Diðer Yazýlar
Pages: 1
Bilmeyi bilmek By: hafiza aise Date: 02 Temmuz 2012, 16:17:44
Bilmeyi bilmek
Naci BOSTANCI • 88. Sayý / TOPLUM


Ýnsanoðlunun yeryüzündeki macerasýnda iki önemli bilme alaný karþýmýza çýkar: “Kendisi” ve “içinde yaþadýðý dünya”. Ýnsan kimdir, bu dünyaya nasýl gelmiþtir, kimliði, kiþiliði, anlamasý, bilmesi, iliþki kurmasý vs. Bunlarýn hepsi insanoðlunun kendisini anlama çabalarýnýn malum sorularý. Felsefeden sosyolojiye, siyasetten hukuka, iktisada kadar her tür disiplin ve insanî bilimler dediðimiz alan bu sorgulamalarýn neticesi. Þüphesiz dinle iliþkimiz “vahye dayalý bilgi” üzerinden þekilleniyor ve onun ait olduðu kategori inanç. Dünyayý anlama çabasý ise hava, ateþ, toprak, sudan baþlayarak iliþkili olduðumuz kâinata yönelik. Dünyanýn yuvarlaklýðýndan tutun yerçekimi kanununa, uzay bilimlerinden mikrokozmosa kadar makro ve mikro okumalar nasýl bir dünyada yaþýyoruz sorusuna cevap arayýþlarýnýn ürünü.

Ýnsanýn bilme çabasý
Ýnsanýn bilme çabasý; hayatýný daha anlamlý, kaliteli, özgür yaþayabilmesi, tabiatla olan mücadelesinde baþarýlý olmasý, hastalýklara, felaketlere karþý kendini koruyabilmesi bakýmýndan önemli. Ancak sadece fonksiyonel bir bilme çabasýndan bahsedemeyiz; insanýn sanat, estetik, edebiyat alanýndaki üretimleri yaþanan zamana nitelik katmak bakýmýndan önem taþýyor. Bir resim, heykel karþýsýnda hissedilen, romandan, þiirden edinilen elbette bir yanýyla “bilgi” fakat ayný zamanda varlýðýn nitelik kazanmasý. Sanatýn kökeninde din olduðunu, fizikle metafiziðin birbirine karýþtýðý bir evren algýsýnda kendilerine hayatî roller verildiðini biliyoruz. Ýlk insanlarýn maðara duvarýna yaptýklarý resimler marifetiyle avlarý üzerinde etkili olmaya çalýþtýklarý ifade ediliyor. Ýlkel müzik, dinî transýn temel unsurlarýndan birisi. Resim ve heykel, inanç dünyasýna ait ikonlar. Sanat, onu var eden köken anlamýyla baðlarýný sürdürmeye devam etse de, insanýn bu dünya ile iliþkisine estetik bir derinlik, rafine bir duyarlýlýk kattýðýný söyleyebiliriz.

Ýnsanýn bilme çabasýnda “gördüðümüzü anlama” giriþimi çok geçmeden beraberinde “neyi nasýl gördüðümüz?” sorusunu getirdi. Bilme iþinin, “þeyleri bilmek” kadar “bilen özne”nin kendine ait özelliklerinden kaynaklanan bir durum olduðu hususu zihinleri her zaman meþgul etti. Bunun bir yanýyla da insanýn kendisini bilme gayretinin bir parçasý olduðu atlanmamalý. Sokrat’ýn diyaloglar aracýlýðý ile dikkat çekmeye çalýþtýðý mühim konulardan birisi de, alýþýlagelmiþ düþünce usullerinin insanda körlük oluþturabileceði vurgusu. Bu diyaloglar üzerinden aslýnda hiç yazmamýþ, yazý dilini ölü bir dil olarak nitelemiþ hocasý Sokrat’ýn fikirlerini bize aktaran Eflatun, “Maðaradakiler” metaforuyla bu bilme iþine ve yanýlsamaya çok önemli bir katký sunuyor. Hep maðarada olan ve baþka tür bilme biçimlerinden mahrum bulunan insanlar, gerçeklik diye maðara duvarýna yansýyan gölgelere bakarlar. Onlarý “dýþarýdaki” gerçekliðe ikna etmek, duvara yansýyanýn sadece bunlarýn gölgesi olduðuna inandýrmak mümkün olmaz. Maðara neresi? Maðara her yerde ve her þekilde karþýmýza çýkabilir. Mesele sadece tek tek insanlarýn kendi gördüklerine inanmasý deðil ayný zamanda maðarada bulunan topluluðun bu yanýlsamayý toplu biçimde paylaþarak daha kesin bir inanç düzeyine çýkarmasý. Nitekim kimi sosyal psikoloji deneyleri, kiþisel kavrama ve görme hali üzerinde kitlesel algýnýn nasýl bir tahakküm oluþturduðuna dair çarpýcý örnekler sunuyor.

“Bilen özne”nin neyi bildiði konusu
Maðara metaforu tarih boyunca sürekli güncelleniyor. Hem þeyleri bilmek için arzulu bir tutum hem de bilinene karþý þüpheci bir yaklaþým hiç eksik olmaz. Bu yaklaþýmýn sadece Yunan, Roma gibi batý dünyasýna ait olduðu zannedilmesin. Köklü bir medeniyet olan Çin dünyasýnda da “bilen özne”nin neyi bildiði konusuna ayný þekilde þüpheci bir yaklaþým söz konusu. Kiþiyi “bataklýðýnýn bilgisine mahkum kurbaða” örneði üzerinden uyarmak isteyen, ya da rüyasýnda gördüðü kelebekle metaforik yer deðiþtirme üzerinden kendisi mi yoksa kelebek mi olduðu konusuna dikkat çeken bilgeler benzeri bir dikkati ortaya koyuyorlar. Ýslam dünyasýnda ise bilmeye sürekli atýf yapýldýðý, insanýn bilmeye çaðrýldýðý, kiþinin kendisini bilmesi ile Rabbi bilmesi arasýnda bað kurulduðu görülüyor. Bu dünya “oyun” dünyasý, “yalan”, “bir göz açýp yumma süresinde düþ gibi geçecek olan”; yine de bu dünyalý olan yanýmýzla çalýþmak, yaþamak, anlamak, insanýn kiþisel varlýðýndan iktidar iliþkilerine kadar geniþ bir alanda olup bitenleri çözümlemek görevimiz. Bilenle bilmeyen bir olmayacak. Ýslam dünyasýnda þiirden hikâyeye mimariden tasavvufa kadar geniþ bir alanda insanýn kendisi, toplum, nihayet baðrýnda yer alýnan dünya kavranmaya, gerçekliðine nüfuz edilmeye çalýþýlmýþ. Ýncelikli akýl yürütmeler, bilme sürecinin kendisine ve bilen öznenin yanýlsamalarýna geniþ atýflarla dolu.

Bilmek ve kültürlerarasý farklýlýklar

Bilmek, hiçbir þekilde çýplak ve dolayýmsýz deðil. Her þeyden önce insanýn kendisi “daha önceki bilgileri”nin üzerine bilmekte, dolayýsýyla önceki bilgilerinin “ýþýðýnda”, “baðlamýnda” ne olup bittiðini anlamaya çalýþmak. Kültürler arasýndaki fark, insanlarýn “ayný olay, nesne, durum” hakkýnda görme biçimlerini de farklý kýlan bir iþlevde kendisini gösteriyor. Bunu bir çeþit baðlam olarak da okumak mümkün. Ya da ayný kültürün içinde yer alan fakat farklý sýnýflara, eðitim düzeylerine, mesleklere mensup kiþiler arasýndaki fark yine kendisini anlama, görme, çözümleme biçimlerinde gösteriyor. Kültür dediðimizde genel bir çevreden bahsediyoruz. Kültür, maddî ve moral tüm “þeyleri” içine alýr. Bunlarýn arasýnda bilmemiz açýsýndan büyük önem taþýyan “teknolojiler” de var. Ýnsanoðlu, bilmeyi teknolojiler aracýlýðý ile gerçekleþtiriyor. Bunu söylerken hemen akla geldiði gibi sadece mikroskop, teleskop ya da diðer türden araçlarý kastetmiyoruz sadece. Týpký onlar gibi bilinen ile bilen arasýna giren “yazý”nýn kendisi de bir teknolojidir ve yazýnýn icadýndan sonra yaþanan tarihsellik, insanýn bilme biçimlerini adeta kökten deðiþtirmiþ.

Bizler okuryazar insanlar olduðumuz ve uzun asýrlar boyunca bilme baðlamýmýzý okuryazar bir kültürün referanslarýyla oluþturduðumuz için, bir zamanlar yazý yokken nasýl bilirdik ve bunlarý nasýl gelecek kuþaklara aktarýrdýk konusu “koptuðumuz bir dünyaya ait olmanýn” zorluklarýyla karþýmýza çýkýyor. Ýki dünyayý karþýlaþtýrmalý bir þekilde deðerlendirebiliriz ancak bunun yine kendine has sýnýrlýlýklarý olacaðýný hesaba katmak gerekiyor. Bu karþýlaþtýrma bize okuryazarlýðýn bir teknoloji olarak nasýl yeni bir dünya teþekkül ettirdiðini, diliyle, üslubuyla, gerçekliði bilmeye dönüþtürme ve kompoze etme þekliyle nasýl bir bakýþ açýsý oluþturduðunu kavrama imkâný veriyor. Okuryazarlýk, alfabe, kitap, radyo, televizyon, gazete bize her biri kendine ait bir gerçeklik sunumu üzerinden konuþuyor, dünyayý kendi dolayýmýndan dönüþtürerek anlamamýza imkân veriyor. Ong’dan Luria’ya, Mc Luhan’a kadar çeþitli düþünürler teknoloji ile bilme biçimi arasýndaki iliþkiyi inceleyerek bize zengin bir külliyat sunmuþlar.

Bilmenin dille, tarihle, episteme ve paradigma ile baðlarý elbette ayrý bir deðerlendirme konusu. Fakat þu kýsa deðerlendirme dahi biliyor olmanýn içinde ne türden tuzaklar barýndýrdýðý, öðrenme araçlarý, süreci ve baðlamýnýn ayný zamanda yanýlsamalara nasýl yol açabileceði hususlarýnda bize bir perspektif sunuyor. Kýsacasý bilme iþi masum deðil ve biliyor olmak ayný zamanda sürekli bir eleþtirel düþüncenin ýþýðýnda daha anlamlý olacak.


radyobeyan