Ýslam Alimleri
Pages: 1
Fahreddin Razi By: reyyan Date: 27 Haziran 2012, 03:11:23

FAHREDDÎN-Ý RÂZΠ (1149-1209)


       

                                                                                     Meþhur tefsîr âlimi



           Ýsmi Muhammed bin Ömer'dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebu'l-Meâlî, lakabý Fahreddîn'dir. Babasýnýn vazifesi dolayýsýyla "Ýbn-i Hatîbi'r-Rey (Rey Hatîbinin oðlu)" diye de tanýnmýþtýr. Soyu Kureyþ Kabîlesine ulaþmaktadýr. 1149 (H.544) senesinde Ýran'da bulunan Rey þehrinde doðdu. "Râzî" lakabýný doðum yerine nisbetle almýþtýr. 1209 (H.606) senesinde Herat'ta vefât etti.

            Fahreddîn-i Râzî önce, büyük bir âlim olan babasý Ziyâüddîn Ömer'den ders aldý. Babasý Muhyî's-sünne Muhammed Begavî'nin talebelerinden idi. Gayet fasih, belið ve tesirli hutbe okurdu. Fahreddîn-i Râzî, fen ilimlerini Mecd-i Cîlî'den, fýkýh ilmini Kemâl Simnânî'den öðrendi. Ýmâm-ý Harameyn'in Þâmil adlý kitâbýný ezberledi. Bunlardan baþka, asrýnýn büyük âlimleriyle görüþtü ve onlardan ilim aldý.

            Tahsilini bitirip, ilimde yüksek derecelere ulaþtýktan sonra, bazý yolculuklar yaptý. Harezm'e gidip orada bozuk bir îtikâda sâhib olan Mûtezileye mensup kimselerle münâzaralarda bulundu. Bu münâzaralar netîcesinde Harezm'den ayrýlma lüzûmunu gördü. Buradan Mâverâünnehr'e gitti.

            Fahreddîn-i Râzî, fakir ve yoksul bir kimseydi. Sonra her þeyin sâhibi ve mâliki olan Allahü teâlâ kendisine ihsânlarda bulundu. Mâverâünnehr'den memleketi Rey þehrine dönmüþtü. Burada mütehassýs ve zengin bir doktor vardý. Ýki kýzýný Fahreddîn-i Râzî'nin iki oðlu ile evlendirdi. Bir müddet sonra doktor vefât etti. Külliyetli mikdârdaki serveti Fahreddîn-i Râzî'nin âilesine geçti.

            Fahreddîn-i Râzî bu servetin büyük bir kýsmýný, Sultan Þihâbüddîn'e ödünç verdi. Daha sonra, ödünç verdiði malýný teslim almak için Gazne'ye gittiðinde, Sultan Þihâbüddîn kendisine çok ikrâm ve iltifâtta bulundu. Buradan Horasan'a giden Fahreddîn-i Râzî ilimdeki yüksekliði sebebiyle, Sultan-ý Kebîr Alâüddîn Harzemþah Muhammed'in sevgi ve saygýsýný kazandý. Sultan sýk sýk ziyâretine giderdi. Bir müddet Herat'ta da bozuk bir inanca sâhib olan kerrâmiyye ve mensuplarýnýn îtikâdlarýnýn yanlýþ olduðunu delîlleriyle isbât etti. Bu hususta müslümanlarý aydýnlattý.

            Fahreddîn-i Râzî, yalnýz Arabî ilimlerde deðil, zamânýnýn bütün ilimlerinde mütehassýstý. Bu sebeple, gittiði yerlerde sultanlarýn iltifât ve teveccühlerini kazandý. Sultan Gýyâsüddîn onun için, Herat'ta bir medrese yaptýrdý. Kerrâmiyye îtikâdýnda olan halk, sultânýn ona olan iltifatlarýný çekemeyip fitneye sebeb olduklarýndan buradan da ayrýlmak zorunda kaldý. Fahrüddîn-i Râzî gittiði her yerde ilim ile meþgûl oldu. Ýlim ve irfâna susayanlar, âlimler, o nereye giderse peþinden geldiler.

            Ne zaman bir yere gitmek için atýna binse, âlim ve talebelerden üç yüz kadarý da beraberinde giderdi. Talebeleri kendisine çok hürmet ederlerdi. Onun yanýnda tam bir edeb ve terbiye dâiresinde bulunurlardý. Bütün talebelerinin kalbinde heybeti yerleþmiþti. Hizmetinde kusur etmemek için çok gayret gösterirlerdi.

            Fahreddîn-i Râzî kitap mütâlaa etmeyi çok severdi. Hatta yemek yerken kitap okumadan geçirdiði zamanlara pekçok acýdýðýný her zaman söylerdi. Fahreddîn-i Râzî'nin vâz ve nasîhattaki þöhreti, ilmî þöhretinin çok üstündeydi. Pek tesirli vâz ederdi. Vâzlarýnda coþardý. Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný insanlara anlatýrken, çok defâ gözlerinden yaþlar akardý. Bir gün vâz ediyordu. Sultan Þihâbüddîn Gaznevî de orada bulunuyordu. Allahü teâlânýn aþký ile kendinden geçerek þöyle dedi: "Ey dünyânýn sultâný! Ne senin saltanatýn kalýr, ne de Râzî'nin bu hâli." deyip, meâlen: "Hepimizin dönüþü Allahü Teâlâ'yadýr." (Gâfir sûresi: 43) âyet-i kerîmesini okudu. Sultan ve câmide bulunan herkes aðladýlar.

            Fahreddîn-i Râzî'nin kitaplarýný okuyanlar, hep onunla meþgul oldular. Onun ilminin yüksekliðine hayran kaldýlar. Hirat'ta kendisine Þeyh-ül-islâm denirdi. Edîb Þerefüddîn Muhammed Uneyn þöyle anlatýr: "Gençliðimde bir defâsýnda Fahrüddîn-i Râzî hazretlerinin dersinde bulundum. O gün çok soðuktu. Çok kar yaðmýþtý. Bu sýrada, Ýmâm'ýn kucaðýna bir güvercin düþtü. Onu yýrtýcý bir kuþ kovalamýþtý. Güvercin yanýmýza düþünce, o yýrtýcý kuþ geri dönüp gitti. Fakat güvercin uçamýyordu. Çünkü çok korkmuþtu. Ýmâm dersi býrakýp ayaða kalktý ve o güvercinin yanýnda durdu. Güvercinin bu hâline acýyýp eline aldý. Yarasýný þefkatle sýðayýnca, hayvan kendine geldi.

Ýbn-i Uneyn der ki, bu hâdise üzerine ben þu þiiri söyledim:

Sür'atli kanadýyle ölüm saçan hayvandan,
Vaktin Süleymân'ýna þikâyete geliyor.
Korkanlarýn melcei sensin, yok inanmayan,
Güvercinin haberi, bunu teyîd ediyor inan."
              Ondan sonra Ýbn-i Uneyn, Fahreddîn-i Râzî'nin yakýnlarýndan oldu.

              Mevlânâ Musannifek, Tuhfe-i Muhammediyye isimli eserinde þöyle der: Fahreddîn-i Râzî, Sultan Muhammed Harzemþâh'a, mektup yazýp bâzý sâlih kimseler hakkýnda istirhâmda bulundu. Mektubunda þöyle diyordu: "Bu mektubumu zâhirde sebeb siz olduðunuz için size gönderdim. Fakat bu durumu, hakîkatte hep var olan ve yokluðu mümkün olmayan Allahü teâlâya arz etmiþ bulunmaktayým. Ýsteðimi verirseniz, hakikâtte veren Allahü teâlâdýr. Bu vesîle ile siz de teþekkür edilmeye müstehak olmuþ olursunuz ve sevap kazanýrsýnýz, vesselâm." Bu fakîr derim ki: Fahreddîn-i Râzî'nin hâli ve sözü, iþlerinde tevhîd, kalbiniAllahü teâlâdan baþka þeylere baðlanmaktan kurtarma mertebesine eriþtiðinin delîli ve þâhididir.
Ebû Abdullah Hasan Vâsýtî de der ki: Hirat'ta bulunduðum sýrada Ýmâmý dinledim. Zaman zaman minberde, sitem þeklinde halka þu beyti okurdu.

"Diri iken insaný gerçi herkes tahkîr eder.
 Zor olur ayrýlýðý, ol dem ki, dünyâdan gider."

            Fahreddîn-i Râzî, Herat'a gittiði zaman, orada bulunan âlimler, sâlihler ve devlet ileri gelenleri, onun ziyâretine geldiler. Kendisine pekçok hürmette bulundular. Ýmâm, bir gün acabâ görüþmediðimiz kimse kaldý mý? diye sordu. Yanýnda bulunanlar, evet sâlih bir zât var, o gelmedi, dediler. Ben müslümanlarýn imâmý olayým, herkesin bana hürmeti vâcib olsun da, o beni niçin ziyâret etmesin, diye belirtti.

            Bu durumu, o sâlih zâta ulaþtýrdýlar. Fakat o zât hiç cevap vermedi. Þehrin ileri gelenlerinden birisi, Fahreddîn-i Râzî ile o sâlih zâtý bir yemeðe dâvet etti. Her ikisi de bu dâveti kabûl ettiler. Ziyâfet bir bahçede verildi. Orada Ýmâm, o sâlih zâta: "Niçin ziyâretime gelmediniz?" diye sorunca: "Ben fakîr bir kimseyim. Bu sebeple, ziyâretinize gelip gelmemem, sizin þerefinizi ne arttýrýr, ne de ondan bir þey eksiltir."

            Bunun üzerine Ýmâm; "Bu söz edeb sâhiplerinin yâni ehl-i tasavvufun sözüdür. Ýþin iç yüzünü bana anlat da merâkým gitsin." dedi. O sâlih zât; "Seni ziyâret hangi bakýmdan vâcibdir?" dedi. Ýmâm; "Ben müslümanlarýn hürmet etmeleri lâzým olan birisiyim." dedi. Bunun üzerine o sâlih zât; "Mademki, ilimle iftihâr ediyorsun, ilmin neticesi, mârifetullahdýr. Þimdi sana soruyorum: "Allahü teâlâyý nasýl tanýdýn ve matlûbuna nasýl yol buldun?" dedi. Ýmâm: "Yüz bürhân ve delîl ile ilim ve yakîn elde ettim." dedi. O zaman o zât:
"Bürhân, þüpheyi gidermek içindir. Allahü teâlâ benim kalbime öyle bir nûr verdi ki, onun olduðu yerde þüphe bulunmaz. Nerede kaldý ki, bürhân ve hüccete ihtiyaç duyulsun." buyurdu.

            Bu söz, Ýmâm'a çok tesir etti. O mecliste, herkesin gözü önünde, o sâlih zâtýn elini öpüp tövbe etti. O zâta tâbi oldu. Çok yüksek mertebelere ulaþtý. Ondan sonra Tefsîr-i Kebîr adlý eserini te'lif eyledi. Bu büyük zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleriydi. Fahreddîn-i Râzî, Necmüddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Ondan çok istifâde etti.

           Fahreddîn-i Râzî, vefâtýna yakýn, talebelerinden Ýbrâhim bin Ebû Bekr Ýsfehânî'ye þu nasîhatta bulundu: "Her katý kalbi yumuþatan âhiret yolculuðu yaklaþmýþ ve dünyâ hayâtýnýn sonunda bulunan, Rabbinin rahmetini uman, Mevlâsýnýn keremine güvenen bu kul Muhammed bin Ömer bin Hasan Râzî der ki: Peygamberlerin, meleklerin en büyüklerinin yaptýklarý, bildiðim ve bilmediðim, lâyýk olduðu hamdler ile Allahu Teâlâ ya hamd ederim. Allahu Teâlâ nýn rahmeti, Resûlullah efendimize, diðer Resuller, Nebîler (aleyhimüsselâm), mukarreb melekler ve sâlih kimseler üzerine olsun.

            Ýnsanlar derler ki: "Ýnsan vefât ettiði zaman, ameli kesilir. Dünyâ ile alâkasý kalmaz." Bu söz, iki yönden sýnýrlandýrýlabilir. Birincisi, eðer vefât eden kimse dünyâda insanlara faydalý þeyler býrakmýþ ise, bu ona duâ yapýlmasýna vesîle olur. Þartlarýna uygun duâ, Allahu Teâlâ'nýn katýnda makbûldür. Ýkincisi, evlâda âid olan husustur. Sâlih evlâd da ölen anasý-babasý için faydalý olur.

            Biliniz ki ben, ilim âþýðýydým, doðru olsun yanlýþ olsun, bir þeyin ne olup olmadýðýný öðrenmek için pekçok þey öðrendim. Vallahi kelâm, akâid ilmi ile ilgili, doðru yanlýþ bütün itikâtlarý, filozoflarýn görüþlerini çok tedkîk ettim. Ancak Kur'ân-ý kerîmde bulduðum faydaya eþit olanýný hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur'ân-ý kerîm, Allahü teâlanýn yüce kudretini ve azametini teslîm ve kabûl etmeye teþvîk ediyor, îtirâz ve karþý çýkmaktan, derin mücâdele ve münâzaradan men ediyor. Çünkü beþer aklý, derin ve anlaþýlmasý zor meseleler arasýnda boðulup gitmektedir. Bu sebeple dînimizin bildirdiklerini aynen kabûl edip, üzerinde konuþmamak en sâlim yoldur.

            Ey âlemlerin Rabbi! Mahlûkâtýn, senin Ekrem-ül-ekremin, merhametlilerin en merhametlisi olduðunda ittifak etmektedir. Yâ Rabbî! Bu zayýf kuluna müsâmaha eyle. Dilimi sürçmekten muhâfaza buyur, bana yardým et. Hatâ ve kusûrlarýmý setreyle, ört. Kitâbým Kur'ân-ý kerîm, yolum Resûlullah efendimize, sünnet-i seniyyeye uymaktýr. Yâ Rabbî! Senin hakkýnda hüsn-i zan sâhibiyim. Rahmetin hakkýnda çok ümitliyim. Çünkü sen: "Kulum beni zannettiði gibi bulur." buyurdun. Yâ Rabbî! Ben hiçbir þey getirmesem de, sen ganîsin, kerîmsin, ümîdimi boþa çýkarma. Duâmý geri çevirme. Beni ölümden önce ve sonra azâbýndan kurtar. Ölüm sýrasýnda can çekiþirken bana kolaylýk ver. Çünkü sen erhamürrâhimînsin.

         Kitaplarýma gelince, onlarda çok þeyler yazdým. Onlarý mütâlaa edip okuyan, ihsân ederek iyi duâ ile beni ansýn. Eðer böyle bir duâda bulunmazsa, hiç olmazsa hakkýmda kötü sözde bulunmasýn. Benim meseleleri geniþ yazmaktan maksadým, mevzuu geniþletmek, derinlemesine ele almak, zihinleri açmaktýr. Bütün bunlarda, Allahü teâlâya güvenip, dayandým."

          Daha birçok þeyleri vasiyet eden Ýmâm-ý Râzî hazretleri, sonra þunlarý söyledi: "Talebelerime ve üzerinde hakkým olanlara þunu vasiyet ediyorum: Ben vefât edince, benim ölümümü her tarafa yaymasýnlar. Dînin emirlerine uygun olarak defnetsinler. Beni defnettikleri zaman, okuyabildikleri kadar bana Kur'ân-ý kerîm okusunlar. Sonra; yâ Rabbî! Sana fakîr ve muhtaç birisi geldi, ona lütuf ve ihsânda bulun, desinler." sözleriyle vasiyetini bitirdi. 1209 (H.606) senesi Ramazan Bayramýnda Þevvalin ilk Pazartesi günü Herat'ta rûhunu teslim eden Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kabir yeri belli deðildir.
            Fahreddîn-i Râzî hazretleri orta boylu, iri cüsseli, omuzlarý ve göðsü geniþ, güzel görünümlü, gür sesli, heybetli ve vakarlýydý. Sohbet, vâz ve ilim meclislerinde kendisine sükûnet ve dikkat hâkimdi. Herkes kendisini sayar ve deðer verirdi. Meþhûr tarihçi Safedî'ye göre Allahü teâlâ þu beþ hasleti emsalleri arasýnda sâdece Râzî'ye tahsîs etmiþtir. 1) Parlak ve iþlek bir zihin, 2) Güçlü bir hâfýza, 3) Çok bilgi, 4) Saðlam bir muhâkeme, 5) Mükemmel bir ifâde gücü.

            Fahreddîn-i Râzî hakkýnda müstakil eserler yazýlmýþtýr. Onun derin ve büyük âlim olduðunu herkes tasdîk etmiþtir. Hattâ tefsîr kitaplarýnda "Kâle-el-allâme" denilince, Fahreddîn-i Râzî kasdedilmiþtir.

            Fahreddîn-i Râzî tefsir, fýkýh, kelâm ve usûl-i fýkýh gibi dîni ilimlerde pek derin bir âlim olduðu gibi, edebî ilimler, matematik, kimyâ, astronomi ve týb gibi zamânýnýn fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. O zaman Ýslâm âleminde ortaya çýkmýþ olan bid'at ve bozuk îtikâd sâhiplerinin ve filozoflarýn bozuk düþüncelerini en ince teferruâtýna kadar tedkik etmiþ, onlarýn bozukluðunu ve yanlýþ olduðunu delilleriyle isbât etmiþ, müslümanlarý bozuk ve yanlýþ sözlere aldanmaktan kurtarmýþtýr.

        Ýmâm-ý Fahreddîn-i Râzî hazretleri, Âl-i Ýmrân sûresinde, 61. âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken buyuruyor ki: Hârezm þehrindeydim. Þehre bir hýristiyanýn geldiðini iþittim. Yanýna gittim. Konuþmaya baþladýk.Hýristiyan: "Muhammed aleyhisselâmýn Peygamber olduðunu gösteren delîl nedir?" dedi. Þu cevâbý verdim: "Mûsâ'nýn, Îsâ'nýn ve diðer peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar, mûcizeler gösterdiði haber verildiði gibi, Muhammed aleyhisselâmýn da mûcizelerini okuyor ve duyuyoruz. Bu haberler, sözbirliði hâlindedir. Mûcize göstermek, Peygamber olduðunu isbât etmez diyecek olursanýz, diðer peygamberlere de inanmamanýz lâzým gelir. Diðerlerine inandýðýnýz için, Muhammed aleyhisselâmýn da Peygamber olduðuna îmân etmelisiniz." Hýristiyan: "Îsâ aleyhisselâm peygamber deðildir, ilâhdýr, tanrýdýr!"

         Fahreddîn-i Râzî: "Ýlâh, tanrý, her zaman var olmasý lâzýmdýr. O hâlde madde, cisim, yer kaplayan þeyler tanrý olamaz. Îsâ aleyhisselâm cisimdi. Yokken var oldu ve size göre öldürülmüþtür. Önce çocuktu, büyüdü. Yerdi, içerdi, bizim gibi konuþurdu. Yatardý, uyurdu, uyanýrdý, yürürdü. Her insan gibi yaþamak için, birçok þeye muhtâçtý. Muhtâc olan, ganî olur mu? Yokken sonradan var olan bir þey, ebedî sonsuz var olur mu? Deðiþen bir þey, devamlý, sonsuz var olur mu? Îsâ aleyhisselâm kaçtýðý, saklandýðý hâlde, yahûdîler yakalayýp astý diyorsunuz. Îsâ aleyhisselâmýn o zaman çok üzüldüðünü söylüyorsunuz. Ýlâh veya ilâhtan parça olsaydý, yahûdîlerden korunmaz mý? Onlarý yok etmez miydi? Niçin üzüldü ve saklanacak yer aradý? Üç türlü söylüyorsunuz:

1. O Ýlâh imiþ, tanrý imiþ, öyle olsaydý, asýldýðý zaman yerlerin tanrýsý ölmüþ olurdu. Bu âlem tanrýsýz kalacaktý. Yahûdîlerin, yakalayýp öldürdüðü âciz, kuvvetsiz kimse, âlemlerin tanrýsý olabilir mi?
2. O, tanrýnýn oðludur diyorsunuz.
3. O tanrý deðildir. Fakat, tanrý ona hulûl etmiþ, yerleþmiþtir diyorsunuz. Bu inanýþlar da yanlýþtýr. Çünkü ilâh, cisim ve araz deðildir ki, bir cisme hulûl etsin. Cisme hulûl eden þey cisim olur ve hulûl edince, iki cismin maddeleri birbirine karýþýr. Bu da, ilâh parçalanýyor demektir. Eðer ilâhýn bir parçasý onda hâl oldu derseniz, ona hulûl eden parça tanrý olmakta tesirli ise, bu parça ilâhtan ayrýlýnca ilâhlýðý bozulur. Hem de o doðmadan önce ve öldükten sonra kýymeti tam olmazdý. Eðer tanrýlýk kýymetinde deðilse, tanrýnýn parçasý olmamýþ olur. Sonra Îsâ aleyhisselâm ibâdet ederdi. Ýlâh kendi kendine ibâdet eder mi?" Hýristiyan: "Ölüleri dirilttiði, anadan doðma körlerin gözünü açtýðý ve Baras denilen, derideki çok kaþýnan beyaz lekeleri iyi ettiði için o tanrýdýr." Fahreddîn-i Râzî: "Bir þeyin, delîli, alâmeti bulunmazsa, o þey de bulunmaz denilir mi? Bulunmaz, o þey de var olmaz dersen, ezelde, hiçbir þey yok idi deyince, delîl, alâmet de yoktur demek olur. Yaratanýn varlýðýný reddetmen lâzým gelir. Bir þey delîlsiz var olabilir dersen, sana sorarým ki; tanrý, Îsâ aleyhisselâma hulûl ederse, bana, sana ve hayvanlara, hattâ otlara ve taþlara hulûl etmediðini nereden biliyorsun?" Hýristiyan: "Onda mûcizeler bulunduðunu söylemiþtim. Bizde ve hayvanlarda bulunmadýðý için, baþkalarýna hulûl etmediði anlaþýlmaktadýr." Fahreddîn-i Râzî: "Bir þeyin delîli, alâmeti bulunmazsa, o þeyin bulunmamasý lâzým olmaz demiþtik. Mûcizeler bulunmayýnca, hulûl edemeyeceðini niçin söylüyorsun. O hâlde kediye, köpeðe, fâreye de hulûl ettiðine inanman lâzým gelir. Ýlahýn, bu aþaðý mahlûklara hulûl ettiðini inandýrmaya varan bir din, çok âdî, pek bozuk bir din deðil midir? Âsâyý, bastonu ejder, yýlan yapmak, ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü, baston ile yýlan, hiçbir bakýmdan birbirine yakýn deðildir. Mûsâ aleyhisselâmýn âsâyý ejdere çevirdiðine inanýyorsunuz da, ona tanrý veya tanrýnýn oðlu demiyorsunuz. Îsâ aleyhisselâma niçin tanrý veya þöyle, böyle diyorsunuz?" Hýristiyan, bu sözüme karþý diyecek bir þey bulamadý, susmaya mecbur oldu.

             Ýbn-i Sübkî þöyle der:
            Ýmâm tefsîrinde buyurur ki: Hayâtým boyunca tecrübe etmiþim. Ne zaman bir iþte, bir kimse, Allahü teâlâdan baþkasýna îtimâd eylese, bu îtimâdý onun, belâ, mihnet, sýkýntý ve zorluk çekmesine sebeb olur. Ama Allahü teâlâya güvenip, yalnýz O'na dayansa, istediði þey en güzel þekilde hâsýl olur. Ýþte bu tecrübe, küçüklüðümden þu anda içinde bulunduðum elli yedi yaþýna kadar devâm etmiþ ve kalbime iyice yerleþmiþtir. Ýnsan için, Allahü teâlânýn fadl ve ihsânýndan baþka bir þeye güvenip îtimâd etmesinde, Allahü teâlâdan baþkasýndan istemesinde hiçbir fayda yoktur. Ýnsan birisinden bir þey isterken, istediði þeyin o kimsede emânet bulunduðunu bilmeli, onun hakîkî sâhibinin Allahü teâlâ olduðunu hatýrdan çýkarmamalý, isteklerini Allahü teâlâdan istemelidir.


ESERLERÝ



Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin pekçok eseri olup þunlardýr:
  1) Mefâtih-ül-Gayb: Tefsîr-i Kebîr diye bilinir. Burhâneddîn Nesefî, bu tefsîri telhis etmiþ (kýsaltmýþ) ve Vâdýh ismini vermiþtir.   Muhammed bin el-Kâdý Ayasuluð da telhis etmiþtir.

  2) Muhassalu Efkâr-il-Mütekaddimîn vel-Müteahhirîn minel-Ulemâ vel-Hükemâ vel-Mütekellimîn,

  3) Ýrþâd-ün-Nüzzâr ilâ Letâif-il-Esrâr,

  4) Uyûn-ül-Mesâil,

  5) El-Mahsûl,

  6) El-Burhân,

  7) Nihâyet-ül-Îcâz fî Dirâyet-il-Îcâz,

  8) Meâlimü Usûl-id-Dîn,

  9) KitâbüFedâil-is-Sahâbe,(matbudur)

10) Kitâb-ül-Ahlâk,

11) Þerhü Vecîz-lil-Gazâlî,

12) Menâkýbu Ýmâm-ýÞâfiî (Matbudur),

13) Tehzîb-üd-Delâil,

14) Kitâb-ý Esrâr-ül-Kelâm,

15) Þerhü Nehc-ül-Belâga,

16) Kitâb-ül-Kazâ vel-Kader,

17) Kitâbu Ta'cîz-il-Felâsife,

18) Kitâb-ül-Berâhin-il-Behâiyye,

19) Kitâb-ül-Hamsîn fî Usûl-id-dîn,

20) Kitâb-ül-Hak vel-Ba's,

21) Kitâbu Ýsmet-il-Enbiyâ,

22) Risâletün fin-Nübüvvât,

23) Esrâr-ül-Mevedde fî Ba'dý Süver-il-Kur'ân-il-Kerîm,

24) Kitâb-ül-Firâset,

25) Kitâbün-fî Zemm-id-Dünyâ,

26) Kitâb-üz-Zübde,

27) El-Mulehhas,

28) El-Metâlib-ül-Âliyye,

29) Kitâbün fil-Hendese,

30) Kitâb-ül-Câmi'il-Kebîr,

31) Kitâbu Musâderet-i Oklides,

32) Kitâbün fil-Kabz,

33) Risâletün fin-Nefs,

34) Kitâb-ý Umdet-ün-Nezzâr ve Zînet-ül-Efkâr,

35) Risâletün fit-Tenbîh alâ Ba'd,

36) Meâlimü Usûl-id-dîn.

 

KAYNAKLAR:

1) Tabakât-üþ-Þâfiiyye (Sübkî); c.8, s.81

2) Þezerât-üz-Zeheb; c.5, s.21

3) Miftâh-üs-Se'âde; c.2, s.116

4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.107

5) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.248

6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.11, s.79

7) Kâmûs-ül-A'lâm; c.5, s.3345

8) Et-Tefsîr vel-Müfessirûn; c.1, s.290

9) Tabakât-ül-Müfessirîn; c.2, s.213

10) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.273

11) Ýslâm Târihi Ansiklopedisi; c.4, s.192





radyobeyan