Ponyo By: hafiza aise Date: 07 Haziran 2012, 15:34:46
Ponyo
Elif TUNCA • 54. Sayý / SÝNEMA
Bu ay çok özel bir dünyaya misafir olacaðýz beyazperdede. Bu özel dünyanýn sahibi, Hayao Miyazaki. Adý tanýdýk gelmeyebilir ama Heidi dersek herkesin biraz fikri olur herhalde. Hani þu Alpler’de dedesiyle beraber yaþayan, kýrlarda koþturup duran, þarkýsý dilimize dolanmýþ küçük kýz. Miyazaki iþte o kýzýn babasý dersek yanlýþ söylemiþ olmayýz. Dahasý; Miyazaki günümüzün beyazperdede anlatýlan en güzel masallarýndaki bütün kýzlarýn babasý belki: Ruhlarýn Kaçýþý’ndaki Sen’in, Prenses Mononoke’nin, Komþum Totoro’daki kardeþler Satsuki ve Mei’nin… Filmlerinde kadýn karakterlere her zaman daha fazla rol biçen Miyazaki’nin son kýzý da Ponyo.
Hikâye bu kez bilindik aslýnda. Andersen’in çok bilinen, pek çok kez farklý sanat eserlerine konu olan, insan olmak isteyen denizkýzýnýn hikâyesi. Ve Miyazaki’nin bu hikâyeyle bize söylemek istediði þey de yeni deðil bir bakýma; üstad, insanýn çevreye verdiði zararýn yol açtýðý ekolojik dengesizliðe dikkat çekiyor. Gelin görün ki fýrçanýn baþýnda (Miyazaki’nin, çizgi filmlerini halen suluboya ile yaptýðýný söylemeliyiz yeri gelmiþken) Miyazaki olunca her þeyin üstüne bir yenilik urbasý geçiveriyor.
Bunu, açýlýþ sahnesini anlatarak ispatlayabiliriz: Mat bir mavilikteki deniz yüzeyini gösteren kamera derinlere indikçe bir renk ve þekil cümbüþüne dâhil oluveriyoruz. Görünenin ardýnda ne büyük bir zenginlik, ne muhteþem bir ahenk ve ne muazzam bir yapý olduðunu ilk andan fýsýldayýveriyor yönetmenimiz. Görüntülerin mest ediciliðine ahenkli bir klasik müzik eþlik edince, iki dünyanýn harika buluþmasýna þahitlik ediyoruz biz de keyifle; sualtý dünyasý ile Miyazaki’nin hayal gücü dünyasýnýn!
Hayli kalabalýk olan kardeþlerinin yanýndan ayrýlan bir Japon balýðý denizanalarýyla keyfedip gezerken, ilk insan eli de deðiyor hikâyeye: Denizi temizleyen araçlarýn aðýna takýlýveriyor küçük balýk; onlarca diþ fýrçasý, kavanoz, konserve, kap-kacak arasýnda… Aðdan fýrlayýp yarý baygýn halde sahile vurduðunda oyuncak gemisiyle sahile inen küçük Sosuke ile karþýlaþýyor. Babasý bir gemici olan ve bir deniz fenerinde yaþayan beþ yaþýndaki Sosuke, kavanozu kýrarak kurtarýyor balýðý. Ve ona Ponyo ismini verip doldurduðu bir kova içinde okuluna götürüyor. Gözünü ondan ayýrmýyor; ne de olsa gülünden sorumlu olan Küçük Prens gibi o da artýk balýðýndan sorumlu.
Dünya tatlýsý -ve de muzýrý- Ponyo da sahibine yapmadýðý þirinliði býrakmýyor. Bir de kovanýn içinde zýplayýp “Ponyo Sosuke’yi seviyor” demez mi?
Can alýcý noktaya geldik; kavanozu kýrdýðýnda Sosuke’nin kanayan parmaðýný yalayan Ponyo, insan kaný aldýðý için insanlaþmaya baþlýyor. Tabi Sosuke için bunda kötü bir taraf yok, hatta gayet güzel bir durum. Peki, sorun nerede?
Sorun, Ponyo’nun, yýllar önce insan olmaktan vazgeçen babasýnda. Ýnsanlarýn doðaya verdiði zarara tahammül edemeyen Fujito, yýllardýr deniz altýnda yaþamakta ve bu harika dünyayý insanlardan korumaya çalýþmaktadýr. Þimdi göz göre göre gözbebeði kýzýnýn insan olmasýna izin verecek deðildir elbette! Sosuke ve Ponyo da onunla baþa çýkabilecek kadar güçlü deðildir neticede. Ve olan olur! Ponyo’nun kaçýþýnýn tetiklediði bir dizi olay ve babasýnýn gayretleri sonucu denge bozulur. Deniz, karalarý iþgal eder. Dünya, tehdit altýndadýr.
Ponyo, önceki iþleri ile karþýlaþtýrýldýðýnda, gerçekten de Miyazaki’nin en yalýn hikâyesi. Ama her zamanki gibi hikâyeye eklediði küçücük fakat etkili detaylar filmi yine benzersiz kýlýyor. Uzun zamandýr denizdeki görevinden dönmesini beklediði kocasýnýn yine gelmeyeceðini öðrenince daðýtan bir anne ve o annenin çocuðuyla iliþkisi mesela; efsanelerden beslenen bir hikâyenin yakasýna iliþtirilmiþ, modern hayatýn içinden bir detay… Efsanelerin gerçekle buluþtuðu bir baþka sahne; Sosuke ve annesi, fýrtýna içinde arabalarýyla evlerine doðru giderken dalgalar yollarý dövmekte. Gözleri de olan bu dalgalar ayný zamanda Fujito’nun, Ponyo’yu geri almak için insanlarýn üstlerine saldýðý yaratýklar. Kültürüyle modern hayatý böylesine güzel ve naif biçimde buluþturan baþka bir usta var mýdýr acaba?
Güzellik ve naiflikten bahsedince bir kez daha Miyazaki’nin yönteminden söz etmek gerek. Son zamanlarda animasyon alanýnda en baþarýlý örnekleri Pixar Stüdyolarý veriyor. Pixar, içinde bulunduðu Hollywood’un yapýsýna ve beklentilerine uygun olarak çalýþmalarýný en ileri teknolojiyle gerçekleþtiren bir þirket. Miyazaki’nin Ghibli Stüdyosu ise baþta da dediðimiz gibi halen elle çizilen ve suluboya ile renklendirilen resimler sunuyor seyirciye. Ve özellikle Ponyo için konuþursak artýk 7’den 70’e herkesin gözünün ve algýsýnýn alýþtýrýldýðý o baþ döndürücü hýzdan eser yok Miyazaki’de. Bunun piyasa açýsýndan bir dezavantaj olduðunu söylemek de mümkün deðil üstelik. Ülkesi Japonya’da Miyazaki’nin Prenses Mononoke’si meþhur E.T.’yi, Ruhlarýn Kaçýþý ise Titanik’i solladý. Ruhlarýn Kaçýþý ayrýca 2003’te “En Ýyi Animasyon” dalýnda Oscar’ýn sahibi oldu.
Ýþte bu filmleri yapan adam, masalcý baba Miyazaki, bir kez daha unutturulmaya çalýþýlan her þeyi, insanýn çevreye karþý sorumluluðunu, dayanýþmayý, dünyayý sevmeyi, yavaþlýðýn güzelliðini bir kez daha hatýrlatan bir masalla karþýmýzda. Bu masalý çoluk çocuk, kadýn erkek demeden herkes dinlemeli. Sinema salonundan yüzünüzde tebessümle çýktýðýnýzda hak vereceksiniz.
KÜÇÜK DENÝZKIZI PONYO
(Gake no ue no Ponyo, 2008)
Yönetmen: Hayao Miyazaki