Prof. Dr. Kemal Karpat By: hafiza aise Date: 07 Haziran 2012, 15:23:27
Prof. Dr. Kemal Karpat: Resmi Tarih, Osmanlý Tarihi’nin Aðýrlýðýna Dayanamadý
Ýbrahim BARAN • 54. Sayý / SÖYLEÞÝ
Tarih; kötü hazýrlanmýþ, yorum içermeyen bilgiye dayalý ders kitaplarý nedeniyle hepimizin zihinlerinde sýkýcý bir alan olarak yer edinmiþ durumda. Büyük büyük kitaplar, ezberci mantýkla iþlenen konular, tarihi cazip kýlmaktan öte itici hale getiriyor. Son yýllarda ortaya konulan çalýþmalar, tarihin zihinlerimizde þekillenmiþ olumsuz vasýflarýný bir nebze olsun yýkmayý baþardý. Ancak tarih anlatýmýndaki bu deðiþim, yalnýzca bugüne mahsus bir deðiþim deðil. Belli dönemlerde de tarih anlatýmýnýn deðiþim gösterdiðini biliyoruz. Ýçinde bulunulan þartlar tarih anlatýmýnýn deðiþkenlik göstermesinin en önemli faktörü. Bu deðiþimin seyrini ve ne kadar saðlýklý olduðunu önemli tarihçilerden Wisconsin Üniversitesi Öðretim Üyesi Prof. Dr. Kemal H. Karpat’la konuþtuk.
Tarih son yýllarda alýþýlmýþýn dýþýnda, farklý bir þekilde anlatýlýyor. Bu anlatým tarzý “popüler tarih” olarak tanýmlanýyor. Popüler tarih kavramý üzerinden tarihin hikâyeleþtirilmesini nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Tarihi incelemek kendi baþýna bir konu, tarihi okutmak ayrý bir konu, tarihi sevdirmek ise bambaþka bir konu. Ben tarihi sevdirmek sözünden hoþlanmýyorum. Çünkü bu söz yanlýþ. Kiþinin tarihe ilgisini uyandýrmak belki daha doðru bir kullaným olur. Söze tarihyazýmýný incelemekle baþlarsak; Türkiye’de Osmanlý devrinden kalma bir tarih yazma geleneði var. Resmî tarihçilerin, vakanüvis olarak bildiðimiz tarihçilerin yanýnda, özel kiþiler de kendi anlayýþlarýna göre tarih yazmýþlardý. Fakat bu erken tarih anlayýþý, geniþ çapta hükümdarýn (Sultan’ýn) yaptýklarýyla, onun kiþiliðine ait meselelerle uðraþýyordu. 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda tarihi toplumla iliþik olarak anlatmak meselesi ortaya çýktý. Bu ise daha evvel çok önemli bir olay ile þekillendirildi. 1860’larda Osmanlýlýðýn kabul edilmesiyle ve vatandaþlýðýn tüm Osmanlýlar arasýnda ortak bað oluþturmasýyla baþladý. Bu þekilde çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü ve her grubun kendi baþýna kendini idare etme ilkesi yerine, vatandaþlardan oluþan bir Osmanlý milleti oluþturma meselesi ortaya çýktý. Ve tarihle milleti birleþtirmek, tarihi o milletin geçmiþini anlatan bir ilim haline getirmek söz konusu oldu ki, bu büyük bir devrimdir. Böylece tarih anlayýþý Sultan’ýn etrafýnda dönen bir tarih olmaktan çýkýp, milletin etrafýnda dönen bir tarih þekline büründü.
PADÝÞAH’IN TARÝHÝNDEN MÝLLET’ÝN TARÝHÝNE
Yani bir imparatorluk tarihi olmaktan öte, bir millet tarihi oluþturulmaya çalýþýldý...
Evet, ama hangi millet? Çünkü milleti isim oluþturmuyor, vatandaþlýk da oluþturmuyor. Milleti, milletin içindeki kiþileri birbirine baðlayan gelenek, dil vs. oluþturuyor. Gerçi bu milletin, yani Osmanlý milletinin asýrlardan beri kesin olarak geliþmiþ baðlarý vardý. Müslüman milletiyle bir din baðý vardý. Ama din baðýnýn ötesinde uygulanmýþ bir hukuk sistemi vardý. Aile hukuku. O da Ýslamî esaslardan gelmekle beraber birleþtirici bir unsurdu. Üstelik bu her yerde aynýydý. Kafkaslar’da, Balkanlar’da ayný hukuk. Onun ötesinde çok daha önemli olarak Osmanlý’nýn siyasi idaresi vardý. Nedense bizim tarihçiler, sosyal bilimciler Osmanlý siyasi idaresinin oluþturduðu ortaklýðý, siyasi kültürü görmüyorlar ya da göremiyorlar. O siyasi idarenin meydana getirdiði, ortaya koyduðu bir kültür vardý. Merkezî idarenin yanýnda bir de mahallî idareler vardý. Bunlar birbirinden etkileniyorlar ve üst idare, yani Ýstanbul’daki idarenin etkisi de her yerde duyuluyordu. Mahallî idarenin de ürettiði bir kültür vardý. Giyimden tutun da yemeðine, otorite anlayýþýna, hiyerarþi anlayýþýna kadar. Kýsaca Osmanlý siyasi kültürü dediðimiz bir kültür mevcuttu ve bu kültür birleþtirici bir vazife görmüþtü. Bu kültür ayný zamanda Osmanlý milletinin baðlarý olmuþtur. Ki daha sonra, yüzyýlýn sonlarýna doðru çok daha belirginleþmeye baþlamýþtýr.
Dil milleti oluþturan önemli unsurlardan biri. Dilin de milli tarih oluþturmada etkileri olmuþ muydu?
Elbette. Osmanlý’nýn resmî dili daima Türkçe oldu. 19. yüzyýlda dil, nizami mahkemelerde, basýnda, artan resmî muhaberatta çok daha geniþledi. Ve böylece Türkçe’nin kullanýmý eskiye nazaran kat kat arttý. Bu yüzden Türkçe devletin resmî dili olmanýn ötesinde, milletin dili olmaya baþladý. Ama þunu da unutmamak gerekiyor; Türkçe, milleti temsil eden elitlerin dilidir her þeyden önce. Ýþte bu geliþimler tarih yazýmýna da tesir etmeye baþladý. Böylece 19. yüzyýlýn sonlarýna doðru tarihi yalnýz padiþahýn tarihi deðil, bir toplumun tarihi olarak görmek ihtiyacý doðdu. Ama ihtiyacýn karþýlanmasý için ihtiyaca uygun yöntem gerek ve bütün mesele buradan doðuyor.
Bugün bahsettiðimiz popüler tarih yazýmýný da buraya baðlayabilir miyiz? Toplumda tarihin algýlanmasýna, anlaþýlmasýna yönelik bir ihtiyaç var ve bu ihtiyaç bugün popüler tarih anlayýþý ile mi karþýlanýyor?
Zamanla ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlarý karþýlayacak araçlar da deðiþiyor. 19. yüzyýlýn sonlarýna doðru yeni arayýþlar yeni ihtiyaçlarý doðuruyordu ve o dönemin gazetelerinde, dergilerinde hatta bazý kitaplarýnda bu ihtiyaca yönelik çalýþmalarý görebiliyoruz. Ancak bizim tarih anlayýþýmýzý, yaklaþýmýmýzý ve incelememizi etkileyen bir baþka mesele var: Osmanlý tarihçileri tarihi bir yerden baþlatma, tarihi belirli bir çerçeve içine koyma ihtiyacý duydular. Tarihi Ýslam Tarihi’yle baþlattýlar. Ýslam tarihi de bir yerde Hz. Âdem ile baþladýðýna göre, bizimkiler de tarihi oraya kadar götürdüler. Osmanlý hanedanýný bir yerde Hz. Âdem’e kadar baðladýlar ki, bu doðru deðil. Bu kadar geniþ bir çerçevede görülen tarihi, o çerçeve içinden alýp, baþka bir çerçeveye, millet çerçevesine oturtma meselesi ortaya çýktý. Bu da 19. yüzyýlýn sonuna doðru birçok yeni yaklaþýma yer verdi. Birleþtirici bir nokta da yoktu aralarýnda. Yine bu dönemlerde askerî okullarda Hüsnü Paþa’nýn yazdýðý ve ihtimal bazý Batýlýlar’dan esinlendiði tarih var ki, bu, Türkler’in tarihini Orta Asya’ya götürüyor. Kronolojik olarak doðrudur. Diðerleri ise kendine göre yeni yaklaþýmlar geliþtirmiþler.
OSMANLI’DA OBJEKTÝF TARÝHE YÖNELÝÞ
Ne tür yaklaþýmlar bunlar?
Ýslam tarihi içinde veya o tarihin dýþýnda olmakla beraber ona baðlantýlý olarak bazý þeyler düþünmeye baþladýlar. Fakat muhakkak ki burada önemli olan, tarihi milli açýdan görmek temayülüdür. Milli tarihe iliþkin yapýlmýþ bazý çalýþmalar var. Bunlarýn arasýnda bence çok çok önemli olan, fakat gereði kadar anlaþýlmayan Bursalý Tahir’in çalýþmalarýdýr. Bursalý Tahir, Osmanlý arþivlerine girerek orada binlerce biyografiyi inceledi, çalýþmalarý da “Türk Büyükleri” ismiyle, bir kitap þeklinde yayýmlandý. Bursalý Tahir’in yaptýðý þu bakýmdan önemlidir; bir kere meseleleri yalnýz savaþ alanlarýndaki zaferlerle ölçmüyor, ilim alanýnda, düþünce alanýnda yaptýklarýyla ölçüyordu. Bursalý Tahir o kadar ilim görmüþ deðil, daha çok kendi içinden gelen sevgiyle, merakla bunlarý araþtýrarak kitabýný oluþturdu. Fakat burada bir objektivite var. Gördüklerini olduðu gibi yazmak deðil, gerçek olaylar üzerinde durmak; þunu yaptý, kitabý bu, düþüncesi þu gibi bir objektivite. Yepyeni bir safha oluþturdu. Ve nihayet Sultan Reþat geldikten sonra ilk yaptýðý iþlerden biri “Tarih Tetkik Cemiyeti”ni kurmak oldu. Bu müze ilk objektif tarih, daha doðrusu Osmanlý’yý bütünüyle ele alacak ve olaylarý, insanlarý esas tutarak, meydana derli toplu bir tarih çýkarmak teþebbüsüydü ki, çok mühimdi.
Osmanlý döneminde kaleme alýnan tarih kitaplarýnýn çoðunda ciddi eksikliklerin olduðu söyleniyor. Son dönemde ortaya konan bu eserlerde de böyle bir sýkýntý var mýydý?
Muhakkak ki büyük eksikler vardý. Çünkü olaylar nispeten objektif bir þekilde verilmekle beraber, bunlarý doðuran nedenler, ekonomik/finansal nedenler, göçler gibi çok önemli konular incelenmeden üzerinden geçiliyordu. Vakanüvislik de devam ediyordu hâlâ. Tabii þunu da söylemeden geçmek haksýzlýk olur; vakanüvisler arasýnda da mesela Ahmet Cevdet Paþa’nýn vakanüvisliðinde, yazýlan tarihlerde de çok önemli ipuçlarý, bugün bizim iþimize yarayacak çok önemli bilgiler var. Yalnýz Sultan’la, harplerle ilgili deðil. Ahmet Cevdet Paþa kendine mahsus kiþiliði olan bir deha idi. Ama tarih anlayýþý o kadar da fazla deðiþmemiþti. Burada bir küçük noktaya daha iþaret etmek gerekiyor –ki bizim tarihçiliðimizin anlaþýlmasý bakýmýndan önemlidir– o da devletin kendisini yenileme kudreti.
Ne anlamayýz bu ifadeden?
Þöyle ki; Ýslam tarihi boyunca birçok devlet kurulmuþ, bunlara hanedanlar hâkim olmuþ, ondan sonra sönüp gitmiþlerdir. Mesela Ýbn-i Haldun bunu 160 seneye yayýyor. Onun hesabýyla, algýsýyla yükseliþ, düþüþ dönemi. Bazý kimseler de Osmanlý’nýn ayný akýbete uðrayacaðýný, sönüp gideceðini düþünmüþlerdi. 18. yüzyýlýn baþlarýnda Boðdan’a hükümdar olmuþ Dimitri Kantemir vardýr. Ýstanbul’da uzun seneler kalmýþ, Türkçe’yi fevkalade öðrenmiþ Kýpçak asýllý bir kiþi. Kantemir, bugün Romanya’nýn en büyük kültür simasý olarak görülen biri ve Ýstanbul’da bir enstitü de vardýr onun ismini taþýyan. Dimitri Kantemir de bir Osmanlý tarihi yazmýþtýr: Incrementa atque decrementa Aulae Othomanicae / Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Yükseliþ ve Çöküþ Tarihi. O devirde derli toplu bir eserdi. Kimden etkilendiði falan tartýþýldý. Ayrý mesele. Osmanlý tarihçilerinden birinden etkilendiði sanýlýyor. Benim söylemek istediðim þu; o da imparatorluðun çöküþünü haber veriyor. Ama bu olmadý. III. Selim ile baþlayan Islahat hareketleri ile Osmanlý kendi içinden, kendi gücüyle yenileþebileceðini gösterdi. Bu çok mühimdir. Tanzimat hakkýnda çeþitli olumlu, olumsuz düþünceler vardýr. Fakat her þeyden evvel Tanzimat bu devletin, Osmanlý Devleti’nin kendi gücüyle içinden yenileþerek yaþama gücü olduðunu göstermiþti. Sonra bu, 19. yüzyýldan 20. yüzyýla modern Türkiye’ye kadar gelmiþtir. Ýslam devletlerinde bu yoktur. Ýran’da biraz vardýr ama o çok ayrýdýr. Yeni hanedanlarýn gelmesi, Safevîler, Hazarlar gibi. Onu da bir yana býrakalým; bir bütün olarak ve gittikçe kimliðini ortaya koyarak geliþen Osmanlý’dýr ve Türkiye’dir. Þimdi yeni tarih anlayýþýyla incelenmek istenirse, Osmanlý tarihi araþtýrmacýlarý için bir hazinedir. Yeter ki araþtýrmacý yeter derecede fikren donanýmlý olsun.
DEVLET, TARÝHÝ ÝDEOLOJÝSÝNE BÝR ARAÇ YAPTI
Osmanlý tarihi araþtýrmacýlar için büyük bir hazine. Ýmparatorluðun son dönemindeki araþtýrmalar eksik de olsa önemli çalýþmalar. Ancak Cumhuriyet’in ilaný ile birlikte bir milli tarih kavramý ortaya atýldý. Milli tarih olgusu Osmanlý tarihinden apayrý bir þey miydi?
1932 yýlýnda I. Türk Tarih Kongresi ile tarih incelemelerine daha köklü olarak bir milli yön verilmesi kararlaþtýrýldý. Evet, bir millilik var. Fakat bence bu millilik Orta Asya’yý da içine almakla beraber asýl özünü ve rengini Osmanlý’dan aldý. Osmanlý’nýn toplu yaþayýþýndan, onun meydana getirdiði kültürden, onun tarihî tecrübesinden aldý. Bakýn Orta Asya bunun içinde yok demiyorum. Var, ama çok küçük bir parça olarak var. Bu dönemde dilden hareket edilerek, biraz da ýrka dayanan bir milli tarih görüþü ortaya çýkartýldý. Fakat bu da doðru düzgün anlatýlamadý. Bu arada öteden beri mevcut bir trend kesinleþti; devlet, tarihi kendi resmî ideolojisine bir araç yaptý. Belirli bir millet görüþü var, bir devlet görüþü, tarih görüþü var ve tarih kitaplarý bunlarý anlatacak. O devirde bu maksatla yazýlmýþ tarih kitaplarý var. Birinci sýnýflar için dahi var.
O zaman tarihi siyasi bir bakýþ açýsý ile incelemek yeni deðil bizde?
Yeni deðil ve yalnýzca Türkiye’ye de has deðil. Ama Türkiye bu görüþü pek de baþarýyla uygulayamadý. Çünkü bir tarafta arkasýnda 600 yýllýk bir tarihin aðýrlýðý var, diðer tarafta ise Cumhuriyet Tarihi. Onun için resmî tarih anlayýþý pek tutunamadý. Çünkü toplum baþka bir anlayýþla, baþka bir tarih imajýyla ve hatýrasýyla yetiþmiþ. Halk arasýnda ve bazý okumuþlar arasýnda mevcut tarih anlayýþýyla resmî tarih anlayýþý durmadan çarpýþýyor. Neden? Çünkü bir yerde Cumhuriyet, demokratik amaçlarla kurulmuþ. Onun için bizim bütün uygulamalarýmýzda olduðu gibi, tarih uygulamalarýnda da devlet katý bir þekilde hareket ediyor. Devlet böyle yapmýþ, toplum bunu adeta reddetmiþ. Ve böylece günümüze kadar bir tarih incelemesi keþmekeþi gelmiþ. Gerçi Fuad Köprülü’nün milli bir ekolü var. Bu ekol aslýnda Cumhuriyet’in 1932’den sonra tatbik ettiði anlayýþla çatýþýyor. Çünkü Köprülü’nün ekolü, onun düþünce tarzý, Orta Asya’dan gelen babalarýnýn getirdiði Ýslam, Selçuklular’ýn kurduðu Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlý’nýn bunlarýn devamý olduðu düþüncesi gibi çok saðlam tarihî bir yapýya dayanýyor. Ve Köprülü, baþta çok açýkça Osmanlý’nýn dýþlanmasýna karþý geldi, fakat sonuna kadar bunu savunamadý. Böylece tam manasýyla bir tarih ekolü kurulamadý. Ama bunun dýþýnda Osmanlý tarihini yeni anlayýþlarla inceleyecek simalar çýktý. Benim hocam olan Ömer Lütfi Barkan rahmetli, sonra yakýn dostum Halil Ýnalcýk gibi, ondan sonra Cengiz Orhonlu’nun daha küçük çapta fakat önemli kitaplarý var. Onlar önemli yaklaþýmlar. Bazýlarý bana soruyor, “Siz nasýl yaptýnýz?” diye. Benim yaklaþýmým biraz farklý. Çünkü ben 19. yüzyýlda toplumun fizikî olarak çok büyük deðiþmeler geçirdiðini, sosyal yapýsýnýn köklü bir deðiþmeye uðradýðýný, özel mülkiyetin yayýldýðýný, pazar ekonomisinin ülkeye girdiðini, geniþlediðini, eðitimin geniþlemesini göz önünde tutarak, bir de burada iç ve dýþ göçleri de hesaba katarak, Balkanlar’dan Kafkaslar’dan, Kýrým’dan gelen göçleri de hesaba katarak Anadolu’da yepyeni bir toplumun yoðrulduðunu, ortaya çýktýðýný ve buraya kimlik deðiþmelerinin eklendiðini anlatýyorum.
Peki bu kimlik deðiþimi nasýl gerçekleþti?
Kimlik deðiþmesi iki þekilde olur. Bir dýþ þekliyle olur. Ýsim deðiþtirirler. Bir de içten, psikolojik olarak, kültürel olarak kimlik deðiþtirirler. Bir tabir var: Homogenity. Bütünleþme, kaynaþma manasýna geliyor. Böyle bir bütünleþme, kaynaþma olurken, insanlarda içten, farklý olduklarýna dair bir his uyanýr. Ve hakikaten de farklýdýrlar. Nasýl ki bir insan köyden þehre gelince ve þehirde bir müddet yaþadýktan sonra içten deðiþtiðini hissederse, toplumlar da uðradýklarý büyük yapýsal deðiþimlerden sonra yeni bir kimliðe sahip olduklarýný sezerler. Ve bunlarý ifade etmek ihtiyacýný duyarlar. Cumhuriyet’in kuruluþunda bu oldu. Milli Mücadele bu geçiþi saðladý. Dýþta ve içerideki kimlik deðiþmeleri bir defa Cumhuriyet þekline inkýlâp etmiþtir. Ýþte ben bunlarý anlatýrken ayný zamanda Ýslam’ýn da birinci derece rol oynadýðýný ve bu arada Ýslam’ýn da deðiþtiðini –din olarak deðil–, toplumun da Ýslam anlayýþýnýn deðiþtiðini, bunun siyasileþtiðini, millileþtiðini anlatýyorum.
Tarihin anlam kazanabilmesi için nasýl bir tarih anlatýmý, öðretimi yapýlmalý?
Tarihin mana kazanabilmesi için, onun mutlaka bugün yaþadýðýmýz hayatla, her gün karþýlaþtýðýmýz olaylarla bir ilgisinin olmasý gerekir. Eðer tarih bugünün bir parçasý haline getirilirse, o zaman bir mana kazanýr, o zaman sevilir. Eðer tarih benim bugünkü hayatýmý daha iyi anlatacak bir vasýta olursa, ben o zaman onu daha iyi, daha severek okurum. Yoksa onun ötesinde masal gibi alýr okurum. Tarih eðitimi deðil, genel olarak eðitimin çaðýmýza uymasý, kiþiyi yetiþtirmeye bir araç olmasý meselesi var Türkiye’de. Tarih de o zaman bunun içine girer. Bu þekilde insanî bir tarih, güncel, yaþayan bir toplum hayatýyla baðdaþan bir tarih olursa o zaman sevilir. Türkiye’nin buna ihtiyacý var.
Kimdir:
Prof. Dr. Kemal Karpat, Romanya'nýn Dobruca bölgesinde bulunan Babadað kasabasýnda 1923 yýlýnda doðdu. Ýstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, Washington ve New York Üniversiteleri’nde siyasal ve sosyal bilimler üzerine master ve doktora yaptý. Romanya'daki tarih ihtisasýnýn ardýndan Amerikan Tarihi, Rus Tarihi, Ortadoðu Tarihi ve Osmanlý Tarihi konularýnda çeþitli kurslara katýlan Karpat, akademik çalýþmalarýna 1950 yýlýnda New York ve Washington üniversitelerinde baþladý. 1970-1988 yýllarý arasýnda Wisconsin Üniversitesi Ortadoðu Çalýþmalarý Bölüm Baþkanlýðý'ný yürüttü, Türk Araþtýrmalarý Derneði ile Türk Araþtýrmalarý Kurumu'nun baþkanlýklarýný yaptý. Türk Tarih Kurumu onur üyesi olan Karpat, 20 ülkede yayýmlanan 100'ü aþkýn makaleye ve çok sayýda kitaba imza attý. Halen Wisconsin Üniversitesi Tarih Bölümü'nde öðretim üyeliði görevini sürdürüyor.