Dar Mesele By: saniyenur Date: 25 Ocak 2012, 13:04:01
DAR MESELESÝ
Tevhidi yola talip olan ve bu yolda mücadele vermek isteyen müslümanlarýn, tevhidi çizginin hangi noktasýnda bulunduklarýný bilmeleri için öncelikle bulunduklarý konumu Rabbani esaslara göre tespit etmeleri gerekmektedir. Çünkü her konumun kendisine özgü bir fýkhý bulunmaktadýr. Yanlýþ konum tesbiti, uygulanmamasý gereken fýkhý önereceðinden, konum tesbiti bu açýdan önemli ve ciddi bir meselemizdir.
Bu meselede dar'ul Ýslam ve dar'ul harp olmak üzere iki görüþ yaygýnlaþmýþtýr. Yaygýnlaþan bu iki görüþü savunanlar birbirlerine cephe almakta ve tartýþmalar deðiþik vadilerde sürmektedir. Fakat ne yazýk ki her iki taraf savunduðu kavramý bilinçli bir þekilde savunmaktan uzaktýr. Mesela dar'ul harp görüþünde olanlara; "Neden dar'ul harp?" þeklinde bir soru yöneltsek, bu kardeþlerimizden büyük çoðunluðu; "Ýslam hukuku yürürlükte olmadýðý için dar'ul Ýslam deðildir. Dar'ul Ýslam olmadýðý için dar'ul harptir." diyeceklerdir. Çünkü baþka bir seçenekleri yoktur.
Gri kavramýný bilmeyen bir topluma, gri renkte bir tabela göstererek; "Bu beyaz mýdýr, yoksa siyah mýdýr?" sorusu yöneltirse, dar'ul harp ve dar'ul Ýslam meselesinde olduðu gibi iki ayrý gruplaþma olacaktýr. Bir kýsmý "Siyah olmadýðý için beyazdýr" derken, bir kýsmý da "Beyaz olmadýðý için siyahtýr" diyeceklerdir.
'Dar' meselesindeki ihtilaflarýn bir nedeni, müslümanlarýn dar'ul Ýslam ve dar'ul harp kavramlarýyla karþý karþýya getirilmeleri ve bu iki kavramdan birini seçmeye þartlandýrýlmalarýdýr. Bu iki kavramdan birini seçmeye zorlanan kimselerin bir kýsmý "Dar'ul Ýslam olmadýðý için dar'ul harptir" derken, diðer kýsmý da "Dar'ul harp olmadýðý için dar'ul Ýslam'dýr" demektedirler. Bu durumun müsebbibleri ise bir tarafta þeytan ve dostlarý, diðer tarafta hazýr bilgilerle yetinen, çalýþmaktan ve araþtýrmaktan kaçýnan alimlerdir. Bu alimler herhangi bir 'Dar' kavramýný savunacaklarý zaman, kendilerine bu kavramýn getirdiði fýkýh sorulacaðýndan, dar'ul Ýslam veyâ" dar'ul harp demekteler ve kütüphane raflarýnda hazýr bulunan dar'ul Ýslam ve dar'ul harp fýkhýný yorulmadan ve yorumlamadan söylemektedirler. Nitekim bu kimseler tarafýndan dar!ul harp fýkhý ile yüz yüze getirilen birçok müslüman, bu fýkhý yürürlüðe koyma noktasýnda çeþitli problem ve çeliþkilerle karþýlaþmýþlardýr.
Dar'ul harp fýkhýnýn getirdiði zorluk, problem ve çeliþkilerden kaçýnmak için, sebep ve illetini göz önüne getirmedikleri bazý içtihatlara sýðýnarak dar'ul Ýslam görüþünü savunanlar ise kendilerini pasif ize eden bir sapýklýða düþmüþlerdir. Allah'ýn düþmanlarýný dost kabul etme zilletine düþen bu insanlar, dar'ul Ýslam kabul ettikleri beldelerde genellikle ýslahatçý metodu benimsemiþler ve Ýslam düþmaný olan taðutu, bazý Ýslami motiflerle güzelleþtirmeye çalýþmýþlardýr.
Halbuki 'Dar1 kelimesi, yer veya toprak parçasý anlamýna geldiði için "Dar'ul Ýslam" Ýslam'ýn hakim olduðu yer demektir. Bulunduklarý ülkeye dar'ul Ýslam diyen sapýklara, Ýslam'ýn hangi yere hakim olduðunu sormak isteriz!
Bu ülkelerde Ýslam'ýn hakim olduðu ve taðuti müdahaleden uzak olan bir metrekare yer var mýdýr? Camilerde Ýslam mý hakimdir, yoksa taðut mu? Kýblemiz olan Kabe-i Muazzama, kimlerin tahakkümü altýndadýr?
Tapusuna sahip olduðunuz evleriniz sizin mi? Bu evlerinizi halka açýk bir namazgah ve Ýslam'ýn açýkça anlatýldýðý bir mescid haline getirebilir misiniz?
Taðuta baðlý bel'amlar tarafýndan savunulan dar'ul Ýslam görüþünü daha fazla ciddiye almamýza ve eleþtirmemize gerek yoktur. Çünkü bunlarýn açýk bir sapýklýkta olduðu aþikardýr. Bu görüþü savunanlardan ziyade dar'ul harp görüþünü savunan samimi kardeþlerimizi deðerlendirmemiz gerekir. Taðutun mahiyetini bilen ve taðuta baðlý bel'amlar vâsýtasýyla savunulan dar'ul Ýslam görüþüne haklý olarak karþý çýkan bu kardeþlerimiz gerçekten samimidirler. Ne var ki hak olan bir görüþü zamansýz ve mekansýz gündeme getirme noktasýnda yanýlgýya düþmüþlerdir. Yanýlgýnýn biz insanlara özgü olduðunu idrak ederek bu kardeþlerimize hüsnüzanla yaklaþýyor ve bu meselemizi ciddi bir þekilde tekrar deðerlendirmelerini istirham ediyoruz. Tabi ki bu dileðimiz, dar'ul Ýslam görüþünü bilmeyerek savunan kimselere de yöneliktir.
Dar'ul harp görüþünü savunan bazý kardeþlerimiz.
"Müslümanlar için en güzel örnek Resulullah (s.a.v.) ve onun takip ettiði metoddur. Bilindiði gibi Resulullah (s.a.v.) Mekke ve Medine olmak üzere iki ayrý dönem yaþamýþtýr. Mezhep imamlarýna göre Mekke dönemi dar'ul harptir. Deðiþik bölgelerdeki müslümanlar Mekke dönemine benzer bir ortamda bulunduklarýna göre bu müslümanlarýn konumu da dar'ul harptir." demektedirler.
Elbetteki müslümanlar için en güzel örnek Resulullah (s.a.v.)'dir. Mezhep imamlarý tarafýndan Mekke dönemine dar'ul harp, dar'ul küfr veya dar'ul þirk denilmektedir. Bu konuda kavram tartýþmasýna girmek abestir. Çünkü meselenin rahatsýzlýk veren tarafý hangi kavramýn kabul edileceði deðil, bu kavramlarýn getirdiði fýkýhtýr. Mekke dönemine dar'ul harp diyen müctehidlerin, dar'ul harp fýkhýnýn Mekke dönemini dikkate alarak hazýrlamalarý gerekirdi. Oysa bilinmektedir ki dar'ul harp fýkhý, Kur'an'ý Kerim'in Medeni sureleri ve Resulullah (s.a.v.)1 in bu dönemdeki sünnetiyle kesinlik kazanmaktadýr. Yine bilinmektedir ki dar'ul harp fýkhý Mekke dönemin müslümanlarýnca yaþanmamýþtýr. Bu konuda Ebubekir (r.a.)'ýn müþriklerle bahse girme olayý delil olarak öne sürülmektedir. Bilindiði gibi Ehl-i Kitap olan Rumlar, o dönemde Mecusi olan Ýranlýlara yenilince müslümanlar üzülmüþ, Mekke'li müþrikler ise sevinmiþlerdir. Bu olay üzerine nazil olan Rum suresinin ilk ayetlerinde, Rumlarýn bir süre sonra tekrar galip gelecekleri beyan edilmektedir. Bu ayetlerle karþýlaþan müþrikler, bu ayetlere inanmaz ve Ebubekir (r.a.) ile bahse girmek isterler. Ebubekir (r.a.) durumu Resulullah (s.a.v.)'e bildirir ve onun izniyle, Rumlarýn tekrar galip geleceklerine dair müþriklerle bahse giriþir. Ýþte bu olaydan hareket eden bazý hanefi fakihler, bu olayý örnek göstererek dar'ul harpte bulunan müslümanlarýn kazanacaklarýndan emin olma þartýyla harbilerle mal ve para karþýlýðýndâ bahse girmelerine" cevaz vermiþlerdir. Halbuki bu olayý, olayýn yaþandýðý ortama göre deðerlendirmemiz gerekir. Nazil olan her ayete yakinen iman eden Ebubekir (r.a.), müþriklerin teklif ettikleri bahsi kazanacaðýný elbetteki biliyordu. Þüphesiz kazanacaðýný bildiði bahis teklifi karþýsýnda tereddüde düþmesi ve Resulullah (s.a.v.)'e müracaat etmesi, bahse girmenin müslümanlar arasýnda þüpheli görüldüðüne iþarettir. Ebubekir (r.a.)'ýn bahis karþýsýnda tereddüte düþme nedenini anlamaya çalýþýrken, bahis teklifini kabul etmediði zaman Mekke müþriklerinin "Ebubekir inen ayetlerin doðru olduðuna kendisi de inanmýyor, inansaydý bahse girerdi." diyeceklerini ve bahis teklifini diðer müslümanlara da götürerek, onlarýn da inanmadýklarý konusunda velvele yapacaklarýný dikkate almamýz gerekir.
Bilindiði gibi Resulullah (s.a.v.) bahsi kabul etmesi için Ebubekir (r.a.)'a izin vermiþtir. Netice olarak bahsi kazanan Ebubekir (r.a.)'ýn yine Resulullah (s.a.v.)'e müracaat ederek "Bahsin karþýlýðý olan develeri alayým mý?" diye sormasý, bahse girme nedeninin müþriklerin malýný almak için olmadýðýný göstermektedir. Bu sýrada Medine'de bulunan Resulullah (s.a.v.), bahis karþýlýðý olan develeri (saflarýn ayrýldýðý o dönemde bir harbi olan müþriklerde kalmamasý için) almasýný ve bu develeri fakirlere tasadduk etmesini buyurmuþtur. Dikkat edilirse bahis karþýlýðý olan bu develer ne beyt-ül male kabul edilmiþ ve ne de Ebubekr (r.a.)'ýn kullanmasýna izin verilmiþtir. Kaldý ki Resulullah (s.a.v.)'in bu olayda bahse iliþkin verdiði izin umuma deðil, kiþiye özeldir. Böyle bir izni umuma þamil kýlmak ise fýkýh usulüne aykýrýdýr.
Rasullah (sav)’ýn bu dönemdeki sünnetiyle kesinlik kazanan dar'ul harp fýkhýnýn, Mekke dönemi müslümanlarýnca yaþanmadýðý müþahade edilecektir. Dar'ul harp fýkhýnýn yaþanmadýðý böyle bir döneme dar'ul harp demek ile Ýslam fýkhýnýn yaþanmadýðý bir döneme dar'ul Ýslam demek arasýnda herhangi bir fark yoktur.
Dar'ul harp görüþünü savunmalarýna raðmen bazý Rabbani sebebleri ve maslahatlarý zikrederek "Bunlardan dolayý þu an için dar'ul harp fýkhýný yaþayamýyoruz." diyen kimselerin belirttikleri nedenler, Rabbani nedenlerdir. Onlarý bu konuda eleþtirmiyor âncak þu hususun açýklýða kavuþmasýný istiyoruz. Fýkhýný yaþamadýklarý veya þu an için yaþamamalarý gereken bir kavramý nasýl sahipleniyorlar? Þayet dar'ul, harp fýkhýna muhatap olduklarý için dar'ul harp diyorlarsa, bu ilmi bir yaklaþým deðildir. Çünkü dar'ul harp fýkhýna muhatap olduðumuz gibi, dar'ul Ýslam fýkhýna da muhatabýz. Dar'ul Ýslam fýkhýna muhatap olmamýzla birlikte dar'ul Ýslam fýkhýný yaþayamadýðýmýz bir beldeye nasýl ki dar-ul Ýslam diyemiyorsak; dar'ul harp fýkhýyla muhatap olmamýza raðmen nefsani olmayan Rabbani nedenlerle bu fýkhý yaþayamadýðýmýz beldeye de dar'ul harp diyemeyiz.
Bu hususu dâha açýk anlayabilmemiz için muhatap olmakla, mükellef olmak arasýndaki farký belirtmemiz gerekir. Nitekim bu önemli farký idrak etmeyen bazý kardeþlerimiz "Resulullah (s.a.v.) tevhidi mücadelenin belli bir dönemine kadar savaþ ayetleriyle muhatap olmamýþtýr. Bizlerin ise durumu farklýdýr. Çünkü Kur'an'ý Kerim'in tamamý elimizde ya bizler savaþ ayetleriyle yükümlüyüz” demektir. Müslümanlar Kur'an'ý Kerim'de beyan edilen in iklimlerin hepsiyle muhataptýrlar. Ancak içinde bulunduklarý konum ve þartlara göre muhatap olduklarý bazý hükümlerle mükellef deðillerdir. Muhatap olmak ile mukellef olmak arasýndaki bu farký idrak etmemiz gerekir.
Mesela hac hükmüyle bütün müslümanlar muhataptýr. Mükellefiyet ise gücü yeten müslümanlaradýr. Bunun gibi Kur'an'ý Kerim'de tevhidi mücadeleyle ilgili olarak fertleri, cemaati veya devlet yapýsýna kavuþan müslümanlarý mükellef tutan hükümler vardýr. Müslümanlar bu hükümlerin hepsiyle muhatap olmalarýna raðmen hepsiyle mükellef deðildirler. Bu hükümlere yaklaþým, Rabbani bir konum tesbitiyle olmalýdýr.
Dar meselesiyle ilgili olarak sadece geçmiþ fýkýh kitaplarýna baðýmlý kalan bazý kimseler de, isteyerek veya istemeyerek çeþitli çýkmazlara girmektedirler. Bu fýkýh kitaplarýnda dar'ul Ýslam'ýn tarifi yapýlmakta ve bu konumun fýkhý verilmektedir. Dar'ul Ýslam'a göre dar'ul harp olan yerler açýklanmakta ve farazi fýkýh olarak da, herhangi bir Ýslam beldesi müstevliler tarafýndan istila edilirse o günün müslümanlarýna kýyam emredilmekte ve dar'ul harp fýkhý verilmektedir. Ýþte farazi fýkhýn uzandýðý son nokta budur. Daha açýk bir ifadeyle farazi fýkýh bu konuda günümüze uzanmamýþtýr.
Fýkýh kitaplarýna mutlak baðýmlý olan kimseler "Ýctihat kapýsý kapalý olduðuna göre yapýlacak bir þey yok. Mevcut ictihadlardan. en uygununu alýp, o ictihadla amel etmemiz gerekir." demektedirler. Tabi ki bu yaklaþýmýn da ne gibi sonuçlar meydana getirdiði aþikardýr. Bu kimselerde evrensel olan yüce Ýslam dinini belli mezhebi dairelere hapsetme temayülü bulunmaktadýr. Oysa ki din mezhebin içinde deðil, mezhep dinin içindedir. Müslümanlar Ýslam dinini yaþayabilmek için mezhebi birçok görüþ ve ictihadlara muhtaçtýrlar. Ancak unutmamak gerekir ki, müslümanlar Kur'an ve Sünnet'e göre müslümandýrlar. Evrensel olan bu dinin evrensel kaynaðý Kur'an'ý Kerim'dir. Ýslam dinini beli ir mezhebi daire içerisine hapsederek mezhebi görüþlerin uzanmadýðý bir meselede dine, dolayýsýyla dinin evrensel kaynaðý olan Kur'an'ý Kerim'e müdahale hakký tanýmamak zulümdür.
Kendilerine alim denilen bazý kimseler Kur'an'ý yanlýþ anlama olasýlýðýný ileri sürerek, müslümanlar ile Kur'an'ý Kerim arasýna aþýlmasý mümkün olmayan engeller koymuþlardýr. Bu müdahale, vebali çok büyük olan bir cürettir. Kur'an'ý Kerim alimlerin deðil, bütün dünya müslümanlarýnýn Kitab'ýdýr. Müslüman Kitab'ýný okuyacak, meal ve tefsirlerle anlamaya çalýþacaktýr. Alimlere düþen görev Kitab'ý müslümanlarýn elinden almak deðil, Kitap'taki bir hükmü yanlýþ veya eksik anlayan bir müslümaný uyararak düzeltmektir. Tekrar dar meselesine dönecek olursak, dar'ul Ýslam olan herhangi bir bölge Ýslam düþmaný müstevliler tarafýndan istila edilir ve Ýslam fýkhý yürürlükten kaldýrýlýrsa, o bölge kesinlikle dar'ul harp olmakta ve o günün müslümanlarýna kýyam emredilmektedir. Nitekim müctehid imamlar bu konumun fýkhýný açýk bir þekilde vermiþledir.
Ancak açýklýða kavuþturmak istediðimiz bir husus vardýr.
Dar'ul Ýslam olan bir belde müstevliler tarafýndan istila edildiði zaman, o belde dar'ul harp olmakta ve o günün müslümanlarý dar'ul harp fýkhýyla yükümlü bulunmaktadýrlar. Þayet bu dönemde saflar ayrýlýr ve mücadele baþlarsa, bu mücadele bin yýl da sürse o belde dar'ul harp konumunu muhafaza eder.
Ancak, böyle bir mücadele yaþanmamýþsa, Ýslami anlayýþlarý tahrif edilmesine raðmen kendilerine müslüman denilen halk, kýyam eden Hizbullahileri yalnýz býrakarak hizbuþþeytanlara arka çýkmýþsa, HizbuÝlahi alimler þehid edilerek, söz meydanlarýna bel'amlar gelmiþse, yirmiyedi derece sevaba nail olabilmek için camilere giden halk, buradaki bel'amlarý dinleyip onlara itaat ederek dinden çýkmýþsa, eðitim ve kültür faaliyetleriyle hak olan gerçek batýl, batýl ise hak olarak empoze edilmiþse, bu karanlýk dönem birkaç nesil yaþanmýþ ve bunun neticesi olarak Ýslam'ý bilmeden sahiplenen ve yine Ýslam'ý bilmeden reddeden kiþiler, partiler, gruplar oluþmuþsa. iþte böyle bir belde dar'ul harp deðildir ve bu beldede Allah'ýn lutfuyla þuurlanan müslümanlar dar'ul harp fýkhýyla yükümlü deðillerdir. Çünkü bu müslümanlarýn karþýsýnda kendilerine verilen kültür ve eðitimle batýlý idrak edemeden benimseyen ve hakký idrak edemeden reddeden bir kitle bulunmaktadýr.
Farazi fýkhýn bu noktaya uzanmadýðý aþikardýr. Ancak müçdehit imamlarýný, böyle bir durumu tahayyül etmedikleri ve farazi fýkýh çerçevesine dahil etmedikleri için suçlayamaz ve onlarý itham edemeyiz. Kaldý ki bu mesele içtihadi bir mesele de deðildir. Kur'an ve Sünnet'in bütünlüðünde bu konuma örnek birçok konumlar verilmiþ ve bu konumdaki müslümanlara muhkem ayetlerle kesinleþen bir yol gösterilmiþtir.
Bazý kimselerin zikrettiði "Ýslam'ýn hakimiyetindeki bir belde Ýslam'ýn hakimiyetinden çýkarsa, bu belde tekrar Ýslam'ýn hakimiyetine girinceye veya kýyamete kadar dar'ul harptir." görüþü, Kur'aný Kerim'e muhalif bir görüþtür. Kur'an'ý Kerim'in beyanýna göre birçok kavme peygamber gönderilmiþ ve bu kavimlerden bazýsý belli bir süre Ýlahi dine teslim olduktan sonra sapýklýða ve dalalete düþmüþlerdir. Dikkat etmemiz gereken husus, þaný yüce Rabbimiz dalalete düþen bu kavimlere yeni bir peygamber gönderdiði zaman, bu peygamberlerini dar'ul harp fýkhýyla yükümlü tutarak "Bu kavim daha önce benim razý olacaðým din üzereydi. Bunlar tekrar bu dine teslim oluncaya kadar bunlarýn kanlarý, canlarý, mallarý sana mubahtýr." þeklinde bir hüküm beyan etmemiþtir.
Kur'an'ý Kerim'e muhalif görerek benimsemediðimiz mezkur görüþe göre Ýspanya , Ýspanya'da ikamet eden müslümanlara göre dar'ul harptir ve buradaki müslümanlar dar'ul harp fýkhýyla yükümlüdürler. Bu görüþü benimseyen müslümanlarýn bir kýsmý tekfir ve tahkire devam ederek tebliðe muhtaç olan insanlarý tebliðden uzaklaþtýracak, 'bir kýsmý ise harbi olarak gördüðü insanlarýn mallarýný gasbedecektir.
Sonuçta ne olacaktýr?
Ýslam'dan bihaber olan Ýspanyol, karþýsýnda bir gaspçý, bir soyguncu olarak gördüðü müslümanlarý nasýl deðerlendirecektir? Bu müslümanlarýn daveti nasýl karþýlanacak, Ýslam cemaati nasýl teþekkül edecek ve nasýl geniþleyecektir?
Ýspanya örneðini idrak eden "Ancak bulunduðumuz konum, zaman süreci bakýmýndan Ýspanya'dan farklýdýr." diyen kardeþlerimize, Kur'an'ý Kerim'in zaman sürecine iliþkin ölçüsünü belirtmemiz gerekir.
Kur'an'ý Kerim'de müslümanlara hitap eden ve müslümanlarýn gayrimüslimlere karþý tavýrlarýný belirleyen Ýlahi hükümler, hikmetli bir geliþim göstermektedir. Uyarýp korkutma ve onlardan gelen eziyetlere sabýr ile baþlayan tevhidi tavýrlar, müslümanlarýn konum ve seviyesine göre deðiþmektedir. Cahiliyenin yerleþip-kökleþtiði toplumlarda tevhidi mücadeleye talip olan müslümanlar, cahiliye mensuplarýný uyarýp korkutma ve. kurtuluþa çaðýrmakla yükümlüdürler.
Peki hangi toplum, cahiliyenin yerleþip-kökleþtiði bir toplumdur?
Cahiliyenin yerleþip-kökleþmesi için ne kadar süre geçmesi veya kaç nesil yaþanmasý gerekmektedir?
Kur'an'ý Kerim'in bu konuya iliþkin hükmü net ve açýk olup, muhtelif surelerde zikredilmektedir.
O ( Kur'an), Aziz, Rahim (olan Allah'ýn) indirdiðidir.
Babalarý (yakýn atalarý) uyarýlýp korkutulmadýðý için kendileri gafil olan bir kavmi uyarýp-korkutman içindir. Yasin 5.6
Bu Rabbani ölçüyle yaþanýlan toplumlarýn deðerlendirilmesi; caddelerdeki, kulüplerdeki, diskoteklerdeki gençliðin ve onlarýn emekli kahvesinde pinekleyen babalarýnýn ve yakýn atalarýnýn incelenmesi gerekir.
Yaþanýlan dünyadaki mustazaflar ve müstekbirler, cahili eðitim ve kültür aþamasýndan geçmiþler, bilerek veya bilmeyerek birçok cahili görüþleri benimsemiþlerdir. Þeytani otoriteler tarafýndan uzun yýllardýr sürdürülen propaganda faaliyetleri ile hak gizlenmiþ, batýl ise hak olarak empoze edilmiþtir.
Osmanlý dönemindeki saltanat sistemi, padiþahlýk ve saraylardaki ihtiþamlý yaþantý ile kafasý doldurulan yeni nesillere, bu çarpýklýðýn yegane nedeni olarak dinin istismarý gösterilmiþtir. Bu baþlangýçtan sonra dinin istismar edilmemesi için din ile dünya iþleri ayýrmasý gerektiði izah edilmiþtir.
Bunu yeterince izah etmiþ olacaklar ki, beþ vakit namaz kýlmalarýna raðmen bu sapýk fikirleri savunan kitleler oluþmuþtur. Bu kimseler taðut için çalýþmakta ve çeþitli sloganlar altýnda taðut için savaþmaktadýrlar. Ýslam'ý bilmeyen bu kimseler, Ýslam dini üzere olduklarýný zannetmekteler ve bel'amlarýn cennet vaadleriyle avunmaktadýrlar.
Bunun yaný sýra Ýslam'ý savunmaya çalýþan müslümanlarda da menfi deðiþiklikler meydana gelmiþ ve bu kardeþlerimiz de insanlarý doðrudan doðruya Allah'a deðil, dolaylý olarak çeþitli gruplara, kiþisel görüþlere ve beþeri yollara çaðýrma gafletine düþmüþlerdir.
Bu gibi davetlerle ve cahili propaganda ile karþýlaþan insanlar, bütününü ve gerçeðini kavrayamadýklarý Ýslam'a karþý çýkmakta ve kabul etmemektedirler. Mesela bazý ülkelerde Ýslam'ýn sosyal adaleti halka sunulmamýþken, bu insanlar Ýslam'ýn ceza hukuku ile yüz yüze getirilmiþlerdir. Ýslam'ý bu ceza-i müeyyidelerden ibaret görüp, bu müeyyidelere göre deðerlendiren birçok insan, Ýslam gerçeðini kavrayamamýþlar ve rahmetini idrak edemedikleri Ýslam'a karþý cephe almýþlardýr.
Hayýr, onlarýn çoðu hakký bilmiyorlar, bundan dolayý yüz çevirmektedirler. Enbiya 24
Hayýr, onlar ilmini kuþatamadýklarý ve kendilerine de henüz yorumu gelmemiþ bir þeyi yalanladýlar. Yunus 39
Daha önce de ifade ettiðimiz gibi halkýnda müslüman olan birçok ülkede dindar geçinen büyük çoðunluðun yaþadýklarý ve yansýttýklarý din, Ýslam deðildir. Kiþisel menfaatlerle gölgelenen, grupsal veya partisel çýkarlar için vasýta olarak kullanýlan, beþeri eðilimlerle tevil ve tahrif edilen din, kesinlikle ve kesinlikle Ýslam deðildir.
Ne yazýk ki düþünen birçok insan, kendilerine yansýyan bu çarpýk olguyu Ýslam olarak anlamýþlar ve bu anlayýþla Ýslam'a karþý olumsuz tavýr takýnmýþlardýr. Ýslam'a talip olan insanlarýn bile, gerçek bir Ýslam'ý kavrayamadýklarý bir dönemde; kendilerine yansýyan çarpýk din anlayýþýna karþý çýkan zümreyi "Gerçek Ýslam'a karþý çýkýyorlar!" diyerek 'Harbi' olarak yaftalamak haksýzlýktýr. Deðil günümüzde, cumhuriyete geçiþ döneminde bile dine karþý tavýr koyanlarýn, gerçek Ýslam'a mý yoksa bid'atlar, hurafeler ve saltanat sistemiyle gölgelenen din anlayýþýna mý tavýr gösterdikleri, incelenmesi ve göz önüne getirilmesi gereken bir meseledir.
Yaþadýðýmýz çaðda müslüman aydýn, müslüman entelektüel kimlikleriyle ortaya çýkan ve Ýslam'a göre yabancý olan bu kimliklerle meselelere çözüm arayan bir zümre bulunmaktadýr. Doðu-Batý iliþkisini inceleyerek doðunun içinde bulunduðu vahim durumu, Batý sapýklýðýnýn bir yansýmasý olarak gören bu aydýnlar, çözüm konusunda karþý olduklarý batýnýn tesirinde kalmaktadýrlar. Batý anlayýþýnýn kökeninde, herhangi bir olumsuz durumla karþýlaþýldýðý zaman bu olumsuz durumu meydana getiren dýþ sebeplere yönelme ve sebeplere karþý mücadele vardýr. Bu batýcý yaklaþým, kendilerine müslüman entelektüel denilen kesim üzerinde de görülmektedir. Bu kimselere göre yegane suçlu ve menfi durumlarýn yegane müsebbibi batýdýr.
Tek yönlü olan bu yaklaþým, Ýslami bir yaklaþým deðildir. Çünkü dünya tarihinin her döneminde batýlý benimseyen, batýlý yaþayan ve batýlý yansýtan insanlar bulunmaktadýr. Müslümanlara yüklenen ilk görev batýlý yýkma veya batýlý yok etme deðil, hakký bilip hakka sarýlarak batýlýn olumsuz tesirinden kurtulmaya çalýþmaktýr. Hakký bilen, hakký yaþayan ve haktan taviz vermeyen toplumlarýn, batýl propagandalardan etkilenmeleri çok güçtür. Herhangi bir toplum batýl görüþlerden etkileniyor ve batýla meylediyorsa, bu olay söz konusu toplumun haktan uzaklaþtýðýna ve deðiþip bozulduðuna iþarettir. Nitekim þaný yüce Rabbimiz Kur'an'ý Kerim'de "Gerçekten Allah kendi nefislerinde olanlarý deðiþtirip-bozuncaya kadar, bir toplulukta olaný deðiþtirip bozmaz." (13-Ra'd 11) buyurmaktadýr. Dünyanýn hiçbir yöresinde kendileri doðru yolda olup da, sapanlarýn etki ve gücü ile batýla düþmüþ bir kavim gösteremeyiz. Çünkü doðru yolda bulunan ve bu yola teslim olan müslümanlara Rabbimiz
"Siz doðru yola eriþirseniz, sapan size zarar veremez" Maide 105
buyruðu ile beyan edilen vaadi vardýr. Bu Ýlahi vaadin ýþýðýnda, þeytan ve dostlarýnýn müslümanlar üzerinde hiçbir nüfuzlarýnýn olmadýðýný kavrayabiliriz.
Gerçek þu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (þeytanýn) hiçbir zorlayýcý gücü yoktur.
Onun zorlayýcý gücü (nüfuzu, sultasý, hakimiyeti) ancak onu dost edinenler ile, onunla O'na (Allah'a) eþ koþanlar üzerindedir. Nahl 99.100
Firavun konumundaki birçok müstekbirin ve emperyalist ülke olan Amerika ve Rusya'nýn, halkýnda müslüman olan ülkelerdeki þeytani tahakkümlerinin nereden kaynaklandýðý, zikredilen ayet-i kerimelerde beyan edilmektedir. Ýlk sebeb onlarýn dost kabul edilmesi, Ýkinci sebep ise onlarý mutlak güç sahibi görerek, gerçek güç ve kuvvet sahibi olan Allah'a eþ koþulmasýdýr.
Ýçinde bulunan vahim duruma müsebbib arayanlarýn, zikredilen Rabbani görüþleri tefekkür etmeleri gerekir. Suçlu aramak için uzaða gitmeye hiç gerek yoktur. Kur'an'ý Kerim'de zikredilen örneklerle, firavunlaþmýþ bir toplumun üç-beþ müslümana hiçbir þey yapamadýðý ve onlarý saptýrmadýðý bilinmekteyken; müslüman olarak adlandýrarak bir halký temize çýkararak, üç-beþ firavunu suçlamak ve içine düþülen menfi durumun gerçek müsebbibi olarak onlarý görmek büyük bir yanýlgýdýr. Gerçek suçlu ilahlýk taslayan sahte ilahlar deðil, bu sahte ilahlarý benimseyen, onlarý destekleyerek yaþatan, onlarýn zillet verici gölgesinde yaþayan ve bütün bunlara raðmen kendilerine 'müslüman(!)' denilen halktýr.
Emperyalizm birçok bölgedeki varlýðýný, silah zoru kullanmadan yürütmektedir. Çünkü bu bölgelerdeki halk, cahili propagandanýn tesiriyle sömürü ve zulme karþý pasifize edilmiþtir. Firavunlara karþý çýkmalarý gerekirken, Firavunlarla birlik olup Musalara karþý çýkmaktadýrlar.
Ýlahi din anlayýþýnýn böylesine tahrif edildiði bir bölgeye, dar*ul Ýslam veya dar'ul harp diyebilir miyiz?
Bu iki konuya þartlanmýþ olanlar, Nuh (a.s.)'ý hangi dar kavramýna dahil edeceklerdir? Açýkça bilinmektedir ki tufan gerçekleþinceye kadar Nuh (a.s.) ve beraberindeki mü'minler ne dar'ul Ýslam fýkhýný ve ne de dar'ul harp fýkhýný uygulamýþlardýr.
Müçtehit imamlarýn dar'ul harbe iliþkin öne sürdükleri birçok görüþ, zamanýnda ve mekanýnda doðru olan isabetli görüþlerdir. Mesela dar'ul Ýslam olan bir belde müstevlilerin istilasýna uðrar ve Ýslam fýkhý yürürlükten kaldýrýlýrsa, bu belde dar'ul harp olmaktadýr. Dar'ul harp olan bu beldede Ýslam fýkhýný yürürlükten kaldýran müstevliler harbidir. Çünkü bunlar hangi dine savaþ açtýklarýný ve kimin hükmünü yürürlükten kaldýrdýklarýný bilmektedirler. Dar'ul harp fýkhýna göre bu harbilerin kaný, caný, malý müslümanlara mubahtýr. Bu harbileri öldürmek caiz olduðu gibi bu harbilere destek olanlarý da öldürmek caizdir. Çünkü bunlarda harbi hükmündedir.
Ýþte dar'ul harp fýkhýný kapsamýna alan bu dönem bazý ülkelerde yaþanmadan veya kýsmi olarak yaþanmýþsa da netice almamadan geride kalmýþtýr. "Geride kalmýþtýr" diyoruz, çünkü bu dönemden günümüze gelinceye kadar birçok toplumsal deðiþiklikler meydana gelmiþtir. Þeytani propagandalar vasýtasýyla batýlý benimseyen ve batýlý destekleyen kitleler oluþmuþtur. Kendilerine verilen cahili kültür ile batýlý destekleyen bu insanlar harbi deðildir. Bu gibi toplumsal deðiþmeleri göz önünde bulundurmadan dar'ul harp fýkhýný günümüze veya geleceðimize uzatmak, Kur'an'ý Kerim'le uyuþmayan bir yaklaþýmdýr. Çünkü Kur'an'ý Kerim'de toplumsal deðiþiklikler dikkate alýnmýþ ve Ýlahi din anlayýþlarý tahrif edilerek, cahiliyenin yerleþip kökleþtiði toplumlarda tevhidi mücadele ile görevlendirilen müslümanlar, cahiliye mensuplarýna harp açmakla deðil, onlarý uyarýp-korkutmak ve kurtuluþa çaðýrmakla görevlendirilmiþtir. Bu görev yerine getirilirken muhatap alýnan cahiliye mensubu, kaný, caný, malý mubah olan bir harbi olarak deðil, kurtulmasý umud edilen bir insan olarak kabul edilmektedir.
Kur'an'ý Kerim'de dar'ul Ýslam ve dar'ul harp kavramlarý geçmemekle beraber, deðiþik peygamber kýssalarýnda o peygamberlere yüklenen görevler zikredilerek, hangi konumun fýkhý verildiði beyan edilmektedir. Bu durumu deðerlendirdiðimizde, dar meselesinin üç ayrý boyuttan önem,kazandýðýný ve deðiþtiðini görmekteyiz. Bu üç boyut;toplumun yapýsý Müslümanlarýn durumu, ve üçüncü olarak gayrimüslimlerin Ýslam'ý nasýl anladýklarý ve bu anlayýþla Ýslam'a nasýl yaklaþtýklarýdýr. Mesela cahiliyenin yerleþip-kökleþtiði bir toplumda yaþayan müslümana göre içinde bulunduðu ülke dar'ul cahiliyedir. Bu ülkede yaþayan müslüman, þeytani otoriteye karþý mücadele verirken; bu mücadelesini otoriteden ziyade þeytani otoriteyi destekleyen ve yaþatan halka karþý yoðunlaþtýrýr. Rabbani mesajý gücünün yettiði bir çerçevede yaygýnlaþtýrmaya çalýþýr. Halktan belli bir kesim þuurlanýrsa, meselesini idrak eden bu kesimin þeytani otoriteleri desteklemeyeceðini ve dolayýsýyla þeytani otoritelerin yýkýlacaðýný bilir. Ýþte bu toplumun içinde yaþayan müslümana göre dar'ul cahiliye olan bu ülke; bir Ýslam devleti kurulduðu zaman, bu devlette yaþayan ve imama biat eden müslümanlar tarafýndan dar'ul harp veya dar'ul sulh olarak kabul edilebilir. Çünkü Ýslam devleti herhangi bir ülkenin konumunu belirlerken, o ülkede yaþayan halký deðil, yönetimi esas alýr. Ýslam devletinin iliþkisi ve mücadelesi halktan ziyade yönetimledir. Bir ülkenin konumunu belirlerken, bu iki farklý durumu birbirinden ayrý deðerlendirmeliyiz. Bulunduklarý ülkede tevhidi bir mücadeleye girmekle yükümlü olan müslümanlarýn, bu ülkenin konumunu kendilerine göre tespit etmeleri gerekir. Çünkü yaþamalarý gereken fýkýh, kendilerinin içinde bulunduklarý durumun fýkhýdýr.
Halkýnda müslüman olan birçok ülkede yaþanýlan konum, cahiliye konumudur. Bu ülkelerdeki þeytani tahakkümler gücünü ve yaþama fýrsatýný, cahiliyeyi bilerek veya bilmeyerek benimseyen halktan almaktadýrlar Bulunduðumuz konumda yaþamamýz gereken fýkýh dar'ul cahiliyede bulunan müslümanlarýn yaþamakla mükellef olduklarý fýkýhtýr. Dar'ul harp fýkhý ile dar'ul cahiliye fýkhý arasýndaki farklar ise, müslümanlarýn gayrimüslimlere karþý davranýþ ve yaklaþýmlarýnda belirginleþmektedir. Ýslam'ý bilerek reddeden kafirler ile Ýslam'ý bilmeden reddeden cahillerin hepsi, Ýslam'a göre gayrimüslimdirler. Kafirler ve cahiller gayrimüslim olmalarýna raðmen, Ýslami ölçülere sahip olan müslümanlarýn kafirlere ve cahillere karþý tavýrlarý farklýlýk göstermektedir. Hakký bilmelerine raðmen inkar eden kafirleri tekfir etmek caiz iken; cahillerin tekfir edilmeleri caiz deðildir. Bu kimselerin net ve açýk bir tebliðle uyarýlmalarý ve kurtuluþa davet edilmeleri gerekmektedir. Çünkü bütün peygamberler, insanlarý cennete davet etmeden cehenneme terketmemiþlerdir. Cahiliyeyi bilerek veya bilmeyerek destekleyen insanlarý Ýlahi hükümlerle uyarmýþlar, bu insanlarý merhamet duygularý ile Allah'a kulluða ve ebedi kurtuluþa davet etmiþlerdir. Rahman sýfatýnýn ýþýðýnda yapýlan bu teblið eylemini soðuk harp olarak deðerlendirmek ve dar'ul harp çerçevesine dahil etmek ise ayrý bir yanýlgýdýr.
Yaþadýðýmýz çaða yeni bir peygamber göndermeyecek olan Rabbimiz, cahiliye mensuplarýný uyarýp-korkutma görevini Resulullah (s.a.v.)'i kendilerine örnek alan öncü müslümanlara yüklemektedir. Bu kutlu müslümanlarýn dünyaya yansýtacaklarý Rabbani "mesaj ise elbetteki Kur'an'ý Kerim'dir.
Cahiliyeyi muhatap alan ve cahiliye mensuplarýný Allah (cc.) ile karþý karþýya getiren Kur'an'ý Kerim ayetleri, belli meselelerden baþlamakta ve kendisine özgü bir geliþim göstermektedir. Cahiliyeyi muhatap alan bu tebliðde; Allah inancý netleþtirilmekte, cahiliyenin batýl görüþleri çürütülmekte, doðru ve gerçek bilgi verilmekte, bu bilginin gerektiði tavýr emredilmekte ve sonuç olarak akibet bildirilmektedir. Bu çizgide yapýlan teblið ile, cahiliye mensubu hangi hükme karþý çýktýðýný, kime karþý savaþ açtýðýný ve neyle tehdit edildiðini net ve açýk bir þekilde bilmektedir. Nitekim Ýslam'a göre uyarýp-korkutmanýn gerçek mahiyeti de bu þekildedir.
Dar'ul harp görüþünü bilinçsizce savunan ve Rabbani tebliðin mahiyetini bilmeyen kimseler, bu görüþü savunduðumuz için bizleri zor olandan kolaya sýðýnmakla itham edebileceklerdir. Rabbimizin emrettiði yolda zor ve kolay arasýnda muhayyer býrakýlsaydý elbetteki kolay olanýný seçerdik. Ancak "Net ve açýk teblið gündeme gelmelidir" derken, bu bizim þahsi tercihimiz deðil, Rabbimizin bu konumdaki müslümanlara kesin emridir. Kaldý ki zor olan, silahýn karþýsýna silahla çýkmak yerine, silahýn karþýsýna Kitap ile, Hükmullah ile çýkmaktýr. Silaha sarýlarak öldürmeye ve yýkmaya teþebbüs ettikleri için deðil, sadece ve sadece "Rabbimiz Allah" dedikleri için iþkenceye uðratýlan ve þehid edilen müslümanlar, müstekbirlerin tanýnmasýna, katý kalblerin yumuþamasýna ve insanlarýn uyanmasýna vesile olmuþlardýr. Bu fedakar müslümanlarýn kanlarý ile dirilen, þuurlanan ve belli bir seviyeye gelen müslümanlar ise, zamansýz savunulan dar'ul harp fýkhýný, zamaný gelince yaþayabilecek Müslümanlardýr.
Halkýnda müslüman olan ülkelerdeki bazý müstekbirlerin küfürlerinde bilinçli olmasý, bu ülkedeki müslümanlarýn yaþamalarý gereken fýkhý deðiþtirmez. Toplumsal bir çalýþmayla mükellef olan müslümanlar, içinde bulunduklarý toplumun genel yapýsýný göz önüne getirmekle yükümlüdürler. Toplum içersindeki istisnalarýn varlýðý, müslümanlarýn o topluma karþý göstermeleri gereken Rabbani tavýrlarý deðiþtirmez. Çünkü toplumsal çalýþmaya etki eden faktör, toplumdaki istisnai ferdler degil, o toplumun genel yapýsýdýr. Küfründe bilinçli olan firavunlara dahi net ve açýk teblið gidecek ve firavunlarýn bu tebliðe karþý gösterecekleri tavýrla, firavunlarýn gerçek yüzü halka yansýtýlacaktýr.
Ayrýca? dünya Müslümanlarýnýn deðiþik konumlarda bulunmalarý, bu müslümanlarýn vahdetini engellemeyecektir. Bazý ülkelerde yaþayan kardeþlerimiz, elbetteki farklý konumlarda bulunmaktadýrlar. Bu kardeþlerimiz içinde bulunduklarý konumu dikkate alarak, tevhidi yolun o konumdaki fýkhýný yaþayacaklardýr. Bu olay dünya Müslümanlarýnýn vahdetini zedeleyen bir nitelik taþýmaz. Çünkü dünya Müslümanlarýnýn vahdeti, bulunan konumda deðil, takip edilmesi gereken tevhidi çizgide saðlanacaktýr. Vahdet için gerekli olan esas, dünya Müslümanlarýnýn ayný tevhidi çizgide bulunmalarýdýr. Tevhidi çizginin deðiþik noktalarýnda bulunmalarýna raðmen ayný tevhidi çizgiyi takip eden dünya müslümanlarý, vahdetin Rabbani iklimini teneffüs edebilecekler ve ayný yolun yolcusu olan kardeþlerine gerekliði gibi sahip çýkabileceklerdir.
Ynt: Dar Mesele By: Bilal2009 Date: 15 Aðustos 2019, 14:03:48
Esselamu aleyküm Rabbim paylaþým için razý olsun
Ynt: Dar Mesele By: ceren Date: 15 Aðustos 2019, 15:00:27
Esselamu aleyküm.Rabbim razý olsun paylaþýmdan kardeþim....