Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Adaletin Tesisi By: saniyenur Date: 12 Aðustos 2012, 15:49:14
2- Adaletin Tesisi

Âdil ve faziletli bir nizamýn kurulmasý, pey­gamberlerin aslî gayesiydi. Böylece, ýrk, mevki, kavmiyet, soy-sopuna bakýlmaksýzýn bütün Ýnsanlara eþit ve dürüst davranýlabile-cekti. Bu husus peygamberlere yüklenmiþ çok Önemli bir vazifeydi. Çünkü toplumun bütün siyasî ve içtimaî nizamýnýn baþarýsý buna bað­lýydý. Adalet yolundan en ufak bir sapmanýn tüm nizamý mahvedecek bîr yýðýn kötülüðün ortaya çýkmasýna sebep olacaðý muhakkaktýr. Bu yüzden bütün peygamberler Adâlet'in önemini vurgulamýþlardýr. Allah, Davud pey­gambere adaletle hükmetmesini þöyle buyur­muþtur: "Ey Dâvûd! Seni þüphesiz yeryüzün­de hükümran kýldýk, o halde insanlar arasýnda adaletle hükmet." (38: 26).

Hiç þüphesiz, Allah'ýn kendilerine güç ve udret verdiði sâlih kullar, yeryüzünde adaleti esiþ ederler. "Onlar (o kimselerdir) ki kendi-jrine yeryüzünde iktidar verdiðimiz takdirde torbalarýn yoluna sapmazlar, bilâkis) namazý ularlar, zekâtý verirler, iyiliði emrederler, kö­tülükten vazgeçirmeðe çalýþýrlar. Bütün iþle­rin sonu Allah'a aittir." (22: 41). Allah, mü'minlere þöyle buyurmaktadýr: "Ey iman edenler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için þahitlik edenler olun..." (4: 135).

Bu âyet þunlarý anlatmak ister: Sadece âdil ol­makla deðil, haksýzlýðý ortadan kaldmp yerine adaleti ve hakký ikâme için adaletin koruyu­cularý ve þahitleri olmakla da mükellefsiniz. Mü'minler olarak ne zaman sizin desteðinize ihtiyaç duyulsa, adaleti muhafaza için hemen harekete geçmelisiniz." (The Meaning of the Qur'an, c. II. sh. 175). Allah, elçilerini, yer­yüzünde Hak ve Adâlet'i tesis etmeleri için göndermiþtir. "Andolsun ki peygamberlerimi­zi belgelerle gönderdik; insanlarýn doðru ha­reket etmeleri için peygamberlere kitab ve öl­çü indirdik." (57: 25). Adaletin tesisi elzem­dir, çünkü ancak bu þekilde fakirlerin ve za­yýflarýn haklarý, zenginlerin ve güçlülerin bas­kýsýndan korunabilir. Adalet sayesinde top­lum, günahkârlarýn ve kötülerin taþkýnlýklarý­nýn yol açacaðý zararlardan kurtanlabilir. Çok güçlü ve saðlam kavimler, fakir ve zayýflarý­nýn haklarýna tecavüz ettikleri, taþkýnlýk ve zulüm yaptýklarý için yok olmuþlardýr. Bu, ta­rihten alýnacak bir derstir. Kur'ân bu tehlike­ye þöyle iþaret ederek uyarmaktadýr: "Bir þe­hir ve bölgeyi helak etmek istediðimizde biz onun bolluklar içinde yaþayan cebbarlarýna kötülüklerden sakýnmayý emrederiz, onlar bi­zim buyruðumuzun tersine olarak fâsýk kesi­lirler ve bununla cezaya çarpýlmaða müstehak olurlar. Biz artýk o þehir ve bölgeyi yer ile düz bir hâle getirirz. Nuh'dan sonra nice ne­silleri helak ettik. Kullarýnýn günahlarýný ha­ber alýcý, görücü olarak Rabb'in yeter." (17: 16-17).

Bu ayette, bir kavmin helak edilmesi için uy­gulanan ilahi bir süreç belirtilmektedir. Bir beldenin zengin ve güçlüleri haddi aþtýklarý vakit, sapýklýkta o kadar inat ederler ki, vic­danlarýnýn uyarýlarýna kulaklarýný tamamen týkarlar. Ayetteki "istediðimizde" ifadesi bura­da, Allah'ýn sebepsiz yere bir topluluðu helak etmek istediði anlamýna gelmez. Haddi aþa­rak, toplumun çöküþüne neden olan baþtaki kiþilerin içlerindeki kötülük ve nefret tohum­larým ortaya sermeleri yüzünden helak edilir­ler. Zulüm, günah ve sapýklýkta ileri giden toplumun ileri gelenlerini, diðer insanlar da takip ederler ve Allah'ýn azabýný üzerlerine çekerler." (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 132).

Allah'ýn peygamberleri ve onlarýn sâdýk ta­kipçileri toplumda adaletin tesisi için bütün gayretlerini sarfetmiþlerdir. Ferdlerin hayatla­rýný Allah'ýn kanununa göre düzenlemiþ, on­larý Allah'ýn dinine çaðýrmýþlardýr. Böylece toplumda yüksek þahsiyetler yetiþmiþtir. Bu gibi zâtlarýn yardýmýyla bütün avamýn Al­lah'ýn nizamýna uyarak emin, mutlu ve huzur­lu yaþadýðý, iyi ve âdil bir sistemin kurulmasý için çalýþmýþlardýr. Peygamberlerin varisleri de bu yolu takip ederek diðer kavimleri ayný anlayýþa çaðýrmýþlardýr. Çünkü bu anlayýþ, in­san kültür ve medeniyetinin saðlýklý bir çizgi­de hýzlý bir þekilde büyümesinin baþarýsýný ga­ranti etmektedir. Ýbrahim'in nesli bu çizgi­yi takip etmiþ ve ülkelerinde adaleti hâkim kýlmýþlardýr. Bunun fayda ve kazançlarýný gö­ren baþka kavimler de toplumlarýnda ayný þeyleri uygulamaya baþlamýþlardý. Böylece bu ilahî anlayýþ tüm Mezopotamya topraklarýna, kuzeyde, doðuda, batýdaki ülkelere yayýldý ve insanlarýn hayatýný önemli ölçüde iyileþtirdi.

Hz. Ýbrahim ve Hz. Musa'nýn þeriatlerini tam olarak takip etmeyen toplumlar bile yalnýzca Ýlahî adalet anlayýþýný uygulamakla bir çok yararlar saðlamýþ, kültürlerini büyük ölçüde zenginleþtirmiþlerdir. Bu Nizam ve Adalet anlayýþý zamanla bütün bölgeyi kapladý. Ak­deniz kýyýsýndaki ülkelere, hatta Atlas Okyanusu'nun kýyýlarýna kadar ulaþtý. Adaletsizlik ve eþitsizlik yaygýnlaþýp sosyal, iktisadî ve siyasî sistemi yýkýncaya kadar bu anlayýþýn meyvelerini toplamaya devam ettiler.

Beyt-i ibrahim'in insanlýðý sayýsýz þekillerde nimetlendirdiðini görmekteyiz. Ýnsanlara doð­ru yolu göstermiþ, yüzyýllar boyunca onlarý yüksek ahlâkî ve ruhî deðerlerle donatarak hayatýn maddî ve manevî cepheleri arasýnda doðru bir dengeye sahip olmalarýný saðlamýþ­lardýr. Ýnsan hürriyeti ve haysiyeti anlayýþýný ortaya koyarak, sosyal ve siyasî alanlarda bir çok düþüncenin geliþtirilmesini baþlatmýþ, ce­saretlendirmiþ, Yunan'da ve Roma'da görü­len fert hürriyeti hareketinin temelini atmýþ­lardýr. Toplumun sosyal ve siyasî meselelere katýlýmý düþüncesini de yayarak, ilk önce be­reketli Fýrat Havza'sýnda, sonra da Yunan'da þehir devletlerinin kurulmasýna ön-ayak ol­muþlardýr. Bu düþünce orada büyümüþ, geliþ­miþ ve daha sonralarý Romalýlarýn da uygula­dýklarý demokrasi ve hürriyet anlayýþýný bü­yük ölçüde etkileyen kendi çapýnda bir siyasî felsefe hâline gelmiþtir.

Daha önce de iþaret edildiði gibi Rasûlullah'in getirdiði þeriat halkýn yararý için vazedilmiþ bir çeþit disiplindi.

Bu disiplin Allah tarafýndan, insanýn yeryü­zündeki halifeliðine lâyýk bir þekilde eðitil­mesi ve donatýlmasý için her toplumun ihtiyaç ve isteklerine gönderilmiþtir. Yine bu disip­lin, toplumda adaletin, faziletin, tesisi için mücadelede her türlü zorluðu göðüsleyecek yüksek vasýflara sahip etkili kiþiliklerin oluþ­masý, geliþtirilmesine göre tasarlanmýþtýr. Rasûlün gösterdiði yolda dilleri ve kalbleriyle baðlanýp gidenler, bu dünyadaki mücadelele­rinde daima Allah'ýn yardýmýna mazhar olmuþlardýr. Allah'a itaat etmeleriyle bu dünya­nýn nimetlerini hak etmiþler, Hesap günü ise daha iyi bir mükâfata sahip olacaklardýr. On­lara yeryüzünde Allah'ýn yolundan gitme imkâný verilmiþ, baþarýlý bir þekilde þeriatý ve adaleti hakim kýlan saðlam bir devletin idare­si altýnda huzur ve emniyet içinde yaþamalarý lûtfedilmiþti. Bu hususta Kur'ân'da þöyle buyrulmaktadýr: "...Allah, kendi(dîni)ne yar­dým edene elbette yardým eder. Þüphesiz Al­lah kuvvetlidir, galiptir. Onlar (o kimseler dir) ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdi­ðimiz takdirde namazý kýlarlar, zekâtý verirler, uygun olaný emrederler, fenalýðý yasak eder­ler. Bütün iþlerin sonu Allah'a aittir." (22: 40-41).

Bu ayet, yeryüzünde Allah'ýn Dinini ve adaleti hâkim kýlmaya çalýþanlarýn O'na ya­kýnlaþacaðý hususunda hiç bir þüphe býrakma­maktadýr, Ýslâm devletinin esas ve temel he­defi de budur: Allah'ýn dinini yaymak ve in­sanlarýn yeryüzünde huzurlu, mutlu bir þekil­de yaþayabilmeleri için âdil ve faziletli bîr ni­zam tesis etmek. Allah'ýn Yolunu (þeriatý) hâkim kýlmaya çalýþanlar, Allah'ýn yardýmcý­larý olarak belirtilmektedir (3: 52). Çünkü "Allah insanlarýn kertdi yolunu tatbik etmele­rini onlarýn hür iradelerine býrakmýþ, hareket serbestisi vermiþ, zorlamamýþtýr. Fakat akýl vermiþ, ikaz etmiþtir. Ýnsanlarý Doðru Yol'a gelmeleri hususunda uyarmak ve öðütlemek Allah'a ait olduðu için, O'nun yolunu hâkim kýlma hususunda canla baþla çalýþanlarý 'Yar­dýmcýlarý ve Dostlarý' olarak anmaktadýr. Ger­çekten bu, dünyada bir insanýn manen eriþebi­leceði en yüksek mertebedir." (The Meaning of îheQur'an, sh. 33-34).

Ancak, þu hususun belirtilmesi gerekebilir: Allah 'Kudret ve Kuvvet' sahibidir ve hiç kimsenin yardýmýna muhtaç deðildir. Acz ve zayýflýktan uzaktýr. Böyle iyi ameller iþlemek­le aslýnda insanlar kendilerine yardým etmiþ ve Allah'ýn yardýmýna mazhar olmuþ olurlar. Çünkü Allah, kendi yolunda çalýþanlara yar­dýmým va'detmiþtir.

Mü'min sûresinde bu va'd þöyle belirtilmek­tedir: "Elbette biz elçilerimize ve iman eden­lere hem dünya hayatýnda, hem de þahitlerin (þahitliðe) duracaklarý günde yardým ederiz." (40: 51). Saffât sûresinde ise þöyle buyrul­maktadýr: "Gönderilen peygamber kullarýmý­za þu sözümüz geçmiþti: 'Mutlaka kendilerine yardým edilecektir. Ve galip gelecek olanlar, mutlaka bizim ordumuzdur!" (37: 171-173). Buradaki "Ordumuz" sözüyle kastedilen, Al­lah'ýn Rasüllerine inanan ve yeryüzünde on­larýn yolunu hâkim kýlmaya çalýþan kimseler­dir.

Ýnsanlar var güçleriyle kendilerini Allah'ýn Dinine verdikten sonra bütün kötü güçleri al-tetmeleri ve baþarýya ulaþmalarý muhakkaktýr, zira Allah'ýn yardýmý onlarla birliktedir: "Al­lah, içinizden Ýman edip sâlih amel iþleyenle­re onlardan öncekileri halef kýlacaðýna, onlar için beðendiði dini temelli yerleþtireceðine, korkularýný güvene çevireceðine dair söz ver­miþtir." (24: 55). Allah'ýn yardýmý yalnýz, imanlarýnda ve O'na baðlýlýklarýnda sabit, O'nun Dinini yeryüzüne hâkim kýlma uðraþý içinde bulunanlar için va'dedilmektedir. Al­lah kime yardým ederse, onu hiç bir güç yene-mez: "Allah size yardým ederse, sizi yenecek yoktur; eðer sizi yardýmsýz býrakýverirse, O'ndan baþka size yaradým edecek kimdir?" (3: 160). Bu söz, iman edip sâlih amel iþle­yenler için daima geçerlidir.

Kur'ân, ayný hususu yine ayný sûrede þöyle belirtir: "Gevþemeyin, üzülmeyin, Ýnanmýþsa-nýz, mutlaka en üstünsünüzdür." (3: 139). Muhammed sûresinde ise þöyle buyruluyor: "Ey iman edenler! Sizler daha üstün olduðu­nuz halde düþman karþýsýnda gevþemeyin ki barýþ istemek zorunda kalmayasmýz; Allah si­zinle beraberdir; sizin iþlerinizi eksiltmeye-cektir." (47: 35). Bu âyette Allah, müminlere, hiç bir þeyden korkmamalarýný, düþmanlarýna karþý muzaffer kýlarak onlarýn durumunu güç­lendireceðini söylemektedir. Allah, onlarla beraberdir ve emeklerini boþa çýkarmayacak­týr. Muhakkak gayretlerini mükâfaatlandýracak, yere ayaklarýnýn saðlam basmasýný saðla­yacaktýr. "Ey iman edenler! Siz Allah'ýn dini­ne yardým ederseniz, O da size yardým eder, ayaklarýnýzý savaþta sabit kýlar," (47: 7).

Bütün bu ayetler açýkça göstermektedir ki, kendilerini ve iþlerini tamamen Allah'a ada­yanlara (2: 208) ve tüm gayret ve kaynaklarý­ný Allah'ýn Dini'nin yeryüzünde hâkim olma­sý için sarfedenlere (9: 36; 8: 72-74; 9: 20-21) bu dünyada düþmanlarýna karþý yardým ve za­fer (30: 47), âhirette de büyük bir mükâfaat (8: 74) va'dedilmiþtir.

Bunlar, Ýlahî Yol'un ýþýðýnda manevî deðerle-rin ve maddî zenginliðin uygun bir þekilde ayarlandýðý dengeli bir hayat düzeni kurabilen kiþilerdir. Toplumda yüksek bir adalet ve fa­zilet ölçüsü tesis edilmiþ, avam ve havas, fa­kir ve zengin, güçlü ve güçsüz, bütün insanlar eþit muamele görmekte ve halkýn medeniyet ve kültürlerini maddî ve manevî yönlerden zenginleþtirmek ve güçlendirmek için çevre­lerinden azamî ölçüde yararlanmaktadýrlar. Herkes huzur ve mutluluk içinde, Allah'tan baþka hiç birþeyden korkusu olmaksýzýn yaþa­yabilmektedir. Fakat bazý insanlar Allah'ýn elçilerinin getirdiði þeriati reddedip baþka bir hayat tarzý edinmektedirler. Bunlar, yeni ve çok ileri bilimsel, teknolojik güç kaynaklarýy­la astronomik ilerlemeler yaparak, belli bir zaman için maddî refahlarýný çok arttýrabilir­ler. Ancak bu çok uzun sürmez, çünkü, toplu­mun deðiþik unsurlarý ve bölümleri arasýnda uygun bir denge kuramazlar. Er geç bu den­gesizlik tüm yapýyý sarar ve toplumun mahvý­na sebep olur. Bunun sebebi, insanoðlunun kendi baþýna toplumun çeþitli unsurlarý ara­sýnda uygun dengeler kurma yeteneðinden mahrum oluþudur.

Ýnsan, kâinatýn kaynaklarým kullanýp, gayret­lerinin meyvelerini dilediðince toplamaya muktedir olabilir; fakat kültür ve medeniyet, ahlâk kurallarý, insanýn ferdî ve toplumsal ha­yatý gibi hususlar söz konusu olunca, doðru esaslarý bulmakta kendî baþýna âciz kalýr. Onu, kendi kaderinin sahibi, üstün bir Gücün rehberliði olmaksýzýn, tüm hususlarda baðým­sýz düþünmeye ve karar vermeye muktedir olarak kabul etmek hatadýr. Çaðdaþ insan kendisini öyle büyük görmekte ki, kendisine yol gösteren üstün bir Gücün var olduðunu bile inkâr edebilmektedir.

Gerçek þu ki, insanoðlu, onsuz hayatta doðru dengeyi ne kurabileceði ne de devam ettirebi­leceði, ilahî Rehberliðe muhtaçtýr.

Eðer Ýnsanoðlu, ilahî Rehberlikten baðýmsýz olmaya çalýþýr, sadece aklýný, zekasýný, araþtýr­ma ve tecrübesini kullanýrsa, hiç bir zaman saðlýklý ve doðru bir nizama kavuþamayacak, habire sistem deðiþtirecektir. Kendinden ön­cekilerin tarihinden ders almazsa, geçmiþ kül­tür ve medeniyetlerin akýbetine uðrayacak, mahvolacaktýr.

Geçmiþ kültürlerin tarihlerini daha önce anlatmýþ ve Rasûllerin insanlarýn problemlerine doðru çözümleri nasýl sunduðunu görmüþtük. Nuh, ardýndan Hud, Salih, Lut ve Þuayb birbiri peþine gelerek, insanlarý hep o Hak Din'e davet etmiþlerdi. Fakat insanlarýn çoðu rasûilerini reddedip, Allah'ýn gazabýna uðra­dýlar. Her rasûl yanýndaki inananlanyla birlik­te yepyen. bir baþlangýç yapýp, âdil ve saðlýklý bir düzen kuruyor, fakat arkalarýndan gelenler zamanla Allah'ýn Dini'ni unutarak yine eðri yollara sapýyorlardý. Yol gösterici olarak tek­rar bir rasûl geliyor, fakat yine büyük bir ço­ðunluk onu inkâr edip bu yüzden helak olu­yorlardý. Ýnsanoðlunun, ilahî Dini takip et­mekten kaçýnýp, kendi koyduðu kurallarý uy­gulamasý, toplumlarýn ve kavimlerin mahvol­masýndan baþka bir iþe yaramamýþtýr (20: 128). (Mevdudî, Khutbat-i Europe, Lahor).



radyobeyan