý ile Fatiha, bu iliþkiyi daha da açarak devam etmekte, diðer sûre ve âyetler de bunlarý, aralarýnda bir bütünlük oluþturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uy­gun üslûplar içinde açýklýða kavuþturmaktadýr. (4)

Fazileti ve Özellikleri

Gerek yalnýzca "el-hamdü lillâh" vb. þeklinde ifade edilen hamdýn ve gerek­se bütünüyle Fatiha sûresinin deðeri ve müminin dinî hayatýndaki yeri hakkýnda birçok sahih hadis bulunmaktadýr:

"Zikrin en üstünü 'la Ýlahe illallah', duanýn en yücesi 'elhamdülillâh'týr." (5)

"Allah'a hamd ile baþlamayan her önemli iþin sonu güdüktür." (6)
Allah'ýn resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur'ân-ý Kerim'deki en büyük sûreyi mescidden çýkma­dan bildireceðini ifade buyurmuþ, sonra da bunun Fatiha olduðunu açýklamýþtýr (7)

Yine birçok sahih hadiste Fatiha sûresinin þifa özelliði ile ilgili açýklamalar yapýlmýþtýr (8)

Meali

Kovulmuþ þeytandan Allah'a sýðýnýrým. (9)

Tefsiri

"Eûzü" veya "istiâze" diye bilmen bu cümle, bu þekliyle bir âyet olmadýðý için mushafa yazýlmamýþtýr. "Kur'an okuyacaðýn vakit o kovulmuþ þeytandan Al­lah'a sýðýn"(10) þeklinde buyurulduðu için Kur'an okumaya baþlayanlar, besmeleden önce "eûzü..." ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmekte­dirler.

Asýl adý Ýblîs olan þeytan, Allah'ýn "Âdem'e secde et!" emrine uymadýðý, kendisinin daha üstün olduðunu ileri sürerek emre karþý geldiði için meleklerin va­tanýndan (melekût âleminden) kovulup sürgün edilmiþ; o da imtihan dünyasýnda Allah'ýn kullarýný, O'nun yolundan ve rýzâsýndan ayýrmak için uðraþmayý kendine vazife edinmiþtir (11)Þeytan, kendine uyan diðer cinleri ve insanlarý da kullanarak vazifesini yapmaya çalýþmaktadýr. (12) Ancak Allah'a iman eden, O'na dayanan ve güvenen müminlere þeytanýn zarar veremeyeceði ve onlara hükmünün geçmeyeceði ilgili âyetlerde açýklanmýþtýr.(13)

Yukarýda meali zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur'an okumaya baþlayan­lar "eûzü" çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklý görüþ ve yorumlar var­dýr. Bazý müctehidtere göre emir kipi kullanýldýðý için eûzü çekmek farzdýr. Müc-tehidlerin çoðunluðuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz deðil menduptur, teþvik edilmiþtir ve güzel bulunmuþ bir davranýþtýr.

Þeytanýn insandan en uzakta olmasý gereken zaman olan Kur'an okuma ha­linde bile -okumaya baþlarken- eûzü çekmek tavsiye edildiðine göre diðer iþlere baþlarken bunu yapmanýn daha da gerekli olacaðý anlaþýlmaktadýr.

Kötülüðe karþý bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyý defetmek, eûzü çekerek de þeytandan gelecek olan vesvese ve kýþkýrtmayý kendilerinden uzaklaþ­týrmak Kur'an'm, müminlere tavsiyeleri arasýnda yer almýþtýr.(14) Eûzü, bir yandan böyle maddî ve manevî serleri, kötülükleri defetme­ye ilâç olurken diðer yandan kulun imtihan þuurunu tazelemekte, insanýn ulvî yö­nü ile süflî yönü arasýnda ömür boyu sürüp giden ve onu geliþtirmeyi, olgunlaþtýr­mayý saðlayan mücadelede uyanýk ve tedbirli olmayý telkin etmektedir. (15)

Meali

1. Rahman ve rahîm olan Allah'ýn adýyla...

2. Hamd, âlemlerin rabbi Al­lah'a mahsustur.

3. Rahman ve rahîm.

4. Ceza gününün tek sahibi.

5. (Rabb'imiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnýz senden yardým dileriz.

6. Bizi dosdoð­ru yola ilet.

7. Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uðramýþlarýn yoluna da, doðrudan sapmýþlarýn yoluna da deðil! (16)
Tefsiri

1. Sûrelerin baþýnda bulunan besmele cümlelerinin, Kur'ân-ý Kerîm'in mushaflarda ilk defa toplanmasýndan itibaren yazýlageldiði, ayný dönemde Kur'an'a dahil olmayan hiçbir þeyin mushafa yazýlmadýðý dikkate alýnýrsa -aksine görüþler bulunmasýna raðmen- her sûrenin baþýndaki besmeleyi, sûrenin âyet sayýlarýna da­hil olmayan ayrý bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fýkýhçýlannýn görüþleri de böyledir.(17) Ýmam Þafiî Fatiha sûresi­nin baþýndaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiþtir. Diðer sûrelerin baþlarýndaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklý görüþ nakledilmiþ, her sûreye dahil bir âyet sayýlmasý görüþü -ona ait olmasý yönünden- daha sahih bir ri­vayet olarak kaydedilmiþtir. Ebû Hanîfe'ye göre besmeleler sûrelerin baþýnda ay­rý âyetler olduðu için namazda yalnýzca Fatiha'dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha'yý takip eden ve zamm-ý sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz.

Besmele dilimize genellikle "rahman ve rahîm olan Allah adýyla" þeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanýn baþlayaca­ðý iþe göre niyetinde bulunan "...okuyorum, baþlýyorum, yapýyorum, yiyorum" gi­bi bir yüklem vardýr. "Allah'ýn adýyla yemek, okumak" ifadesinden Türkçe'de "yenen ve okunanýn Allah'ýn adýyla birlikte yenildiði veya okunduðu" anlaþýlýr. Bu mâna kastedilmediðine göre maksadý doðru anlatabilmek için besmeleyi "rah­man ve rahîm olan Allah adýna,... adýný anarak,... Allah'tan yardým dileyerek..." þekillerinde çevirmek de uygun olur.

Kul herhangi bir davranýþta bulunurken, önemli bir iþe teþebbüs ederken ön­ce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuya­rak "kendinin tek baþýna yeterli olmadýðýný, baþarý ve gücün ancak Allah'tan gele­bileceðini, Allah'ýn yeryüzünde halife kýldýðý bir varlýk olarak O'nun mülkünde, O'nun adýna tasarrufta bulunduðunu, asýl mâlik ve hâkim olan Allah'ýn koyduðu sýnýrlarý aþarsa emanete hýyanet etmiþ olacaðým..." peþinen kabul etmekte ve bun­dan güç almaktadýr. Burada tevhid cümlesinin mânasý da üstü kapalý olarak mev­cuttur. Zira nasýl ki tevhid cümlesinde "lâ ilahe" denilerek önce bütün sahte tanrý­lar zihinlerden siliniyor, sonra da "illallah" ifadesiyle hakiki, tek, eþi ve benzeri bulunmayan Tanrý (Allah) kalbe ve zihne yerleþtiriliyorsa, eûzü besmele çekildi­ðinde de önce kulluk iliþkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu iliþ­kinin en uygun anahtarý kullanýlmýþ, doðru kapýlar açýlmýþ, saðlýklý bað kurulmuþ oluyor.

Allah yerine "tanrý", rahman yerine "esirgeyen", rahîm yerine de "baðýþla­yan" kelimelerinin kullanýlmasý bu isimlerin anlamlarýný tam olarak karþýlamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkýyla lâyýk olan "tek, eþsiz, benzersiz, bütün kemal sýfatlarýna sahip ve eksikliklerden uzak, varlýðý zaruri (olmazsa olmaz), yokluðu düþünülemez" olan yüce zâta mahsustur, bu sýfatlarý taþýmayan hiçbir varlýða Al­lah denemez. Halbuki insanlarýn uydurduklarý, kendilerine göre bazý nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrý denebilir, Baþka bîr deyiþle tanrý kelimesi Allah için de kullanýlabilir, halbuki Allah ismi O'ndan baþka hiçbir varlýk için kullanýlamaz ve Arap dilinde de kullanýlmamýþtýr.

Kur'an dilinde rahman sýfat-ismi de Allah'a mahsustur, baþka hiçbir varlýk Ýçin kullanýlmamýþtýr. Rahman "en uzak geçmiþe doðru bütün yaratýlmýþlara son­suz ve sýnýrsýz lütuf, ihsan, rahmet bahþeden" demektir. Rahman, rahmetiyle mu­amele ederken buna mazhar olan varlýðýn hak etmesine, lâyýk olmasýna bakmaz, bu sýfatýn tecellisi yaðmur gibi her þeyin üzerine yaðar, güneþ gibi her þeyi ýsýtýr ve aydýnlatýr.

Rahim "çok merhametli, rahmeti bol" demek olup bu sýfatla kullar da nite­lenebilir. Allah'ýn rahîm sýfat-ismi O'nun, daha ziyade kullarýnýn gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyýk olduklarý sýnýrsýz rahmetini, lütuf ve merhametini ifade etmektedir. "Esirgemek" ve "baðýþlamak" bu sonsuz, engin ve etkisi çeþitli rahmetin ancak bir parçasý, etkilerinin yalnýzca bir çeþididir. (18)

2. Dilimizde övme ve teþekkür etme, Arapça'da medih ve þükür kelimeleri­nin hamd kelimesine yakýn mânalarý bulunmakla birlikte bunlar arasýnda birtakým ince farklar da vardýr. Methetme (övme) bir iyilik ve güzellik karþýsýnda yapýlýr; bu iyilik ve güzelliðin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasýn methedilebilir. Kiþi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliði sebebiyle övüldüðü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayý da övülür. Halbuki hamd ancak ira­de ve istekle hâsýl olan iyilik ve güzellik karþýsýnda yapýlýr.

Þükür ve teþekkür "isteyerek yapýlmýþ (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karþý dil­le veya baþka þekillerde uygun mukabelede bulunmak"týr. Bu, hem Allah'tan hem de insanlardan gelen iyilikler karþýlýðýnda yerine getirilmesi beklenen ahlâkî bir ödevdir. Hamdetmek de dil ile yapýlýr; "hamdolsun, elhamdülillah..." denir, ancak bunun sebebi yalnýzca nimet ve ihsan deðil, irade ve ihtiyara dayalý bütün güzel­lik ve iyiliklerdir. Bu mânada hamd yalnýzca Allah'a mahsustur. Çünkü baþkalarý­na ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kâmil manasýyla onlarýn isteklerine bað­lý deðildir. Ýnsanlarýn kendi isteklerine baðlý iyilik ve güzelliklerde Allah'ýn da ira­desi vardýr. Onlarýn irade ve isteklerine baðlý olmayan iyilik, güzellik ve hizmet­ler ise doðrudan yaratýcýnýn, fýtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahþeden kudretin eseridir. Dolayýsýyla bu mânada hamdýn tamamý Allah'a mah­sustur, O'na aittir.

Âlem maddî ve manevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve âhirette Allah Teâlâ'mn yarattýðý her þeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaþabildiði maddî varlýklara "mülk ve þehâdet âlemi", madde ötesi varlýklara da "gayb ve melekût âlemi" denilir. Gayb ve melekût âleminin tek sahibi Allah'týr. Mülk ve þehâ­det âleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen baþ­ka sahipleri de olabilir. Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre þehâdet ve mülk âlemi, gayb ve melekût âlemine nispetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi ka­dardýr. Günümüze kadar insan bilgisinin ulaþabildiði uzay akýllara hayret verecek büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb âleminin yanýnda bir kum tanesi kadar kal­dýðýna göre gayb âleminin azametini akýl terazisi çekemez. Konuya bu açýdan ba­kýldýðýnda evrenin büyüklüðüne ve ondaki düzenin inceliklerine dair ulaþýlan her yeni bilgi, Allah'ýn insana bahþettiði aklýn nerelere kadar ulaþabileceðini ortaya koymasýnýn yanýnda, eriþeceði sýrlarýn enginliðini tasavvur edebilmesi için bir öl­çü de oluþturmaktadýr. Þu halde gayb âleminin bu büyüklüðü iman ve irfanla kav­ranmakta, oradan da bütün âlemlerin rabbi (sahibi, mâliki, takdir edip yarataný, ko­ruyaný, geliþtireni) olan Allah'ýn azamet ve büyüklüðü karþýsýnda kula yakýþan hayret haline ulaþýlmakta; bu azamet karþýsýnda kul secdeye kapanýnca onun hay­ret hali, "huzur, güven, sevgi, yakýnlýk ve tatmin"e dönüþmektedir.

Rab kelimesi tek baþýna söylendiði zaman bundan yalnýzca "Allah" kastedi­lir, O'nun güzel isimlerinden biridir, "sahiplik ve terbiye edicilik" özelliðini ifade eder. Bu kelime "rabbü'd-dâr" (ev sahibi) gibi tamlama þeklinde baþkalarý için de kullanýlýr. (19)

4. "Din gününün mâliki" tamlamasýnda geçen mâlik "malýn, mülkün sahibi" demektir. Kýraat âlimlerince "hükümdar, iktidar sahibi" anlamýnda "melik" þeklin­de de okunmuþtur. Ýnsanlar için kullanýldýðýnda mâlik ile melik arasýnda güç, yet­ki ve tasarruf hakký bakýmlarýndan önemli farklar vardýr. Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kiþinin baþkalarýna hükmü geçmez, baþkalarýna hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malýn ve mülkün sahibi deðildir. Allah Teâlâ hakkýnda mâlik ve melik sýfatlan kullanýldýðý zaman mâna çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem âlemlerin sahibidir hem de herkese ve her þeye hükmü geçer; O'nun iktidarý üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O'nun zâtýna, mâlik ise fiiline ait sýfatlardýr.

"Din günü"nün âhiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduðu, bunu açýklayan baþka âyetlerden anlaþýlmaktadýr. (20) Allah Teâlâ bütün zamanlarda ve zaman kavramýna baðlý olmaksýzýn mutlak hâkim, sa­hip, melik ve mâliktin. Ancak Allah Teâlâ dünya hayatýnda, imtihan için kullarýna da sahiplik ve iktidar vermiþ; imam olduðu halde gaflet içinde bulunan kimseler -zaman zaman da olsa- Allah'ýn sahipliði ve iktidarýnýn bilincinde olmaya özen göstermemiþler; imaný olmayanlar ise bunun þuurundan tamamen yoksun kalýp in­kâr etmiþlerdir. Âhiret âleminde kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarý da orta­dan kalkacaðý için Allah'ýn melik ve mâlik sýfatý bütün azametiyle ortaya çýkacak, belli olacaktýr, Bunun için âhirette O, gerçekte ve görünürde "melik ve mâlik"tir. (21)

5. Besmeleden buraya kadar kendisi ve sýfatlarý, kullarý ve kâinat ile kesinti­siz iliþkisi, dünya hayatýnýn sonu ve hesap günü hakkýnda önemli açýklamalar ya­pan Allah Teâlâ, bunlarý iman içinde dinleyip anlayan ve þuuruna yerleþtiren kul­larýnda hâsýl olacak duygu ve düþünceye, davranýþ biçimine tercüman olarak "An­cak sana kulluk eder ve yalnýz senden yardým dileriz." buyuruyor. Þu halde yuka­rýda sýralanan eþsiz ve benzersiz sýfatlar Allah'a mahsus olduðuna göre ibadetin ve yardým dilemenin O'na özgü kýlýnmasý da -kul açýsýndan- tabii hale gelmektedir.

Ýbadet "kulluk ve tapýnma" olarak anlaþýlmýþtýr. Bu kavramýn içinde kâmil mânada "sevgi, korku ve boyun eðme" vardýr; bu üç tavýr ve duygunun birlikteli­ði ibadetin temelini oluþturur. Ýnsanlarýn yaratýlýþ gayesi ibadettir; ancak onlar bu­na mecbur tutulmamýþlardýr; yani terim anlamýyla ibadet, iradeye baðlý olmayan hareketler ve oluþlar gibi hâsýl olmamakta; ilâhî emri kul, -dünya hayatýnda bir im­tihan olarak- serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir. Dünya­nýn bütün nimetleri ve imkânlarý insanýn, insanca (yalnýz Allah'a kulluk ederek) yaþamasý için verilmiþ araçlardýr. Bunlarý amaçlarýna uygun olarak kullanmayan­lar nimetin kýymetini bilmemiþ ve israfa sapmýþ olurlar. Ýnsanýn sýnýrlý gücü ve ira­desi her zaman maddî ve manevî ihtiyaçlarýný karþýlamaya ve kendisinden bekle­nenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadýr. Bu sebeple insanlar hem diðer in­sanlardan hem de insan üstü güçlerden yardým istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmiþlerdir. Fakat onlarýn bu iki kaynaktan yardým istemek ve almak için tuttuklarý yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilâhî irþada kulak aþmadýk­tan zamanlarda þirke ve bedbahtlýða düþmelerine sebep olmuþ; dolayýsýyla birçok bâtýl din, iþe yaramaz sistem ortaya çýkmýþtýr. Bu âyet, ibadet ederken ve yardým isterken yöneleceðimiz doðru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah'a iba­deti, sýðýnmayý ve yönelmeyi) getirmektedir.

Âyette "ederim, dilerim" yerine "ederiz, dileriz" þeklinin seçilmiþ olmasý tevhid ehli müminlerin bir bütün teþkil ettiklerini, bu sebeple "Sen ben deðil, biz varýz" ilkesi doðrultusunda hareket etmelerini, fert-toplum arasýndaki dengeyi koru­malarýný iþaretlemektedir. Burada "biz"i oluþturan bað imandýr, bir Allah'a kulluk­tur;

"Allah'ýn kullarý! Kardeþ olun..." (22)
mealindeki hadis de bu mânaya açýklýk getirmektedir. Müminler kardeþçe yardýmlaþýrlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah'tan gel­diðini, O dilemedikçe kimsenin bir þey veremeyeceðini bilirler. (23)

6. Ýnsanlar maddî ve manevî hayatlarýný düzenlerken doðrunun yanýnda yan­lýþ da yapmýþlar; hatalý, çýkmaz, saptýrýcý yollara da yönelmiþlerdir. Sapmanýn ve yanýlmanýn baþ sebebi insanýn kendini yeterli sanmasý, bilgi ve güç almak için Al­lah'a yönelmeyi reddetmesidir.

"Gerçek þu ki insan, kendini kendine yeterli göre­rek ille de azgýnlaþmaktadýr! Oysa (kuldaki) her þey yalnýz Rabbine aittir (O'na dönecektir)."(24)
"Bize doðru yolu göster" duasý ayný zamanda rabbin, kullarýna bir irþad ve uyarýþýdýr; eðer insan kendine yeterli olsaydý, doðru yolu gör­mesi ve bulmasý için bir baþkasýna ihtiyacý olmazdý. Yaratýcý bu talimatý verdiðine göre kula düþen, ilâhî irþada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irþad doðrultusunda kullanarak her adýmýný doðru atmasý için O'nun tarafýndan saðlanan imkânlarý gerektiði gibi kullanmaktýr. "Doðru yol" (sýrât-ý müstakim) Ýslâm'dýr. Allah'ýn peygamberleri ile kullarýna gönderdiði dinlerin genel adý da Ýslâm'dýr. Yaratan ile yaratýlan, Allah ile kul, akýl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksýzlýk ile adalet, iyi ile kötü... ancak Ýslâm'da yerli yerine konmuþ, doðru iliþkiler ve denge­ler kurulmuþ, kurulma yollarý gösterilmiþtir. Hadiste yer alan bir örnekle açýklana­cak olursa dosdoðru bir yol, yolun iki tarafýnda iki duvar, duvarlarda açýlmýþ per­deli kapýlar ve yolun baþýnda da bir çaðýran var ve o, "Ey insanlar! Hepiniz doðru yola giriniz, daðýlýp parçalanmayýnýz!" diye sesleniyor. Birisi perdeli kapýlardan birine girmek istediðinde yukarýdan bir baþka çaðýrýcý sesleniyor: "Sakýn o perde­yi kaldýrma! Kaldýrýrsan girer gidersin!"(25) Bu örnekteki yol Ýslâm'dýr, duvarlar Allah'ýn koyduðu sýnýrlardýr, kapýlar haram­lardýr, yolun baþýndaki çaðýran Allah'ýn kitabýdýr, yukarýdaki çaðýran ve uyaran, her müminin kalbindeki ilâhî öðütçüdür. Böylece Ýslâm'da vahiy, vicdan ve akýl birlikte Ýþletilerek doðru yol bulunmaktadýr.

"Ne irfandýr veren ahlâka yükseklik ne vicdandýr. / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandýr." (26)
7. Burada tarihe bir atýf yapýlarak yolun doðrusu ve eðrisi hakkýnda bir baþ­ka ölçüt ve delil daha verilmektedir. Ýslâm yalnýzca Allah kitabýnda böyle buyur­duðu için doðru yol deðildir, ayný zamanda tarih boyunca ilâhî irþadý reddedenle­rin tecrübeleri de doðru yolun Ýslâm olduðunu göstermektedir. Bu sebeple doðru yolu arayanlar ve üzerinde bulunduklarý yolun saðlamasýný yapmak isteyenler, dö­nüp tarihe bakmak, gerçek mutluluðu bulanlarla sapanlar ve Allah'ýn gazabýna uðrayanlann yol ve yöntemlerini incelemek durumundadýrlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardýr. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ý Hakk'a meydan okuyanlarda gö­rülmektedir. Bazý rivayetlerde sapanlarýn "Hristiyanlar", ilâhî gazaba uðrayanlarýn da "Yahudiler" olarak açýklanmasý,(27) yalnýzca zaman ve mekân itibariyle yakýn birer örnek olmalarýndan dolayýdýr.

Müslim'in rivayet ettiði bir kutsî hadiste(28) Allah Teâlâ'nýn, "Namazý (Fatiha'yý) kulumla kendi aramda yarý yarýya paylaþtým ve kulum diledi­ðini alacaktýr" buyurduðu ifade edildikten sonra þöyle devam edilmiþtir:

"Kul (na­mazda Fâtiha'yý okurken) "Hamd âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur" deyince Allah, "Kulum bana hamdetti" buyurur. Kul "rahman ve rahim" deyince Allah, "Ku­lum beni övdü" der. "Ceza gününün tek sahibi" deyince "Kulum benim yüceliði­mi dile getirdi" der. "Ancak sana ibadet eder ve yalnýz senden yardým dileriz" de­yince "Bu, kulumla benim aramda ortak olan kýsýmdýr ve istediði kulumun olacak­týr" buyurur. Kul "Bizi dosdoðru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gaza­ba uðramýþlarýn yoluna da, doðrudan sapmýþlarýn yoluna da deðil!" deyince Allah, "Ýste bu, yalnýzca kuluma aittir ve kuluma istediði verilecektir." buyurur.
"Duamýzý kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boþ çevirme" mânasýna gelen "âmin" sözü, dilleri ne olursa olsun bütün Müslümanlann, hatta semavî din men­suplarýnýn ortak ifadeleri haline gelmiþtir. Bu cümle Fatiha sûresine dahil olmadý­ðý gibi âyet de deðildir. Birçok hadiste Resûlullah'ýn Fâtiha'dan sonra "âmin" de­diði ve böyle denilmesini öðütlediði ifade edilmiþtir.(29) Namazda veya namaz dýþýnda Fâtiha'yý okuyan veya dinleyen kimse, sû­renin sonunda "âmin" deyince ayný zamanda melekelerin de "âmin" dedikleri, hem þehâdet hem de gayb âlemlerinde ayný anda dile getirilen bu duanýn Allah ta­rafýndan kabul buyurulacaðý hadislerde açýklanmýþtýr.(30) Yine sahih hadisler, Fatiha sesli okunduðunda "âmin" duasýnýn da sesli yapýlacaðý bilgisini getirdiði için fýkýh mezheplerinin ço­ðu bunu benimsemiþlerdir.(31) Hanefîler'e göre bu cümle namazda daima sessiz söylenir. (32)

------------------------------

(1) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:1/3.
(2) bk. Buharý, "Tefsir", 1, "Ezan", 109; Tirmizî, "Salât", 183.
(3) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/3-4.
(4) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/4-5.
(5) Tirmîzî, "Duâ", 9.
(6) Ýbn Mâce, "Nikâh", 19.
(7) Buhari, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 9.
(8) meselâ bk. Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 9.
(9) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/5.
(10) Nahl 16/98
(11) A^râf 7/11-17
(12) En'âm 6/112
(13)Nahl 16/98-100
(14) bk, Mü'minûn 23/96-98
(15) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/5-6.
(16) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/6.
(17) Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, 1,12.
(18) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/6-8.
(19) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/8-9.
(20) meselâ bk. Ýnfitâr 82/17-19.
(21) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/9-10.
(22) Buhârî, "Nikâh", 45; Müslim, "Birr", 23,28-32.
(23) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/10-11.
(24) Alak 96/6-8
(25) Müsned, IV, 182-183; Þevkânî, I, 20.
(26) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/11.
(27) meselâ bk. Müsneâ, IV, 378; Tirnýizî, "Tefsîr", 2,
(28) bk. "Saiât", 38.
(29) meselâ bk. Müslim, "Salât", 72-76.
(30) bk. Buhârî, "Ezan", 112-113; Müslim, "Salât", 72-76.
(31) Þevkânî, Neylü'l-evtâr, II, 229-232.
(32) Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çaðrýcý, Prof. Dr. Ýbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüþ, Kur’an Yolu:I/11-12.

Selam ve dua ile...
Sorularla Ýslamiyet

Ynt: Fatiha suresinin tefsiri By: ceren Date: 17 Nisan 2017, 22:21:59
Esselamu aleykum.Rabbim bizleri fatiha suresini okuyan ve anlayan ve hayatina yon veren kullardan olalim insallah...

radyobeyan