Güncel Dini Haberler
Pages: 1
Hangi cemaattensin? By: ehlidunya Date: 27 Þubat 2012, 22:27:01
Hangi cemaattensin?

Hayatý  ve hatýrasýyla zenginleþtiðimiz Bediüzzaman Said Nursî, asýrlar boyu varolagelmiþ iki zýt akýma dikkat çeker Sünuhat adlý küçük hacimli büyük eserinde. Dinî meselelere bakýþta belirleyici olan, insanlarýn birine veya ötekine meylettiði iki zýt akýma…

Bu akýmlardan ilkini, ‘Tahtiecilik’ diye tarif eder Bediüzzaman. Tahtiecinin dinî meselelere, özellikle de içtihadî konulara bakýþý, ona göre, þöyle özetlenebilir: “Mezhebim haktýr; hata ihtimali var. Baþka mezhep hatadýr; sevaba ihtimali var.”

Kendi durduðu yeri mutlaklaþtýrmayan, onun ‘hak’ olduðunu söylemekle birlikte ‘hata’ ihtimaline kapýyý açýk tutan; baþka mezhepleri ise ‘hata’ görmekle birlikte ‘isabet’ ihtimalini de gözardý etmeyen bu yaklaþým, ilk anda, insana gayet makul ve insaflý gözükür. Neticede, Tahtieci, kendi görüþünü ve karþý görüþü ‘mutlak doðru’-‘mutlak yanlýþ’ denklemine oturtma gibi, fikrî, hatta fiilî çok zulüme kapý aralayan feci bir yanlýþtan uzaktýr zira.

Gelin görün ki, Bediüzzaman, bu yaklaþýmýn yanlýþ ve haksýz olduðunu belirtir. Doðru olan, ona göre, Tahtieci’nin karþýsýnda duran ‘Musavvibe’nin görüþüdür.

Peki kimdir Musavvibe? Tahtieci’nin kendi duruþunu ortaya koyduðu yerde, Musavvibe ne demektedir?

Musavvibe, sadece kendi mezhebini deðil, diðer mezhepleri de hak gören; ve ‘füruat’ sözkonusu olduðunda hakikatin ‘taaddüt ettiði’ni düþünen kiþi ve kiþilerdir. Musavvibe, nasýl güneþýn ýþýðý içinde yedi rengi barýndýrýyorsa, ayný þekilde bir olan hakikatin içinde çok renkler barýndýrdýðýný, dolayýsýyla hakikatin hakiki renginin tek bir mezhepe, kiþiye, görüþe hasredilemeyeceðini düþünen kiþidir. Onun tercih ettiði belli bir mezhep, daha isabetli olduðunu düþündüðünü belli bir içtihad vardýr; ama bu mezhep dýþýndaki mezhepleri, bu içtihad dýþýndaki içtihadlarý da ‘hakikat dairesi’ içinde anlamaya çalýþmaktadýr. Diðer bir deyiþle, onlarý da sevab kapsamý içinde deðerlendirmekte, onlarýn varlýðýný da tasvip etmektedir. Dahasý, bir olan hakikate dair bu anlam, yorum ve içtihad farklarýný bütün mü’minler için bir imkân ve kazanç olarak görmektedir.

Biraz daha anlamaya çalýþalým:

Diyelim ki, karþýmýzda bir Hanefî, bir Þafiî, bir Hanbelî, bir Malikî var. Ortada da, dört mezhebin ayrýþtýðý fýkhî bir hüküm… Tahtieci yaklaþým, sadece kendi mezhebinin görüþünü ‘hak’ olarak görür, sadece ‘hata ihtimali’ne kapýyý açýk tutar. Bu dört kiþi de, “Sadece benim mezhebimin görüþü doðrudur” diyorsa eðer, hepsi ‘Tahtiecilik’te ortaklaþmaktadýr. Yok eðer, bu dört kiþi “Bu dört mezhep de dinin esasýnda ittifak halindedir. Bu meseledeki ihtilaflarý ise, birinin isabet ettiði, diðerlerinin hata ettiði anlamýna gelmez. Ben benim mezhebimin içtihadýný daha doðru görüyorum ve iþte meselâ hepsinin ittifak ettiði namazýn içindeki þu adabda þöyle mi, böyle mi yapýlacaðý konusunda kendi mezhebimin içtihadýný daha doðru görüyorum, ama diðer mezheplerdeki kardeþlerimin namazýný da eþit derecede sahih görüyorum” derse, dördü de “Musavvibe” içerisinde yer almaktadýr.

Yahut, meselâ kelâm mezhepleri veya tefsir okullarý arasýndaki bir tartýþma konusunu ele alalým. Hepsi de, imanýn esaslarý veya Kur’ân’ýn bütün âyetleriyle hak ve Kelamullah olduðunda müttefik olmakla birlikte, belli bir Kur’ân âyetinden murad edilen mânânýn ne olduðu konusunda ihtilaf halinde olabilirler. Burada da, kendi görüþünü isabetli görüp, diðer görüþleri bir ‘sapma’ sýnýfýnda deðerlendirme temayülü sözkonusuysa, Tahtieciliðin tehlikeli bir boyutuyla yüzyüzeyiz demektir. Doðru olan yaklaþým, Musavvibe’nin yaklaþýmýdýr; âyetin hak olduðunda müttefik olan mü’minlerin âyetten murad olunan mânâ konusunda farklý düþünmelerinden bir ‘sapma’ yorumu çýkarmamaktýr. Daha da açalým: Âyete dair bir veya baþka bir tefsiri yanlýþ görüyor olsa bile, tefsirdeki bu hatadan dolayý tefsir edenin ‘imanýna’ iliþen bir yoruma kalkýþmamaktýr.

Ki, Bediüzzaman’ýn belirttiði üzere, özellikle bu son yaklaþým, “zaruriyat-ý diniyeyi, mesail-i cüz’iye-i fer’iye-i hilâfiye ile mezc edip, ona tâbi gibi kýlmak” gibi ‘büyük bir hatar’ içermektedir. Bütün mü’minler kelime-i tevhid baþta olmak üzere imanýn ve Ýslâm’ýn temel esaslarýnda tam bir ittifak halinde olduklarý halde, gerek fýkha, gerek tefsire, gerek kelama dair içtihadî meseleler, yani ‘mesail-i cüz’iye-i fer’iye-i hilâfiye’ hak-bâtýl denklemine taþýndýðýnda kendisi gibi düþünmeyenin imanýna iliþen tekçi, inhisarcý yaklaþýmlar zuhur etmektedir. Halbuki, öyle böyle bir hata ve tehlike deðildir bu. Bilakis, ‘hatar-ý azîm’dir.

Peki, sair mü’minlere ayný hakikatin farklý bir rengiyle veya veçhesiyle bakan iman kardeþleri olarak bakmak yerine böyle dýþlayýcý bir yaklaþým nereden zuhur etmektedir?

Bunun psikolojik ve düþünsel iki sebebini teþhis ediyor Bediüzzaman. Önce psikolojik olaný: “Bence, Tahtîeci, hubb-u nefisten neþ’et eden inhisar zihniyeti illetiyle malûldür.” Yani, nefsini sevmenin yol açktýðý bir ben-merkezcilik ve bu ben-merkezciliðin ürettiði bir hakikati kendi anladýðýndan ibaret görme tekelciliði…

Sonraki cümle ise, Tahtiecinin sergilediði düþünce yanlýþýný ortaya koyuyor: “…Ve Kur’ân’ýn câmiiyetinden ve umum tabakat-ý beþere þümul-ü hitabýndan gafletle mes’uldür.”

Ýþte, Kur’ân’ýn mesajýný kendi anladýðýna indirgeyen Tahtieci, ben-merkezci bir tutumun güdümünde, Kur’ân’ýn bütün insanlýða hitap eden geniþ, derin, câmi ve küllî niteliðini; ve bu þekilde onun insanlýk içinde bütün katmanlara hitap edebilme imkânýný gözden kaçýrmýþ bulunuyor.

Bediüzzaman’ýn, bugün Ýslâm dünyasýnda karþýmýza çýkan anlaþmazlýk ve gerilimlerin en önemli sebebini teþhis eden ve bunun ilacý olarak ‘bir hakikatin çok renkleri’ne aklýný ve kalbini açýk tutan Musavvibe duruþunu tavsiye eden bu kýsa ama önemli tahlili, þu manidar tesbitle son buluyor:

“Hem Tahtîecilik fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaý olduðundan, Ýslâm’da lâzým olan tesanüd-ü ervâh, tevhid-i kulûb, tehâbbüb ve teâvüne büyük rahneler açmýþtýr. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz.”

Bediüzzaman’ýn formüle ettiði bu Musavvibe yaklaþýmýnýn, gerçekten mü’minler arasýnda lâzým olan ruhlarýn dayanýþmasý (tesanüd-ü ervah), kalblerin birliði (tevhid-i kulûb), birbirini sevme (tehabbüb) ve birbiriyle yardýmlaþma (teavün) gibi dört temelin önündeki engeli bertaraf edip, bu manalarýn tahakkuku için zemin açmasý bakýmýndan önemi ortada.

Onun bu analizi, öte taraftan, bize yeni bir bakýþ alaný da sunuyor. Bu Tahtiecilik-Musavvibe denkleminden hareketle þunu da anlýyoruz: Bir mü’minin Hanefî veya Þafiî, Eþ’arî veya Mâturidî, Sünnî yahut Þiî, ehl-i ilim veya ehl-i tarik, þu cemaatten veya bu gruptan, þu meslekten veya bu meþrepten.. olmasý bizatihî bir ihtilaf konusu deðildir. Bilakis, eðer Musavvibe tutumunu benimserlerse, çýkýþ noktalarý farklý da gözükse, bu mü’minler dinin esaslarýnda zaten ittifak halinde olduklarý gibi, ihtilafa düþtükleri meselelerde dahi süreç içinde ortak bir noktada buluþmalarýný mümkün kýlacak bir müzakereye giriþebilir. Mesele, bazý mü’minlerin kendilerinin Hanefî veya Þafiî, Sünnî veya Þiî, kalbî veya aklî olmaktan ziyade, þu cemaatten veya bu tarikatten olmalarýndan hareketle, hakikati kendi aidiyet alanlarýna inhisar ettirmeleri; kendileri dýþýnda olanlarý ‘hak’ kapsamýndan alýp ‘hata’ kapsamýna kaydetmeleridir.

Dolayýsýyla, mü’minlerin birbiriyle karþýlaþtýklarýnda dikkat edecekleri asýl mesele, ayný tarikatten mi, ayrý cemaatlerden mi olduklarý deðildir. Dikkat edilecek asýl mesele, hakikati kendi rengine ve aidiyetine indirgeyen bir Tahtieci mi, hakikatin sair renklerini tasvip eden, onlara da aklýný ve kalbini açýk tutan bir Musavvibe mi olduklarýdýr…

Sözün kýsasý, hangi mezhepten, meþrepten, gruptan, tarikatten, cemaatten olurlarsa olsunlar, Musavvibe ruhunun ümmete mal olmasýna þiddetle ve acilen ihtiyacýmýz var...

Metin KARABAÞOÐLU


radyobeyan