Hadis Tenkidi Kriterleri By: hafiza aise Date: 08 Mart 2013, 18:53:53
HADÝS TENKÝDÝ KRÝTERLERÝ
Sahih bir hadisin isnadýnda aranan vasýf: ravilerinin adil (islama uygun yaþayan) olmasý, zâbýt (rivâyetini saðlam taþýyan), senedinin ise muttasýl (kesintiye uðramayan)
olmasýdýr. Þüzûz’dan (daha üstün râvîlere muhâlefetten) ve illetden (gizli bir kusurdan)
arýnmýþlýðý ise metninde aranan vasýflardýr.Bir hadis, isnâd bakýmýndan saðlam oluþuyla
sahîhu’l-isnâd adýný alýr.. gerçek anlamda “sahîh hadis”, diðer iki vasfýda kendinde bulundurandýr.. Ýlk muhaddisler, ellerinde mevcut hadis malzemesini gelecek
nesillere aktarmak için oluþturduklarý külliyât içerisine, bu beþ þartý taþýyan hadisleri
almaya gayret etmiþlerdir..
Babanzâde Ahmed Naim,"muhaddisin vazifesi rivayetleri öncekilerden sonrakilere nakletmektir. râvî ve sened tenkîdi ile meþgul olarak hadisin kavîsini zayýf olanýndan ayýrdetmek metinlerin çeliþki ve farklýlýklarýný göstermek onlarýn iþi deðildir" demiþtir.
Osmanlý ulemâsýndan Muhammed Zahid Kevseri ise bu konuda þöyle diyor: muhaddisler çoðunlukla sened yönünden hadis tenkîdiyle yetinmiþler, seneddeki ýzdýrâba (problemlere) verdikleri önem kadar, hadis metnindeki ýzdýrâba önem vermemiþlerdir.Goldziher yandaþlarýnýn dâhilî tenkîd dedikleri metin tenkîdini, fýkýh ve istinbât ehli yerine getirmiþtir. Ve böylece iki grup (hadisçi ve fýkýhçýlar) hadis tenkîdini paylaþmýþlardýr”
Senedlerinde adý geçen râvîlerin tümünün sika olmasýna raðmen, herkesin göremeyeceði bir illet-i kâdiha (sýhhat bozucu gizli sebep) ile ma’lûl olabilmektedirler. Bu nedenle, çok geniþ bir sahayý kapsayan ilelü’l-hadîs (hadis problemleri), bazen o hadisin rivâyet hakkýný elinde tutan râvînin veya musannifin ilmini aþabilmekte ya da gözünden kaçabilmektedir. Bu tür rivâyetleri tenkîd ve gerekirse red iþi, -eðer muhaddis ayný zamanda fakîh deðilse- çoðunlukla fukahâ ve þârihlere kalmaktadýr. hemen bir dipnot düþmek istiyorum ma’lûl : Görünüþte, sahih olan, ancak aslýnda sýhhatine mani teþkil eden gizli bir kusur taþýyan hadise denir..kökü hastalanmaktan geliyor.
Yukarda bahsettiðimiz fikirleri kabul edenlerden bazýlarý: Tâhir el-Cezâirî ,Muhammed Reþid Rýzâ, Muhammed Zübeyr Sýddîkî ve Muhammed Gazâlî.
Dirâyetü’l-hadîs ilminin konusu; râvî ile mervî(rivayet edilen söz) nin halleridir. Râvî ile sened, mervî ile metin kastedilir. Metni gözardý ederek varýlan sonuçlar, hadis ilmi açýsýndan deðer ifade etmezler. Hadisleri deðerlendirmede metnin rolü senedden büyüktür. Bir hadisin sahîh ya da hasen oluþu kesin deðildir. Bu hüküm senedine mi, yoksa metnine mi aittir, açýklanmasý gerekiyor. Bir haberin mütevâtirliði metinle alâkalý bir durumdur. Benzer biçimde, sahîh-hasen-zayýf arasýnda müþterek olan ýstýlahlarýn bir kýsmýnda sadece metnin durumuna bakýlýr.
Hadis Usûlü/Mustalahu’l-hadîs ilmine dair derli toplu ilk eserin sahibi olan Hâkim en-Nîsâbûrî, Ma’rifetü Ulûmi’l-Hadîs’in 27 ve 28. nev’lerini Ýlelü’l-hadîs ve Þâzz’a ayýrmýþtýr.Orada þöyle der: “Bir hadis bir çok yönden kusurlu olur ki bunlarda (râvî ile ilgili) cerhin herhangi bir dahili yoktur. Zira mecrûh râvînin hadisi zaten deðersizdir. Ýllet ise, çoðunlukla sika râvîlerin hadislerinde olur. Onlar illetini bilemedikleri bir hadisi rivâyet ederler, böylece hadis ma’lûl olur.dipnot: hadis ilminde ta'n (suçlama, itham) sebeplerinden herhangi biri ile tenkid edilen râviye mecrûh denir.
Maklûb hadis, bir yönüyle, metinde meydana gelen deðiþimin karþýlýðýdýr. Lafzî-mânevî
þevâhid(þahitler) ile mütâbeâ’da, metinlerin birbirlerine uygunluðu aranýr.Mevzû hadislerin
alâmeti sayýlan bütün deliller metinle ilgilidir. bu arada mevzu hadis;söylemediði halde çeþitli sebeblerle sahabe ve Tabiine izafe edilerek uydurulmuþ sanatlý sözlerdir.maklub hadis ise âvîsi, metni ya da senetleri deðiþtirilmiþ hadise denir..Örneðin Ýbn Kayyimi’l-Cevziyye, mevzû hadisleri tanýma yollarýný ve ne tür hadislerin mevzû olduklarýný 19
madde halinde ve örneklerle anlatmýþtýr ki, hemen hepsi metni ilgilendiren hususlardýr.Ayrýca Hatîb-i Baðdâdî, Usûl’ünde, “Münker ve Müstahîl Hadisleri Atmanýn Vacip Oluþu” baþlýðý altýnda, mevzû olduklarýna iþaret ederek beþ adet hadis zikretten sonra, gireceði yeni konuya þöyle baþlýk atmýþtýr: “Akla, Kur’ân’ýn sâbit ve muhkem hükmüne, ma’lûm Sünnete, Sünnetin aktýðý mecrâda deverân eden fiile ve her kesin delîle ters düþen haber-i vâhid kabul edilmez”
Muhtelifü’l-hadîs ve Müþkilü’l-hadîs ilmi,konularýný bütünüyle metne tahsis etmiþlerdir.Muhtelifü’l-hadîs birbirine zýt iki sahîh hadisin, cem’, tercîh ve nesh metodlarýndan biri uygulanarak açýklýða kavuþturulmasý demektir. Müþkilü’l-hadîs ise Akýl,
his, ilim ve dînin kesin kâidelerine ters görünen sahîh bir hadisin te’vîli demektir.
Senedi bir hedefe varmak için kullanan muhaddislerin rivâyet edende titiz
davranmalarýnýn, rivâyet edilenin sýhhatini meydana çýkarmaya yönelik olduðunu; dýþ
görünüþe aldanýlmadýðý takdirde, muhaddislerin senedden çok metin üzerinde
durduklarýný ya da en az sened kadar metne de eðildiklerini kabul etmemiz gerekir.Hz.
Peygamber (s.a.v)’in “Ateþ’te oturacaðý yeri hazýrlamakla” tehdit ettiði zümreye dâhil
olmamak ve ona yalan isnâd etmemek için, hadisin lafzen edâsýnda senedden çok metin
üzerine çevrilmiþtir. Ýlk muhaddislerden (Hz. Ebû Bekr’in torunu) el-Kâsim b. Muhammed ve yine tâbiûndan Recâ b. Hayve ile Muhammed b. Sîrîn, rivâyet ettikleri hadislerin her kelimesinde çok büyük titizlik göstermiþlerdir.
Oryantalistlerin Ýddialarý
Batý dünyasýnda hadis üzerine çalýþan araþtýrmacýlarýn büyük çoðunluðu, muhaddislerin
metin ve içeriðine hiçbir önem vermediklerini iddia etmiþler.Reinhart P. A. Dozy (Hollandalý, 1883), Alois Sprenger (Avusturyalý, 1893), Ignaz Goldziher (Macar, 1921) ve daha sonra Leone Caetani (Ýtalyan, 1935), Joseph Schacht (Alman, 1969), Gaston Wiet (Fransýz, 1971) gibi hadis ilmindeki araþtýrmalarýyla meþhur olan þarkiyatçýlar, senedle metni birbirinden ayýrarak deðerlendirmiþler, bir hadisin metninin sýhhatini tespit için senedden baþka bir yol olmadýðýný savunmuþlardýr. Bu fikirlerinin kaçýnýlmaz neticesi olarak; muhaddislerin hadis tenkîdini isnâda hasredip, metni terkettikleri iddiasýný ortaya atmýþlardýr.Onlarýn bu görüþ ve yaklaþýmlarý, Ahmed Emîn, Mahmûd Ebû Rayye esSeyyid Sâlih Ebû Bekr ve Zâkir Kâdirî Ugan gibi bazý müslüman araþtýrmacýlar
tarafýndan da benimsenerek devam ettirilmiþtir.
Metni Tenkîd Etmenin Anlamý
ilk devir muhaddisleri hadis metnini aktaran taþýyýcýlara (râvîlere) ayrý bir önem vermiþler, bir habere sahîh ya da sakîm (zayýf) damgasýný vurabilmek için, öncelikle haberciye bakmýþlardýr.bunu yaparken metni tamamen gözardý ettikleri de söylenemez. Zira
amel edilmesi gerekli hüküm ve kâide metnin içindedir. Dolayýsýyla senedler, metinlere
götüren bir vâsýta, bir vesîledir. Ýsnad zincirini oluþturan râvîlerin tetkîk ve tahlîli sona
erdiðinde dikkatler metne çevrilmiþ, hadisin sýhhatini bozacak bir kusurun bulunup
bulunmadýðý araþtýrýlmýþtýr. Gerek sahâbe ve gerekse tâbiûn metin tenkîdi yapmýþlar,
muâraza, mukârane ya da mukâbele denilen karþýlaþtýrma metodunu kullanmýþlardýr.Karþýlaþtýrma metodu baþlýca altý þekilde kullanýlmýþtýr
1. Birkaç sahâbînin Hz. Peygamber (s.a.v.)’den aktarmýþ olduðu rivâyetlerin, birbiriyle
karþýlaþtýrýlmasý. (Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Abdullah b. Ömer bunu bizzat uygulamýþlardýr).
2. Muhaddisin rivâyetinin, farklý zamanlarda kendisinden dinlenerek kontrol edilip,
karþýlaþtýrýlmasý. (Sahâbeden Hz. Âiþe bunu tatbîk edenlerdendir).
3. Bir þeyhin farklý talebelerinin kendisinden aldýklarý rivâyetlerin birbiriyle
karþýlaþtýrýlmasý.
4. Ders esnâsýnda muhaddisin rivâyet ettiði bir haberin, talebeleri tarafýndan onun akrâný
olan diðer râvîlerinki ile karþýlaþtýrýlmasý.
5. Hadis rivâyetinin bulunduðu kitabýn hâfýzada olanla, ya da baþka bir kitapta olanla
karþýlaþtýrýlmasý.
6.Rivâyetin Kur’ân âyetleriyle karþýlaþtýrýlmasý. (Hz. Ömer, Hz. Âiþe ve Ebû Eyyûb el-Ensârî, ashâb arasýnda bunu ilk kez uygulayanlardýr).
Ýlk kez sahâbe tarafýndan baþlatýlan metin tenkîdi, baþlýca beþ sebebe dayanýyordu:
a) Hadîsin Kur’ân’la çeliþmesi,
b) Sahâbînin naklettiði rivâyet ya da verdiði fetvânýn Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
sünnetine muhâlif oluþu,
c) Hadisin metnini nakilde hatâ yapýlmýþ olmasý,
d) Hadîsin sahâbî tarafýndan yanlýþ anlaþýlmýþ olmasý,
e) Sîret-i Nebeviyye ile ilgili bir haberin (yani târihî bir meselenin) naklinde hataya
düþülmesi.
Bu durumda özellikle ashâbýn ileri gelenleri, o hadisi Kur’ân’a ya da sâbit ve mahfûz
olan Sünnete veya târihî mâlûmâta arz etmek sûretiyle düzeltme yoluna gitmiþlerdir.Ashâb-ý kirâmýn yolunu takip eden muhaddisler de ayný metodlar uygulamýþlar, metni gözardý etmemiþlerdir.
son devir araþtýrmacýlarýnýn hadislerin tenkîdi için kriter kabul ettikleri diðer bir mesele de, hadislerle aklî verilerin çatýþmasýdýr. Hadis âlimleri, bir metnin aklýn muktezâsýna (mantýksal çýkarýmlara, tecrübe ve kýyâsa) muhâlif oluþunu mevzûluk/uydurulmuþluk alâmeti sayarken, buna te’vîle müsâit olmama kaydýný da ilâve ederler.Te’vîl’den maksat; menkûl ile ma’kûl’ün arasýný bulmaktýr. Yani aslýnda te’vîl; hadisin akla uygun olup olmadýðýný araþtýrmaktýr.Akýl-nakil teâruz ettiðinde (çatýþtýðýnda) kabul edilebilecek en genel kâide, aklî olana deðil kat’î olana öncelik tanýmaktýr. Zira naklî verilerde olduðu gibi, aklî veriler içinde de zannî olanlar vardýr.
HADÝS TENKÎDÝNDE AKIL-NAKÝL ÇATIÞMASI
Sahîh ve saðlam bilgiye ulaþtýran iki önemli delîlin çatýþma halini mercek altýna alan, bir baþka deyiþle aklýn nakle göre durumunu inceleyen Ýbn Teymiyyenin filozof ve kelâmcýlara karþý öne sürdüðü deliller, öðrencisi Ýbn Kayyimi’l-Cevziyye tarafýndan 51 madde hâlinde özetlenmiþtir.
Bâkýllânî (403), Gazâlî (505) ve Fahruddîn Râzî (606) gibi filozof-kelâmcýlarýn el-Kânûnü’l-Küllî adýný verdikleri kaide þudur: “Akýl ile naklin çatýþmasý hâlinde aklýn takdîmi vâciptir. Çünkü akýl, naklin esâsýdýr. Naklin takdîm edilmesi, aklýn da naklin de bâtýl olmasýný/iptalini gerektirir”
Ýbnü’l-Kayyim bu kaideyi taðut olarak nitelendiriyor..bunlara itiraz ettiði maddelerden bazýlarý þunlardýr:
• Sem’î ya da aklî olan iki delil kendi aralarýnda, veya sem’î ve aklî olanlar birbiriyle üç durumda çatýþýrlar: Ya her ikisi de kat’îdir, veya her ikisi de zannîdir, ya da biri kat’î diðeri zannîdir. Eðer iki kat’î olan birbirine muârýz olmuþsa ikisinin arasýný cem’ etmek (birleþtirmek) lâzýmdýr. Eðer biri kat’î ise, sem’î olsun aklî olsun o kat’î olan öne geçer. Eðer her ikisi de zannî iseler, tercîh yapýlýr
• “Akýl ve nakil çatýþtý” denildiðinde iki kat’î delilden bahsedilmekte ise, biz burada teâruzu mümkün görmüyoruz. Eðer iki zannî delil kastedilmiþse, tercih edilen kesinlikle diðerine takdîm edilir. Yoksa aklî olanýn mutlak olarak naklî olanýn önüne geçirilmesi yanlýþtýr. Aklî olan sadece kat’î olduðunda diðerine takdîm edilir; sýrf aklî oluþu yeterli bir sebep deðildir.
3. Naklin sahîh olup olmadýðýna þahitlik eden akýldýr, denilerek aklýn öne alýnmasý da yanlýþtýr. Bu durum, aklýn takdîmini gerektirmediði gibi, iptâlini de gerektirmez. Meselâ; insanlar bir adamýn týpta uzman olduðuna þehâdet etseler, sonra da aralarýnda bu konuda tartýþma çýksa, kendisine þehâdet edilenin (meþhûdün leh) sözünün, þehâdet edenlere (þuhûd) takdîmi vâciptir. Onlar: “Senin lehine þehâdet eden seni tezkiye eden biziz, senin ehliyetin bizim þehâdetimizle sâbit oldu. Bizimkine deðil de senin sözüne öncelik tanýnmasý, senin sözünün kendisiyle sâbit olduðu aslý (ana kaynaðý) zedeler.” derlerse o da þöyle der: “Sizin deðil benim bu iþe ehil olduðumu bilginizle onaylayan sizsiniz. Bu konuda sizin deðil benim sözüm makbuldür. Zira ihtilâf ettiðimiz konuda kendi sözlerinizi benimkinin önüne geçirmeniz sizin þehâdetinizi ve ilminizi zedeler ki, bu benim sizden daha bilgili olduðumu kabul etmek demektir.
• Aklýn þer’e takdîmi, aklýn konumunu düþürür. Çünkü akýl, þerîatin ve vahyin kendisinden daha bilgili olduðunu kabul etmiþtir. Bunlar birbiriyle kýyas bile edilemez.Zira vahye nisbetle aklýn ilim ve marifetleri, dað yanýnda hardal tanesi kadardýr. Buna raðmen akýl -sýrf akýl olduðu için- vahye takdîm edilirse, onun evvelki þehâdeti zedelenmiþ olur. Ve þehâdeti bâtýl olanýn sözü de kabul olunmaz.
5. (Akýllýlarýn hakkýnda þüphe etmediði) sarîh aklýn, þerîate muârýz olmasý elbette düþünülemez. Bazý akýllýlarýn (ulemânýn) bazý önemli meselelerdeki tartýþmalarý iyice düþünülürse, sahîh ve sarîh nasslara muhâlif görüþlerin, akýl ile yanlýþlýðý anlaþýlabilen bir takým fâsid þüpheler olduðu görülecektir.
• Biri aklî diðeri naklî olan iki delilde sadece, aralarýndaki delâlet yönü (kat’îlik, zannîlik) göz önüne alýnýr. Zira aklýn sübûtla alâkasý yoktur. Sübût, bir haberin nakli ile ilgilidir. Aklî delilde nakil sözkonusu deðildir. Bir nakil, sahîh olarak sâbit olmamýþsa artýk onun delâletinin kat’î mi yoksa zannî mi olduðuna bakýlmaz. Bu durumda akýl mukaddemdir/öne geçer.
Altýncý maddeye örnek olarak þu verilebilir: Ýlkiyâ ed-Deylemî (509/1115)’nin Abdullah b. Ömer’den tahrîc ettiði Yeryüzünden kaldýrýlacak olan ilk nimet bal’dýr rivâyeti, senedinde yalancý bir râvî bulunmasý nedeniyle Mevzûât kitaplarýna girmiþ, dolayýsýyla sahîh olarak sâbit olmamýþ “uydurma” bir hadistir.
Oysa 2007-2008 yýllarýnda arýlarýn kitleler halinde ölümü üzerine sýkça tekrar edilen Albert Einstein’a ait þu söz, hadisin metnini destekler mahiyettedir: “Eðer arýlar yeryüzünden kaybolursa insanlýðýn sadece dört yýl ömrü kalýr. Arý olmazsa döllenme, bitki, hayvan ve insan da olmaz”. senedinde ve sübûtunda problem olan bir rivâyete “hadistir” demek, hadis kabul kriterlerine uygun bir yaklaþým deðildir.Tersini düþünürsek; yani bu rivâyet isnâdý sahîh bir hadis olsaydý ve ilk asýrlardaki ulemâ tarafýndan akla-ilme uygun olmadýðý için reddedilmeye kalkýþýlsaydý, bu da hadis kabul kriterlerine uygun bir yaklaþým olmazdý. Þu halde diyebiliriz ki; bir metnin otantikliði (sahihliði) ya da apokrifliði (mevzûluðu), zaman, mekân ve telakkîlerin deðiþimine endeksli olmamalýdýr. Aksine deðiþim/farklýlýk, sübûtu ispatlanmýþ (isnadý sahih) bir metnin anlaþýlma ve uygulanma safhasýnda sözkonusu olabilir.
HADÝSCÝLER VE TENKÎD KRÝTERLERÝ
Tarihî Haberler ve Dînî Rivâyetler
ilk devir muhaddislerinin metni tenkîd etmekten maksatlarýnýn; daha çok, râvîlerin semâ’larýný, yani merviyyâtý karþýlýklý mukâyese etmekten ibâret olduðunu belirtmemiz gerekecektir. Nitekim sahîh, hasen, zayýf, þâzz, münker, muallel, müdrec, musahhaf gibi ýstýlahlar, bu mukâyesenin doðurduðu sonuçlardýr.Eðer metin’den, lafýz+anlam kasdediliyorsa, -mevzû hadisleri tanýma yollarý hâriç- onlarýn daha çok lafýz karþýlaþtýrmasýna önem verdiklerini kabul edebiliriz.Ýsnâd sistemini önemsemeyen, senedlerin sonradan formüle edildiðini kabul eden oryantalistlerin üzerinde en çok durduðu nokta, hadis metinlerini oluþturan ikinci kýsým; yani anlamdýr.
Ýslâm medeniyetinin bilgi geleneðinde þer’î haberlerin saðlamlýðý, diðer bütün haberlerin aksine, haberi getiren râvîlerin saðlamlýðýna, cerh ve ta’dîl notlarýnýn zayýf olmamasýna, yani rivâyetin sýhhatli bir þekilde nakledilip edilmediðine baðlýdýr. Ýbn Haldûn (808/1406), târihî haberlerle dînî rivâyetleri ayrý kefede deðerlendirerek bu fikri destekler. Modern târih tenkîdi karþýsýnda, hadis tenkîdçiliðini üstün kýlan en önemli husus da budur.
Ýbn Haldûn Ýnþâ ve Haber þeklinde bir ayrýmý gündeme getirmiþtir. Haber; “doðru ya da yalana ihtimâli bulunan kelâm” olarak tarif edilir.Ýnþâ ise; “kendisine mutâbýk olan ya da olmayan herhangi bir hâricî nisbetin bulunmadýðý kelâm” demektir.Ýbn Haldûn, þerîatin çoðunluðunu teþkil eden Allah ve Rasûlü’nün emir ve nehiylerini inþâ lafzýyla karþýlamýþtýr. Hatâ ve savâba (yanlýþa ve doðruya) ihtimâli olan târihî olaylarý ise haber lafzýyla diðerinden ayýrmýþtýr.. Mýsýrlý gazeteci Ebû Rayye ve Sâlih Ebû Bekr Mukaddime’den yaptýklarý alýntýlarla muhaddisleri itham etmiþlerdir.
Sened Tenkîdinin Önceliði
Mahmûd Ebû Rayye’nin Advâün ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye (Muhammedî Sünnetin Aydýnlatýlmasý) adlý meþhur eserine ilk reddiyeyi Difâun ani’s-Sünne (Sünnet Müdafâsý) müellifi Prof. Dr. Muhammed Ebû Þehbe (1983) yapmýþtýr.“Hadisçilerin isnâd tenkîdine metin tenkîdinden daha fazla yer verdiklerini inkâr edemeyiz” dedikten sonra, bunu onlarýn uzak görüþlü, derin düþünceli ve temkinli olmalarýna baðlamaktadýr. Ebû Þehbe’ye göre muhaddislerin böyle davranmalarýnýn bir takým sebepleri vardýr:
a) Hadis bazen müteþâbih olur, mânâsý anlaþýlmaz. Bu takdirde sadece aklý hakem yaparak metni tenkîd etmek gereksizdir.
b) Hadisin metni bazen mecâzî olur, hakîkî anlamýnda kullanýlmamýþtýr. Hakîkî mânâsýna hamletmek akla, hisse ve müþâhedeye terstir diyerek hadisi reddetmek yersizdir. Kur’ân’da da bunun pekçok misâli vardýr.
c) Bazen de hadis metni gaybî bir haberden bahsetmektedir. Cennet ve Cehennem’in vasýflarý gibi. Aklýn yargýsýyla bu tür haberleri reddetmek insafsýzlýk olur.
• Bazý hallerde hadisin, gün geçtikçe ilmî hakîkatlerle ortaya çýkan ve nebevî bir mûcize olduðu anlaþýlan bir metni olur. Ýnsaflý olan herkesin takdir edeceði gibi, þâyet hadis âlimleri yüzeysel bir deðerlendirme ile hikmeti gizli olan bu ve benzeri hadisleri hemen reddetmeye kalkýþsaydý, sonra da açýkça bunun hikmeti ortaya çýksaydý o zaman bu, araþtýrma eksikliði, cehâlet ve ayný zamanda risâlet sâhibinin hakkýna tecâvüz sayýlmaz mýydý?
Metin Tenkîdinin Sonralýðý
Çaðdaþ âlimlerden Ebu’l-A’lâ Mevdûdî (1979), hadisçilerin bu davranýþlarýndaki hikmeti þöyle ifade etmektedir: “Dirâyet meselesi hadislerin bizzat metinleriyle ilgilidir. Rivâyet ise tamamen senedle ilgilidir. Rivâyet erbâbýnýn sorumluluðuna aldýðý þey; aslýnda güvenilir kaynaklardan ele geçirebildiði, Hz. Peygamber’le alâkalý bütün malzemeyi bir araya toplamaktýr. Bundan sonra, konuyu inceleyerek üzerinde araþtýrma yapmak, rivâyetlerden iþe yarayanlarý almak dirâyet erbâbýnýn görevidir.
Osmanlý’nýn son þeyhülislâmlarýndan Mustafa Sabri Efendi (1954), Mýsýr Millî Eðitim Bakaný Dr. Muhammed Hüseyn Heykel Paþa (1956)’nýn, Hayâtü Muhammed (1933) adlý eserindeki bazý iddialarýna reddiye olarak kaleme aldýðý bir yazýsýnda þunlarý söylemektedir: “Heykel Paþa, ‘Benden sonra ihtilâfa düþeceksiniz..benden sonra gelen her þeyi Allah’ýn Kitâbý’na arz ediniz. Ona ters düþen benden deðildir’. Þeklindeki mevzu hadisi delil göstererek, hadislerin kabul ve reddi için Kur’ân’a muvâfýk olup olmadýklarý ölçüsüne/mikyâsýna Ehl-i hadîsin riâyet etmediðini zannetmektedir.Halbuki onlar, -zýndýklarýn uydurduðu bir hadîse ihtiyaç hissetmeksizin- bu ölçüye zaten riâyet etmiþler, onunla birlikte hem Rivâyet-i hadîs hem de Dirâyet-i hadîsle alâkalý bir takým þartlarý da nazar-ý îtibâra (göz önüne) almýþlardýr
Ýsnadla ilgili tetkik ve tenkîd iþi, hadislerdeki illetleri bilen yetkin âlimlerden baþkasýnýn anlayamayacaðý kapalý ve ince bir konu olmasý sebebiyle muhaddislere münhasýr bir saha olarak kalmýþ, onlar biraz da bu sebeple, sened tenkîdine kýyasla daha kolay olan metin tenkîdi iþini þer’î ilimleri iyi bilen diðer âlimlere býrakmýþlardýr.
FIKIHÇILAR VE HADÝS TENKÎDÝ
Meþhur olan ve olmayan fýkhî mezheplerin ortaya çýkýþý, hadis musannefâtýnýn oluþumuyla ayný zamana rastlar. Ýmamlarýn fýkhî görüþlerini yansýtan, günümüze kadar gelmiþ eserlerde gördüðümüz; hakkýnda münâkaþa yapýlan, tercih edilen veya reddedilen rivâyetler, tenkîd meselesinin hadisçiler olduðu kadar fýkýhçýlarýn da el attýðý bir alan olduðunu göstermektedir.
Ama ilk devir fukahâsý bir tarafa, fýkýhçýlarýn metin tenkîdi iþiyle ilgilenmeleri her zaman iyi sonuç vermemiþtir. Fýkýh kitaplarýnda bol miktarda zayýf, uydurma ve hiçbir aslý olmayan haberler bulunmaktadýr. Ýþte, büyük hadisçilerden bazýlarýný, fakihlerin delil olarak kullandýklarý hadislerin tahrîci (isnâdýný ve kaynaðýný araþtýrýp sahih olup olmadýðýný tespit etmek) için kitaplar te’lif etmeye sevkeden de budur.
Bu nedenle, yukarýda alýntýlanan görüþlere genel anlamda katýlmakla birlikte, metin tenkîdini sadece fukahânýn yaptýðý gibi bir iddiayý kabul etmek mümkün deðildir. Böylesi bir önkabul, kadîm dönemde Ýslâmî ilimlerin birbirinden müstakil þeylermiþ gibi telakkî edilmesinden kaynaklanmýþ yanlýþ bir kanaatin sonucu olabilir. Oysa bu tür parçacý bir yaklaþým, günümüzün ihtisas anlayýþýna daha uygun görünmektedir. Zira metin tenkîdine en çok yer verenlerin müteahhir muhaddisler olduðu þüphesizdir. Þerh devrinin eserleri, böyle bir zarûreti kendiliðinden ortaya çýkarmýþtýr. Mütekaddim muhaddisler çaðýnda ise, sadece râvî olma vasfýný taþýyanlar hâriç, genellikle bir hadisçinin ayný zamanda fakîh, bir fýkýhçýnýn da ayný zamanda muhaddis olduðunu söylemek mümkündür. Hiç deðilse, her fakîhin mutlaka muhaddis olduðu þeklindeki görüþ mutlaka doðrudur.
A’zamî þöyle der: “... Diðer bir nokta da, o zamanlar fukahâdan saðlam bir hadis bilgisi olmayan hiçbir kimsenin bulunmadýðýdýr. Bir muhaddis bir fakîh olmayabilirdi, fakat bir fakîh o zaman, kýyâs ilminde mütebahhir (derinleþmiþ) bir muhaddisti”.
Süfyân b. Uyeyne (198/813) gibi bazý âlimler: “Eðer yönetim bizim elimizde olsaydý, fýkýhla uðraþmayan her hadisçiyi ve hadisle uðraþmayan her fakîhi hurma dalýyla döverdik” diyorlardý.
Ýlk devir (sistematik dönem) Hanefî fakihlerinin son halkasýndan Fahru’l-Ýslâm el-Pezdevî (482/1089)’nin “Hadis reysiz (aklî çýkarýmlar olmadan), rey de hadissiz isabetli olmaz/ayakta duramaz” þeklindeki sözleri, hadis-fýkýh birliðine her dönemde ihtiyaç duyulduðunun kanýtýdýr.
Ahmed Naim, metin tenkîdi iþini muhaddislerden bütünüyle ayýrmamakta, sadece hadis toplayýcýlýðýndan baþka kudreti olmayanlarý dýþarýda býrakmaktadýr.
“Taklîd, halk arasýnda yayýlmýþ bir cüzzam hastalýðýdýr. Dört mezhep imamýnýn eserlerini tedkik eden bir kimsenin taklîdi reddetmesi gerekir. Zira onlar öðrencilerine kendi sözlerini delil olarak almamalarýný ve ictihâd etmelerini emretmiþlerdi” dediði için, ayrý bir mezhep kurmaya kalkýþýyor iddiasýyla otuz yaþýnda hapse atýlan, 49 yaþýnda vefat edinceye kadar 113 esere imza atan Dýmeþk ulemâsýndan Cemâlüddîn el-Kâsimî (1914), A’zamî’nin tersine þöyle demektedir:
“Araþtýrmalarýmýz neticesinde, fakîh olmayan hiçbir muhaddise rastlamadýk. Sünnet kitaplarýnýn sahibi olan muhaddislerin hepsi de müctehid fakîhlerdir."