Tasavvuf Klasikleri
Pages: 1
Tevazu By: Rüveyha Date: 20 Ekim 2014, 19:13:37
Kuþeyrî Risâlesi’nden

Ali Kaya | Nisan 2013 | TASAVVUF KLASÝKLERÝ   

Tevazu

Ýbn Abbas r.a., Hz. Peygamber s.a.v.’in þöyle buyurduðunu rivayet etmiþtir: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” (Müslim, Ýman, 148,149; Ebu Davud, Libas, 26; Tirmizî, Birr, 61)

Ebu Said-i Hudrî r.a. þöyle rivayet etmiþtir: “Allah Rasulü s.a.v. hayvanýnýn yiyeceðini kendisi verirdi. Bazen evinin temizliðini yapardý. Yýrtýlan ayakkabýsýný tamir ederdi. Elbisesini diker ve yamardý. Koyun saðardý. Hizmetçisiyle birlikte yemek yerdi. Bazen hizmetçi yorulduðu zaman onunla birlikte buðday öðütürdü. Çarþýdan aldýðý bir þeyi ailesine götürürken bizzat kendisi taþýmaktan çekinmezdi. Zengin fakir herkesle el sýkýþýrdý. Ýlk önce kendisi selam verirdi. Kuru hurmadan hazýrlanmýþ olsa dahi çaðýrýldýðý hiçbir daveti küçük görmezdi. Geçimi çok kolaydý. Yumuþak huylu idi. Cömert tabiatlýydý. Güzel geçimliydi. Güler yüzlüydü. Sesli olarak gülmeden yüzü tebessüm ederdi. Yüzü asýk olmadan hüzünlüydü. Kendisini alçaltmadan tevazu gösterirdi. Ýsraf etmeden cömertlik yapardý. Kalbi çok yufka idi. Bütün müslümanlara karþý çok merhametliydi. Çok yiyip midesini doldurarak hiç geðirmemiþtir. Hiçbir þeye tamahla el uzatmamýþtýr.”

(Hz. Peygamber s.a.v.’in tevazu ile ilgili sýfatlarý için bk. Ahmed, Müsned, 6/49; Ýbn Sa’d, Tabakat, 1/91; Tirmizî, Þemâil, 24)

Fudayl b. Ýyaz k.s.’ya tevazunun ne olduðu sorulunca þu cevabý vermiþtir: “Hakk’a boyun eðersin, O’na teslim olursun ve doðru kimden gelirse onu kabul edersin. Ýþte tevazu budur.” Cüneyd-i Baðdadî k.s.’ya tevazunun ne olduðu sorulunca, “Halka karþý alçak gönüllü olmak ve onlara yumuþak davranmaktýr.” demiþtir. Abdullah b. Mübarek rh.a. þöyle demiþtir: “Zenginlere karþý onurlu davranmak, fakirlere karþý alçak gönüllü olmak tevazudandýr.”

Bayezid-i Bistamî k.s.’ya, “Ýnsan ne zaman mütevazi olur?” diye sorduklarýnda, “Kendi nefsi için hiçbir makam ve hal düþünmediðinde ve halkýn içinde kendisinden daha kötü bir kimse görmediðinde gerçek bir mütevazi olur.” demiþtir. Yahya b. Muaz k.s. demiþtir ki: “Sana malý ile kibirlenen kimseye karþý kibirli (onurlu) davranman bir tevazu þeklidir.”

Tevazu, kendisine haset edilmeyen bir nimettir. Kibir ise kendisine acýnmayan bir beladýr. Ýzzet ve þeref tevazudadýr. Kim onu kibirde ararsa bulamaz.

Süfyan-ý Sevrî k.s. demiþtir ki: “Halkýn en þereflileri þu beþ sýnýftýr: Zühd sahibi (gönlünü dünyadan çekmiþ) âlim, sufî fakih, mütevazi zengin, haline þükreden fakir, Sünnet’e baðlý þerif (Hz. Peygamber’in nesli).”

Ashaptan Zeyd b. Sabit r.a. bir cenazeden sonra bineðine biniyordu. Abdullah b. Abbas r.a. hemen yanaþarak binmesi için bineðinin üzengisini tuttu. Zeyd r.a., “Ey Rasulullah’ýn amcaoðlu, lütfen býrak, böyle yapma!” dedi. Ýbn Abbas r.a., “Biz âlimlerimize böyle davranmakla emrolunduk.” dedi. Zeyd b. Sabit r.a. da hemen Ýbn Abbas r.a.’ýn elinden tutup öptü ve “Biz de Rasulullah s.a.v.’in Ehl-i Beyt’ine karþý böyle davranmakla emrolunduk.” dedi.

Urve b. Zübeyr r.a. anlatýyor: “Ömer b. Hattab’ý omzunda bir su kýrbasý taþýrken gördüm. Kendisine, ‘Ey müminlerin emiri, bu size uygun deðil!’ dedim. Bana, ‘Yanýma dýþarýdan elçiler gelip sözlerimizi dinleyip itaat ettiklerini söylediler. O esnada nefsime biraz kendini beðenme ve büyüklenme duygusu geldi, onu bu þekilde kýrmak istedim..’ dedi ve kýrbayý götürüp ensardan ihtiyar bir kadýnýn kabýna boþalttý.”

Ömer b. Abdülaziz r.a.’a, oðlunun bin dirhem (gümüþ para) vererek bir kaþlý yüzük satýn aldýðý haberi geldi. Hemen oðluna bir mektup yazarak þunlarý söyledi: “Duyduðuma göre sen bin dirhem vererek kaþlý bir yüzük almýþsýn. Bu mektup sana ulaþýnca derhal o yüzüðü sat, parasýyla bin aç kimseyi doyur ve kendine iki dirheme bir yüzük al. Onun kaþýný da Çin iþi demirden yaptýr ve üzerine þunu yaz: Nefsinin gerçek kýymetini bilen kimseye Allah rahmet etsin!”

Hz. Hasan r.a. yolda bir grup çocuða rastladý. Çocuklarýn önünde ekmek parçalarý vardý. Yemek için hazýrlamýþlardý. Hz. Hasan’ý görünce davet ettiler. O da bineðinden inip onlarla birlikte ekmeklerden yedi. Sonra onlarý evine götürdü, yiyecek ikram etti, elbise giydirdi ve onlara þöyle dedi: “Asýl cömertlik ve iyilik sizin yaptýðýnýzdýr. Siz elinizde ne varsa bana yedirdiniz, biz ise bu verdiklerimizden daha fazlasýna sahibiz.”

Sýr

Sufîlerin kullandýklarý tabirlerden biri de “sýr”dýr. Diyebiliriz ki sýr da ruhlar gibi, insan bedenine konulmuþ bir latifedir. Sufîlerin temel usul ve anlayýþlarýna göre sýr, müþahede mahallidir. Nitekim ruhlar ilahî muhabbet mahalli, kalpler de marifet ve irfan mahallidir.

Sufîler demiþlerdir ki: “Sýr, senin vakýf olduðun (bildiðin) þeydir. Sýrrýn sýrrý ise, ne olduðunu ancak yüce Allah’ýn bildiði þeydir. Sufîlerin usul ve ifadelerinden anlaþýldýðýna göre sýr, ruhtan daha latif (sýrlý ve gizli) bir cevherdir. Ruh da kalpten daha þereflidir.”

Sufîler derler ki: “Sýrlar, aðyarýn (Hakk’ýn dýþýndaki þeylerin) etki ve tesir baðýndan kurtulmuþtur.” Kul ile Hak Tealâ arasýnda gizli ve saklý kalan hallere de sýr denir. Birinin þu sözü bu manadadýr: “Sýrlarýmýz özel perde içinde korunmaktadýr. O perdeyi hiç kimsenin hayali açýp da içinde ne olduðunu öðrenemez.” Yine sufîler, “Hürlerin (varlýk baðýndan kurtulmuþ ariflerin) göðüsleri, sýrlarýn saklandýðý kabirlerdir” derler. Bazýlarý da, “Eðer sýrrýmý yakamdaki düðmem bilse, onu koparýr atarým!” demiþtir.

Nasrâbâdî


Ýlk dönemin zahid sufîlerinden biri de Ebu’l-Kasým Ýbrahim Muhammed Nasrâbâdî rh.a.’tir. Yaþadýðý asýrda Horasan’ýn þeyhi idi. Þiblî, Ebu Ali Rûzbârî ve Mürtaiþ ile sohbette bulunup kendilerinden feyiz almýþtýr. 366 (976) senesinde Mekke’ye göç ederek orada yaþamýþ ve 369 (980) senesinde orada vefat etmiþtir. Nasrâbâdî, hadis ilminde âlim ve pek çok rivayeti olan bir zattý.

Nasrâbâdî rh.a. demiþtir ki: “Sana Hakk’ýn tecellilerinden bir tecelli gözüktüðü zaman, sakýn onunla birlikte dikkatini cennete ve cehenneme yöneltme. Bu halden çýktýðýn zaman da, Allah’ýn yücelttiði þeyleri yücelt ve onlara hürmet et.”

Nasrâbâdî’ye, “Bazý insanlar yabancý kadýnlarla oturuyor ve ‘Biz onlarý görmede günah iþlemekten masumuz’ diyorlar, siz bunlara ne dersiniz?” diye sorulunca, hazret þöyle demiþtir: “Ruh bedende durduðu sürece onda Allah’ýn emirleri ve yasaklarý geçerli olmaya devam eder. O kimse helal ve haramlarla muhataptýr. Þüpheli þeylere ancak haramlara rahatça girenlerden baþkasý cesaret edemez.”

Nasrâbâdî rh.a. demiþtir ki: “Tasavvufun temelini þunlar oluþturur: Kur’an ve Sünnet’e yapýþmak. Kötü arzularý ve bid’at türü iþleri terk etmek. Þeyhlere hürmet göstermeyi önemsemek. Halkýn özürlerini kabul edip kendilerine müsamahalý davranmak. Virdlere devam etmek. Ruhsatlarý ve (açýk hükümlerin dýþýndaki) yorumlarý terk etmek.”



radyobeyan