Maverdi By: reyyan Date: 11 Temmuz 2012, 11:12:56
MÂVERDÎ
(ö. 450/1058)
Siyaset ve ahlâk nazariyeleriyle tanýnan Þafiî fakihi.
Ebü'l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî. 364'te (974-75) Basra'da doðdu. Babasý gül suyu (mâü'l-verd) iþiyle uðraþtýðý için Mâverdî lakabýyla tanýndý. Ýlk fýkýh eðitimini memleketinde Mu'tezile âlimi Ab-dülvâhid b. Hüseyin es-Saymerî'den aldý. 398 (1008) yýlýndan önceki bir tarihte Baðdat'a giderek Ebû Hâmid el-Ýsferâyînî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Bâfî ve diðer bazý âlimlerden ders okudu. Ebû Ali Hasan b. Ali el-Cebelî, Muhammed b. Adî el-Minkarî ve Ebü'l-Kâsým Ýbnü'l-Mâristânî'nin aralarýnda bulunduðu ulemâdan hadis dinledi. Hanefî fakihi Kudûrî'den yararlandý. Nîþâbur yakýnlarýndaki Üstüvâ'da ve diðer bazý yerlerde kadýlýk yaptýktan sonra Baðdat'a döndü. Fýkýh, usûl-i fýkýh, tefsir ve ahlâk dersleri verdi, hadis rivayet etti. Basra Camii'nde de bir halkasý olduðu anlaþýlmaktadýr (Edebü'd-dünyâ, s. 390). Kariyerinde birbirlerine baba-oðul kadar yakýn olduklarýný söylediði (Ýbnü'l-Cevzî, VIII, 26), Ýbn Ebü'þ-Þevârib ailesinin en son kâdýlkudâtý Ahmed b. Muhammed b. Abdullah'ýn katkýsý olsa gerektir. Kendisinden fýkýh öðrenen ve hadis dinleyenler arasýnda Hatîb el-Baðdâdî ve Ebü'l-Fazl Ýbn Hayrûn gibi önemli þahsiyetler bulunmaktadýr.
Mâverdî, Kâim-Biemrillâh tarafýndan 422 (veya 423/1032), 428 (1037) ve 435 (1043-44) yýllarýnda Büveyhî emîrleri Ebû Kâlîcâr, Celâlüddevle ve Selçuklu Sultaný Tuðrul Bey'e gönderilen diplomatik heyetlerde görevlendirildi. Emîrlerin ikram ve ihsanýna mazhar oldu. Kadýlýk maaþý yanýnda elde ettiði bu tür gelirler sayesinde refah içinde yaþadý. Elçilikleri sýrasýnda hükümdarlara doðru bildiði hususlarda eleþtiriler yöneltmekten çekinmedi. Nitekim 1032’de Ebû Kâlîcâr'ýn "sultân-ý a'zam" ve "mâlikü'l-ümem" unvanlarýný almak istemesine bunlarýn hilâfet makamýna lâyýk olduðu gerekçesiyle karþý çýktý (kendisinin aktardýðý bir örnek için bk. Teshîlü'n-nazar, s. 221-222). Halife, 429 Ramazanýnda (Haziran 1038) Celâlüddevle'ye "þâh-ý þâhân" unvanýný verince halkýn tepkisini çekti. Geliþmeler üzerine mesele hakkýnda fetvasý istenen âlimler arasýnda bulunan Mâverdî, Celâlüddevle'ye yakýnlýðýyla tanýnmasýna raðmen buna karþý çýktý; dinî gayretten kaynaklanan bu tavrý sebebiyle emîrin bile takdirini kazandý (Ýbnü'l-Cevzî, VIII, 6'. Ýbn Kesîr, XII, 33, 43-44,51). Ancak halifenin ayný yýl Mâverdi’ye Ýslam tarihinden ilk defa olarak "akd kudat” unvanýný vermesi ilginçtir. 437 de (1045-46) Reisürrüesâ Ýbnü'l-Müslime’nin vezirliðe getirilmesinden sonra siyaset sahnesinden çekilen Mâverdî tamamen tedris ve telif faaliyetleriyle meþgul oldu. 450 (27 Mayýs 1058) vefat eden Mâverdî nin cenazesi Babu’l-harb semtindeki kabristana defnedildi. Mâverdî kaynaklarda vakar, hilim, hayâ, tevazu, ihlâs, feraset ve üstün zeka sahibi olarak nitelenir. Hatîb el-Baðdadi ve Ýbnü’l Cevzî onu sika, Zehebi ve Ýbni Hacer el-Askalânî sadûk kabul etmektedir.
Ýbnü's-Salâh eþ-Þehrezûrî, tefsirinde ortaya koyduðu bazý görüþlerin Basralýlar'ýn temayülüne uygun olarak Mu'tezile'ninkilerle örtüþtüðü gerekçesiyle Maverdî'yi gizli i'tizâl ile itham etmiþ, ancak mutlak Mu'tezilî saymamýþ, bu sebeple kendisinden fýkýh ve hadis konularýnda birçok nakilde bulunmuþtur (Tabakatü'l-fukahâ'i'þ-Þâfiýyye, II, 638-639). Yâküt el-Hamevî onun fürûda Þâfiî, usulde Mu'tezilî olduðu kanaatindedir (Mu'cemü'l-üdebâ XV, 53). Aslýnda müctehidlik mertebesine eriþen Mâverdî'nin Mu'tezile ve Eþ'ariyye'nin bayraktarlýðýný yapan çaðdaþlarý Kâdî Abdülcebbâr, Ebû Ýshak el-Ýsferâyînî ve Bâkýllânî gibi kelâmcýlarýn cüz'iyyâtla ilgili bazý görüþleri arasýnda tercihte bulunmasý tabii karþýlanmalýdýr. Nassa öncelik veren hadisçilerin aklî mülâhazalarla farklý görüþleri benimseyen âlimlere i'tizâl ve teþeyyu' ithamýnda bulunmasýna sýkça rastlandýðý bilinmektedir. Kâdir-Billâh da 420 yýlýnýn 18 Þaban, 20 Ramazan ve 1 Zilkade (1 Eylül. 2 Ekim, 11 Kasým 1029) tarihlerinde toplumun ileri gelenlerini huzuruna çaðýrmýþ, Mu'tezile ve Þia'ya reddiye mahiyetinde olup er-Resâ'ilü'l-Kadiriyye adýyla anýlan yazýlý görüþlerini dinleterek mutabakatlarýný almýþtýr. Kâim-Biemrillâh da 433 (1041-42) yýlýnda ayný þeyi tekrarlamýþtýr (Ýbnü'l-Cevzî, VIII, 41, 109-111; Ýbn Kesîr, XII, 26, 49). Büyük ihtimalle bu toplantýlara katýlan Mâverdî'nin Mu'tezile taraftarlýðý yapmasý beklenmemelidir. Ayrýca hadislerden hareketle sünnetullaha aykýrý mucizeleri ve cennetin hâl-i hâzýrda yaratýlmýþlýðýný kabullenerek halku'l-Kur'ân'ý reddetmesi, Allah'ýn zâtýnýn tek, sýfatlarýnýn kadîm olduðu görüþünü benimsemesi, Kur'an'ýn sünnetle nesh edilemeyeceðini savunmasý gibi konularda Mu'tezile'den ayrýlmaktadýr.
"Ashâbü'l-vücûh"tan olan ve Þâfýî mezhebinin hafýzý sayýlan Mâverdî'ye göre ictihad farz-ý kifâyedir; yeterli olmayanlara yüklenirse kargaþa ve fesat çýkar, ehil olanlar kaçýnýrsa þeriat duraklar, ilim söner (el-Hâui'l-kebîr, I, 142). Öncekilerin görüþlerine uymasý yönündeki bir uyarýya içtihadý taklide tercih ettiði þeklinde karþýlýk verdiðine dair rivayet (Yâkut, XV, 55) meseleye bakýþýný yansýtmaktadýr. Müctehid kadý için farklý mezheplerden tercihi caiz görmesi de taassuba saplanmadýðýný göstermektedir (Edebü'l-kâdî, 1,644). Hadis ilmine hassasiyetle yaklaþtýðý anlaþýlan Mâverdî, icazet ve mükâtebe yoluyla rivayeti hadis yolculuðunu önleyeceði gerekçesiyle reddetmiþtir (el-Hâvil-kebîr, 1,153-154).
Talebelerinden Basra Kadýsý Ebü'l-Ferec Ýbn Ebü'l-Bekâ Mâverdî'nin bütün kitaplarýnýn râvisidir. Eserlerinin hayatta iken yayýlmasýna izin vermediði þeklindeki rivayet herhalde doðru deðildir. Çünkü en-Nüket ve'l-Uyûn'u Harîrî'ye, Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn ve el-Ahkâmü's-suhâniyye’yi Ebû Ali Hasan b. Ahmed el-Katîî'ye okuttuðu (Ýbn Hayr, s. 59; Ýb-nü's-Salâh, I, 234), son eseriyle el-Ýknâ’ý halifeye takdim ettiði bilinmektedir. Kavânînü'l-vizâre'yi de -mukaddimesindeki ifadelere bakýlýrsa- ya Kâim-Biemrillâh'ýn veziri Reîsü’r-rüesâ Ýbnü'l-Müslime'ye veya Celâlüddevle'nin veziri Hibetullah b. Ali Ýbn Mâkûlâ'ya sunmuþ olmalýdýr.
Görüþleri.
1. Ahlâk. Ahlâkýn ve dinî mükellefiyetin esasý olmasý bakýmýndan aklýn dinden önce geldiðini savunan Mâverdî, muhtemelen iktidar sahiplerinin -özellikle bir kýsým Emevî yöneticilerinin yaptýðý üzere- bazý yanlýþ davranýþ ve haksýz uygulamalarýný ilâhî takdirin gereði gibi göstererek meþrulaþtýrmaya çalýþmalarýna imkân vermemek için ahlâký "insanýn nefsinde gizli olup çeþitli sebeplerle dýþa vuran kiþilikle (ahlâku'z-zât) iradeli davranýþlar" (ef âlü'l-irâde) þeklinde tanýmlamaktadýr. Kiþiliðin de fýtrattan kaynaklanan (garîzî) ve sonradan kazanýlan (müktesep) huylar olarak iki boyutu vardýr. Ona göre mutlak anlamda erdemli veya kötü insan yoktur. Erdemli faziletlerinin, kötü ise rezilliklerinin baskýn olduðu kimsedir. Esas övgüye lâyýk erdemler kiþinin kendi çabalarýyla edindikleridir. Hem din hem dünya maslahatlarýný kapsamasý bakýmýndan beþerî mertebelerin en þereflisi olan nübüvvet makamýna ahlâkî faziletleri en kâmil ve soyu en þerefli kiþiler seçilmiþtir. Konumu itibariyle ondan sonra gelen imam ve emîrin de nübüvvet hasletleriyle þekillenmesi vacip olup bu makamlara râþid halifeler gibi erdemlere sahip þahsiyetler getirilmelidir (Teshîlü'n-nazar,s. 101-105, 134-135). Bu yaklaþým siyasetin en deðerli meslek olarak gösterilmesinin gerekçesini de ortaya koyar. Mâverdî'nin, köklerinin asaleti ve himmetlerinin yüceliði bakýmýndan hükümdarlarda yaratýlýþtan gelen erdemlerin avama kýyasla daha çok bulunduðunu ve daha fazla dýþa vurduðunu ileri sürmesi, avam-havas ayýrýmcýlýðýnýn genel kabul gördüðü seçkinci Abbasî sosyopolitik kültür ortamýndan etkilendiðini gösterir gibidir (M. Âbid el-Câbirî, el-'Aklü's-siyâsiyyü'l-'Arabî, s. 343). Ayrýca halife olacak kimselerde nesep (Kureþîlik) þartý aramasýnda, hem soydan gelen fýtrî erdemlerin baskýnlýðýna hem devletin kuruluþu ve bekasýnda asabiyetin gerekliliði anlayýþýna örtülü bir iþaret olabilir. Mâverdî, hükemâya uyarak edebi farzlarýn edasýný saðlayan þeriat edebi ve ülkenin bayýndýrlýðýný gerçekleþtiren siyaset edebi þeklinde ikiye ayýrýp her ikisinin de adalete yöneldiðini, adaletin iþlevinin siyasal barýþ ve ülkenin bayýndýrlýðý olduðunu, farzlarý terk edenin kendisine, ülkeyi tahrip edenin ise baþkalarýna zulümde bulunacaðýný belirtmektedir (Edebü'd-dünyâ, s. 202-203).
2. Toplumbilim. Mâverdî'ye göre beþer tabiatý uzlaþmacý deðildir. Dolayýsýyla Allah birbirlerini tamamlayýp kaynaþmalarýný ve uzlaþmalarýný saðlamak için insanlarý çeþitli sýnýflara ayýrmýþ ve farklý konumlarda yaratmýþtýr (A'lâmü'n-nü-büvve, s. 42). Eðer insanlarýn durumu ayný olsaydý birbirlerinden yararlanamazlardý; ihtiyaçlarý ve kendi kendilerine yetersizlikleri sebebiyle yok olurlardý. Çünkü insan bütün canlýlar arasýnda en muhtaç olanýdýr; hayvanlarýn aksine hemcinsine baðýmlý olup yardýmlaþma güdüsü tabiatýnýn ayrýlmaz vasfýdýr. Ýhtiyaç ve yetersizlik kendisini zenginliðin azgýnlýðýndan ve gücün bozgunculuðundan korur. Allah ihtiyaçlarýný giderebilmesi için sebepler, yetersizliðini aþabilmesi için meslekler yaratmýþtýr; her fert bunlarý aklý ve maharetiyle bulur. Ýhtiyaçlarýn karþýlanmasýnda yardýmlaþmanýn keyfiyetini belirleyici unsur ilham deðil akýldýr (Edebü'd-dünyâ, s. 33, 196-197, 200, 305-306). Bu noktada Mâverdî nin, muhtemelen yaygýnlaþan Bâtýnîliðe tepki olarak ilhamýn aslî bilgi kaynaðý veya bilinenleri ispat aracý sayýlamayacaðýný savunduðu vurgulanmalýdýr (Ahkâmü'n-nübüvve, s. 25). Mâverdî, topluluðun ve devletin ortaya çýkýþýný sadece üretim iliþkilerinin yönlendirdiði tabii bir süreç þeklinde deðil Allah'ýn takdir ve tedbiri olarak algýlamaktadýr.
Müellif, toplumsal yaþamýn dirlik ve düzeni için ferde gerekli üç temel unsuru þöyle sýralamaktadýr:
a) Ýtaatkâr nefis. Bu hem idare eden hem idare edilen için önemlidir, çünkü nefsine hâkim olamayan baþkalarýna da hâkim olamaz,
b) Toplayýcý bað. Kaynaþma baþta þümullü toplumsal birlikteliðe ve maslahat birliðine götüren, dayanýþma ruhu aþýlayan din olmak üzere soy, hýsýmlýk, dostluk ve yardýmseverlikle saðlanýr. Hemcinsleriyle kaynaþama-yan kiþi insanlarýn kýrýcýlýk ve çekemezlik gibi kötü huylarýndan korunamaz,
c) Yeterli maddiyat. Bu husus, medenî toplumun kurulmasýnýn sebeplerinden olan ihtiyaç maddelerinin üretimindeki dayanýþma ve iþ bölümünü kapsamaktadýr. Mâverdî, aslýnda çeþitli meslekleri icra ederek geçimini saðlamanýn medenî toplumun kurucu ve koruyucu unsurlarýndan olduðunu ima ederken kazanç için çalýþmayý tevekküle aykýrý gören ve zalim sultana hizmeti haram sayan bazý zâhidlere karþý çýkmaktadýr (Edebü'd-dünyâ, s. 220-330; Teshîlü'n-nazar, neþredenin giriþi, s. 47-51).
Yunan filozoflarýnýn da etkisiyle sosyolojideki ihtiyaç doktrininin savunuculuðunu yapan Mâverdi ye göre insanlar arasýndaki iþlemlerde rekabet ve çekiþmeleri düzenleyecek daha aþkýn bir deðere yani dine ihtiyaç vardýr. Çünkü din beþer nefsini rahatlatýr, iç huzuru verir, insanlarý güzel muamele ve iliþkiye, karþýlýklý yakýnlýk ve insafa teþvik eder, günah ve suçlardan uzaklaþtýrýr.
Her þeye raðmen Allah'ýn farklý yaratýþýndan kaynaklanan tabii eþitsizliklere toplumsal yaþamýn getirdiði eþitsizliklerin katýlmasý çatýþmaya yol açabilir. Dolayýsýyla sosyal adalet, huzur ve güvenliðin temini için siyasî iktidara ihtiyaç vardýr; çünkü devlet öznel yargýlarýn yerine nesnel yargýlarý getirerek barýþý saðlayabilecektir. Ýnsaný topluluk hayatýna muhtaç ve yetersiz tabiatý yönlendirirken devlete adalet ve güvenlik arayýþý sevk etmektedir. Devletin amacý insanýn tarih öncesinden gelen ahdine ve insanlýðýn hilâfet misyonuna sadakattir.
3. Siyaset. Mâverdî siyasî düþüncesini, Hulefâ-yi Râþidîn'in saadet asrýnýn özlemiyle adaleti tesis edecek müstakbel kurtarýcý beklentisi arasýnda bocalayan siyasî bunalým döneminde ortaya koymuþtur. Bu sebeple ilk dört halifenin seçim yöntemlerini esas alan bir hilâfet nazariyesi geliþtirerek Ýslâm devletinin birliðini ve bekasýný korumaya çalýþmýþtýr. Ýmamýn Allah'ýn deðil Hz. Peygamber'in halifesi olduðu fikrini savunurken hem Fars siyaset kültüründeki zýllullah (Allah'ýn gölgesi) ideolojisini hem de yanýlmaz kanun koyucu (masum imam) beklentisini reddetmektedir (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 22). "Hilâfetü'n-nübüvve" misyonu dinin korunup yayýlmasý ve Ýslâm toplumunun yönetimini içermektedir.
Mâverdî hilâfetin icmâen vacip olduðunu söylerken bazý Hâricîler'e cephe almaktadýr; çünkü onlara göre insanlarýn birbirine karþý âdil ve cömert davranmasý mümkün olduðundan imama ihtiyaç yoktur (a.g.e., s. 3; krþ. Edebü'd-dünyâ, s. 204-205). Bir yandan Þîa'daki imamýn nasla tayini fikrine cephe alýrken öte yandan -muhtemelen bu sýfatý kendilerine yakýþtýran Fatýmî idarecilerine karþý Abbasî hilâfetini koruma gayretiyle- halifenin kabilesinin (Kureyþ) nasla ve icmâ ile sübûtunu savunur. Bu arada masum imamýn halefini tayinde yanýlmazlýðý ideolojisinin karþýsýna bir anlamda icmâ-ý ümmetin masumiyeti fikrini yerleþtirir. Ona göre ictihad yapabilecek seviyede ilim, adalet, kifayet, selâmet ve Kureyþ'e mensubiyet þartlarýný taþýyan her müslüman erkek halife olabilir (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 5). Böylece imamýn Kureyþ'e mensubiyetini gerekli görmeyen ve þartlarý taþýyan her müslümanýn halife olabileceði görüþünü benimseyen Hâriciyye ve Mu'tezile'-den ayrýlýr.
Carl Brockelmann (El2 (ing.), VI, 869), Jean Sauvaget Malcolm H. Kerr gibi þarkiyatçýlar -zamanýnda revaç bulan imamet düþünceleriyle hesaplaþma gayretini göz ardý ederek- Mâverdî'nin günlük hayatýn gerçeklerinden kopuk ideal ve hatta ütopik bir ýslahat tasarýsý ortaya koyduðunu ileri sürmektedir. Halbuki Mâverdî, Yunan felsefesinin etkisiyle ütopik ideal devlet nazariyeciliði yapan Fârâbî gibi felsefecilere ve Fars siyasetnâme geleneðinin tesiriyle devlet adamlarýna pratik/ pragmatik öðütler üzerine yoðunlaþan ulemâ ve bürokratlara karþý sosyopolitik sözleþmeye dayalý halife merkezli bir hukuk devleti tasarlamaktadýr. Çünkü onun for-mülasyonunda ümmetin temsilcileri konumundaki seçici kurulun (ehlü'l-hal ve'l-akd) icabý ve halife adayýnýn gönüllü kabulü sözleþmenin hukukîliðinin göstergesidir (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 8). Mâverdî bu tasarýyla ümmetin maslahatýný ve birliðini gözetmekle yükümlü halifenin aþkýn otoritesini, kavmî çýkarlara öncelik vermelerinden korkulan emîrlerin üstünde hâkim kýlmayý hedeflemektedir. Ancak devrinde ümerânýn fiilî ve halifenin simgesel iktidarý temsil ettiði gerçeðinden etkilenerek imamýn hükümranlýðýnýn tanýnmasý ve þeriatýn uygulanmasý þartýyla gasp yoluyla emirliði (imâretü'l-istîlâ) zaruret kaidesi gereðince onaylamaktadýr. Mâverdî'nin geliþtirdiði bu zaruret nazariyesi Gazzâlî ve Ýzzeddin Ýbn Cemâa tarafýndan kullanýlmýþtýr.
Hamilton A. Roskeen Gibb (Studies, s. 142-143, 152-153, 162-164) ve Erwin I. J. Rosenthal (Political Thought, s. 27-28) gibi þarkiyatçýlarýn aþýrý indirgemeci yaklaþýmla statükoculukla suçladýklarý Mâverdî, zaruretten kaynaklanan imâretü'l-istîlâyý benimsemekle aslýnda gâsýp emîrleri meþruiyet sýnýrlarý içine çekmeye çalýþmýþtýr. Bu düzende her ne kadar þartlarý ve hükümleri bakýmýndan mutlak teamülden sapma varsa da bir eyaletin idaresini zorla ele geçiren emîrin bölgenin yönetimine yetkili kýlýnmasýyla otoriteye itaatin, ümmetin birliðinin, tayinlerin meþruiyetinin ve dinî ahkâmýn muhafazasý mümkün olabilmektedir. Gâsýp emîr seçilme þartlarýný taþýyorsa halifenin yetki vermesiyle geçerli tasarruflarda bulunabilir. Eðer seçilme þartlarýndan bazýsýný taþýmýyorsa halife baðlýlýðýný saðlamak, muhalefet ve direniþi önlemek için kendisini doðrudan tanýmak veya ona bu þartlara sahip bir yardýmcý tayin ederek eksiklerini gidermek suretiyle iktidarýný onaylamak arasýnda muhayyerdir. Buna karþýlýk eðer devlet erkânýndan biri halifenin tasarruflarýný kýsýtlar ve yürütme erkini üstlenir de dinî ahkâma ve adaletin gereðine uymazsa halife güç sahiplerinden yardým alarak onu bertaraf etmelidir. Mâverdî'nin ölümünden üç yýl sonra bu durum gerçekleþmiþ ve halifenin daveti üzerine Selçuklu Sultaný Tuðrul Bey Baðdat'a girerek tecavüzkâr Büveyhî Valisi Arslan el-Besâsîrî'yi uzaklaþtýrmýþtýr.
Bu çerçevede Mâverdî'nin halifenin tek kiþi tarafýndan seçilmesini dahi onaylamasý yürürlükteki veliahtlýk müessesesini meþrulaþtýrma giriþimi gibi algýlanabilirse de esasen Zeydiyye dýþýndaki Þîa'ya karþý tavýr aldýðý, her þeye raðmen imamýn aranan vasýflarý taþýmasýný teminat altýna soktuðu ve bir seçmenle dahi olsa imamet sözleþmesi yapmak suretiyle kendisini þeriatýn muhafazasý ve tatbikiyle mükellef kýldýðý fikrini vermektedir (Mikhail, s. 21-22). Çünkü veliaht tayinini onaylarken adayda gerekli niteliklerin varlýðýný önemsemiþtir; vasýflan hilâfete liyakati sakatlayacak kadar deðiþmediði müddetçe veliahtýn azline cevaz vermemesi bunu göstermektedir. Sýnýrlý sayýdaki ehlü'l-hal ve'l-akdi yeterli görürken hem halife seçiminin bir an önce sonuçlanýp siyasî istikrarýn saðlanmasýný, hem de ilk dört halifenin iþ baþýna geliþ usullerinin meþruiyetini vurgulayarak Ýsmâiliyyeve Ýmâmiyye'ye karþý çýkmayý düþünmüþ olmalýdýr. Kendine has þartlar içinde geliþen ilk devir tatbikatýnýn sýnýrlý sayýdaki ehlü'l-hal ve'l-akde mutlak meþruiyet gerekçesi oluþturmasý mâkul görünmemekle birlikte halifenin genel seçimle belirlenmesinin o dönemler için uygulanabilirliði bulunmadýðý unutulmamalýdýr. Ayrýca Mâverdî'nin tasarladýðý hükümetin deðerlerini ve meþruiyetini sadece seçim prosedüründen almadýðý da vurgulanmaya deðer bir baþka önemli noktadýr. Mâverdî, muhtemelen yine Þîa'ya reddiye sadedinde kamuoyunun tamamýnýn halifeyi þahsen tanýmasýnýn zorunlu olmadýðýný da savunmaktadýr (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 21). Ona göre ayný zaman ve mekânda iki veya daha çok halife olamayacaðý icmâ ile sabittir (Edebü'd-dünyâ,s. 205-206). Burada ümmetin bütünlüðünün korunmasý yanýnda rakip Fatýmî hilâfetinin reddi ve Büveyhîler'in muhtemel halifelik giriþimlerini önleme gayreti sezilmektedir.
Halife akdin gereði olan yükümlülüklerini edadan âciz kalýrsa halkýn ona karþý sorumluluðunu yerine getirmesinin farziyeti düþer ve imam azledilmiþ olur. Hanefîler'in aksine fâsýðýn imametini reddeden Þâfiîler fýþký tezahür eden imamýn meþruiyetini kaybedeceði kanaatindedir (Ahmed Mübarekel-Baðdâdî, Dirâsât fi's-siyâseti'þ-þeriyye,s. 130-132). Mâverdî, halifenin ehlü'l-hal ve'l-akd tarafýndan hukuken görevden alýnabileceðini söyler, fakat bunun hukuken mümkün olan yolunu göstermez. Azil mekanizmasýný fazla belirginleþtirmezken belki de imamýn esasen sözleþmeyle belli ölçüde sýnýrlanmýþ otoritesini baþtan tartýþmalý hale getirmekten kaçýnmaktadýr. Hal' yetkisini ehlü'l-halle tahsis ederken de (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 24-29; Saîd Abdülfettâh Âþûr, V, 24) aslýnda bir azil mekanizmasý geliþtirmekten çok zorba emîrlerin halifeyi devirmesini önlemeye çalýþtýðý düþünülebilir. Mâverdî'nin teoride bile olsa azle kapý açma cesaretini göstermesi önemlidir, çünkü sonraki âlimler bunu dahi yapamamýþtýr. Kýsacasý onun halifesi seçimle iþ baþýna gelmesi, hukuka upakla mükellef kýlýnmasý ve azledilebi-lirliði bulunmasý sebebiyle mutlakýyetçi vasýflardan uzaktýr.
Mâverdî'nin "sivil yükümlülük" kavramýna en çok yaklaþtýðý nokta, emri bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker sorumluluðunu ferdî vak'alarda duruma vâkýf olanlar üzerine ve güç yetirebilmeleri halinde vacip saymasýdýr. Muhtemelen iktidarý zorla ele geçiren yerel hükümetleri kastederek örgütlü bir kitle tarafýndan iþlenen ve propagandasý yapýlan münkerden nehyin hükmüne iliþkin dört ayrý görüþ aktarmaktadýr. Ancak özellikle zalim sultan tarafýndan iþlenen münkerin, din ve hak aþkýyla engellemeye çalýþanýn zarara girmesi ve hatta katledilmesi ihtimaline raðmen nehyine -maksada eriþtirmesi umuluyorsa- cevaz vermektedir. Her iki durumda da hedefe ulaþtýrmayacak veya ters tepki yapacak, ayrýca münkeri önlemeye uðraþanýn canýna mal olabilecek nehyin aklen de þer'an da vacip olmayacaðý kanaatine meylettiði anlaþýlmaktadýr (Edebü'd-dünyâ, s. 150-153; Mikhail, s, 44). Hâriciyye, Ýbâzýyye, Zeydiyye, Mu'tezile ve Mürcie'den ayrýlan Mâverdî müslüman fertlerin devlete karþý etkin direniþini saðlayacak siyasî mekanizmalar veya örgütler tasarlama gayretine girmez. Buna karþýlýk sapkýn görüþlerini yaymaya çalýþmadýklarý ve bölgesel ayrýlýkçýlýk yapmadýklarý sürece Ehl-i sünnet'ten farklý bid'atçý bir mezhebi benimseyen örgütsüz sivil müslüman muhaliflere karþý -devlet baþkanýna itaati desteklemekten kaçýnsalar bile- iktidar tarafýndan silâhlý güç kullanýlmayacaðýna, kendilerine haklar ve hadlerle ilgili hükümlerin adaletle uygulanacaðýna dair görüþü (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 79-80) ümmetin birlik ve bütünlüðünün korunmasýna yöneliktir.
Hükümet baþkanlarýna istiþare sorumluluðu yüklemekle (Edebü'd-dünyâ, s.422-430; Teshîlü'n-nazar, s. 166-172) mutlakýyetçi bir yaklaþým benimsemediðini gösteren Mâverdî'nin vurguladýðý þu ilkelerden anayasal bir hükümet ve nomokratik bir idare tasavvur ettiði anlaþýlmaktadýr: Yüklendiði ilâhî mesuliyete raðmen halife baþkadýdan daha fazla ictihad yetkisine sahip deðildir; vezir yürürlükteki hukukî prosedüre uygun bir icraat veya harcama yapmýþsa imamýn onun yürürlüðünü durdurma hakký yoktur (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 31-32); vezir Allah'ýn haklarýyla sultanýn haklarý çatýþtýðýnda, "Halika isyanda mahlûka itaat yoktur" kuralýnýn gereðini yapmalýdýr (Kavânînü'l-vizâre, s. 214); melik yetki kargaþasýna ve devlet ricalinin yetkilerini aþmasýna asla izin vermemelidir; melik akidlerine uymalýdýr, çünkü kendisini dünyevî konularda halk, dinî hususlarda Allah murakabe altýnda tutmaktadýr (Teshîlü'n-nazar, s. 147, 243). Ayrýca imamýn ölümü üzerine kadýlarýnýn azledilmiþ sayýlmayacaðý görüþüyle (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 101) yargý baðýmsýzlýðýna vurgu yapýlmaktadýr (Saîd Abdülfettâh Âþûr, V, 26).
Ona göre rejim (mülk) iki temel üzerinde istikrar kazanýr: Kuruluþ ve yönetim. Rejimin kuruluþu da üç alternatif temele dayanýr: Din, kuvvet ve mal/servet. Bunlardan en güçlüsü, köklüsü, süreklisi ve baðlýlýk bakýmýndan ihlâslýsý topluluk-kurucu unsur olan dindir. Güce dayalý rejim tesisi ya iktidarýn ihmal ve aczinden ya da zulüm ve istibdadýndan kaynaklanýr. Mevcut baskýcý rejim zayýflayýnca güçlüler iktidara tamah ederek veya zulmü durdurmak için harekete geçerler. Soy, görüþ ve cesaret açýsýndan ileri gelen birinin emirliðinde toplanan yeterli sayýda bir ordu iktidarý ele geçirebilir. Mâverdî, "güce dayalý rejim" (mülk kahir) adýný verdiði bu rejimin halka karþý adaletli davranýlmasý durumunda onaylanýp benimseneceðini ve kökleþeceðini düþünmektedir (krþ. Teshîlü'n-nazar,s. 253). Mal ve servete dayalý düzense zenginleþen bir zümrenin devlet içindeki konum ve baðlantýlarýný kullanarak iktidarý ele geçirmesiyle kurulur. En zayýf rejim budur (a.g.e., s. 203-205). Mâverdî, istikrarlý hükümetin tesisinin ardýndan gelen yönetim sürecinde ülkenin imarý, halkýn güvenliði, ordunun ve kamu maliyesinin yönetiminin önem taþýdýðýný belirterek eserlerinde bu konularda ayrýntýlý açýklamalarda bulunur (Edebü'd-dünyâ, s. 307; Teshîlü'n-nazar, s. 197-199, 206-223; Selâhaddin Abdüllatîf en-Nâhî, s. 5-7; M. Celûb el-Ferhân, sy. 34-35 (1997), s. 187-188,192-193). Toplumsal dirlik ve düzenin sýrasýyla dinî, siyasî, hukukî/adlî, inzibatî, iktisadî ve beþerî (psikolojik) olarak nitelenebilecek altý temeli bulunduðunu belirten Mâverdî bunlarý uyulan din, baskýn otorite (etkin yönetim), yaygýn adalet, genel güvenlik, sürekli bolluk ve geniþ emel þeklinde sýralayarak her birini açýklar. Bunlardan sonuncusuyla ilgili açýklamasý özellikle vurgulanmaya deðer. Ona göre geniþ emel, teþebbüs arzusunu kamçýlayarak insaný ömrüne sýðmayacak ve hayat boyunca eriþilmesi umulmayacak þeylerin elde edilmesine yöneltir. Allah'ýn insanlýða -hilâfet misyonunun gereði olarak- verdiði geniþ emel sayesinde büyüme, kalkýnma ve ilerleme saðlanmýþ, maddî ümran nesilden nesile geliþerek aktarýlmýþtýr (Edebü'd-dünyâ, s. 69-70, 201 -219, 268-269; ayrýca bk. Teshîlü'n-nazar, s. 155, 199, 226, 256, 280, 283, 287; Kavânînü'l-vizâre, s. 161; Ahmed Mübarek el-Baðdâdî, Mecelletü Külliyeti'l-âdâb, XI/1 11984|, s. 270-272; Selâhaddin Abdüllatîfen-Nâhî, s. 120, 137, 140, 143).
Mâverdî'ye göre halifenin mezalim davalarýna bizzat baþkanlýk etmesi adalet gereðidir. Böylece devlet baþkanýnýn soyutlanmýþlýk ve ululuðunun karþýsýna ulaþýlabilirlik ve basitlik ideali konmaktadýr (Mikhail, s. 32). Mâverdî, makamlarýn tecrübe ve beceri açýsýndan uygunluk aranmaksýzýn babadan oðula intikaline karþý çýkmakta, rütbe hiyerarþisini kabul etmekle birlikte âtýl kapasiteye yol açýlmamasý için meslekler arasýnda kabiliyete ve liyakate dayalý sýnýrlý geçiþi onaylamaktadýr (Teshîlü'n-nazar, s. 231-243, 264-265, 269-272). Ona göre Sâsânîler'in sýnýf atlama yasaðý makam ve mevkilerin âdil daðýlýmýný ortadan kaldýrmakta ve geliþme azmini kýrarak yetenekleri köreltmektedir. Mâverdî tebaayý istismar eden öðütücü ve ezici bürokrasiye karþýdýr. Masraflarý toplumun sýrtýnda aðýr bir yük oluþturan bürokrasi sýnýfý en az düzeye indirilmelidir; çünkü çokluk çekiþmeye, çekiþme de yozlaþmaya ve kayýrmacýlýða yol açar (Kavânînü'l-vizâre, s. 216).
4. Ýktisat. Mâverdî ekonomi çerçevesine giren önemli deðerlendirmelerde bulunmaktadýr. Vezirin ve üst düzey devlet erkânýnýn iktisadî faaliyetlerde bulunmasýný onaylamayan Mâverdî özel mülkiyet haklarýna ve hür teþebbüse saygýlýdýr. Ona göre yöneticiler herhangi bir sýnýfla rekabet etmemeli, iþ ortaklýðý yapmamalýdýr; çünkü bu durum haksýz rekabete yol açýp düzeni bozar, tebaanýn çalýþma azmini kýrar, kamu iþlerini ihmale uðratýr (a.g.e., s. 143-144).
Kamu maliyesinin idaresi konusunda vezire þu tavsiyelerde bulunmaktadýr: Gelirler heybetle ve þeffaflýkla korunmalýdýr. Zulüm, suiistimal, emanete hýyanet, bozgunculuk ve bunlarýn yol açacaðý vergi kayýplarýnýn önlenebilmesi için gelirlerin idaresinde görevlendirilecek memurlarda adalet, güvenilirlik, iþ bitiricilik, uzmanlýk ve müsamahakârlýk vasýflarý aranmalýdýr. Bir vergi bölgesini emanet usulüyle iþleten nazýrýn kusurundan dolayý gelirler azalýyorsa yerine yeterli niteliklere sahip, daha yüksek vergi toplamayý vaad eden veya toplamasý umulan bir baþkasý tayin edilmelidir. Vergi bölgelerinin âdil siyaset kanunlarýna uygun düþmeyen iltizam (daman) usulüyle iþletmeye verilmesi benimsenmemelidir. Mültezim (dâmin) daha yüksek vergi geliri elde etmek için bölgesini tahakküm altýna almakta, halka baský uygulamakta, böylece kaçkýnlara yol açmaktadýr (a.g.e., s. 192, 198-199; Teshîlü'n-nazar, s. 240-241; iltizamýn hükmü için ayrýca bk. el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 229). Âmilin tayin edilmiþ maaþýndan daha çoðunu haksýz yere almasý, belirlenmiþ vergilerden fazlasýný zorla toplamasý hoþ görülmez; suistimali varsa tazmin ettirilir. Mezâlim nâzýn gibi divan sorumlusu da halkýn vergi memurlarý aleyhindeki þikâyetlerini inceleyip hükme baðlamak ve zararlarýnýn tazminini saðlamakla yükümlüdür (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 107, 154,275,283-284).
Yetkili makamýn sorumluluðu güç sahiplerinin özel mülkiyete saygý duymasýný saðlamak, zorbalýkla müsadere edilmesini engellemek, vergi tahsilâtýnýn ve harcamalarýn idarî düzenlemelere uygunluðunu denetlemek, tahsildarlarýn, divan ve ordu mensuplarýnýn suiistimallerini önlemektir. Keyfî davranýþlarýnýn ve zulümlerinin önüne geçilebilmesi için devlet ricaline düzenli ve yeterli ücret verilmelidir (a.g.e., s. 106-109). Özellikle baþarýlý valiler ve haraç görevlileri kýsa aralýklarla deðiþtirilmemelidir; çünkü bu durum, onlarýn uzaklaþtýrýlma ihtimaline karþý üretken yatýrýmlarý aksatmalarýna ve gelecekte iþsiz kalma endiþesiyle para biriktirmek için halktan aþýrý vergi almalarýna sebep olabilir. Melik dürüst ve üretken memurlarýn mallarýna çeþitli bahanelerle el koyarak ne onlarý yolsuzluða sevk etmeli ne de kendisini zalim durumuna düþürmelidir. Buna karþýlýk hýyanet içindeki yöneticiler görevden alýnmalýdýr (Teshîlü'n-nazar, s. 266-267).
Komþularla yapýlan barýþ antlaþmalarý ve bu çerçevede ülkeye sokulan ticaret mallarýndan alýnacak gümrük vergilerinin oranlarý ve yeni düzenlemeler keyfîliklerin önlenebilmesi için sýnýrlardaki divanlarda ayrýntýlý bir þekilde kaydedilmelidir. Ýslâm ülkesinde þehirler arasý ticaretten gümrük alýnmasý haramdýr. Valilerin vergi oranlarý üzerinde yaptýklarý ayarlamalar þeriatça yasaklanmamýþ olup içtihada mahal varsa kabul edilir; çünkü zamda halkýn, indirimde ise hazinenin zararý vardýr (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 272-273).
Mâverdî, cizyenin mükelleflerin malî durumuna göre ictihadla belirleneceði görüþündedir. Haraç topraðýn verimliliði, sulaklýðý, ürününün kýymeti ve pazarlarla arasýndaki mesafeye dayalý ödeme kapasitesi göz önünde bulundurularak takdir edilmelidir. Haraçgüzârlarla feyin hak sahipleri arasýndaki adaletli dengenin gözetilmesi þarttýr; mükelleflere ihtiyaçlarýný karþýlayacak ve zor günler için ihtiyat akçesi biriktirecek kadar gelir býrakýlmalýdýr. Halkýn topraðýn verimliliðini arttýrýcý yatýrýmlarýndan kaynaklanan ürün artýþý sebebiyle vergileri yükseltilmemelidir; aksi takdirde giriþim arzularý kýrýlarak âtýl kapasiteye yol açýlýr. Buna karþýlýk kendi ihmallerinden kaynaklanan üretim düþüþü vergi indirimini gerektirmez, aksi halde atalete saplanýrlar. Haraç mükellefi vergisini ödeyemeyecek kadar malî sýkýntý içine düþerse ödeme ertelenir (a.g.e., s. 184, 188-193).
Harcamalar gerekli ve zorunlu kalemlere yöneltilmelidir. Giderlerin idaresinde görevlendirilecek memurlar ordunun erzaký gibi muayyen harcama kalemlerinin miktarlarýný ve hak sahiplerini bilmeli, nafaka / bahþiþ vb. masraflar hakkýndaki emirlere vâkýf olmalý ve âmirin politikasýný kavramalý, sarf kalemlerini bellemeli, iktisatlý davranmalý, ücretlerin ödenmesinde kamu yararýný gözetmelidir (Kavânînü'l-vizâre,s. 192-194).
Melikin adam kayýrmaksýzýn ve haddi aþmaksýzýn ihtiyaç sahiplerine atâ tahsisi takdire þayandýr; hesapsýz atâ daðýtmak ve haksýzlýk yapmak israf sayýlýr. Mâverdî kamu gelirlerinin harcanmasý sürecinde bölüþüm adaleti, hakkaniyet, liyakat, itidal, þeffaflýk, dürüstlük gibi ilkelere vurgu yapmaktadýr (Teshîlü'n-nazar, s. 174-178). Ödemelerle ilgili görüþleri hayat standardýna iliþkin ipuçlarý vermesi açýsýndan ilginçtir. Ordu divanýndan mücahidlere baðlanacak atâ yeterli miktarda olmalýdýr ki bunlar geçim uðruna ülkelerini savunmaktan geri kalmasýnlar. Yeterli miktarý belirlemede þu üç ölçüte itibar edilmelidir: Kiþinin bakmakla yükümlü olduðu aile fertleri, hizmetçiler, binek ve yük hayvanlarý, hayat þartlarýna uygun barýnak. Bunlarý karþýlamaya yetecek yýllýk bir atâ tahsis edilir ve her yýl durumu gözden geçirilerek gerekirse yeniden ayarlanýr (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 269-270).
Mâverdî'nin zekâta iliþkin bir görüþü de hayat standardý anlayýþýný yansýtýr. Zekâtta hak sahibi sekiz sýnýf (et-Tevbe 9/60) arasýndaki savaþçý olmayan miskinlerle fakirlere yýllýk geçimlerine yetecek miktarda pay verilir. Miskin ve fakirlere kamu arazilerinden himâ tahsisi caiz olup Câhiliye dönemindeki uygulamanýn aksine buralardan varlýklýlarýn istifadesi yasaklanmalýdýr (a.g.e., s. 156-158, 242-243). Mâverdî'nin fakirlerin korunmasýna yönelik bu yaklaþýmý, ayný zamanda kaynaklarýn tahsisinde âdil gelir daðýlýmý ilkesine verdiði önemi yansýtmaktadýr (Rif'atel-Ivazî, 1/1(1985), s. 112-114).
Ölü arazilerin üretime kazandýrýlmasýný önemseyen Mâverdî'nin bu konudaki ifadelerinden, hem kaynaklarýn etkin kullanýmýnýn saðlanmasýný hem de spekülatif amaçlý toprak yaðmacýlýðýnýn önüne geçilmesini hedeflediði sezilmektedir. Sultanýn, üzerinde tasarrufu caiz görülen ölü topraklardan ihya ve imara imkâný olanlarý iktâ-ý temlîkte bulunmasý caizdir. Böyle bir araziyi belli þartlar çerçevesinde ihya eden kimse -devletin iznini almaksýzýn- topraðýn mülkiyetine sahip olur (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 231-233,248-249).
Mâverdî'ye göre para, satýn alma veya tazminat iþlemlerinde mallarýn mutlak kýymet ölçüsü ve hesap aracýdýr. Mâverdî ekonomi biliminde Gresham kanunu adýyla bilinen, "Kötü para iyi parayý kovar" þeklindeki kuralý yüzlerce yýl önce vurgulamakta, bu sebeple sikkede sahtekârlýk yapanlara ta'zîr cezasý uygulanmasýna hükmetmektedir (a.g.e., s. 198-199; Teshîlü'n-nazar, s. 275-276; M. Celûbel-Ferhân.sy. 34-35 (1997), s: 185-186).
Mâverdî, bazý belediyecilik hizmetlerinin ve pazarlarýn denetimi baþta olmak üzere kamu alanlarýndaki zabýta görevinin yürütülmesi iþini hisbe teþkilâtýnýn sorumluluk alanýna sokmaktadýr. Meselâ su þebekesinin, ibadethanelerin bakým ve onarýmý gibi hizmetlerin, muhtaç yolcularýn temel ihtiyaçlarýnýn giderilmesi gibi kamu iþlerinin yerel idarelerin bütçesiyle ve merkezî hazineden talep edilecek destekle yahut þehrin ileri gelenlerinden saðlanacak gönüllü katkýlarla edasý muhtesibin yükümlülükleri arasýndadýr (el-Ahkâmü's-sultâniyye, s. 321; Rif'atel-Ivazî, 1/1 (1985), s. 116;).
Eserleri.
1. el-Hâvil-kebîr. Eserde alýþýlmýþ açýklamacý þerh tekniðinin aksine konular yeni meselelere dair hükümlerle zenginleþtirilmiþtir. Farklý görüþlerin gerekçeli olarak izah edilip tartýþýlmasý kitaba bir ilm-i hilaf eseri özelliði kazandýrmýþtýr (Erturhan, sy. 3 (1999), s. 482). Ýki ayrý ilmî neþri yapýlan (nþr. Ali Muhammed Muavvaz - Âdil Ahmed Abdül-mevcûd, giriþ cildi ve I-XVIII, Beyrut 1414/1994, Muhammed b. Ahmed el-Ezherî'nin ez-Zâhiyi ile birlikte; nþr. Mahmûd Mataracý v.dðr, 1-XXIV, Beyrut 1414/ 1994, Zeynüddin Ýbnü'l-Verdî'nin Behcetü'l-Hâvî'si ve ez-Zâhir ile birlikte) el-Hâvi'l-kebîr’in çeþitli bölümleri ayrýca basýlmýþ olup bazýlarý þunlardýr: Kýtâlü ehli'l-baðy (nþr. Ýbrahim b. Ali Sandýkçý, Kahire 1987); el-Hudûd (I—II. nþr. Ýbrahim b. Ali Sandýkçý, baský yeri yok, 1415/1995); er-Radâ' (nþr. Âmir Saîdez-Zeybârî, Beyrut 1416/1996); en-Nafakât (nþr. Âmir Saîd ez-Zeybârî, Beyrut 1418/ 1998).
2. el-Ýknâ. Rivayete göre Halife Kadir-Billâh dört mezhebin otoritelerinden birer muhtasar fýkýh kitabý hazýrlamalarýný istemiþ, Mâverdî el-Hâvî'sinin delillere yer vermeyen el-Ýknâ adlý muhtasarýný hazýrlayýp takdim etmiþ ve halife en çok onu beðenmiþtir (Yâkut, XV, 54). Ýbn Kâdî Þühbe eserin garâib içeren bir muhtasar olduðunu söylemektedir (nþr. Hýdýr Muhammed Hýdýr, Kuveyt 1402/ 1982). el-Ýknâ Ebû Þücâ' el-Ýsfahânî tarafýndan þerh edilmiþtir. 3. Tefsîrü'l-Kur’an (en-Nüket ve'l-'uyûn). Müellif Kur'an'ýn tamamý yerine sadece gerekli gördüðü âyetleri tefsir etmiþtir. Kaynaklarý arasýnda hadis, sahabe ve tabiîn sözleri yanýnda Yahya b. Selâm, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Ýbn Ebû Hatim. Muhammed b. Hasan en-Nakkâþ, Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ, Ýbn Kuteybe, Câhiz, Zeccâc, Ma'mer b. Müsennâ gibi müfessirlerin görüþleri; Nehhâs, Muhammed b. Ahmed el-Ezherî gibi dilcilerin eserleri bulunmaktadýr. Hem rivayet hem dirayet tefsiri özelliði taþýyan eserde rivayetlerin çoðu isnadsýzdýr. Âyetlerin nüzul yerleri ve sebepleri belirtilmiþ, muðlak kelimelerin anlamlarý ile veciz ifadeler açýklanmýþ, mücmelleri tefsir, müteþâbihleri te'vil edilmiþ, ihtilâflara, kýraat farklýlýklarýna ve fýkhî hükümlere de yer verilmiþtir. Müellifin hukukçuluðu ahkâm âyetlerinin tefsirine, dilciliði ise edebî ve lugavî açýklamalarýna yansýmaktadýr. Aralarýnda Ebû Bekir Ýbnü'l-Arabî, Ebü'l-Ferec Ýbnü'l-Cevzî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, Ali b. Muhammed el-Hâzin ve Þehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî'nin yer aldýðý birçok müfessir Mâver-dî'den nakiller yapmýþtýr (Karmýþ, s. 113-156). Tefsîrü'l-Kur'ân’ýn çeþitli neþirleri yapýlmýþtýr (nþr. Hýdýr Muhammed Hýdýr, MV, Kuveyt 1402/1982; Kahire 1413/1993; nþr. Seyyîd b. Abdülmaksûd b. Abdürra-hîm, I-Vl, Beyrut 1412/1992). Eser Ýzzeddin Ýbn Abdüsselâm (Tefsîrü 'l-Kur'ân, nþr. Abdullah b. Ýbrahim b. Abdullah el-Vehîbî, Beyrut 1416/1996) ve Ebü'l-Feyz Muhammed b. Ali b. Abdullah el-Hillî (Keþfü'z-zunûn, I, 458) tarafýndan ihtisar edilmiþtir.
4. Emsâlü'l-Kur'ân. Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi ile (Ulucami, nr. 1268) Leiden Kütüphanesi'nde birer yazmasý mevcuttur.
5. Alâmü'n-nübüvve (Delâilü'n-nübüvve). Peygamberlik müessesesini aklýn ýþýðýnda ispatlamaya çalýþan bir kitaptýr (Kahire 1319, 1330, 1353, 1391/1971, 1985; nþr. Abdurrahman Hasan Mahmûd, Kahire 1407/1987; nþr. Muhammed el-Mu'tasým-Billâh el-Baðdâdi, Beyrut 1407/1987; nþr. Muhammed Þerîf Sükker, Beyrut 1412/1992).
6. el-Ahkâmus-sultâniyye. Ýslâm anayasa, idare, maliye ve devletler hukuku kapsamýna giren bazý konularý ele almaktadýr (ed. R. Enger, Mauerdü consütutiones politicae, Bonn 1853; Kahire 1298, 1319, 1324, 1327, 1328, 1380/1960,1386/1966, 1973; Hayda-râbâd 1350/1931; nþr. Muhammed Fehmî es-Sercânî, Kahire 1978; nþr. Ahmed Mübarek el-Baðdâdî, Kahire-Kuveyt 1409/ 1989; nþr. Abdurrahman el-Umeyre, Kahire 1994-1995). Eser Fransýzca (trc. Edmond Fagnan, Les statuts gouuernementaux, Alger 1915, 1984; Paris 1982), Ýngilizce (trc. Wafaa H. Wahba, The Ordinances of Gouernment: A Translation of Al-Ahkâm al-Sultâniyya, Reading 1996; trc. Asadullah Yate, al-Ahkam as-Sultaniyyah: The Laývs of Islamic Gouernance, London 1416/1996, 2001), Türkçe (trc. Ali Þafak, el-Ahkâmu's-Sultâniyye: Ýslâmda Hilâfet ve Devlet Hukuku, Ýstanbul 1 396/ 1976, 1994), Farsça ve Urduca'ya çevrilmiþtir. Ayrýca S. Keijzer'in Flemenkçe'ye (Mawerdi's publiek en administratief regt uan den Ýslam, Den Haag 1862), Leon Ostrorog'un Fransýzca'ya (el-Ahkâmes-Soulthânîya: Traite de droit public musulman, Paris 1901-1906, 1925, Beyrut 1982), Darlene R. May'in Ýngilizce'ye (al-Mâwardi's al-Ahkâm al-Sultâniyyah: A Partial Translation with Introduction and Annotations, Indiana University, basýlmamýþ doktora tezi, Bloomington 1978) kýsmî çevirileri vardýr. Ýmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî, Mâverdî'nin el-Ahkâmü's-sultâniyye'sini çok sert biçimde eleþtirir. el-Ahkâmü's-sultâniyye Celâleddin es-Süyûtî tarafýndan ihtisar edilmiþtir (Keþfü'z-zunûn, I, 19).
7.Kavânînü'l-vizâre ve siyâsetü'l-mülk (Edebü'l-vezîr). Kitapta vezirliðin tanýmý ve çeþitleri, vezirin nitelikleri, yetkileri, yükümlülükleri ele alýnmakta ve bu makamýn sahiplerine öðütler verilmektedir (Kahire 1348/1929,1414/1994; nþr. Muhammed Süleyman Dâvûd - Fuâd Abdül-mün'im Ahmed, Ýskenderiye 1972, 1396/ 1976, 1398/1978, 1411/1991; nþr. Selâhaddin Besyûnî Raslân, Tanta 1976; Kahire 1983, 1985, 1986; nþr. Rýdvan es-Seyyid, Beyrut 1979,1993). Yûsuf b. Hasan el-Hüseynî'nin Farsça'ya çevirdiði eserin Hüseyin Hüsnü b. Salih el-Bosnevî (Zînetü's-sadâre fi tercemeti âdâbi'l-vezâre, ÝÜ Ktp., TY, nr. 2729; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1857) ve Þirvânîzâde Mehmed Rüþdü Paþa (Düstûrü'l-vüzerâ Tercümesi, ÝÜ Ktp., TY, nr. 2690, 6929, 9610) tarafýndan yapýlmýþ birer Türkçe tercümesi vardýr.
8. Teshîlü'n-nazar ve ta’cîlü'z-zafer. "Sultanýn mahiyeti, yapýsý, felsefesi ve iþleyiþ kurallarýna iliþkindir. Devlet baþkanýnda bulunmasý zorunlu ahlâkî nitelikleri ve izlenmesi gereken siyaseti iki bölüm halinde inceler. Müellif mukaddimede eserin gerek yönetenlerin gerekse yönetilenlerin ýslahýna dair hem dogmatik hem pratik içerikli bir kitap olmasýný amaçladýðýný bildirir (s. 98). Bu çerçevede zaman zaman tarihî örnekleriyle birlikte hükümetlerin nasýl kurulup korunduðunu, baþarýsýzlýk ve yýkýlýþ sebeplerini ele almaktadýr (nþr. Muhyî Hilâl es-Serhân, Beyrut 1401/1981, 1406; nþr. Hasan es-Sââtî, Beyrut 1982; nþr. Rýdvan es-Seyyid, Beyrut 1987).
9. Naþîhatü'l-mülûk (nþr. Hýdýr Muhammed Hýdýr, Kuveyt 1403/ 1983; nþr. Muhammed Câsim el-Hadîsî, Baðdad 1406/1986; nþr. Fuâd Abdülmünim Ahmed, Ýskenderiye 1988). Naþirlerden Fuâd Abdülmün'im Ahmed, klasik kaynaklarda adý geçmeyen kitabýn Mâverdî'ye nisbetini kabul etmemekte ve Ebû Zeyd el-Belhî'ye ait olabileceði ihtimali üzerinde durmaktadýr (Naþîhatü'l-mülûk, neþredenin giriþi, s. 5-8, 13-33). Mustafa Sarýbýyýk, üzerinde doktora çalýþmasý yaptýðý eseri (1996, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) Türkçe'ye çevirmiþtir (Siyaset Sanatý, Ýstanbul 2000).
10.Edebü’d-dünyâ ved-dîn. Ahlâka dair bu meþhur eser bizzat müellifince talebelere okutulmuþtur. Ýslâm ahlâkýnýn bir miktar Grek felsefesi ve daha çok Fars hikmeti katýlarak fýkýhçý titizliði ve edip inceliðiyle iþlendiði kitap ilki Ýstanbul'da (1299) olmak üzere tahkikli ve tahkiksiz onlarca defa basýlmýþtýr (nþr. Mustafa es-Sekkâ Muhammed Þerîf Sükker, Beyrut 1408/1988). Yaþar Çalýþkan, Edebil'd-dünyâ ve'd-dîn’in sonundaki altýncý bölümü kapsamayan Bergamalý Cevdet tercümesini (Edebü'd-dîn ve'd-dünyâ Tercümesi, I-III, Ýstanbul 1327-1328) sadeleþtirerek günümüz Türkçesine aktarmýþtýr (Maddî ve Manevî Yüce Hedefler, Ýstanbul 1993; bu neþrin eleþtirisi için bk. Aydýn, V/55 119941. s. 22). Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn'i ayrýca Selahattin Kip ile Abidin Sönmez (Ýstanbul 1978) ve Ali Akýn (Ýstanbul 1979, 1982, 1998) Türkçe'ye, Osman Reþer Almanca'ya (I-III, Das kitâb adab ad-dunyâ wa'd-din, Stuttgart 1932-1933; Osnabrück 1984) çevirmiþtir.
11. el-Emsâl ve'l-hikem. 300'er hadis, mesel-hikmet ve beyit içeren bir derlemedir (nþr. Fuâd Abdülmün'im Ahmed, Ýskenderiye, ts. 11402/19811, 1985; Devha 1403/1983).
Mâverdî'ye et-Tuhfetü'l-mülûkiyye fî âdâbi's-siyâsiyye adlý bir eser izafe edilirse de (nþr. Fuâd Abdülmün'im Ahmed, Ýskenderiye 1977, 1402/1982, 1993) naþir. Bibliotheque Nationale'de kayýtlý olup (nr. 2447) kapaðýnda Mâverdî'ye nisbet edilen nüshanýn Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed el-Ahvâzî'nin et-Tibrü'l-mesbûk'u ile benzerliðine dikkat çektikten sonra VII. (XIII.) yüzyýlda yaþamýþ kimliði meçhul Mýsýrlý sûfîmeþrep bir Mâlikî'ye ait olabileceðine dair gerekçeler ileri sürmektedir (s. 32-46, 129-130). Ayrýca et-Tuhfetü'l-mülûkiyye'nin baþýnda (s. 51) aklý, müstakil varlýðý bulunan ilk yaratýk þeklinde niteleyen zayýf bir hadis nakledilmektedir. Diðer kitaplarýnda aklýn cevherliðini reddeden Mâverdî'nin bu hadisi onaylar mahiyette aktarmasý çeliþki doðuracaðý için eserin kendisine nisbeti mümkün deðildir.
Mâverdî'ye er-Rütbe fî talebi'l-hisbe (nþr. Ahmed Câbir Bedrân, Kahire 1423/ 2002) adlý bir eser daha nisbet edilmekteyse de bu kitap Ýbnü'l-Uhuvve'nin Meâlimü'l-kurbe fî ahkâmi'l-hisbe'sidir.
(T.D.V.Ýslam Ans.28/ 180-186)