Tahavi Þerhi
Pages: 1
Ebu Hanifenin Kanaatini Kabul Edenlerin Delilleri By: saniyenur Date: 08 Ocak 2012, 12:01:24
Ebu Hanife’nin Kanaatini Kabul Edenlerin Delilleri


Hanefî mezhebine mensub ilim adamlarýnýn Ebu Hanife -Allah’ýn rahmeti üzerine olsun- lehine delillerinden bir kýsmý þöyledir: Ýman, sözlükte tasdikten ibarettir. Nitekim Yüce Allah Yusuf -Aleyhisselam-ýn kardeþlerinin þu sözleri söylediklerini bize haber vermektedir: "Bununla birlikte sen bize iman edici deðilsin." (Yusuf, 12/17) Yani sen bizi tasdik etmiyorsun, demektir.

Hatta aralarýndan dil bilginlerinin bu hususta icma ettiðini iddia edenler dahi vardýr. Diðer taraftan bu sözlük anlamý -ki bu da kalb ile tasdiktir- kulun üzerinde yerine getirilmesi gereken Allah’ýn bir hakkýdýr. O da Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-i Allah’tan getirdiði bütün hususlarda tasdik etmektir. Buna göre Allah Rasûlünün, Allah’tan getirmiþ olduklarý hususlarda tasdik eden bir kimse, kendisi ile Allahu Teala arasýnda mü’mindir. Dil ile ikrar ise, dünyada Ýslam ahkamýnýn ona uygulanmasý için bir þarttýr. Bu önceden de geçtiði gibi, iki görüþten birisidir. Çünkü böyle bir iman küfrün zýttýdýr, küfür ise yalanlamak ve inkar etmek demektir. Bunlar da kalp ile olurlar, o halde onlarýn zýttýný teþkil eden (iman) da böyledir.

Yüce Allah’ýn: "Kalbi iman ile dolu olduðu halde zorlanan müstesnâ olmak üzere..." (en-Nahl, 16/106) buyruðu imanýn yerinin kalp olduðunu, dil olmadýðýný açýkça ortaya koymaktadýr. Diðer taraftan eðer iman kavl ve amelden oluþan bir þey olsaydý, onun bir bölümünün zail olmasýyla tümden zail olmasý gerekirdi. Çünkü amel imana atfedilmiþtir, atf ise (atfedilen ile kendisine atf olunanýn) farklý olmasýný gerektirmektedir. Yüce Allah ise Kur’ân-ý Kerîm’in bir çok yerinde "iman edenler ve salih amel iþleyenler" diye buyurmaktadýr.

Bu görüþü savunanlarýn "iman sözlükte tasdikten ibarettir" þeklindeki görüþlerine, tasdik ile iman kelimelerinin eþ anlamlý olmadýklarý belirtilerek itiraz edilmiþtir. Bir yerde bunlarýn eþ anlamlý olduklarý doðru görülse bile; mutlak olarak eþ anlamlý olmayý gerektirdiðini neye dayanarak söyleyebiliriz?

Ayný þekilde Ýslam ile iman’ýn eþ anlamlý olduðu iddiasýna da itirazlar yapýlmýþtýr. Bunlarýn eþ anlamlý olmadýklarýný gösteren hususlar arasýnda þu da vardýr; Haber veren kimseyi tasdik eden kiþi hakkýnda "onu tasdik etti" denilir ama  ile: Ona iman etti, denilmez. Bunun yerine: Ona inandý, denilir. Nitekim Yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: ":Lut O’na inandý, iman etti." (el-Ankebut, 29/26); ":Musa’ya kavminden bir takým gençler dýþýnda, kimse iman etmedi." (Yunus, 10/83); ":Allah’a inanýr ve mü’minlere (sözlerine) inanýr." (et-Tevbe, 9/61)

Görüldüðü gibi bu fiilin "be" harfi ile geçiþ yapmasý ile "lam" harfi ile geçiþ yapmasý arasýnda bir fark vardýr. Birincisi haber verilen þey ile ilgili kullanýlýrken, ikincisi haber veren hakkýnda kullanýlýr. Burada "sen bizi tasdik edici deðilsin" ifadesinde "lam" harfi ile geçiþ yapýlabilmesi bu kanaati reddetmek için yeterli deðildir. Çünkü böyle bir manada "lam" harfi, âmilin amel gücünü pekiþtirmek içindir. Týpký -ilgili bahislerde açýklandýðý üzere.-ma’mül’ün tekaddüm etmesi yahut âmilin ism-i fail ya da mastar olmasý gibi.

Hulasâ; hiçbir zaman -ona inandým- anlamýnda: denilmeyeceði gibi; da denilmez. Bunun yerine sadece  ile: Ona ikrarda bulundum, denilmesi gibi. Buna göre (iman ettim) tabirinin  diye açýklanmasý  diye açýklanmasýndan daha uygundur. Bununla birlikte aralarýnda bir fark da vardýr, çünkü aralarýndaki fark, mana itibariyle sabittir. Çünkü ister görülebilen, ister görülemeyen (gayb) hakkýnda haber veren herbir kimseye dilde; ": Doðru söyledin" de denilir, ": Yalan söyledin" de denilir. Mesela sema bizim üstümüzdedir, diyen kimseye doðru söyledin denilirken tasdik kökünden gelen fiil kullanýlýr.

Ýman lafzýna gelince, iman lafzý ancak gaib’ten haber vermek halinde kullanýlýr. Mesela güneþ doðdu, diyen kimse hakkýnda; biz onu tasdik ettik, denilir ama; ona iman ettik, denilmez. Çünkü iman etmekte asýl mana "emn ve itimad (güvenmek ve güven duymak)"dýr. Bu da ancak gaibe dair haber vermek halinde söz konusu olur. Ancak gaib olan husus hakkýnda haber veren kimseye iman etmek söz konusudur. Bundan dolayý ne Kur’ân-ý Kerîm’de, ne de baþka sözlerde  ifadesi ancak bu türden olan anlatýmlar hakkýnda kullanýlýr.

Zira tasdik lafzýnýn zýttý olarak tekzib (yalanlama) kullanýldýðý gibi, iman lafzý karþýsýnda bu kökten bir lafýz kullanýlmayýp bunun karþýtý olmak üzere küfür kökü kullanýlýr. Küfür ise yalanlamaya has bir tabir deðildir. Hatta bir kimse: Ben senin doðru sözlü (sadýk) olduðunu biliyorum, ancak sana uymuyorum. Aksine düþmanlýk ediyorum, buðzediyorum ve muhalefet ediyorum, diyecek olsa, böyle birisinin küfrü daha büyük çapta olur.

Böylelikle imanýn tasdikten ibaret olmadýðý, küfrün de sadece yalanlamaktan ibaret olmadýðý ortaya çýkmaktadýr. Hatta eðer küfür varsa tekzib olabildiði gibi, bazen tekzib olmaksýzýn muhalefet ve düþmanlýk da olabilir. Ýman da ayný þekildedir. Tasdik, muvafakak, dostluk (muvalat) ve inkýyad (itaat) ile birlikte bulunur. Ýmanda mücerred tasdik yeterli deðildir. O halde Ýslam da "iman" adýnýn kapsamý içerisinde bir parçadýr.

Bunlarýn eþ anlamlý olduklarý kabul edilecek olsa dahi, tasdik fiillerle de olur. Nitekim Sahih’de Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in þöyle buyurduðu sabittir: "Gözler zina eder, zinalarý bakmaktýr. Kulaklar zina eder, zinalarý iþitmektir... ferc ise bunu tasdik eder yahut yalanlar."[46]

Hasan-ý Basrî -Allah’ýn rahmeti üzerine olsun- der ki: Ýman hoþ þeyler istemek, temennilerde bulunmak deðildir. Lakin o, kalbe yerleþen ve amel ile tasdik edilendir.[47]

Eðer iman tasdik diye anlaþýlýrsa, bu özel bir tasdik çeþididir. Namaz ve benzeri tabirlerde olduðu gibi. Nitekim daha önceden buna dair açýklamalar geçmiþ bulunmaktadýr. Bu, lafzý nakil (baþka manaya taþýmak) olmadýðý gibi, onu taðyir (deðiþtirme) de deðildir. Çünkü Yüce Allah bize mutlak olarak bir imaný emretmiyor, aksine niteliklerini belirttiði ve mahiyetini açýkladýðý özel bir þekilde iman etmeyi emretmektedir.

Ýman demek olan tasdik’in asgari hali, genel tasdik’in bir çeþidi olmasýdýr. O halde iman ve tasdik, umum ve husus bütün durumlarda birbirine mutabýk deðildir. Aksine iman þâri’in dilinde umum ve hususdan meydana gelir. Týpký insanýn konuþan bir hayvan olmakla nitelendirilmesi gibi. Yahut ta kalb ile yapýlan tam bir tasdik, kalbin ve azalarýn gerektirdiði bir takým amelleri de gerekli kýlan bir tasdiktir. Ýþte bunlar eksiksiz bir imanýn gerekleridir. Gerektiricinin bulunmamasý, gerekli olanýn da bulunmamasýnýn bir delilidir.

Biz diyoruz ki: Bu gerekli olan þeyler kimi zaman lafzýn ad olduðu þeylerin kapsamýna girer, kimi zaman bu kapsamýn dýþýna çýkar. Yahut ta lafýz sözlük anlamý üzere kalmaya devam eder. Ancak þarî’ buna bir takým hükümler de katmýþ ya da þarî’ bu lafzý mecazî anlamý ile kullanmýþtýr. O takdirde bu þer’î bakýmdan hakikat, sözlük bakýmýndan mecazi bir mana taþýr ya da þarî bu lafzýn anlamýný nakletmiþ olabilir. Ýþte bunlar bu yolu izleyenlerin bu husustaki görüþleridir.

Bu görüþün sahipleri þunu da söylerler: Allah Rasûlü bize imanýn muhtevasýný göstermiþ ve bize bundan neyi kastettiðini kesin olarak öðretmiþtir. Mesela tasdik ettiði söylenen ancak gücü yetmekle birlikte diliyle iman ettiðini telaffuz etmeyen, namaz kýlmayan, oruç tutmayan, Allah’ý ve Rasûlünü sevmeyen, Allah’tan korkmayan, hatta Allah Rasûlüne buðzeden, ona düþmanlýk ederek onunla savaþan bir kimse asla mü’min deðildir.

Amellerin Ýmanýn Kapsamýna Girdiðini Gösteren Hadisler

Ondan öðrendiklerimize göre kurtuluþ ve umduðunu elde edebilmek, ihlâs ile birlikte þehadet kelimelerini söylemeye ve gereklerince amel etmeye baðlýdýr. O þöyle buyurmuþtur: " Ýman yetmiþ küsur þubedir. Bunun en üstünü lâ ilâhe illallah demektir, en alt mertebesi ise yolda giden gelene rahatsýzlýk veren þeyleri kaldýrmaktýr."[48] Baþka hadislerde de þöyle buyurmaktadýr: "Haya, iman’dan bir þubedir."

"Mü’minler arasýnda imaný en kamil olan ahlaký en güzel olanlarýdýr."[49]

"Gösteriþsiz elbise giymek imandandýr."[50]

O halde iman asýldýr. Onun bir çok þubesi vardýr. Herbir þubesine de iman denilebilir. Namaz imandandýr, zekat, oruç, hac, haya, tevekkül, Allah’tan korkmak ve O’na yönelmek gibi batýnî ameller de imandandýr. Nihayet bu þubeler yolda rahatsýzlýk veren þeyleri kaldýrmaya varýncaya kadar dallanýp budaklanýr. Çünkü bu da imanýn þubelerindendir.

Ýþte bu þubelerden kimisinin zail olmasýyla iman da zeval bulur, þehadet þubesi gibi. Kimisinin de zail olmasýyla iman zeval bulmaz, yolda rahatsýzlýk veren þeyleri kaldýrmayý terketmek gibi. Bu ikisi arasýnda çok büyük çapta farklýlýklar arzeden pekçok þube vardýr. Kimileri þehadet þubesine yakýndýr, kimileri de yolda rahatsýzlýk veren þeyleri kaldýrma þubesine yakýndýr.

Ýmanýn þubeleri iman olduðu gibi, küfrün þubeleri de ayný þekilde küfürdür. Mesela Allah’ýn indirdikleriyle hükmetmek, imanýn þubelerindendir. Allah’ýn indirdiðinden baþkalarýyla hükmetmek de küfrün þubelerindendir.

Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- de þöyle buyurmuþtur: "Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle deðiþtirsin. Gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (deðiþtirsin.) Ýþte bu imanýn en zayýf halidir." Bu hadisi Müslim rivayet etmiþtir.[51] Bir baþka lafýzda da: "Bunun ötesinde ise iman namýna hardal tanesi kadar dahi hiçbir þey yoktur."[52] diye buyurulmaktadýr.

Tirmizî’de yer alan rivayete göre Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem- þöyle buyurmuþtur: "Allah için seven, Allah için buðzeden, Allah için veren, Allah için alýkoyan kimsenin imaný kemale ermiþ demektir."[53]

Bunun anlamý -doðrusunu en iyi bilen Allah’týr ya- þudur: Sevgi ve buðz (nefret) kalbin harekete geçmesinin esasýdýr. Malý vermek ve alýkoymak da bunun kemal derecesidir. Çünkü mal nefse taalluk eden þeylerin sonuncusudur. Beden ise kalb ve mal arasýnda ortada bir yerdedir. Ýþinin baþý da, sonu da Allah için olan kimsenin Allah her hususta ilahý demektir. Onda þirk namýna hiçbir þey bulunmaz. Þirk ise Allah’tan baþkasýný murad etmektir. O’ndan baþkasýna yönelmek, O’ndan baþkasýndan ummak demektir. Ýþte hadiste belirtilen durumda olan kimsenin imaný da kemale ermiþ olur. Buna benzer imanýn kuvvetine ve zayýflýðýna -amellere göre- delâlet eden diðer hadisler de bu kabildendir.

Ýleride Tahâvî’nin -Allah ona rahmet etsin-, sahabe -radýyallahu anhum-un durumu hakkýnda þu ifadeleri kullandýðý görülecektir: "Onlarý sevmek dindir, imandýr ve ihsandýr. Onlara buðzetmek ise bir küfürdür, nifaktýr ve tuðyandýr." Görüldüðü gibi o sahabeyi sevmeyi iman, onlara buðzetmeyi küfür diye adlandýrmýþtýr.

Sözü geçen imanýn þubelerine dair hadisin delil gösterilmesine karþý Ebu’l-Muîn en-Nesefî ile baþkalarýnýn verdikleri cevab gerçekten þaþýrtýcýdýr. Onlarýn verdiði cevab þöyledir: Ravi "altmýþ küsur yahut yetmiþ küsur" demiþtir. Böylelikle bizzat ravi kendisinin yanýlmýþ olduðuna (gafletine) tanýklýk etmiþ oluyor. Çünkü o þüpheye düþmüþ ve: Altmýþ küsur yahut yetmiþ küsur demiþtir. Bu hususta Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-in þüpheye düþmesi düþünülemez, ayrýca bu hadis Kitaba Kur’ân’a da muhaliftir.

Böylelikle Ebu’l-Muîn bu hadisi ravî’nin yanýlmasý ve kitaba muhalif olmasý dolayýsýyla tenkid etmiþtir. Bu tenkid gerçekten þaþýrtýcýdýr. Ravî’nin altmýþ ya da yetmiþ deyip tereddüde düþmüþ olmasý bu hadisi iyice zabtetmemiþ olmasýný gerektirmez, kaldý ki Buharî þüphe olmaksýzýn "altmýþ küsur" diye rivayet etmiþtir.

Bu hadisi Kitaba muhalif olmak ile tenkide gelince, bunun Kitaba muhalif olduðuna delâlet eden Kitabtan delil nerede? Aksine Kitabta bunun Kitaba muvafýk olduðuna delil olan buyruklar vardýr. Þüphesiz ki böyle bir tenkit ancak taklid ve taassubun kötü bir meyvesidir.

Yine þöyle demiþlerdir: Burada baþka bir esas vardýr, o da þudur: Söz söylemek iki kýsýmdýr. Kalbin sözü olan itikad, bir de dilin sözü olan Ýslam’a girdiðini sözlü olarak söylemektir. Amel de iki kýsýmdýr, kalbin ameli olan niyet ve ihlas’ý ile azalarýn ameli. Ýþte bu dört unsur ortada olmadý mý, iman da kemal ile ortadan kalkar. Kalbin tasdiki bulunmadý mý diðer bölümlerin faydasý olmaz. Çünkü diðer bölümlerinin muteber olmasý ve fayda saðlayabilmesi için kalbin tasdiki bir þarttýr. Kalbin tasdiki kalýp da diðerleri bulunmazsa, iþte çatýþmanýn cereyan ettiði nokta da burasýdýr.

Azalarýn itaatsizliðinin, kalbin itaatsizliðinin bir gereði olduðunda þüphe yoktur. Çünkü kalb itaat edip boyun eðse, azalar da itaat eder ve boyun eðerler. Kalbin itaat etmeyip, boyun eðmemesi de itaati gerektiren tasdik’in de olmamasýný gerektirir. Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- þöyle buyurmuþtur: "Þüphesiz ki kalbte bir çiðnemlik et parçasý vardýr. Bu düzelirse, bunun düzelmesinden dolayý bedenin tümü düzelir. Bozulursa onun bozulmasý dolayýsýyla, bedenin diðer bölümleri de bozulur. Haberimiz olsun ki o kalb’tir."[54]

Kalbi düzelen kimsenin, bedeni de kesinlikle düzelir. Halbuki aksi böyle deðildir.

Ýmanýn bir bölümünün zeval bulmasýnýn, tamamýnýn da zeval bulmasýný gerektirmesine gelince, eðer bu ifade ile kastedilen önceki toplu ve birlikteki hali olup önceki haliyle birlikte ve toplu olarak kalmaz, denilmek isteniyorsa bu doðrudur. Fakat bir bölümünün zeval bulmasý, diðer bölümlerinin de zeval bulmasýný gerektirmez. Bu gibi hallerde sadece imanýn kemali zeval bulur.


[46] Buhârî 6243, 6612; Müslim 2657; Müsned, II, 276; Ebû Dâvûd 2152.

[47] Ýbn Ebî Þeybe, el-Musannef, XI, 22.

[48] Buhârî 9; Müslim 35; Ebû Dâvûd 4676; Tirmizî 2614; Ýbn Mâce 57.

[49] Ebû Dâvûd 2682; Tirmizî 1163; Müsned, II, 250, 472, 527.

[50] Ebû Dâvûd 4161; Ýbn Mâce 4118.

[51] Müslim 49; Ebû Dâvûd 1140, 4340; Tirmizî 2172.

[52] Müslim 50; Müsned, I, 458, 461, 462.

[53] Müsned, III, 438, 440; Ebû Dâvûd 4681.

[54] Buhârî 52; Müslim 1599; Ýbn Mâce 3984.



radyobeyan