Ayýn Konusu
Pages: 1
Yola Gelmek, Yolda Olmak By: Rüveyha Date: 10 Ekim 2014, 07:38:22
Yola Gelmek, Yolda Olmak

Ahmet Nafiz Yaþar | Ocak 2013 | AYIN KONUSU   

Dil ile “inandým, iman ettim” demek kolaydýr. Bütün mesele inandýðýmýzý yaþamakta, yalpalamadan istikamet üzere yürümekte, rüzgâr nereden eserse essin, müstakim yani dosdoðru olmaktadýr ki çetin iþtir. Halimizden yakýnýyor, yaptýðýmýz kulluðu kendimiz bile beðenmiyorsak, bazý þeyler “yolunda gitmiyor” demektir. Þikayet etmek, kendimizden kaçarak kalbimizdeki huzursuzluk yahut sýkýntýyý görmezden gelmek yerine çare aramanýn yoluna bakmak, iþleri hâle yola koymanýn gayreti içinde olmak gerekir.


Sahabeden Süfyan b. Abdullah es-Sakafî r.a., Hz. Peygamber s.a.v.’e gelir ve “Ey Allah’ýn Rasulü!” der; “Ýslâm’ý yaþama hususunda bana öyle bir söz söyleyiniz ki bir daha sizden baþkasýna bir þey sorma ihtiyacý hissetmeyeyim.”

Rasul-i Ekrem s.a.v. þöyle buyurur:

“Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoðu ol!”

Büyük alimlerimizden Kâdî Ýyâz rh.a., Efendimiz s.a.v.’in bu talimatýnýn “cevâmi’ul-kelîm”den, yani az kelamla çok mana anlatan sözlerden olduðunu, Hz. Peygamber s.a.v.’in 23 senelik risaleti müddetince teblið eyledikleri her þeyin bu hadiste özetlendiðini söyler.

Ýslâm’ý yaþama konusunda Süfyan b. Abdullah r.a.’ýn þahsýnda hepimize verilen bu kýsa talimatý hayata aktarmak göründüðü kadar kolay deðildir. Nitekim Kur’an-ý Kerim’de de “dosdoðru olma”yý emreden ayetler vardýr ve bunlardan Fahr-i Kâinat Efendimiz’e hitaben gelen “Emrolunduðun gibi dosdoðru ol!” (Hud, 112) buyruðu, O’na “Hud suresi beni ihtiyarlattý” dedirtecek kadar aðýr sorumluluklar içermektedir.

Dil ile “inandým, iman ettim” demek kolaydýr. Bütün mesele inandýðýmýzý yaþamakta, yalpalamadan istikamet üzere yürümekte, rüzgâr nereden eserse essin, müstakim yani dosdoðru olmaktadýr ki çetin iþtir.


Halimiz vaktimiz nasýldýr?


Elhamdülillah müslümanýz. Çoðumuzun ayetten, hadisten, günahtan, sevaptan, ahiretten, hesap gününden haberi var.

Dünyanýn fani olduðunu, bir gün mutlaka öleceðimizi hepimiz biliriz. Sorulsa, bu dünyaya Allah’a kulluk edelim diye imtihan için gönderildiðimizi, Cenab-ý Hakk’ýn kalbimizden geçenlere varýncaya kadar her halimizi bildiðini, O’nun her yerde hâzýr ve nâzýr olduðunu söyleriz ama yine de yakamýzý gafletten büsbütün kurtaramadýðýmýz olur. Ýbadetlerimizi aksattýðýmýz, bunlarý her vakit severek, bütün erkânýna riayetle, huþu içinde yerine getiremediðimiz için huzursuz olanlarýmýz çoktur. Bazen nefsin hevasýna uyar, dünyanýn aldatýcý cazibesine kapýlýr, farkýna bile varamadan bir günahýn içinde buluruz kendimizi. Zaman zaman kibirden, öfkeden, hýrs, haset ve gösteriþten kendimizi alamadýðýmýzý itiraf eder, bunlardan kurtulamamanýn sýkýntýsýný duyarýz. Dilimiz Allah der de kalbimiz ürpermez.

Bütün bunlar varsa, halimizden yakýnýyor, yaptýðýmýz kulluðu kendimiz bile beðenmiyorsak, bazý þeyler “yolunda gitmiyor” demektir. Þikayet etmek, kendimizden kaçarak kalbimizdeki huzursuzluk yahut sýkýntýyý görmezden gelmek yerine çare aramanýn yoluna bakmak, iþleri hâle yola koymanýn gayreti içinde olmak gerekir. Ne söylediðimizin farkýndaysak eðer, namazlarýmýzýn her rekâtýnda tekrarladýðýmýz “(Allahým) bizi sýrat-ý müstakîme (dosdoðru yola) yönelt!” niyazý, aradýðýmýz çare yahut yolun hiç deðilse adýný bildirmektedir bize.

Sadýk bir rehber ihtiyacý

Fatiha suresinde Cenab-ý Hakk’tan “sýrat-ý müstakim”i istemekle kalmýyor; yanlýþa sapanlarýn, Allah Tealâ’nýn gazabýna uðrayanlarýn gittiði yollardan bizi muhafaza etmesi niyazýnda da bulunuyoruz. Dosdoðru yol yanýnda, eðri büðrü, yalan yanlýþ, tehlikeli yollar da var demek ki ve biz evvela bir yol tercihiyle sýnanýyoruz. Ama yollarýn hangisi haktýr, hangisi bâtýldýr, bunu bilmek, sýrat-ý müstakimin tarifini öðrenmek yetmiyor. Dosdoðru yola yönelmek, o yolda kararlýlýkla yürümek de imtihanýmýzýn dahilinde.

Ýþte bu yürüyüþte yol iz bilen bir rehber þart. Öyle olmasaydý Cenab-ý Mevlâ yolu ve yürüyüþ tarzýný kullarýna bir þekilde bildirir, bu yolda ümmetine rehberlik eden, yolun nasýl yürüneceðini bizzat gösteren peygamberler göndermezdi. Þu halde sýrat-ý müstakime yönelmek de kâfi gelmemekte, Rasul-i Ziþan s.a.v.’in ayak izlerini hakkýyla bilen peygamber mirasçýsý bir kýlavuzu bulup onun kafilesine katýlmak da icap etmektedir. Esasen sadýk bir rehber arayýþý, sýratý müstakime yönelme ve istikamet üzere yürüme kararlýlýðýnýn gereðidir.

Allah’a layýkýyla kul olmak, dünya yolculuðumuzu salimen tamamlayýp yüz akýyla Huzur’a varmak istiyorsak, öncelikle doðru yolu ve o yolun kýlavuzunu aramakla mükellefiz. Kararlýlýkla, samimiyetle, halis niyetle arayan mutlaka bulur. Çünkü Cenab-ý Hak kendisine yönelenleri, bu uðurda çaba gösterenleri doðru yola ileteceðini, hidayete erdireceðini vaat etmiþtir. O, vaadinde en sadýk ve güvenilir olandýr.

Ýç içe geçmiþ yollar

Ýþte bu ilâhi vaat bazen, kulun Allah dostu kâmil mürþitlerin varlýðýndan haberdar edilip, kalbinde onlarýn kervanýna, talim ve terbiye halkasýna katýlma arzusunun uyandýrýlmasý ile gerçekleþir.

Allah’ýn veli kullarýnýn Hz. Peygamber s.a.v.’den devraldýðý talim ve terbiye sistemine sonraki zamanlarda “tasavvuf” adý verilmiþ, sýrat-ý müstakimde bu sistem dahilinde yürümeye “tarikat” denilmiþtir. Tarikatler, “ihsan” mertebesine ulaþmak için dosdoðru yolu Sahabe-i Kiram gibi yürümeyi öðreten mekteplerdir. Çokluðu ve çeþitliliði ufak tefek metot farklýlýðýndan kaynaklanýr. Ehl-i Sünnet çizgisinde olmak þartýyla hepsi de haktýr. Tarikatlerin çokluðu, ayný kaynaktan gelen suyun her evde farklý musluklardan akmasý gibidir. Musluklarýn çeþidi veya sayýsý deðil, kaynaðýn Kur’an ve Sünnet olmasý önemlidir. Çünkü sýrat-ý müstakim Kur’an ve Sünnet yoludur.

Müslüman ancak Kur’an ve Sünnet’e uymakla dosdoðru olabilir. Þeriat, sünnet ve tarikat kelimelerinin sözlükte “yol” manasýna gelmesi bu hakikate iþaret eder. Fakat bazýlarýnýn zannettiði gibi bu yollar birbirinden ayrý deðildir. Ayný zemin üzerinde iç içedirler. Þeriat, yolun zeminini ve sýnýrlarýný belirler. Sünnet bu yol üzerindeki uyarý ve iþaret levhalarý gibidir. “Yöntem” manasýna “yol” demek olan ve daha ziyade bir yürüyüþ tarzýný, yol tutma biçimini ifade eden tarikat ise geniþ otobanlar üzerindeki özel yahut bölünmüþ þeritlere benzer. Bir hedefe çabuk varabilmek için, daha hýzlý ve güvenli gitmeyi saðlayan tahsisli yollar elbette asýl yolun zemini dahilindedir.

Bâtýn fýkhý da var

Tasavvufta maksat “ihsan” makamýdýr. Ýhsan, daimi bir zikir halidir. Allah Tealâ’nýn her an bizi gördüðü bilinciyle O’ndan gafil olmamak, her iþimizde O’nun rýzasý istikametinde davranmaktýr. Ýnsan ancak böyle bir hali kuþanmakla güzel ahlâka, züht, takva ve ihlâsa ulaþabilir. Aksi takdirde yapýlan ibadetler kuru bir þekilden ibaret kalacak, Allah’a kulluktan zevk alýnamayacak, huzursuzluk bir kurt gibi sürekli insanýn içini kemirecektir. Bu sebepledir ki tasavvufa “bâtýn fýkhý” demiþlerdir. Nasýl herhangi bir ibadetin zahirî þartlarýný öðrenip bunlarý yerine getirmek bir mecburiyetse, ihlâs ve huþu gibi batýnî þartlarýný hal olarak kesbedip hem kalbimizi hem ibadetlerimizin içini mamur kýlmak da bir mecburiyettir. Batýnî haller sözle, okuyarak deðil; yaþanarak, görerek, mükemmel bir örnekten talim edilerek kazanýlýr.

Sahabe-i Güzîn‘in yaþadýklarý devri “Asr-ý Saadet” yapan þanlý yürüyüþlerini, yani dosdoðru olmayý Efendimiz s.a.v.’in örnekliðiyle öðrendikleri gibi, sonraki nesiller de ayný yürüyüþü Hz. Peygamber s.a.v.’in mirasçýsý alimlerden, kâmil mürþitlerden ayný yöntemle öðrenmiþtir. Bundan sonra da böyle öðrenilmeye devam edilecektir. Öyleyse bir mürþid-i kâmilin kapýsýný çalmak, yola gelmek, böylece iþleri hale yola koymak zarureti vardýr.

Peki kâmil mürþit kimdir? Biz bir insanýn Allah dostu, güvenilir bir kýlavuz olduðunu nasýl anlayacaðýz?

Aramayan bulamaz

Madem bizi alýp sýrat-ý müstakim üzere, Kur’an ve Sünnet çizgisinde yürütecek bir rehber bulmak istiyoruz, öyleyse o rehberde arayacaðýmýz yegâne özellik “Kur’an ve Sünnet ölçülerine baðlýlýk” olmalýdýr. Kâmil mürþitler Allah’ýn veli kullarýdýr. Velayete istikametle, yani dinin emir ve yasaklarýna harfiyen uymakla, ibadette devamlýlýk ve titizlikle, nafilelerle ulaþýldýðýna göre, istikamet sahibi kimselerin Allah dostu olduðuna hükmetmelidir. Fakat evliyaullahtan olan salih müminlerin hepsi irþatla vazifeli deðildir. Ýrþat vazifesiyle Hz. Peygamber s.a.v.’in örnekliðini sürdüren Allah dostu mürþid-i kâmillerin zahire yansýyan en belirgin özelliði, Sünnet-i Seniyye’ye harfiyyen uyma duyarlýlýðýdýr.

Bunun dýþýnda keramet gibi olaðanüstü haller aramak doðru bulunmamýþtýr. Çünkü “evliyaullahýn iradesi dýþýnda kendilerinden sâdýr olan fevkalade hal” manasýna keramet, her kâmil mürþitte görülmeyebilir. Kaldý ki keramet istikametten daha üstün bir ölçü deðildir. Ýstikamet yoksa, keramet tek baþýna velayet alameti de olmaz. Keramet düþkünlüðü, “istidrac” denilen ve fasýk kimselerde de görülebilen olaðanüstü hallere aldanýp yanlýþ yollara sapmaya, yanlýþ kiþilerin peþine takýlmaya sebebiyet vereceðinden, tehlikeli bir yöneliþtir.

Arayýþ aþamasýnda kendisine ulaþýlan mürþidin Ehl-i Sünnet çizgisinde istikamet sahibi kâmil ve sâlih bir zat olduðu anlaþýldýktan sonra onu kendimizce imtihana tabi tutmaya kalkýþmak, kusurunu bulmak için beþerî hallerine tecessüs göstermek, halis niyetle aramadýðýmýza iþarettir; kýsmetsizlik sebebidir.

Bir ‘yol’a girmek


Esasen sýrf Allah rýzasýný kazanmak, bâtýnýný mamur kýlmak niyetiyle kibirden ve önyargýlardan arýnmýþ halde bir kâmil mürþide varanlar, onun meclisindeki manevi atmosferden etkilenecek, bakýldýðýnda Allah’ý hatýrlatan bu büyük veliye karþý gönüllerinde bir muhabbet ve emniyet hissedeceklerdir. Ýþte þimdi ona intisap etmenin, sýrat-ý müstakime çýkarmasý için bu sadýk rehberin kendisine uzattýðý eli tutmanýn vakti gelmiþtir.

Tasavvufta bir kiþinin gidip bir þeyhe baðlanmasýna “intisap”, “inabe”, “el alma”, “tövbe alma” gibi isimler verilir ve bunlarýn tarikatlere göre deðiþen usulleri vardýr. Böyle þekil gibi görünen usul ve âdab önemlidir. Çünkü çerçeve veya kap hükmündeki usuller özün muhafazasý, esasýn daðýlýp bozulmamasý için þarttýr. Üstelik tasavvufun bütün usul, erkân ve adabý mutlaka Efendimiz s.a.v.’in bir uygulamasýndan alýnmýþtýr. Nitekim intisap Rasul-i Ekrem s.a.v.’in “biat alma” usulüne dayanýr. Hz. Peygamber s.a.v. zaman zaman kendisine kayýtsýz þartsýz tabi olmalarý yahut belli bazý konularda sorumluluk üstlenmeleri hususunda ashabýndan “söz” alýr, karþýlýklý sað eller tutulmak yahut üst üste konulmak suretiyle yapýlan bu sözleþmeye “biat”denirdi.

Mürþide intisap, intisap edenin ona tabi olacaðý, yola gireceði, günah iþlememeye azami gayret edeceðine dair Allah’a söz vermesidir. Bu sözleþme sýrasýndaki “tövbe”, mürþidin þahit tutulmasý ve duasýyla kabulüne vesile olmasý için iki tarafýn da duyacaðý kadar yüksek bir sesle yapýlýr.

Dünyada ahirete doðmak

“Ya Rabbi! Yapmýþ olduðum bütün günahlardan ben piþmaným. Keþke yapmasaydým. Ýnþallah bir daha yapmayacaðým!” diyerek mürþit huzurunda yapýlan bu ilk tövbe, yola gelme niyetini alenen beyan etmek yanýnda, tasavvuf mektebine girmek için bir nevi ön kayýttýr. Nakþî-Halidî yolunda kesin kayýt, “sekiz þart” da denilen sekiz adabý yerine getirmekle gerçekleþir. Sekiz þarttaki küçük ve büyük taharetle her türlü kirden arýnan, istihare ederek tercihini bir kere daha gönlüne yatýran, tövbe ve istiðfarla günaha yönelmeme kararlýlýðýný pekiþtiren, Fatihalarla andýðý Sâdât-ý Kirâm’ýn manevi desteðini kalbinde, mürþidini her an yaný baþýnda hisseden “talip”, artýk yola gelmiþ, “mürid” olmuþtur.

Mürit, yola girmeyi, girdiði yolda kendi iradesini yok sayýp mürþidine kayýtsýz þartsýz teslim olmayý irade eden demektir. Mürit, alýp tamir eylesin, içindeki putlardan temizleyip “beytullah” kýlsýn diye gönlünü Allah’ýn “halîl” kullarýndan bir mürþide verendir. Mürþide gönül vermeden tam bir teslimiyet olmayacaðýný, teslimiyetsiz de yol alýnamayacaðýný bilendir mürit.

Mürit olmak bu dünyada iken ahirete doðmaktýr. Ölmeden evvel ölmeye soyunmaktýr. Bunun için yola gelmiþ, reþit olup kemâle ermek ümidiyle bu yoldaki bir yürüyüþ tarzýna, bir gidiþata uymaya söz vermiþtir. Yola gelmek, kendini bir gidiþata tabi kýlmak, kervana dahil olmak; elbette yürümek, yol almak içindir. Öyle ya, yola gelmek, yolda olmaktýr. Yolda olmak ise sürekli bir “seyir” halini, sürekli yol almayý, mesafe kat etmeyi gerektirir.

Kalbini arýndýr, kendini temizle

Bir mürþid-i kâmil rehberliðinde yapýlan bu yolculuk bir terbiye sürecidir aslýnda. Bu süreçte kalbin tasfiyesi, nefsin de terbiyesi ve tezkiyesi amaçlanýr. Kalp tasfiyesi, kalpte bulunmamasý gereken aðýrlýklarýn atýlmasý, günahlarýn peyda eylediði siyah noktalarýn zikir ve tövbe ile silinmesi, böylece kalbin saflaþtýrýlmasý, ilahî tecelliyata mazhar bir letafete kavuþturulmasý demektir. Nefs terbiyesi ise özellikle baþlangýçta, þerrinden emin olmak için nefs-i emmareyi kontrol altýnda tutmanýn, nefse hükmetmenin çare ve yöntemlerini kuþanmaktýr. Esas olan ise tezkiye ile, yani kötülüklerinden arýndýrarak, raðbetini Hakk’a ve hayra yönlendirerek nefsi müslüman eylemek, onu hiç deðilse nefs-i mutmainne mertebesine yükseltmektir.

Tasavvuf yolundaki “seyir”, arýzî olaný, yani sonradan ve geçici olan unsurlarý peyderpey terk edip “asl”a, ezelî ve ebedî olana varmak için yapýlan bir iç yolculuðudur. Müridin cehaletten ilme, kötü huylarýndan güzel ahlâka, beþeriyetinden âdemiyetine hicret eylemesi; kýsaca kendine gelmesi, kendini bilmesidir. Kendini bilen Allah’ý bilir, marifetullaha nail olur denilmiþtir. Yolun büyükleri, marifetullaha erenlerin artýk sürekli yaþadýklarý “huzur”u muhafaza için “takva” dediðimiz bir edep ve teyakkuz hali içinde olduklarýný, ibadetlerini Allah’ý görüyormuþ gibi ihlâs ve huþu ile yaptýklarýný, þeytandan ve nefslerinden takva elbisesi ile korunduklarýný söylerler ki, ihsan mertebesine iþarettir.

Yol, bu mertebeye ulaþýlsýn diye vardýr. Mürit bu mertebeye vasýl olmak için yol alýr. Vusûl (kavuþma) bu mertebededir.

Vusûl, usûl ile olur

Þüphe yok ki yol, o yolun sonundaki bir mazhariyete vasýl olmak için kat edilmektedir. Fakat “vusûl, usûl iledir”. Yani vasýl olunacak mazhariyeti sadece istemek yetmez; ona ulaþmak için gayret, azim ve sabýr göstermek, yürüyüþ adabýný gözetmek, usulüne göre yol almak da icap eder. Zaten yolun her aþamasýnda istikamet üzere dosdoðru olmak, sürekli ilerlemek esastýr ki usûl ve adab bunu saðlamak için vardýr.

Bu usulün ilk ve en önemli þartý mürþide kayýtsýz þartsýz teslimiyettir. Mürit mürþidine tabi olmalý, onun talimatýna harfiyen uymalýdýr. Yerine getirilmesi istenen adabý ihmal etmek, sorgulamak, usûl dýþýna çýkarak kendince uygulamaya çalýþmak teslimiyet ve irade eksikliðine iþarettir. Yolcuyu yerinde saydýrýr. Zikir, tesbihat, teveccüh, tevessül, rabýta, hatme, sohbet ve hizmet, usul ve adabýna riayet edilmeden, yüksünerek yapýlýrsa fayda vermez. Mürþide duyulan emniyet, muhabbet ve teslimiyette noksanlýk varsa bu vazifeleri þevkle ve özenle yapmak da mümkün olmaz. Ayný þekilde mürþidin ayak izlerini takip etmek yerine dönüp dönüp arkaya yahut saða sola bakmak tökezlemeye, yolda kalmaya, hatta yoldan düþmeye sebeptir.

Yol üzerindeki menziller, o menzildeki hali yaþayýp her geçen an biraz daha donanýmlý olarak yürümek içindir. Sebep ne olursa olsun yaþanmýþ, geride kalmýþ bir hale takýlýp kalmak geçmiþle oyalanmak; henüz ulaþýlmamýþ bir menzilin haliyle meþguliyet ise gelecekle oyalanmaktýr. Her iki durumda da içinde bulunulan hal zayi edilmekte, o hal ile kazanýlmasý umulan donanýmdan mahrum kalýnmaktadýr. Halbuki sofi “ibnü’l-vakt/vaktin çocuðu” olmalý, geçmiþle de gelecekle de oyalanmadan içinde bulunduðu halin gereklerini yaþamalýdýr.

Korku ve ümit arasýnda

Yol, yürümeyi; yürümek ise dengeyi gerektirir. Dengeyi saðlayamamýþsanýz ayakta duramaz, yýkýlýr, saða sola savrulursunuz. Denge, ifrat veya tefrite düþmeden itidal üzere olmakla saðlanýr. Yahut iki karþýt halden ne birine ne ötekine tam tabi olmadan arada, ortada bir çizgi tutturabilmektir. Mesela yol alamamaktan, bazý halleri kaybetmekten, geçmiþte iþlenmiþ günahlardan, ufak tefek kusurlardan dolayý ümitsizliðe düþmek yanlýþtýr. Ama yolda ulaþtýðý hallerden dolayý þýmarýp gevþemek, “ben oldum, erdim” vehmiyle ya da mürþidim nasýlsa himmet eyler, üstelik Allah’ýn rahmeti geniþtir diyerek ibadet ve vazifeleri terk de bunun kadar yanlýþtýr. Denge için havf ile reca, yani korku ile ümit arasýnda olmak þarttýr.

Yürümek bir eylemdir, bir amel halidir. Lafla olmaz. Örnek almayacaksak, geçmiþte yaþamýþ yol erlerinin menkýbelerini anlatmak kimseye fayda vermez. Bunun gibi çeþitli tasavvuf nazariyeleri hakkýnda üstümüze vazife olmadýðý halde konuþup tartýþmak da boþ yere nefes tüketmektir. Çoðu zaman bir derinleþme cehdi gibi, zora talip olmak gibi gösterilen bu tür tutumlar aslýnda gönül eðlemenin, kolaya kaçmanýn alametidir. Oysa yolda olmak kolaycýlýktan kaçmayý, az konuþup çok iþ yapmayý, ruhsatlara deðil azimete sarýlmayý gerektirir. Bu yoldaki gayret, tasavvufun söze dökülemeyen derin hallerini konuþarak boyumuzu aþan sulara girmekle deðil, azimetle amel ederek, yolun usul ve adabýna titizlikle uyarak, mürþidin adýmlarý peþinde kararlýlýkla yürüyerek gösterilir.

Yoldaþlýk hukuku

Yolda olmak, nihayet bir kafileye katýlýp yoldaþ olmaktýr. Yoldaþlýk hukukuna riayet gerektirir. Yoldaþlýk hukukunun evveli ise hizmet ve sohbettir. Kiþi tevazu ile kendini yol arkadaþlarýnýn en kusurlusu görmeli, kibirden, baþkalarýnýn hatalarýný gözetmekten sakýnmalýdýr. Muhabbet ve kardeþliðin icabý olarak bir yoldaþýný ikaz edecekse, bunu muhatabýný incitmeden, küçük düþürmeden, tenhada yapmalýdýr. Çok konuþmamalý, tartýþmamalý, öfkeyi yenmeli, þan þöhret kazanma, baþ olma sevdasýna kapýlmamalý, görülecek bir hizmet varsa baþkalarýný beklemeden kendisi bir ucundan iþe koyulmalýdýr. Hizmette muhabbet sýrrý vardýr. Lakin iltifat beklemek, fark edilmek için yapýlan hizmetten muhabbet doðmaz.

Gelene git denmeyeceði için kafilede gül de olacaktýr, diken de… Cemâl ve Celâl tecellileri her zaman bir aradadýr. Öyleyse dikenden þikayet etmek de, güller arasýnda rehavete kapýlýp keyif çatmak da yanlýþtýr. Öte yandan içinde bulunulan cemaatin bir zikir, sohbet ve hizmet halkasý olmasý hasebiyle mahremiyeti vardýr. Fakat bu mahremiyet, dýþarýda kalan diðer insanlarla ünsiyete mani olmamalýdýr. Yol hallerini uluorta konuþmamakla birlikte, halkýn arasýna karýþmalý, gizli saklý bir iþ yapýyormuþ gibi onlarý tecessüse ve su-i zanna sevk eden tavýrlardan kaçýnmalýdýr.

Yola dair söz bitmez. Anlatmakla tükenmeyecek güzellikleri yola gelip yolda olmaya gayret ederek yaþamak lazým. Her þeyin maddileþtiði, insanýn beþer derekesine mahkûm edildiði bu çaðda bizi fýtratýmýza, âdemiyetimize, kemâle götürecek yollara ve yol bilen Allah dostlarýna her zamankinden daha çok ihtiyacýmýz var.


Maneviyat Yoluna Niçin Girilir?


Tasavvufa bir takým olaðanüstü haller yaþamak, gayb aleminden haberdar olmak, keramet görmek veya göstermek için girilmez. Amaç, Ehl-i Sünnet akaidi çizgisinde istikamet sahibi olmaktýr. Ýmam-ý Rabbanî k.s., Mektubat’ýnda, “Tarikat talebi gayba ait þekil ve suretleri görmek, bazý renk veya nurlarý seyre dalmak için olmamalýdýr. Bunlar oyun ve oyalanma kabilinden þeylerdir.” (210. Mektup) dedikten sonra özetle þu izahatý yapar:

“Gayb alemindeki suretler ve nurlar da görünür alemdeki suretler ve nurlar gibi Allah Tealâ’nýn yarattýðý þeylerdir. Allah’ýn varlýðýna ve birliðine yakinî iman için görünür alemdeki kudret eserlerini tefekkür kâfi iken, gayb iþtiyaký ile çeþitli riyazetlere girmek yerine Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadýna uygun yaþamaya çalýþmak öncelikli ve hayýrlýdýr.”

Hâce Ubeydullah Ahrar k.s. Hazretleri, “Bana Ehl-i Sünnet itikadý verilmiþ olsa, ama gayb aleminden gelen hal ve vecdlerden bütünüyle mahrum kalsam, bunun için gam çekmem.” demiþtir.

Ataullah Ýskenderî k.s. ise, “Kiþinin nefsinde gizlenmiþ kusurlarý bulup düzeltmeye çalýþmasý, kendisinden gizlenmiþ olan gayba ulaþmaya çalýþmasýndan daha hayýrlýdýr.” buyurmuþtur.
Sekiz Kapý Sekiz Adým

Nakþî-Halidî yolunda bir mürþide intisap edince, mürþidin manevi terbiyesi ve tasarrufu altýna girmek, yola gelmek için “sekiz þart” denilen adaba noksansýz bir þekilde uymak gerekir. Geceleyin yerine getirilecek bu þartlar sýrasýyla þöyledir.

Küçük Taharet: Tövbe niyetiyle ve yýkanan uzuvlarla iþlenmiþ günahlardan arýnma niyazýyla abdest almak.

Büyük Taharet: Tövbe niyetiyle ve kendisinin dýþýný temizlediði gibi, Cenab-ý Hak’tan da vücudunun içini temizlemesini niyaz ederek gusül abdesti almak.

Ýstihare Namazý: Fatiha’dan sonra ilk rekâtýnda Kâfirûn, ikinci rekâtýnda Ýhlâs suresini okuyarak iki rekât istihare namazý kýlmak ve namaz sonunda girdiði yolun hayýrlara vesile olmasý için dua etmek.

Tövbe: Daha önce mürþit huzurunda yapýlan tövbeyi, samimi bir piþmanlýkla kendi duyacaðý bir sesle üç defa tekrarlamak.

Ýstiðfar: Gözleri kapatarak ve önceden iþlediði günahlarý piþmanlýkla hatýrlayarak yirmi beþ kere “estaðfirullah” demek.

Fatiha: Gözler kapalý halde sekiz adet Fatiha okuyarak bunlarý Rasulullah s.a.v.’in, Ehl-i Beytinin, ashabýnýn ve sýrasýyla silsiledeki Sâdât-ý Kiramýn ruhlarýna hediye eylemek.

Ölüme Rabýta: Gözleri kapatýp sekerat halinden kabirdeki ahvaline kadar her aþamasýyla kendi ölümünü düþünüp fanilik hissini hakka’lyakin tatmaya, dünyaya baðlýlýktan kurtulup kalbi yumuþatmaya çalýþmak.

Mürþit Rabýtasý: Yine gözler kapalý halde iken, mürþidini karþýsýnda heybetle oturur vaziyette hayal ederek ondaki feyiz ve nurdan istifadeye çalýþmak. Mürþit rabýtasýndan sonra yeniden yirmi beþ defa “estaðfirullah” denilerek gözler açýlýr ve o gece güneþ doðuncaya kadar bir þey yiyip içilmez, dünya kelamý konuþulmaz.
Velilerin Huzurundaki Edepler

Mürþid-i kâmiller, Rasulullah s.a.v.’in bir hadis-i þeriflerinde haber verdiði gibi, Allah Tealâ’nýn, “Onlar benimle iþitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür” buyurduðu veli kullarýdýr. Kâmil mürþitlerin bu mazhariyetine “firaset” denir ki, hakikatleri Allah’ýn nuruyla görmelerine, Allah Tealâ dilemiþse kalplerdekine vâkýf olmalarýna imkan verir. Bu sebeple bizim kesbî malumatýmýza aykýrý gibi görünse dahi onlarýn vehbî bir ilmin eseri olan sözlerini, ikazlarýný, talimatýný can kulaðýyla dinlemeli, asla yabana atmamalýdýr. Bu emniyet, hürmet ve teslimiyet onlarýn gýyaplarýnda da huzurlarýnda da edebe azami riayetle hasýl olur. Muhammed b. Abdullah Hânî, Nakþibendî adabýný anlattýðý “Behçetü’s-Seniyye” isimli eserinde velilerin huzurunda takýnýlmasý gereken edepleri þöyle sýralar:

• Onlarýn meclisinde bulunurken kalbinden geçenlere sahip olmak. • Huzurlarýnda yüksek sesle konuþmamak. • Beraber kýlýnmýyorsa, kâmil mürþitlerin meclisinde ayrýca nafile namazla meþgul olmamak. • Onlar konuþurken konuþmamak. • Onlar sormadýkça bir þey söylememek. • Onlarýn kötü gördüklerini kötü görmek. • Evlerinin içine, geçim kaynaklarýna, ihtiyaçlarýný ne ile giderdiklerine bakmamak. • Kendi mürþidi dýþýnda baþka bir mürþide gitme, ondan el alma gibi düþüncelerle gözü dýþarýda, kalbi eþikte olmamak.


radyobeyan