Merkez Efendi By: reyyan Date: 12 Temmuz 2012, 19:04:00
MERKEZ EFENDÝ
Mutasavvýf
Osmanlýlar zamânýnda Ýstanbul'da yetiþen büyük velîlerden. Ýsmi Mûsâ olup, Merkez Muslihuddîn lakabýyla meþhûr oldu.Denizli'nin Sarhanlý köyünde, 1463 (H.868) senesinde doðdu. 1551 (H.959) senesinde Ýstanbul'da vefât etti.
Mûsâ Efendi, küçük yaþlarda ilim öðrenmeðe baþladý. Kuvvetli bir zekâsý ve ilim öðrenmeye aþýrý bir hevesi vardý. Önce kendi memleketinde, sonra Bursa ve Ýstanbul'daki medreselerde tahsîl yaparak; tefsîr, hadîs, fýkýh ve týb ilminde yetiþti. Kâdý Beydâvî Tefsîri'nin büyük bir kýsmýný ezberledi. Medrese tahsîline devâm ettiði sýralarda tekkelere gidip, oralardaki âlimlerin sohbetlerine katýlýrdý. Onlarýn feyz ve bereketlerine kavuþtukça, rûhunda bir rahatlama, nefsinde bir ezilme olduðunu görerek sevinirdi. Otuz yaþýna geldiðinde, medrese tahsîlini bitirdi. Çevresinde sayýlan bir âlim oldu. Ýlimdeki yüksekliðini, zamânýnýn âlimleri tasdîk ettiler. Nitekim, Þeyhulislâm Ebüssü'ûd Efendi'nin hürmet ve muhabbetini kazandý.
Mûsâ Efendi, Koca Mustafa Paþa'daki bir tekkede þeyhlik yapan Sünbül Sinân hazretlerinin þöhretini iþitti. Fakat bâzý kimselerin onun hakkýnda yaptýklarý dedikodular sebebiyle, bir türlü gidip sohbetine katýlamamýþtý. Bir gün rüyâsýnda Sünbül Efendinin, kendi evine geldiðini gördü. Sünbül Efendiyi içeri koymamak için hanýmý ile kapýnýn arkasýna pek çok eþyâ dayadýlar ve üzerine de oturdular. FakatSünbül Efendi kapýyý zorlayýnca, kapý arkasýna kadar açýldý ve arkasýndakiler yere yuvarlandý. Bu sýrada uyanan Mûsâ Efendi, yaptýðý hatâyý anladý ve sabahleyin Sünbül Sinân hazretlerinin huzûruna gitmeye karar verdi. Sabahleyin Sünbül Sinân'ýn câmiine gidip vâz ettiði kürsînin arkasýna o görmeden oturdu. Sünbül Sinân, vâz esnâsýnda Tâhâ sûresinin bâzý âyet-i kerîmelerini tefsîre baþladý.Tefsîrden sonra; "Ey cemâat! Bu tefsîrimi siz anladýnýz. Hattâ Mûsâ Efendi de anladý." buyurdu.Sonra ayný âyet-i kerîmeleri daha yüksek mânâlar vererek tefsîr ettikten sonra tekrâr; "Ey cemâat! Bu tefsîrimi siz anlamadýnýz, Mûsâ Efendi de anlamadý." buyurdu. Mûsâ Efendi, hakîkaten bu anlatýlanlardan bir þey anlamamýþtý. Sünbül Sinân hazretleri, o gün Tâhâ sûresini yedi türlü tefsîr etti. Mûsâ Efendinin kürsî arkasýnda olduðunu, zâhiren görmediði hâlde anlamýþtý. Vâz bitti, namaz kýlýndý, herkes câmiden çýktý. Sâdece Sünbül Efendi kalýnca, Mûsâ Efendi huzûruna varýp elini öptükten sonra af diledi. Sünbül Efendi de: "Ey Muslihuddîn Mûsâ Efendi! Biz seni genç ve kuvvetli bir kimse sanýrdýk. Meðer sen de hanýmýn da çok yaþlanmýþsýnýz. Akþam bizi kapýdan içeri sokmamak için gösterdiðiniz gayrete ne dersiniz? Fakat neticede kapý açýldý ve ikiniz de yere yuvarlandýnýz!" buyurunca, Mûsâ Efendi iyice þaþýrdý. Pek çok özürler dileyerek aðlamaya baþladý, affýnýn kabûlü ve talebeliðe alýnmasý için istekte bulundu. Sünbül Efendi, onu kabûl ettiðini, dergâhta hizmete baþlamasýný söyledikten sonra; "Artýk Allahü teâlânýn zâtý ve sýfatlarý hakkýnda mârifet sâhibi olmak zamânýdýr." buyurdu.
Bundan sonra Mûsâ Efendi her gün Sünbül Sinân'ýn dergâhýna gelip, ondan ders almaða ve hizmete baþladý. Bir gün Sünbül Efendi, sohbet esnasýnda Mûsâ Efendiye; "Âlemi sen yaratsaydýn, nasýl yaratýrdýn?" diye sordu. Mûsâ Efendi; "Bu mümkün deðil! Ama mümkün olsaydý, her þeyi merkezinde býrakýrdým. Âlem öyle bir tatlý nizâm içinde ki, buna bir þey ilâve etmek veya bir þeyi eksiltmek düþünülemez." dedi. Sünbül Efendi bu cevap üzerine; "Âferin Mûsâ Efendi! Demek her þeyi merkezinde býrakýrdýn. Öyleyse bundan sonra ismin Merkez Muslihuddîn olsun." dedi. Böylece Mûsâ Efendi, Merkez Efendi ismiyle meþhur oldu.
Sünbül Efendinin sohbetleri ile piþerek, teveccühleri bereketiyle mânevî dereceleri kat etti. Pek zekî olan Merkez Efendi, hocasýnýn terbiyesi altýnda riyâzet ve mücâhedeler yaparak, yâni nefsinin istediklerini yapmayýp, istemediklerini yapmak sûretiyle, kýsa zamanda tasavvufta yüksek derecelerin sâhibi oldu. Hocasýnýn kendisine icâzet, diploma verdiði sýralarda, Aksaray'da Kovacý Dede dergâhýna hoca tâyin edildi. Kýsa sürede, dergâh talebelerle dolup taþtý.Merkez Efendinin nâmý her tarafa yayýldý. Merkez Efendi, hocasý Sünbül Sinân'ýn kýzý Rahime Hâtun ile evlenmek isteði olduðunu bildirince, Sünbül Efendi; "Bir deve yükü altýn getirebilirseniz kýzýmýzý veririz." dedi. Merkez Efendi, bir devenin üzerine iki çuval toprak doldurdu. Devenin yularýný çekerek Sünbül Efendinin kapýsýna getirdi. Çuvallarý kapýda boþalttýðýnda, çuvaldan toprak yerine çil çil altýnlar döküldü. Sünbül Efendi ve çocuklarý, altýnlara dönüp bakmadýlar bile. Fakat hocasý Merkez Efendiye; "Ey Mûsâ Efendi! Maksadýmýz altýn deðildi. Evdekilerin de derecenin yüksekliðini anlamalarýydý. Ýmtihâný kazandýn." buyurdu. Sünbül Efendi, çok sevdiði kýzý Rahime Hâtun'u, yine çok sevdiði talebesi Merkez Efendiye nikâh etti ve evlendirdi.
Yavuz Sultan Selîm Hânýn kýzý Þâh Sultan, zevci Sadr-ý âzam Lütfi Paþa ile Yanya'dan Ýstanbul'a gelirken, yolda eþkýyânýn baskýnýna uðradý. Bu kötü durumdan nasýl kurtulacaklarýný düþünürlerken, o anda Allahü Teâlâ'nýn izni ile, zamânýn evliyâsýndan Merkez Efendi karþýlarýna çýkýverdi. Önceden orada olmadýðý hâlde, bir anda karþýlarýna dikilen Merkez Efendiyi gören haydutlar, þaþkýna döndüler. Eþkýyâ reisi, Merkez Efendinin heybeti karþýsýnda selâmeti kaçmakta buldu. Diðerleri de kaçýp orayý terk ettiler. Eþkýyânýn ortadan çekilmesiyle Merkez Efendi de bir anda kayboldu. Bu hâli hayretle seyreden Lütfi Paþa ve zevcesi Þâh Sultan, Merkez Efendiyi tanýmýþlardý. Þâh Sultan, Merkez Efendinin bu kerâmetinden dolayý, Ýstanbul'da Eyüb Bahariye'de onun adýna bir câmi ve yanýna medrese yaptýrdý. Merkez Efendiyi buraya tâyin ettiler. Bir müddet orada talebe yetiþtiren Merkez Efendiye Kânûnî Sultan Süleymân Hân, Topkapý surlarýnýn dýþýnda yaptýrdýðý tekkede vazîfe verdi. Burada da ayný hizmete devam eden Merkez Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hânýn annesinin isteði ve Sünbül Efendinin tembihi üzerine Manisa'ya gitti. Vâlide Sultanýn Manisa'da yaptýrdýðý imâretin yanýndaki dergâhta hocalýk yaptý. Týb bilgisi kuvvetli olan Merkez Efendi, Manisa'da bulunduðu sýrada kýrk bir çeþit baharattan meydana gelen bir mâcun yaptý. Bu mâcunu hastalar yiyerek þifâ bulurdu. Ýlkbaharda yetiþen çiçeklerden de istifâde edilerek yapýlan bu mâcunu almak için, çevre kasabalardan gelirlerdi. Mesîr mâcunu diye þöhret bulan bu mâcun, þimdi de yapýlmaktadýr.
Merkez Efendi, talebelerini iyi yetiþtirmek için çok gayret gösterirdi. Onlarý hem zâhirî ilimlerde, hem de tasavvufta yükseltmek için, bâtýn, kalb ilimlerini öðretirdi. Onlarýn nefslerini terbiye için riyâzet ve mücâhedeler yaptýrýrdý. Çocuklara karþý çok þefkatliydi. Cebinde þeker, yemiþ gibi þeyler bulundurur, çocuklarý gördüðü yerde daðýtarak onlarý sevindirirdi. Çocuklara buyururdu ki: "Benim için hayýr duâ ediniz. Siz günâhsýz, mâsumsunuz. Sizin duâlarýnýzý Cenâb-ý Hak da kabûl eder. Bu yüzü kara, sakalý ak ihtiyâr için duâ ediniz ki, kýyâmette yüzü ak olsun." Çocuklar duâ edince de; "Yâ Rabbî! Bu mâsumlarýn duâlarýný red eyleme." diye Allahü Teâlâ'ya yalvarýrdý. Bütün hayvanlara karþý da çok merhametliydi. Merkebe suyunu verir, tavuklara yem atardý.
Merkez Efendi, bülûð çaðýna geldiði günden, ömrünün sonuna kadar, hiç cemâatsiz namaz kýlmamýþtýr. Eðer öðle ve yatsý namazlarýnda cemâate yetiþememiþ ise, namazýný kýlmýþ olanlardan birkaç kimseye; "Hayâtýmda hiç cemâatsiz farz namaz kýlmadým. Ýmâm olayým da sizlerle namaz kýlalým. Ayný namazý tekrar kýlmanýn zararý olmaz. Sonra kýldýðýnýz nâfile olmuþ olur." buyururdu. Bir tarafa giderken, yolda bir çiftçiyi tarlasýnda çalýþýr görse, yanýna varýr ve; "Îmâný bilir misin? Namazýn farzlarý hakkýnda mâlûmâtýn var mý?" der, bilmiyorsa anlatýr. "Mü'min ile kâfiri ayýran fark, namazdýr" hadîs-i þerîfini naklederdi. Hayvanlara merhamet edilmesini, götürebilecekleri kadar yük yüklenmesini, aç býrakýlmamalarýný da tembih ederdi. Ýþe baþlarken; "Yâ Rabbî! Bütün müslümanlara faydalý olmak, çocuklarýma helâlinden rýzk kazanmak için çalýþýyorum." diye niyet etmesini, böyle niyet ederse, her adýmýna sevap verileceðini ve günahlarýnýn affolunacaðýný, yetiþtirdiði mahsûlün herbir tânesinin boþa gitmeyeceðini, hepsinin fayda saðlayacaðýný ve mahsûlün uþrunu vermenin farz olduðunu anlatýrdý. Bu þekilde, gördüðü insanlara mesleðiyle ilgili nasîhatler ederdi.
Ýnsanlara vâz ve nasîhat verirken gözlerini kapayarak anlatýrdý. Fakat orada olanlarý kalb gözü ile görürdü. Merkez Efendi Balýkesir'e gittiðinde, bir Cumâ günü namazdan sonra kürsiye çýkýp vâz etti. Halk, Merkez Efendiyi tanýmadýklarý için, pek iltifât etmediler. Vâzý dinlemeyip, teker teker câmiden çýkarak gittiler. Ve birbirlerine; "Halvetî yolunun büyüklerindenmiþ." diyorlardý. Herkes çýktýktan sonra, müezzin efendi elinde kapýnýn anahtarý olduðu hâlde kürsînin yanýna varýp, gözü kapalý olarak konuþan Merkez Efendiye; "Hoca efendi! Giderken câmiyi açýk býrakma. Anahtarlarý buraya býrakýyorum. Çýkarken kitlemeyi unutma!" dedi. Merkez Efendi gözünü açmadan; "Müezzin efendi, sen de iþine gidebilirsin. Bizim sohbetimizi siz dinlemiyorsunuz, fakat melâike-i kirâm dinlemektedirler." buyurdu ve vâzýna devâm etti. Biraz sonra câmiden gidenlerin hepsi geriye döndüler. O kadar çok insan toplandý ki, cemâati câmi almaz oldu.
Merkez Efendi Manisa'da iken, Hocasý Sünbül Sinân hazretleri 1529 (H. 936) da hastalandý. Vefâtýndan önce talebeleri; "Efendim! Sizden sonra kime tâbi olalým?" diye sordular. Onlara; "Taþradan ilk gelecek dostumuz yerimize geçecek." buyurdu. Sünbül Sinân'ýn vefâtýndan sonra, talebeler, merakla taþradan gelecek olan dostu beklediler. Bu sýrada Manisa'da bulunan Merkez Efendinin gönlüne bir kor düþüp yollara düþtü. Hocasýnýn vefâtýndan on gün sonra Ýstanbul'a geldi. Sünbül Sinân'ýn çok sevdiði talebelerinden Yâkub Germiyanoðlu, Sünbül Efendinin yerine geçmiþ, talebeleri okutmaða baþlamýþtý. Merkez Efendi, hocasýnýn Koca Mustafa Paþa'daki dergâhýna gitti. Dergâhta bulunan yeni talebeler Merkez Efendiyi tanýmýyorlardý. Yâkûb Germiyanoðlu, Merkez Efendiyi kendi odasýna dâvet etti. O gece Yâkûb Efendi, Sünbül Efendinin yerine kimin geçmesi lâzým geldiðini anlamak için istihâre namazý kýlýp duâ etti. Rüyâsýnda, büyük bir meydana kalabalýk bir meclis kurulmuþ. Peygamber efendimiz de hazýr bulunmaktaydý. Peygamber efendimizin karþýlarýnda bir kürsî vardý. Kürsînin üzerinde de Merkez Efendi oturmakta ve "Tîn" sûresinin tefsîrini yapmaktaydý. Tefsîri yaparken, baþýndaki sarýðýn bâzan yeþil, bâzan siyah olduðunu gördü. Yanýndakilere bunun mânâsýný sorduðunda; "Yeþil renk, dînin zâhirî ilimlerinde, siyah renk de dînin bâtýnî ilimlerinde kemâl mertebesindeki olgunluða iþârettir." cevâbýný verdiler. Ertesi gün Yâkûb Germiyanoðlu, talebeleri toplayarak rüyâsýný olduðu gibi anlatýnca, hepsi Merkez Efendiye tâbi olup, hocalarý Sünbül Sinân hazretlerinin halîfesi kabûl ettiler. O günden sonra, talebeleri Merkez Efendi yetiþtirmeðe baþladý.
Merkez Efendi bir gün dergâhýn bahçesinde namaz kýlarken, secdeye vardýðý bir sýrada, yerden bir ses iþitti. Diyordu ki: "Ey Merkez Efendi! Yedi senedir yeryüzüne çýkmak için emrini bekliyorum. Beni bu hapishâneden kurtar. Zîrâ Allahü teâlâ, beni sýtma hastalýðýna þifâ olarak yarattý." Merkez Efendi namazdan sonra talebelerine; "Burayý kazýnýz. Sýtmalýlara þifâ olacak bir su çýkacak" buyurdu. Kazdýlar, kýrmýzýmtýrak bir su çýktý. Kuyu hâline getirdiler. Niyet kuyusu ismi verilen bu kuyudan, sýtma hastalarý su alýr içerlerdi. Bu suyu içen hastalar, Allahü Teâlâ'nýn izniyle þifâ bulurlardý.Merkez Efendi, senelerce o dergâhta talebelere ders vererek, Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný bildirdi. Zaman zaman Ýstanbul'un çeþitli câmilerinde halka vâz ve nasîhatlerde bulundu. Onun vâzýnda câmiler dolar taþar, oturulacak yer kalmazdý.
Merkez Efendinin ömrü, hep ibâdet etmekle, insanlara hakký, doðruyu anlatmakla, Ehl-i sünnet îtikâdýný yaymakla, hayr ve hasenât yapmakta halka ön ayak olmakla, fakir ve zayýflarý himâye etmekle geçti. 1551 (H.959) senesi Rebî'ul-âhir ayýnýn on yedisine rastlayan Perþembe günü, talebelerine son vasiyetini yaptýktan sonra, Kelime-i þehâdet getirerek vefât etti. Cenâzesini Þeyhulislâm Ebüssü'ûd Efendi yýkadý. Cumâ günü Fâtih Câmiinde, misli görülmemiþ bir kalabalýk toplandý. Ebu's-suûd Efendi cenâze namazýný kýldýrdý. "Dünyâda bu kimseyi riyâsýz olarak görmüþtük." dedi. Sonra, kabrine götürülmek üzere omuzlarda taþýnmaða baþlandý. Herkes, bu âlim ve velîye hizmet edip, âhirette þefâatine kavuþmak aþkýyle tabutu taþýmak için birbirleriyle yarýþýyordu. Öyle ki, bazen kalabalýktan sýkýþan, güç durumlara düþenler bile oluyordu. Kalabalýðýn çok olmasý sebebiyle, uzun bir sürede, Topkapý surlarýnýn dýþýnda Kânûnî Sultan Süleymân Hânýn vâlidesi nâmýna yaptýrdýðý tekkedeki kabrine Ebu's-süûd Efendinin bizzat kendi eliyle defnedildi.Merkez Efendinden sonra, yerine oðlu ve halîfesi Ahmed Efendi talebe yetiþtirmeye devâm etti.
ISMARLAMAYINCA GELMEZSÝN
Mýsýr defterdarlýðýndan emekliye ayrýlan Dehânîzâde'nin babasý Kâtip Mehmed Çelebi anlattý: "Sünbül Sinân Efendi benim hocamdý. O vefât ettikten sonra üç sene, halîfesi olan Merkez Efendiye hiç gitmemiþtim. Bir gece rüyâmda hocam Sünbül Efendiyi gördüm. Buyurdu ki: "Mehmed Efendi! Niçin gaflet edip Merkez Efendiye teslim olmazsýn? O benden daha üstündür. Hemen var, eksik kalan eðitimini tamamla!" Sabahleyin Merkez Efendinin huzûruna gittim. Beni görünce; "Ismarlamayýnca gelmezsin. Fakat benden üstündür deyince gelirsin. Hâlbuki hocamýzýn benden üstündür demesinin sebebi, senin hakkýmdaki kötü zannýný bertaraf etmek içindir. Yoksa kýyâmet gününde yüksek hocamýzýn sancaðý altýnda haþrolmayý ümîd ederiz." dedi. Þaþýrdým kaldým ve tövbe edip talebesi oldum."
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kaynaklar:
1) Þakâyik-ý Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.522
2) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baský) s.1109
3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.6, s.4265
4) Tezkire-i Halvetiyye (Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kýsmý, No: 1372); s.24b
5) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.268
6) Lemezât; s.236
7) Hadîkat-ül-Cevâmi; c.1, s.257
8) Tuhfet-ül-Mücâhidin; (Nûruosmâniye-2293); v.538 a
9) Ýslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.14, s.197