Sefer By: selsebil Date: 13 Ekim 2009, 13:32:13
SEFER
Yolculuk yapma, bir yerden bir yere intikal etme mânâlarýna geliyor sefer. Sofiye onu, kayýtlý yaþamaktan kurtulup kayýtsýzlýða erme, bedenî ve cismanî alâkalardan sýyrýlarak, kalb ufkunda Allah'a teveccüh etme þeklinde yorumlar. Bu tarif çerçevesindeki seferi, seyr-i sülûk-i rûhânîdeki "seyr ilallah", "seyr fillâh", ''seyr anillâh" ýstýlahlarý ile kastedilen rûhânî yolculukla irtibatlandýrmak da mümkündür.
Böyle bir teveccühün mebdei, tamamen irâdî ve iman, Ýslâm, ihsan köprülerinden geçerek ihlâs, riyâzet, zühd ve takvâ ekseninde bir seyahat; müntehâsý da, aþk, þevk, Ýlâhî cezbe ve incizab ehline " - Biz, ona þah damarýndan daha yakýnýz'' sözleriyle kendini bize anlatan Zât'ýn, yoldakilere ait uzaklýðý ortadan kaldýrarak, ihsan tecellîsi dalga boyunda onlara husûsî bir iltifatýdýr ve onlar, vicdanlarýnda bunu hep duyarlar. Yolun belli bir noktasýndan sonra, ruhlarýnda bu esintiyi duyanlar, mazhariyet ve zevklerini, "ne mekân var anda, ne arz u semâ" (Süleyman Çelebi) þeklinde mýrýldanýr ve sürekli o zaman-mekân üstü seyahatlerine devam ederler. Böyle bir yolculuk, sâlikin hazýrlanma keyfiyetine, rûhî ve kalbî istidat ve kabiliyetine ve tabiî her þeyden evvel. Hazreti "Akrabü min külli karîb"in ona husûsî atâsýna göre farklý þekillerde gerçekleþir ve derece derece zuhur eder:
Ýlk sefer; âfâkî ve enfüsî tefekkürle, kesrette vahdeti görmek, "nûr-u tevhid" içinde Hakk'ýn husûsî teveccühü mânâsýna "sýrr-ý ehadiyyet'i kalben sezip, zevken duymak ve serâdan süreyyâya her þeyin üzerinde O'nun mührünü müþahede ile,sürekli marifet yudumlayarak ilerlemek þeklinde tecellî eder ki bu bize, "seyr ilallah" çerçevesinde bir seyahati hatýrlatmaktadýr. Bu mertebedeki sâlik, her nesneden -tabiî, o nesnenin nefsine bakan yanlarý itibarýyla- alâkasýný kesip, sürekli "aðyâr"dan "Yâr"e yönelme gayreti içinde bulunur.. ve gönlünün derinliklerinde bu payenin esintilerini duydukça ya da kalbinin zirvelerinde talihinin ufkunu temâþâ ettikçe daha bir yükselme iþ-tiyakýyla þahlanýr ve müþâhede-zevk "salih daire"si içinde sürekli köpürür durur. Onun bu mânâdaki halini. ''Allah'a karþý gelmekten sakýnan takvâ erlerine, þeytandan bir fit veya sinyal eriþince hemen düþünüp toparlanýrlar ve gözleri açýlýverir de, basiretlerine sahip olurlar." âyeti ile irtibatlandýrmak mümkündür; sâlik, bu ufk-u âlâda her þeyi daha bir farklý görür, daha bir farklý duyar, daha bir farklý deðerlendirir ve hep bir farklýlýk sergiler.
Ýkinci sefer; kalb ve kafadaki müteferrik bilgi ve sezgilerden sýyrýlarak marifet ufkunda vahdete yürümek ve tevhid zevkini letâifiyle de ifade etmekle gerçekleþir ki, bunu da "seyr fillâh"ýn mukabili sayabiliriz. Sâlikin esmâda Müsemmâyý Akdes'i duymasý; duyup kendini sýfatlarýn vesâyetinde hissetmesi ve acz u fakr yörüngesinde "el-fakru fahrî" deyip, bir "vâhid-i kýyâsî" mülâhazasýyla kendi ufkunda O'na yürümesi, O'nu duyup, O'nu bilip, O'nu söyleyip, zevken O'nun maiyyetine baðlanmasýndan ibarettir. Biz, bu mertebeye "seyr fillâh" dedik ama, bazýlarý ona, "seyr bi'l-Hak" demeyi daha uygun bulmuþlardýr. Ýþte böyle bir þahikaya ulaþan gönül eri, esma ufkunda sýfat adesesi ile sürekli bu ufkun verâsýný ve verâlarýn verâsýný izlemeye, gözlemeye alýr ve "lâtife-i Rabbâniye" aðýný gererek, gece-gündüz hep esrar avlar. Týpký günebakan çiçekleri gibi,gönül gözleri belli bir ufukta, vicdanen bir alýþ-veriþ içinde ve bulunduðu ufkun mehâbetiyle oturur kalkar ve tir tir titrer. Bu mertebedeki bir sâlikin umûmî ahvâlinden her zaman: "Onlar, Rablerine döneceklerinden emin ve kalbleri tir tir titreyerek verdiklerini verirler. Ýþte bunlardýr hayra koþan ve yarýþý kazananlar!" hakikati nümâyândýr.. ve o, gözlerini varlýða çevirince hep esmayý görür; varlýk ötesini mülâhazaya alýnca da hayrete varýr.
"Esmâyý müsemmâdan gayrý göremez ârif;
Esrâra olur vâkýf derviþ-i pîr-i geylan.." (M.Lütfü)
Üçüncü sefer; zâhir-bâtýn farklýlýðýný aþarak, cüz'iyyet planýnda "mertebe-i ehadiyyet'i ve külliyet dairesinde "mertebe-i vâhidiyyet"i iman, iz'an ve zevken duymak mazhariyetidir. Böyle þahikalar üstü bir þâhikanýn da "cem" ufkuna tekabül ettiði açýktýr. Ýttihad ve hulûl deðil, zevken ve hâlen sûretteki zýdlýklarý aþarak, her þeyin apaçýk tevhide baðlanmasý mânâsýnda bir cem. Evet, Mevlânâ'nýn da ifade ettiði gibi, tevhid ve cem Ýttihad ve hulûl deðil, sâlikin kendi ufkunda yok olmasýdýr. Bu makam, ayný zamanda asliyet itibarýyla Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm'a ait çok yüksek bir payedir.. ve zýlliyet planýnda, bu mertebenin kahramanlarý için de, gönülde isneyniyetin silinip gitmesi ve "vücub imkân arasý bir makam" diyebileceðimiz "Kâbe kavseyni ev ednâ" ufkuna ulaþýlmasý söz konusudur ki,bütün vilâyet derecelerinin serhaddi sayýlýr. Evet, tefsirdeki tevcihlerden birine göre, buradaki "kurbet-i kusvâ", "hakikat-ý Hazreti Mukte-dâ-i Ekmel"e ait bir pâye; gölgesi de, cüz'iyyet çerçevesinde sadrý-sînesi müsâit bütün müntehilerin ulaþmaya çalýþtýklarý bir "ufk-u âlâ "dýr.
Dördüncü sefer;
Dâvâyý Nübüvvet'in vârislerine has, Hak'tan halka yönelme þeklinde "cem" sonrasý, "fark" televvünlü bir kutlu seyahat ve tamamen fazl-ý Ýlâhî çerçevesinde özel bir teveccühe mazhariyetin ünvanýdýr. Böyle bir yolculukta, sâlik, ayaðýný saðlamca vahdet ufkuna bastýktan sonra, fevkalâdeden mevhibeler adýna duyup tattýklarýný, görüp zevk ettiklerini baþkalarýna da duyurmak iþtiyakýyla. urûcunu nüzûlle derinleþtirerek, halk içinde Hakk'ýn tercümaný olma pâyesine yürür. "Seyr anillah ve billah" sözleri ile ifade edilen böyle bir sefer, seferlerin en yücesidir ve þahikalar þâhikasýný ihraz etmenin de bir baþka ünvanýdýr.
Bu mansýbýn kahramanlan bazen, zâhir halleri itibarýyla garîb görünürler. Ama, Ýlâhî maiyyete mazhariyetlerinin þuurunda olduklarýndan, ömürlerini hep " -Gariplere müjdeler olsun" "ünsbahþ" atmosferinde geçirir.. sürekli ötelerin esintilerini duyar.. ve iki âlemi birden yaþarlar.
Sofiyeden bazýlarý, iptidada sefer, intihada ikâmet mülâhazasýnda bulunmuþ; bazýlarý, her ikisinde de ikâmet kanaatini izhar etmiþ; diðer bazýlarý da, her iki halde de "sefer" diyerek, baþtan sona kadar her þeyi sefere baðlamýþlardýr.
Seferle alâkalý deðiþik yol ve sistemlerde, biraz da mizaç ve meþreplerin farklýlýðýndan kaynaklanan daha baþka mülâhazalar da vardýr ama, bunlar biraz da husûsî ýstýlahlara girdiðinden, umûmî mânâdaki sefer mülâhazasýnýn dýþýnda kaldýklarýný düþünerek biz þimdilik sadece Nakþîlerin, on bir tabire yükledikleri on bir esastan biri olan "sefer der vatan"a küçük bir iþarette bulunup, diðer tabirlerin de birer cüz'î mânâsýna iþaretle yetineceðiz:
"Sefer der vatan"; hak yolcusunun fena huylardan, cismanî ve bedenî arzulardan sýyrýlarak, melekî vasýflarla ittisaf etmesi mânâsýna kullanýlagelmiþtir ki, Hazreti Muhâcir-i Ekber'in (s.a.s) " -Gerçek muhâcir. Allah'ýn yasak ettiði þeylerden uzaklaþýp hicret edendir7' beyanýna mutabýk düþtüðü söylenebilir.
On bir esas ve on bir tabirden diðerleri de þunlardýr;
1- Hûþ der dem: bu. sâlikin nefeslerini bilerek, duyarak alýp vermesidir ki, bu sayede o, her zaman âdetâ bir zâkir sayýlýr.
2- Nazar ber kadem; bu da, hak yolcusunun, bütün dikkatini, ayaðýný basacaðý yere teksif edip. her zaman gözünü aðyârdan korumasý ve gönül gözlerine baþka hayallerin girmesine yol vermemesini ifade eden bir tabirdir ki, sâlikin, Hazreti Hak'tan baþka her þeye kapanmasý yerinde kullanýlýr.
3- Halvet der encümen: zahirde halk ile, bâtýnda Hak ile bulunma yerinde kullanýlan bu tabir, Nakþîlerde halvete karþý bir tavýr da ifade eder gibidir. Onlara göre, halvette gizli bir þöhret hissi söz konusudur. Halk içinde bulunmak ise, hem böyle gizli bir þöhrete kapalý bulunma, hem de insanlara yararlý olma açýsýndan her zaman tercih edi-legelen bir tavýrdýr.
4- Yâd kerd: hatýrlamak demek olan bu tabir, hak yolcusunun sürekli kendi iç âlemini gözden geçirip murakabe etmesi ve nefesini tutup, kalbinden Allah'ý zikretmesi yerinde kullanýlýr ki, buna kalbî zikir de diyebiliriz.
5- Bâz keþt; zikrini bitiren sâlikin, "" fehvasýnca, baþka bir hayra geçme sadedinde, "Allahým,Sen benim biricik maksûdum ve rýzan da yegâne matlûbumdur" mânâsýna gelen "" cümlelerini tekrar etmenin iþareti gibidir.
6- Nigâh daþt: mâsivâyý (Allah'tan gayrý her þey) hatýrdan geçirmemeye çalýþma yerinde kullanýlan bu tabir, iç murakabeden daha öte bir mânâ ifade eder ve istidâtlara göre farklý farklýdýr.
7- Yâd daþt;sâlikin, her zaman Hakk'ýn kendisini gözettiði þuurunda bulunmasý yerinde kullanýlan bu tabir, "ihsanla" anlatýlmak istenen þeyin aynýdýr.
8- Vukûf-u zamânî; bir müntehinin, yaþadýðý zamanýn her parçasýnda temkin ve teyakkuz içinde bulunmasý ve hep basiret üzere olmasý mânâsýnadýr ki, sona doðru önemli makamlardan biri kabul edilegelmiþtir.
9- Vukûf-u adedî; sâlikin durumuna göre, mürþidin ondan, belli sayýda belli kelimeleri zikretmesini istemesi yerinde kullanýlagelmiþ bir tabirdir.
10- Vukûf-u kalbî; müntehinin bütün letâifiyle Allah'a yönelip, her zaman tam bir konsantrasyon içinde bulunmasýndan kinaye bir tabirdir ve zirvedekilere ait bir hâli iþaretlemektedir.
radyobeyan