Süneni Ebu Davud
Pages: 1
Mikatlar By: reyyan Date: 09 Þubat 2012, 20:59:19
8. Mikatlar
 


1737. ...Ýbn Ömer (r.a.)'den; demiþtir ki: Peygamber (s.a.) Me­dine halký için Zulhuleyfe'yi, Þamlýlar için Cuhfe'yi, Necid halký için Karn'ý mîkat olarak tayin etti. Yemen halký için de Yelemlem'i mîkat tayin ettiði (haberi) bana ulaþtý.[126]

 

Açýklama
 

Mîkat: Muayyen  vakit  demektir.  Fakat  istiare  yoluyla "hacca niyyet edilmek için durulan yer" manasýnda kullanýlmaktadýr.

Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz saðlýðýnda dünyanýn dört tarafýndan hacca gelenlerin nerede ihrama gireceklerini bu hadis-i þerifle tayin buyur­muþtur. Þöyle ki M edinenlerin mikâtý "Zulhuleyfe"dir. Bu yer Medine'­nin güneybatýsýnda, Mekke ile Medine arasýnda olup Medine'ye 6 mil, Mekke'ye ise 200 mile yakýn mesafededir. Mekke'ye en uzak olan mikattýr. Fahr-i kâinat efendimiz buradan ihrama girmiþtir. Vaktiyle burada bir aðaç olduðu, Peygamber (s.a.) efendimizin oraya iki mescid inþa ettir­diði rivayet edilir. Bi'r-i Ali (Ali'nin kuyusu) diye bilinen kuyu oradadýr.

Burasý Medinelilerin mikatý olduðu gibi, baþka memleketlerden olup da oradan geçen hacý adaylarýnýn da mîkatýdýr.

Hz. Ali'nin burada Cinnîlerle savaþtýðýna dair halk arasýnda yaygýn bir rivayet varsa da bunun aslý yoktur. Tihâme'de ayný isimle anýlan bir yer daha vardýr, ikisini karýþtýrmamak gerekir.

Cuhfe: Mekke'nin kuzeybatýsýnda ve Mekke'ye dört merhale (4 ko­nak = 54 mil) mesafede bir yerdir. Râbið yakýnlarýndadýr. Buraya Mühey'a ismi de verilir. Vaktiyle buranýn halkým seller sürükleyip götür­düðü için buraya "Cuhfe" ismi verilmiþtir.

Kam: Bu isim bazý rivayetlerde "Karnu'l-menâzil" diye geçmektedir. Bu ismi taþýyan iki yer bulunmaktadýr. Bunlardan biri bir yokuþun aþaðý­sýnda diðeri de yukarýsýnda bulunmaktadýr. Aþaðýsýndakine Karn-ý menâzil yukarýsýndakine Karn-ý se'âlib denir. Bilindiði gibi seâlib, "tilkiler" de­mektir. Burada çok tilki bulunduðu için bu isim verilmiþtir. Hadislerde genellikle "Karn-ý menâzil" geçer. Burasý Mekke'nin kuzeydoðusunda Ara­fat'ýn kuzeyinde ve Arafat'a bir gün ve gecelik mesafede bulunan bir dað­dýr. Esasen "Karn" büyük daðlarla baðlantýsý olmayan küçük ve dikdört­gen þeklindeki dað anlamýna gelir. Bazý rivayetlerde bu kelime "karan" þeklinde geçmekte ise de, kelimeyi bu þekilde telaffuz etmek yanlýþtýr. Çünkü "karan" Yemen'de bir köydür.

"Karnü's-seâlib"in Minâ'nýn aþaðýsýnda bulunan Minâ mescidine 500 zira' uzaklýkta bir dað olduðunu iddia edenler de vardýr. Bu durumda Karnü's-Seâlib'in mîkattan sayýlmasý mümkün deðildir.

Necid: Ýç Arap yarýmadasýnýn kuzey ve batý taraflarýný kaplayan geniþ bir yerdir. Üç taraftan çölle sarýlý, yalnýz bir taraftan Hicaz ve Yemen'e açýktýr.

Yelemlem: Bu kelimenin aslý "elemlem"dir. Fakat kelimenin baþýnda bulunan hemze "yâ" ya çevrilmiþtir. Yelemlem, Mekke'nin güneyinde ve Mekke'ye iki konaklýk mesafede bir yerdir. Bu mesafenin 30 mil olduðu­nu söyleyenler de vardýr.

Her ne kadar hadisin zahirinden "Yelemlem"in bütün Yemenlilerin mikâti olduðu anlaþýlýyorsa da gerçekte bütün Yemenlilerin mikâti "Yelemlem" deðildir. Çünkü Yemen'den Mekke'ye giden iki yol vardýr. Bunlardan birisi Tihâmelilerm yoludur. Bu yol Yelemlem'e uðrar. Yahut-ta bu yoldan gidenler Yelemlem'in hizasýndan geçerler. Ýkinci yol ise, Ye­men Necid'inden geçen yoldur. O havalide daðlýk bölgelerde eðleþen kim­seler de hacca bu yolla giderler. Bunlarýn mikatý da "Karn"dýr. Hadisi þerifte "Yemen" sözü kullanýlmýþ fakat kül-cüz alakasýyla mecazen "Tihâme" kasdedilmiþtir. Dünyanýn neresinde olursa olsun hacca gelenler, hangi mîkatten geçerlerse, orada ihrama girerler. Sözü geçen mîkatla-rm içinde yâni Mekke tarafýnda yaþayanlar ise, bulunduklarý yerden ihra­ma girmek için mikatlara gitmeleri þart deðildir.

Metinde geçen "Yemen halký içinde Yel emicini tayin ettiði (haberi) bana ulaþtý*' cümlesi, bu hadisi rivayet eden Ýbn Ömer'in, Resûl-i Ekrem'­in Yelemlem'i Yemen halký için mikat tâyin ettiðini bizzat aðzýndan duy­madýðýný fakat bunu baþkalarýndan öðrendiðini ifâde eder. Dârimî'nin ri­vayetinde bu durum daha açýk bir þekilde ifâde edilmektedir.[127]

 

1738. ...Amr b. Dînâr Tâvûs'tan o da Ýbn Abbas'tan; Abdul­lah b. Tavus ise Tâvûs'tan naklen; "Resûlullah (s.a.) mikat tayin etti" dediler (ve önceki hadisin) mânâsýný (rivayet ettiler). Bunlar­dan birisi "Yemen halký için Yelemlem'i (tayin etti)" dedi. Diðer birisi de "Elemlem'i (tayin etti)" dedi. (Bu iki râvinin ifadelerine göre Resûlullah (s.a.) þöyle buyurmuþtur:

"Bu yerler, adý geçen yerlerin halký ile bu yerlerin halký olma­dýklarý halde hac veya umre maksadýyla buralara uðrayan kimseler için (mikat tayin edilmiþ)dir. (Mekke'ye) bundan daha yakýn olanlar ise..." (Ýbn Tavus rivayetinde) dedi ki: (Bu kimseler) istedikleri yer­den (ihrama girerler) yine Mekke halký da Mekke'den ihrama gi­rerler.[128]

 

Açýklama
 

Musannif Ebû Dâvûd, bu hadisi iki ayrý senedle rivâyet etmiþtir.Bu senedlerden birisi Amr b.  Dînâr, Tâvûs ve Ýbn Abbâs vasýtasýyle Hz. Peygambere ulaþýrken, diðeri de Abdul­lah b. Tâvûs, Tâvûs vasýtasýyla Hz. Peygambere ulaþmaktadýr. Bu durum­da birinci senet merfû' olduðu halde ikinci sened mürseldir. Çünkü bu senette sahâbî atlanmýþtýr. Dârekutnî de bu hadisi Ebû Dâvûd gibi iki ayrý senetle rivayet etmiþtir.

Hadis-i þerifte dünyanýn dört bucaðýndan gelmekte olan hacýlarýn ne­relerden ihrama girecekleri belirtilmektedir. Þöyle ki, sözü geçen mîkatler, çevrelerinde bulunan halkýn ihrama girecekleri yerler olarak ta'yin edil­miþlerdir. Bu çevrelerde bulunan halk kendi çevrelerinde bulunmasý mü­nâsebetiyle kendilerine tahsis edilen yerden ihrama girecekleri gibi, yolu kendilerine tahsis edilen mîkatm dýþýnda bir mîkata uðrayan kimselerin kendi memleketlerine mahsûs bir mîkatlerinin bulunup bulunmamasý önemli deðildir. Her iki halde de ihrama yollarýnýn uðramýþ olduðu mikâtten gi­rerler. Fakat kendi memleketleri halký için belirlenmiþ bir mîkatleri olduðu halde, yollarý daha kendi mikatlerine uðramadan evvel baþka bir mikate uðrayanlarýn durumuna gelince, Ýmâm Þafiî, Ýmâm Ahmed ve Ýshâk (r.a.)'a göre bunlarýn ilk uðradýklarý mikâtten ihrama girmeleri icâb eder. imâm Ebû Hanife (r.a.)'nin de böyle bir kavli vardýr. Bu meseleye bir misâl olarak, Medine'den Mekke'ye giden Þam'lý bir hacýyý gösterebiliriz. Bu hacý, Þamlýlar için ta'yin edilen Cuhfe'ye varmadan önce Zülhuleyfe'ye varmaktadýr. Sözü geçen imamlara göre bu hacýnýn ilk uðradýðý mîkatten iihrâmagirmesi gerekir. Ýmâm-ý Mâlik'e göre ise, bu kiþinin ilk uðradýðý mîkatten ihrama girmesi mendûptur. Þayet oradan ihrama girmemiþse ikinci mîkatten girmesi lâzýmdýr. Hanefî ulemâsýnýn meþhur olan görüþü de budur.

Hanefî mezhebinin meþhur fýkýh kitablarýndan olan Bedâyi' isimli eserde bu mesele þöyle anlatýlmaktadýr: "Bir kimsenin ilk mikati ihrâmsýz olarak geçip ikinci ihrama kadar gitmesi caizdir. Ancak birinci mîkatte ihrama girmesi müstehabtýr.

Ebû Hanife (r.a.)'nin, "Medine'Iilerin dýþýnda her hangi bir kimsenin yolu Medine'den geçecek olursa bu kimsenin Zülhuleyfe'de ihrama girme­den Cuhfe'ye kadar ihrâmsýz olarak gidip ihrama Cuhfe'de girmesinde her hangi bir sakýnca yoktur. Bununla beraber, Zülhuleyfe'den ihrama girmesi bence daha hoþtur." dediði rivayet edilir. Hanefi ulemâsýna göre Medine'li bir kimsenin Zülhuleyfe'yi ihrâmsýz olarak geçip de Cuhfe'de veya Cuhfe hizasýnda bir yerde ihrama girmesinde bir sakýnca yoktur.

Bir kimse gerek karada ve gerekse denizde iki mrkat arasýndan geçen bir yol takip edecek olursa, Hanefîlere göre, bu kimse kendi kanâatine göre bu iki mikatten herhangi birisinin hizasýna geldiðini anlayýnca ihrama girer. Birinci mîkâtýn hizasýna gelince ihrama girmeyip, ikinci mikatin hi­zasýnda ihrama girmesinde bir sakýnca yoktur. Ancak Mekke'ye en uzak olan mîkatten ihrama girmesi daha faziletlidir. Mâliki mezhebinin de meþ­hur olan görüþü budur. Þafiî ulemâsýna göre de en sahih olan görüþ budur.

Metinde geçen "Hac veya umre maksadýyla buralara uðrayan kimseler" sözünün zahiri, mîkate uðrayan bir kimsenin ihrama girmesi için bu yol­culuða Mekke'ye hac ve umre niyetiyle çýkmýþ olmasý gerektiðini, þayet böyle bir niyeti yoksa ihrama girmesi icab etmediðini ifâde etmektedir. Meselâ hac veya umre niyeti olmaksýzýn Zülhuleyfe'yi ihrâmsýz olarak ge­çen bir kimse Hareme yaklaþýrken hac veya umre yapmak isterse, hemen bulunduðu yerde ihrama girer, bulunduðu yere kadar ihrâmsýz olarak gel­diðinden dolayý üzerine kurban kesmek de gerekmez. Abdullah b. Ömer'­le, Abdullah b. Abbâs, bu görüþte olduklarý gibi Ýmâm Þafiî'nin iki kav­linden sonuncusu da böyledir.

Ýmâm Evzâî, Ahmed, Ebû Hanife, Ýshâk ve ulemânýn büyük çoðun­luðu ise, bu kimsenin geri dönerek mikatten ihrama girmesi lâzým geldiði­ni, aksi takdirde bir kurban kesmesi gerektiði, çünkü gerek hac niyetiyle olsun gerekse baþka bir niyetle oisun mîkatlere uðrayan kimselerin ihrama girmeden geçemeyecekleri, geçerlerse günahkâr olacaklarý görüþündedir­ler. Çünkü Ýbn Ebî Þeybe'nin ve Taberânî'nin Ýbn Abbâs'dan rivayet et­tikleri bir hadis-i þerifte Peygamber (s.a.), "Mîkat ihrâmsýz olarak geçilemez" buyurmuþtur. Ýmâm Þafiî, el-beyhakî ve Ýbn Ebî Þeybe'nin Câbir b.Zeyd'den rivayet ettikleri bir hadis-i þerifte de; "Ýbn Abbâs'ýn mîkatý ihrâmsýz olarak geçen bir kimseyi —ihrama girmek üzere mîkata— geri çevirdiði" ifâde edilmektedir. Ýshak b. Râhûye'nin rivayet ettiði bir hadiste de Hz. Ýbn Abbâs'ýn "Bir kimse eðer ihrâmsýz olarak mîkatý geçe­rek Mekke'ye kadar gelecek olursa, geri dönüp mikatten ihrama girer. Mikate döndüðü takdirde haccýn vaktinin geçeceðinden korkarsa, bulun­duðu yerden ihrama girer. Fakat üzerine dem lâzým gelir."[129] dediði ifâde edilmektedir. Bu hadislerin lâfýzlarý "mîkatleri ihrâmsýz olarak geçmenin caiz olmadýðýný" ifâde etmektedirler. Metinde geçen "hac veya umre mak­sadýyla buralara uðrayan kimseler" sözünün Hz. Peygambere ait olmayýp râviye ait bir söz olmasý ihtimâli vardýr. "Peygamber (s.a.)'in Mekke'nin fethi günün baþýnda siyah bir sarýkla ve ihrâmsýz olarak Mekke'ye girdiðini"[130] ifâde eden Câbir hadisi ise, Rasûl-i Ekrem'le ilgili özel ve geçici bir durumdur. Harp sebebiyle belli bir süre devam etmiþ ve sonra bu izin sona ermiþtir. "Mekke haram kýlýnmýþtýr. Benden önce hiçbir kim­seye helâl kýlýnmadýðý gibi benden sonra hiçbir kimseye de helâl kýlýnmayacaktýr. Ancak bana bir günün sadece bir saatinde helâl kýlýndý, sonra yine eski haramlýðýna döndü."[131] mealindeki hadis-i þerif bu gerçeði çok açýk bir þekilde ifade etmektedir.

Yolu mîkate uðrayan kimselerin durumu böyle. Memleketi mîkat ma­halli ile Mekke arasýnda bulunan kimselere gelince; Mekke'ye giriþleri için ihrama lüzum yoktur. Çünkü bunlar Mekke'ye veya Hareme sýk sýk gir­mek durumunda olduklarýndan, Mekke'ye her giriþlerinde ihrama girme­leri halinde ömürlerinin büyük bir kýsmý ihramh olarak geçer ki, bunda zorluk vardýr. Allah Teâlâ ise, "Allah nðrunda (nasýl savaþmak lazýmsa öylece) hakkýyle cihâd edin. Sizi o seçti. Din iþlerinde üzerinize hiçbir güç­lük de yüklemedi.”[132] ayet-i kerimesi ile müminlerden zorluðu kaldýrmýþtýr.

Hanefî ulemâsýndan Aynî bu konuda þunlarý söylemektedir. "Ýmâm Ebû Hanîfe (r.a.) hazretlerine göre bir kimse Mekke'ye girme kasdýyla ihramsýz olarak mikatý geçemeyeceði gibi, Mekke'ye girmek kasdý olma­dan da ihramsýz olarak geçemez. Ýmâm Kurtubî de hac yapmak niyetiyle olmadýðý halde Mekke'ye girmek isteyen bir kimse hakkýnda Mâliki ule­masýnýn ihtilâf ettiklerini fakat konumuzu teþkil eden hadisin mîkatleri geçerken ihrama girmenin sadece hac veya umre yapmak niyetinde olanlar için gerektiðine açýkça delâlet ettiðini, Ebu Mus'ab ile Ýmâm Zührî'nin de bu görüþte olduðunu söylemektedir."[133] Aynî daha sonra Hanbelî ule­masýndan Ýbn Kudâme'nin bu mevzûdaki görüþlerini þu þekilde özetliyor: "Hac veya umre niyeti olmadan, mîkati ihramsýz olarak geçen kimseler iki sýnýftýr:

1. Mekke'ye girmek niyetinde olmayan, fakat bir ihtiyacý için mîkati geçip Harem sýnýrlarý içerisine girmeyen kimselerdir. Bunlara mîkati geç­mek için ihram gerekmez ve ihramý terkettikleri için üzerlerine bir ceza da lâzým gelmez. Bu meselede ulema arasýnda görüþ birliði vardýr. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) iki kerre Zülhuleyfe'yi ihramsýz olarak geçmiþ ve Bedr'e kadar varmýþtýr. Kendisi ihrama girmediði gibi beraberinde bulunan ashâb-ý kiramdan da ihrama giren olamamýþtýr. Bu þekilde mîkati geçen bir kimse­nin daha sonra hac için ihrama girmesi icâb ederse, ihram için mîkata kadar gitmesi gerekmez, bulunduðu yerden ihrama girer. Ýmâm Mâlik, Sevrî, Þafiî, Hanefîlerden imâm Muhammed ve Ebû Yûsuf (r.a.) da bu görüþtedir.

Ýbnu'l-Münzir'in naklettiðine göre, Ýmâm Ahmed ile Ýshâk hac niyeti olmaksýzýn Zülhuleyfe'yi ihrâmsýz olarak geçen bir kimsenin daha sonra hac etmek isteyince ihrama girmek için tekrar Zülhuleyfe'ye gitmesi gerek­tiði görüþündedirler.

2. Harem içerisine girmek maksadýyla mîkatten geçenlerdir. Bunlar üç kýsýmdýr. Bu uç kýsýmdan biri de Mübâh bir savaþtan veya korkudan veya odun, erzak taþýyýcýlýðý gibi bir ihtiyâçtan dolayý sýk sýk Hareme gir­mek mecburiyetinde kalanlardýr ki, bunlara mikatten geçmeleri için ihram gerekmez..."[134]

Hanefî mezhebinin bu konudaki görüþünü Ýmâm Ekmelüddin Mu­hammed b. Mahmûd el-Bâbertî, þu manaya gelen lâfýzlarla ifâde etmektedir.

"Mekke'ye girmek kasdý olan kimse ihrâmsýz mîkati geçemez. Çünkü Beytullah ta'zime þâyân þerefli bir yer olduðundan ona evvelâ bir kale kýlýndý ki Mekke þehridir. Bu kaleye de, koruluk kýlýndý ki, yukarýda hu-dudlarý çizilen Haramdýr. Bu harem'a da, bir kale konuldu ki, o da mikatlerdir. Tâ ki, Beyt'e gelmek isteyenler O'na saygý ve ta'zim ederek an­cak ihram ile gelebilsinler. O halde kaide þudur ki; kim, sadece bir mikati geçmek niyetinde olup (Mekke'ye girmek niyetinde deðilse,) ihrâmsýz geç­mesi helâl olur. Fakat ikisini yani mîkati, sonra da Harem hududunu geç­mek dilerse helâl olmaz. Binâenaleyh bir kimse hac veya umre niyetiyle gelirse veyahut Mekke'ye bir ihtiyaç dolayýsý ile girmek kasdederse onun ihrâmsýz girmesi caiz olmaz. Çünkü o kimse, mîkati olan beþ mikatten birisini, sonra da içerideki ikinci derecede mikât sayýlan Harem hududunu geçmeyi tasarlamýþtýr. Binâenaleyh âfâkî olan yani Hicaz'da mîkat dâhi­linde oturmayan kimsenin ihrâmsýz girebilmesi için çâre, Mekke'ye deðil mîkat dâhilinde bir köy veya þehre gitmeyi kasdeylemesidir. O takdirde ihrâmsýz mîkati geçmesi caiz olur. Çünkü bu niyeti ile bir mikati geçmeyi kasdetmiþtir.[135] Yine Hanefi alimlerinden Mevsilî de bu konuda þunlarý söylüyor:

"Mekke'ye girmeyi murad etmeksizin mîkati ihrâmsýz geçene birþey lâzým gelmez. Çünkü Ýhram Allah'ýn þereflendirdiði Mekke'ye ta'zim için konmuþtur. Mîkat ile Mekke arasýndaki köyler ve þehirlere ta'zim vacip deðildir. Bu sebeple Mîkat dahilindeki bir þehre veya köye gitmek için Mîkatý ihrâmsýz geçen kimse, vardýðý o þehir halkýndan sayýlýr. Daha son­ra Mekke'ye hac veya umre niyeti olmaksýzýn baþka bir sebeple gitmek ihtiyacý belirirse ihrâmsýz olarak gidebilir."[136]

Metinde geçen "Mekke'ye bundan daha yakýn olanlar" sözünden mak­sat, memleketi bu mîkatlerden biri ile Mekke arasýnda olan kimselerdir. Bu kimseler, ihrama kendi memleketlerinden girerler. Ýhrama girmek için mîkate gitmeleri gerekmez. Bunlar için bulunduklarý þehrin veya köyün Kabe'ye en uzak olan kenarýndan ihrama girmek daha faziletlidir. Ýhrama mikatten giren kimselerin de ihrama mikatm Mekke'ye en uzak olan tara­fýndan girmeleri daha faziletlidir. Çadýrda yaþayan bedeviler için de ayný durum söz konusudur. Bir vadide yaþayan kimseler ise, vadinin her iki tarafýndan da ihrâmlý olarak geçerler. Ýhram için tayin edilen bu yerleri ihrâmsýz olarak geçen kimselerin geri dönüp kendileri için tayin edilen yerden ihrama girmeleri gerekir. Yoksa günâh iþlemiþ olurlar ve üzerlerine kurban lâzým gelir. Bu mîkatlerden birisi ile Mekke arasýnda bulunan bir evde veya çadýrda yaþayan bir kimse ise, kendi evinden veya çadýrýndan ihrama girer. Bütün bu ifâdelerden anlaþýlýyor ki, mîkat ile Mekke arasýn­daki yerleþim bölgelerinde oturan kimseler hac etmek için veya hac ile birlikte umre yapmak için bulunduklarý yerlerden ihrama girerler. Fakat ileride umre ile ilgili hadisler dolayýsýyla açýklayacaðýmýz gibi umre için ihrama gireceklerin de Harem hududlarý dýþýna çýkmalarý gerekir.[137]

 

Bazý Hükümler
 

1. Hac veya umre yapmak isteyen bir kimsenin, yolu üzerinde bulunan  bir mýkatý  ihrâmsýz ola­rak geçmesi caiz deðildir. Bu mevzuda ulemâ arasýnda görüþ birliði vardýr.

2. Mîk'ate varmadan ihrama girmek caizdir.

3. Hac yolculuðuna çýkan bir kimsenin yolu hangi mîkate uðrarsa, oradan ihrâmâ girer.Bu mikâtin baþka memleketler için ta'yin edilmiþ olmasý zarar vermez.

4. Mikatlerden herhangi birisi ile Mekke arasýnda ikâmet eden bir kimse hac için bulunduðu yerden ihrama girer.

5. Mekke'Iilerin hac için ta'yin edilen mikatleri Mekke'dir. Fakat um­re yapmak istedikleri zaman ihrama girmek için harem hududlarý dýþýna çýkmalarý gerekir. Çünkü Hz. Peygamber, Hz. Âiþe umre yapmak istediði zaman, kayýnbiraderi Abdurrahman'a, Âiþe'yi Ten'îm'e götürmesini ve ora­dan ihrama girmesini saðlamasýný emretti.[138]

 

1739. ...Âiþe (r.a.)'den rivayet edildiðine göre, Resûlullah (s.a.) Zâtu Irk'i, Irak halký için, ihrama girme yeri (mîkat) olarak ta'yin etti.[139]

 

Açýklama
 

Zâtu Irk, Mekke'nin kuzey-batýsýna düþen bir dað eteði yahut tepedir. Onunla Mekke arasýnda altý, yahut da dört millik bir mesafe vardýr. Ulemânýn büyük çoðunluðuna göre Resûl-i Ekrem (s.a.) saðlýðýnda burayý Iraklýlar için ihram yeri olarak ta'yin et­miþtir. Âta b. Ebî Rebâh da bu görüþtedir. Nitekim, Beyhâkî'nin Ýbn Cüreyc vasýtasýyla rivayet ettiði bir hadiste Atâ'nýn þöyle dediði ifâde edili­yor: "Resûlullah (s.a.) ihrama girme yeri olarak Medine'liler için Zülhuleyfe'yi, maðrib halký için Cuhfe'yi, maþrýk halký için de Zât-u Irk'ý ta'yin etti." yine Beyhâkî'nin Câbir'den rivayet ettiði bir hadis-i þerifte de "Rasûlullah (s.a.) Medinelilere Zülhuleyfe'yi, Þamlýlara Cuhfe'yi, Tihamelilerle Yemenlilere de Yelemlem'i, Tâiflilere Karn'ý, Iraklýlara da Zât-u Irk'ý mikât olarak ta'yin etti".

Nitekim Müslim'in Ýbn Cüreyc'den rivayet ettiði "Ýbn Cüreyc dedi ki: Bana Ebuz-Zubeyr haber verdi. O da Câbir b. Abdullah (r.a.)'a ihram yeri sorulurken iþitmiþ. Hz. Peygamber buyurmuþ ki;

"Medine'lilerin ihram yeri Zülhuleyfe'dîr, öteki yoldan Cuhfe'dir. Iraklýlarýn ihram yeri Zâtu Irk, Necid'lilerin ihram yeri Zâtý Karn, Ye­menlilerin ihram yeri de Yelemlem'den muteberdir."[140] anlamýndaki ha­dis de bunu te'yid etmektedir. Hanefî ulemâsýndan Tahâvî'nin Câbir'den rivayet ettiði: "Rasûlullah (s.a.) Medineliler için Zulhuleyfe'yi, Þamlýlar için Cuhfe'yi, Necidliler için Kar'ý, Yemen'liler için Yelemlem'i, Iraklýlar için de Zât-ý Irk'ý ihram yeri olarak ta'yin etti" anlamýndaki hadis-i þerif de[141] bu gerçeði ifâde etmektedir. Yine Tahâvî'nin Hilâl b. Zeyd'den tahric ettiði hadis-i þerifde þu manaya gelmektedir: "Enes b. Mâlik, Resûlullah  (s.a.)'i Medine'liler için Zülhuleyfe'yi, Þam'hlar için Cuhfe'yi, Basra'lýlar için Zat-ý Irk'ý, Medâinliler için de Akîk'i ihram yeri olarak tayin ederken iþittiðini söylemiþtir."[142] Bu konuda Buhârî'nin rivayet ettiði bir hadis-i þerif de þu anlamdadýr: "Hz. Ömer zamanýnda Basra ve Küfe þehirleri kurulup da müslümanlar çoðalýnca, Ömer (r.a.)'e gelip:

Ya emîrelmü'minin! Rasûlullah (s.a.) Necidlilere Karn'ý ihram yeri olarak ta'yin etti. Burasý bizim yolumuzdan sapadýr. Bizim Karn'dan ihra­ma girmemiz bize çok güçlük veriyor; diye þikâyet etmiþlerdi. Hz. Ömer bunlara:

Öyle ise siz bakýnýz Karn-i menâzilin hizasýna düþen ve size sapa olmayan bir yeri kendinize mîkat seçiniz; buyurup bunlara ihram yeri ola­rak Zâtu Irk'ý ta'yin etti."[143]

Ýmâm-ý Þafiî'nin Tâvûs'dan rivayet ettiði bir haberde de; "Rasûl-i Ekrem'in hiç bir zaman Zâtu Irk'ý Irak'lýlarýn mýkati olarak ta'yin etme­diði ve Rasûl-i Ekrem'in hayatýnda Irak'lýlarýn müslümanhðý kabul etmedikleri" ifâde ediliyor.[144] Buhârî'nin rivayet ettiði Ömer Hadisi[145] ile Ýmâm Þafiî'nin Tâvûs'tan rivayet ettiði hadis[146] Zâtu Irk'ýn Iraklýlarýn mî-kati olduðuna dâir Hz. Peygambere kadar ulaþan bir hadisin bulunmadý­ðýný ifâde etmektedirler. Nitekim, Câbir b. Zeyd, Tavus, Muhammed b. Þîrîn, Gazzâlî, er-Râfiî ve en-Nevevîde bu görüþtedir.

Ancak gerçek þudur ki, Zâtu Irk'ýn Hz.Peygamber tarafýndan ihram yeri olarak ta'yin edildiðine dâir bir çok merfû hadis vardýr. Hafýz Ýbn Hacer'in de dediði gibi, her ne kadar bu hadislerin bir kýsmýnýn sýhhati tenkide uðramýþsa da, bu mevzûdaki diðer hadisler bunlarý takviye ettiðin­de söz konusu tenkitlerin bir deðeri kalmamýþtýr. Bu konuda Þevkânî Neylu'l-Evtâr' isimli eserinde þunlarý söylemektedir: " Hz. Âiþe'nin riva­yet ettiði bu hadisin sýhhati hakkýnda Ebû Dâvûd, görüþünü bildirmemiþ, sükût etmiþtir. Münzirî de sükûtu tercih etmiþtir.Telhîs'de bu hadisle ilgili olarak þu görüþlere yer verilmiþtir: Bu hadisi Hz. Âiþe'den el-Kasým riva­yet etti. Eflâh'tan rivayet eden râvisi sadece el-Muâfi b. Ýmrân'dýr. Ef-lâh'tan rivayet eden baþka bir râvi yoktur. Baþka bir ifadeyle "el'Muâfî bu hadisi Eflâh'tan rivayet etmekte |teferrüdl etmiþtir. Bununla beraber hadisin zayýf olduðu söylenemez. Çünkü el-Muâfi güvenilir bir râvîdir.

Bu mevzuda, Müslim'in Câbir'den rivayet ettiði hadisin[147] Hz. Peygam­bere kadar ulaþan merfû bir hadis olup olmadýðý þüphelidir. Ebû Avâne'-nin Müstahrec'inde rivayet ettiði hadis de böyledir. Fakat Ýmâm Ahmet ile Ýbn Mâce' ýin bu konudaki rivayet ettikleri haldisin[148] merfû olduðu kesindir. Hernekadar Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiði hadisin[149] sene­dinde zayýf bir râvi sayýlan Ýbn Lehîa Ýbn Mâce'nin senedindede rivayetle­rine güvenilmeyen Ýbrahim Ýbn Yezid varsada. Bu konuda Ebû Dâvûd, el-Hâris b. es-Sehmî'den (1742 numaralý hadis); Tahâvî, Enes'den[150] Ýbn Abdilber, Ýbn Abbâs'tan ve Ýmâm Ahmed, Abdullah b. Ömer'­den gelen hadisler rivayet etmiþtir.[151] Gerçi Ahmed b. Hanbel'in senedin­de Haccâc b. Ertâd bulunmakta ise de, hadislerin hepsi birbirini takviye ettiðinden zayýflýktan kurtulup "hasen li gayrihî" derecesine ulaþmakta­dýrlar. Ve neticede, Ýbn Huzeyme'nin "Zât-u Irk hakkýnda bir takým ha­berler varsa da, bu haberlerin hadis ulemâsý yanýnda hiç bir deðeri yok­tur," demesinin bir deðeri kalmadýðý gibi, Ýbn-u'1-Munzir'in, "Biz, Zât-u Irk hakkýnda sabit olmuþ bir hadise rastlayamadýk" þeklindeki sözünün de, bir deðeri kalmamýþtýr. Bazý kimseler, "Hz. Peygamber'in saðlýðýnda daha Irak fethedilmemiþti ki, Zâtu Irk Hz. Peygamber tarafýndan Iraklý­larýn ihram yeri olarak ta'yin edilmiþ olsun"[152] diyerek, Zâtu Irk'm Hz, Peygamber tarafýndan Irak'lýlarýn mîkati olarak ta'yin edildiðini ifâde eden hadislerin sýhhatli olamayacaðýný söylemiþlerse de, Ýbn Abdilber; "Rasûl-Ý Ekrem, ileride yapýlacak fetihleri daha önceden bildiði için, bir çok nahi­yelerin mîkatlerini daha o nahiyeler fethedilmeden tayin ettiðini, Þam'ýn mikati olan Cuhfe'yi de, bu þekilde daha Þam fethedilmeden ta'yin ettiði­ni, binâenaleyh, Irak'ýn mikati olan Zâtu Irk'ý da, daha Irak'ýn fethinden evvel tayin etmesinin mümkün olacaðýný" söyleyerek bu hadislere yönelti­len tenkitleri gaflet olarak nitelendirmiþtir."[153] Hanefî imamlarýndan Ta-havî de bu konuda aynen Ýbn Abdilber gibi düþünmektedir. Hatta Ýbn Abdilber, "Zâtu Irk'ýn Irak'lýlarýn, mîkati olduðunda ulemânýn görüþ bir­liðine vardýðýný" söylüyor. Fakat gerçek olan þu ki, ulemâdan Tâvûs, Ýbn Sîrin, Câbir b. Zeyd "Iraklýlarýn mikati bulunmadýðý ve fangi mîkate uð­rarlarsa oradan veya onun hizasýndan ihrama girmeleri gerektiði" görü­þündedirler.[154]

 

1740. ...Ýbn Abbâs (r.a.)dan; demiþtir ki: Resûlullah (s.a.) maþrik halký için "Akîk"i mîkat ta'yin etti.[155]

 

Açýklama
 

Bu hadis-i þerifte Peygamber (s.a.)in Iraklýlarýn ihram yeri olarak Akîk'i ta'yin ettiði ifade ediliyor. Esasen "Akîk", dereye sel sularýnýn aktýðý sel yataðýna denir. "Vadi" anlamýnda, da kullanýlýr. Firûzâbâdî'nin beyânýna göre, "Akîk, Medine'de, Yemâ-me'de, Tâif'de Tihâme'de ve Necd ülkesinde bir yerin adýdýr. Bunlardan baþka ayný isimle anýlan altý yer daha vardýr.[156] Buradaki Akîk'den mak­sat Iraklýlarýn ihram yeri olarak bilinen Zâtu Irk ile Irak arasýnda kalan, Irak'a yaklaþýk olarak bir konaklýk mesafede bulunan bir yerdir. Bir ön­ceki hadis-i þerifte Iraklýlarýn mîkati olarak Zâtu Irk'ýn ta'yin edildiði ifa­de edildiði halde burada "Iraklýlarýn mîkat yeri olarak Akîk ta'yin edildi denilmesi bu iki hadis arasýnda bir çeliþki bulunduðunu göstermez. Çünkü gerçekte bu iki ifade arasýnda bir fark yoktur. Çünkü Iraklýlarýn ihrama Zâtu Irk'tan girmeleri farzdýr. Zâtu Irk'ý ihramsýz olarak geçmeleri ha­ramdýr. Zâtu Irk'dan biraz daha geride bulunan Akîk'den ihrama girmele­ri ise, müstehabdýr. Çünkü "Akîk" Mekke'ye Zâtu Irk'dan daha uzaktýr. Yahutda daha önceleri Zâtu Irk bugünkü Akîk denilen yerde bulunduðu için vaktiyle buraya Zâtu Irkda deniyordu. Daha sonra Zâtu Irk'ýn bu­günkü yerine kaldýrýlmýþ olmasý ve Iraklýlarýn ihrama farz olarak girecek­leri noktanýn Akîk olarak belirlenmiþ olduðu da düþünülebilir. Netice ola­rak þunu söyleyebiliriz ki; Akîk ile Zatu Irk bir biribirlerinden farklý iki ayrý yer deðildir, aksine bir yerin Irak'a yakýn tarafýný "Akik" Mekke'ye yakýn tarafýný da Zâtu Irk teþkil etmektedir. Nitekim Sa'îd b. Cübeyr'in, Zâtu Irk'tan ihrama girmek isteyen bir adamý görünce o adamýn elinden tutup Akîk vadisinin öbür kýyýsýnda bulunan mezarlýða getirerek "Burasý birinci Zâtu Irk'dýr," dediði rivayet edilir. Ayrýca Zâtu Irk'ýn Iraklýlardan Basra halký için, Akîk'in de Medâyin halký için ihram yeri olarak ta'yin edilmiþ olmasý da mümkündür. Nitekim Tahâvý'nin rivayet ettiði bir ha­diste "Enes b. Mâlik'in Resûl-i Ekrem (s.a.)'i Zülhuleyfe'yi Medineliler için, Cuhfe'yi Þamlýlar için, Zâtu Irk'ý Basralýlar için, Akîk'i de, Medâyinliler için ihram yeri olarak ta'yin ederken iþittiði" ifâde edilmektedir.[157]

Bununla beraber, konumuzu teþkil eden ve "Akîk"in Iraklýlarýn ih­ram yeri olarak ta'yin edildiðini ifâde eden Ebû Dâvûd hadisi zayýftýr. Çünkü bu hadisi Muhammed b. Ali'den rivayet eden tek râvi, Yezîd b. Ebû Ziyâd'dýr. O da güvenilir bir kimse deðildir. Ýmâm Nevevî, Þerhu'l-Mühezzeb isimli eserinde bu hadisle ilgili olarak, "bu hadisi Yezid b. Ebî Ziyâd rivayet etmiþtir. Yezid'in zayýf bir râvi olduðunda, hadis âlimleri ittifak etmiþlerdir. Binâenaleyh Ýmâm Tirmizî'nin bu hadis hakkýnda "hasendir" demesi, doðru deðildir." der.[158] Hattâbî de, Iraklýlarýn mi-kati konusunda en saðlam haberin "Irak fethedildikten sonra Hz.Ömer'in Zâtu Irk'ý Irak'lýlarýn ihram yeri olarak tayin ettiðini" bildiren haber ol­duðunu ve Þafiî'ye göre Irak'lýlarýn ihrama Akîk'ten girmeleri müstehab olduðunu, eðer Zatu Irk'tan girecek olurlarsa, bunun da kâfi geleceðini, kendi zamanýna gelinceye kadar müslümanlarýn Ýmâm Þafiî'nin bu görü­þüyle amel edegeldiklerini söylemektedir.

Bundan önceki hadiste de ifâde ettiðimiz gibi her ne kadar Zâtu Irk'ýn Irak'lýlarýn mikati olduðunu ifâde eden hadisler zayýfsa da, birbirilerini takviye ettiklerinden zayýf derecesinden kurtulup hasen liðayrihý mertebe­sine yükselmiþlerdir. Ancak, "eðer Zâtu Irk'ýn Irak'lýlarýn mikati olduðu­na dâir saðlam bir hadis bulunsaydý Hz. Ömer, ictihâd edip de Zâtu Irk'ý tekrar Iraklýlarýn mîkati olarak ta'yin etmeye lüzum görmezdi" diye itiraz edilirse de Tahâvî'nin dediði gibi ona þu þekilde cevap verilebilir: "Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in, Zâtu Irk'ý Iraklýlarýn mikati olarak ta'yin ettiði­ni duymadýðý için bu mevzuda ictihâd etme lüzumunu duymuþ ve içtiha­dýnda da, Hz. Peygamber'in tesbitine isabet etmiþ olabilir."[159]

 

1741. ...Peygamber (s.a.)'in hanýmý Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayet edildiðine göre kendisi, Resûlullah (s.a.)'i, "Kim hac veya umre için Mescid-i Aksa'dan ihrama girip Mecsid-i Harâm'a kadar (ihramda) kalýrsa onun geçmiþ ve gelecek günah(lar)ý baðýþlanýr," veyahutta "Onun için cennet(e girmek) kesinleþmiþtir." buyururken iþitmiþtir.[160]

(Râvi) Abdullah, (Yahya b. Ebî Sûfyan'ýn) bu iki (cümle) den hangisini söylediðinde þüpheye düþmüþtür.

Ebû Dâvûd dediki: Allah Vekî'e rahmet etsin. Beytul-Makdis'den ihrama girdi.  Yani Mekke'ye kadar (ihramda kaldý.)[161]

 

Açýklama
 

Bu hadis-i þerif mîkate varmadan evvel ihrama girmenin mikata girmekten daha faziletli olduðunu söyleyen ule­mânýn delilidir.

Bilindiði gibi ulemâ hac etmek isteyen bir kimsenin evinde mi, yoksa mik'atta mý ihrama girmesinin daha faziletli olduðunda ihtilâf etmiþlerdir.

Ýmâm Mâlik, îmâm Ahmet ve Ýshâk'a göre mîkatlerde ihrama girmek bir ruhsattýr. Herkesin evinde ihrama girmesi efdaldir. Delilleri, ashâb-ý kiram'ýn fiilleridir.

Sahabeden Ýbn Abbâs, Ýbn Mes'ud, Ýbn Ömer (r.a.) hazeratý ile baþ­kalarý mîkata varmadan ihrama girmiþlerdir. Onlar sünneti elbette herkes­ten iyi bilirler. Zahirîlerin kaidelerine göre ihramýn ancak mik'atta giyil­mesi icâb eder.

Ýbn Abdilberr, Ýmâm Mâlik'in mîkatten evvel ihrama girmeyi kerih gördüðünü söylemiþtir. Zira ashâb-ý kirâm'dan, Ömer (r.a.), Ýmran b. Husayn (r.a.)'in Basra'dan ihrama girmesini, Osman b. Affan (r.a.) dahi Hz. Abdullah b. Âmir'in mîkatten önce ihrama girmesini tasvip etmemiþ­lerdir.

Buhârî'nin ta'likine göre Hz. Osman, Horasan'dan, Kirmân'dan; Hasan el-Basrî ile Atâ'dahi uzak yerlerden ihrama girmeyi kerih görmüþlerdir.

Ýbn Bezîza bu hususta ulemâdan üç kavil nakledildiðini söyler. Birinci kavle göre, mîkat dýþýnda ihrama girmek mutlak surette her yerde caizdir.

Ýkinci kavle göre, mikat dýþýndaki her yerde mutlak surette mekruh­tur.

Üçüncü kavle göre, uzak yerlerde caiz, yakýn yerlerde caiz deðildir.

Ýmâm A'zam ile Ýmâm Þafii: "Ýktidarý olan kimsenin bu mîkatlardan evvel ihrama girmesi efdaldir" demiþlerdir.

Hz. Ali, Ýbn Mes'ûd Ýmran b. Husayn, Ýbn Abbas ve îbn Ömer hazeratýnýn mîkatlara uzak yerlerde ihrama girdikleri sahih rivayetlerle sabit olmuþtur.[162]

 

1742. ...el-Hâris b. Amr-es-Sehmi demiþtir ki, Resûlullah (s.a.) Minâ'da ya da Arafat'ta iken yanýna varmýþtým; halk etrafýna top­lanmýþtý. Araplar geliyorlardý, yüzünü görünce "Bu mübarek yüzdür" diyorlardý. O gün Resûlullah (s.a.) Zâtu Irk'ý Iraklýlara mik'at tayin etti.[163]

 

Açýklama
 

Bu hadis-i   Þerif Zâtu    Irk denilen    yerin bizzat   Hz.Peygamber tarafýndan Iraklýlarýn ihram yeri olarak ta'yin

edildiðim kabul eden ulemânýn görüþünü te'yid eden ve "Zâtu Irk'ýn Irak­lýlarýn ihram yeri olarak Hz. Peygamber tarafýndan ta'yin edildiðine dair saðlam bir haber yoktur." diyenlerin aleyhine olan bir delildir. Ancak Münziri'nin beyânýna göre, Beyhakî "bu hadisin senedinde kimliði meç­hul bir kimse bulunmaktadýr." demiþtir. Beyhakî'nin bu beyanýna göre bu hadis zayýftýr. Fakat bir önceki hadisin þerhinde de açýkladýðýmýz gibi bu mevzudaki zayýf hadisler hep biribirini takviye ettiði için zayýflýktan kurtulup hasen liðayrihî derecesine yükselmektedirler.[164]

[126] Buharý, hac 7,9,11; Cezâu's-Sayd, 18; Müslim, hac 11, 12 Nesaî, menâsik 19, 20, 23, Dârimî, menâsik 5; Ahmed b. Hanbel, I, 238, 249, 252, 339; II, 46, 50, 78, 81,   107,   140,   181.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/442.

[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/442-444.

[128] Buhârî, hac 7; Müslim, hac  11,  12; Nesâî, menâsîk 20.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/444.

[129] Hadisler için bk. Zeylâî, Nasbu'r-Râye III,  15.

[130] Müslim, hac 451, 452; Nesâî, menâsik 108, zîne,  109.

[131] Buhârî, cezâu's-sayd 9, 10.

[132] el-Hac (22), 78.

[133] Umdetu'1-Kârî, IX, 141.

[134] Aynî, Umdetul-Kârî IX, 141. Ayrýca bu meselede Ibn Kudâme'nin sözlerinin tamamý­ný görmek için bk. el-Mýýðnî, 111, 268, 269.

[135] Fethu'l-Kadîr, II,  132 (Hamiþinde)

[136] el-Mevsilî, el-Ýhtiyar, I,  142.

[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/445-449.

[138] Buhârî, hac. 3.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/449.

[139] Müslim, hac 18; Nesâî, menâsýk 22.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/450.

[140] Müslim, hac 18.

[141] Bk. Tahâvî, Þerhu Me'âni'l-Âsar, II, 117

[142] Tahâvî, Þerhû Me'âni'1-âsâr II,  119.

[143] Buhârî, hac 13.

[144] Þafiî, el-Ümm II,  118.

[145] Buhârî, hac  13.

[146] Þafiî, el-Ümm, II,  118.

[147] bk. Müslim, hac 18.

[148] bk. Ýbn Mâce, menâsýk 13.

[149] bk. es-Sa'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, XI.  110.

[150] bk. Tahâvî, Þerh-u Me'ânil-Asâr, II, 119.

[151] bk. es-Sa’âtî, el-Fehu'r-Rabbâtý , XI,  110.

[152] Ahmed b.  Hanbel, II,  11.

[153] Þevkânî, NeylýTI-evtar, IV, 332.

[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/450-452.

[155] Týrmizî, hac 17. Ahmed b.  Hanbel, I- 343.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/453.

[156] Tercümatu'l-Kâmus III, 24.

[157] bk. et-Tahâvî, Þerhu Me'âni'I-asâr II,  119.

[158] es-Sa'âtî,, el-Fethur'r-Rabbânî, XI,  111.

[159] el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-ahve/î, III, 571; es-Subkî, el-Menhel, XI, 275.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/453-454.

[160] Ibn Mâce menâsýk 49.

[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/455.

[162] A. Davudoðlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Þerhi, VI, 292.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/455-456.

[163] Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, V,  173.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/456-457.

[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Þerhi, Þamil Yayýnlarý: 6/457.



radyobeyan