Pratik Seviyede By: saniyenur Date: 02 Aðustos 2012, 16:09:39
Pratik Seviyede
Bu hükümlere dayalý olarak Peygamber Hz. Muhammed insanlýk tarihindeki ilk dinler arasý sosyal düzeni kurmuþtur. 622 yýlýnýn Temmuz'unda þehrin bütün yerlilerini de beraberinde götürerek Medine'ye varmýþ ve þehrin havalisini de içine alacak þekilde Ýslâm Devleti'ni ve anayasasýný teþekkül ettirmiþti. Bu olay, Ýslâm'ýn diðer dinlerle ve gayri müs-limlerin Müslümanlarla bütün zaman ve mekanlardaki iliþkileri açýsýndan çok önemlidir. Hz. Peygamber'in 10/632'de vefatýndan dört yýl sonra ikinci halife Ömer b. Hattab, bu birliðin kuruluþunun Ýslâm takviminin baþlangýcý olarak kabul edilmesini istedi. Çünkü bu olay Ýslâm tarihinin gerçek baþlangýcýydý ("Medine Sözleþmesi" metninin Türkçe çevirisi için bkz. Dr. Abidin Sönmez, Rasûlullah'in Diplomatik Münasebetleri, Ýnkýlâb Yayýnlarý, Ýst. 1984).
Bu birlik, Hz. Peygamber ile Müslümanlar ve Yahudiler arasýnda bir anlaþma saðlýyordu. Bu anlaþma, Araplarýn kendilerini tarifte kullandýklarý ve toplumun yönetim þekli olan kabile sistemini ortadan kaldýrdý. Buna göre, Araplar Ýslâm tarafýndan isimlendirilmeli, ferdî ve toplumsal hayatlarý Ýslâm hukuku olan þeriat tarafýndan yönetilmeliydi. Eski kabile baðlýlýklarý, kabile münasebetleri yoluyla, her müslümam bütün diðer müslümanlara baðlayan yeni bir sosyal baðýn ortaya çýkmasýna, ümmet'in oluþmasýna yol açtý. Ümmet, parçalan bir arada duran ve bir diðerini koruyan organik bir gövdedir. Þahsî, karþýlýklý ve kollektif sorumluluklarýn hepsi kanun tarafýndan belirlenmiþtir. Peygamber, onun baþýndaki siyasî ve meþru otorite olmalýdýr; yaþadýðý sürece de böyle olmuþtur. Vefatýndan sonra sahabîleri bu siyasî otoriteyi ele almýþlar, fakat meþru otorite kuralýnýn yorumu, yenilenmesi ve geniþletilmesi için bir metodoloji geliþtirmiþ olan hukukçulara geçmiþtir.
Yahudi Ümmeti: Peygamber'in Ýslâm Devleti'ni nasýl kurduðunu ve buna Arabistan'ýn Yahudi ve Hrristiyanlanný nasýl kattýðýný daha önce gördük. Burada Müslüman olmayanlarýn Ýslâm toplumu içindeki statüleriyle ilgili özellikleri hatýrlamak yeterli olacaktýr. Medine'de, Müslüman ümmetinin yanýsýra bir Yahudi ümmeti de bulunmaktaydý. Arap Evs ve Hazrec kabilelerinin eski kabile sadakatleri yerini Musevilik baðlarýna býrakmýþtý. Vatandaþlýklarýný þu ya da bu Arap kabilesine bir baðlýlýk þeklinde kabul etmeyip bunu bir Yahudilik fonksiyonu olarak görüyorlardý. Hayatlarý Yahudi müesseseleri çerçevesinde þekillendirilmekte ve vahyedilmiþ hükümleri olan Tevrat tarafýndan yönetilmekteydi. Siyasî otorite kollektif olarak Yahudilere verilmiþ ve meþru otorite de hahamlýk müessesesine býrakýlmýþtý. Yahudi ve Müslüman ümmetlerinin ikisini de içine alan üçüncü bir organizasyon "ümmet" ya da "Devlet-i Ýslâmiyye" idi. Bunun amacý devletin korunmasý, dýþ iliþkilerin düzenlenmesi ve Ýslâm'ýn evrensel misyonunun yerine getirilmesiydi. Devlet savaþ veya barýþ için Müslümanlarý hizmetlerinde görevlendirebilirdi. Fakat Yahudileri görevlendiremezdi. Bununla birlikte, eðer Yahudiler isterlerse bu görevler için gönüllü olabilirlerdi. Müslüman ve Yahudi ümmeti hiçbir yabancý güçle iliþki kurmakta serbest deðildi. Baþka bir devlete veya yabancý bir güce savaþ veya barýþ ilân etmek Ýslâm Devleti'nin kendine has göreviydi. Medine Yahudileri bu anlaþmayý Peygamber ve onun sahabîleriyle serbest iradeleriyle yapmýþlardý. Yeni yapý, statülerine zarar vermekT sizin onlarý kabile üyeliðinden devletim meþru vatandaþlarý seviyesine çýkarmýþtý. Tarih boyunca bütün Ýslâm devletlerinde, Ýslâm hukukunun geçerli olduðu her yerde Yahudiler bu statülerini kaybetmediler. Sosyal mevkilerine dokunulamaz ya da bu statüleri redÝediîe-mezdi. Çünkü bu, Peygamber Munammed tarafýndan takdir edilmiþti. Yahudiler statülerini istismarla bir ihanette bulunduklarýnda dahi Müslümanlar bu statünün dinî kýdsiyeti nedeniyle onu muhafazaya devam ettiler. Ýslâm Devleti bir çok Yahudinin yaþadýðý Kuzey Arabistan, Filistin. Ürdün, Suriye, Ýran ve Mýsýr'ý da içine alacak þekilde geniþlediðinde onlar da doðrudan doðruya Ýslâm Devleti'nin meþru vatandaþlarý olarak kabul gordübr. Bu, takip eden yüzyýllar boyunca Müslümm-Yahudi iliþkilerini karakterize eden intibaý ve iþbirliðini açýklamaktadýr.
M.Ö. 586'dakÝ Babil istilasýndan beri tarihte ilk kez Yahudiler, Ýslâm Devleti'nin vatandaþlarý olarak bulunduklarý devletin geçerli kanunlarý tarafýndan desteklenerek hayalarýný meþru bir þekilde Tevrat'a dayandýrabliyorlardý. Yahudi olmayan bir devlet ilk k;z gücünü haham müessesesinin emrine veri'ordu. Ýlk kez devlet, Yahudiliðin himayesi mesuliyetini kabul ediyor, kendisini Yahudi oIsun-olmasýn düþmanlarýna karþý Yahudileri korumak üzere gücünü kullanmaya hazýr ilân ediyordu. Yüzyýllar süren Yunan, Roma ve Bizans (Hýristiyan) baský ve zulmünden sonra Yakýn Doðu'nun, Kuzey Afrika'nýn, Ýspanya ve Ýran'ýn Yahudileri Ýslâm Devleti'ni bir kurtarýcý olarak görmekteydiler. Bir çoðu, fetihlerde Ýslâm ordularýna yardýmcý oldular ve Ýslâm Devleti yönetimiyle istekli bir iþbirliðine giriþtiler. Bu iþbirliði, Arap ve Ýslâm kültürüne doðru bir kültür deðiþimi baþlattý ve Yahudi sanatýnda, yazýsýnda, iliminde ve týbbýn da göz kamaþtýrýcý bir geliþime yol açtý. Bu durum Yahudilere refah ve deðer kazandýrdý. Bazýlarý vezir ve halifelere danýþman oldular. Gerçekten de Musevilik ve onun Ýbrani diÝi Ýslâm'ýn kanadý altýnda "Altýn Çað"ýný yaþadý. Ýbranice ilk gramerini kazandý, Tevrat hukuk ilmine sahip oldu, Ýbrani harfleri lirik manzum yapýlarýný kazandýlar ve Ýbrani felsefesi de ilk Aristocusunu buldu. Bu bilgin ve filozof, ilk olarak Arapça ifade edilen onüç önermesi ile Yahudi itikadýný ve kimliðini tanýmlayan Musa b. Meymun (Maimonides) idi. Musevilik, "Sufi" düþüncesiyle Avrupa'daki Yahudilere uzlaþma ve iç barýþ getiren Ýbni Gabirol adýndaki ilk mistik düþünürünü de ortaya çýkardý. III. Abdurrahman'ýn idaresindeki Kurtuba'da hükümdarýn dýþiþleri ve maliye konularýnda baþmüþaviri olan Yahudi Hasday b. Þaprut, Katolik Kilisesinin bile bir araya getiremediði Hýristiyan hükümdarlarý arasýnda bir uzlaþmaya varýlmasýný saðladý. Bütün bunlar mümkün olabilmiþti, çünkü Kur'ân'da ifadesini bulan Ýslâmî bir prensip Tevrat'ý vahiy ve Museviliði de Allah'ýn dini olarak görüyordu.
Hýristiyan Ümmeti: 8/630'da Mekke'nin Müslüman kuvvetler tarafýndan fethinden kýsa bir süre sonra Yemen'deki Necran Hýristi-yanlan Medine'deki Peygamber'e þeflerden oluþan bir elçi heyeti gönderdiler. Amaçlan Ýslâm Devleti karþýsýnda kendi konumlarýna ve Ýslâm Devleti ile aralarýndaki münasebete bir açýklýk kazandýrmaktý. Mekke'nin fethi, islâm Devleti'ni bölgede dikkate alýnmasý gereken bir güç hâline getirmiþti. Hz. Peygamber delegeleri misafirleri olarak evinde kabul etti, mescidinde aðýrladý. Onlara Ýslâm'ý açýkladý ve inancýna davet etti. Bazýlarý kabul ederek hemen Müslüman ümmetin mensubu oldular. Diðerleri ise kabul etmediler. Hýristiyan kalmayý ve Ýslâm Devleti'nde Hýristiyan olarak yer almayý tercih ettiler. Hz. Peygamber, Ýslâm Devleti'nin dahilindeki Yahudi ve Müslüman umam'm (ümmet'in çoðulu) yanýnda bir de Hýristiyan ümmet oluþturdu. Onlarla birlikte sahabîlerinden Ebû Ubeyde'yi Ýslâm Devleti'ni temsil etmek üzere gönderdi. Bu Hýristiyanlarýn hepsi de Hz. Ömer'in hilâfeti zamanýnda Müslüman oldular (2-14/624-636).
Savaþ alanlarýnda Müslümanlar tarafýndan yenilgiye uðratýlan Bizanslýlar, Bereketli Hilâl dahilindeki topraklarýný yerlilere terk ettiler. Müslümanlarý ve onlarýn Hýristiyanlýða karþý tavrýný duymuþ olan Kudüs patriði þehrin anahtarlarýný halifeye teslim etmek istedi. Hz. Ömer Kudüs'e geldiðinde Müslüman hoþgörüsünün, sosyal ve kültürel seviyelerde olduðu kadar dinî bir yaklaþýmýn da Örneði olarak patrikle aþaðýdaki anlaþmayý imzaladý:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ýn adýyla.
Allah'ýn kulu ve mü'minlerin emîri Ömer tarafýndan Ýlya (Kudüs) halkýna verilen amannâmedir. Emir'ül-Mü'minîn hasta olsun, sýhhatte bulunsun bütün halkýn mal ve canlarýnýn korunacaðýný garanti eder. Ayný zamanda ibadet yerlerine, haçlarýna ve dinlerine dokunulmayacaðýný temin eder. Halkýn kiliseleri tahrip edilemeyeceði gibi mesken hâline de getirilemeyecektir. Eskiden sahip olduklarý haklar aynen muhafaza edilecektir. Ne mâlik olduklarý þeylere bir halel gelecek ve ne de mezhepleri hususunda onlara bir baský yapýlacaktýr. Ýçlerinden hiçbir kimse hiçbir þekilde zarar görmeyecektir. Ýlya'da hiçbir Yahudinin onlarla birlikte yaþamasýna izin verilmeyecektir. Ýlyâ halkýna düþen görev Medain (Ýran)lilerin yaptýðý gibi cizyeyi ödemek, ayný zamanda da içlerinden Bizans ordusu mensuplarýný ve soyguncularý tahliye etmektir. Ýlya'yý bu þekilde terk edenlerin kendileri ve mallarý gidecekleri yere kadar teminat altýndadýr. Burada,kalmaya karar verenlere de ayný þekilde davranýlacak, haklarýný ve cizyeyi Ýlyalýlarla paylaþacaklardýr. Ayný kural diðer insanlara olduðu gibi Ýlya sakinleri Ýçin de geçerlidir. Herkes Bizanslýlarla gidebilir, îlya'da kalabilir veya kendi ülkesine dönebilir. Bunun için mahsuller hasat edilene kadar vakit verilmiþtir. Allah, Peygamberi, sahabîleri ve mü'minler bu anlaþmaya þahitlik ederler.
Ýmza: Ömer b. Hattab
Þahitler: Halid b. Velid, Amr b. As, Ab-durrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebû Süfyan
Yürürlüðe girdiði tarih, Hicrî 15." (A. Duncan, The Noble Sanctuary, sh. 22).
Ýslâm Devleti içindeki Hýristiyan ümmeti, sýnýrlarýn kuzey ve batýya geniþlemesiyle büyümeye devam etti. Gerçekte Hicret'ten sonraki birinci yüzyýlýn büyük bölümünde Ýslâm Devleti'nin vatandaþlarýnýn çoðunluðu Hýristiyan Roma ya da Yunan Bizans hakimiyeti altýnda sahip olamadýklarý saygý, serbestiyet ve yeni bir þerefi yaþayan Hýristiyanlardý. Bu her iki güç de emperyalist ve ýrkçýydý. Yakýn Doðu bölgelerini kolonileþtirmiþler ve Romalý ya da Yunan olmayan yerlilerini baský altýna almýþlardý. Ýslâm yönetimi altýnda ise, Hýristiyanlar yüzyýllar boyunca barýþ içinde yaþadýlar ve zenginleþtiler. Bu dönem boyunca Ýslâm Devleti âdil olanlarýn yanýnda baskýcý sultan ve halifeler de gördü. Hýristiyan varlýðýný ortadan kaldýrmak Ýslâmî düþüncenin bir parçasý olsaydý bu hiç sezdirilmeden kolaylýkla gerçekleþtirilebilirdi. Fakat bu varlýðý koruyan, Ýslâm'ýn Hz. Ýsa'ya Allah'ýn peygamberi, kitabý Ýncil'e de ona indirilen vahiy olarak saygý duymasý ve onlan böylece kabul etmesidir.
Ayný durum, Ýlk Müslüman muhacirleri Mekke'nin gazabýndan koruyan komþu Hýristiyan devlet Habeþistan için de geçerlidir. Ýslâm'ýn ilk yýllarýnda Mekke'nin baskýsý, sahabîleri için dayanýlmaz hâle geldiðinde Peygamber, Ýsa'nýn takipçilerinin güzel ahlâklý, yardýmsever, dost ve Allah'a ibadeti teþvik eden kimseler olduklarýndan emin olarak sahabelerine Habeþistan'a sýðýnmalarýný emretmiþti. Onlara olan yüksek güveni boþa çýkmamýþtý. Hýristiyan hükümdar, Müslüman muhacirlerin iade edilmesini isteyen Mekkelileri reddetmiþ ve Kur'ân'ýn Ýsa'nýn peygamberliðini, Meryem'in günahsýzlýðýný ve Allah'ýn birliðini kabul etmesini Övmüþtü. Habeþistan, Hz. Peygamber zamanýnda Ýslâm devletiyle bir barýþ ve dostluk anlaþmasý imzaladý. Bunun sonucunda Ýslâm Devleti'nin geniþleyen sýnýrlan hiçbir zaman Habeþistan'ý içine almadý.
Ýslâm'ýn kýlýç zoruyla yayýldýðý iddiasý kadar gerçekten uzak ve gayri müslimlerle Müslümanlarýn iliþkilerine muhalif baþka bir þey yoktur. Müslümanlar için, bir baþkasýný Müslüman olmaya zorlamak kadar utanç verici bir þey olamazdý ve hâlen de olamaz. Daha önce belirtildiði gibi Müslümanlýk böyle bir davranýþý günah olarak kýnayan ilk din olmuþtur. Bu noktada koloni günlerinde Hindistan Hükümeti hizmetinde çalýþan bir Ýngiliz misyoneri Thomas Arnold'un yazdýklanna bir göz atalým:
"... ne gayri müslimleri düzensiz bir þekil altýnda Müslüman olmaya zorlamak teþebbüslerine dair, ne de Hýristiyanlýðý ortadan kaldýrmak için mezalim yapýldýðý hakkýnda hiçbir þey iþitilmemiþtir. Eðer halifeler bu iki þýk ihtidadan birisinin tatbikine izin vermiþ olsalardý; Ferdinand ve Ýzabella'nýn Ýspanya'dan Ýslâmiyeti söküp attýklan ve XIV. Louis'nin Fransa'da pro-testanlýðý bir cinayet saydýrdýðý ve Yahudilerin 350 yýl süreyle Ýngiltere içine sokulmadýklarý kadar bir kolaylýkla da Hýristiyanlýðý ülkelerinden söküp atabilirlerdi. Asya'daki Doðu Kilisesi, Hýristiyanlýk dünyasýnýn diðer bütün bölgeleri ile müþterek dinî faaliyetten yüz çevirmiþ bir hâlde bulunduðundan, kendisini dinsiz topluluklardan sayan Hýristiyanlýk dünyasýnýn adý geçen kýsýmlarýna yardým için hiçbir teþebbüs de yapýlamazdý. Böylece, günümüze kadar Doðu kiliselerinin fiilen varlýklarýný sürdürmeleri, Muhammed'i takip eden yönetimlerin Hýristiyanlar karþýsýnda müsamahalý bir idare tarzý gösterdiklerinin kuvvetli delillerindendir." (T. Arnold, Preaching of islam, sh. 80).
Ýnanmayan topluluklara gösterilen müsamaha açýsýndan diðer dinlerin tarihleriyle karþýlaþtýrýldýðýnda Ýslâm tarihi kategorik olarak bir farklýlýk gösterir. Þans eseri, Müslüman yayýlmasýnýn o günlerinden birçok þahidin kayýtlarý elimizdedir. Bu þahitlere meseleyi kökünden halletmek için bize yeterli bilgi kazandýrdýklarý için minnettarýz. Antakya'nýn Yakubî patriði Büyük Mihail onikinci yüzyýlýn son yansýnda þöyle yazmaktadýr: "... hâkim olduklarý memleketlerin her tarafýnda kiliselerimizi yaðma ederek bizi merhametsizce itham eden Romalýlarýn kötülüklerine þâhid olan Yüce Allah'ýn intikamý, güney taraflarýndan Ýsmail'in oðullarýný -Romalýlarýn ellerinden bizi kurtarmak üzere- celbetti (Arnold, a.g.e., sh. 55). Barhebraeus, Ýslâm lehinde ayný derecede þahitlik eden baþka bir yazýnýn müellifidir (G. Barhebreaus, Chronicon Eccîesiasti-cum, sh. 474). 1300 yýllarýnda Müslüman doðuyu ziyaret eden Floransa'h bir DominÝkan keþiþi olan Ricoldus de Monte Crucis, Hiristi-yanlara karþý ayný derecede bir toleransýn, hatta dostluðun açýk þahitliðini yapmaktadýr. O zaman Hýristiyanlar, Müslümanlar bu kadar toleranslý idiyseler, niçin dindaþlarýnýn milyonlar hâlinde Ýslâm'a girdiklerini ýsrarla sor-maktalar. Muhtediler arasýnda Araplar çok küçük bir grubu oluþturmaktaydýlar. Geri kalaný Helenler, Ýranlýlar, Mýsýrlýlar, Krenaikalý-lar, Berberiler, Kýbrýslýlar ve Kafkasyalýlardý.
Thomas Amold Preaching of Ýslam [Ýslâm'ýn Öðütleri] kitabýnda ayný konuda, Müslümanlara yöneltilecek misyon hakkýnda 7 Ekim 1887'de Wolverhampton (Ýngiltere)'da toplanan Kiliseler Kongresi'ne sunulan bir tebliði aktarmaktadýr. Teblið sahibi, Hýristiyan misyoner liderlerinden -Anglikan Kilisesinden-Canon Taylor'dur.
Bu reformize edilmiþ Musevîliðin [!] Afrika ve Asya'ya neden bu kadar süratli yayýldýðýný anlamak kolaydýr. Suriyeli ve Afrikalý âlimler Hýristiyanlýk dini yerine, anlaþýlmasý zor ve tabiatüstü bir takým kaideler koydular. Ve zamanlarýnýn çok bozuk olan ahlâký ile bir mücadele çâresi olarak bekâr kalmayý ileri sürdüler. Mukaddes olmanýn yolu dünyadan el etek çekmekti. Manastýrlarda vakit geçirmenin en mümeyyiz vasfý ise pislik içinde yüzmekti. Halk ise âdeta bir alay þehid'e, azizlere, meleklere tapan müþrikler gibi idi. Bunlarýn yüksek tabakalarý bozuk ahlâklý ve hilekâr, orta hallileri vergiler altýnda ezilmiþ bir hâlde bulunuyordu. Esirler ise o andaki durumlarý ve istikbâlleri için bir kurtulma ümidinden mahrum idiler. Allah tarafýndan gönderilmiþ bir temizleme vasýtasý gibi Ýslâmiyet geldi ve o bâtýl itikatlarý süpürüp attý. Bu durum, o sonu gelmeyen boþ ilahiyat tartýþmalarýna karþý bir isyandan ibaretti. Bekârlýðý, muttakîliðin bir tacý gibi yüksekte tutmaya karþý, mertçe bir protesto idi. Ýslâmiyet, dine esas olan akideyi yani Allah'ýn birliðini ve azametini ortaya koydu. Âdil ve rahim olan Cenab-ý Hakk'ýn iradesine teslim olmayý, nefsin mesuliyetini, kýyamet ve hesap günü ile dalâlette kalmanýn þiddetle cezalandýrýlacaðýný bildirdi. Namaz kýlmak, oruç tutmak ve hayýr iþlemek gibi vazifeler tayin etti. Gerçek ve içten olmayan yapmacýk faziletleri, din adýna yapýlan hile ve hafiflikleri, çeþitli yollara tevil edilebilen ahlâkî duygulan ve akaid üzerine tartýþma yapanlarýn birbirini tutmayan sözlerini bir tarafa attý. Esirlere hürriyet ümidi, insanlýða kardeþlik duygulan aþýladý ve insan tabiatýnýn esas hakikatlerini tasdik etmiþ oldu." (Arnold, Preaching of islam, sh. 71-7.2)
Diðer Dinlerin Ümmetleri: Ýran in Arabistan'a saldýrýsý sonucunda arkada bazý Ýranlýlar ve çok az olmakla birlikte Zerdüþt dinine girmiþ bazý Araplar kaldýlar. Bunlarýn daha fazla sayýda olanlarý Ýran ve Bizans arasýndaki tampon sýnýr bölgesinde ve Dicle ve Fýrat'ýn birleþtiði alt bölgede Arabistan ve Ýran'ýn birara-ya geldikleri Þatt'ül Arab'da yaþýyorlardý. Arabistan'daki Ýran Zerdüþtlerinin en önemlilerinden biri Hicret'ten önce Müslüman olan ve Peygamber'in meþhur sahabilerinden biri olan Selmân-ý Fârisî idi. Bazý hadislere göre Arabistan'ýn kabile ve bölgelerinin Ýslâm Devleti'ne baðlýlýklarýný bildirmek için Medine'ye elçiler gönderdikleri "Heyetler Yýlý"nda (8-9/630-631) Peygamber'in kendisi Ýslâm Devleti içindeki Zerdüþtleri ayrý bir ümmet olarak kabul etti. Bundan kýsa bir süre sonra Ýslâm Devleti Ýran'ý fethetti ve oradaki milyonlarý vatandaþlýðýna aldý. Müslüman olmayý seçenler Müslüman ümmetine katýldý, Zerdüþt olarak kalmayý seçen diðerleri ise anayasa tarafýndan Yahudilere verilen imtiyaz ve görevlere tâbi oldular. Peygamber bu kurallarý anayasanýn yürürlüðe girmesinden sekiz yýl sonra zaten Hýristiyanlar için geniþletmiþti. Eðer Peygamber @'in kendisi tarafýndan daha önce yapýlmadýysa bile Ýran'ýn fethinden hemen sonra sahabileri tarafýndan 14/636'da bu kurallar Zerdüþtleri de içine alacak þekilde geniþletildi.
Muhammed b. Kasým tarafýndan 91/711 'de Hindistan'ýn fethinden sonra Müslümanlar yeni dinlerle karþýlaþtýlar. Bunlar Budizm ve Hinduizm'dÝ. Her iki dinin mensuplarý da Müslümanlar tarafýndan fethedilerek Ýslâm Devleti'ne baðlanan SÝnd ve Pencab'ta mevcuttular. Muhammed b. Kasým Þam'daki halifeye Hindulara ve Budistlere nasýl davranmasý gerektiðini sordu. Onlar putlara tapýyor görünüyordular ve doktrinleri Ýslâm'dan en uzak noktadaydý. Kurucularý Müslümanlar tarafýndan hiç duyulmamýþlardý. Halife bir ulemâ meclisinin toplanmasýný ve yöneticinin gönderdiði rapora dayanýlarak bir karar verilmesini istedi. Karar, Hindularýn ve Budistlerin Ýslâm DevletÝ'yle savaþmadýklarý ve cizye'yi veya vergiyi Ödedikleri sürece "tanrýlarýna ibadet etmekte" istedikleri gibi serbest olmalarý gerektiði, ibadethanelerini koruyabilecekleri ve hayatlarýný inançlarýnýn gereklerine göre sürdürebilecekleri yolundaydý. Böylece, Yahudilerin ve Hýristiyanlarýn sahip olduklarý ayný statü onlara da tanýnmýþ oluyordu (M. Ebu Bekir el-Kûfî, Þahnâme: Tarih-i Hind ve Sind).
Böylelikle Ýslâm'ý ve Ýslâm Devleti'nin diðer dinlerle ve bu dinlerin mensuplarýyla iliþkilerini düzenleyen kurallar belirlenmiþti. Bu kurallar Peygamber'in saðlýðýnda ve ondan hemen sonra Ýslâm Devleti bu dinlerle iliþkiye girdikçe düzenlendi. Zaman içinde þeriat ortaya çýktýðýnda Müslüman olan ve olmayan vatandaþlarýn statüleri, haklarý ve yükümlülükleri zaten bu kurallarýn içindeydi. Birçok yerde 1400 yýl veya Ýslâm'ýn daba geç oraya ulaþmasý ya da sömürge yönetimlerince empoze edilen Batý kanunlarý nedeniyle daha az bir süre boyunca þeriat Müslümanlarla gayri müslimler arasýndaki iliþkileri baþarýyla yönlendirdi. Bu da, Müslüman olmayanlarýn kendilerini idâme edebilecekleri -böylelikle Müslüman dünyasýnda devamlý bir varlýk elde edebilecekleri- ve kendi inançlarý tarafýndan tanýmlanan bir mutluluk kazanabilecekleri geçici bir anlaþma ortaya çýkardý. Ýslâm Devleti'nin atmosferi dine karþý hürmetle ve þerefle, takva ve faziletle doluydu. Dinî iddialarýn doðruluðuyla ilgili þüpheciliðin ve kinizmin doðurduðu son zamanlarýn toleransý ve dinî deðerlere aldýrmazlýk ise bunun tam tersidir. Ýslâm þeriatý aksi halde millet (dinî topluluklar) sistemi ya da Zimmet veya Zimmý (hâmisi yani garantörü Allah olan barýþ anlaþmasý) sistemi olarak bilinir. Müslüman dünyasýnda kötü idarecilerin var olduðu reddedilemez. Ve bunlarýn olduðu yerlerde hem Müslümanlar hem de gayri müslimler eziyet çekmiþlerdir. Bununla birlikte, Ýslâm tarihinin hiçbir yerinde inançlarýna baðlýlýklarýndan dolayý hiçbir gayrimüslim herhangi bir takibata ya da zulme mâruz kalmamýþtýr. Onlarý koruyan hukuk sistemi, Müslümanlara Allah'tan gelen ve O'nun korumasý altýndaki bir yasa olarak kabul edilir.
Hz. Peygamber daha önce uyarmýþtýr: "Kim bir zýmmi'ye (Ýslâm Devleti'nin himayesinde ve tâbiiyetinde olan gayri müslimi) baský ve zulüm uygularsa Hesap Günü'nde elim iki yakasýnda olacaktýr."
Ýslâm'dan baþka hiçbir din ya da sistem dinî azýnlýklarý hiçbir zaman daha iyi bir bakýþla deðerlendirip onlarý her iki tarafa da en az zarar verecek þekilde çoðunluðun akýþýna uydurmamýþ, ya da onlara Ýslâm'ýn yaptýðý gibi adalet ve güzellikle davranmamýþtýr. Haddi zâtýnda bunu hiçbiri baþaramazdý.
Ýslâm, baþka hiçbir dinin veya sosyal sistemin çözemediði bir alanda baþarýya ulaþmýþ, eþsiz tatbikatýný göstermiþtir. Çünkü Ýlâhî öðretisi Allah'ýn Hak ve Tek olduðunu, her insanýn Ýslâm fýtratý üzerine doðduðunu söyler. Bu da bütün dinlerin, hanif geleneðinin, Sâbi'liðin, Yahudiliðin ve Hýristiyanlýðýn temel esasýdýr.
Millî bir devlet olmaktan öte, Ýslâm Devleti, içinde ister bir milletten ya da birçok milletlerden olsun birçok dinî topluluðun barýþ içinde bir arada yaþadýðý bir dünya düzenidir. Her dinî grubun meþruiyetini kabul eden evrensel bir Pax Islamica'âa ve her birine kendi hayatýný kendi dinî esaslarýna göre düzenleme hakký verir.
Milletler Cemiyeti'nden ve Birleþmiþ Milletler'den üstündür, çünkü üyelik prensibi olarak millî egemenlik yerine dinî kimlik prensibini gözönüne almýþtýr. Anayasasý herkes için geçerli olan ilâhî hükümlerdir, ve ona ister Müslüman ister gayrimüslim, herhangi biri tarafýndan bir Müslüman mahkemesinde müracaat edilebilir (Ý. Râci ve L. Lâmia el-Farukî, Ýslâm Kültür Atlasý, çev. M. Okan ve Zerrin Kibaroðlu, Ýnkýlâb Yayýnlarý, Ýstanbul 1991, sh. 213-224).