Söyleþi
Pages: 1
Y. Hakan Erdem By: hafiza aise Date: 05 Haziran 2012, 11:46:49
Y. Hakan Erdem: Popüler tarih, aðzýna geleni söyleme alaný deðildir
Ýbrahim BARAN • 56. Sayý / SÖYLEÞÝ


Ahmet Hamdi Tanpýnar, tarih bilimine dair “Bu tarihin de nasibi bu. Bilmeyen açýklamaya kalkar, bilen susar. Hiç matematik bilmeyenin matematikten bahsettiðini görmedim. Talihsiz bir bilgi dalý olsa gerek” yorumunda bulunur. Gerçekten de son dönemde bilen bilmeyen herkes tarih konuþuyor, tarih yazýyor. Hemen her televizyon kanalý tarih sohbetlerine, her gazete tarihçi yazarlara yer veriyor. Ne var ki, bu “tarihçi/yorumcu/anlatýcý”lar her zaman bir “tarihçi titizliði”yle yaklaþmýyorlar geçmiþe. Bu yüzden tarihin gündeme gelmesi sevindirici olsa da, magazine dönük ve ciddiyetten uzak tavýrlar rahatsýz edici. Tarihi, tarihçiyi ve gündeme çýkarýlan sözkonusu “magazinsel tarih”i, Tarih-Lenk isimli çarpýcý eseriyle tartýþmalara sebep olan, Sabancý Üniversitesi Öðretim Üyesi Doç. Dr. Y. Hakan Erdem’le deðerlendirdik.

Popüler tarih on dönemde çok konuþuluyor, gündeme getiriliyor. “Popüler tarih” ne demek?

Tarihin günlük hayata konu olduðu günden bu yana, popüler tarih kavramýný kullanmaya baþladýk. Akademik tarih-bilimsel tarih ayrýmýný her zaman aklýmýzýn bir köþesinde tuttuðumuz için tarihin bu þekilde anlatýlmasýný popüler tarih olarak ifade ettik. Akademyanýn kurallarý içinde yazýlan bir tarih deðil, daha geniþ kitlelerin ulaþýp anlayabileceði bir tarihi kastediyoruz popüler tarih derken. Fakat ben, popüler tarih-akademik tarih ayrýmýna çok da deðer atfetmiyorum. Tarih tarihtir, bunu düzgün yapmak vardýr, yapmamak vardýr. Popüler tarihten “Dediklerinin doðru olmasýna hassasiyet göstermesen de olur. Aklýna ne gelirse söyle, zaten bunu, okuyacak adamlar da deðerlendiremez” durumu anlaþýlýyorsa bu hoþ bir þey deðil. Eðer buysa popüler tarih, ben onu popüler tarih olarak bile saymýyorum. O bir magazin tarih, bir tarih show. Bence popüler tarih, daha önce bir akademik camia için yapýlan çalýþmayý biraz okumasýný kolaylaþtýrarak kitleye sunmaktýr, popülerleþtirmektir.

Ya da popülarize etmektir…


Evet. Bunu isterse yazarýn kendisi yapar, isterse baþkasý. Sorumluluðu çok daha aðýrdýr akademik tarihte yazmanýn. Ama popüler tarihte referans vermezsiniz, kaynaðýnýzý göstermezsiniz. Kaynaklarýný irdeleyip tartýþmazsýnýz. O vardýðýnýz sonuca nasýl ulaþtýðýnýzý akademik bir yayýnda uzun uzun kaynaklarýnýzý iç tenkit, dýþ tenkit yaparak meslektaþlarýnýz için yaparsýnýz. Ama meslekten olmayan çok daha geniþ bir kitleyi çok ilgilendirmeyeceðini düþünüyorsanýz uzun uzun kaynaklarýnýzý tartýþmazsýnýz. Bu açýdan bakýldýðýnda popüler tarih de çok sorumluluk gerektirir. Referansýnýz yoktur ama söylediðiniz þeyden sorumlusunuzdur. Daha geniþ kitleye anlattýðýnýz için sorumluluk sizin sýrtýnýzdadýr. Yani popüler tarih, aðzýna geleni söyleme alaný deðildir.

SÝYASÝ YASAKLAR TARÝHE YÖNELTTÝ

Tarih, 1980’lere kadar çeþitli siyasi kaygýlarla belli kalýplar içinde tutuldu. Detaylara çok fazla inilmedi. 1980’lerden sonra tarihin biraz daha geniþ kitlelerin algýlayacaðý þekilde tartýþýlmasý gündeme geldi. Türkiye’de popüler tarihin baþlangýcýný nereye dayandýrabiliriz?


Biraz daha öteye dayandýrabiliriz. 1950’lere, 60’lara belki de daha geriye. Tarih dergileri çýkmaya baþladýðý zamana mesela. Hayat Tarih dergisi çýktýðý zamana kadar götürmek mümkün. 50’ler filan diyebiliriz. Ama þuna katýlýyorum; 80’lerden sonra yeni açýlýmlar oldu. 80’lerden sonra siyasi faaliyetler askýya alýnýp yasaklanýnca, tarih meþru bir alan haline geldi. Eskiden siyasetle ilgilenen insanlar, hatta çeþitli siyasi gruplar “biz nerede yanlýþ yaptýk” diyerek kendilerinin muhasebesini yaparken tarihe de merak saldýlar. O anlamda 80’lerde bir açýlým saðlandý ama onu rahat rahat 1950’lerden, 60’lardan baþlatmak, hatta daha da geriye gitmek her zaman mümkün. Bugün devam eden anlamýyla “magazin tarihi” 60’larda baþlamýþtýr. Daha evveli de þöyle mümkün; mesela 1930’larda yazan Ahmet Refik Altýnay da popüler tarih yapýyordu. Ama o benim anladýðým gibi yapýyor, akademik anlamda popüler tarih yapýyor. Þimdi o adamcaðýz arþive girer, bütün kronikleri okur, fakat sonunda bir miktar da kurgulaþtýrarak malzeme sunar. Ahmet Refik Altýnay iyi bir örnek. Tarihi sevdiren adam derler. Reþat Ekrem Koçu iyi bir örnek. Fakat bugünkü anlamýyla tarih dergilerinin yaygýnlýk kazanmasýyla popüler tarih eðilimleri ortaya çýkmýþtýr. 

Tarih ve Toplum, Popüler Tarih gibi dergilerin ortaya çýkmasý da bu süreci hýzlandýrdý galiba?

Tarih ve Toplum daha çok kitle okusun diye düþünülen, çok yeni açýlýmlar saðlayan bir dergiydi. Çok da faydalý oldu. Ciddi ama popüler bir tarih külliyatý sundu. Uzunca bir süre toplumun tarih algýsýnda da önemli bir rol oynadý. Þimdi Toplumsal Tarih var, ona da aslýnda akademik tarafa biraz daha fazla meyleden popüler bir tarih dergisi demek mümkün. NTV Tarih dergisine daha popüler bir tarih dergisi diyebiliriz. Toplumsal Tarih’te özgün araþtýrmalar var. Yeni, ilk defa yayýmlanan, dipnotlu, referanslý, özgün araþtýrmalar... Fakat NTV Tarih’e baktýðýmda þunu görüyorum: 1960’larda yayýmlanan popüler tarih dergilerinde çýkmýþ konularý tekrar sunuyorlar. Dolayýsýyla o hakikaten bir popüler tarih dergisi. Yani konular da maalesef Türkiye’de çok fazla deðil. Ne biliyorlarsa onu yazýyorlar.

MAGAZÝN TARÝH CÝDDÝ ARAÞTIRMALARIN ÖNÜNÜ KESÝYOR

Ýktisatta “Gresham Kanunu” var. Bu kanun “kötü paranýn iyi parayý kovmasý” gibi bir iddia ortaya atýyor. Teþbihte hata aranmaz. “Magazinsel tarih” olarak ifade ettiðiniz popüler tarih de bilimsel tarihin önüne set çekiyor mu?


Kesinlikle set çekiyor, doðrudur. Birçok tarihçi var Türkiye’de. Aslýnda Türkiye’nin tarihçilik birikimi çok üst seviyede. Yetiþmiþ, meslekten birçok tarihçi var. Gençler doktora tezi yazýyorlar, araþtýrma yapýyorlar, arþivlerde dirsek çürütüyorlar. Harika monograflar çýkýyor. Gidip kitapçýlarý dolaþýrsanýz, birçok yeni konu olduðunu görürsünüz. Bunlarý bir külliyat halinde basan yayýnevleri var. Size on tane düzgün yayýnevi sayabilirim ki, çok güzel tarih malzemesi basýyorlar. Bunlarýn çoðu da doktora tezidir, hatta bazýlarý master tezidir. Þimdi bu ülkenin bu kadar güzel bir tarih birikimi varken, bunlara teðet geçen, bu birikimi hiç görmeyen baþka bir dünya da var. Bahsettiðim güzel kitaplar, güzel monograflar filan beþ yüz satýyor, bin satýyor. Yani ulaþmýyor kitleye, kimse reklamýný yapmýyor, üzerine kimse konuþmuyor, böylece bu birikim bir köþede kaybolup gidiyor. Öte yandan da tarihçilik formasyonu almamýþ, tarih okumamýþ –yakýn bir disiplin okumuþ olabilir ama tarih okumamýþ– hobi olarak yazan fakat kendini dev aynasýnda gören “tarihçiler” var. Bazýlarý açýk açýk diyorlar ki, “ben tarihçi deðilim, endüstri mühendisiyim, ama bunu da hobi olarak yapýyorum”; onlarý tenzih ederim. Ama bir þekilde kendini toplumun tarih hocasý tayin etmiþ ve tarih metodolojisi nedir, eleþtiri nasýl yapýlýr, doðru kaynaða nasýl ulaþýlýr bundan bihaber bir dolu adam var. Zannederim bunlar hem toplumun tarih algýsýný deðiþtiriyorlar, hem gerçek tarihçilerin önünü kesiyorlar, hem de hakikaten piyasadan itiyorlar. Düzgün bir yayýncýya gittiðiniz zaman o yayýnlarý görüyorsunuz. Ama onlarýn kitleselleþmesini, topluma ulaþmasýný engelliyorlar. Çok mu zor bir dille yazýlmýþ diye bakýyorum, hayýr. Bunlarýn hepsini ortalama üniversite tahsili görmüþ insanlar –ki, Türkiye’de artýk çok insan var böyle– rahatlýkla okuyabilir. Adam oturmuþ, Osmanlý’ya sýðýnan mülteciler üzerine bir çalýþma yapmýþ. Beri tarafta diðeri “Ben þimdi bunu niye okuyayým ki?” diyor. Ama konu þöyle olsaydý; “Osmanlý’ya sýðýnan dönmeler ülke içinde nerelere geldi?”, bu tonda yazýlmýþ olsaydý, o zaman okurdu insanlar. Ýþte bu tonda yazýlmýþ eserler maalesef ciddi araþtýrmalarýn önünü kesiyor.

Tarih-Lenk kitabýnýzda Türkiye’de “tarihçi” sýfatýyla bir þeyler yazan insanlarýn kitaplarýndaki hatalarý çok açýk bir þekilde ortaya koydunuz. Bu hatalar sehven mi yapýlýyor yoksa kasten mi?

Sehven olan hatalarý koymamaya gayret ettim. Metodolojim hata yapan bir insanýn hatasýnýn üzerine atlamamak oldu. Sehven hatadan kimse uzak, arî deðil. Böyle tutarlý seri halinde hata varsa, yani yüzlerce hata yapýyorsa ve dikkatsizse, verilerini kontrol etmiyorsa, onlarý yapýlan hatalar olarak dikkate aldým. Yoksa büyük tarihçilerimizin de, rahmetli olmuþlarýn da çok büyük hatalarý var. Öyle biliyorlar, öyle kalmýþ akýllarýnda, onlarýn üzerine gitmedim. Hepimizin yapabileceði türden hatalarla ilgilenmedim. Tutarlý olarak dikkatsizlik varsa tabii. Bazýlarý kasýtlý çarpýtmalar olabilir. Mesela adamýn kitabý çalýntý. Adamýn kitabý çalýntýyken, “kardeþ bir de þurada bir hata var” demek, çalýntý bir ceketle dolaþan birine, “ceketin ütüsüz” demek gibi bir þey. Ceketin kendisi çalýntý çünkü. Ceketin kendisi çalýntýyken þurasý ütüsüz, þurasý kýrýþýk denir mi? Dolayýsýyla orada olan þeyler çok masumane. Mesela transkripsiyon hatalarý masumdur nispeten. Çünkü Osmanlýca deðiþik þekillerde okunulabilir. Tak kelimesini tok diye okuyabilirsiniz. Yapýlan iþ oldukça ihtiva etmeli bir konuyu, kendisine konu edindiði bir þeyi. Hele ki kitap yazýyorsanýz, kitap böyle iki tane fikir ile bir tane konuyu çekip çevirerek yazýlmaz. Kapsayýcý olur ve çok þey yazarsýnýz, tartýþýrsýnýz. Öyle olduðu için kapsayýcýlýk adýna basit transkripsiyon hatalarýndan aldým, intihalden yola çýktým, intihali bile boþ verin, metin uyduranlara kadar geldim. Oturuyorsunuz mesela, Sultan Abdülhamit Han adýna aný uyduruyorsunuz. Olmayan bir hanzâde sultan adýna… Ben bunlarýn adýný soyadýný her þeyini verdim. Öyle birkaç gün içinde yapmadým bunu. Toplumda birazcýk yadýrgandý…

Fakat ezber bozan, cesur bir çalýþma olduðu da ifade edildi.


O yadýrgandý burada zaten. “Ben, buyurun kardeþim” dedim. Ayrýca Tarih-Lenk bir eleþtiri kitabý filan deðil. Tarih-Lenk bir ispat kitabý. Orada ben bir adama diyorsam, “Sen bunu bir yerden almýþsýn”, bunu duyumlardan filan yola çýkarak deðil, metinlerden yola çýkarak söylüyorum. Zannediyorum gereken tepkiyi aldý.

Ne tür tepkiler, geri dönüþler oldu?

Birkaç güzel geriye dönüþ oldu. Halen mesaj geliyor, yüzde 97-98 oranýnda olumlu tepkiler geliyor, ben de umuda kapýldým. Dedim ki; “bu toplumda halen aklý baþýnda bir kesim, bir damar var. Ýdeolojinin esiri olmamýþ, paradigmatik körlüklere saplanmamýþ, hani bakýp görmeyen bir grup adamlar var, onlara saplanmamýþ. Demek ki bir yerlere ulaþtýk, söyleyebildik”. Çeþitli üniversitelerde ders kitabý olarak okutulduðunu biliyorum. Sonuç olarak ben üzerime düþeni yaptým, kitap da üzerine düþeni yaptý gibi geliyor bana.

UZUN YILLAR SUNÝ TARTIÞMALARLA OYALANDIK

Tarih, ilmî bir metodoloji içerisinde yapýlýyor. Popüler tarihle –sizin ifadenizle magazinsel tarihle– uðraþan kiþiler tarihi bu þekilde toplumun önüne koyarak sevdirdiklerini iddia ediyorlar. Topluma tarihi sevdireceðiz derken tarih ilminin ayaklar altýna alýndýðý konuþuluyor. Bu konuda düþünceleriniz nelerdir?


Tarihçinin görevi yargýlamak deðil geçmiþi anlamaktýr, “nasýl olur da bu gördüðümü anlarým, anlamlandýrýrým, bunu toplumla nasýl paylaþýrým” meselesidir. Yoksa bilim olan tarih, bir takým atýp tutma alaný deðildir. Birtakým suni tartýþmalarýn alaný hiç deðildir. Uzun yýllar suni tartýþmalarla toplum oyalandý. Bu yanlýþtý. 50’lere kadar giden, Ulu Hakan-Kýzýl Sultan tartýþmasý mesela. Baktýðýnýz zaman, bir tarafta Necip Fazýl yazýyor, diðer tarafta Ahmet Emin Yalman cevap veriyor. O, 1950’lerdeki toplumun siyasi bir çatýþmasý. Tarihle alakasý yok. Abdülhamit’le hiç alakasý yok. Bunun gibi tartýþmalar ara ara toplumun önüne geliyor. Tarih zannedildiðinden çok daha zengin ve karmaþýktýr. Tarih bir küldür, bir bütündür. Normatif bir tarih anlayýþý baþka. Normatif tarih anlayýþýndaki bir grup insan, tarihte ne olduðundan baðýmsýz olarak der ki, “Ýstediðiniz kanýtý getirin, tarih öyle oldu ama aslýnda böyle olmalýydý, biz böyle olmanýn tarihiyle ilgileniyoruz”. Orada yaþayanlar yaþamýþ, ölenler ölmüþtür, sadece anlamaya çalýþýrýz onlarý, olaylarýn niye olduðunu, arkasýndaki sebepleri, bazen de sebepsizliði. Her þeyin de sosyal, ekonomik, psikolojik gerekçeleri olacak deðil ki. Bazen kendi günlük hayatýmýzda bile arka tarafýný bilmediðimiz davranýþlar, olaylar oluyor. Bu tarih için haydi haydi oluyor. Tarihçinin yapacaðý þey, müthiþ bir dürüstlük içinde bilgisinin geldiði en son noktayý baþka insanlarla paylaþmaktýr. Eðer spekülasyon yapýyorsa, o yaptýðý spekülasyonu da paylaþmaktýr.

Mesela televizyon programlarý var tarihle ilgili. Takip ediyorsunuzdur…

Ediyorum, etmeye çalýþýyorum, sýkýlýyorum, býrakýyorum.

Bu programlar ne kadar saðlýklý?

Olmalý mý? Evet, olmalý. Belki böyle yapýla yapýla bir gün bu kýsýrdöngüleri de aþarýz. Ben sýkýlýyorum. Tarihçi olarak bana cazip gelmiyor. Mesela “Osmanlýlar içki içer miydi, içmez miydi?” tartýþmasý hiç cazip gelmiyor bana. Bunun mantýðýný görmüyorum. Tarih bu kadar sýkýcý bir alan deðil. Tarih insaný çok þaþýrtýr, sürprizlerle doludur. Sonra çok daha zengindir. Nasýl zengindir? Birtakým iyi tarihçiler bulur, yazar, o zaman görür toplum ne kadar zengin olduðunu. Hiç duyulmayan sesler duyulur, o zaman toplum da görür, diðer tarihçiler de. Proforma temalar var. Mesela “Efendim, 1. Dünya Savaþý’nda Araplar bizi sýrttan hançerledi”. Öyle mi? Araþtýrma mý yaptýnýz? Arap kamuoyuna 1. Dünya Savaþý sýrasýnda kamuoyu yoklamasý mý yaptýrmýþtýnýz kimin ne düþündüðünü bulmak için? Bu devasa bir konudur, bu kadar yüzeysel bakamayýz. Mekke Þerifi ayaklanýrken, Mýsýr olduðu gibi Osmanlý taraftarýdýr. Mýsýr basýnýnýn savaþ sýrasýnda ne kadar Osmanlý taraftarý olduðunu öðrenmek için incelemek lazým. Bütün Suriye, Irak, Filistin 1918’e kadar Osmanlý yanýnda yer almýþtýr. O halde hangi Araplar bizi sýrtýmýzdan hançerledi? Þerif Hüseyin ayaklandý diye, “Bütün Araplar sýrtýmýza hançer soktu, bunlar zaten böyledir” gibi laflar ederseniz fena halde yanýlýrsýnýz. Yani öyle tuhaf tuhaf davranýþlar oluyor ki, bugün mesela Gazze’de olay oluyor, bunlar yaþanýrken “Tamam, Ýsrail bunlara çok yapýyor ama bunlar da zaten bizi sýrtýmýzdan vurmuþlardý” diyorlar. Sana karþý ayaklananlar onlar deðil! Bunlar Türkiye’nin kamuoyunu belirlediði düþünülen kanaat önderlerinin ortaya attýklarý kýsýr ikilemler. “Falan içki içer miydi, içmez miydi? Araplar sýrtýmýzdan hançerledi mi, hançerlemedi mi? Efendim Osmanlýlarda homoseksüellik var mýydý, yok muydu?” filan. Konuþmasý bile abes. Osmanlýlar ne melaikedir, ne evliyadýr. Bizim gibi insanlardýr, hatalarý vardýr, sevaplarý vardýr, o kadar. Böyle saðlýklý bir þekilde bakmak yerine bir grup “ecdadýmýz hiç kötü bir þey yapmaz” diyerek onlarý yüceltirken, baþka bir grup yerin dibine sokmaya çalýþýyor. Hâlbuki herkesin tarihi gibi bir tarih. Ne çok övülecek bir þey var bu tarihte, ne çok yerinecek bir þey var. Diðer ülkelerin geçmiþi, tarihi nasýlsa, neler olmuþsa çok benzeyen þeyler burada da olmuþ. Ýsyan zamaný olmuþ, kýtlýk zamaný olmuþ, katliam zamaný olmuþ, sosyal düzenin iyi olduðu zaman olmuþ, kötü olduðu zaman olmuþ. 600 senelik, 1000 senelik upuzun bir geçmiþ. Her toplumda her zaman her þey olur. Bakýyorum da aklý baþýnda insanlarý konuþturmuyor bu toplum. Söyleyecek lafýný aðzýna týkýyor. “Toparlayýn efendim, üç dakikanýz var” diyor. Tarih programlarý da onlara benziyor. Hâlbuki bu zengin, bu güzel, sadece bizim deðil bütün insanlýða ait olan tecrübeyi toplumla paylaþsak, bilmediðimiz cephelerine baksak, aklýmýza gelmeyen cephelerini öðrensek, þaþýrsak ve þaþýrtsak daha iyi deðil mi? Televizyon programlarý olmalý mý? Evet olmalý. Fakat bence onlarý da ikiye ayýrmak lazým: Bir popüler olanlar, bir belgesel olanlar. Her birinde daha fýrýn fýrýn ekmek yemek gerekiyor.

KÖTÜ TARÝHÇÝLÝK BEDEL ÖDETÝR

Günümüzde de Ermeni meselesi, Kürt meselesi gibi derin bir tarihi geçmiþi olan sorunlar akþamdan sabaha olmuþ þeyler gibi konuþuluyor…

Ne tuhaftýr deðil mi? Devlet ajandaya alýyor bunlarý, gündeme alýyor çözmek için. Dýþiþleri Bakaný Davutoðlu, “Komþularla sýfýr problem” diye bir kavram ortaya attý, teorik olarak doðrudur. Sen nasýl ki apartman komþunla, kapý komþunla iyi geçinirsen, komþu ülkenle de geçinebilirsin. Öyle tarihte, diplomaside sürekli düþmanlýklar, sürekli dostluklar filan yoktur. Ýþte görüyorsunuz, 1989 yýlýnda yerin dibine soktuðumuz Bulgaristan’la iliþkilerimiz düzelmiþ vaziyette. Devletlerin “meseleleri” olur. Sokaktaki insanýn, tek baþýna vatandaþýn Ermeni meselesi, Kürt meselesi filan olmaz. Devlet çözmek istedikçe, gündeme getirdikçe biz de konuþuyoruz. Tabandan gelen bir bilgi yayma ve geniþletme çabamýz yok bizim. Ne söyleniyorsa onu tartýþýyoruz. Devlet Kürt meselesi diyor, bütün ülke Kürt meselesini konuþuyor. Onu da çok sathi olarak tartýþýyoruz. Bilgimizi geniþletmek yolunda ciddi bir çaba içinde deðiliz. Moda olan konularý tartýþýyoruz, ondan sonra bir sünger çekiliyor. Bu tabii ki okullarda okutulan tarihin, hepimizin tarih algýsýný, geçmiþ algýsýný ne kadar bozduðunu da gösteriyor. Kýsýtlý konular tartýþýyoruz. Ne verilirse onu konuþuyoruz. Kalkýp eskiden kalma böyle birtakým çevirdiðimiz laflar var, çok fazla da aþmak için bir þey yapmýyoruz. Çünkü ne bileyim, bir hastane kötü olsa, doktorlar kötü olsa oraya gitmezsiniz. Tarihçiler kötü olduðu zaman öyle görünürde hemen gözükmüyor sonuçlarý. Kötü tarih üretirseniz, yalan tarih, bozuk tarih, çarpýk tarih üretirseniz, bugün bedelini ödemiyorsanýz, 30-40 sene sonra ödersiniz. Kopyayla sýnýf geçip, çürük köprü yapýp insanlarýn ölümüne neden olan bir mühendis ne kadar zarar verirse, siz de beþ beterini yaparsýnýz. Bunu görmüyoruz belki biz. Kötü tarihçinin kötü tarihçiliðinin sonuçlarýný böyle hemen gözümüzle göremediðimiz için “ne var bunda, konuþuyor iþte adam” diyoruz.

Kimdir:
Doç. Dr. Y. Hakan Erdem, Boðaziçi ve Oxford Üniversiteleri’nde öðrenim gördü. 1993-2002 yýllarý arasýnda Boðaziçi Üniversitesi’nde öðretim üyeliði yaptý. Erdem’in yurtdýþýnda 1996’da yayýmlanmýþ Slavery in the Ottoman Empire and its Demise adlý çalýþmasý, Türkiye’de, Osmanlý’da Köleliðin Sonu adýyla 2004’te yayýmlandý. Kitab-ý Duvduvani, Unomastica Alla Turca ve Zaman Çöktü adlý üç romaný bulunan Y. Hakan Erdem, Tarih-Lenk (Doðan Kitap, 2008) isimli kitabýn da yazarý. Erdem, halen Sabancý Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öðretim üyesi olarak görev yapýyor.


radyobeyan