Edebiyat
Pages: 1
Pazardaki yazar By: hafiza aise Date: 01 Temmuz 2012, 10:07:07
Pazardaki yazar
Celil CÝVAN • 61. Sayý / EDEBÝYAT GÜNDEMÝ


Amerikalý yazar J. D. Salinger 91 yaþýnda hayata veda etti. Türkçede Gönülçelen ve Çavdar Tarlasýndaki Çocuklar isimleriyle yayýnlanan The Catcher in the Rye romanýyla tanýnan Salinger’ýn bu ünlü romaný yanýnda Franny ve Zoey, Dokuz Öykü, Yükseltin Tavan Kiriþini Ustalar isimli hikâye kitaplarý da vardý. 51 yýlýnda yayýnlanan Çavdar Tarlasýndaki Çocuklar okurlar tarafýndan ilgiyle karþýlanmýþ, dünyada milyonlarca satmýþtý. Yalýn bir dille Amerikan hayatýný ve gençliðin kaygýlarýný anlatan kitap hâlâ kült niteliðini koruyor. Bu baþarý ve ilgiye raðmen Salinger çok uzun zamandýr gözlerden uzak, kimseyle görüþmeden, enikonu münzevi bir hayat sürdürüyordu. Bu münzeviliðine saygý dolayýsýyla Salinger’e veda ve anma töreni yapýlmayacak.

Billboardlardan televizyonlara, gazetelerden ekonomi dergilerine kadar fotoðraflarý, röportajlarý çýkan günümüzün çoksatan yazarlarýný düþününce Salinger’ýn yalnýzlýðý nasýl anlaþýlýr? Salinger’ýn tercihini günümüz yazarýnýn konumuyla karþýlaþtýrýnca insanýn aklýna ister istemez Nietzsche’nin söz ettiði pazar ve yalnýzlýk meselesi geliyor: “Yalnýzlýðýn bittiði yerde pazar yeri baþlar. Pazar yerinin baþladýðý yerde de bütün oyuncularýn þamatasý ve sineklerin výzýltýsý. (…) Pazar yerinden ve þöhretten uzakta oluþur büyük þeyler.” (Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüþt, Varlýk.)

Okurun bir tüketiciye döndüðü günümüzde yazar da tüketicinin mekânýna, piyasaya, pazara hizmet eden bir emekçi gibi hareket ediyor. Çoksatan kitap, insanlarýn okurken çoðalttýklarý, dahasý süreðen bir biçimde kendi gücüyle devindiði için bir türlü bitiremedikleri bir eserden ziyade hemen tüketilen kitaplar haline geldi. Bu anlamda çoksatan kitaplar, yazardan sonrasýna atýf yapan ölümsüz bir pazara deðil ama bir ân önce mevcut pazar içinde paraya ve þöhrete tedavül edilecek bir mübadele deðeri gibi iþliyor.

Bu anlamda Salinger gibi münzevi yazarlarýn okurlara mesafeli duruþu piyasa kurallarýný reddedici, yabanýl bir tutumu gösteriyor. “Yazý, yabanýl kýlýyor insaný” diyen Marguerite Duras, bu yabanýllýðýn yazarýn yalnýzlýðýnýn sonucu olduðunu söylüyordu. Ama Duras’a göre yazmak için, yazarýn diðer insanlarla arasýna bir mesafe koymasý, yabanýl, baþka bir ifadeyle yalnýz olmasý kiþisel bir tavýr almaktan çok yazma edimi için gerekli bir koþuldan baþka bir þey deðildir: “Kitap yazan birinin, çevresindeki öteki insanlarla arasýna her zaman bir mesafe koymasý gerekir. Yalnýzlýktýr bu. Yazarýn, yazýlan þeyin yalnýzlýðýdýr. (…) Yalnýzlýk hazýr bulunmaz, oluþturulur. Yalnýzlýk, yalnýz baþýna oluþturulur.” (Duras, Yazmak, Can.)

Günümüz yazarý ne kadar yalnýzdýr? En gözden ýrak, içine kapalý görünen yazarlarýn bile televizyonda, yazýlý basýnda bu inzivasýný dile getirdiðini düþünürsek yazarýn ‘imge’si bir yabanýllýktan çok evcilliði ima ediyor. Roland Barthes, yazarýn da týpký diðer emekçiler gibi tatil yapmasýna dair yazdýðý çözümlemede medyada görünürlük kazanan yazar imgesindeki bu deðiþimin “cici toplumun yazarlarýný daha sýký denetim altýna almak için baþvurduðu kurnaz aldatmacalarýn birinden baþka bir þey” olmadýðýný söyler. Ama bu imge bir yandan yazarýn toplumsallýðýný gösterirken onu “fildiþi kulesi”nden çýkarma iþlevi taþýmaz. Tam tersine “gazeteler aracýlýðýyla bilmem hangi büyük yazarýnýn mavi pijama giydiðini, bilmem hangi genç yazarýnýn ‘güzel kýzlardan, reblochon peynirinden, lavanta çiçeði balýndan’ hoþlandýðýný öðrendiðim bir insanlýða kardeþlik duyabilirim. Þu var ki, bu iþlemin sonunda yazar biraz daha yýldýzlaþýyor, göksel konutuna varmak üzere bu topraktan biraz daha uzaklaþýyor, pijamalarý ve peynirleri burada soylu yarý-tanrý sözlerine yeniden baþlamasýný hiç mi hiç engellemiyor.

Yazarýn kitle önünde tensel bir bedenle donatmak, sek beyaz þarabý ve az piþmiþ bifteði sevdiðini açýklamak, onun sanatýnýn ürünlerini benim için daha mucizemsi, daha tanrýsal bir duruma getirmektir.” (Barthes, Çaðdaþ Söylenler, Metis.)

Barthes, tatil yapan yazar üzerinden pazardaki yazarýn konumunda ikili bir düzlemi iþaret ediyor: Yazar bir yandan toplum tarafýndan evcilleþtirilirken, bir yandan da baþka türlü bir mesafeye, “tanrýsal bir duruma” getiriliyor. Böylesi bir konumlama yazarý evcil bir yalnýzlýða sürüklerken söz konusu tartýþmada yazma edimiyle, yapýtla mesafe de belirsiz bir konuma düþüyor. Zira artýk söz konusu olan yazýlan yazý, yazardan çýkmýþ olan metin, yazarýn yabanýllýðý içinde ürettiði yapýt deðil ama yazarýn kendisi, dahasý pazardaki evcil ‘imge’sinden baþka bir þey olmuyor.

Salinger gibi münzevi bir hayat yaþayan bir baþka yazar, Maurice Blanchot yazarla yazýnýn imkânlarýný kurcaladýðý kitabýnda bu münzeviliðin iþaretlerini yazýlan eserle iliþki içinde anlatýr:

“Yapýtý yazmakta olan açýða alýnmýþtýr, yazmýþ olan kovulmuþtur. Kovulmuþ olan kiþi bunu bilmez üstelik. (…)
Yapýt yalnýzdýr: Onunla iletiþim kurulamadýðý, okuyucunun ona ulaþamadýðý anlamýna gelmez bu. Ama onu okuyan bu yapýta ait yalnýzlýðýn kesinleþmesine katýlýr, týpký onu yazanýn bu yalnýzlýk tehlikesiyle karþýlaþmasý gibi. (…) Yapýtý yazmýþ olan hiç kimse onun yanýnda yaþayamaz, kalamaz. Bu, onu kovan, uzaklaþtýran, onu, sanatýn baðýmlý olmadýðý, bir yýkýmýn ardýndan sað kalan, aylak, baþý boþ, duyarsýz birine dönüþtüren kararýn ta kendisidir.
Yazar yapýtýn yanýnda bulunamaz.” (Blanchot, Yazýnsal Uzam, YKY.)

Bugün yazar imgesinin ortaya çýkmasý, görünür olmasý, ‘piyasa’ya düþmesiyle neyin kaybolduðu apaçýk görülmüyor mu? Yazarýn yükselen gölgesiyle birlikte yapýt koyu bir karanlýða gömülüyor.


radyobeyan